29 Mart 2013

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'IN HAYATI





/ext/belgeler_v_e.swf">




YÜREĞİMİ EZE, EZE VEDA ETTİM SANA




Yüreğimi eze eze veda ettim sana
Yüreğimi eze eze veda ettim sana...Dilimin ucunda gidişinin hüzünlü türküsü, gözlerimdeyse bitmeyen, bitiremediğim, bitiremediğin aşkın yarım kalmış öyküsü...Derin bir çizikle kanayan çocuk yanım, bir yerlerde buz gibi donmuş kadın yanım ve geleceğe dair düşlerle geçmişin kaosunda boğulan kaderci bir yaşlı kadın...Hepsini harmanladım gidişinde, yüreğimi eze eze...
Veda etmedin bana...Biliyorum terketmiyordun sadece kendini alıp gidiyordun! Kendini; bir beden ve bir ruhu koyup bir gemiye açılıyordun engin denizlere...Sen sadece kendini götürdüğünü zannederken aşkımın sınırlarından, benim aşkımı, aşka olan inancımı, dünümü ve yarınımı da yüklenmiştin omuzlarına...Nasıl çırpındım anlatabilmek için sana. Ama kelimelerin yetersiz kaldığı, bildik herşeyin anlamsızlık çarkında kaybolduğu bir hava boşluğundaydık...Gözünün yaşını görmedim izin vermedin buna...Ama ağlayan, hıçkıran, seni seviyorum diye defalarca haykıran adamın çığlığı silinmedi kulaklarımdan...Kaçışın boştu gülen gözlü adam...İnsan herkesten hatta herşeyden kaçabilir.Ama kendinden? ? Kaçamadın kendinden tıpkı kaçamadığım gibi kendimden...
Hatırladıkça güleyim mi ağlayayayım mı bilemediğim mesajlarımı çerçeveleyip, hafızamın en ayaydınlık odalarına astım. Neler yazmıştım sana...Öfkemi kusmuştum bütün birikmişliğimle...Kudurmuştu öc alma duygum tüm deliliğimle...İstiyordum ki çektiğim acının tadı senin de dudaklarına bulaşsın...Haykırışlarım senin sesinde yankılanıp kulaklarımda dolaşsın...Benim bütün deliliğime inat bir olgunluk yapışmıştı sanki yakana...Kırmadım, kıramadım seni...Boyun eğmişliğin sessiz nidalarıyla süslüydü kelimelerin. Sen kaderin önüne katıp götürdüğü bir adamdın...Razıydın, biliyordun...Oysa ben çocuktum o veda gününde...Elinden en sevdiği, yerine başka hiçbir şeyi koyamadığı, kokusu ciğerlerine dolmayınca uyuyamadığı oyuncağı alınmış küçük bir kız çocuğuydum...Ninniler söyleyip uyutabileceğim bebeğim yoktu ki o bebek belki aslındı hiç olmamıştı! -, gecenin kara kabuslarında avunabileceğim yumuşak bir temas eksilmişti yatağımdan ki belki ellerim hiç dokunmamıştı böyle bir tene-...Ben yalnızlığın, en koyu en dipsiz yalnızlığın korkusuyla saldırırken silah yapıp kelimelerimi sana, sen, sen yürekli adam, sadece aşkını kalkan yaptın bu deli kadına...
Ilık sular süzülürken bedenimden gözümden süzülenlerle daha çok ıslandı tenim...Sendin gözlerimden akan...İçim katılmıştı ağlamaktan...Yitirmenin ve yitirilmenin ne olduğunu öğrenmiştim eş zamanlı...Suyun beni o her zaman rahatlatan dost sesi, teskin edici teması da yetmedi gecemin karanlığına bir ayışığı katmaya...Gitmiştin, kendini alıp yanına...
Güneşin altın tepsi silueti çok kez düştü denizin mavi dalgalarına gidişinden sonra...Yakamozlar kucakladı sahil boyunda denize değen ayaklarımı defalarca...Azalır mı diye bekledim yüreğimde gidişinin sızısı...Katmerlendi aşkım günden güne...Mayalandı sensizlik, sensiz gecelerde...Aşkının haykıran çığlıkları hiç eksilmedi hayatımdan...Bedeninin olmadığı günlerde kelimelerin yetişti beni ümide döndürmeye...İçimdesin diyen bir adamın sesi yankılandı hep başka seslerin içinde...Biliyorum aşkım içindeyim çünkü beni de götürdün yanında...Sensiz hudutlarda yaşayan bir kadın tanıyorum ama içi senle dopdolu...Ve bir adam tanıyorum kadının olmadığı bir mekana teslim olan...Ama yalnız değil adam. Kadını da götürdü yüreğinde...Aşkın adı, aşkın tadı hiç eksilmedi uzayan kısalan ama hep varolan günlerin ve gecelerin akıp giden ritminde...Tek bir ruh ikiye bölündü iki ayrı bedende...Sen ve ben...İçiçe, çözülmemecesine...Seni Seviyorum, Senin beni sevdiğin gibi hem de...Delirir ve delirtircesine...Seviyorum...

SADAKAM OLSUN SANA YAŞAMAK



 
Sadakam olsun sana yasamak..
İyi bir gün olabilirdi. Belki eskiye nazaran iyi, daha iyi. Kendimi kandırmayı bırakıp hayata gözlerimi açabilirdim. Eğer ki şartlar daha başka olsaydı bunu yapabilirdim. Gözlerimi güneşe çevirip bende ‘Hayat Güzeldir’ diye bağırabilirdim gökyüzüne doğru. Göçmen kuşları göçlerinden alı koyabilirdim, yılanları deliklerinden çıkarabilirdim. Okulumu bitirip diplomamı dükkanıma asabilirdim. Yabancı dilimi geliştirip yut dışına bile işe giderdim. Herşey daha iyi olabilirdi.
Kim bilir belki bende istemiyorum işlerin iyi gitmesini. Hergün aynı şeyleri yaşamayı beklemekten hoşlanıyorumdur belkide. Her akşam yatağa düşüncelerimi taşımayı seviyorum, sabah kalktığımda yarım yamalak uykunun verdiği dingilliği seviyorum. Her akşam aynı saatte biten bir sigara paketinin yerine yenisini almayı seviyorum.
Sevmek mi? İyi olmak mı? Mutluluk mu?
İşte yine başladı kendimi kandırmalarım. Kasvetli günlerde yaptığım gibi yine olayı saptırmaya başladım. Halbuki bu bir intihar mektubu olacaktı. Kendimi acındırmaya çalılşıyorum yine, bundan nefret ettğim halde. Oysa bu yüzden seçmemişmiydim intiharı, birilerinin bana acımasından bıktığım için ölmicekmiydim.
Her şeyin bir sınav olduğunu ne çabuk unutmuştum ki en zorlusunda bulunduğum şu anda, sınavı erken terk etmek için düşüncelerimden kaçmaya çalıştığım şu anda. Her şeyi geciktirmeye çalışıyorum. Oysa ki çok acele çıkmıştım işten, hatta on beş dakika erken çıkmıştım sırf ölümü bekletmemek için.
Ama yine olmadı. Yine başaramadım, Zaten amacım başarmak, başarılı olmak değildi. Hayatımda ilk defa başladığım bir işi yarısından öteye götürmek istemiştim. Ciğerlerim şiştiği için yarıda bıraktığım maçların vicdan azabını teneşir taşının üstünde bırakmak istemiştim. Günlerce ulaşmayı beklediğim, ulaştığımdaysa susup kaldığım kişinin yalnızlığından kurtulmak istemiştim. Artık maddesel acının ne olduğunu öğrenmek istemiştim. Beynimin karanlık dehlizlerindeki düşüncelerin, kanla birlikte gün ışığına çıkmasını istemiştim.
Çok mu şey istemiştim?
Bir elimde kalemle, diğer elimde ki silahın vücudumda yaptığı dengesizliğe bir çözüm bulmak gerekliydi. İkisinden birini bıraksam, herhangi bir tanesi daha yarıda kalacaktı. Tıpkı romanlarım gibi. Hepsinin sonu aynı hazinlikteydi. Kalemi bıraktığım anda romanda biterdi. Şimdi olmazdı.
Biraz daha sabretmeliydi. Biraz da çabalamalıydı. Silahı tamamiyle doldurmuştum, hatta bir tanede namluya almıştım, emniyet açık, horoz kalkık bekliyordum. Aslında silah bekliyordu, parmağımın tetikte yapacağı baskıya, merminin beynimde yapacağı baskıyla karşılık vermeyi bekliyordu. Beklesinde, bende çok beklemiştim. Olmayan sevgiyi, mutlu günleri, aile şefkatini, borçların bittiğini haber veren davetiyeyi, tebrik mektuplarını, ölümün hafifliğini, kısacası kısa yaşadığım hayatımın uzun soluklu acılarının bitmesini. Sigaramı bitirmiştim, yirmi taneydi. Ya on beş kurşun nasıl biterdi. Veya bir hayatın bitişi nasıldı.
Yine başlıyordum. Bırak girsin, beyninin içindeki damarları parçalasın kurşunlar. Anılarını duvarlara yapıştırsın bir resim gibi. Cesaretsizliğin yüzünde, köşelerde kalmış düşünceleri bırak açığa çıkarsın. Bırak herkes görsün beynindeki pislikleri, bırak.
Sadece nefes al, verme onları. Hayatında ilk defa olarak kendine yap bunu. İlk defa olarak bir şeyi sahiplen. Hayatın bir şeyleri daha elinden almasına izin verme. Senden aldıklarına karşı bir defalığına isyan et. Hayır verme nefesini.
Bir sefer olsun yap bunu!!!
Yapki.....Sadakam olsun sana yasamak..

BEN BİR TÜRKÜM !..





BEN BİR TÜRKÜM !..


Orta Asya'dan Türeyen, 
Anadolu'da Büyüyen, 
Avrupa İçlerine Yürüye
 TÜRK'ÜM ! Ben;



Dağlarda Gemi Gezdiren, 
Taşlara Destanlar Kazdıran, 
Tarihi Baştan Yazdıran, 
TÜRK'üm ! Ben



Adalete, Ben Mertliğe Örnekler Veren, 
Ölüm - Kalım Savaşına Gülerek Giden, 
Yeryüzünde Her Murada Eren
 TÜRK'üm !
Ben;


 Sancaklara, Tuğlara Baş Eğdiren,
 Beylere, Paşalara Hil'at Giydiren,
 Kılıcını Üç Kıt'ada Gezdiren
TÜRK'üm !
Ben;




Atilla'yı, Yavuz'u, Fatih'i Var Eden, 
Kralları, İmparatorları Kendisine Yar Eden, 
Düşmanına Dünyasını Dar Eden
TÜRK'üm !
Ben;





Şahları, Sultanları Kul Edinen, 
Altınları, Elmasları Pul Edinen,
 İncili Kaftanları Çul Edinen
TÜRK'üm !  
Ben




Zafer Rüyasını Görenlere Sac Yolduran,
 Hezimete Uğratıp, Ümitleri Solduran, 
Müzelerde Baş köşeleri Dolduran
 TÜRK'üm !
Ben;




Damarlarında Asil Kanın Aktığı, Irkım, 
Benden Bahseder Destanım, Ağıtım, 
TÜRK'üm, Ben TÜRK'üm, 
Taa İliklerime Kadar


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'üm !..



AŞK Allah Allah Diye Zikredene…


ask-siirleri-yeni-ask-siirleri-ask-sozleri-resimleri3 
Aşk nedir ki….
Aşk ne değildir ki..
Aşk yari özlemektir…
Aşk yolunu gözlemektir
Aşk yari sevmektir…
Aşk yar tarafından sevilmektir…
Aşk yürkteki ateştir….
Aşk bedendeki volkandır…
Aşk çağlayan bir şelaledir…
Aşk fırtınada çakan yıldırımdır..
Aşk denizdeki dalgadır…
Aşk karadaki seldir..
Aşk bazen turşudur..
Aşk bazende şerbettir.
Aşk kırmızı bir güldür..
Aşk güle öten bir bülbüldür..
Aşk geceleri bir rüyadır..
Aşk gündüzleri bir hayaldir..
Aşk yediğimiz ekmektir…
Aşk İçtiğimiz sudur…
Aşk dilimizdeki tatdır..
Aşk midemizdeki lezzettir..
Aşk geceleri yaşadığımız şehvettir..
Aşk karşılıksız sevmektir..
Aşk her zaman vermektir..
Aşk senin beni sevmendir..
Aşk benim seni sevmemdir..
Aşk seni resimlerimde çizmemdir..
Aşk seni şiirlerimde yazmamdır..
Aşk seni romanımda anlatmamdır..
Aşk sana besteler yapmamdır..
Aşk adını anmamdır…
Aşk sana ayırdığım zamandır…
Aşk sabah doğan güneştir…
Aşk gece ışıldayan yıldızdır..
Aşk sana benzeyen dolunaydır..
Aşk bir dünyadır…
Aşk bir deryadır..
Aşk bir okyanustur..
Aşk bir denizdir…
Aşk bir nehirdir..
Aşk bir deredir…
Aşk bir pınardır..
Aşk bir şaraptır..
Aşk bir şerbettir..
Aşk bir baldır..
Aşk bir arzudur..
Aşk bir meşktir
Aşk bir sanattır.
Aşk bir resimdir..
Aşk bir şiirdir…
Aşk bir hikayedir..
Aşk bir romandır..
Aşk bir şarkıdır..
Aşk bir masaldır..
Aşk bir Ferhattır..
Aşk bir Şirindir.
Aşk bir Mecnun
Aşk bir Leyladır..
Aşk bir Keremdir..
Aşk bir Aslıdır..
Aşk bir Bilaldır.
Aşk bir Peridir..
Aşk insanlardır…
Ama….
Öylesine yüce…
Öylesine değerli aşklarda var..
Vatan aşkı..
Uğrunan ölünen tek şey varsa…
Oda vatandır…
Bayrak aşkı..
Uğruna nice şehitler verdiğimiz…
Ay yıldızlı bayrağımız…
Kuran aşkı..
İnsanlığı bize öğreten…
Ana aşkı…
Bizi besleyip büyüten..
Allah aşkı..
Öyle bir aşk ki..
Yaşamasını bilene..
Gece gündüz demeden…
Allah allah diye zikredene…






MUHİBBİ HAYATI VE ŞİİRLERİ




Müjde ey bîçare dil kim nâzla dilber gelür
Hicr içinde mürde iken yine cisme cân gelür
Ey çaresiz gönül, müjdeler olsun sevgili naz ile yanına gelir. 
Ayrılık içinde ölmüşken, ölmüş bedene can gelir.
Kanûnî Sultan Süleyman; Avrupalıların ona verdiği isimle Muhteşem Süleyman, Büyük Türk. Yavuz Sultan Selim'in oğlu olan Kanûnî Sultan Süleyman, 6 Kasım 1494 tarihinde Trabzon'da dünyaya geldi. Annesi Hafsa Sultan'dır.
Osmanlı kaynaklarında kanun koyuculuğundan dolayı "Kanûnî" unvanıyla anılır. Tarihçilerin genel kanaatlerine göre Osmanlı tahtının onuncu padişahı olmasına karşın bazı batılı tarihçiler Yıldırım Beyazıt'ın şehzadelerinden Emir Süleyman'ın Fetret devrinde (1402-1413) Edirne'de saltanatını ilan etmesine dikkatleri çekerek Kanûnî'nin onuncu padişah olmadığına dikkat çekmektedirler. "On" rakamı sayı başı olmasından dolayı uğurlu sayılmaktadır. Tarihçi Ali ise Emir Mûsa'nın da tahta geçtiğini söyleyerek on ve on iki sayılarının faziletlerinin Kanûnî'de toplandığını belirtmektedir.
Kanûnî'ye isim verilmesinde isimlerin gökten indiği hakkındaki inanışa uyularak Kur'an'dan bu hususta faydalanılmış ve rast gele açılan bir sayfadaki "innehu min Süleyman" ayetinden alınarak kendisine Süleyman adı verilmiştir. (İSLAM ANS., 1970, C.10, S.99)
Süleyman ilk öğrenimini Trabzon'da tamamlamış ve on beş yaşına gelinceye kadar babası tarafından görevlendirilen değerli hocalardan ders görmüştür.
Şehzadelere on beş yaşına gelince idari bakımdan yetişmeleri için bir sancak idaresi verilirdi. Şehzade Selim'de oğlu Süleyman için padişahtan bir sancak beyliği istedi. Sancak beyliği olarak Süleyman'a önce Şebin Karahisar bölgesi verilmiş bunu kabul etmeyen Sultan Ahmet'in itirazı üzerine Bolu sancağına tayin edilmiştir. Hükümdar olmayı kafasına koyan Sultan Ahmet sancak beğliğinin kendisine çok yakın olduğunu öne sürdüğü için Sultan Süleyman'ın yeri tekrar değiştirilerek Kefe Sancağı beyliğine gönderilmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman bir müddet de İstanbul'da kaymakam olarak kalmıştır. (ÇUBUK, 1980, SS.11-12)
1513'de Saruhan sancak beyliğine gönderilen Kanûnî, babası Sultan Selim'in .Çorlu (Edirne) civarında ölümü üzerine Piri Paşa'nın davetiyle Üsküdar'a gelip 1 Ekim 1520'de Osmanlı tahtına oturdu. Aynı gün tahta çıkma merasiminden sonra babasının cenazesine katıldı ve saraya dönerek cülüs bahşişi dağıttı.
Yuvarlak yüzlü, ela gözlü, arası açık kaşlı, doğan burunlu ve seyrek dişli olarak tarif edilen Kanûnî, uzun boylu mevzun ve yakışıklı idi. Söz ile hareketleri ölçülü ve son derece nazik idi. Alim, şair ve hekimlerle bulunmaktan hoşlanır, hoşsohbet, hülasa maddi ve manevi bütün iyi özellikleri kendinde toplayan biridir.
Kanûnî'nin devlet idereciliğinden, kanun yapıcılığından, muhteşem hükümdarlığından ve birbirinden önemli sefer ve zaferlerinden bahsetmeye gerek yok. Ancak kırk altı senelik saltanatının on altı seneden fazlasını seferlerde geçirmiş ve milletinin tarihine Mohaç gibi nice zaferler kazandırmıştır. (AK, 1987, S.1)
Yavuz Sultan Selim'in ölünde 6,557,000 km olan devletin yüz ölçümü Kanûnî döneminde iki mislinden fazla büyüyerek 14,893,000 km'ye yükselmiştir. Osmanlı'nın en geniş sınırlarına ise torunu III. Murat zamanında ulaşılmıştır.
Bunların yanında Kanûnî, Osmanlı'nın en ballı padişahlarındandı. Devletin başına geçtiği zaman dopdolu bir hazine, çok güçlü bir ordu ve deneyimli devlet adamlarına sahipti. (YILMAZ, 1996, S. 5)
Kanûnî bir lafıyla ortalığı yerle bir edecek kudrete sahip olup bir tatar kızının karşısında yerin dibine giren tek padişahtır.
Stanbulum Karamanım diyâr-ı milket-i Rumum
Bedahşanım ü Kıpçağım ü Bağdadım Horasanım
(BANARLI, 1998, C.1, s. 568)
Kanûnî Sultan Süleyman bu beytiyle sahip olduğu devletin tüm sınırlarını çizerek sevdiği kişinin de bunlar kadar değerli olduğunu dile getirmiştir. Eşi Hürrem Sultan'a karşı büyük bir aşk beslemektedir. Zekası ve güzelliği ile kısa zamanda Kanûnî'nin gözdesi olmayı başarmıştır.
Şehzade Mustafa, Kanûnî'nin ilk eşi Mâhidevrân Hâtun'dan doğan oğludur. Eşi Hürrem Sultan tahta varis olan bu en büyük oğlu yerine kendi oğullarından birini geçirmek için damadı Sadrazam Rüstem Paşa ile türlü entrikalar çevirerek ihtiyar padişahı onun ölümüne ikna etmişler. Nihayet Nahcivan seferi sırasında 6 Ekim 1553 Cuma günü Kanûnî'nin huzuruna çıkan Şehzade Mustafa karşısında sağır ve dilsiz cellatları bulmuş uzun bir boğuşmadan sonra bedeni padişah çadırı önünde orduya gösterilmiştir. Bu durum asker arasında bir hoşnutsuzluk yaratmış ve Kanûnî'nin Sadrazam Rüstem Paşa'yı görevden azletmesi ile isyana dönüşmemiştir. Fakat memleketin her köşesine matem ve nefret havası çökmesine engel olamamıştır. Bu matem Türk edebiyatı tarihinde Şehzade Mustafa'ya hiçbir şahsa nasip olmayacak sayıda mersiye yazılmasına sebep olmuştur. (ŞENTÜRK, 1999, s. 392)
Hayatının yaşlılık yıllarında tekrar sefere çıkan Kanûnî Sultan Süleyman Avusturya üzerine yürür Zigetvar'ı kuşatır. Bir aydan fazla süren kuşatma çok fazla zayiata mal olur. Padişahı bir hayli yoran bu kuşatma nihayet fetihle sonuçlanır ancak yaşlı ve yorgun padişah kuşatmanın son günlerine yaklaşılan 7 Eylül 1566'da fethi göremeden vefat eder. Hastalığının eklemlerde meydana gelen ağrılı bir hastalık olan nikris olduğu ileri sürülür.
Kanûnî iki mezar sahibi bir padişahtır. Sefer sırasında vefat ettiği için cenazesinin İstanbul'a getirilmesi yaklaşık iki aylık bir zaman alıyordu. Bu süre içinde çürüme ve kokmayı engellemek için iç organları sefer yerine defnedilip vücudu da kısa bir süreliğine mumyalanarak İstanbul'a gönderilmiştir. İstanbul'a gönderilen cenaze Süleymaniye Camisi'nin avlusuna gömülmüştür. (ÇUBUK, 1980, C.1, s. 28)
Kanûnî'nin ölümünden sonra O'nun ve Hürrem Sultan'ın istediği gibi II. Selim tahta geçmiştir. Osmanlıda da bu dönemden itibaren başlayan bozulmalar devletin giderek zayıflamasına ve çöküşe geçmesine sebep olmuştur.
Kanûnî, Şehzade Mustafa'dan sonra şahsiyet, kültür ve askeri bakımdan II. Selim'den daha üstün olan Şehzade Bayezid'i de öldürttüğü ve tahta kadın-kız düşkünü, içki müptelası II. Selim'i geçirttiği için bir nevi Osmanlı'da duraklamanın başlamasına sebep olarak gösterilmiştir. (BANARLI, 1998, C.1, s. 567)
b) EDEBİ ŞAHSİYETİ
Kanûnî Sultan Süleyman siyasi hayatında gösterdiği başarıyı sanat hayatında da gösterebilmiş bir padişahtır. Onun ilim ve sanat adamlarını koruması, sık sık meclislerinde bulunması, şiire olan ilgisi ve şair yaratılışlı bir kişi olması en fazla şiir yazan padişah olmasını sağlamıştır. Zaten Osmanlı padişahları şair yaratılışlı kişilerdir. Divanları olanların sayısı ondan fazladır. Ayrıca diğerlerinin de divan oluşturacak kadar olmasa da parça parça şiirleri vardır. (ÇUBUK, 1980, C.1, s.29)
XV. yüzyılın ortalarında Fatih Sultan Mehmet ile başlayan Osmanlı devletinin yükselme devri siyasi ve ekonomik alanda olduğu gibi kültür ve sanat alanında da çok hızlı bir gelişme gösterdi. Özellikle Yavuz sultan Selim'in İran ve Mısır'ı fethedip burada bulunan bilgin ve sanatkarları İstanbul'a getirmesi Kanûnî'nin de bunları himaye etmesi kültür ve sanat faaliyetlerinin yüksek düzeye çıkmasını sağladı. Padişahtan yardım gören bu bilgin ve sanatkarlar çok değerli eserler ortaya koydular. (BANARLI, 1998, C.1, SS.567-568)
Bu gelişmeler içinde Kanûnî Sultan Süleyman'da edebiyata merak saldı ve güzel şiirler ortaya koydu.
Arapça, Farsça, ve Sırpça'yı çok iyi bilen Kanûnî Sultan Süleyman doğu İslam kültürüne vakıf olduğu gibi batı kültürünü de çok iyi tanımaktaydı. Devrinde İstanbul'da iki yüz kadar şair ün kazanmış ve bunların bazıları dönemlerini aşarak günümüze kadar ulaşmışlardır. Bu kişiler arasında Ahmet Paşa, Necâti Bey, Zâtî, Bâkî, Hayâlî, ve Fuzûlî gibi üstatları söyleyebiliriz. Türk divan şiiri bunlar sayesinde en yüksek seviyeye ulaşmıştır.
İşte şair Muhibbî mahlaslı Kanûnî Sultan Süleyman da bu şairler arasında çok güzel şiirler yazmış ve onlardan etkilenmiştir.
Muhibbî, kelime manası olarak Arapça "hubb" kökünden "seven, sevgi besleyen, dost" anlamlarına gelir. Kanûnî, Muhibbî mahlasının dışında Meftûnî ve Âcizî mahlasları ile de şiir yazmıştır. Meftûn, Arapça "fitne" kökünden gelir. Anlamı ise 1) fitneye düşmüş, 2) gönül vermiş, tutkun, vurgun, 3) hayran olmuş, şaşmış. Âcizî mahlası ise kabiliyetsizlik, beceriksizlik ile tevazu ve alçak gönüllülük anlamına gelir.
Devrinin ünlü şairlerinden Zâtî, Bâkî ve Hayâlî gibi şairlerin etkisinde kalan Muhibbî, İran şiirinde de başta Nizâmî olmak üzere Selman ve Sâdi'den etkilenmiştir.
Aruza genellikle hakim olmasına karşılık bazen vezni bulamamakta ve bu yüzden şekil ahengi bozulmaktadır. Zaten devrinde büyük şairlerin yetişmesi, devlet işlerinin ağırlığı dolayısıyla kendini şiire tam olarak verememesi, çok şiir yazması ve yazdıklarıyla yeniden uğraşacak vakit bulamaması gibi sebeplerden dolayı devrinde ikinci sınıf bir şair olarak tanınmıştır. Diğer asırlar göz önünde bulundurulursa Muhibbî, kuşkusuz daha başarılıdır. Çünkü bu dönem Osmanlı'nın zirvede olduğu bir dönemdir.(ÇUBUK, 1980, SS.30-31)
Şairler genellikle övülmek veya padişahtan maddi bir karşılık almak için şiir yazarlardı. Kanûnî için böyle bir şey söz konusu olmadığından şiirleri şairler tarafından sürekli övgü görüyordu. Bu durum da Kanûnî'nin kusurlarını ortadan kaldırmasını engelliyordu.
Şiirlerinde babası ile birlikte Şehzade Cem ve Fatih'in de etkileri görülmekle beraber daha çok aşk ve tabiat konularının dışına çıkılmaması şiirlerinin bu iki konuda toplanmasını zorunlu kılmıştır.
Kanûnî Sultan Süleyman hemen hemen bütün şiirlerinde aşk ve tabiat konularını işlemiştir. Sosyal ve siyasi konulardan tamamen uzaktır. Yalnız bir-iki şiirinde kahramanlık duygularına kapılıp İran üzerine askeri ile yürümeyi arzu ettiğini dile getirmiştir. Kendine olan övgüsü bile büyük bir tevazu halinde tezahür etmektedir.
Muhibbî'nin şiirlerinde nadir olarak dini-tasavvufi unsurlara da rastlanmaktadır. Yalnız bu şiirler bir amaç olmaktan uzaktır. Bir İslam halifesi olarak dini unsurları çok iyi biliyor, zaman zaman Allah'a olan şükran duygularını dile getiriyor, Hz. Peygamber'den övgü ile bahsedip şefaat diliyordu.
Kanûnî Sultan Süleyman'ın şiirleri oldukça sadedir. O devrin klasik Osmanlıcacısıdır. Terkipler fazla değildir. Arapça ve Farsça kelimelerin en çok kullanılanlarını seçmiştir. Her türlü sana endişesinden uzaktır. Şiirlerinde aynı manaya gelen farklı kelimeleri sıkça kullanmıştır. Kullandığı kelimelerin çokluğu onun hem kültür hem de kelime hazinesi bakımından oldukça zengin bir yazı diline sahip olduğunu gösteriyor. (ÇUBUK, 1980, C.1, s.32)
Belli başlı Osmanlı şairleri tezkirelerinde Muhibbî'nin edebi yönüne temas etmekteler. Sehî Bey, Ahdî, Beyâni, Âşık Çelebi, Riyîzi, Hasan Çelebi, Latîfî ve Seyyit Rıza tezkirelerinde Muhibbî'den övgü ile bahsetmektedir. (AK,1987, s.2)
Şairleri bu derece koruyan, onları her zaman mükafatlandıran Kanûnî Sultan Süleyman bizzat kendiside edebi eserlerin konusu olmuştur. Şairler tarafından hayatını, kahramanlığını ve şahsiyetini anlatan müstakil eserler yazılmıştır. Eyyûbî'nin yazdığı Padişah-nâme ve Celâl Zâde Sâlih tarafından yazılmış olan Süleyman-nâme bunun iki güzel örneğidir. Kanûnî, ayrıca divanlarda yer alan kasidelerin de konusu olmuştur. Bu kasidelerde Kanûnî'ye çeşitli isimler verilmiştir. Hükümdar olarak "cihân padişahı, hüsrev-i âfâk (ufukların padişahı), şeh-i hâverâne (doğunun ve batının padişahı), pâdişâh-ı bahr u berr (denizlerin ve karaların padişahı)" dini şahsiyet olarak da "zıllu'llah, sâye-i Hâk, şîr-i Hüdâ (Allah'ın aslanı) ve mücâhit (Allah yoluna cihad eden)" gibi isimler verilmiştir. Bu kasidelerde Kanûnî'den çeşitli isteklerde bulunuyorlardı. Bunlar umumiyetle ekonomik maksatlı isteklerdi. Örneğin Hayâlî; sıkıntılarının giderilmesini, kendi köyünün dirliğinin ona verilmesini ve bir beylik makamı, Fuzûlî; padişahın övgüsünü almayı ve rahata kavuşmayı, Figânî ise turna kuşuna gösterdiği ilgi kadar kendisine de ilgi gösterilmesini istiyor.
Kanûnî Sultan Süleyman gerek devleti iyi yönetmesi, gerek sanatkar ve şairlere gösterdiği ilgi gerekse başarılı bir şair olması nedeniyle XVI.. yüzyıla damgasını vurmuş ve gelecek asırlara da ulaşmış başarılı bir şahsiyettir.
Yazdığı aşk, tabiat ve kahramanlık şiirleriyle büyük bir divan meydana getirecek başarıyı gösteren Muhibbî bilhassa ilk beyti dillerden düşmeyen şiiri ile akıllara kazınmıştır. Bu şiirin güzelliğinin yanı sıra onu Kanûnî‘nin söylemiş olması ona daha büyük bir değer kazandırmıştır.
c) ESERLERİ
Muhibbî en fazla şiir yazan Osmanlı padişahıdır. Ayrıca Zâtî'den sonra en çok gazel yazma rekoruna sahiptir. Biri Farsça olmak üzere dört divançesi vardır. Bunlardan birincisi 30 yaprak, ikincisi 118 yaprak, üçüncüsü ise 261 yapraktır.
Divanları üzerine yapılan araştırmalarda 2799 gazeli, 1 terci-i bendi, 30 murabbası, 18 muhammesi, 56 kıt'ası ve 217 beyti olduğu ortaya çıkmıştır.


ç) MUHİBBÎ'DEN ÖRNEKLER

GAZEL I
1- Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
1- Halkın gözünde iktidâr gibi, zenginlik gibi değerli bir şey yok. Halbuki şu cihânda bir nefes sıhhat gibi hiç mutluluk olamaz.
2- Saltanat didükleri ancak cihân gavgasıdur
Olmaya baht ü saâdet dünyede vahdet gibi
2- Saltanat dedikleri sadece bir dünyâ kavgasıdır. Bu kavga, gürültüden uzak yalnızlık gibi büyük saâdet ve baht açıklığı olamaz.
3- Ko bu ayş ü işreti çünkim fenâdur âkıbet
Yâr-ı bâkî ister isen olmaya tâat gibi
3- Bu eğlenceyi yeme içmeyi bırak, sonu kötüdür. Eğer ebedî bir sevgili istiyorsan ibâdetten ayrılma.
4- Olsa kumlar sağışınca ömrüne hadd ü aded
Gelmeye bu şîşe-i çerh içre bir saât gibi
4- Ömrün, kumlar sayısınca sınırsız ve hesapsız olsa bile, o, şu dünyâ içinde bir saât gibi geçip gider.
5- Gel huzûr etmek dilersen ey Muhibbî fâriğ ol
Olmaya vahdet cihânda kûşe-i uzlet gibi
5- Ey Muhibbî, eğer huzûr içinde olmak istersen, ferâgat sâhibi ol, dünyâdan vazgeç. Yalnızlık köşesi gibi dünyâda huzûr olmaz.

GAZEL II
1- Müjde ey bîçare dil kim nâzla dilber gelür
Hicr içinde mürde iken yine cisme cân gelür
1-Ey çaresiz gönül, müjdeler olsun sevgili naz ile yanına gelir. Ayrılık içinde ölmüşken, ölmüş bedene can gelir.
2- Girye ile gözlerüm Ya'kup-veş a'mâ idi
Rûşen adlı gün gibi çün Yûsuf-ı Kenan gelür
2- Gözlerim ağlamaktan Yakup gibi kör olmuştu. Şimdi gün gibi aydınlandı. Çünki Kenan Yusuf'u gelir.
3- Ey dil-i şûrîde bülbül gibi efgân eyle kim
Ol letâfet ma'deni ol gonce-i handân gelür
3- Ey perişan gönül, bülbül gibi sende ağlayıp inle. Zira o boşluk madeni, o gülen gonca gelir.
4- Firkât ile hâlümi sorsan şehâ görsen ne der
Dem olur kim yâş yirine gözlerimden kan gelür
4- Ey pâdişah, eğer sensiz, ayrılık ile halimi sorarsan, zaman olur gözlerimden yaş yerine kan gelir.
5- Bu harâb olmuş gönül ma'mûr olısardur yine
Ey Muhibbî nâz ile çün ol şeh-i hûbân gelür.
5- Ey Muhibbî, bu harap olmuş gönül yine yapılacaktır. Çünki naz ile güzeller padişahı gelir çeker.

GAZEL III
1- Geç kaşıyla gözleri her lahza âl üstündedir
Kırmağa âşıkları her dem hayâl üstündedir
2- Bilse idin rahm ederdin derd-i dil ahvâlini
Görse idin gözlerim yaşı ne hâl üstündedir
3- Dâd sarsaydın Bi'hamdullah ki kurtuldu zemin
Mevsim-i güldür havalar i'tidâl üstündedir
4- Sahn-ı gülşende yine sultan gül divan edüb
Ayak üzre sorular kendü nihâl üstündedir
5- Bağlanup virmez Muhibbî dâr-ı dünyâya gönül
Anınçün kim bilür anı zevâl üstündedir

Müjde ey bîçare dil kim nâzla dilber gelür
Hicr içinde mürde iken yine cisme cân gelür
Ey çaresiz gönül, müjdeler olsun sevgili naz ile yanına gelir. Ayrılık içinde ölmüşken, ölmüş
bedene can gelir.
Kanûnî Sultan Süleyman; Avrupalıların ona verdiği isimle Muhteşem Süleyman, Büyük Türk.
Yavuz Sultan Selim'in oğlu olan Kanûnî Sultan Süleyman, 6 Kasım 1494 tarihinde Trabzon'da
dünyaya geldi. Annesi Hafsa Sultan'dır.
Osmanlı kaynaklarında kanun koyuculuğundan dolayı "Kanûnî" unvanıyla anılır. Tarihçilerin
genel kanaatlerine göre Osmanlı tahtının onuncu padişahı olmasına karşın bazı batılı tarihçiler
Yıldırım Beyazıt'ın şehzadelerinden Emir Süleyman'ın Fetret devrinde (1402-1413) Edirne'de
saltanatını ilan etmesine dikkatleri çekerek Kanûnî'nin onuncu padişah olmadığına dikkat
çekmektedirler. "On" rakamı sayı başı olmasından dolayı uğurlu sayılmaktadır. Tarihçi Ali ise
Emir Mûsa'nın da tahta geçtiğini söyleyerek on ve on iki sayılarının faziletlerinin Kanûnî'de
toplandığını belirtmektedir.
Kanûnî'ye isim verilmesinde isimlerin gökten indiği hakkındaki inanışa uyularak Kur'an'dan bu
hususta faydalanılmış ve rast gele açılan bir sayfadaki "innehu min Süleyman" ayetinden
alınarak kendisine Süleyman adı verilmiştir. (İSLAM ANS., 1970, C.10, S.99)
Süleyman ilk öğrenimini Trabzon'da tamamlamış ve on beş yaşına gelinceye kadar babası
tarafından görevlendirilen değerli hocalardan ders görmüştür.
Şehzadelere on beş yaşına gelince idari bakımdan yetişmeleri için bir sancak idaresi verilirdi.
Şehzade Selim'de oğlu Süleyman için padişahtan bir sancak beyliği istedi. Sancak beyliği olarak
Süleyman'a önce Şebin Karahisar bölgesi verilmiş bunu kabul etmeyen Sultan Ahmet'in itirazı
üzerine Bolu sancağına tayin edilmiştir. Hükümdar olmayı kafasına koyan Sultan Ahmet sancak
beğliğinin kendisine çok yakın olduğunu öne sürdüğü için Sultan Süleyman'ın yeri tekrar
değiştirilerek Kefe Sancağı beyliğine gönderilmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman bir müddet de
İstanbul'da kaymakam olarak kalmıştır. (ÇUBUK, 1980, SS.11-12)
 1 / 9Muhibbi Hayatı ve Şiirleri
1513'de Saruhan sancak beyliğine gönderilen Kanûnî, babası Sultan Selim'in .Çorlu (Edirne)
civarında ölümü üzerine Piri Paşa'nın davetiyle Üsküdar'a gelip 1 Ekim 1520'de Osmanlı tahtına
oturdu. Aynı gün tahta çıkma merasiminden sonra babasının cenazesine katıldı ve saraya
dönerek cülüs bahşişi dağıttı. 
Yuvarlak yüzlü, ela gözlü, arası açık kaşlı, doğan burunlu ve seyrek dişli olarak tarif edilen
Kanûnî, uzun boylu mevzun ve yakışıklı idi. Söz ile hareketleri ölçülü ve son derece nazik idi.
Alim, şair ve hekimlerle bulunmaktan hoşlanır, hoşsohbet, hülasa maddi ve manevi bütün iyi
özellikleri kendinde toplayan biridir.
Kanûnî'nin devlet idereciliğinden, kanun yapıcılığından, muhteşem hükümdarlığından ve
birbirinden önemli sefer ve zaferlerinden bahsetmeye gerek yok. Ancak kırk altı senelik
saltanatının on altı seneden fazlasını seferlerde geçirmiş ve milletinin tarihine Mohaç gibi nice
zaferler kazandırmıştır. (AK, 1987, S.1)
Yavuz Sultan Selim'in ölünde 6,557,000 km olan devletin yüz ölçümü Kanûnî döneminde iki
mislinden fazla büyüyerek 14,893,000 km'ye yükselmiştir. Osmanlı'nın en geniş sınırlarına ise
torunu III. Murat zamanında ulaşılmıştır.
Bunların yanında Kanûnî, Osmanlı'nın en ballı padişahlarındandı. Devletin başına geçtiği
zaman dopdolu bir hazine, çok güçlü bir ordu ve deneyimli devlet adamlarına sahipti. (YILMAZ,
1996, S. 5) 
Kanûnî bir lafıyla ortalığı yerle bir edecek kudrete sahip olup bir tatar kızının karşısında yerin
dibine giren tek padişahtır.
Stanbulum Karamanım diyâr-ı milket-i Rumum 
Bedahşanım ü Kıpçağım ü Bağdadım Horasanım
(BANARLI, 1998, C.1, s. 568)
Kanûnî Sultan Süleyman bu beytiyle sahip olduğu devletin tüm sınırlarını çizerek sevdiği kişinin
de bunlar kadar değerli olduğunu dile getirmiştir. Eşi Hürrem Sultan'a karşı büyük bir aşk
 2 / 9Muhibbi Hayatı ve Şiirleri
beslemektedir. Zekası ve güzelliği ile kısa zamanda Kanûnî'nin gözdesi olmayı başarmıştır. 
Şehzade Mustafa, Kanûnî'nin ilk eşi Mâhidevrân Hâtun'dan doğan oğludur. Eşi Hürrem Sultan
tahta varis olan bu en büyük oğlu yerine kendi oğullarından birini geçirmek için damadı
Sadrazam Rüstem Paşa ile türlü entrikalar çevirerek ihtiyar padişahı onun ölümüne ikna
etmişler. Nihayet Nahcivan seferi sırasında 6 Ekim 1553 Cuma günü Kanûnî'nin huzuruna çıkan
Şehzade Mustafa karşısında sağır ve dilsiz cellatları bulmuş uzun bir boğuşmadan sonra bedeni
padişah çadırı önünde orduya gösterilmiştir. Bu durum asker arasında bir hoşnutsuzluk
yaratmış ve Kanûnî'nin Sadrazam Rüstem Paşa'yı görevden azletmesi ile isyana
dönüşmemiştir. Fakat memleketin her köşesine matem ve nefret havası çökmesine engel
olamamıştır. Bu matem Türk edebiyatı tarihinde Şehzade Mustafa'ya hiçbir şahsa nasip
olmayacak sayıda mersiye yazılmasına sebep olmuştur. (ŞENTÜRK, 1999, s. 392)
Hayatının yaşlılık yıllarında tekrar sefere çıkan Kanûnî Sultan Süleyman Avusturya üzerine
yürür Zigetvar'ı kuşatır. Bir aydan fazla süren kuşatma çok fazla zayiata mal olur. Padişahı bir
hayli yoran bu kuşatma nihayet fetihle sonuçlanır ancak yaşlı ve yorgun padişah kuşatmanın
son günlerine yaklaşılan 7 Eylül 1566'da fethi göremeden vefat eder. Hastalığının eklemlerde
meydana gelen ağrılı bir hastalık olan nikris olduğu ileri sürülür. 
Kanûnî iki mezar sahibi bir padişahtır. Sefer sırasında vefat ettiği için cenazesinin İstanbul'a
getirilmesi yaklaşık iki aylık bir zaman alıyordu. Bu süre içinde çürüme ve kokmayı engellemek
için iç organları sefer yerine defnedilip vücudu da kısa bir süreliğine mumyalanarak İstanbul'a
gönderilmiştir. İstanbul'a gönderilen cenaze Süleymaniye Camisi'nin avlusuna gömülmüştür.
(ÇUBUK, 1980, C.1, s. 28)
Kanûnî'nin ölümünden sonra O'nun ve Hürrem Sultan'ın istediği gibi II. Selim tahta geçmiştir.
Osmanlıda da bu dönemden itibaren başlayan bozulmalar devletin giderek zayıflamasına ve
çöküşe geçmesine sebep olmuştur.
Kanûnî, Şehzade Mustafa'dan sonra şahsiyet, kültür ve askeri bakımdan II. Selim'den daha
üstün olan Şehzade Bayezid'i de öldürttüğü ve tahta kadın-kız düşkünü, içki müptelası II. Selim'i
geçirttiği için bir nevi Osmanlı'da duraklamanın başlamasına sebep olarak gösterilmiştir.
(BANARLI, 1998, C.1, s. 567)
b) EDEBİ ŞAHSİYETİ
Kanûnî Sultan Süleyman siyasi hayatında gösterdiği başarıyı sanat hayatında da gösterebilmiş
bir padişahtır. Onun ilim ve sanat adamlarını koruması, sık sık meclislerinde bulunması, şiire
olan ilgisi ve şair yaratılışlı bir kişi olması en fazla şiir yazan padişah olmasını sağlamıştır. Zaten
Osmanlı padişahları şair yaratılışlı kişilerdir. Divanları olanların sayısı ondan fazladır. Ayrıca
diğerlerinin de divan oluşturacak kadar olmasa da parça parça şiirleri vardır. (ÇUBUK, 1980,
 3 / 9Muhibbi Hayatı ve Şiirleri
C.1, s.29)
XV. yüzyılın ortalarında Fatih Sultan Mehmet ile başlayan Osmanlı devletinin yükselme devri
siyasi ve ekonomik alanda olduğu gibi kültür ve sanat alanında da çok hızlı bir gelişme gösterdi.
Özellikle Yavuz sultan Selim'in İran ve Mısır'ı fethedip burada bulunan bilgin ve sanatkarları
İstanbul'a getirmesi Kanûnî'nin de bunları himaye etmesi kültür ve sanat faaliyetlerinin yüksek
düzeye çıkmasını sağladı. Padişahtan yardım gören bu bilgin ve sanatkarlar çok değerli eserler
ortaya koydular. (BANARLI, 1998, C.1, SS.567-568)
Bu gelişmeler içinde Kanûnî Sultan Süleyman'da edebiyata merak saldı ve güzel şiirler ortaya
koydu. 
Arapça, Farsça, ve Sırpça'yı çok iyi bilen Kanûnî Sultan Süleyman doğu İslam kültürüne vakıf
olduğu gibi batı kültürünü de çok iyi tanımaktaydı. Devrinde İstanbul'da iki yüz kadar şair ün
kazanmış ve bunların bazıları dönemlerini aşarak günümüze kadar ulaşmışlardır. Bu kişiler
arasında Ahmet Paşa, Necâti Bey, Zâtî, Bâkî, Hayâlî, ve Fuzûlî gibi üstatları söyleyebiliriz. Türk
divan şiiri bunlar sayesinde en yüksek seviyeye ulaşmıştır. 
İşte şair Muhibbî mahlaslı Kanûnî Sultan Süleyman da bu şairler arasında çok güzel şiirler
yazmış ve onlardan etkilenmiştir. 
Muhibbî, kelime manası olarak Arapça "hubb" kökünden "seven, sevgi besleyen, dost"
anlamlarına gelir. Kanûnî, Muhibbî mahlasının dışında Meftûnî ve Âcizî mahlasları ile de şiir
yazmıştır. Meftûn, Arapça "fitne" kökünden gelir. Anlamı ise 1) fitneye düşmüş, 2) gönül vermiş,
tutkun, vurgun, 3) hayran olmuş, şaşmış. Âcizî mahlası ise kabiliyetsizlik, beceriksizlik ile tevazu
ve alçak gönüllülük anlamına gelir. 
Devrinin ünlü şairlerinden Zâtî, Bâkî ve Hayâlî gibi şairlerin etkisinde kalan Muhibbî, İran şiirinde
de başta Nizâmî olmak üzere Selman ve Sâdi'den etkilenmiştir.
Aruza genellikle hakim olmasına karşılık bazen vezni bulamamakta ve bu yüzden şekil ahengi
bozulmaktadır. Zaten devrinde büyük şairlerin yetişmesi, devlet işlerinin ağırlığı dolayısıyla
kendini şiire tam olarak verememesi, çok şiir yazması ve yazdıklarıyla yeniden uğraşacak vakit
bulamaması gibi sebeplerden dolayı devrinde ikinci sınıf bir şair olarak tanınmıştır. Diğer asırlar
göz önünde bulundurulursa Muhibbî, kuşkusuz daha başarılıdır. Çünkü bu dönem Osmanlı'nın
 4 / 9Muhibbi Hayatı ve Şiirleri
zirvede olduğu bir dönemdir.(ÇUBUK, 1980, SS.30-31)
Şairler genellikle övülmek veya padişahtan maddi bir karşılık almak için şiir yazarlardı. Kanûnî
için böyle bir şey söz konusu olmadığından şiirleri şairler tarafından sürekli övgü görüyordu. Bu
durum da Kanûnî'nin kusurlarını ortadan kaldırmasını engelliyordu.
Şiirlerinde babası ile birlikte Şehzade Cem ve Fatih'in de etkileri görülmekle beraber daha çok
aşk ve tabiat konularının dışına çıkılmaması şiirlerinin bu iki konuda toplanmasını zorunlu
kılmıştır.
Kanûnî Sultan Süleyman hemen hemen bütün şiirlerinde aşk ve tabiat konularını işlemiştir.
Sosyal ve siyasi konulardan tamamen uzaktır. Yalnız bir-iki şiirinde kahramanlık duygularına
kapılıp İran üzerine askeri ile yürümeyi arzu ettiğini dile getirmiştir. Kendine olan övgüsü bile
büyük bir tevazu halinde tezahür etmektedir.
Muhibbî'nin şiirlerinde nadir olarak dini-tasavvufi unsurlara da rastlanmaktadır. Yalnız bu şiirler
bir amaç olmaktan uzaktır. Bir İslam halifesi olarak dini unsurları çok iyi biliyor, zaman zaman
Allah'a olan şükran duygularını dile getiriyor, Hz. Peygamber'den övgü ile bahsedip şefaat
diliyordu. 
Kanûnî Sultan Süleyman'ın şiirleri oldukça sadedir. O devrin klasik Osmanlıcacısıdır. Terkipler
fazla değildir. Arapça ve Farsça kelimelerin en çok kullanılanlarını seçmiştir. Her türlü sana
endişesinden uzaktır. Şiirlerinde aynı manaya gelen farklı kelimeleri sıkça kullanmıştır.
Kullandığı kelimelerin çokluğu onun hem kültür hem de kelime hazinesi bakımından oldukça
zengin bir yazı diline sahip olduğunu gösteriyor. (ÇUBUK, 1980, C.1, s.32)
Belli başlı Osmanlı şairleri tezkirelerinde Muhibbî'nin edebi yönüne temas etmekteler. Sehî Bey,
Ahdî, Beyâni, Âşık Çelebi, Riyîzi, Hasan Çelebi, Latîfî ve Seyyit Rıza tezkirelerinde Muhibbî'den
övgü ile bahsetmektedir. (AK,1987, s.2)
Şairleri bu derece koruyan, onları her zaman mükafatlandıran Kanûnî Sultan Süleyman bizzat
kendiside edebi eserlerin konusu olmuştur. Şairler tarafından hayatını, kahramanlığını ve
şahsiyetini anlatan müstakil eserler yazılmıştır. Eyyûbî'nin yazdığı Padişah-nâme ve Celâl Zâde
Sâlih tarafından yazılmış olan Süleyman-nâme bunun iki güzel örneğidir. Kanûnî, ayrıca
divanlarda yer alan kasidelerin de konusu olmuştur. Bu kasidelerde Kanûnî'ye çeşitli isimler
verilmiştir. Hükümdar olarak "cihân padişahı, hüsrev-i âfâk (ufukların padişahı), şeh-i hâverâne
(doğunun ve batının padişahı), pâdişâh-ı bahr u berr (denizlerin ve karaların padişahı)" dini
şahsiyet olarak da "zıllu'llah, sâye-i Hâk, şîr-i Hüdâ (Allah'ın aslanı) ve mücâhit (Allah yoluna
cihad eden)" gibi isimler verilmiştir. Bu kasidelerde Kanûnî'den çeşitli isteklerde bulunuyorlardı.
Bunlar umumiyetle ekonomik maksatlı isteklerdi. Örneğin Hayâlî; sıkıntılarının giderilmesini,
kendi köyünün dirliğinin ona verilmesini ve bir beylik makamı, Fuzûlî; padişahın övgüsünü
 5 / 9Muhibbi Hayatı ve Şiirleri
almayı ve rahata kavuşmayı, Figânî ise turna kuşuna gösterdiği ilgi kadar kendisine de ilgi
gösterilmesini istiyor. 
Kanûnî Sultan Süleyman gerek devleti iyi yönetmesi, gerek sanatkar ve şairlere gösterdiği ilgi
gerekse başarılı bir şair olması nedeniyle XVI.. yüzyıla damgasını vurmuş ve gelecek asırlara
da ulaşmış başarılı bir şahsiyettir. 
Yazdığı aşk, tabiat ve kahramanlık şiirleriyle büyük bir divan meydana getirecek başarıyı
gösteren Muhibbî bilhassa ilk beyti dillerden düşmeyen şiiri ile akıllara kazınmıştır. Bu şiirin
güzelliğinin yanı sıra onu Kanûnî‘nin söylemiş olması ona daha büyük bir değer kazandırmıştır. 
c) ESERLERİ
Muhibbî en fazla şiir yazan Osmanlı padişahıdır. Ayrıca Zâtî'den sonra en çok gazel yazma
rekoruna sahiptir. Biri Farsça olmak üzere dört divançesi vardır. Bunlardan birincisi 30 yaprak,
ikincisi 118 yaprak, üçüncüsü ise 261 yapraktır.
Divanları üzerine yapılan araştırmalarda 2799 gazeli, 1 terci-i bendi, 30 murabbası, 18
muhammesi, 56 kıt'ası ve 217 beyti olduğu ortaya çıkmıştır. 
ç) MUHİBBÎ'DEN ÖRNEKLER
GAZEL I
1- Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi 
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi 
1- Halkın gözünde iktidâr gibi, zenginlik gibi değerli bir şey yok. Halbuki şu cihânda bir nefes
sıhhat gibi hiç mutluluk olamaz.
2- Saltanat didükleri ancak cihân gavgasıdur
Olmaya baht ü saâdet dünyede vahdet gibi
 6 / 9Muhibbi Hayatı ve Şiirleri
2- Saltanat dedikleri sadece bir dünyâ kavgasıdır. Bu kavga, gürültüden uzak yalnızlık gibi
büyük saâdet ve baht açıklığı olamaz.
3- Ko bu ayş ü işreti çünkim fenâdur âkıbet 
Yâr-ı bâkî ister isen olmaya tâat gibi
3- Bu eğlenceyi yeme içmeyi bırak, sonu kötüdür. Eğer ebedî bir sevgili istiyorsan ibâdetten
ayrılma.
4- Olsa kumlar sağışınca ömrüne hadd ü aded
Gelmeye bu şîşe-i çerh içre bir saât gibi
4- Ömrün, kumlar sayısınca sınırsız ve hesapsız olsa bile, o, şu dünyâ içinde bir saât gibi geçip
gider.
5- Gel huzûr etmek dilersen ey Muhibbî fâriğ ol
Olmaya vahdet cihânda kûşe-i uzlet gibi
5- Ey Muhibbî, eğer huzûr içinde olmak istersen, ferâgat sâhibi ol, dünyâdan vazgeç. Yalnızlık
köşesi gibi dünyâda huzûr olmaz.
GAZEL II
1- Müjde ey bîçare dil kim nâzla dilber gelür
Hicr içinde mürde iken yine cisme cân gelür
1-Ey çaresiz gönül, müjdeler olsun sevgili naz ile yanına gelir. Ayrılık içinde ölmüşken, ölmüş
 7 / 9Muhibbi Hayatı ve Şiirleri
bedene can gelir.
2- Girye ile gözlerüm Ya'kup-veş a'mâ idi
Rûşen adlı gün gibi çün Yûsuf-ı Kenan gelür
2- Gözlerim ağlamaktan Yakup gibi kör olmuştu. Şimdi gün gibi aydınlandı. Çünki Kenan
Yusuf'u gelir.
3- Ey dil-i şûrîde bülbül gibi efgân eyle kim
Ol letâfet ma'deni ol gonce-i handân gelür
3- Ey perişan gönül, bülbül gibi sende ağlayıp inle. Zira o boşluk madeni, o gülen gonca gelir.
4- Firkât ile hâlümi sorsan şehâ görsen ne der
Dem olur kim yâş yirine gözlerimden kan gelür
4- Ey pâdişah, eğer sensiz, ayrılık ile halimi sorarsan, zaman olur gözlerimden yaş yerine kan
gelir.
5- Bu harâb olmuş gönül ma'mûr olısardur yine
Ey Muhibbî nâz ile çün ol şeh-i hûbân gelür.
5- Ey Muhibbî, bu harap olmuş gönül yine yapılacaktır. Çünki naz ile güzeller padişahı gelir
çeker.
GAZEL III
 8 / 9Muhibbi Hayatı ve Şiirleri
1- Geç kaşıyla gözleri her lahza âl üstündedir
Kırmağa âşıkları her dem hayâl üstündedir
2- Bilse idin rahm ederdin derd-i dil ahvâlini
Görse idin gözlerim yaşı ne hâl üstündedir
3- Dâd sarsaydın Bi'hamdullah ki kurtuldu zemin
Mevsim-i güldür havalar i'tidâl üstündedir
4- Sahn-ı gülşende yine sultan gül divan edüb
Ayak üzre sorular kendü nihâl üstündedir
5- Bağlanup virmez Muhibbî dâr-ı dünyâya gönül 
Anınçün kim bilür anı zevâl üstündedir





Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...