11 Mart 2018

Oluşum ve Devran - Yaşam Nedir? - Bedenin Gelişimi



İlgili resim


Oluşum ve Devran - Yaşam Nedir? - Bedenin Gelişimi

İnsan olarak dünyaya gelmeden önce nurlar âleminde olduğumuzu ve Allah nasip ettiği için bu dünyaya geldiğimizi evvelce anlatılanlardan biliyoruz. “Allah birdir” <112-1> olduğunu biliyoruz, ama O, adeta bir bütünü ikiye ayırmışçasına, insanları erkek ve kadın olarak çift yaratmış ve böylece, Âdem'de gizli olan Havva'yı meydana çıkararak, bunları tıpkı bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerine ayna yapmıştır.
İnsanın meydana gelmesinde baba sema, anne rahmi ise toprak olarak kabul edilir. Anne ile babanın birleşmesi, en üstün yerden, en alta, zemine bir akım oluşması demektir. Bu birleşme semada olsaydı şimşek olarak kalırdı. Arzda olduğu için insan halinde kendini göstermiştir.
Mutasavvıfların çoğu, insanın iki annesi olduğunu ve bunlardan birinin kendini bu dünyaya getiren anne, diğerinin de öbür dünyaya götürecek olan mürşidi olduğunu söylerler. Ancak, bunlara bir üçüncü anne olarak toprak anneyi de eklemek gerekir. Çünkü, böyle düşünmezsek, “Bundan bin sene önce neredeydik” sorusuna cevap veremeyiz. Biz, bugün varsak, evvelce de vardık. Evvelce olmasaydık, bugün de olamazdık. Çünkü, yoktan bir şey var olamaz. Var, sadece vardan olur. O halde: “Velev ki, sır olarak bile var olsak, neredeydik” dendiğinde, toprakta olduğumuz söylenecektir. Bu topraktan bin bir esma ile çıkan gıdalarla beslenip, sonunda insan hücresi olarak bu âleme geldik. Yiyecekler kâinattaki her şeyi ihtiva ettiği için, o hücrede de her şey vardır ve her şeyi kendinde toplayan bu hücre insanı meydana getirmiştir. Bu izahat, şişmiş bir balon gibi olan kâinatın sönüp ufacık bir insan hücresinde toplanışını anlatmak için yeterlidir. O halde, bu iki anneye bir üçüncü anneyi, “Toprak anne”yi de ilave etmek gerekmektedir.
İşin aslına bakılırsa, insanın pek çok annesi vardır, ama bunlardan üçü çok önemli olduğu için biz sadece bunlar üzerinde duruyoruz. Anlatılanları bir kere daha kısaca özetleyecek olursak:
İnsanın ilk annesinin kâinat olduğunu söylememiz gerekir. Kâinatta, babalık görevini sema, annelik görevini ise arz dediğimiz toprak yapar. Çünkü, gökten (Baba) yağmur yağmasa, topraktan (Anne) mahsul alınamaz.
İkinci anne: Bizi dünyaya getiren dünyevi annedir.
Üçüncü anne ise: Bu iki annenin birleştiği nokta olan Peygamber'dir. O'nun kâinata ve dolayısıyla hepimize: “Ümmetim” yani “Çocuklarım” deyişinin ve “Ah ümmetim” diye çırpınışının nedeni budur. Çünkü, bizim ahirete doğuşumuz bu anamız sayesinde olacaktır. Bu doğuşu yapmadan ahirette insan elbisesi giymemiz mümkün değildir.
Kâinattaki her şey gibi, insan da atomlardan, bu atomların insan planına uygun olarak toplanmasından meydana gelmiştir. Toplanma, aleni değil, gizli bir ortamda, yani ana rahminde olmaktadır.
İlk insan oluşumu toprak anada, kokmuş bir balçıkta gerçekleşmiştir. Balçığın kokmuş olmasının nedeni, diğer hayvanların ona zarar vermesini ve oraya yaklaşmalarını engellemektir. Bu nedenle esas ana toprak anadır. Bizi doğuran anamız ise, o toprak ananın özetinden ibarettir.
Eskiler, ana rahmindeki çocukların: “Ben rahatım, beni çıkarmayın” diye direttiğini, meleklerin onları iterek, zorla çıkarttığını ve böylece rahatları bozulduğu ve istemedikleri bir ortama çıktıkları için doğar doğmaz ağladıklarını söylerler. Onların ilk diretmeleri karşısında meleklerin onlara: “Sen burada kandan başka bir şey görmüyorsun, biz seni suları akan ve her tarafı yemyeşil, rengârenk bir ortama çıkartmaya çalışıyoruz” demelerine rağmen, çocukları ikna edip, ortam değiştirmeye razı edemediklerini iddia ederler ki, bu benzetme bizim için de geçerlidir. Bize de: “Bu dünya çok dar, ahiret çok daha geniş ve güzeldir” denmesine rağmen, burada kalmayı tercih ediyoruz. Fakat, hayatımızın devamını sağlayan ve kalbimizde dahi geçerliliğini gösteren bir genişleyip, bir daralma veya bir şişip, bir sönme (Uzay bilginlerinin zig-zag dediği olay) hadisesi değişmez bir kanun olduğundan, çocuk nasıl dünyaya geldiyse, biz de, istemesek bile öbür dünyaya gideceğiz.
İnsan; insan haline gelebilmek için cemat (Taşlar, madenler), bitki ve hayvan âlemlerinden geçmiştir. Bu geçiş, “Nefis” de denen insan bedeninin oluşabilmesi için şarttır. İnsan nefsine düşkündür, çünkü, nefis bir tavus kuşu gibi, güzeldir. Ama insandaki, onu insan yapan akıl dediğimiz unsur, bir nurdur ve Allah'ın nefhasıdır.
“Hazret-i Âdem'in toprağı kâinattan alındı” deniyor. Bu söz bedeni için doğrudur. Canı ise nefha-yı İlâhidir.
Nefha-yı ilâhi, insanda iki türlüdür. Birincisi: bedenin nefhası, yani oksijendir. İnsan bedeni oksijensiz yaşayamaz. Oksijeni havadan alır ve karbondioksit olarak yine havaya iade eder. Buna: “Nefha-yı Rahman”, yahut “Rahmaniyet Nefhası” denir. Bir de “Nefha-yı Rahim”, yahut “Rahimiyet Nefhası” vardır ki, bunun ne olduğunu biliyorsunuz. İşte, bu iki nefhanın birleşmesi: “Bismillâhirrahmânirrahîym”dir. Sadece: “Bismillâhirrahmân” veya “Bismillâhirrahîym” denmeyişinin nedeni; insanda, hem Rahman nefhasına (bu bedenle ilgili nefhadır), hem de Rahim nefhasına (Bu da ruhla ilgili nefhadır) ihtiyaç oluşudur. Bu iki nefha birleşecektir ki, insan meydana gelebilsin.
İnsan vücudu milyarlarca noktacıktan meydana gelmiştir. Amerika'daki bir yazı veya resim, nasıl faks veya televizyon yayınıyla buraya naklediliyorsa, insan da vahidiyetten ahadiyete neşredilip, buradaki alıcı vasıtasıyla ahadiyetten vahidiyete intikal ettirilmekte, yani görülür hale getirilmektedir. Neşriyat ahadiyette olmaktadır. Ahadiyet ise görülmez. Görülen, ahadiyetten neşredilen ışınların kâinattaki yansımasıdır. Bu nedenle ben bir şiirimde: “Kâinat bir ceset ruhu Mevlâna” demiştim. Bu durum, görünen insan bedeni açısından doğrudur. Görünmeyen kısımlar ise insan-ı kâmilde toplanır ki, o da Allah'ın aynası olan tek bir nurdur. Zaten kâinatın yaratılmasındaki amaç da o tek, yani vahid olanı oluşturabilmektir.
Vücudumuz anasır-ı erbaadan, yani hava, su, toprak ve ateş olarak bilinen dört unsurdan yaratılırken, Allah, daima kendini zikreden kalbi de içine koymayı ihmal etmemiştir.
Bu unsurlardan dördüncüsü olan ateş, ilk üçünün birleşmesiyle ortaya çıkmaktadır. Çünkü, ateşi meydana getiren, havadaki oksijenin yakıcı özelliğidir. Ateş, oksijen vasıtasıyla oluşmaktadır. Latif âlemin malı olan oksijen, yani hava, alınmadığı takdirde yanma işlemi durmaktadır. O zaman da biz bu kalıp için: “Öldü” diyoruz. Vücut hücrelerimizdeki yanma işlemi, latif olan o oksijen sayesinde olmakta ve vücudumuz normal sıcaklığını idame ettirebilmektedir.
Zamanı gelip, oksijen girişi kesilince yanma durur ve insan ölür. Ölümü takiben beden çürür, parçalanır, moleküllerine ve atomlarına ayrılır, yani enerjiye dönüşür. Böylece, enerjiden gelen beden yine enerji halini almış, yani “Her şey aslına rücu eder” kuralı gerçekleşmiş olur.
Burada, enerjinin toplanması ve bir beden oluşturmasına; “Haşir”, bunun tekrar dağılmasına ise: “Neşir” denmiştir. İleride daha geniş olarak anlatacağımız bu haşir, neşir olayını bilenler, size söylediğim “Haşri, neşir burda gördük” mısraının da ne demek olduğunu anlamış olurlar. Bilmeyenler ise, başlarına geldiğinde öğreneceklerdir. Çünkü, bundan kaçış yoktur. Bilenler korkudan kurtulur, selamete çıkıp, İslam olurlar; bilmeyenlerse, karanlıkta kaldıkları için korku içinde: “Ölünce ne olacak” diye sorup, durular. İşte, bilenle, bilmeyenin farkı budur.
İnsandaki haşir neşir veya ölüp dirilme olayı devamlı olarak cereyan etmektedir. Her an bedendeki hücrelerin bir kısmı ölmekte (Neşrolmakta), buna karşılık alınan gıdalardan yeni hücreler meydana gelmekte, yani haşir gerçekleşmektedir. Eğer bu olay devamlı olmasa ve sadece haşirde kalınsa, biz yiye yiye büyüyüp, birer tepe halini alırdık. Haşir neşir olayının denizlerde görülenine de: “Med - Cezir” (Gel-git) adı verilir. Bu olayın haşr-i kübra ve haşr-i sugra, yahut kıyamet-i kübra ve kıyamet-i sugra diye bilinenini ilerde kıyamet bahsinde anlatacağız.
İnsanın beden hücreleri alınan gıdalarla her an yenilenmekte, eskiyen ve hastalıklı olan hücreler imha edilip, atılırken, onların yerine yeni ve sağlıklı hücreler oluşturulmaktadır. Bu faaliyet hastalıkların iyileşmesinde de etkinliğini göstermektedir.
İnsanın hissettiği yorgunluk ve zindeliğin nedeni, bu hücre değişimleridir. Ölen hücrelerin imhası, örneğin: Kan hücrelerinin dalakta tahribi, bedensel yorgunluğa; yeni oluşan kan hücrelerinin kana verilmesiyse, zindeliğe neden olur. Onun için, yorgunluk: “feyekûn” (Oluverdi) <3-47> , yani dinlenmedir. Ölenlerin yerini yeni hücrelerin alması ise: o feyekûn'dan doğan “kün” (Ol) <3-47> emridir. Bunların ne demek olduğunu daha önce “Ef'al-i İlahi” bahsinde de anlatmış ve “kün”ün “feyekûn”den çıktığını belirtmiştik.
İmha ve yenileme olayı aynı seviyede olmadığından büyüme, gelişme ve ihtiyarlama dediğimiz değişimler ortaya çıkmaktadır. Eğer böyle olmasaydı, insanlar doğdukları şekilde, bebek olarak kalırdı. Büyüme ve yaşlanma olayı; yeni oluşturulan hücrelerin, gidenlerin aynısı olmadığını göstermekte ve devir hadisesinin doğruluğunu ispatlamaktadır.
Her şeyin devri kendine göredir. Bu konuda dünyayı ele alacak olursak: Dünyanın kendi etrafında devretmesine: “Gün”, ayın dünya etrafında devretmesine: “Ay”, dünyanın güneş etrafında devretmesine ise: “Yıl” dendiğini herkes bilir. Ama bunlara ilaveten bir de manzumelerin devri vardır. Güneş, çok kimsenin zannettiği gibi sabit değildir. Genel kurala göre onun da hareket etmesi zorunludur. Güneşin hareketini göremeyişimizin nedeni, bizim de aynı manzume içinde bulunmamız ve güneş sistemiyle birlikte bir başka manzume etrafında hareket ediyor olmamızdır.
Her manzume bir âlemdir ve her âlemin de kendine göre bir güneşi, bir ayı ve bir dünyası vardır. Niyazi Hazretlerinin: “Benim bin kamerim, bin güneşim var” deyişinin nedeni budur. Aslında sonsuz güneş ve sonsuz ay vardır ve bunların gerçek sayısını ancak Allah bilir. Çünkü, kendini kendinden başka bilen yoktur. “Hudut ve sayı açısından sonsuz” oluşu sebebiyle, hududu da, sonsuzluğu da Kendi'nindir. Kullar, ancak, Allah'ın kendilerine verdiği kadarını bilebilirler.
İnsanın kendi âlemi kâinattır. Kâinat küçülüp, bir insan halini almıştır. İnsan olmadan önce de, kendindeki her şeyi içinde topladığı, ancak mikroskopla görülebilen bir hücre halindeydi.
Sperm adını verdiğimiz bu hücrelerin yarısı erkek, yarısı dişidir, Bu nedenle, çocuğun cinsiyetini babadan gelen bu spermler tayin eder. Bu gerçeği bilmeyenler, çocukları kız olduğunda suçu karılarının üzerine atarlar ki, bu doğru değildir.
Bugün teknoloji pek çok şeyi kolaylaştırmıştır. Mesela: Kuluçka makineleri yumurtadan civciv çıkması için tavuğun günlerce yumurta üzerinde oturma mecburiyetini ortadan kaldırmıştır. Keza, suni döllenme ve tüp bebek uygulamaları, tıp teknolojisindeki gelişmelerin oldukça çarpıcı örneklerini teşkil etmektedir. Ancak, bunların hepsinde canlı hücre veya yumurta kullanılmaktadır. Yumurtanın ve hücrenin terkibi bilinmesine ve bu terkip dışarda oluşturulabilmesine rağmen, meydana getirilen bu yapıya can verilememektedir. Zira, can vermek Allah'a mahsustur. Bu gerçeği unutmadan modern teknolojiden istifade etmek ve o teknolojiyi bu esasa göre değerlendirmek lazımdır.
Aynı şekilde, tavuk yumurtasının döllenmiş yumurta olması mecburiyeti de ortadan kaldırılamamıştır. Çünkü, birin meydana çıkabilmesi için ikiye ihtiyaç vardır.

“İkide bir bilindi,

Birde iki silindi”
deyişimizin nedeni budur.
Aslına bakıldığında, o ikinin de Bir'den meydana geldiği görülür. O Bir, müspet ve menfi olarak ikiye ayrılmıştır. Bunu evvelki anlattıklarımızdan biliyoruz. Bu müspet ile menfinin birleşmesi tekrar Bir'i meydana getirmekte ve bu birleşip, ayrışma hayatın sırrını oluşturmaktadır.
İnsanda iyilik, yani müspetlik hakimdir. Onun için insan, bir taraftan her şeyin iyi olmasını isterken, diğer taraftan en aşağı âlemde olması dolayısıyla hayvani arzulardan tamamen âri olamaz. Çünkü, o da kendisidir ve buraya o âlemlerden geçerek gelmiştir.
Her insanın kendine has bir vücut kokusu vardır. Bu koku kâinattan aldıklarının teshike uğramış, ruhlaşmış halinin belirtisidir.
Bedenimiz aldığı gıdaların enerjisinden istifade edip, posasını atar. O posadan da hayvanlar yararlanır. Hayvanlar o posadan alabileceklerini aldıktan sonra geri kalanını, kendilerinden daha iptidai canlıların istifade etmesi için çıkartır. O daha primitif canlılar da alabileceklerini aldıktan sonra, onların çıkarttıklarını toprak alır ve kendine katar. Bu nedenle toprak hazinet-ül esmadır. Hazret-i Şah-ı Velâyet'in Ebu Turab olarak anılmasının nedeni budur. Çünkü topraktaki hassalar, yani esrar (Sırlar) ona açıklanmıştır.
Bu açıklanma olayı kendi kendine gerçekleşmez. Mutlaka bir izdivacı gerektirir. Bu izdivaç âfakta; gökten yağan yağmurla, enfüsteyse; “Sema-yı Din” denen beyinden bedene nüzul eden düşüncelerin, bedenle izdivacından doğan fikir çocuklarının ortaya çıkmasıyla belli olur. Bizim, “İnsan kâinatın özetidir” derken anlatmak istediklerimize bu da dahildir. Çünkü, kâinat denen şey, gözle görülmeyen küçücük bir insan hücresinin içine sığmıştır. O hücrenin büyüyüp insan halini almasıyla kâinatın düşüncesi, özü insanda ortaya çıkmış oluyor.
Bir santimetreküp insan menisinde milyonlarca sperm olduğunu biliyoruz. Bunların hepsi, hücum edercesine yumurta hücresine yönelir ve adeta o hücrenin kapısını çalarlar, ama kapı bunlardan sadece bir tanesine açılır. O içeri girdikten sonra da kapı hemen kapanır. İşte, döllenme veya fekondasyon dediğimiz olay budur. Geri kalan spermler ne yapar? İçeri girene yardım olsun diye erir ve yok olurlar.
Mikroskop altında hücresel bazda müşahede edilen bu olayın ilahi âlemdeki örneği beşeriyet âlemidir. Dünyada milyonlarca insanın oluşma nedeni, kapıdan içeri alınacak o tek insanı meydana getirebilmektir. Tıpkı spermlerde olduğu gibi... Beşeriyetin geri kalanı ne olur? Toprak olur. O topraktan bitki meydana gelir. O bitkileri hayvanlar yer. Sonuçta, insanların o bitki veya onu yiyen hayvanları yiyerek aldıkları enerjiden yeni bir insan hücresi meydana gelmesine yardım etmiş olur. Bu hücrenin ana rahminde gelişmesiyle de, ağlaya ağlaya dünyaya gelen bir bebek olarak kendini tekrar bu âlemde bulur.

ZİKİR YAPMANIN GEZEGEN SAATLERİ


ZİKİR YAPMANIN GEZEGEN SAATLERİ

Zühre Saati Ne Vakitlerdir?

Malumdurki her Zikrin belli bir zamanı vardır. 

Zühre saatide zikir saatlerinden biridir. 

Zühre saatleri günleriyle birlikte aşağıda verilmiştir.

1- Pazar günleri kuşluk vakti.
2- Pazartesi günleri ikindi vakti.
3- Salı günleri güneş tepedeyken yani zeval vakti.
4- Çarşamba günleri akşam vakti.
5- Perşembe günleri öğlen vakti.
6- Cuma günleri sabah vakti.
7- Cumartesi günleri öğlenle ikindi arası vakit yani mabeyn vakti.

-----------------
Merih Saati Ne Vakitlerdir?

Malumdurki her Zikrin belli bir zamanı vardır. 
Merih saatide zikir saatlerinden biridir. 
Merih saatleri günleriyle birlikte aşağıda verilmiştir.

1- Pazar günleri akşam vakti.
2- Pazartesi günleri öğlen vakti.
3- Salı günleri sabah vakti.
4- Çarşamba günleri öğlenle ikindi arası vakit yani mabeyn vakti.
5- Perşembe günleri kuşluk vakti.
6- Cuma günleri ikindi vakti.
7- Cumartesi günleri güneş tepedeyken yani zeval vakti.

-----------------
Ay Saati Ne Vakitlerdir?

Malumdurki her Zikrin belli bir zamanı vardır. 
Ay saatide yani kamer saati zikir saatlerinden biridir. 
Ay saatleri günleriyle birlikte aşağıda verilmiştir.

1- Pazar günleri öğlen vakti.
2- Pazartesi günleri sabah vakti.
3- Salı günleri öğlenle ikindi arası vakit yani mabeyn vakti.
4- Çarşamba günleri kuşuk vakti.
5- Perşembe günleri ikindi vakti.
6- Cuma günleri güneş tepedeyken yani zeval vakti.
7- Cumartesi günleri akşam vakti.

-----------------
Utarid Saati Ne Vakitlerdir?

Malumdurki her Zikrin belli bir zamanı vardır. 
Utarid saatide zikir saatlerinden biridir. 
Utarid saatleri günleriyle birlikte aşağıda verilmiştir.

1- Pazar günleri zeval vakti yani güneş tam tepedeykenki vakit.
2- Pazartesi günleri akşam vakti.
3- Salı günleri öğlen vakti.
4- Çarşamba günleri sabah vakti.
5- Perşembe günleri öğlenle ikindi arası vakit yani mabeyn vakti.
6- Cuma günleri kuşluk vakti.
7- Cumartesi günleri ikindi vakti.

--------------------
Güneş Saati Ne Vakitlerdir?

Malumdurki her Zikrin belli bir zamanı vardır. 
Güneş saatide zikir saatlerinden biridir. 
Güneş saatleri günleriyle birlikte aşağıda verilmiştir.

1- Pazar günleri sabah vakti.
2- Pazartesi günleri öğlenle ikindi arası vakit.
3- Salı günleri kuşluk vakti.
4- Çarşamba günleri ikindi vakti.
5- Perşembe günleri güneşin tepede olduğu vakit yani zeval vakti.
6- Cuma günleri akşam vakti.
7- Cumartesi günleri öğlen vakti.

-----------------------
Müşteri Saati Ne Vakitlerdir?

Malumdurki her Zikrin belli bir zamanı vardır. 
Müşteri saatide zikir saatlerinden biridir.
 Müşteri saatleri aşağıda verilmiştir.

1- Pazar günleri ikindi vaktidir.
2- Pazartesi günleri zeval denilen vakittir yani güneşin tam tepeye ulaştığı vakittir.
3- Salı günleri akşam vaktidir.
4- Çarşamba günleri öğlen vaktidir.
5- Perşembe günleri sabah vaktidir.
6- Cuma günleri Mabeyn denilen vakittir. 
Yani öğlenle ikindi arası olan vakittir.
7- Cumartesi günleri kuşluk vaktidir.

-------------------------
Zuhal Saati Ne Vakitlerdir?


Malumdurki her Zikrin belli bir zamanı vardır. 
Zuhal saatide zikir saatlerinden biridir. 
Zuhal saatleri günleriyle birlikte aşağıda verilmiştir.

1- Pazar günleri öğlenle ikindi arası vakit yani mabeyn vakti.
2- Pazartesi günleri kuşluk vakti.
3- Salı günleri ikindi vakti.
4- Çarşamba günleri güneş tepedeyken yani zeval vakti.
5- Perşembe günleri akşam vakti.
6- Cuma günleri öğlen vakti.
7- Cumartesi günleri sabah vakti.


MITHAT ŞEN VE ZEYNEP SAYIN BEDEN YAZISI



MITHAT ŞEN VE ZEYNEP SAYIN BEDEN YAZISI

KİTAP


KİTAP

GÖKYÜZÜNE BAKMANIN FAYDALARI




GÖKYÜZÜNE BAKMANIN FAYDALARI

HAVVAS İLMİ



HAVVAS İLMİ


Havas ilmi Kur'ân ve sünnet üzeri yapılan manevî bir tedavi şeklidir. 
Bir ismi de RUKYE ilmidir. Rukyecilik Allah Resûlü (S.A.V)'in tedavi şeklidir. Bu tedavi, mânâ âleminin doktorlarından ve mürşidlerinden alınan himmet ile yapılır. Bir adı da gizli ilimlerdir. Allah'ın ilmidir, bu ilme sahip olmak için çok uzun bir eğitim sürecinden geçilir. Bu ilmi öğrenebilmek için bir öğretici bir mürşid esastır. Bir şeyhten yetki ve himmet alınmadan yapılmaz. Havas ilmi, Rahmani cihetten melekler,hüddamlar ve manen güçlü mümin cinlerle irtibata geçerek kâfir cinlerle mücadele etmek için Allah tarafından verilen bir ilimdir. Elde edilmesi çok zordur. Bu ilmin delillerinden bir taneside FETİH SURESİNİN
 4.ayetinde geçer.
İmandaki yakînlerini iyice artırsınlar diye müminlerin kalplerine sekîne indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

Havas alimlerinin görevi bedene giren, insanlara musallat olan kâfir, suflî cinleri oradan çıkarıp bedeni bu cinlerden temizlemektir. 
Havas alimleri fizik âlemindeki doktorlar gibidirler, onların kendilerine has metodları vardır.
Bugün piyasada bulunan medyumların hiç biri havas alimlerinin yaptığı işi yapamaz.

Kur’an’ı kerim’deki Sure-i şerifelerin ve Ayeti kerimelerin, Esma-i ilahiyye ve Evrad ı celilelerin hassa ve te’sirlerini konu edinen bu mübarek ilim 80 küsur İslami ilimden birisidir. 
Havas ilminin geçmişi Sahabe ve Tabiin dönemine kadar uzanır.
Hz. Ali, Hz. İbni Abbas ve Hz. İbni Selam gibi bazı Sahabiler ile Tabiinden Hasan Elbasri, Mukatil ibn-i Süleyman ve kelbi, Ca’fer Essadık gibi bazı Zevatı Kiram bu ilimle uğraşmışlardır. Sonraki asırlarda İmam Ahmed Elbuni, Şeyhi Ekber Muhyiddin’i Arabi, İmamı Deyrebi ve büyük Muhaddis İmamı Abdullah Yafii ile Ebu bekr İbni Vahşiyye ve Celdeki gibi büyük Alimler ve mübarek Veliler bu sahada kıymetli Eserler te’lif etmişlerdir.

Bu İlimle meşgul olan Alimlerden biriside Hüccetül İslam İmamı Muhammed Gazali hazretleridir. 
Havassül Kur’an ve El evfak gibi muazzam eserleri vardır. 
Bu azametli İlim uçsuz bucaksız bir Okyanus gibidir. 
Bir çok dallara Ayrılmıştır.
Özellikle Havas İlminin en önemli uğraşlarından birisi olan Vefkler'in pek büyük etkisi olup Mü’minlere bir atiyye ve Rahmeti İlahi’dir. Ayrıca bir çok hastalıkların tedavisinde Kur’an Ayetlerini gerek kıraat etmenin, gerek Yazarak istimal etmenin pek mu’ciz etkileri yüzyıllardır müşahede edilmektedir.


Sözün özü bu ilme vakıf olan kişiler pek çok çaresiz hastalıkları biiznillah Şifaya kavuşturur, birbirlerine dargın olan kimseleri barıştırır ve şer maksatla, Mevla’nın razı olmadığı hususlarda birleşmiş ehli fesat kişileri birbirinden ayırır. Velhasıl Müslümanların dert ve müşkilatlarına derman olurlardı. Bu günde bu güzide ilmin derin sırlarından yararlanarak insanlara faydalı olmak Tabii ki mümkündür.Ama mümkündür derken herkesin yapabileceği bir ilim değildir.Bunun için tefsir ,hadis,fıkıh ve tasavvufla ilgili bilgilerde gereklidir.Özellikle tasavvuf ilminde bir mürşidi kamilden icazetli olmak şarttır.Aksi halde çok tehlikelidir.
Hz. Kur’an’ın hassa ve te’sirleri de tıpkı hükmü gibi kıyamete kadar bakidir.

HER İŞ HER İLİM EHLİNEDİR.
Öyle olmasaydı herkes bugün kafasına göre doktor olurdu mühendis olurdu ,alim olurdu ama istidat meselesi vardır ve ilahi hikmetler dairesinde herşey yerine göre verilir.


HAVVAS' IN ÖZÜ: 
Havas ilmi genel kanıdaki düşüncelere rağmen sadece harflerin ve sayıların, esmaların veya ayetlerin sırlarından, hikmetlerinden faydalanılarak çeşitli etkiler elde etmek için esmanın veya ayetin kendisi ya da vefki ve bunlara bağlı harf ve sayılar ile tılsımlar kullanılarak ve bu sistem üzerine kurulmuş basit bir ilim veya ilmin metodu değildir. Bu ilimlerin kendisine has özellikleri ve konuları vardır, bu ilmin kendisi ve lisanı evrenseldir. 
Bu ilimler ruh ve madde ile canlı ve cansız ile harfler ve rakamlar ile yıldız ve burçlar ile nebulalar ve galaksiler ile ses ve renk dalgaları ile kısaca kainatta daha genişi evrende her şeyle bağlantılıdır. 

Bu ilim asırlardır gelmiş geçmiş alimlerin ve ulemanın bir sır gibi gizlediği ve açıkça öğretmediği ve öğretmekten de çekindiği vebal altında kalmaktan korktuğu ilimlerdendir. Bu ilimler de başarılı olmanın ve zarar görmeden ilerlemenin bazı şart ve usulleri vardır. Havas ilmini bilmek ve öğrenmek için önceden bilinmesi gereken kurallar ve önemli noktaları sırası gelince özet olarak anlatmağa çalışacağız, ama bundan önce bilinmesi gereken bu ilim yıldızlar ilminden bilinen veya bilinmeyen sırlarla alemi semalardan gelmiştir. Bu ilim insanlardan önce yani arz oluşmazdan evvel ruhani alemlerde mele küt ve cinler aleminde bilinen ve kullanılan birçok gizlilikleri, esrarı ve acayipliği içinde gizlemiştir. 

Yaşamış olduğumuz bu maddi alemin yasaları ve fiziksel oluşumları manevi alemlerin etki ve yasalarıyla meydana gelmektedir. Bu ilmin kullanılışı melekler ve cinlerden sonra çok eski kavimler ve uygarlıklar tarafından kullanılmıştır bu manevi yasaları öğrenip etkilerine göre gerektiği şekilde uygulamışlardır. İnsanlar bu bilgileri çok çeşitli yollardan elde etmişlerdir. Hatta kimilerine göre mana aleminden gelen varlık veya varlıklar bazı insanlara bu ilmi ve kullanma metodunu öğretmişlerdir. Bu anlattığıma örnek; Bakara süresi 102. ayetinde olan Harut ve Marut isimli iki meleği örnek olarak verebiliriz. 

Gerek ruhani varlıklar veya cinlerin bildiği kelamlar, bizzat insanlar için indirilmiş kutsal kelamları veya esmaları gizlemek ya da rumuzlamak amacıyla çeşitli şekiller, çizgiler veya tılsımlardan oluşan birtakım sayılarla sembolleşen vefkler ve tılsımlar oluşturulmuştur. Bazen de sırf sayılar kullanılarak bu ilim de çok çeşitliliklerle beraber çelişkiler de görülmektedir. Zıtlık veya yanlışlıklar ise bu ilimler kaynağından öğrenilmeyip kolaycılık (Kopyacılık) yolu seçilmiştir. Günümüzdeki kitaplar da görülen veya kullanılan tılsımlar yanlış zaman veya yanlış mekanlar da şart ve kaidelerine riayet edilmeden yazılıp hazırlandığından yapılan bir işin çoğu zaman neticeye ulaşmadığını görürüz. 

Bir de işi karıştıran esas mesele bu tılsım, sembol veya yazıların ilahi isimler ve semboller olmayıp cinler, periler veya ruhani varlık isimlerinden olduğu ibarettir. Veya çok daha iyisi melek üt aleminden bir melek ismi olduğudur. Dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de şudur: Tılsım yazarken eskilerin kullandıkları diller ve yazılar çok eski kavimlerin dillerine göre yazıldığı için günümüze gelene kadar bir çoğu unutulmuş bir çokları da tahribatlara uğratılmıştır.

 Bu uygarlıklara ve dillere örnek olarak Mu uygarlığı Atlantis kavimleri ve eski kipti ırkı ile eski İbranice,eski Süryanice ve eski Arapça nın bazı lehçeleri ve eski Mısır yazıları, lehçeleri ve alfabeleri ki; bugün bunların bir çoğu unutulmuştur. Ve daha sonra esma ve ayetlerin manevi etkisini kullanma halidir ki; bu da bazı şartlara bağlıdır... Bunlar da özet olarak esma ve ayetlerin anlam ve etkilerinin kudretini bilmektir. Bu halde kendi içinde guruplamaktır. Bunları da şöyle özetleyelim; esma veya ayetin bilinen anlamının yanında bir de batını (gizli) anlamları vardır. Bunlar etki olarak farklı sonuçlar verirler ve sen bilmelisin ki; Kur’an –ı Kerim’in anlamının anahtarını yüce Allah (c.c.) peygamberleri ve onun evliya kullarına ve rahmani olan meleklere lütfetmiştir. 

Şimdi bunu sana biraz daha açayım şöyle ki; sözleri ruhsuz bedenler olarak düşün yani cansız cesetlerin hali olarak işte bu cesetlere ruh vermek sözlerin insan dilinden kelam olarak çıkmasıdır. Ama bu çıkışın mertebeleri ve kudretleri farklı farklıdır. Buna da kelam ilmi derler. Eğer sen hakkıyla dilden çıkan sözlere ruh yüklersen bu durum mecazi anlamdadır. Bu yükleyişle onu kudretlendirebilirsen o kelamla amaçladığın etkiyi hemen elde edersin. Çünkü kudretlenmiş ruhlar yani yüklenmiş sözler etki sahibidirler ve etkileyici olmasının yanında etkileyicileri de harekete geçirendirler. 
Bu sırları sana biraz daha açayım bilmiş ol ki; bunların şekli ise iç içe girmiş daireler gibidirler. Yani dairelerden maksat sırların sırlarla örtülü olduğunu anlatmak istedim. Bir sır kapısını geçmekle mana alemine geçtiğini zannetme araladığın her sır kapısının ardından yeni bir sır kapısı karşına çıkacaktır. Bu sırlar aleminden geçiş süresince karşına çıkacak olan bir sürü engeller olacaktır.
 Bunları aşmanın yolu başta ihlas olmakla beraber kuvvetli bir iman yapısı irade ve teslimiyet gerektirmektedir. Bu geçeceğin sır kapılarını her araladığın da başka bir zaman ve boyuta geçeceksin. Tabi ki; sırları çözmekle bitiremezsin. Bu böylece devam eder gider. Bilmen gereken bilgi sorumluluk yükler ve gizli sırlar insana her zaman mutluluk vermez. Bu hal vefk ilminde görülür. Şöyle ki; nasıl harf üzere tertip olan vefkler nesneye ve cesede, sayı ile tertip olan vefkler ise ruha ve ervaha, karma olanlar ise her ikisine de etki ederse bu daireler de iç içe her hali kapsar ve halden hale geçirtir. Hal diliyle sana sırları tabir eyler her ilimden birer nebze tattırır. Bilmiş ol ki; rakamların, vefklerin ve çizgilerin ya da tılsımların ki; bunlar da harf ve rakamdır. Bunların da kendilerine özgü incelikleri ve hassaları vardır. Bunların da cümlesinin sırları sırlarla gizlidir. Yani özün özünden gelir. Bunların ve cümlesinin şifa, sevgi, nefret, hikmet ve kahriye v.s. ile ilgisi bu türden etkilerledir. İşte sana anlatılan bu havas ilminin özü dediğimiz halin de hali dediğimiz sırlarla örtülü sırlar dediğimiz hikmet ve ilim ve marifet ile ervahın ve büyük zatların öğrenilen ve öğretilen esma ve ayetlerle harflerin, sayıların, burçların, yıldızların, maddelerin, bitkilerin, hayvanların, canlı ve cansız nesneler üzerinde etkileriyle insanlar üzerinde dahi nebat ve hayvanata karşı şifa ve sevgi, nefret ile hassalarını inceler ve ayrıca öz olan ilim de; mevsimlerin belli mekanların, kara parçalarının, denizlerin ve ruhani alemlerdeki varlıkların, cinlerin, perilerin ve meleklerin etkili güçlerini ve ilahi bazı güç ve kudretlerin rica yada minnet edilerek şifa, sevgi ve nefret etkisi ile ve bunun dışında kalan halleri elde etmek için öğrenilen hallerdir. 

Bu ilimler de bir de ebced ile başlayıp cifir ile devam eden ve ismi harf ilmi olarak bilinen ledün ilmi ve hal ilmi ile birleşen ve bunların tamamının özünü kapsayan özün özü dediğimiz sözün sırrı gelir. 
Ehli isen dinle marifetten hikmet eyle velakkin bu anlatacaklarım öyle kişiler içindir ki; onlar anlatacaklarımızı anlar ve de hakkıyla uygular. 
Bu yazdıklarımızı kavramaya çalış basit bir ilimmiş gibi yırtıp atma anlatacağım şeyleri anlatmam tabi ki olanaksız. 
Çünkü boynumuzda vebal olur,anlayan olur anlamayan olur, nasihate uyan olur uymayan olur, ehli olana kapalı kapı yoktur, kalbi saim olana rumuza gerek yoktur. Bu anlatacağımız olayların gerçekleşmesi ile değil olayların olacağı zamanların yaklaşmasıyla anlayacaksınız. Biz bu imajları ve manaları sisle kaplı bir vadiye dağıttık ama bu gerçekleri ruhsal saflığa ve hikmete ve marifete ulaşmış mütevazi insanlardan saklamadık hatta açıkça anlattık. Hele nur yüzlü insanlardan hiç saklamadık. Yüzünde nur olanın kalbinde hikmet pınarları vardır.Kalbe akan ilhamlar beyinde inkişaf eder, ruhunda ilim deryasına dönüşür. Sen o derya da bir gemi aklın ve vicdanın da kaptanın olur ve bunlar ruhun da ve ruhun da Ruh’u Sultan’da son bulur. Kendine kaptan yaparsan nefsini yolculuğun ve seyrin Şeytan ile birlikte yok olur.












HAVVASIN ŞARTLARI


Bu ilmin şartları Ulemaların temel kaideleri üzerine kurulmuş olup, bu şartlara uyulmazsa yapılan ameller gerçekleşmez. 
İlk olarak şunu kesinlikle belirtelim ki; 

İSLAM'A VE KURAN-I KERİM'E VE PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED'E (s.a.v) İMAN NURUNDAN, İRFANDAN UZAKLAŞMIŞ, ALLAH C.C DOSTLARININ ÖNEMİNİ BİLMEYEN TASAVVUFU BİR FELSEFE OLARAK GÖREN, HER ŞEYİ MADDE PLANINDA GÖRÜP ONA GÖRE ÖLÇÜP BİÇMEYE ÇALIŞAN DOĞULU VE BATILI MÜSTEŞRİKLERİN VE FELSEFECİ METAFİZİKÇİLERİN KENDİ KIT ANLAYIŞLARINA GÖRE UYDURDUKLARI TANIM VE KURALLARA TABİİ OLMUŞ KİŞİLERİN HAVAS İLMİNDEN YANA HİÇ BİR NASİPLERİ YOKTUR VE OLAMAZDA...BU KİŞİLER OLSA OLSA İSTİDRAC KAPISINDAN İÇERİ GİRMİŞ KENDİNİ BİLMEZ ZAVALLILARDIR...

Allah Teala'nın sırlarından önemli bir kısmı ; harflerinde, isimlerinde ve Ayeti Kerimelerinde olup, bu sırları da Salih kullarına ihsan eder. Nitekim Allah c.c. Kuran-ı Kerimde mümin Suresinin 60. Ayeti Kerime sinde şöyle buyurur: 
Bismillâhirrahmânirrahîm. Udûnî istecib leküm. 
(Bana ibadet ve dua edin ki, karşılığını vereyim). 
Bu Havas ilmiyle amel etmenin bazı şartları olup, bu şartlar yerine getirilmediği sürece yapılan bir amel asla gerçekleşmez.En az 7 şartın yerine getirilmesi lazımdır...! 
Bu mübarek ilmin şartları da şöyledir:
1. Kesin karar
Yapacağın bir amelden hiçbir zaman şüphe etmemek. Çünkü şüphe yapılan bir ameli bozar. Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: 
Üdullâhe ve entüm mûkinûne bil icâbeh. (Allah'a c.c dua ederken kabul olacağına inanarak dua ediniz).
Bu hadisi şerife uyarak, imanı kamil ile amele başlamak ve kalben inanarak Allah'a (Celle Celalüh) yönelmelidir.
2. Sabır etmek
Bıkmadan, yorulmadan, usanmadan, tam sabır ve rabıta ile başlamış olduğun işin muvaffakiyetle neticelenmesine kadar devam etmelidir. Allah Teala hazretleri Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmuştur: 
Yâ eyyühellezîne âmenus birû ve sâbirû ve râbitû vette kullâhe lealleküm tüflihûn. (Ey İman edenler! Sabredin ve sabırlı olma yarışında ileri geçin ve bütün varlığınızla Allah c.c. a bağlanınız. Ve Allah'tan korkun ki, kurtuluşa erişesiniz. Sure-i Al-i İmran, Ayet 200).
Çünkü çalışan amacına ulaşır ve her çalışanında bir nasibi vardır. Peygamber efendimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: 
Men sabera zafera. (Sabır eden zafer bulur).
3. Sır saklamak
Ne yapacağını ne okuduğunu veya üzerinde çalıştığın bir işi hiç kimseye söylememek ve sezdirmemek lazımdır. Hazreti Muhammed (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: 
İsteînû alâ kadâi havâyiciküm bil kitmân. (Hacetlerinizin husule gelmesi için, sırrınızı saklamakla yardımcı olunuz).
Ameli tenha ve kimsenin görmediği bir mahalde yapmak. Hiç kimseyede şöyle böyle yaptım yahut da şunları bunları yaparım deme! Hazreti Ömer r.a. efendimizin; "Sırrını saklayan kendinden emin olur" sözü meşhurdur.
4. Müttaki olmak
Elden geldiğince Manevi yolda yükselmek ve başarıya ulaşmak takva ile olur ki, Cenab-ı Hak, Taha Suresi'nin 132. Ayeti Kerimesinde: 
Vel âkibetü littakvâ. (Güzel akıbet takva ile elde edilir).
diye buyurmuştur. Bunlarda haram yememek, helal yiyip içmek, gıybetten kaçınmak ve gıybet etmemek, yalan söylememek, sıdka ve nasihate önem vermek, kötü gözle bakmamak, insanlara eziyet etmemek ve eziyete dayanmak, insanlara şefkat ve merhametle bakmaktır.
5. Acele etmemek
Yapacağın bir ameli acele etmeden huzuru kalp ile yapmak, zihnindeki bütün düşüncelerden (Aile, mal, sevinç, korku, üzüntü vb.) uzak olup, kuvvetini himmetini, iradeni ve arzunu bir noktada topla ki, muradın hasıl olsun. Yaptığın işi severek ve isteyerek yap. Alelade baştan savma yapılan işlerden hayır gelmez.
6. Temiz olmak
Devamlı taharet üzere olmalı, bedenin, elbisen ve olduğun yer, hele hele kalbinin temizliğine çok dikkat et.
7. İcazetli Olmak
Bu işi yapan kişinin gerçek bir evliyadan, ilmi ledünde tasarruf sahibi bir Allah c.c dostundan icazetli (İzinli) olması şarttır 
(MEDYUM, BABA OCAĞI, CİNCİLERDEN vs... İCAZET ALINAMAZ; ÇÜNKÜ ONLARIN KENDİLERİNE HAYRI YOKTUR). 
İcazetsiz kişi babasız çocuk gibidir. Yani manevi devletin arkanda olması şarttır yoksa 
HEM YAPTIĞIN İŞ NETİCELENMEZ HEM DE İBLİSLERİN ELİNE DÜŞER YEM OLURSUN NEUZUBİLLAH, ALLAH C.C KORUSUN
8. Teşhis etmek
Bir kimseye şeriat edepleri dahilinde muhabbet, celp, tefrik, taslit, irsali hatif, davet, hastalandırmak (ZULÜM İÇİN DEĞİL ZALİME HADDİNİ BİLDİRMEK İÇİNDİR AKSİ HALDE YAPANA AĞIR DİYET ÖDETİRLER), hastayı iyileştirmek veya buna benzer ameller yapmak istediğin zaman o kişinin rengini, suretini, boyunun uzunluğu ve kısalığını yaşlı veya genç olduğunu teşhis (Tanımak) edersin. Şayet bunları bilmiyorsan, o kişinin annesi ismiyle yazarsın. Annesinin ismini de bilmiyorsan Havva olarak kabul eder ve yazarsın. Teşhis isim vermekten daha tesirli olup, daha da tesirlisi teşhis ve isimleri beraber kullanmaktır.
9. Riyazetli olmak, 
GEREKİRSE ORUÇLU OLMAK
Hayvan eti ve hayvandan çıkan süt, bal, yumurta ayrıca soğan, sarımsak veya bunlara benzer kokusu kötü olan gıdalar yememek, midenin de boş veyahut da gereğinden fazla tıka basa tok olmaması lazımdır.
10. Himmetli olmak
Yüce şeyleri sefil işler için alet etme! Zira Hak Teala hazretleri Bakara Suresi'nin 41. Ayeti Kerimesinde şöyle buyurmuştur: 
Velâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ. (Benim Ayetlerimi az bir bahaya satmayın).
Allah Teala'nın Ayetlerini kötü işlerde ve kötü niyetlerde kullanmayınız!
11. Amel zamanını bilmek
Yapılacak amelin gününü ve saatini iyi tayin edip, gezegenlerin özelliklerine göre yapmak, gerekli tütsü ve drogları. Ayrıca amel günü menkut (Noktalanmış) gün olmamalıdır. Her Arabi ayın, 3. 5. 13. 16. 21 . 24. ve 25. günleri menkut günlerdir. Hayırlı amellerini bu menkut olan günlerde yapma! Hayırlı ameller Kamerin nurunun ziyade olduğu günlerde, şer ameller ise Kamerin muhaka olduğu (Her Arabi ayın son üç gecesi) günlerde yapılır.
12. Kıbleye yönelmek
Bir amel yaparken kıbleye doğru yönelerek yazmak. Yazıları aslına göre düzenlemek ve yerine koymak. Yazılan isim veya Ayeti Kerime ise geride olan bir kelimeyi veyahut da harfi öne, önde olan bir kelimeyi veya harfi de geriye almamalıdır. Ayrıca yazınında çok güzel olması lazımdır. Yazılan vefk ise vefkin hane sırasına göre rakam veya harfleri yerine koymak, rakamları veya harfleri güzel yazmak ve vefkin hanelerini eşit olarak çizmek lazımdır.
13. Salavat-ı şerife getirmek
Her amelden önce ve sonra Hazreti Muhammed (s.a.v.) e Salavat-ı şerife getirmek. Peygamber efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: 
Edduâ beynes salâteyni aleyye lâ yüraddü. 
(İki salavat arasında yapılan dua geri çevrilmez).
Şu mübarek Salavat-ı şerife çok faziletlidir: 
Allâhümme salli alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammed in nebiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim. Adede halkıke ve ridâe nefsike vezinete arşike ve midâde kelimâtik.
14. İstihare
Her amelden önce İstihare yaparsan, yapacağın işte basiretli olursun. İstiharenin yapılışı şöyledir: İki rekat namaz kılarsın. Birinci rekatta Fatiha ile Kafurun suresini, ikinci rekatta Fatiha ile İhlas suresini okuyup, selam verdikten sonra, şu İstihare duasını 3, 5, veya 7 defa okursun. Okunacak İstihare duası budur: 
Allâhümme innî estehîrüke bi ilmike ve estakdirüke bi kudretike ve eselüke min fadlikel azîm. En tübeyyene lî âkibeti emrî (fişşey-i el fülani ve yezküru haceti) Parantez içindeki yazılı ibarede hacet her ne ise içinden geçirirsin. Fein kâne hayran fe eşrahlehü sadrî ve veffiknî li amelihi ve in kâne şerran fasrifhü annî vasrifnî anhü inneke alâ külli şeyin kadîr. 
Kalbinde ferahlık ve huzur bulursan yapacağın ameli başaracağına ve de muradına ereceğine inanarak yaparsın. Şayet ruhun daralırsa bırakırsın. Israr edersen senin zararına olur. İstihare tam uyanık bir şekilde ve kalpten Allah Teala'nın kudretine inanarak olmalıdır. Çünkü gerçekleri ve akibeti bilen yalnız O'dur.
15. Ruhanileri hakir (AŞAĞILIK) işlerde kullanmamak
Ruhanileri hakir ameller için kullanmak istersen, onlara hakaret etmiş ve aşağılamış olursun. Ruhaniler şeriata göre hareket ettiklerinden dolayı şüpheli olan hiçbir ameli yapmazlar. Onları şeriata aykırı olan işlerde sakın kullanmaya kalkma YOKSA MADDİ VE MANEVİ AĞIR DİYET ÖDETİRLER! Ayrıca istenen her olur olmaz haceti de Ruhanilere sorma!

16. Azimetleri ezberlemek

Ruhaniyetlere okuyacağın Azimetleri de çok iyi ezberlemeli ve okurken orijinal Kuran Diliyle okumalıdır aksi halde anlamları ve manevi etkisi tersine döner ve zarardan, şeytanları başınıza toplayıp kendinize, ailenize musallat etmekten başka bir şey elde edemezsiniz... Azimeti kitaptan veya levha üzerinden okumak yeterli değildir. Çünkü kalbin yazı ile iştigal olup, gerekli olan huşu gider. Buda erkanların en gereklisi olan teveccühü ortadan kaldırır.

17. Amelin yapılışı

Yapacağın bir amelde levha üzerine yazman gerekirse, yazıyı demirden bir mil ile levha üzerine nakşedersin. Kağıt veya deri üzerine ise kamış ile yazarsın. Kamışın ucunu yontacağın zaman üç defa: 

Âhin, deyip Talak Suresi'nin 3. Ayeti Kerimesi olan şu Ayeti Kerime'yi: 

Ve men yetevekkel alellâhi fe hüve hasbühü innallâhe bâliğu emrihi kad cealallâhü li külli şeyin kadrâ.

okursun. Kamışın ucunu kestikten sonra kamışı eline alıp: 

Kataatü kalemî li ecli ameli kezâ ve kezâ.

dersin. Maksadın her ne ise onu söylersin. Bu şartlardan sonra Ebced hesabını, yirmi sekiz 28 harfin anasırını, harflerin nurani ve zülmanisini, anasırın tabiatlarını, birbirine dost ve düşmanlığını, gezegenlerin özelliklerini, dost ve düşmanlığını, harflerini, buhurlarını, ayrıca said ile nahıslığını, sonra burçların özelliklerini, dost ve düşmanlığını, kamerin menzillerini, kamerin hangi burçta bulunduğunu, güneşin hangi burçta olduğunu bilmelisin ki vakitlerin sırları zuhur etsin. İnşallah kafidir vesselam... Ek bölüm olarak...

HAVAS İLMİ'NDE ŞER’İ TEVESSÜLÜN ŞARTLARI

Havas ilminde; Peygamberleri a.s, Allah c.c dostlarını r.a istenilen şey için vesile kılarken ve ruhanileri çağırıp onlardan bir şey isterken aşağıdaki şartlar dahilinde olması şarttır.Okunan dua veya azimetin manasının bilinmesi bu açıdan çok önemlidir yoksa bilmeden kaş yapayım derken göz çıkarılması an meselesidir aman dikkat... 

“İnsanların çoğu tevessülün hakikatini anlamakta hata etmektedirler. Bu nedenle doğru bir tevessülün anlaşılması gereken şeklini açıklayacağız. Bu konuya girmeden bu doğruları belirtelim; 

Birincisi; 

Niyetin mutlaka edep dışı bir şey olmamasıdır ve Muhakkak ki tevessül duanın yollarından sadece biridir, Allah Sübhanehu ve Teala’ya yönelmenin / teveccühün kapılarından bir kapıdır. Hakiki ve asıl maksat sadece Allah Sübhanehü ve Teala’dır. Kendisi vesile yapılan kişi sadece Allah Sübhanehu ve Teala’ ya yaklaşmak için vasıta ve vesiledir. Kim bunun dışında bir şekilde inanırsa şirk koşmuş olur. 

İkincisi; 

Bu vasıta ile tevessül yapan kişi tevessülü ona olan muhabbeti ve onu Allah Sübhanehü ve Teala’nın o vasıtayı (aracıyı) sevdiğine inandığı içindir. Şayet bunun zıttı o kişide ortaya çıksa tevessül yapan kişi o vasıtadan en uzak olan olanı ve onun bu hallerini çirkin görmekle insanların ona karşı en şiddetlisi kesilir. 

Üçüncüsü; 

Şayet tevessül yapan kişi / mütevessil, kendisini Allah Teala’ya vesile kıldığı kişinin Allah Teala gibi veya ondan düşük bir durumda kendi başına fayda ve zarar vereceğine inansa şirke girer. 

Dördüncüsü; 

Tevessül (dini açıdan illa da) lazım /gerekli ve zaruri bir emir değildir. Duaya olan icabet de tevessüle bağlı değildir. Asıl olan Allah Teala’ya mutlak duadır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır; “ Kullarım benden sana sorduklarında; ben onlara çok yakınım” “ Deki; İster Allah diye ister Rahman diye dua edin her ne ile dua ederseniz, güzel isimler onun içindir.” 

Beşincisi ; 


Ruhanileri çağırıp onlardan bir şey istemeden önce mutlaka yukarıdaki adaba uymalı ve onları da yaratanın ve o özellikleri kendilerine verenin Allah-u Teala c.c olduğunu asla unutmamalıdır. Bunun için azimet gibi bir şey okunacağı zaman evvela Fatiha, İhlas, Salavatı usulüne göre okuyup Cenab-ı Allah'a c.c maruzatımız neyse duamızı etmeli ve o ruhanilerin bize bir vesile olarak yardımcı olmalarını da istemeliyiz çünkü bize ulaşan her nimet mutlaka bir vesileler, sebepler dairesinde Allah'ın c.c izni ve inayetiyle ulaşır. 
Günlük hayatımızda da resmi yada gayri resmi bir işimiz olduğu zaman aynı edebi gözetmemiz şarttır. 


MESELA ; 

Nasıl resmi makamdaki bir görevliyle işimiz olduğunda ona müracaat edip işimizin yapılması için talepte bulunuyorsak RUHANİLERLE olan irtibat sebebi de bunun gibidir.Bunu şirkle karıştıranlar eğer dünya işlerinde de Allah'a c.c dua etmeden işleri için bir görüşme yapmaya gidip o işin yapılabilmesi için gerekli kişilerle görüşüp yalnız onlardan medet umuyorlarsa yani ;yukarıdaki TEVESSÜL şartlarına uymazlarsa asıl onların kendileri kendi iddialarına göre yine şirktedirler de haberleri yoktur...

KISACASI BU KONULARIN MADDİ MANEVİ, RUHANİ YADA BEŞERİ DİYE BİR AYIRIM ŞEKLİ YOKTUR... USUL OLMADAN VUSUL OLMAZ VESSELAM...

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...