28 Ocak 2012

ÖMRÜMDE SÜKUT

p

ÖMRÜMDE SÜKUT

ÇINGIRAKSIZ REHBERSİZ DEVE KERVANI NASIL

İPEKLİ MALLARINI KİMSEYE GÖSTERMEDEN

SONU GELMEZ KUMLARA UZANIRSA MUTTASIL

ÖMRÜM BÖYLE GEÇECEK SES VERMEDEN

VE BÖYLECE BU ÖMÜR HER DAKİKA

BİR BUZ PARÇASI GİBİ KENDİNDEN ERİYECEK

SEMADA YILDIZLARDAN YERDE KURTLARDAN BAŞKA

YAŞAYIP ÖLDÜĞÜMÜ KİMSELER BİLMEYECEK

C.S.T.

BÜTÜN DOSTLARA SELAM OLSUN.

BU ÜLKE BİZİM

 

BU ÜLKE BİZİM

AVUSTURYALI YAZAR,ERİCH FEİGLA.

İTÜ.KONFERANSTA TÜRKLERE HİTABEN

BU TOPRAKLAR SİZE AİT,

SİZLER ANADOLU'YA MALAZGİRT ZAFERİYLE YERLEŞMEDİNİZ

ÇATALHÖYÜKTE ARKOLOJİK BULGULAR

SİZLERİN 10.OOO YILDAN UZUN SÜREDİR

BURADA BULUNDUĞUNUZU KANITLAMAKTADIR.

KAYNAK TUFAN TÜRENÇ-22.NİSAN.2005

EFENDİLER

 

 EFENDİLER,

BU İNSANLIK DÜNYASINDA

EN AZ...........................MİLYONU AŞKIN

NÜFÜSTAN OLUŞAN BÜYÜK BİR TÜRK MİLLETİ VARDIR.

VE BU MİLLETİN YERYÜZÜNDEKİ GENİŞLİĞİ ORANINDA

TARİH ALANINDA DA BİR DERİNLİĞİ VARDIR.

TÜRK MİLLETİNİN KÖKÜNÜN DAYANDIĞI İNSAN

İNSANLIĞIN İKİNCİ BABASI

HZ.NUH ALEYHİSSELAMIN OĞLU  YAFES'in OĞLU OLAN

KİŞİDİR.

BÜTÜN ALLAH YOLUNDA YÜRÜYENLERE SELAM OLSUN.

ATATÜRK..

KARARLILIK..

  

KARARLILIK..

YARI DALGALI OLMAMALI DENİZ,

YA KUDURMALI,YA YERİNDE DURULMALI.

YA SAPLANMALI HANÇER SONUNA KADAR,

YA DA KININDA DURMALI,

SEVECEKSEN VATANINI YA ÖLÜMÜNE OLMALI,

YA DA HİÇ OLMAMALI.

BÜTÜN DOSTLARA SELAM OLSUN.

KALP KIRMA SAKIN..


Kafir bile olsa,
hiç kimsenin kalbini kırma
çünkü kalbi kırmak
Allah Teala,yı kırmaktır.
Gönlü kırık zavallı garip birini görsen,
yarasına merhem koy,
  Yoldaşı ve yardımcısı ol.

BENİM HİÇ DENİZİM OLMAMIŞTI....





Benim hiç denizim olmamıştı gözlerine yaslandığım
Başıma çökmüş bir akşamın sığlığında uğradım gözlerinin enginliğine.
Rengi nedir diye bile bakmaktan korktuğum gözlerinin avuçlarına
bıraktım cocukluğumu.

Sen konuştukça, ben büyüdüm sana.
 Birkaç dakika yanında olmanın kattığı umut deryasına bıraktım
 Suna boylu yangınlarımı.
Kaç gündür sesinin renginden düşecek haberleri beklerken,
ben sen oldum.
 Saçlarındaki beyazlara dayadım çamurdan yüreğimi.
Her arayana sen diye koşarken, sesinden yoksun düştü
içimdeki nehir.Susadı dışımdaki çember, daraldı gökyüzü.

Oysa ki sen benimle aynı gökyüzünün altında yaşamaktaydın
Fark edemedim, sezemedim
Meğer sen bana ben kadar yakınmışsın.
Yabancı dursa gözlerin gözlerime,
şimdiye kadar dudak kenarlarından kovulmadı çocukluğum
Sende şimdilik - sessizce büyümeye devam ediyorum.
Kim bilir birkaç gün sonra öleceğim dudaklarında
Sahi ölmek dedin de;
 ben senin yüreğinde kaç gün yaşabileceğim ?
Çünkü bu yürek hiçbir deniz de yaşatılamadı
Şimdi diz çöktüm çocukluğumun başına, bir denizin
maviliğini bekliyorum.

Çünkü benim hiç denizim olmadı bu terli coğrafyada

Evet, benim yüreğim şehrim gibi çoraktır

İçi yangınlardan olma, dışı
yalnızlıklardan doğma bir yaranın tam ortasına düşmüş ceninim.

Keza kim bilir senin yazgında imlası bozuk bir cümlenin gırtlağına
yazılmıştır.

Şimdi uzandım Suna boylu rüzgarın koynuna
Ayak dibimde
şiddeti yalnızlıktan ibaret bir deprem büyürken, ben senin gözlerinin
avlusunda ömrümü huzura sıvamaktayım.

 Az sonra koşacaksın ya bana.
Saçlarının arasına sevda alfabesini çözüp beni gözlerinin
denizine kavuşturacaksın ya

Guslettim sensiz geçen ömrümü,
değmese de bir yürek bu kurak toprağa yine de terimle yıkadım
kapındayım, beni gözlerinle buluştur.
Beni de kabul et gözlerinin avlusuna

Bilmem dikkat ettin mi, gözlerimin toprağa olan aşkını.

İçimdeki çocukluğunun büyümemeye olan inadını
Sen sorma sakın
Boşa tüketme nefesini
Morg sessizliğine dönmüş yüzüm tüm soruların cevabıdır.
Başım toprağa dik açılardan vurulsa da, ben sen kadar
yalnızım

Küçüğüm senden biliyorsun lakin sana yetişmek isteyen
ayaklarıma cevap ver.

Sakın dur deme bana
Sakın herkesin dediği gibi sen çok iyisin ama üzgünüm
 bana geçe kaldın masallarını vurma yüzüme
İlla benim ol demiyorum sana
Ama gitme, sende gözlerimin içine bakıp yalnızlığın musallasına yatırma
Öldürme beni, hayat ver nabızlarından süzülmüş bir avuç sudan
Sakın karanlık bırakma beni
Sevda alfabesini çökmüşken başıma bir mum uzat yanağıma

Bir nefes bırak cocukluğuma
----- Gideceksen / Dinle son kez beni ---


Gelmeyeceksen eğer, şehrin son durağına bırak beni. Taze bir ağacın gölgesine indir avutulmamış yüreğimi
Bir tutam saçını da bırakmayı da unutmayasın sakın.
Uğradığım her kapıdan kovulan bir yüz, gömülmeli sabaha kalmadan
Aynalara pek alışık değildir gözlerim, kır içimde sana kurduğum köprüleri
Sana uzattığım dalları da bırak ayak altına
Merak etme gelmedin diye , acımayacak kalbim
Çünki hiçbir zaman diliminde bir yüreğe yoldaşlık etmedi yüreğim. Sende git / ki kalbim yıkık bir kentin hatıralarıyla dolu
Senin tarafından vurulur bir kez daha yüreğim
Senden önce kaç kez öldürüldü içimdeki düşler
Kaç kez sürüldü cesedim yüreğime
Kaç kez devrildi üzerime alfabe
Yalnızlık tarafından kaç kez iğfal edildi umutlarım
Rehin kalmışken karanlığa,
son bir kez cenin oldu gözlerin yarınlarıma.
Gelmeyeceksen eğer, son bir cümle kur bari


Üzgünüm, seni büyütecek bir denizim yok yürek toprağında
Sıksan tenimdeki ter bulutlarını,
Tek bir umut bulamazsın sana dair
Unutma, ayaklarını bastığın yer kara iklimi

Beni yaşayıp acıyı yaşamaktansa,
Gözlerimin yabancılığından olsun kefenin
Sancağın düşse de saçlarıma,
Kalkmayı bil küçük çocuk
Çünkü ben unutulmuş bir mezar bekçisiyim
.
Keşke sana kucak dolusu denizim olsa da yürek coğrafyamda
Ama ben çoktan kırdım dallarımı
Git hadi küçük çocuk
Yüzüne vurulan onca kapı olsa da
Büyü be cocuk
Büyü
Ölme bende
Bak göreceksin
Bensiz de yaşamayı öğreneceksin
Çünki sen......?

BU KADAR SEVEBİLİRMİSİNİZ..???









Bu Kadar Sevebilirmisiniz..

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez....
Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...

Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma "Hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...

Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....

Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?" diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...."

Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..."

Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...

Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...." "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...

Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle...

İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu.

Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..." Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni istiyorum." "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:
"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...."

UNUTAMIYORUM


 Unutamıyorum...

Unut demek kolay gel bana sor birde
Unutamıyorum işte unutamıyorum
Bir şey var şuramda beni kahreden
Şuramda tam yüreğimin üstünde
Çakılı duran birşey var
Elimde değil söküp atamıyorum

Dalıp dalıp gidiyor gözlerim derinlere
Kimi görsem biraz sana benziyor
Seni hatırlatıyor şu bulut, şu gökyüzü
Şu kayalıkları döven deniz
Şu hüzünlü melodi, şu napoliten şarkı
Bir zamanlar beraber dinlediğimiz

Boyuna seni düşünüyorum durmadan
Şimdi diyorum o ne yapıyor acaba?
O güzelim gözleri kime bakıyor?
O canım elleri nerede
Oysa günler o günler değil
Akşamlar o akşamlar değil
Ve kalan şimdi sadece özlemin gecelerde

Durup durup seni büyütüyorum içimde
Seninle acılar büyütüyorum
Yeni yeni kederler büyütüyorum, dayanılmaz
Kirli sular yürüyor iliklerime
Bir zehir karışıyor kanıma anlıyor musun?
Bir daha görsem seni diyorum, bir daha görsem
Bir gün olsun, bir dakika olsun

Unut demek kolay, gel bana sor birde
Hatırladıkça gözyaşlarımı tutamıyorum
Dilimin ucunda sen
Başımın içinde sen
Keder misin, ecel misin, nesin sen?
Unutamıyorum işte unutamıyorum

Alıntıdır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...