17 Haziran 2014

DİNİ SÖZLER



Dini Sözler 
 İyiliği gizlemek, kötülüğü gizlemekten daha üstündür. (Ebu Bekir Ferra) 
 Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe ererdi. (İmam-ı Azam) 
 İnsan, alışkanlıklarının çocuğudur. (İbni Haldun) 
 Herkes herkese bir lokma şey verebilir ama boğaz bağışlamak, ancak Allah’ın işidir. (Mevlana) 
 Güzel söz söyleyen, kimseden kötü söz işitmez. (Firdevsi) 
 Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, onu aramamak demektir. (Mevlana) 
 Avcı nice al (tuzak, hile) bilirse, ayı da onca yol bilir. (Kaşgarlı Mahmud) 
 Haksızlık karşısında eğilmeyiniz; çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz. (Hz. Ali (r.a))
 Güzel konuşmanın sırrı, lüzumsuz sözleri terk etmektir. (Hz. Ebubekir) 
 Özü doğru olanın, sözü de doğru olur. (Hz. Ali (r.a)
 Birliğin kederi, ayrılığın safasından daha hayırlıdır. (Yahya bin Muaz) 
 Her gecenin bir gündüzü vardır. (Hz. Ali (r.a)
 Sakladığın sır senin esirindir. Açığa vurursan sen onun esiri olursun. (Hz. Ali (r.a)) 
 Bütün kötülüklerin anahtarı, hiddettir. (Cafer bin Muhammed) 
 Kesilmiş koyuna derisinin yüzülmesi elem vermez. (Hz. Esma) 
 Güzel ahlak; bağışlayıcılık, sabır ve tahammüldür. (Hasan-ı Basri) 
 En iyi nasihat; iyi örnek olmaktır. (Malcolm X) 
 Nefis üç köşeli dikendir, ne türlü koysan batar. (Mevlana) 
 Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer. (İbni Haldun) 
 İnce sözler keskin kılıca benzer, kalkanın yoksa geri dur. (Mevlana) 
 Gerçek zengin, bilgisi çok olan insandır. (Hz. Ali (r.a)
 Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol. (Mevlana) 
 Cevizi kırıp özüne inemeyen, hepsini kabuk zanneder. (İmam Gazali) 
 Hayat, iman ve cihaddır. (Hz. Hüseyin (r.a)
 Haksızlığa baş kaldırmayanlar, onlardan gelecek her kötülüğe katlanmalıdırlar. (Hz. Ali (r.a)
 Hayatında ekmeği yenmeyen kimsenin adı, ölümünden sonra anılmaz. (Şeyh Sadi) 
 Hiç kimse, diğer bir kimsenin kulu değildir. (Hz. Ali (r.a)
 Uzun mesafelere ulaşmak, yakın mesafeleri aşmakla mümkündür. (İmam Gazali) 
 Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor. (Abdulhamid Han) 
 En büyük felaketler içinde bile ümidini kaybetme, unutma ki ilik, sert kemiğin içinden çıkar. (Hafız Şirazi) 
Cahillerin kalbi dudaklarında, alimlerin dudakları kalplerindedir. (Hz. Ali (r.a)
 Her kalbin çarpıntısı kendi ecelinin ayak sesleridir. (Beyazidi Bestami) 
 Mal cimrilerde, silah korkaklarda, karar da zayıflarda olursa işler bozulur. (Hz. Ebubekir (r.a)
 Gecenin ne kadar uzun olduğunu ancak hastalar bilir. (Sadi) 
 Kibir, bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur. (Hacı Bayram-ı Veli)
 Zalimler için yaşasın cehennem. (Bediüzzaman Said Nursi) 
 Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır. (Bediüzzaman Said Nursi) 
 Tatlı suyun başı, kalabalık olur. (Mevlana) Kurdun elinden çobanlık gelmez. (Sadi) 
 Eğri ok, doğru yol almaz. (Hz. Ali (r.a)
 Hiçbir acı, cehaletten daha fazla zahmet verici değildir. (Hz. Ali (r.a)
İnsanı maskara eden, dilidir. (Sadi) 
 Ham düşünceleri, ancak akıl pişirir. (Firdevsi)
 Fırsatlar da bulutlar gibi çabucak geçer gider. (Hz. Ebubekir (r.a)
 Hasedciye rahat, kötü huyluyu da şeref yoktur. (Ahnef bin Kays) 
 Çocuklarınızı kuzu gibi büyütmeyiniz ki, ileride kuzu gibi güdülmesinler. (Şeyh Sadi Sirazi) 
 Hükümetlerin en kötüsü, suçsuzu korkutandır. (Beydeba) 
 Hükümdar köylünün yumurtasını alırsa, adamları bütün tavukları alır. (Sadi) 
 Bin zulme uğrasan da, bir zulüm yapma. (Hz. Ali (r.a)
 Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez. (Mevlana)

KALİTELİ YAŞAYIP KAHVENİN TADINA VARIN




KALİTELİ YAŞAYIP KAHVENİN TADINA VARIN

Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetlenmeye döner. Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen,plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.Herkes bir bardak seçince, profesör şöyle söyler Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü,sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kali tesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız. Şunu bir düşünün: Hayat kahvedir. İş, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak Tanrının sunduğu kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz. Kahvenizin tadına varın! En mutlu insanlar herşeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin eniyi şekilde tadını çıkartırlar.

MUTLU DEĞİLSENİZ MUTLAKA OKUYUN





Mutlu Değilseniz Mutlaka Okuyun.. 
Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. O gün ender ya­şanan bir gündü. Okulumuz Kız Meslek Lisesi çocuk bahçesiyle yan yana idi. Yağan karın ağaçların üzeri­ne öyle müthiş bir inişi vardı ki, bir anda yeşil çam ağaçlarına beyaz gelinlikler giydirmişti.
Öğretmenimiz çok romantik, çok kibar, kelimenin tam manası ile nazik bir beydi. Edebiyat dersine uy­gun bir hocaydı. Keşke bütün edebiyat hocaları öyle romantik ve duygulu olsaydılar.
Asla öğrenciyi notla sıkmaz, âdeta öğrenciye notlar dağıtırdı. Kendini öğrenciye o kadar sevdirmişti ki hemen hemen bütün okul onu çok seviyordu. Düşün­celerini öyle güzel anlatır, insanı o kadar güzel ikna ederdi. Daha sonra o hayran olduğumuz öğretmenin iyi bir sosyalist olduğunu öğrendiğimde, bir yönünü çok takdir etmiştim.
Öyle veya böyle o da kendince bir şeyleri tebliğ ediyordu ve önce insanları kendine bağlıyordu. Keşke bütün tebliğ eden insanlar böyle olabilselerdi.
Böyle karın yağdığı bir günde o hocamızın dersin­deydik. Birden bize “Çocuklar dersi bırakın arkanıza yaslanın ve şu karın yağışını seyredin ne kadar güzel yağıyor değil mi?” demişti. Bu hareketi bile onu diğer öğretmenlerden farklı kılıyordu.
Onun olduğu bir Dil Bilgisi dersinde bir defasında “mutluluk” fiilini çektiriyordu. Derse ara verdi, “Ço­cuklar arkanıza yaslanın, hiçbir şey düşünmeyin, göz­lerinizi bir müddet kapaün ve mutlu olmaya bakın” demiş, “yaşamak kadar güzel hiçbir şey yok. Şartlar ne olursa olsun mutlu olmayı başarın, asla mutsuzlu­ğa yenilmeyin” diye eklemişti.
Ben de sevgili okuyucularıma diyorum ki, şu an hangi şartlarda bu yazıyı okuyorsanız, lütfen arkanıza yaslanın, gözlerinizi bir müddet kapatın. Ruh dünya­nızda mutlu musunuz, değil misiniz? Veya sizi neler mutlu ediyor, neler mutsuz ediyor onu düşünün, da­ha sonra bu satırları okumaya devam edin.
En son ne zaman, neler için mutsuz olduğunuzu düşündünüz mü? Bazen basit bir şeyden hemen mut­suz oluyoruz. Bitti derken, zaman içinde o mutsuz ol­duğumuz şeyler için gülüp, “şimdiki aklım olsaydı hiç üzülür müydüm?” diyoruz.
Aslında hepimiz üzülmeye değmeyecek şeylere günlerce üzülüp, şu güzel hayatı zehir ediyoruz. Oysa bir gün üzülmeye değmeyen şeyler için ne kadar üzüldüğümüzü kabir kapısına geldiğimizde fark edecek, ne kadar basit şey­ler için üzüldüğümüzü düşüneceğiz. O zaman piş­man olmaya vaktimiz olacak mı dersiniz?
Geçen gün bir şeye o kadar üzüldüm ki, hayat bitti zannettim. Esim, “O kadar üzülme, zaman en güzel ilaçtır. Zaman içinde unutursun” dese de ben, “im­kânsız, bunu unutamam” demiş, günlerce hayatı ken­dime zehir etmiştim. Hakikaten, zaman acılara ne ka­dar güzel ilâçmış.
Şimdi günlerce neden o kadar üzüldüğüme üzülüyorum. Hayatın hiçbir şey için aşırı üzülmeye değmeyeceğine inanıyor; ömür dakikaları­nın çok kıymetli olduğunu, yaşanan dakikaların asla bir daha gelmeyeceğini anlıyorum. O kıymetli daki­kaları ne kadar hor kullandığımıza doğrusu üzülüyo­rum.
Siz bu satırları okurken mutlu musunuz, değil mi­siniz bilemiyorum. Mutsuzsanız niçin mutsuz oldu­ğunuzu düşünün. Bu sabah eşinizle kavga mı ettiniz? Olsun, akşam bir tebessüm, oldu bitti bile. Eğer “ak­şamı bekleyemem, birbirimizi çok kırdık” diyorsanız, o halde bir telefon açın, bir iki tatlı söz, bir özür, mut­luluk tamamdır.
“Eşimle meselem yok, mesele çocuklarımla” diyor­sanız, onların evin acı tatlı meyveleri olduğunu unut­mayın. Limon ekşidir ama kışın hiç evden eksik eder miyiz?
Biber de acıdır, kimini ağlatır, kiminin yüzünü ek­şitir. Ama ne limonu, ne de biberi mutfağımızdan ek­sik eder miyiz? Onlar bizim “olmazsa olmazlarımız” değil mi? Tıpkı çocuklar gibi.
Ne yapalım, çocuklarımız her şeyleriyle bizim evlâtlarımız, onları öyle kabul edeceğiz. Atamayız ya?
Bir de çocukları olmayanları düşünelim. Kucak do­lusu verilen paralar, doktor kapılarında geçen zaman­lar, oldu mu olacak mı sıkıntısı ile beklemeler… So­nunda bir de “imkânsız, sizin çocuğunuz olmaz” söz­leri. Düşünün böyle insanlar da olabilirdiniz, olmadı­nız. Şanslısınız, en azından çocuğunuz var. Mutlu ol­mak için ne kadar güzel bir neden değil mi?
Maddî sıkıntı çekiyorsanız, inanın onun için mut­suz olmaya hiç değmez. Çünkü bizi yaratan O olduğu gibi bize rızkı veren de mutlaka O’dur. Yarattığı hiçbir kulunu asla aç bırakmaz ve açlıktan öldürmez.
Aslın­da her kulun rızkı ayağına kadar   gelmesine geliyor da, biz lüks istiyoruz. Unutmayın israf haramdır. Ha­ram olan bir şeyi yapamıyoruz diye hiç insan üzülür mü? Öyle ya Allah “Ben malı istediğime, ilmi ise iste­yene veririm” diyor. Rızk O’nun değil mi? Vermez vermez, onun için üzülmeye, mutsuz olmaya hakkı­mız var mı?
“Bunların hiç biri benim sıkıntım değil, ben hasta­yım” diyorsanız, veya bir sakatlığınız varsa o da ko­lay. Hiçbir dert dermansız değil ki. Hastalıklar bir ih­tar, bir iltifat değil mi? Yaratıcı tarafından ihtar edil­mek, taltif edilmek hoş değil mi? Nasıl ki olgunlaşmış ağacı silkelersin, meyveler üzerinden dökülür, tıpkı bunun gibi sıtma ile titremekle bütün günahlar dökü­lüyormuş. İnsanın “ne güzel, günahlarım dökülüyor” diye sevineceği hastalığına, üzülmek olur mu?
Bir elin mi yok, iki eli olmayan ne yapıyor? Tek gö­zün mü yok? İki gözü olmayanı düşün. Bir ayağın mı tutmuyor? İki ayağı da tutmayan ne yapsın? Demek ki mutlu olmak için, bize verilen nimetler açısından yukarıya değil, her zaman aşağıya bakacağız ki mutlu olalım.
Çünkü her zaman yukarının da yukarısı var.
Rahmetli annem on yıl çektiği hastalığı için her za­man Allah’a şükrederdi. “Bana bu hediyeyi verdin, Senden geldi, nasıl şikâyet ederim?” derdi. Her za­man şunu söylerdi: “Allah’ım toprak altında değil, mertek altındayım”.
İşte böyle diyebilsek, hayata ba­kışımız böyle olsa, olayların altında kalmaz, üzerine çıkarız. Bunun için, imanı elde eden adamın yanında
küre-i arz bomba olsa patlasa, o adamı korkutamaz. Bilir ki onu patlatan biri var.
Eğer “Allah’a şükür hiçbir derdim yok, fakat ne­dendir bilinmez içimde bir sıkıntı var, beni mutlu et­miyor.” diyorsanız ki çoğu insan bunu söylüyor.
İşte burada bana anlatılan, çok hoşuma giden bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum:
Bir gün arkadaşın beyi işten eve dönerken, tam apartmanın kapısında çöpleri karıştıran bir çingene bayanla karşılaşır. Durup bir müddet bu hanımı sey­reder. Neyini mi seyreder dersiniz? Bu çingene saçla­rına kırmızı güller takmış, ağzında sakızı bir şarkı söylüyor.
Hayatından o kadar memnun ki…
Bey kendi kendine der ki “Vay be! Şu kadın evine gittiği zaman, elini yıkayacak bir lavabosu bile yok. Ama hayatından ne kadar memnun. Ona sorsanız onun kadar mutlu bir kadın yok”.
“Şimdi ben eve gideceğim, daha kapıdan içeri girer girmez, hanım başlayacak olumsuzlukları sayıp dök­meye” der.
Hakikaten evin kapısını çalar, hanım kapıyı açar. Başlar sayıp dökmeye. Bey hemen hanımın elinden tutar ve camın önüne getirir. “Bak hanım, şu çöpleri karıştıran kadını görüyor musun? Ne kadar mutlu ol­duğunu ve evine gittiği zaman, elini yıkayacak bir la­vabosunun bile olmadığını düşündün mü? Bu kadar nimetler içinde imtihan olunuyorsun, şükür yok, sa­bır yok. Vallahi ahirette bunun hesabını sana sorar­lar!” demiş.
Hanım diyor ki, “Mantıklı düşündüm vallahi ne kadar haklı. Ne zaman bir olumsuz şey ko­nuşacak olsam, aklıma o çöpleri karıştıran, saçındaki gül, ağzındaki sakızı ve şarkısıyla  o çingene hanım gelir”.
Zaman zaman içimizde olan sıkılmalar, yapmadı­ğımız ibadetlerin yerine geçiyor. Biz o ibadetleri yap­madığımız için, Allah bize ruh sıkıntısı vererek onları affediyor. Nedensiz sıkıntılar yaşıyorsak eğer, ibadet­lerimize dikkat edelim. Mehmet Kırkıncı Hocamın bir hatırasını burada yeri gelmişken anlatmak istiyorum:
Hocamız bir gün bir camide vaaz ederken Allah’ın Adaletinden bahsetmiş. Sohbet bitmiş, çıkarken bir ayağı topal olan bir zat “Hocam biraz durur musun?” demiş.
Hocamız ise “buyur ne var?” demiş. Adam “Ho­cam Allah’ın adaletinden bahsettiniz iyi hoş da, Al­lah’ın adaleti olsaydı beni topal yaratmazdı.” der.
Hocamız o zaman “Kardeşim sen ruhlar âleminde Allah ile insan olacağına dair, sağlıklı olacağına dair bir anlaşma yaptın da, sonradan Allah sözünden vaaz mı geçti? Kedi olabilirdin, köpek olabilirdin. Bunların hiçi biri olmadın, seni insan olarak yarattı. Yeterli de­ğil mi?” demiş.
Bunun gibi hayatta neler için mutsuz olduğumuzu düşünelim. Sonra hiçbir şey için kaşların çatılmaya, suratların asılmaya değmeyeceğini idrak edelim.
Moralsiz olduğum bir günde, bir yerde bir dinleyi­cimle karşılaşmıştım da bana “Sizin gibi moral dağı­tan insanlara moralsizlik yakışmıyor” demişti.
Tıpkı bunu gibi, insan olarak yaratılan, ahsen-i tak­vim olan insana da mutsuzluk yakışmıyor. O halde mutluyuz, mutlusunuz, mutlular…

ŞİMDİNİN GÜCÜ PDF E-KİTAP






ŞİMDİNİN GÜCÜ PDF E-KİTAP

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...