20 Mart 2018

Türk Dilleri ve Günümüz Türkleri


Türk Dilleri ve Günümüz Türkleri

Türk Dilleri  – Yazı dilleri ve konuşma dilleri olarak
Bugün yeryüzünde birbirinden ayrı çeşitli yörelerde yaşayarak Türk dilinin çeşitli kollarında (yazı dili yada yalnızca konuşma dilinde) konuşan ve birbirinden ayrı ulus adlarını benimsemiş olan Türklerin dilleri şöyle sıralanabilir:

A) Yazı dili olan Türk dil kolları 
21  adet Türk yazı dili vardır
1. OĞUZ GRUBU: Gagavuz, Türkiye, Kıbrıs, Azerbaycan, Türkmen
2. KARLUK GRUBU: Özbek, Uygur
3. KIPÇAK GRUBU: Kırım Tatar, Kazan Tatar, Başkort, Karaçay, Balkar, Malkar, Kumuk, Nogay, Kazak, Karakalpak, Kırgız, Karay (Litvanya Karaylarının yazı dili)
4. ALTAY GRUBU: Altay, Tuva (Tuba), Hakas
5. SAHA GRUBU: Saha (Yakut)
6. BULGAR GRUBU: Çuvaş

B) Yazı dili olmayan, konuşma dili olan Türk dil kolları(30’danfazla):
1. İRAN’DA: Halaçça (Eski Hun Türkçesinin devamı), Kaşgayca, Horasanca, Güney Oğuzca (çok sayıda irili ufaklı Türk konuşma dilleri)
2. ÇİN’DE: Salarca (Karluk-Oğuz karışımı -Kansu bölgesi), Sarı-Uygurca (Şaro-yugurca “Eski Uygurcanın devamı” – Kansu bölgesi), Füyü-Kırgızca (Heilungjiyan, Mançurya bölgesi – Eski Kırgızcanın devamı, bugünkü Kırgızcadan ayrı)
3. RUSYA’DA: Dolganca (artık Sahaca/Yakutça yazı dilini kullanıyorlar)

19. yüzyıl sonlarında Alman asıllı Rus Türkoloğu Vilhelm Raddloff Çarlık Rusyasının geniş Sibirya bölgesinde 20 kadar birbirinden ayrı Türk konuşma dillerini belirlemiş, onların konuşma dilinden metinler yayımlamıştı. Ancak bu dillerin çoğu son 60 yıl içinde yitip gitti, en son 1998’de Rusya’da yayımlanan bir araştırmada bunların bir bölümünün hala konuşulduğu belirtildi
Prof. Dr. Timur Kocaoğlu’ndan alıntılanarak derlenmiştir

10408787_920532847971421_3882608385615286644_n

Türk dillerinin ana gruplaması:

Oğuz Grubu:
Türkiye Türkçesi
Azerbaycan Türkçesi
Kıbrıs Türkçesi
İran Türkçesi
Gagavuz Türkçesi
Balkan Türkçeleri
Suriye Türkçesi
Türkmen Türkçesi

Kıpçak Grubu:
Kazak Türkçesi
Kırgız Türkçesi
Başkort Türkçesi
Nogay Türkçesi
Malkar Türkçesi
Karaçay Türkçesi
Kumuk Türkçesi
Balkar Türkçesi
Karay Türkçesi

Karluk Grubu:
Uygur Türkçesi
Özbek Türkçesi

Çağatay Türkçesinin devamı sayılan Karluk grubu daha çok Kıpçak ağırlıklı olmak üzere diğer iki grubun özelliklerini taşıdığından Türk Dilleri, 3 yerine  Oğuz ve Kıpçak olmak üzere 2 ana gruba da ayrılabilir.

Gruplama dışında kalanlar
Çuvaş
Saha
Tuva
Karagas
Hakas

Türk lehçelerinin gruplandırılmasında en başta kullanılan ölçüt ‘r-z’ ve ‘l-ş’ denkliğidir. Bütün Türk lehçelerindeki z ve ş sesleri Çuvaşçada r ve l’dir. Bu özelliği ile ortak Türk dilinden ilk önce koptuğu anlaşılan Çuvaşça bugün Türk lehçeleri arasındaki anlaşılabilirlik bakımından en güç olanıdır.

Saha (Yakut) Türkçesi, köken olarak Türk dilinin Uygur-Oğuz grubundan olup günümüzde anlaşılabilirlik bakımından Çuvaş Türkçesi ile beraber en düşük oranı kapsamaktadır. Bunun başlıca nedenlerinden biri, dile daha sonra %50 civarında Moğolcadan geçen alıntı sözcüğün girmiş olmasıdır.

Günümüz Türkleri, Türk Halkları ve Türk Devletleri aşağıdaki sayfalarda anlatılmaktadır:

Bülent Pakman. Haziran 2014. Son güncelleme Ekim 2016. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntılanamaz.

Bülent Pakman kimdir?  https://bpakman.wordpress.com/pakman/

Mehmet Akif Mısır’a niye gitmiş?

Mehmet Akif Mısır’a niye gitmiş?
Arap ülkelerine, özellikle Suudi Arabistan gibi gerici olanlarına gidenler Atanın büyüklüğünü fiilen görüp anlar “Atatürk ne büyük adammış” derler. Bu Konudaki yazımızı okumak için lütfen tıklayınız
Gericilerin ve elbetteki AKP’nin baştacı ettiği, Atatürk’e ve onun devrimlerine karşı olan en büyük kahraman saydığı Mehmet Akif Ersoy bir dostuna yazdığı mektupta bunu  ne kadar güzel ifade etmiş:
Mısır’da on bir yıl kaldım. Fakat on bir saat daha kalsaydım, artık çıldırırdım. Sana halisane (içtenlikle) fikrimi söyleyeyim mi? İnsanlık da Türkiye’de, milliyetçilik de Türkiye’de, Müslümanlık da Türkiye’de, hürriyetçilik de Türkiye’de. Eğer varsa Allah benim ömrümden alıp O’na versin.”
Bu ifade Diyanet Vakfı’nın çıkardığı İslam Ansiklopedisi’nin Mehmet Akif bölümünden alınmadır. İsteyen açıp oradan okuyabilir. Ayrıca Yeniçağ Gazetesi yazarı tarihçi Muhittin Nalbantoğlu’da bunu doğruluyor.
Akif’in Atatürk hayranlığı işte böyle. Empoze edilmek istenilenin tam tersi. Esasen Akif Milli Mücadele sırasında başta Şeyhülislam Dürrizade olmak üzere bir avuç satılmış gibi İstanbul’da kukla hükümetle değil hep Ankara’da Ankara Hükümetinin yanında olması Anadolu’yu dolaşarak halkın milli mücadeleye katılmasına katkıda bulunması da bunu ayrıca kanıtlamaktadır. Buna karşın Mehmet Akif, o zamanlar Halide Edip’in önerdiği Amerikan mandasına karşı çıktığı için bazıları tarafından ortaçağ kafalı tehlikeli adam olarak tanımlanmıştır.
Mehmet Akif hakkındaki İddialardan biri de, küstüğü, şapka giymemek için Mısır’a gittiğidir. Oysa, Âkif’in Mısır’a gittiği yıllarda, şapka devrimi henüz yapılmamıştı ve Cumhuriyet Meclisinin milletvekilleri fes giymekteydi. Faruk Nafiz’e göre Akif şapka hakkında şunları söylemiştir: “Serpuş değiştirmek bence mühim değildir. Şapka da, kalpak da müsâvî. Biraz durdu sonra ilâve etti: Elverir ki kafaları değiştirmeli! Bunu yapabiliyor muyuz, mesele burada!” Faruk Nafiz devam ediyor  ve diyor ki “Bahis kapandı. O günden sonra, Mehmed Âkif’in şapka giymemek için son yıllarını Mısır’da geçirdiğini söyledikleri zaman, hep bu sahneyi hatırladım.”
Akif Mısır’da entari giyip dolaşmak yerine ceket, pantolon ve frenkgömleği giydiği gerekçesiyle “Hıristiyan Âkif, gavur Âkif” olarak tanımlanmıştır.
Akif, Mısır’da bulunduğu sırada orada olan İstiklal Savaşına bütün gücüyle karşı çıkmış olan gerici Mustafa Sabri ve oğlu İbrahim ile görüşmedi. Bunun sebebi, baba-oğlun,  Ankara’ya destek verdiği için Akif‘e sürekli laf sokmalarıydı. Özellikle İbrahim Sabri sert mizaçlı/asabi biriydi. Akif konusunda takıntılıydı; ona göre, Osmanlı ve hilafetin yıkılmasının sanki tek sorumlusu Akif’ti!. Buyrun burdan yakın.
Bu arada Mustafa Sabri’nin kim olduğunu daha doğrusu ne kadar gerici ve hain olduğunu OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.
Mehmet Akif Ersoy’un oğlunun “Mütedeyyindi; fakat asla softa değildi. Dinin, tababet, ziraat, iktisat gibi işlenecek, ilerlenecek, tekâmül ettirilecek bir ilim şubesi olduğuna kâniydi. Yobazlardan nefret eder, kadınların çarşaf giymeye tesettürüne aleyhtar bulunuyordu. Dinin birtakım softalar elinde şirazesinden çıktığını daima söylerdi” beyanı da üstüne tuz biber.
Mehmet Akif’in Mısır’a sürgün edildiği ya da iddialarını doğrulayacak hiçbir belge yoktur. Akif tamamen özel ailevi nedenlerden dolayı Mısır’a gitmiştir. Bunu bilenler var ama sebebi çok özel olduğu için açıklamıyorlar. Bilenlerden biri de Cansız Hoca. Cansız Hoca’nın kim olduğunu OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.
Bazı kimselerin Akif’i rahatsız etmiş olduğu genel bir kabul. Ancak Akif Mısır’a küskün gitmemiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından alınan bir karar gereği Elmalılı Hamdi Efendi ile birlikte kendilerine verilen Kur’an Tefsiri ve Kur’an Meali hazırlama görevi için verilen avansı Elmalı ile birlikte aldıktan sonra Mısır’a gitmiştir. Yani bu işi sakin, rahatsız edilmeyeceği bir ortamda yerine getirmek istemiştir. Akif’in Mısır’da yazdığı Kur’an meali ile ilgili geniş açıklamalarımızı OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN
Kültür Eski Bakanı Namık Kemal Zeybek’e göre  Mehmet Akif Ersoy Mısır’a sürgün edildi iddiası Atatürk’e saldırmanın kolaycı yollarından biridir. Zeybek “Ersoy muhafazakar bir adamdı, Cumhuriyetle gelen bazı yeniliklere mesafeli durdu, bunların bir kısmını sindiremedi, karşı çıktı, üzüldü, gücendi… Onunla aynı duyguları sürdüren kişi ve guruplar da Onun bu tavrını kendilerine mal edip Onu bu yönüyle ön plana çıkardılar. Ancak Mehmet Akif Ersoy kendi isteği ile Mısır’a gitti. Bazı başka nedenleri de vardı ama bunu bir zorlama olarak değerlendirme imkanımız yoktur” demiştir.
Mehmet Akif’in yakın dostu Şefik Kolayl’nın bu konudaki görüşleri: “Âkif’e yobaz dediler, softa dediler, şapka giymemek için Mısır’a gitti dediler. Hayır arkadaşlar, hayır. Âkif, cumhuriyete inanmıştır. Âkif bu vatanın selametini ve bu memleketin yükselmesini herkesten çok istemiştir.  Âkif, vatan sevgisini aile sevgisinin üstünde tutmuştur. Bir vatan haini gibi arkasında polis hafiyesi gezdirilmesine ve adım adım takip edilmesine tahammül edemediği için öz vatanını terk edip Mısır’a gitmek zorunda kalmıştır.

Kaynaklar:
Hasan Pulur. 2008 tarihli Milliyet gazetesihttp://www.milliyet.com.tr/2008/02/23/yazar/pulur.html
Ayla Çağlayan. Mehmet Akif Ersoy sürgün edildi mi? 21.09.2012. Gazeteport http://www.gazeteport.com.tr/yazar/28/ayla-caglayan/2725/mehmet-akif-ersoy-surgun-edildi-mi
Sokak TV’de 27 Haziran 2014 tarihinde yayımlanan Ceviz Kabuğu Programı
Bülent Pakman. Temmuz 2009Güncelleme Haziran 2014. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden kısmen veya tamamen alıntılamaz.
Atatürk Orta Doğu’da ve Doğu’da daha iyi anlaşılır
Arap ülkelerine, İslam ülkelerine özellikle gerici olanlarına gidenler Atanın büyüklüğünü fiilen görüp anlar “Atatürk ne büyük adammış” derler. Tesettürlü yazar Rabia Kaplan ne diyor izleyelim:






Bir başkası, beş vakit abdestinde namazında, tesettürlü TV sunucusu İkbal Gürpınar  iki kere umreye gitmiş, orada diğer Müslüman ülke kadınlarının durumunu görünce Atatürk’e tekrar tekrar dua etmiş.



Nasip oldu iki kere umreye gittim. Mekke’de Atatürk’e çok dualar ettim. Çünkü oradaki kadınların perişanlığını gördüm. Suratlarını demir parçalarıyla kapatmışlardı, inanılmaz. Sordum; “Mecburuz, kocalarımız böyle istiyor, bizim söz hakkımız yok” dediler. İçim kalktı, bir insan kendini ancak bu kadar çirkinleştirebilirdi. İyi ki bizim Atatürkümüz var, nurlar içinde yatsın.



Bunları ifade eden Gürpınar kendi anlatımıyla nasıl bir inanca sahip ona da bakalım:



Ailemde tarikat mensubu yok, babam ilahiyat mezunu tefsir ustasıdır. Eskiden içki içerdim, geçirdiğim bir trafik kazasından sonra bıraktım, beş vakit namaza başladım. Başıma gelen badireleri inançlı olmam sayesinde atlattım. İnsanlar bana nasıl etiket takarlarsa taksın, gerçek hayatımda neysem, ekranda da oyum. Her tarakta bezim var, hayatı keyifle yaşıyorum. Hallacı Mansur’un “Enel Hak”kına çok inanıyorum. Biz gerçekten Allah’ın birer parçasıyız, bize o kadar yetenekler vermiş ki. Bu yetenekleri göstermemizi istiyor, biz ise köşeye çekilip paslanıyoruz.”   



Bir başka örnek de gericilerin ve elbetteki AKP’nin baştacı ettiği, kasıtlı ve yanıltıcı şekilde Atatürk’e ve onun devrimlerine karşı olan en büyük kahraman saydığı Mehmet Akif Ersoy. Akif bir dostuna yazdığı mektupta Atatürk ve Arap ülkeleri arasındaki ilişkiyi ne kadar güzel ifade etmiş:



Mısır’da on bir yıl kaldım. Fakat on bir saat daha kalsaydım, artık çıldırırdım. Sana halisane (içtenlikle) fikrimi söyleyeyim mi? İnsanlık da Türkiye’de, milliyetçilik de Türkiye’de, Müslümanlık da Türkiye’de, hürriyetçilik de Türkiye’de. Eğer varsa Allah benim ömrümden alıp O’na versin.



Bu ifade Diyanet Vakfı’nın çıkardığı İslam Ansiklopedisi’nin Mehmet Akif bölümünden alınmadır. İsteyen açıp oradan okuyabilir. Ayrıca Yeniçağ Gazetesi yazarı tarihçi Muhittin Nalbantoğlu’da bunu doğruluyor.



Akif’in Atatürk hayranlığı işte böyle. Empoze edilmek istenilenin tam tersi. Esasen Akif Milli Mücadele sırasında başta Şeyhülislam Dürrüzade olmak üzere bir avuç satılmış gibi İstanbul’da kukla hükümetle değil hep Ankara’da Ankara Hükümetinin yanında olması Anadolu’yu dolaşarak halkın milli mücadeleye katılmasına katkıda bulunması da bunu ayrıca kanıtlamaktadır.



Mehmet Akif Halide Edip’in önerdiği Amerikan mandasına karşı çıktığı için ortaçağ kafalı tehlikeli adam olarak tanımlanmıştır.  Mehmet Akif hakkındaki İddialardan biri de, şapka giymemek için Mısır’a gittiğidir. Oysa, Âkif’in Mısır’a gittiği yıllarda, şapka devrimi henüz yapılmamıştı ve Cumhuriyet Meclisinin milletvekilleri fes giymekteydi. Akif Mısır’da entari giyip dolaşmak yerine ceket, pantolon ve frenkgömleği giydiği gerekçesiyle “Hıristiyan Âkif, gavur Âkif” olarak tanımlanmıştır. Mehmet Akif tamamen özel ailevi nedenlerden dolayı Mısır’a gitmiştir. Bunun sebebini çok özel olduğu için bilenler açıklamıyorlar. Bazı kimselerin Akif’i rahatsız etmiş olduğu genel bir kabul. Ancak Akif Mısır’a küskün gitmemiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından alınan bir karar gereği Elmalılı Hamdi Efendi ile birlikte kendilerine verilen Kur’an Tefsiri ve Kur’an Meali hazırlama görevi için verilen avansı birlikte alarak Mısır’a gitmiştir. Yani bu işi sakin, rahatsız edilmeyeceği bir ortamda yerine getirmek istemiştir. Bu konudaki daha geniş açıklamalarımızı okumak için lütfen tıklayın.



Yararlanılan kaynaklar:







Sokak TV’de 27 Haziran 2014 tarihinde yayımlanan Ceviz Kabuğu Programı



Bülent Pakman. Kasım 2009. Son güncelleme Haziran 2014. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntılanamaz.





Bülent Pakman kimdir: https://bpakman.wordpress.com



Mustafa Sabri Efendi



İslam Teali Cemiyeti’nin (Cemiyyet-i Müderrisin) kurucularından Mustafa Sabri, Vahdettin döneminde Damat Ferit hükümetlerinin şeyhülislamlığını yapmış, Dürrizâde Abdullah ile, Sevr Antlaşması’nın kabulü yolunda görüş bildirmiştir.



İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin (İngiliz dostları derneği) kurucularındandı. Atatürk Nutuk’da  bu cemiyet için şunları ifade eder:



“Yapılan işlemlerden ve gösterilen faaliyetlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Frew idi:



Bu derneğin iki yönü ve iki ayrı niteliği vardı. Biri açık yönü ve usulüne uygun teşebbüslerle İngiliz himâyesini sağlama amacına yönelmiş olan niteliği idi. Öteki de gizli yönüydü. Asıl faaliyet bu gizli yöndeydi. Memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilâl çıkarmak, millî şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler, derneğin bu gizli kolu tarafından idare edilmekte idi. Sait Molla’nın derneğin açıktan yaptığı çalışmalarında olduğu gibi gizli çalışmalarında da ondan daha çok rol oynadığı görülecektir. Bu dernek hakkında söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım açıklamalar ve gereğinde göstereceğim belgelerle daha kolay anlaşılacaktır.”



Mustafa Sabri  Ermeni techirinde Yozgat bölgesinde ihmali bulunduğu gerekçesiyle işgalci devletlerin baskısıyla yargılanan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam kararı 8 Kasım 1919’da Vahdettin’in önüne geldiğinde Vahdettin idam kararını imzalamadı; intikam duygularıyla olayların büyüyebileceğini öne sürdü ve Mustafa Sabri Efendi’den fetva istedi. Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin fetvasıyla Kemal Bey idam edildi. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey daha sonra 14 Ekim 1922 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ‘milli şehit’ ilan edilmiştir.



Mütareke Basını; Mondros Mütarekesi zamanında Milli Mücadele aleyhinde yayın yapan, Ali Kemal, Refii Cevat Ulunay, Sait Molla, Mustafa Sabri Efendi, Mehmet Asım gibi gazeteci ve yazarların, milli mücadelenin verilmesine karşı olan tavırlarını ortaya koydukları basına daha sonradan verilmiş isimdir. Bu yazarlar Damat Ferit Paşa’nın İngiltere ile dostane işbirliğini savunan Hürriyet ve İtilaf Fırkası politikalarını destekler, Türk milletini Anadolu’da yaşayan sadece tarım ve hayvancılıkla uğraşan, tahsili ve bir zanaatı olmayan köylüler olarak tanımlayarak bu insanların Düvel-i Muazzama (Büyük Devletler) karşısında varlık gösteremeyeceğini bu yüzden büyük devletlerle Mondros Mütarekesi çerçevesinde sürdürülen dostane ilişkilerin doğruluğunu savunurlardı. Mütareke Basını, Anadolu’daki Ulusal direnişi örgütleyen Mustafa Kemal karşısında bir kampanya başlatmış, ulusal direnişi karalama ve parçalama yarışına girmişti. Bu kampanyaya İstanbul’da “Alemdar” , “Peyam-ı Sabah”, “Türkçe İstanbul”, “Aydede”, “Ümit”, Anadolu’da ise “Ferda”, “İrşat”, “Zafer” gibi gazete ve dergiler katılmışlardı. İşte mütareke basınından birkaç manşet örneği:



·         İngiltere’ye olan sevgimize, Amerika’ya olan saygımız ket vurmaz”. (Türkçe İstanbul, 16.12.1918)



·         M. Kemal Samsun’a gidince bir takım örgütler kurmaya başlamış, (…) kışkırtıcı sözler söylemiş, Erzurum’da yaptığı kongre Anayasaya, Meşrutiyete başkaldırmadır.” (2.8.1919, 13.9.1919)



·         İdam! İdam! İdam! Mustafa Kemal cezasını bulacak” (Ali Kemal Peyam 25.4.1920)



·         Anadolu Kemalistlerden temizlenecektir.” (Alemdar 29.4.1920)



·         Padişaha sadakatle bağlı Anadolu halkı, Mustafa Kemal denilen şakiye haddini bildirecektir.” (20.4.1920 Peyam)



·         İngilizleri bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak.”, “Azimli bir hükümet, ’Kuvayı Milliye’adı altına sığınan bu haydutların kafasına neden bir yumruk indirmiyor?” (21.4.1919 ve 16.3.920 Alemdar)



·         Yunanlılar ne kadar ebedi düşmanımız olursa olsun, bugünkü galiplerimizin bir müttefikidir, onlara karşı yapılacak hareket, İtilaf Devletleri’nin kırgınlığına sebep olur. Gafletin bu derecesi görülmüş, işitilmiş şey değildir!” (23.4.1920 Alemdar)



Mustafa Sabri, Millî Mücadele’ye de şiddetle karşı çıkanlardandı. Ona göre Milli Mücadele, devlete başkaldırma hareketinden başka birşey değildi, bu harekatın başında bulunan Mustafa Kemal Paşa ise, Hilafet ve Saltanatı kaldırarak “Sultan Osman Oğlunun makamına” geçmek isteyen bir kişiydi. Mustafa Sabri Milli Mücadele’yi İttihat ve Terakki hareketi olarak değerlendirmekteydi.



Mustafa Sabri 25 Eylül 1919 de İslami Teali Cemiyeti Kuvayi Milliye’yi “kudurmuş haydutlar” olarak ilan etti.  “Yunan ordusu halifenin ordusudur, asıl kafası koparılacak mahlukat, Ankara’dadır” şeklinde bildiri yayınlattı. Mustafa Kemal hakkındaki ölüm fermanını, 11 Nisan 1920 tarihinde bizzat kaleme aldı, “öldürülmesi caizdir, hatta dini vazifedir” dedi.  Bu tarihte şeyhülislam olan Haydarizade İbrahim Efendi, Mustafa Sabri’nin kaleme aldığı fetvayı okuyunca imzalamayı reddetti ve istifasını verdi. Ağdalı bir dille yazılan fetvada özetle şunlar denmekteydi: “Padişah’ın aksi emrine rağmen istilacılara karşı direnişe geçen milliyetçilerin öldürülmeleri caiz olmakla kalmayıp hatta her müslümanın dini görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, kalanlar gazi sayılır.” Haydarizade İbrahim Efendi’nin istifasının ardından fetva meselesinden vazgeçilmedi. Fetvayı imzalayacak birisi arandı ve Dürrizade Abdullah Efendi bulundu. Mustafa Sabri’nin yazdığı fetva Dürrizade tarafından verildi, Damat Ferit’in onayı ve Vahdettin’in buyruğuyla duyuruldu. Dürrizade ve fetvası ile ilgili geniş açıklamalarımızıokumak için lütfen tıklayın.



Mustafa Sabri satılmışlığını şu sözleriyle belgelemeyi sürdürdü:



“Mustafa Kemal’in ve Ankara Hükümeti’nin kahpeliklerini, sahtekârlıklarını şu ufacık mukaddime’ye sığdıracak değilim. Demek isterim ki bu şekil değiştirmeler, bu zıtlıkları işleyebilmek için insan utanmamazlıkta da kahraman olmalıdır. Hele dinsizlik olmadan haksızlığın, hayâsızlığın bu derecesi tasavvur olamaz. Yani bütün hareketlerini hilafet makamına hizmet şeklinde göstermiş iken, nasıl kahpelik ve hayâsızlıktır ki hilafetin en çirkin tezyifler ve tahkirler altında birden bire ilgasına cesaret etmişti. İki paralık Mustafa Kemal kuvvetinin baskısına boyun eğerek İngilizlerin, Fransızların ve sair devletlerin İstanbul’dan çekilip gitmelerini ancak Kemalistlerin idam ettiği Türk aklı kabul edebilir.”



İşgalcilere karşı Anadolu’nun yanında saf tutan Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi (Müftüler), Isparta Müftüsü Hüseyin Hüsnü (Özdamar), Uşak Müftüsü Ali Rıza (Bodur), Burhaniye Müftüsü Mehmet (Tarhan), Antalya Müftüsü Ahmet Hamdi ve Sinop Müftüsü İbrahim Hilmi Efendiler olmak üzere pekçok müftüyü görevlerinden azletti. Ankara müftüsü Rıfat Börekçi için idam fermanı çıkardı.



Anadolu Cemiyeti adıyla örgüt kurdu.  Milli hareket aleyhindeki fetva ve bildiriler, ayaklanmaların birdenbire yayılmasında etkili oldu. Çeşitli araçlarla (postayla, Anadolu’ya geçen kimseler aracılığıyla, v.s.) hatta Yunan ve diğer İtilâf güçlerinin uçaklarıyla dağıtılan fetva ve bildirilerle, özellikle Teâlî-i İslam Cemiyeti’nin bildirileriyle, aldatılan halk yer yer vatan kurtarıcılarının önüne dikildi. Öyle ki, bu tehlikeli isyan hareketleri Ankara’nın yakınlarına kadar sirayet etti.



İzmir’deki Yunan Yüksek Komiserliği’ne teklifte bulundu:



Mustafa Kemal’in pençesinden kurtarmak için Batı Anadolu’da özerk hükümet kuralım, yönetimin başında Hıristiyan vali bulunsun, ordusundan Yunan başkomutanı sorumlu olsun



Atina’ya iletildi, Yunan Başbakanı Gunaris teklifi inceledi, “kendi milletini satan hainlere ihtiyacımız yok” cevabını verdi. Ama, Mustafa Sabri’nin Yunanistan’a ihtiyacı vardı. Milli mücadele kazanılınca, İngilizlerin temin ettiği bir yük  gemisiyle kaçtı, Yunanistan’a sığındı. Ulusal bağımsızlığın kazanılmasından sonra da olumsuz tutumunu sürdürdü. Gümülcine’de  basın patronu oldu, Yarın adıyla gazete çıkardı. O gazeteye 1927 senesinde,



“Yalnız Müslüman ve insan



Olarak kalmak üzere, Türklükten,



Şeref ve izzetimle istifa



Ediyorum Allah’ın huzurunda!…





Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme



Beni Türk milletinden addetme



Elimden gelse bütün Türkleri Arap yaparım,



bunların vaktiyle Araplaşmadığına eseflenirim”



diye yazdı. Aynı gazetede Ankara Hükümeti’nin Musul üzerinde hak iddia etmesinin gülünç olduğunu da yazdı.



Şapka kanununa, Medeni kanun’un kabulüne, Harf Devrimine, Halifeliğin kaldırılmasına, Kuran’ın Türkçe’ye tercüme edilmesine karşı çıktı.



“Milliyet önemli bir şey idiyse, bir Türk dili veya bir Çerkes dili yanında Arap dili çok daha üstündür, bunların yanında daha büyük olan Arap milliyeti ile iftihar etmek daha akla uygun olacaktı”



diyerek Türk Milliyetçiliği’ne de karşı çıktı.



Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını dinsizlik olarak değerlendirdi. Bu konuda Türkiye’deki hükümetin dinsiz olduğunu, bu hükümeti tasvip eden halkın da “küfre rıza küfür” kuralınca kafir  olduğunu söyleyecek kadar ileri giti. Dini Mücedditler adlı eserinde şapka giyilmesini “hem dinî hem de millî küfür” olarak değerlendirdi. Ona göre, “kadına geçim hürriyeti vermek, erkeklerin kadınları himayelerinden atmaları sonucunu doğuracağı için kadınların zararına olacak, ayrıca, kadınları erkekleştirmek, evlilik hayatını da buhrana sevkedeceğinden toplumun geleceğini ipotek altına almış olacaktı “. Çok eşliliğin yasaklanmasının İslâm ülkelerinde zinanın yapılmasına sebep olacağını, çünkü erkeklerin gizli dostlar tutacaklarını iddia etti.



Hilafetin yeniden kurulması için, dönemin Papa’sı XI. Pius’a mektup gönderdi, Vatikan’dan yardım istedi. Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu’nun resmi tarihçisi, kültür ataşesi ve aynı zamanda basın sözcüsü Dr. Rinaldo Marmara’ya göre: “Vatikan gizli arşivlerinde yer alan mektup Roma’da Vatikan Dışişleri Bakanı Kardinal Gasparri adına dönemin Papa’sı XI. Pius’a iletilmesi için yazılmış. Mustafa Sabri Efendi’nin kaldırılan hilafetin yeniden inşası için Vatikan’dan yardım istemiş. Bu mektup, dinler arası kardeşliği göstermesi açısından da önemli. Mektupta Mustafa Sabri Efendi, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında bir çatışma olmadığını, çatışmanın din ile dinsizleştirme arasında yaşandığını belirtiyor.”



Mustafa Sabri Efendi mektubunda, hilafet komitesi kurduklarını belirterek hilafetin yeniden kurulabilmesi için Vatikan’dan şu şekilde yardım istiyor: “Hilafet komitesi, Müslüman dünyasının çıkarları doğrultusunda yayın yapacak ve propaganda faaliyetlerinde bulunacak. Hıristiyanlarla da genel bir dayanışma içersinde bulunarak hilafet kurumunu restore etmeye çalışacaktır. Bugün Müslüman ve Hıristiyan dünyasında dini alanda çatışma yoktur. Mevcut çatışma, din ile dinsizleştirme arasındadır. Sizden Papalık makamı ile başkanı olma şerefine sahip bulunduğum bu komite arasında işbirliği sağlamanızı rica ediyorum.



Mektuba cevap verildi mi?


Mustafa Sabri Efendi Vatikan’a gidip Kardinal Gasparri’yle görüştü mü? Bu soruların yanıtını ise Mustafa Sabri Efendi’nin Romanya’dayken, General Vehib Paşa’ya yazdığı 20 Temmuz 1928 tarihli mektuptan öğreniyoruz: “Papa Hazretleri’nin Hâriciye Nâzırı Kardinal Gasparri ile görüştüm ve müsaadeleri ile Vatikan Sarayı’nı gezdim. Kardinal ile mülakat esnasında bir aralık kendisinin bacağını bacağının üzerine koyarak oturduğuna dikkat ettim ve bunu şark adabımuaşeretince biraz garip bulduğum için ben de öyle bir vaziyet almak lüzumunu duydum.



Mustafa Sabri Yunanistan’da bulundugu sırada Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin 1 Haziran 1924 tarihli kararıyla, “Yüzellilikler” arasına dahil edilerek, ülkeye girişi yasaklanmıştı. Yarın gazetesinin 29 Temmuz 1927 tarihli sayısında yayımlanan şiirinde Türklükten istifasını ilan etmişti. 1938’de affedilmesine rağmen Türkiye’ye dönmedi.  Yunanistan’dan Suudi Arabistan’a geçti, en son Mısır’a yerleşti, El Ezher Üniversitesi’nde ders verdi, Kahire’de 12 Mart 1954’te öldü, Gafir mezarlığına gömüldü.





2007 yılında Tokat Belediyesi tarafından kurulan bir vakfa  “Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi Vakfı” adı verildi. Tokata hizmet amaçlayan vakfın yöneticileri arasında AKP Tokat milletvekilleri Resul Tosun ve Mehmet Ergün Dağcıoğlu da yer aldı. Resul Tosun, vakfın ismiyle ilgili tepkilere, “Adından bir şey olmaz. Hizmetlerine bakın” cevabını vermişti.



Yıllar sonra yanına gömülmek isteyen biri çıktı. Ağustos 2013 de Mısır’da Mısır’da Müslüman Kardeşler yanlısı gösterilerde tutuklandığı sırada “bana bir şey olursa, beni Gafir mezarlığında, Mustafa Sabri Hazretleri’nin kabrine defnedin” diyen TRT muhabiri Metin Turan.



YARARLANILAN KAYNAKLAR:



Hazreti gazeteci. Yılmaz Özdil. Hürriyet. 07 Aralık 2013 http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25303867.asp



Mustafa Sabri Efendi. Vikipedia. http://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Sabri_Efendi



T.C. Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu. Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı. Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin Milli Mücadele ve Atatürk İnkilaplari Karşıtı Tutum ve Davranışları http://atam.gov.tr/seyhulislam-mustafa-sabrinin-milli-mucadele-ve-ataturk-inkilaplari-karsiti-tutum-ve-davranislari/



Mustafa Sabri Efendi basını. Arslan Bulut. 19.08.2013. Yeni Çağ Gazetesi.  http://www.yenicaggazetesi.com.tr/mustafa-sabri-efendi-basini-27850yy.htm



Sokak TV’de 27 Haziran 2014 tarihinde yayımlanan Ceviz Kabuğu Programı



Hain Şeyhülislam Adına Vakıf Kurdular. 21 Mayıs 2012. http://www.haberkulesi.com/haber_detay.asp?haberID=6479



Bülent Pakman. Aralık 2013. Son güncelleme Ocak 2016. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntı yapılamaz.



Osmanlı Devleti dizimiz:





Sharjah 2011





Bülent Pakman kimdir?    https://bpakman.wordpress.com/pakman/


















Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...