20 Eylül 2014

DÜNYAMIZ VE GEZEGENLER



DÜNYAMIZ VE GEZEGENLER
DüNyamıZ Ve Gezegenler




MEHMET AKİF ERSOY ŞİİRLERİ



MEHMET AKİF ERSOY ŞİİRLERİ

  • Mehmet Akif Ersoy - şiirler - Yayın Tarihi: 9.4.2004 Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat Yasal Uyarı: Bu ekitap, bilgisayarınıza indirip kayıt etmeniz ve ticari olmayan kişisel kullanımınız için yayınlanmaktadır. Şiirlerin kopyalanması, gerçek veya elektronik ortamlarda yayınlanması, dağıtılması Türkiye Cumhuriyeti yasaları ve uluslararası yasalarla korunmaktadır ve telif hakları temsilcisinin önceden yazılı iznini gerektirir. Bu doküman Antoloji.Com tarafından yayınlanmıştır. Antoloji.Com tüm bölümleriyle, Fikir ve Sanat Eserleri Yasası'na %100 uygun olarak yayın yapmaktadır.
  • Mehmet Akif Ersoy (1873 - 1936) İstanbul'da doğdu, 27 Aralık 1936'da aynı kentte öldü. Bir medrese hocası olan babası doğumuna ebced hesabıyla tarih düşerek ona 'Rağıyf' adını vermiş, ancak bu yapma kelime anlaşılmadığı için çevresi onu 'Âkif' diye çağırmıştır. Babası Arnavutluk'un Şuşise köyündendir, annesi ise aslen Buharalı'dır. Mehmed Âkif ilköğrenimine Fatih'te Emir Buharî mahalle mektebinde başladı. Maarif Nezareti'ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi'ni bitirdi. Bunun yanı sıra Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi. Rüştiye'de 'hürriyetçi' öğretmenlerinden etkilendi. Fatih camii'nde İran edebiyatının klasik yapıtlarını okutan Esad Dede'nin derslerini izledi. Türkçe, Arapça, Farsça, ve Fransızca bilgisiyle dikkati çekti. Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı. Edebiyat hocası İsmail Safa'nın izinden giderek yazdığı mesnevileri şair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle karşıladı. Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı. 1889'da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te birincilikle bitirdi. Ziraat Nezareti (Tarım Bakanlığı) emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurma olanağı buldu. İlk şiirlerini Resimli Gazete'de yayımladı. 1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık etti. 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin edildi. İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayımlamadı. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Eşref Edip'in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürreşad dergilerinde sürekli yazılar yazmaya, şiirler ve çağdaş Mısırlı İslam yazarlarından çeviriler yayımlamaya başladı. 1913'te Mısır'a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüşte Medine'ye uğradı. Bu gezilerde İslam ülkelerinin maddi donatım ve düşünce düzeyi bakımından Batı karşısındaki zayıflıkları konusundaki görüşleri pekişti. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti. Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi'nde kitabet ve Darülfununda edebiyat dersleri vermeye devam etti. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti. I. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli örgütü olan Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanlar'ın eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı. Çanakkale Savaşı'nın akışını Berlin'e ulaşan haberlerden izledi. Batı uygarlığının gelişme düzeyi onu derinden etkiledi. Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında profesör İsmail Hakkı İzmirli'yle www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • birlikte Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül -Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi. Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan ulusal direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı. İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebillürreşad dergisi Kastamonu'da yayımlanmaya başladı ve Mehmed Âkif bu vilayette halkın kurtuluş hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü. Nasrullah Camii'nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı. Burdur mebusu sıfatıyla TBMM'ye seçildi. Meclis'in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921'de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi. Sakarya zaferinden sonra kışları Mısır'da geçiren Mehmed Âkif, laik bir Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması üzerine Mısır'da sürekli olarak yaşamaya karar verdi. 1926'dan başlayarak Camiü'l-Mısriyye'de Türk dili ve edebiyatı müderrisliği yaptı. Bu gönüllü sürgün yaşamı sırasında siroz hastalığına yakalandı ve hava değişimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya birer gezi yaptı. Yurdunda ölmek isteği ile Türkiye'ye döndü ve İstanbul'da öldü. Mehmed Âkif'in 1911'de 38 yaşında iken yayımladığı ilk kitabı Safahat bağımsız bir edebi kişiliğin ürünüdür. Bununla birlikte kitabın Tevfik Fikret'ten izler taşıdığı görülür. Fransız romantiklerinden Lamartine'i Fuzuli kadar, Alexandre Dumas fils'i Sâdi kadar sevdiğini belirten şair, bütün bu sanatçıların uğraşı alanlarına giren 'manzum hikâye' biçimini kendisi için en geçerli yazı olarak seçmiştir. Ancak, sahip olduğu köklü edebiyat kaygusu onun yalınkat bir manzumeci değil, bilinçle işlenmiş ve gelişmeye açık bir şiir türünün öncüsü olmasını sağlamıştır. Mehmed Âkif'in düşünsel gelişiminde en belirleyici öğe onun çağdaş bir İslamcı oluşudur. Çağdaş İslamcılık, Batı burjuva uygarlığının temel değerlerinin İslam kaynaklarına uyarlı olarak yeniden gözden geçirilmesini, Batı'nın toplumsal ve düşünsel oluşumuyla özde bağdaşık, ama yerel özelliklerini koruyan güçlü bir toplum yapısına varmayı öngörür. Bu görüşe koşut olarak Mehmed Âkif'in şiir anlayışı Batılı, hatta o dönemde Batı'da bile örneklerine az rastlanacak ölçüde gerçekçidir. Kafiyenin geleneksel Osmanlı şiirinde bir bela olduğunu savunan, resim yapmanın yasak sayılmasının, somut konumların betimlenmesini aksattığı ve bu yüzden şiirin olumsuz etkiler altında kaldığı görüşünü ileri süren Mehmed Âkif, Fuzuli'nin Leylâ vü Mecnûn adlı yapıtının plansız olduğu için yeterince başarılı olamadığını dile getirecek ölçüde çağdaş yaklaşımlara eğilimlidir. Konuşma diline yaslandığı için kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirleri biçime ilişkin titiz bir tutumun örnekleridir. Hem aruzdan doğan bağların üstesinden gelmiş, hem de şiirin bütününü kapsayan bir iç musiki düzenini gözetmiştir. Dilde arılaşmadan yana olan tutumunu her şiirinde biraz daha yalın bir söyleyişi benimseyerek somutlukla ortaya koymuştur. Mehmed Âkif geleneksel edebiyatın olduğu kadar, Batı kültürünün değerleriyle etkileşimi kabul eder, ancak Doğu'ya ya da Batı'ya öykülenmeye şiddetle karşı çıkar. Çünkü her edebiyatın doğduğu toprağa bağlı olmakla canlılık kazanabileceği ve belli bir işlevi yerine getirmedikçe değer taşımayacağı görüşündedir. Gerçekle uyum içinde olmayı herşeyin üstünde tutar. Altı yüzyıllık seçkinler edebiyatının halktan uzak düştüğü için bayağılaştığına inanır. İçinde yaşanılan toplumun özellikleri göz önüne alınmadan Batılı yeniliklere öykünmenin doğrudan doğruya edebiyata zarar vereceği, 'edebsizliğin başladığı yerde edebiyatın biteceği' anlayışına bağlı kalarak 'sanat sanat içindir' görüşüne karşı çıkmış, 'libas hizmetini, gıda vazifesini' gören bir şiiri kurma çabasına girişmiştir. Bu yüzden toplumsal ve ideolojik konuları şiir ile ve şiir içinde tartışma ve sergileme yolunu seçmiştir. Bütün çıplaklığıyla gerçeği göstermekteki amacı okuyucusunu insanların sorunlarına yöneltmektir. Bu kaygıların sonucu olarak yoksul insanların gerçek çehreleriyle yer aldığı şiirler Türk edebiyatında ilk kez Mehmed Âkif tarafından yazılmıştır. Mehmed Âkif şiirinin yaşadığı dönemde ve sonrasında önemini sağlayan gerçekçi tutumudur. Bu şiirde düş gücünün parıltısı yerini gözle görülür, elle tutulur bir yapıya bırakmıştır. Şairin nazım diline bu dilin özgül niteliğini www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • bozmaksızın elverişli olduğu gelişmeyi kazandırması, aruz veznini yumuşatmayı, başarmasıyla mümkün olmuştur. Bu aynı zamanda Türkçe'nin şiir söylemedeki olanaklarının ne ölçüde geniş olduğunu göstermesi demektir. Söz konusu dönemde her şairin dili kişisel bir dil kurma adına dar bir vadiye sıkışmak zorunda kalmıştı. Mehmed Âkif dilin toplumsal kimliğini öne çıkarmış, üslupta öz günlük ve kişiselliğe ulaşmıştır. Yenilikçi bir şair olarak, yaşadığı dönemde görülen ölçüsüz yenilik eğiliminin bozucu etkilerine, ölçüsü işleviyle bağlantılı bir şiir kurmak suretiyle sınır çekmeye çalışmıştır. Eserleri: Safahat, 1911; Süleymaniye Kürsüsünde, 1911; Hakkın Sesleri, 1912; Fatih Kürsüsünde, 1913; Hatıralar, 1917; Âsım, 1919; Gölgeler, 1933. www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Atiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak... Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak. Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle. İmânı olan kimse gebermez bu ölümle: Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.' Davransana... Eller de senin, baş da senindir! His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin? Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin. Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz? Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz? Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın? Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın! Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan. Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk! Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk! Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın? Ye's öyle bataktır ki; düşersen boğulursun. Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar; Me'yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez... En korkulu câni gibi ye'sin yüzü gülmez! Mâdâm ki alçaklığı bir, ye's ile sirkin; Mâdâm ki ondan daha mel'un daha çirkin Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman, Nevmid olarak rahmet-i mev'ûd-u Hudâ'dan, Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma; Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma! Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş... Sesler de: 'Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş! ' Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından, Tek kol da demiyor bir tarafından! Sâhipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır. Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar... Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var. Feryâd ile kurtulması me'mûl ise haykır! Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır! 'İş bitti... Sebâtın sonu yoktur! ' deme, yılma. Ey millet-i merhûme, sakın ye'se kapılma. 14 Mart 1913 Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Ayrılık Hissi Nasıl Girdi Sizin Beyninize? Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam, Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam, Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize? Birbirinden muteferrik bu kadar akvamı, Aynı milliyetin altında tutan islam'ı, Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir. Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir... Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez.. Son siyasetse bu! Hiç böyle siyaset yürümez! Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan; Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan. Siz bu davada iken yoksa, iyazen-billah, Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah. Diye dursun atalar: 'Kal'a içinden alınır.' Yok ki hiç bir kişiden... Millet-i merhume sağır! Bir değil mahvedilen devlet-i islamiyye... Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye. Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez; Toplu vurdukca yürekler, onu top sindiremez. Bırakın eski hükümetleri meydandakiler Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer. işte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti! işte Irak'ı da taksim ediyorlar şimdi. 30 Muharrem 1331 27 Kanunuevvel 1328 1913 Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Azmine Sarıl Ye's öyle bir bataktır ki, Düşersen boğulursun Azmine sarıl sımsıkı Bak ne olursun Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Bir Gece On dört asır evvel yine bir böyle geceydi Kumdan ayınon dördü bir öksüz çıkıverdi Lakin o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler Halbuki kaç bin senedir bekleşmedelerdi Nerden görecekler göremezlerdi tabi Bir kere zuhur ettiği çöl en sapa yerdi Bir kere de ma'mure-i dünya ozamanlar Buhranlar içindeydi bugünden de beterdi Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin Salgındı bugün Şark'ı yıkan tefrika derdi Derken büyüyüp kırkına gelmişti ki öksüz Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi Bir nefhada kurtardı insanlığı o masum Bir hamlede kayserleri kisraları serdi Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi Zulmün ki, zeval akılına gelmezdi, geberdi Alemlere rahmetti evet şerr-i mübini Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi Dünya neye sahipse onun vergisidir hep Medyun ona cemiyeti medyun ona ferdi Medyundur o masuma bütün bir beşeriyyet Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Birlik Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz. Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz; Düşer mi tek taşı sandın harim-i namusun, Meğer ki harbe giden son nefer şehid olsun. Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa, Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa, Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar Taşıp da kaplasa âfakı bir kızıl sarsar, Değil mi cephemizin sinesinde iman bir; Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir; Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz, Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz! Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • birlik bağı Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile Alem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile Kaç hakiki müslüman gördümse hep makberdedir Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir Varsa şayet söyleyin bir parçık insafınız Böyle kansızmıydı haşa kahraman eslafınız Böyle düşmüşmüydü herkes ayrılık sevdasına Benzeyip şirasesiz bir mushafın eczasına Hiç görülmüşmüydü olsun kayd ı vahdet tarumar Böyle olmuşmuydu millet can evinden rahnedar Böyle açlıktan bogazlarmıydı kardeş kardeşi Böyle adetmiydi bi perva yemek insan leşi Irzımızdır çiğnenen evladımızdır doğranan Hey sıkılmaz ağlamassan bari gülmekten utan Kurt uzaklardan bakar dalgın görürmüş merkebi Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi Lakin aşk olsunki aldırmazda otllarmış eşşek Sanki tavşanmış gelen yahud kılıksız köstebek Kar sayarmış bir tutam fazla olsun yutmayı Hasmı derken çullanırmış yutmadsan son lokmayı Bir hakikattır bu bildiğin usluba sok Halimiz merkeple kurdun aynı asla farkı yok Burnumuzdan tuttu düşman biz boğaz kaynındayız Bir bakın halamı hala ihriras ardındayız Saygısızlık elverir bir parça olsun arlanın Vakti çoktan geldi hem geçmektedir arlanmanın Davranın haykırmadan nakus-u izmihlaliniz Öyle bir buhrana sapmıştırki zira haliniz Zevke dalmak şöyle dursun vaktiniz yok mateme Davranın zira gülünç olduk aleme Bekleşirken gökte yüzbinlerce ervah intikam Yerde kalmış naşa benzer kavm için durmak haram Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yokmudur Yoksa istikbalinizden korkulur pek korkulur Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Bülbül Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım; Nihâyet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım. Şehirden kaçmak isterken sular zâten kararmıştı; Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı. Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl... Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl. Muhitin hâli 'insâniyyet'in timsâlidir, sandım; Dönüp mâziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım! Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd, Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd, O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu: Ki vâdiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu. Ne muhrik nâğmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi: Ağaçlar, taşlar ürpermişti, güyâ Sur-ı Mahşerdi! -Eşin var, âşiyânın var, baharın var, ki beklerdin; Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin? O zümrüd tahta kondun, bir semâvi saltanat kurdun; Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun. Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen, Gezersin, hânumânın şen, için şen, kâinâtın şen. Hazansız bir zemin isterse, şâyed ruh-ı ser-bâzın, Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkum-ı pervâzın, Değil bir kayda, sığmazsın -kanatlandın mı- eb'ada; Hayâtın en muhayyel gâyedir ahrâra dünyâdâ. Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır? Niçin bir damlacık göğsünde bir umman huruşandır? Hayır, mâtem senin hakkın değil...Mâtem benim hakkım: Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım! Teselliden nasibim yok, hazân ağlar bahârımda: Bugün bir hânumansız serseriyim öz diyârımda! Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı, Serâpâ Garb'a çiğnettim de çıktım hak-i ecdâdı! Hayâlimden geçerken şimdi; fikrim hercümerc oldu, Selâhaddin-i Eyyubi'lerin, Fâtih'lerin yurdu. Ne zillettir ki: Nâkuus inlesin beyninde Osmân'ın; Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın! Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâb olsun; O kudretler, o satvetler harâb olsun, turâb olsun! Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın; Şenâ'atlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan'ın; Ne haybettir ki: Vahdet-gâhı dinin devrilip, taş taş, Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş! Yıkılmış hânumanlar yerde işkenceyle kıvransın; Serilmiş gövdeler, binlerce, yüzbinlerce doğransın! Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem... Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • canan yurdu Eyvah! sevgilininyurdu ıssız kalmış Ayak bastığı heryer kırgın bir mezar olmuş İçindeki ahenk uçmuş da Ses seda kalmamış yuvada Yer yer gömülü durur emeller Sanki kıyamet gününü beklerler... Ya rab! niye böyle bir yığın toprak Olmuş yatıyor o temiz saha? Ya rab! niçin o parıltı ortada yok? Ya rab! niçin uzayıp gitmekte bu gölge? Ya rab! sevgilinin yuvası üzerine Gerilmiş bu kat kat aydınlık perdesinin anlamı ne? Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Cenk marşı ey sürüden arkaya kalmış yiğit arkadaşın gitti haydi sen de git bak ne diyor ceddi şehidin işit haydi git evladım uğurlar ola haydi git evladım açıktır yolun zalimlere karşı bükülmez kolun bayrağı çek ön safa geçmiş bulun uğurun açık olsun uğurlar ola. eşele bir yerleri örten karı ot değil onlar dedenin saçları dinle şehit sesleridir rüzgarı haydi git evladım uğurlar ola haydi git evladım açıktır yolun zalimlere karşı bükülmez kolun bayrağı çek on safa geçmiş bulun uğurun açık olsun uğurlar ola haydi levent asker uğurlar ola yerleri yırtan sel olup taşmalı dağ demeyip taş demeyip aşmalı sende ki coşkunluğa er şaşmalı kahraman askerim uğurlar ola haydi git evladım açıktır yolun zalimlere karşı bükülmez kolun bayrağı çek ön safa geçmiş bulun haydi levent asker uğurlar ola haydi git evladım uğurlar ola. Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Çanakkale Şehitlerine Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşına da, Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm. Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi; 'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi. Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek. www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? 'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. 'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber. Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Durmayalım Sa'di diyor ki: 'Bir gece biz kervan ile Ağır ağır gitmekte iken yolumuz düştü bir çöle. Hızla geçmek için o korkutucu ıssız çölü, Bütün yolcular istirahati feda ederek, Gitmektelerdi.Bir aralık bende yürümeye güç Hiç kalmamış ki düşmüşüm artık uykuya yenik. Avare bir yolcuyu bekler mi kafile? Çaresiz yola devam edecek varıncaya dek konak yerine. Bir de uyandım ki başucuma dikilmiş bir deveci şunları söylemekte: 'Kalk ey zavallı yolcu, uzaklaştı kervan! Uykum benim de yok değil ama bu çöl, İstirahat yeri olurmu ki bin türlü korku var? Varmak istediği yere varıp durmayıp giden; Yoktur kurtuluş ümidi bu çöller geçilmeden. Yazık ki yolda böyle düşen uyku derdine, Hep yolcular gider de kalır kendi kendine! ' Gerçi olayın kendisi önemsizdir, bunda haklısın, ancak düşün: İnsaflı ol, bundan başka hikmet dolu bir prensip varmı bugün? Varmak istersen -diyor Sa'di eğer maksada, Tuttuğun yollar hiç bitmeyecek gibi olsada; Yola devam et, durmayıp git, yolda kalmaktan sakın! Azim sahibi insan için neymiş uzak, neymiş yakın? Hangi güçlüktür ki gayrete gelince kolaylaşmasın? Hangi korkunç şey varki insandan korkmasın? Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Edirne Edirne kal'asıdır gördüğün hisar-ı mehib Şu zirvesinde biten simsiyah ağaç da salib Murad-ı evveli koynunda gezdiren tepeler Nasıl rüku ediyor Ferdinand'a bak bu sefer Bizim midir sanıyorsun şu yükselen bayrak? Çeken Savof, Lala Şahin değil kuzum, iyi bak Edirne! İşte o islamın ahenin suru Edirne! İşte o şarkın cebin-i mağruru İkinci aşr-ı tealisi Al-i Osman'ın Birinci mevki-i feyyazı belki dünyanın Edirne! İşte o şarkın demir kilidi Sefil ayakları altında Bulgar'ın şimdi Muzaffer ordusu hakkıyla(!) intikam alıyor Kadın, kız, çoluk, çocuk, erkek ne bulsa parçalıyor Bu katliama da razıyım ihtiram olsa Harim-i dini de geçtik harim-i namusa Şu dört minareli cami ki yoktu hiçbir eşi Ki parlıyordu hilalinde sanatın güneşi Salibi sineye çekmiş de bekliyor.Nevmid Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Eser Bir insan öldümü ondan kalacak eseri, Bir eşek göçtümü ondan da nihayet semeri. Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • fatih Camii Eğildi sonra o dağlar huzurunda ALLAH'ın Kapandı secdeye sonra korkusuyla ALLAH'ın İnayetiyle ALLAH kaldırınca herbirini Semaya doğru o dağlar da açtı ellerini O anda yüreklerden öyle dehşetli bir feryat koptu Ki ruhum sonsuza dek hatırlayacak bunu! Kesildi bir aralık inleyen hüzünlü sesler... Ne oldu Arş'a kadar yükselen o yanıp yakılmalar, O coşku içindeki iman? Evet! çağlayarak işte rahmeti ALLAH'ın... Bütün yüreklere serpildi kubbeden bir ruh güvenmenin, huzurun ruhu... Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Fatih Kürsüsünde seçmeler Birinci zumreyi teskil eden zavalli avam, | AVAM: Halktan ilmi irfani Biraksalar devam edecek tatli uykusuna devam. | az olan kimse | Bugun nasibini yerlestirince kursagina; | 'Yarin' nedir? Onu bilmez, yatar donup sagina. | | Yikilsa ars-i hukumet, tikilsa kabre vatan, | KABR: Mezar Vazifesi degil; cunku 'hepsi Allah'tan! ' | | Ne hukmu var ki, esasen yalanci dunyanin? | Olurse, yan gelip yatacak cennetinde Mevla'nin. | | Fena kuruntu degil! Ben derim, sorulsa bana: | 'Kabul ederse cehennem ne mutlu, amca, sana! ' | | .......... | | ikinci zumreyi teskil eden cemaat ise, | Hayata kuskun olandir ki: saplanip ye'se, | YE'S: Umitsizlik | 'Selametin yolu yoktur... Ne yapsalar bosuna! ' | Demis te hirkayi cekmis butun butun basina. | | Bu turlu bir hareket mahz-i kufr olur, zira: | MAHZ: Sirf, katiksiz Talepte amir olurken bir ayetinde Huda; | | Buyurdu: 'Kesmeyiniz ruh-u rahmetimden umid; | NEFHA: Guzel koku Ki musrikin olur ancak o nefhadan nevmid.' | NEVMiD: Umitsiz | Bu bir; ikincisi: ye'sin ne olsa esbabi, | ESBAB: Sebebler Onun atalet-i kulliyedir ki icabi, | ATALET: Tembellik ............. | KULLiIE:Tamamiyle Osmanli(yok olusununun hemen oncesi) 'daki 4 zumreden 3.cusu .......... Bu zuppeler acaba hangi cinsin efradi? kadin desen, geliyor arkasindan erkek adi; Hayir, kadin degil; erkek desen, nedir o kilik? Demet demetken o saclar ne muhtasar o biyik? Sadasi baykusa benzer, hirami saksagana; Hulasa, zuppe demistim ya, artik anlasan a! ... Fakat bu kukla herif bir buyuk seciyye tasir, Ki, haddim olmiyarak, 'Aferin! ' desem yarasir. Nedir mi? Anlatayim: oyle bir metaneti var, Ki en savulmiyacak ye'si tek birayla savar. Sinirlerinde teessur denen fenalik yok, www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Tabiatinda utanmakla asinalik yok. Bilirsininiz, hani, insanda bir damar varmis, Ki yuzsuz omak icin mutlaka o catlarmis, Nasilsa 'Rabbim utandirmasin! ' duasi alan, Bu arsizin o damar zaten eksik anlindan! Cebinde gordu mu uc tane cil kurus nazlim, Tokatliyan'da satar mutlaka, gider de calim. Eger dolandirabilmisse istenen parayi; Gorur mahalleli ta karnavaldan maskarayi! Beyoglu'nun o mulevves muhit-i fahisine Dalar gider, takilip bir sefilin pesine. 'Haya, edeb gibi sozler rusum-u fasidedir; Vatanla aile, hatta, kuyud-u zaidedir.' Diyor da hepsine birden kuduzca saldiriyor.. 'Ayip degil mi? ' demissin... Acep kim aldiriyor! Namaz, oruc gibi seylerle yok alis verisi; Mukaddesat ile eglenmek en birinci isi. Duyarsaniz 'kara kuvvet' bilin ki: imandir. 'Kitab-i kohne' de -hasa- Kitab'i Yezdan'dir. Usenmeden ona Kur'ani anlatirsan eger, Su ezberindeki esmayi muttasil geveler: 'Kurun-u maziyeden kalma cansiz evradi Cekerse, dogru mu yirminci asrin evladi? ' Nedir alakasi yirminci asr-i irfanla Bu saklaban herifin? Anlamam ayip degil a! Meta'-i fazli mi varmis elinde gosterecek? Nedir meziyyeti, gorsek de bari ogrensek. Hayir! Mehasin-i Garb'in birinde yok hevesi; Rezail, oldu mu lakin, siaridir hepsi! Butun kebaire (icki, kumar, zina) tiryaki bir kopuk tanirim. -Ne oldu bilmiyorum simdi, sag degil sanirim- Kumar, senaatin aksami, irtikap, icki... Hulasa defter-i a'mali oyle kapkara ki: Yaninda leyl-i cehennem, sabah-i cennettir! 'Utanmiyor musun. Ettiklerin rezalettir! ' www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Denirse kendine, milletlerin ekabirini Sayardi gostererek hepsinin kebairini: 'Filan icerdi... Filan fuhsa munhemikti...' diye Mulevvesatini bir bir rical-i maziye Izafe etmeye baslardi paye vermek icin. 'Peki! Fezaili yok muydu soylediklerinin? ' Diyen cikarsa 'muverrihlik etmedim! ' derdi. Su zuppeler de, bugun ayni ruhu gosterdi. Fransiz'in nesi var? Fuhsu, bir de ilhadi; Kapi$ti bunlari 'yirminci asrin evladi! ' Ya Alman'in nesi var zevki oksayan? Birasi; Unuttu ayrani, ma'tuda dondu kahrolasi! Heriflerin, hani dunya kadar bedayii var: Ulumu var, edebiyyati var, sanayii var. Giden birer avuc olsun getirse memlekete; Doner muhitimiz elbet muhit-i ma'rifete. Kucak kucak tasiyor olmadik mesaviyi; Begenmesek 'medeniyyet! ' diyor; inandik iyi! 'Ne var, biraz da maarif getirmis olsa...' desek Emin olun size 'hammallik etmedim? ' diyecek. .......... Fatih Kursusunde - 1914 Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Gitme Ey Yolcu Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım Elemim bir yüreğin karı değil, paylaşalım Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim, bilmem ki? Öyle dehşetli muhitimde dönen matemki! Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan yatıyor şimdi Nasıl yerlere geçmez insan Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Gönülle Başbaşa Dudakları bir dal ateş, mercan gibi Bakışları masum bir heyecan gibi Yürürken titriyen o narin endamı Pembe bir gül açmış taze fidan gibi Fark edemiyorum gözle gördüğümü Saçlarında bağlı aşkın kör düğümü Bir tatlı rüya mı, bir canlı büyü mü? Elim dokunuyor, fakat yalan gibi... Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Hasta - Bence Doktor, onu siz soyarak dinleyiniz; Hastalık çünkü değil öyle ehemmiyetsiz. Sade bir nezle-i sadriyyemi illet? Nerede? Çocuğun hali fenalaştı son günlerde, Ameliyata çıkarken sınıf on gün evvel, Bu da gelmez mi? Dedim 'Kim dedi, oğlum sana gel? Nöbet üstünde adam kaçmalı yorgunluktan; Hadi yavrum, hadi söz dinle de bir parça uzan.' O zamandan beridir za'fi terakki ediyor; Görünen: bir daha kalkınması artık pek zor; Uyku yokmuş; gece hep öksürüyormuş; ateşin Oluyormuş biraz dindiği - Ben zaten işin, Bir ay evvel biliyordum ne vahim olduğunu Bana ihtara ne hacet, a beyim. Simdi bunu? Maamafih yeniden bakalım dikkatle: Hükmü kat' i verelim, etmeye gelmez acele. - Çağırın hastayı gelsin. - Kapının perdesini, Açarak girdi o esnada düzeltip fesini, Bir uzun boylu çocuk.. Lakin o bir levha idi..! Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedi, Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri. Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri. O şakaklar göçerek cepheyi yandan sıkmış; Fırlamış alnı, damarlarla beraber çıkmış, Bet-beniz kül gibi olmuş uçarak nur-i şebâb; O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bitâb! O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi; Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi! Kafa yük gibi kesilip boynuna, çökmüş bağrı; İki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı. - Otur oğlum seni dikkatlice bir dinleyelim … Soyun evvelce, fakat … - Siz soyunuz yok halim! Soydu bîçâreyi üç-beş kişi birden, o zaman Aldı bir heykeli uryân-i sefalet meydan Yok bu kemik külçesinin dinlenecek bir ciheti: ' Bakmasak hastayı nevmid ederiz belki ' diye; Çocuğun göğsüne yaklaştım biraz dinlemeye: Öksür Oğlum … Nefes al…Oldu, giyin; Bakayım nabzına... A’ la... Sana yavrum, kodein Yazayım, öksürüyorsun, O, keser, pek iyidir… Arsenik hapları al, söylerim eczacı verir. www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Hadi git, kendine iyi bak… - Nasıl ettin doktor? - Edecek yok, çocuk artık yola girmiş, gidiyor! Sol taraftan rienin zirvesi tekmil çürümüş; Hastalık seyr-i tabiisini almış yürümüş. Devri salisteki asarı o mel'un marazin Var tamamıyle, değil hiçbir eksik arazin. Bütün a'raz, sehikiyle, zefiriyle… - Yeter! Hastanın çehresi meydan da! İnsanda meğer Olmasın his denilen şey.. O değil, lakin biz Bunu ' Tebdil-i hava ' derde nasıl göndeririz? Surda üç-beş günü var.. Gönderelim Yolda ölür…. ' Git! ' demek, hem, düşünürsek ne büyük bir zuldür! Hadi göndermeyelim.. Var mı fakat imkanı? Kime dert anlatırız? Bulsan a derdi anlayanı! - Sözünüz doğru, Müdür bey; ne yapıp yapmalı; tek Bu çocuk gitmelidir. Çünkü eminim, pek pek, Daha bir hafta yasar, sonra sirayet de olur; Böyle bir hastayı gönderse de mektep ma'zur. - Bir mübaşşir çağırın. - Buyrun efendim. - Bana bak: Hastanın gitmesi herhalde muvafık olacak. ' Sana tebdil-i hava tavsiye etmiş doktor. Gezmiş olsan açılırsın..' diye bir fikrini sor. ' İstemem! ' de o fakat dinleme, iknaa çalış; Kim bilir, belki de biçare çocuk anlamamış? - Şimdi tebdil-i hava var mı benim istediğim? Bırakın halime artık beni, rahat öleyim! Üç buçuk yıl bana katlandı bu mektep, üç gün Daha katlansa kıyamet mi kopar? Hem ne içün Beni yıllarca barındırmış olan bir yerden. ' Öleceksin! ' diye koğmak? Bu koğulmaktır. Ben, Kimsesiz bir çocuğum nerde gider yer bulurum? Etmeyin sokaklarda perişan olurum! Anam ölmüş babamın bilmiyorum hiç yüzünü; Sanki atideki mevhum refahım giderek, Onu çalkandığı hüsranlar, içinden çekecek! Kardeşim kurduğun amali devirmekte ölüm; Beni göm hurfe-i nisyana, ben artık öldüm! Hangi bir derdim için ağlıyayım, bilmiyorum. www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Döktüğüm yaşları çok görmeyiniz; mağdurum! O kadar sa'y-i beliğin bu sefalet mi sonu? Biri evvelce eğer söylemiş olsaydı bunu, Çalışıp ömrümü çılgınca heba etmezdim, Ben bu müstakbele mazimi feda etmezdim! Merhamet bilmeyen insanlara bak, Yarabbi, Koğuyorlar beni bir sail-i avere gibi! - Seni bir kerre koğan yok, bu sözün pek haksız. ' İstemem yollamayın ' dersen eğer, kal, yalnız.. Hastasın.. - Hem Verem'im! Söyle, ne var saklayacak! - Yok canim, öyle değil… - Öyle ya herkes ahmak, Bırakırlar mi, eğer gitmemiş olsam acaba? Doğrudur gitmeliyim.. Koşturunuz bir araba. Son sınıftan iki vicdanlı refikin koluna Dayanıp çıktı o biçare, sefalet yoluna. Atarak arkaya bir lemba-i lebriz-i elem, Onu teb'id edecek paytona yaklaştı ' Verem'! Tuttu bindirdi çocuklar sararak her yerini, Öptüler girye-i matem dökerek gözlerini; - Çekiver doğruca istasyona …. - Yok, yok, beni ta, Götür İstanbul’a bir yerde bırak ki; guraba, - Kimsenin onlara aldırmadığı bir sırada - Uzanıp ölmeye bir şilte bulurlar orada! Mehmed Akif ERSOY Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Haya Sıyrılmış İnmiş Haya sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki heryerde Ne çirkin yüzler örtermiş meğer o incecik perde Vefa yok, ahde hürmet hiç, lafe-i bi medlul Yalan raiç, hiyanet mültezem, heryerde hak meçhul Ne tüyler ürperir ya rab, ne korkunç inkılab olmuş Ne din kalmış ne iman, din harab, iman türab olmuş Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Hüsran Ben böyle bakip durmayacaktim, dili bagli, Islam'i uyandirmak için haykiracaktim. Gür hisli, gür imanli beyinler, cosar ancak, Ben zaten uzunboylu düsünmekten uzaktim! Haykir! Kime, lakin? Hani sahipleri yurdun? Ellerdi yatanlar, saga baktim, sola baktim; Feryadimi artik bogarak, na'sini, tuttum, Bin parça ettim si'irime gömdüm de biraktim. Seller gibi vadiyi eninim saracakken, Hiç çaglamadan, gizli inen yas gibi aktim. Yoktur elemimden su sagir kubbede bir iz; Inler 'Safahat'imdaki hüsran bile sessiz! Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • İsmi olmayan şiirler 1 'Hurriyeti aldik! ' dediler, gaybe inandik; 'Eyvah, bu bazicede bizler yine yandik! ' Cem'iyyete bir firka dedik, tefrika cikti: Sapsaglam iken milletin erkanini yikti. 'Turan ili' namiyle bir efsane edindik; 'Efsane, fakat, gaye! ' deyip az mi didindik? Kac yurda veda etmedik artik bu ugurda? Elverdi gidenler, aciyin eldeki yurda! istanbul Kanunuevvel 1334 1918 Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • İsmi olmayan şiirler 2 Sabah iskambil atar kahvede, aksam domina... .......... Koylunun bir seyi yok, sihhati, ahlaki bitik; Bak o sirtindaki mintan bile tiftik tiftik. Bir kemik, bir deridir olmedi kaldiysa diri; Nerde evvelki refahin ancak onda biri? Dam cokuk, arsa rehin, bahceyi icra ister; Bir kalem borca bedel faizi defter defter! Hic bakim gormediginden mi nedendir, toprak, Verilen tohmu da inkar edecek, oyle corak, Bire dort aldigi yil koylu emin ol, kudurur: Har vurur bitmeyecekmis gibi, harman savurur. Ugramaz, gun kavusur, citine yahut evine; Sabah iskambil atar kahvede, aksam domine. Muhtasar, gayr-i mufid ilmi kadardir dini; Ne evamir, ne nevahi, secemez hicbirini. Namazin semtine bayramlarda ugrar sade; Hic su gormez yuzunun dusmanidir seccade. Hani, uc bes kisiden fazla musalli arama; Mescid ambarlik eder, baska ne yapsin, imama! Okumak bahsini gec, Cunku o defter kapali, Bir redif zabiti mektepleri debboy yapali, Sitma, fuhus, icki, kumar, turlu fecayi' salgin... Sonra soylenmiyecek sekli de var hastaligin. Bir taraftan bulanir levse hesapsiz namus; Bir taraftan serilir topraga milyonla nufus. .......... ASiM: SAFAHAT-6.Kitap 1919 Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • İsmi olmayan şiirler 3 'Hic bilenle bilmeyen bir olurmu? ' (Kuran-i Kerim) Olmaz ya... Tabii... Biri insan, biri hayvan! Oyleyse <<cehalet>> denilen yuz karasindan Kurtulmaya azmatmeli bastan basa millet. Kafi degilmi, yoksa bu son ders-i felaket? Son ders-i felaket neye mal oldu? Dusunsen: Beynin eriyip yas gibi damlardi gozunden! 'Son-ders-i felaket' ne demektir? Su demektir: Gelmezse eger kendine millet, gidecektir! Zira, yeni bir sadmeye(carpma) artik dayanilmaz; Zira, bu sefer uyku olumdur, uyanilmaz! Coskun, koca bir sel gibi, daim beseriyyet, Mustakbele kosmakta verip seyrine siddet. Daglar, ucurumlar, ona yol vermemek ister... Lakin o, ne yuksek, ne de alcak demez orter! Akvam(kavimler, milletler) o buyuk nehre katilmis birer irmak... Elbet katilir... Hangisi ister geri kalmak? Bizler ki bu muthis, bu muazzam cereyanla Ugrasmaktayiz... Bak, ne kadar cilginiz anla! Ugras bakalim, yoksa isin, hey saskin! Kursun gibi sur'atli, denizler gibi taskin Bir caglayanin menba-i dehhasina(gayet dehsetli) dogru Tirmanmaya benzer, yuzerek, baska degil bu! Ey katre-i avare(zavalli damla) , bu cusun, bu hurusun Ahengine uymazsan, emin ol, bogulursun! Yillarca, asirlarca suren uykudan artik, Silkin de muhitindeki zulmetleri yak, yik! Bir baksana: gokler uyanik, yer uyaniktir; Dunya uyanikken uyumak maskaraliktir! Eyvah! Bu zilletlere sensin yine illet... Ey derd-i cehalet, sana dusmekte bu millet, Bir hale getirdin ki, ne din kaldi, ne namus! Ey sine-i islam'a coken kapkara kabus, Ey hasm-i hakiki, seni oldurmeli evvel: www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Sensin bize dusmanlari ustun cikartan el! Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun! islam'i da <<batsin! >> diye tutmus yediyorsun! Allahtan utan! bari birak dini elinden... Gir les gibi topraklara kendin, gireceksen! Lakin, ne demek bizleri Allah ile iskat(susturmak) ? Allahtan utanmak da olur, ilim ile... Heyhat! 18 Cemaziyelevvel 1331 11 Nisan 1329 1913 SAFAHAT Ucuncu kitap-Hakkin sesleri Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • İsmi olmayan şiirler 4 Muslumanlik sizi gayet siki, gayet saglam, Baglamak lazim iken, anlamadim, anliyamam, Ayrilik hissi nasil girdi sizin beyninize? Fikr-i kavmiyyeti seytan mi sokan zihninize? Birbirinden muteferrik bu kadar akvami, Ayni milliyetin atlinda tutan islam'i, Temelinden yikacak zelzele, kavmiyettir. Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir... Arnavutlukla, Araplikla bu millet yurumez.. Son siyasetse bu! Hic boyle siyaset yurumez! Sizi bir aile efradi yaratmis Yaradan; Kaldirin ayrilik esbabini artik aradan. Siz bu davada iken yoksa, iyazen-billah, Ecnebiler olacak sahibi mulkun nagah. Diye dursun atalar: 'Kal'a icinden alinir.' Yok ki hicbir isiden... Millet-i merhume sagir! Bir degil mahvedilen devlet-i islamiyye... Girdiler ayni siyasetle butun makbereye. Girmeden tefrika bir millete, dusman giremez; Toplu vurdukca yurekler, onu top sindiremez. Birakin eski hukumetleri meydandakiler Yetisir, soyle bakip ibret alan varsa eger. iste Fas, iste Tunus, iste Cezayir, gitti! iste irak'i da taksim ediyorlar simdi. 30 Muharrem 1331 27 Kanunuevvel 1328 1913 Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • İsmi olmayan şiirler 5 Umidin her zaman haib, nasibin daima nekbet; Hayatin gecti husranlarla ey gun gormeyen millet! Ne devletsiz basin varmis, ne mel'un tali'in, hayret! Muebbed bir hayat ummus da icmistin.. Fakat seyret: Nasil zehr oldu birden diktigin sahba-yi hurriyet! Meger altust olurmus en muazzam ars-i istiklal; Meger pamal edermis en bulend akvami izmihlal; Meger birden olurmus altiyuz yil beslenen amal, Ufuklar, bak, adem rendinde zulmetlerle malamal.. Ne beklerdik, nasil ciktin sen ey ferda-yi istikbal! Bu istikbali ruyamizda gorseydik inanmazdik! 'Sabah olmus' dedik, sezmekle bir avare aydinlik. Ne haybettir: degilmis fecr-i kazibler kadar sadik! Cahimi bin hatar kat kat yigilmis, gelde yirtip cik! ilahi! Bir isik goster, bunaldik busbutun artik! Fakat hey saskin, istimdad icin Hak'dan yuzun var mi? Kitabullah'a yuksekten bakan gozler de aglar mi? Muhakkar gordugun kuvvet bu gun bir bak, muhakkar mi? Demezdin, ruhu Kur'an'in o lakaydiyle muztar mi? Ya sen muztar kalir, feryad edersen, aldirirlar mi! Evet, sen boyle bir ferda-yi mahser-hizi ummazdin, Haberdar eyleyenler oldu; guldun. Pek de kurnazdin! Kudurmustan beter bir hale geldin, durmadin azdin! Dusen ma'suma cikmak gayr-i kaabil bin cukur kazdin: Gomup ahlaki, artik fuhs icin bah-name'ler yazdin! Utanmak bilmiyorsun, anladik, lakin ne isterdin: Su milletin ki levsiyyati bir 'meslek' deyip verdin? ibadullahi saptirdin, fakat bir yol mu gosterdin? Gorursen nerden bir namus, fush-abada gonderdin; Sezersen kimde na-merdane bir fitrat, kanat gerdin! * ** Biyik kirpik, sakal yontuk da tirnaklar birer parmak; Yikanmaz bir surat, sol gozde beyzi cam, fakat parlak; Hamamsiz ensenin sirtinda bir yag var: kayar yavsak! Su, kalcinlarla kivrik pantalon altinda, kiskivrak Seken Osmanli centilmeninde hicbir duygu yok mutlak... Utanmak ver, yeter, kaabilse Allah'im, utandirmak! Mehmet Akif ERSOY 29 Tesrinisani 1328 (1912) -- www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • İsmi olmayan şiirler 6 'Kim Muslumanlarin derdini kendine mal etmezse onlardan degildir.' Hadis-i Serif Muslumanlik nerde! Bizden gecmis insanlik bile... Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile! Kac hakiki musluman gordumse, hep makberdedir; Muslumanlik, bilmem amma, galiba goklerdedir; istemem, dursun o payansiz mefahir bir yana... Gosterin ecdada az cok benziyen kan bana! isterim sizlerde gormek irkinizdan yadigar, Cok degil, ancak necip evlada layik tek siar. Varsa sayet, soyleyin, bir parcacik insafiniz: Boyle kansiz miydi -hasa- kahraman eslafiniz? Boyle dusmus muydu herkes ayrilik sevdasina? Benzeyip sirazesiz bir mushafin eczasina, Hic gorulmus muydu olsun kayd-i vahdet tarumar? Boyle olmus muydu millet canevinden rahnedar? Boyle acliktan bogazlar miydi kardes kardesi? Boyle adet miydi bi-perva, yemek insan lesi? Irzimizdir cignenen, evladimizdir dogranan... Hey sikilmaz, aglamazsan, bari gulmekten utan! ... 'His' denen devletliden olsaydi halkin behresi: Payitahtindan bugun tasmazdi sarhos naresi! Kurd uzaklardan bakar, dalgin gorurmus merkebi. Saldirimis ansizin yaydan bosanmis ok gibi. Lakin, ask olsun ki, aldirmaz otlarmis esek, Sanki tavsanmis gelen, yahut kiliksiz kostebek! Kar sayarmis bir tutam ot fazla olsun yutmayi... Hasmi, derken, cullanirmis yutmadan son lokmayi! ... Bu hakikattir bu, sasmaz, bildigin usluba sok: Halimiz merkeple kurdun ayni, asla farki yok. Burnumuzdan tuttu dusman; biz bogaz kaydindayiz; Bir bakin: hala mi hala ihtiras ardindayiz! Saygisizlik elverir... Bir parca olsun arlanin: Vakti coktan geldi, hem gecmektedir arlanmanin! Davranin haykirmadan nakus-u izmihaliniz... Oyle bir buhrana sapmistir ki, zira, halimiz: Zevke dalmak soyle dursun, vaktiniz yok mateme! Davranin zira gulunc olduk butun bir aleme, Beklesirken gokte yuz binlerce ervah, intikam; Yerde kalmis, na'sa benzer kavm icin durmak haram! ... Kahraman ecdadinizdan sizde bir kan yok mudur? Yoksa, istikbalinizden korkulur, pek korkulur. 1913 www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • İstiklal Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül! Bu ne şiddet bu celal? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal, Hakkıdır, Hak'ka tapan, milletimin istiklal! Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım; Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım; Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar. 'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın! Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın. Doğacaktır sana vaadettiği günler Hak'kın; Kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün, altında binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı; Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda! Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. Ruhumun senden, ilahi şudur ancak emeli; Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli! Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli, Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım; Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır ruh-i mücerret gibi yerden naşım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal; Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal! Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal. Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hak'ka tapan milletimin istiklal! Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Kıssadan Hisse Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? ' Tarih ' i ' tekerrür ' diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? . Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Kosova Nerede olsam karşıma çıkıyor bir kanlı ova Sen misin yoksa hayalin mi vefasız kosova Hani binlerce mefahirdi senin her adımın Hani sinende yarıp geçtiği yol Yıldırım'ın Hani asker, hani kalbinde yatan şah-ı şehid Söyle Meşhed öpeyim secde edip toprağını Yokmudur Murad'ın sende iki üç damla kanı Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Meyhane Canim sıkıdı dun aksam, sokak sokak gezdim; Sonunda bir yere saptim ki, once bilmezdim. Bitince bir sira ev, sonra bir de virane, Dikildi karsima bir han kilikli meyhane: Basik tavanli, karanlik, sefil bir dukkan; icinde bir masa, yahut civar tabutluktan Atilma cok olu gormus acikli bir tenesir! Yaninda hurdasi cikmis bir eski pusku sedir. Sakat, bacaksiz on, on bes hasirli iskemle, Kirik dokuk siseler, bir de cinko tepsiyle, Bes on kadeh, iki uc testi... Sonra tezgahlik Eden yan ustune devrilme kirli bir sandik. Sonuk sonuk yaniyor rafta isli bir lamba... Onunde bir kume: fes, takke, hirka, salta, aba Kimildanip duruyorken, sefil bir sohbet, BU isli zulmete vermekte busbutun vahset: -Kuzum Dimitri, bu aksam biraz ziyadece ver... -Ziyade, anladik amma ya ictigin siseler? -Cizersin.. -Oyle mi? Lakin, silinmiyor cetele! Bakin tavan tebesirden gorunmez oldu... -Hele! -Bizim pesin paramiz... Anladin mi dun kurusu? -Ayol tukendi mezem... Bari koy biraz tursu. Aratti kendini ustan... Dinince dinlersin! -Hasan be, sende nasil nazli nazli soylersin! Nedir o turku... Aman baska yok mu? ... Hah, soyle! -Omer, ne nazlaniyorsun? Biraz da sen soyle. -Nevazil olmusum, Ahmed, birak sesim yok hic... -Sesin mi yok? Acilir simdi: bir imam suyu ic! -Yarin ne istesin Osman? -Ne isteyim... Burada! -Dimitri corbaci, doldur! Ne durmusun orada? -O kim gelen? -Baba Arif. -Sakalli, gel bakalim... Yanas. www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • -Selamunaleykum. -Otur biraz cakalim... -Dimitri, hey parasiz geldi sanma, iste para! -Ey anladik a kuzum... -Sar be yoldasim cigara... -Aman bizim Baba Arif susuz musuz iciyor! -Onun bi dalgasi olmak gerek: Tunel geciyor. -Moruk, kacinci kadeh? Simdicik sizarsin ha! -Sizarsa mis gibi yer, yetmemis adam degil a. Yavas yavas kafalar, kelleler kizismisti, Agiz, burun, hele sesler butun karismisti; Dikildi agzina baktim, acik duran kapinin, Fener elinde bir erkek, yaninda bir de kadin. Bes on dakika suren bir dusunceden sonra, Kadin girdi o zulmet-sera-yi menfura.(Nefret edilen karanlik yer) Gozunde ebr-i teessur, yuzunde hun-i hicab, (uzuntu gozyaslari) Vucudu ra'se-i na-car-i ye's icinde harab, (caresizlik uzuntusu) Teveccuh eyleyerek sonradan gelen Babaya: -Demek tasinmali artik coluk cocuk buraya! Ayol, nedir bu senin yaptigin? Utan azicik... Anan da, ben de, yumurcaklarin da ac kaldik! Ne is, ne guc, gece gunduz icip zibar sade; Sakin dusunme cocuklar acep ne yer evde? Evet, sen el kapisinda surun isin yoksa! Getir bu sarhosa yutsun, getir paran coksa! Zavalli ben... Camasir, tahta, her gun ugras da, Sonunda bir paralar yok, el elde bas basta! O tahtalar, camasirlar da gecti, yok halim... Ayakta sallanisim zorlanir Huda alim! Calismadin, beni hep bunca yil calistirdin; O yavrucaklari ciplak, sefil alistirdin; Bilir mahalleli kim, aldigin zamanda beni, Cehiz cimenle donatmisti beybabam evini. Ne oldu simdi o esya? Satip kumarda yedin! Evet, kumarda yedin, hem de karsilarda yedin! www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • ....................... ....................... Herif! Su halime bak, merhametli ol azicik... Birak o zikkimi, ictiklerin yeter artik. Efendiler, agalar, siz de bir nasihat edin, Sizin belki var evladiniz... -Hasan, ne dedin? -Birak, kopoglu kadin amma calceneymis ha! -Benimki cok daha fazlaydi. -Etme! -Elbet ya! Onun icin bosadim. Sen isitmedin mi Halim? -Kadin lakirdisi girmez kulagima zati benim. Senin kadin dedigin adete pabuc gibidir: Biraz vakti tasinir, sonradan degistirilir. Kadin bu sozleri duymaz, tazallum eylerdi; Herif mezar tasi tavriyle sade dinlerdi; Acilip agzi nihayet, acilmaz olsa idi! Tasip dokuldu, icinden su la'net-i ebedi: -Cehennem ol seni hinzir orospu, git Bossun! -Ben anladim isi, sen komsu, iyice sarhossun; Ayiltiniz sunu yahut! -ilismeyin! -Birakin! Herif ayildi mi, bilmem, dusup bayildi kadin! SAFAHAT-Birinci Kitap Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Müslümanlık Nerde Müslümanlık Nerde Müslümanlik nerde! Bizden geçmis insanlik bile... Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile! Kaç hakiki müslüman gördümse, hep makberdedir; Müslümanlik, bilmem amma, galiba göklerdedir; Istemem, dursun o payansiz mefahir bir yana... Gösterin ecdada az çok benziyen kan bana! Isterim sizlerde görmek irkinizdan yadigar, Çok degil, ancak Necip evlada layik tek siar. Varsa sayet, söyleyin, bir parçacik insafiniz: Böyle kansiz miydi -hasa- kahraman ecdadiniz? Böyle düsmüs müydü herkes ayrilik sevdasina? Benzeyip sirazesiz bir mushafin eczasina, Hiç görülmüs müydü olsun kayd-i vahdet tarumar? Böyle olmus muydu millet canevinden rahnedar? Böyle açliktan bogazlar miydi kardes kardesi? Böyle adet miydi bi-perva, yemek insan lesi? Irzimizdir çignenen, evladimizdir dogranan... Hey sikilmaz, aglamazsan, bari gülmekten utan! ... 'His' denen devletliden olsaydi halkin behresi: Payitahtindan bugün tasmazdi sarhos naresi! Kurd uzaklardan bakar, dalgin görürmüs merkebi. Saldirirmis ansizin yaydan bosanmis ok gibi. Lakin, ask olsun ki, aldirmaz otlarmis esek, Sanki tavsanmis gelen, yahut kiliksiz köstebek! Kâr sayarmis bir tutam ot fazla olsun yutmayi... Hasmi, derken, çullanirmis yutmadan son lokmayi! ... Bu hakikattir bu, sasmaz, bildigin usluba sok: Halimiz merkeple kurdun ayni, asla farki yok. Burnumuzdan tuttu düsman; biz bogaz kaydindayiz; Bir bakin: hala mi hala ihtiras ardindayiz! Saygisizlik elverir... Bir parça olsun arlanin: Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanin! Davranin haykirmadan nakus-u izmihaliniz... Öyle bir buhrana sapmistir ki, zira, halimiz: Zevke dalmak söyle dursun, vaktiniz yok mateme! Davranin zira gülünç olduk bütün bir aleme, Beklesirken gökte yüz binlerce ervah, intikam; Yerde kalmis, na'sa benzer kavm icin durmak haram! ... Kahraman ecdadinizdan sizde bir kan yok mudur? Yoksa, istikbalinizden korkulur, pek korkulur. Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Necid Çöllerinde Yâ Nebi... Şu halime bak Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın, Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın. Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum, Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum. Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar, Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var. Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak, Önümde durmadı artık ne hanuman ne ocak. Yıkıldı hepsi, ben aştım diyar-ı Sudan’ı, Üç ay tihame deyip çiğnedim beyebanı. Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada, Yetişmeseydin eğer Ya Muhammed imdada. Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin, Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin. İradem olduğu gündür senin iradene râm, Bir an olsun yollarda durmak bana oldu haram. Bütün hayakil-i hilkat ile hasbihal ettim, Leyâle derdimi döktüm, cibali söylettim. Yanıp tutuşmadan yummadım gözümü, Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü? Azab-ı Hecrine katlandım elli üç senedir, Sonunda anlıma çarpan bu zalim örtü nedir? Üç beş sineyi hicran içinde inleterek, Çıkan yüreklere husran mı, merhamet mi gerek. Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden, Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden. nedir o meşale, nurun mu ya Resulallah Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh.... Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Nevruz'a İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum, Nevruz? Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işde gerek. Lafı bol, karnı geniş soyları taklid etme; Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek. Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Oğlum ,Bu Temenni Neye Benzer ,Bana Bak: Oğlum ,bu temenni neye benzer, bana bak: Eşeklerin canı yükten yanar,aman derler, Nedir bu çektiğimizderd,çifte çifte semer! Biriyle uğraşırken gelip çatar öbürü; Gelir ki taş gibi hain, hem eskisinden iri. Semerci usta geberseydi...değmeyin keyfe! Evet,gebermelidir inkisar edin herife. Zavallı usta göçer bir gün akibet, ancak, Makaami öyle uzun boylu nerede boş kalacak? Çırak mı, kalfa mı, kim varsa yaslanır köşeye; Takım biçer durur artık gelen giden eşeğe. Adam meğer acemiymiş, semerse haylı hüner; Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler. Bütün o beller ,omuzlar çürür çürür oyulur; Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur. ''Giden semerciyi ,derler, bulurmuyuz şimdi? Ya böyle kalfa değil , basbayağı muallimdi. Nasıl da kadrini vaktıyla bilemedik ,tuhaf iş: Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!'' Nasihatim sana:''herzeyle iştigali bırak! Adamlığın yolu neredeyse, bul da girmeye bak! Adam mısın: ebediyyen cihanda hürsün gez; Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez. Adam değil misin, oğlum, gönüllüsün semere Küfür savurma boyun kestiğin semercilere. Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Olmaz ya... Tabii... 'Hiç bilenle bilmeyen bir olurmu? ' (Kuran-ı Kerim) Olmaz ya... Tabii... Biri insan, biri hayvan! Öyleyse <<cehalet>> denilen yüz karasından Kurtulmaya azmatmeli baştan başa millet. Kafi değilmi, yoksa bu son ders-i felaket? Son ders-i felaket neye mal oldu? Düşünsen: Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden! 'Son-ders-i felaket' ne demektir? Şu demektir: Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir! Zira, yeni bir sadmeye(çarpma) artık dayanılmaz; Zira, bu sefer uyku ölümdür, uyanılmaz! Coşkun, koca bir sel gibi, daim beşeriyyet, Müstakbele koşmakta verip seyrine şiddet. Dağlar, uçurumlar, ona yol vermemek ister... Lakin o, ne yüksek, ne de alçak demez örter! Akvam(kavimler, milletler) o büyük nehre katılmış birer ırmak... Elbet katılır... Hangisi ister geri kalmak? Bizler ki bu müthiş, bu muazzam cereyanla Uğraşmaktayız... Bak, ne kadar çılgınız anla! Uğraş bakalım, yoksa işin, hey şaşkın! Kurşun gibi sur'atli, denizler gibi taşkın Bir çağlayanın menba-i dehhasına(gayet dehşetli) doğru Tırmanmaya benzer, yüzerek, başka değil bu! Ey katre-i avare(zavallı damla) , bu cüsun, bu hüruşun Ahengine uymazsan, emin ol, boğulursun! Yillarca, asırlarca süren uykudan artık, Silkin de muhitindeki zulmetleri yak, yık! Bir baksana: gökler uyanık, yer uyanıktır; Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır! Eyvah! Bu zilletlere sensin yine illet... Ey derd-i cehalet, sana düşmekte bu millet, Bir hale getirdin ki, ne din kaldı, ne namus! Ey sine-i islam'a çöken kapkara kabus, Ey hasm-i hakiki, seni öldürmeli evvel: www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Sensin bize düşmanları üstün çıkartan el! Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun! islam'ı da <<batsın! >> diye tutmuş yediyorsun! Allahtan utan! bari bırak dini elinden... Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen! Lakin, ne demek bizleri Allah ile iskat(susturmak) ? Allahtan utanmak da olur, ilim ile... Heyhat! 18 Cemaziyelevvel 1331 11 Nisan 1329 1913 Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed, Aylar bize hep muharrem oldu! Akşam ne güneşli bir geceydi... Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu! Âlem bugün üç yüz elli milyon Mazlûma yaman bir âlem oldu! Çiğnendi harîm-i pâki şer'in; Nâmûsa yabancı mahrem oldu! Beyninde öten çanın sesinden Binlerce minâre ebkem oldu. Allah için, ey Nebiyy-i mâsûm, İslâm'ı bırakma böyle bîkes, İslâm'ı bırakma böyle mazlûm. (30 mayıs 1330) (1914) Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Ressam Haklı Bir zaman vardı ya tarih-i mukaddes modası... Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası Mutfakta eski resimler ile hep süslensin Diye ressam aratır hayli zaman bir zengin. Biri peyda olarak 'Ben yaparım' der, kolunu Sıvayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonu Sıvar ama ne sıvar...Sahibi der: -Usta bu ne? Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine! .. -Bu resim, askeri basmakta iken Firavun' un Kızıl Deniz yarılıp geçmesidir Musa' nın -Hani Musa, be adam? -Çıkmış efendim karaya -Firavun nerde? -Boğulmuş. -Ya bu kan rengi boya? -Kızıl Deniz, a efendim yeşil olmaz ya bu da! -Çok güzel levha imiş, doğrusu şenlendi oda! .. Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Sabah iskambil atar kahvede, akşam domine... Köylünün bir şeyi yok, sıhhatı, ahlakı bitik; Bak o sırtındaki mintan bile tiftik tiftik. Bir kemik, bir deridir ölmedi kaldıysa diri; Nerde evvelki refahın ancak onda biri? Dam çökük, arsa rehin, bahceyi icra ister; Bir kalem borca bedel faizi defter defter! Hiç bakım görmediğinden mi nedendir, toprak, Verilen tohmu da inkar edecek, öyle çorak, Bire dört aldığı yıl köylü emin ol, kudurur: Har vurur bitmeyecekmiş gibi, harman savurur. Uğramaz, gün kavuşur, çitine yahut evine; Sabah iskambil atar kahvede, akşam domine. Muhtasar, gayr-i mufid ilmi kadardır dini; Ne evamir, ne nevahi, secemez hiçbirini. Namazın semtine bayramlarda uğrar sade; Hiç su görmez yüzünün düşmanıdır seccade. Hani, üç beş kişiden fazla musallı arama; Mescid ambarlık eder, başka ne yapsın, imama! Okumak bahsini geç, Çünkü o defter kapalı, Bir redif zabıtı mektepleri debboy yapalı, Sıtma, fuhuş, içki, kumar, türlü fecayı salgın... Sonra söylenmiyecek şekli de var hastalığın. Bir taraftan bulanır levse hesapsız namus; Bir taraftan serilir toprağa milyonla nufus. ......... Mehmet Akif ERSOY ASiM: SAFAHAT-6.Kitap 1919 Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Sırtlan Sırtlanları Geçmişti Beşer yırtıcılıkta Dişsizmi Bir İnsan Onu Kardeşi Yerdi Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Sultan Yalısı Cosar avizeler atrık köpürür kandiller Bu ışık çağlıyanından bütün afak inler Yalının cephesi baştan başa nur Nim açık pencereler reng ü ziyadan mahmur Al, yeşil mavi fenerlerle donanmış kıyılar Serv-i siminler atılmış suya titrer par par Dalgalardan seken üç çifte kayıklar sökerek Süzülür sahile şahin gibi; yüzlerce kürek Bir taraftan bu akın yükseledursun Bir taraftan, dökülür öndeki saflar saraya Rıhtımın taşları, zümrüt gibi İran halısı Suda bitmiş çimen, üstünde de Sultan yalısı Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Süleymaniye Kürsüsünden Bir de İstanbul'a geldim ki: bütün çarşı, pazar Naradan çalkanıyor, öyle ya... Hürriyet var! Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş... doğru: Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru. Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının; Kafalar tütsülü hülya ile, gözler kızgın; Sanki zincirdekiler hep boşanır zincirden, Yıkıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden! Zurnalar şehr ahalisini takmış peşine; Yedisinden tutarak ta dayanın yetmişine! Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli, En ağır başlısının bir zili eksik, belli! Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük. Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük! Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlayacak -Yaşasın -Kim yaşasın? -Ömrü olan. Şak! Şak! Şak! Ne devairde hükümet, ne ahalide bir iş! Ne sanayi, ne maarif, ne alış var, ne veriş. Çamlıbel sanki şehir, zabıta yok, rabıta yok; Aksa kan sel gibi, dindirecek vasıta yok. 'Zevk-i hürriyeti onlar daha çok anlamalı' Diye mekteblilerin mektebi tekmil kapalı! İlmi tazyik ile ta'lim, o da istibdad Haydi öyleyse çocuklar, ebediyyen azad. Nutka gelmiş öte dursun hocalar bir yandan... Sahneden sahneye koşmakta bütün şakirdan. Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa, Hep ağızlar deşilip, kimde ne cevher varsa, Saçıyor ortaya, ister temiz, ister kirli; Kalmıyor kimseciğin muzmeri artık gizli. Dalkavuk devri değil, eski kasaid yerine Üdebanız ana-avrat sövüyor birbirine. Türlü adlarla çıkan namütenahi gazete, www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Ayrılık tohumunu bol bol atıyor memlekete. İt yetiştirmek için toprağı gayet münbit Bularak fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it Yürüyor dine beş on maskara, alkışlanıyor, Nesl-i hazır bunu hürriyet-i vicdan sanıyor. Kadın erkek koşuyor borc ederek Avrupa'ya... Sapa düşmekte bizim şıklara, zannım Asya. Hakka tevfiz ile üç dane yetişmiş kızını, Taşıyanlar bile varmış, buradan baldızını... Analık ilmi için Paris'e, yüksünmeyerek... Yük ağır, ecri de nisbetle azim olsa gerek. Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Şark Musallat, hiç göz açtırmaz da Garb’ın kanlı kâbusu, Asırlar var ki, İslam’ın muattal, beyni, bâzusu, “Ne gördün, Şark’ı çok gezdin? ” diyorlar. Gördüğüm yer yer Harap iller, serilmiş hânümanlar, başsız ümmetler, Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar, Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar, Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar; Tegallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler; Riyâlar, türlü iğrenç iptilâlar, türlü illetler; Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar; Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar; Cemaatsiz imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar; “Gazâ” nâmiyle dindaş öldüren biçare dindaşlar; Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar; Emek mahrumu günler; fikr-i ferdâ bilmez akşamlar! ... Geçerken, ağladım geçtim; dururken ağladım durdum; Duyan yok, ses veren yok, bin perişan yurda başvurdum. Mezarlar, âhiretler, yükselen karşımda dûradûr; Ne topraktan güler bir yüz, ne göklerden güler bir nûr? Derinlerden gelir feryadı yüz binlerce âlâmin; Ufuklar bir kızıl çember, bükük boynunda islâm’ın! Göğüsler hırlayıp durmakta, zincirler daralmakta; Bunalmış kalmış üç yüz elli milyon, cansa gırtlakta! İlâhi! Gördüğüm âlem mi insaniyetin mehdi? Bütün umranı tarihin bu çöllerden mi yükseldi? Şu zâirsiz bucaklar mıydı Vahdaniyetin yurdu? Bu kumlardan mı, Allah’ım, nebiler fışkırıp durdu? Henüz tek berk-ı iman çakmadan cevvinde dünyanın, Bu göklerden mi, Yârap, coştu, sağnak sağnak, edyanın? Serendip’ler şu sahiller mi, cûdiler bu dağlar mı? Bu iklimin mi İbrahim’e yol gösterdi ecramı? Haremler, beyt-i Makdisler bu topraktan mı yoğruldu? Bu vâdiler mi dem tuttukça bihûş etti DÂVÛD’u? Hirâ’lar, Tûr-u Sinâ’lar bu afakın mı şehkarı? Bu taşlardan mı, yer yer, taştı Ruh-ullah’ın esrarı? Cihanın garb’ı vahşet-zâr iken, Şark’ında karnak’lar, Haremler, Sedd-i Çinler, Tak-ı Kisrâlar, Havernaklar, İrem’ler, Sûr-u Bâbil’ler semâ-peymâ değil miydi? O maziler, İlâhi, bir yıkık rüyâ mıdır şimdi? Ne yapsın, nâ-ümid olsun mu Şark’ın intibahından? Perişan rûhumuz, hâip, dönerken Bâr-gahından? Bu haybetten usandık biz, bu hüsran artık el versin! İlâhi, nerde bir nefhan ki, donmuş hisler ürpersin, Serilmiş sineler, kâbusu artık silkip üstünden. “HAYAT ELBETTE HAKKIMDIR! ” desin, dünya “DEĞİL! ” derken- İSTANBUL,19 EYLÜL 1334 1918 www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • MEHMET AKİF ERSOY Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Uyan Baksana kim boynu bükük ağlayan. Hakkı hayatındır senin ey müslüman, Kurtar artık o biçareyi Allah için. Artık ölüm uykularından uyan. Bunca zamandır uyudun kanmadın, Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın. Çiğnediler yurdunu baştan başa. Sen yine bir kerre kımıldanmadın. Ninni değil dinlediğin velvele, Kükreyerek akmada müstakbele. Bir ebedi sel ki zamandır adı, Haydi katıl sen de o coşkun sele. Karşı durulmaz cereyan sine-çak... Varsa duranlar olur elbet helak. Dalgaların anmadan seyrini, Göz göre girdâba nedir inhimak? Dehşeti maziyi getir yadına; Kimse yetişmez yarın imdadına. Merhametin yok diyelim nefsine; Merhamet etmez misin evladına? Ben onu dünyaya getirdim diye Kalkışacaksın demek öldürmeye! Sevk ediyormuş meğer insanları, Hakkı-ı übüvvet de bu caniliğe! Doğru mudur ye’s ile olmak tebah? Yok mu gelip gayrete bir intibah? Beklediğin subh-i kıyamet midir? Gün batıyor sen arıyorsun tebah.! Gözleri maziye bakan milletin, Ömrü temadisi olur nakbetin. Karşına müstakbeli dikmiş Hüdâ, Görmeye lakin daha yok niyyetin. Ey koca şark! Ey ebedi meskenet! Sen de kımıldanmaya bir niyet et. Korkuyorum, Garbın elinden yarın, Kalmayacak çekmediğin mel’anet. Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden, Kan dökerek almalısın merd isen. Çünkü bugün ortada hak sahibi, Bir kişidir: 'Hakkımı vermem' diyen. Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Ümidin Her Zaman Haib Ümidin her zaman haib, nasibin daima nekbet; Hayatın geçti hüsranlarla ey gün görmeyen millet! Ne devletsiz başın varmış, ne mel'un tali'in, hayret! Muebbed bir hayat ummuş da içmiştin.. Fakat seyret: Nasıl zehr oldu birden diktigin sahba-yı hurriyet! Meğer altüst olurmuş en muazzam arş-i istiklal; Meğer pamal edermiş en bülend akvami izmihlal; Meğer birden olurmuş altıyüz yıl beslenen amal, Ufuklar, bak, adem rendinde zulmetlerle malamal.. Ne beklerdik, nasıl çıktın sen ey ferda-yi istikbal! Bu istikbalı rüyamızda görseydik inanmazdık! 'Sabah olmuş' dedik, sezmekle bir avare aydınlık. Ne haybettir: değilmiş fecr-i kazıbler kadar sadık! Cahimi bin hatar kat kat yığılmış, gelde yırtıp çık! ilahi! Bir ışık göster, bunaldık büsbütün artık! Fakat hey şaşkın, istimdad için Hak'dan yüzün var mı? Kitabullah'a yüksekten bakan gözler de ağlar mı? Muhakkar gördüğün kuvvet bu gün bir bak, muhakkar mı? Demezdin, ruhu Kur'an'ın o lakaydıyle muztar mı? Ya sen muztar kalır, feryad edersen, aldırırlar mı! Evet, sen böyle bir ferda-yı mahşer-hızı ummazdın, Haberdar eyleyenler oldu; güldün. Pek de kurnazdın! Kudurmuştan beter bir hale geldin, durmadın azdın! Düşen ma'suma çıkmak gayr-i kaabil bin çukur kazdın: Gömüp ahlakı, artık fuhş için bah-name'ler yazdın! Utanmak bilmiyorsun, anladık, lakin ne isterdin: Şu milletin ki levsiyyatı bir 'meslek' deyip verdin? İbadullahı saptırdın, fakat bir yol mu gösterdin? Görürsen nerden bir namus, fuşh-abada gönderdin; Sezersen kimde na-merdane bir fitrat, kanat gerdin! * ** Bıyık kirpik, sakal yontuk da tırnaklar birer parmak; Yıkanmaz bir surat, sol gözde beyzi cam, fakat parlak; Hamamsız ensenin sırtında bir yağ var: kayar yavşak! Şu, kalcınlarla kıvrık pantalon altında, kıskıvrak Seken Osmanlı centilmeninde hiçbir duygu yok mutlak... Utanmak ver, yeter, kaabilse Allah'ım, utandırmak! 29 Tesrinisani 1328 (1912) Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı? Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı! Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun! diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun! Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında, Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında, Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm; Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm! Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i, En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i! ... Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın Emvâci hurûş-âver olurken melekûta? Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet, Teslis ile çöksün mü bütün âleme zulmet? Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban? Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin, Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in? İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet? Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet? Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ? Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ! Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm! Suç başkasınındır da niçin başkası muhkûm? Lâ yüs'ele binlerce sual olmasa du kurbân; İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân! Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık; Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık! Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın... Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın! Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi: Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi! Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted: Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed! Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar, Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar! En kanlı senâatle kovulmuş vatanından, Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan! İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok... Nâ-hak yere feryâd ediyor: âcize hak yok! Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi? Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî! 4 Cemaziyelevvel 1331 28 Mart 1329 (1913) Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat
  • Zulmü Alkışlayamam Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!... -Boğamazsın ki! -Hiçolmazsa yanımdan kovarım. Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale; Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu... İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu? Mehmet Akif Ersoy www.antoloji.com - kültür ve sanat

NAZIM HİKMET'İN ŞİİRLERİ




NAZIM HİKMET'İN ŞİİRLERİ


  • 21- 1- 924 Lambayı yakma, bırak, sarı bir insan başı düşmesin pencereden kara. Kar yağıyor karanlıklara. Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum. Kar... Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman ışıklar.. Ve şehir kör bir insan gibi kaldı altında yağan karın. Lambayı yakma, bırak! Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların dilsiz olduklarını anlıyorum. Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum. AŞK MÖ NÜSÜ Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin sen ülkemin yaz geceleri gibisin saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında beni unutma ah! saklı gülüm sen hem zor hem güzelsin şiirlerimin ılıklığında açılmalısın sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi sen memleketim kadar güzelsin ve güzel kal
  • BELKİ BEN Belki ben o günden çok daha evvel, köprü başında sallanarak bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım. Belki ben o günden çok daha sonra , matruş çenemde ak bir sakalın izi sağ kalacağım... Ve ben o günden çok daha sonra: sağ kalırsam eğer, şehrin meydan kenarlarında yaslanıp duvarlara son kavgadan benim gibi sağ kalan ihtiyarlara, bayram akşamlarında keman çalacağım... Etrafta mükemmel bir gecenin ışıklı kaldırımları Ve yeni şarkılar söyleyen yeni insanların adımları... BEN SEN O O, yalnız ağaran tanyerini görüyor ben, geceyi de Sen, yalnız geceyi görüyorsun, ben ağaran tanyerinide.
  • İSTERİM Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin Fedakarlığımı anlıyorsun vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yaşarız külümün içinde külün ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar... Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak : biri sen biri de ben. Ben
  • daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama , çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da Bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde? İçimden bir şey : belki diyor. BEŞ SATIRLA Annelerin ninnilerinden spikerin okuduğu habere kadar, yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı, anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık, anlamak gideni ve gelmekte olanı. BİR ACAYİP DUYGU Mürdüm eriği çiçek açmıştır. — ilkönce zerdali çiçek açar mürdüm en sonra — Sevgilim, çimenin üzerine diz üstü oturalım karşı- be- karşı. Hava lezzetli ve aydınlık — fakat iyice ısınmadı daha — çağlanın kabuğu yemyeşil tüylüdür henüz yumuşacık... Bahtiyarız
  • yaşayabildiğimiz için. Herhalde çoktan öldürülmüştük sen Londra'da olsaydın ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut... Sevgilim, ellerini koy dizlerine — bileklerin kalın ve beyaz — sol avucunu çevir : gün ışığı avucunun içindedir kayısı gibi... Dünkü hava akınında ölenlerin yüz kadarı beş yaşından aşağı, yirmi dördü emzikte... Sevgilim, nar tanesinin rengine bayılırım — nar tanesi, nur tanesi — kavunda ıtrı severim mayhoşluğu erikte ..........» ........ yağmurlu bir gün yemişlerden ve senden uzak — daha bir tek ağaç bahar açmadı kar yağması ihtimali bile var — Bursa cezaevinde acayip bir duyguya kapılarak ve kahredici bir öfke içinde inadıma yazıyorum bunları, kendime ve sevgili insanlarıma inat.
  • BİR AYRILIŞ HİKAYESİ Erkek kadına dedi ki: - Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: - Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz... Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artık biliyorum: Toprağın - yüzü güneşli bir ana gibi - en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bırakarak... Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR...
  • BİR CEZAEVİNDE TECRİTTEKİ ADAMIN MEKTUPLARI I Senin adını kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım. Malum ya, bulunduğum yerde ne sapı sedefli bir çakı var, ( bizlere âlâtı- katıa verilmez), ne de başı bulutlarda bir çınar. Belki avluda bir ağaç bulunur ama gökyüzünü başımın üstünde görmek bana yasak... Burası benden başka kaç insanın evidir? Bilmiyorum. Ben bir başıma onlardan uzağım, hep birlikte onlar benden uzak. Bana kendimden başkasıyla konuşmak yasak. Ben de kendi kendimle konuşuyorum. Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi şarkı söylüyorum karıcığım. Hem, ne dersin, o berbat, ayarsız sesim öyle bir dokunuyor ki içime yüreğim parçalanıyor. Ve tıpkı o eski acıklı hikâyelerdeki yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek, mavi gözleri ıslak kırmızı, küçücük burnunu çekerek senin bağrına sokulmak istiyor. Yüzümü kızartmıyor benim onun bu an böyle zayıf
  • böyle hodbin böyle sadece insan oluşu. Belki bu hâlin fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır. Belki de sebep buna bana aylardır kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan bu demirli pencere bu toprak testi bu dört duvardır... Saat beş, karıcığım. Dışarda susuzluğu acayip fısıltısı toprak damı ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran bir sakat ve sıska atıyla, yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı. Bugün de apansız gece olacaktır. Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın. Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan bu ümitsiz tabiatın ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır. Yine o malum sonuna erdik demektir işin, yani bugün de mükellef bir daüssıla için yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam. Ben, ben içerdeki adam yine mutad hünerimi göstereceğim ve çocukluk günlerimin ince sazıyla suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla yine billâhi kahredecek dil- i nâşâdımı seni böyle uzak, seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi kafamın içinde duymak... II
  • Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar. Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire... Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar, dışarda bozkırın üstünde pırıltılar... Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet, suyu donmayan testi ve sabahları çimentonun üstünde güneş... Güneş, artık o her gün öğle vaktine kadar, bana yakın, benden uzak, sönerek, ışıldayarak yürür... Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara, başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı : dışarda akşam olur, bulutsuz bir bahar akşamı... İşte içerde baharın en kötü saati budur asıl. Velhasıl o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı hürriyet denen ifrit... Bu bittecrübe sabit, karıcığım, bittecrübe sabit... III Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldanmadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım...
  • BİR FOTOĞRAFA Karşımdasın işte... Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni. Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim. Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim. Tıkandığım o an, Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte, Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim. Ellerim boşlukta, ben darda kaldım. Ellerim buz gibi, ben harda kaldım. Bir senfoni vardı kulağımda çalınan, bitti artık hepsi... Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme. Bakış açım belli oldu yine. Geride kalan, ardından bakar gidenlerin. Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim. Dağlara çarptım her esişimde. Yollara küfrettim her gidişinde. Demiştim sana hatırlarsan: “Ö nemli olan ‘ zamana bırakmak’ değil, ‘ zamanla bırakmamak’ tir..” Şimdi bana, geçen o zamanın Unutulmaz sancısı kalır Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim? Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...
  • BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ Rüzgâr, yıldızlar ve su. Bir Afrika rüyasının uykusu düşmüş dalgalara. Işıltılı, kara bir yelken gibi ince direğinde geminin. Geçmekteyiz içinden bir sayısız bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin. Yıldızlar rüzgâr ve su. Başüstünde bir gemici korosu su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor, yıldızlar gibi rüzgâr gibi su gibi bir türkü. Bu türkü diyor ki, « Korkumuz yok! İnmedi bir gün bile gözlerimize bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.» Bu türkü diyor ki, « Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz ölümün önünde sigaramızı.» Bu türkü diyor ki, « Çizmişiz rotamızı dostların alkışlarıyla değil gıcırtısıyla düşmanın dişlerinin.» Bu türkü diyor ki, « Dövüşmek..» Bu türkü diyor ki, « Işıklı büyük ışıklı geniş ve sınırsız bir limana dümen suyumuzda sürüklemek denizi..» Bu türkü diyor ki, « Yıldızlar rüzgâr ve su...»
  • Başüstünde bir gemici korosu bir türkü söylüyor; yıldızlar gibi rüzgâr gibi, su gibi bir türkü.. BİR KÜVET HİKAYESİ Süleyman'a karısı telefon etti : — Konuşan ben, ben, Fahire. Tanımadın mı sesimden? Demek çok bağırdım birdenbire. Çığlık mı? Belki... Hayır, çocuklar hasta değil. Dinle beni : işini bırak da gel, çabuk ol ama. Telefonda anlatamam, olmaz. Daha kıyamet kadar vakit var akşama. Saatlar, saatlar, kıyamet kadar. Sorma. Dinle beni... Hemen vapur bulamazsan Üsküdar'a kayıkla geç. Bir taksiye atla. Paran yoksa patrondan avans al. Yolda hiçbir şey düşünme, mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış. Yalan kuvvetliye söylenir ben kuvvetsizim. Alay etme kuzum. Evet kar yağacak, evet hava güzel.
  • Koynuna girdiğim adam gibi kocam gibi değil, büyüğüm, akıllım, babam gibi gel... Geldi Süleyman, Fahire, kocası Süleyman'a sordu : — Doğru mu? — Evet. — Teşekkür ederim Süleyman. Bak işte rahatladım. Bak işte ağlamıyorum artık. Nerde buluşuyordunuz? - Bir otelde. — Beyoğlu tarafında mı? — Evet. — Kaç defa? — Ya üç, ya dört. — Üç mü, dört mü? — Bilmiyorum. — Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman? — Bilmiyorum. — Demek ki bir otel odasında. Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi. Bir İngiliz romanında okudum, bu işlere yarayan otellerde kırık küvetler varmış. Sizinkinde de var mıydı Süleyman? — Bilmiyorum. — Hele düşün, toz pembe çiçekli, kırık bir küvet? — Evet. — Hiç hediye verdin mi? — Hayır. — Çukulata, filân? — Bir defa. — Çok mu seviyordun? — Sevmek mi? Hayır... — Başkaları da var mı Süleyman? — Yok.
  • — Olmadı mı? — Hayır. — Bunu sevdin demek... Başkaları da olsaydı daha rahat ederdim... Çok mu güzel yatıyordu? — Hayır. — Doğru söyle, bak ne kadar cesurum... — Doğru söylüyorum... — Zaten gösterdiler bana. İnek gibi karı. Belimden kalın bacakları... Fakat zevk meselesi bu... Bir sual daha, Süleyman : Niçin? — Bilmiyorum... Karanlıkta pencerenin hizasında karlı, ağır bir çam dalı. Bir hayli zaman oldu sofada asma saat on ikiyi çalalı. Süleyman'ın karısı Fahire şunları anlattı kocasına ertesi gün : — ... Dayanılmaz bir acı halindeydi kendime karşı duyduğum merhamet, ölmeye karar verdimdi, Süleyman... Annem, çocuklarım ve en önde sen bulacaktınız karda ayak izlerimi. Bekçi, polisler, bir tahta merdiven ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız arka arsada bostan kuyusundan. Kolay mı? Gece bostan kuyusuna doğru yürümek, sonra kenarına çıkıp durarak baş aşağı atlamak karanlığına? Fakat bulmadınızsa eğer karda ayak izlerimi sade korktuğumdan değil. Bekçi, merdiven, polisler, dedikodu, kepazelik, aldatılmış bir zevcenin intiharı :
  • komik. Niçin öldüğümü anlatmak müşkül. Kime? Herkese, sana meselâ. İnsan, ölmeye karar verirken bile insanları düşünüyor... Sen yatakta uyuyordun yüzün rahat, her zaman nasıl uyursan ondan evvel ve o varken. Dışarda kar yağmaya başladı. Bir tek gecelikle çıkmak balkona : Zatürree ertesi gün, nümayişsiz ölüvermek. Hayır, hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali. Yaktım sobamızı. İyice ısınmak lâzım ilkönce. Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış. Pencereye, kara bakıyorum : « Eşini gaip eyleyen bir kuş gibi kar geçen eyyamı nev baharı arar...» Babam bu şiiri çok severdi. Sen beğenmezsin. « Sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...» Lambayı söndürmeden balkona çıktım. « ... gibi kar düşer düşer ağlar...» Oturdum balkonda iskemleye. Havada çıt yok. Karanlık bembeyaz. Uykudayım sanki. Sanki çok sevdiğim bir insan korkarak beni uyandırmaktan yumuşacık dolaşıyor etrafımda. Üşümüyordum. Kederim duruluyor berraklaşıyor. Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin. Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
  • acayip şeyler düşünüyordum : Feneryolu'ndaki çınar 150 yaşındaymış. Ö mrü bir gün süren böcekler. Gün gelecek insanlar çok uzun çok bahtiyar yaşayacaklar. İnsanın yüreği ve kafası var... İnsanın elleri... İnsan? Ne zamanki, nerdeki, hangi sınıftan? Onların insanları, bizim insanlarımız. Ve her şeye rağmen yeni bir dünya için yapılan kavga. Sonra sen ben bir kırık küvet ve benim kendime karşı duyduğum merhamet... Kar durdu. Sökmek üzre şafak. Utanarak odaya döndüm. O anda uyansaydın sarılıp boynuna... Uyanmadın. Evet, çok şükür nezle bile değilim. Şimdi? Zaman zaman hatırlayıp zaman zaman unutacağım. Yine yan yana yaşayacağız beni sevdiğine emin olarak. Altı ay kadar geçti aradan. Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı. Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
  • Fahire birdenbire durdu baktı muhabbetle kocasının gözlerine ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu BULUT MU OLSAM Denizin üstünde ala bulut yüzünde gümüş gemi içinde sarı balık dibinde mavi yosun kıyıda bir çıplak adam durmuş düşünür. Bulut mu olsam, gemi mi yoksa? Balık mı olsam, yosun mu yoksa? .. Ne o, ne o, ne o. Deniz olunmalı, oğlum, bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla. BULUTLAR ADAM Ö LDÜRMESİN Analardır adam eden adamı aydınlıklardır önümüzde gider. Sizi de bir ana doğurmadı mı? Analara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. Koşuyor altı yaşında bir oğlan, uçurtması geçiyor ağaçlardan, siz de böyle koşmuştunuz bir zaman. Çocuklara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. Gelinler aynada saçını tarar, aynanın içinde birini arar.
  • Elbet böyle sizi de aradılar. Gelinlere kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. İhtiyarlıkta aklına insanın, tatlı anıları gelmeli yalnız. Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın, efendiler, siz de ihtiyarsınız. Bulutlar adam öldürmesin. CENAZE MERASİMİM Bizim avludan mı kalkacak cenazem? Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan? Asansöre sığmaz tabut, merdivenler daracık Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak, belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu, belki ıslak asfaltıyla yağmur. Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi. Kamyona, yerli gelenekle, yüzüm açık yükleneceksem, bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden; uğurdur. Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma, meraklıdır ölülere çocuklar. Bakacak arkamdan mutfak penceremiz. Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla. Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar. Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize... CEVAP NO: 2 İki serseri var: Birinci serseri köprü altında yatar, sularda yıldızları sayar geceleri.. İki serseri var:
  • İkinci serseri atlas yakalı sarhoş sofralarında Bağdatlı bir dilencinin çaldığı sazdır. Fransız emperyalizminin idare meclisinde ayvazdır. Ben: Ne köprü altında yatan, ne de atlas yakalı sarhoş sofralarında saz çalıp Arabistan fıstığı satan- -ların şairiyim; topraktan, ateşten ve demirden hayatı yaratan- - ların şairiyim ben. İki serseri var: İkinci serseri yolumun üstünde duruyor ve soruyor bana: "PROLETER dediğimin ne biçim kuş olduğunu?" Anlaşılan Bağdadî şaklaban unutmuş Mösyö kimle beraber Adana- Mersin hattında o kuşu yolduğunu... İki serseri var: İkinci serseri pencerelerden bir gölge gibi girer geceleri.. İki serseri var: İkinci serseri
  • halkın alınterinden altın yapanlara kendi kafatasında hurma rakısı sunar. Ben hızımı asırlardan almışım, Bende her mısra bir yanardağ hatırlatır. Ben ki halkın ne alınterinden on para çalmışım ne de bir şairin cebinden bir satır... İki serseri var: İkinci serseri meydana dört topaç gibi saldığım dört eseri sanmış ki yazmışım kendileri için. Halbuki benim bir serseriye hitap eden ikinci yazım işte budur: Atlas yakalı sarhoş sofralarının sazı Fransız sermayesinin hacı ayvazı bu yazdığım yazı örse balyoz salanların şimşekli yumruğudur katmerli yağ yağ ensende Ve sen o kemik yaladığın sofranın altına girsen de - dostun KARAMAÇABEY gibi- kaldırıp kaldırıp yere çaaal- mak için canını burnundan aaal- mak için, bulacağım seni.. Koca göbeklerin Russel kuşağı sen, sen uşşşak murabbaı, sen uşşşak mik'abı satılmış uşşakların uşşşağı sen!!! CEVİZ AĞACI Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
  • Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril. Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var, Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a. Yapraklarım gözlerimdir. Şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul'u. Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında ÇEKİLMEZ BİR ADAM Çekilmez bir adam oldum yine Uykusuz, aksi, lanet Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi Azgın bir hayvan döver gibi O gün çalışıyorum Sonra birde bakıyorsun ki Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet Çekilmez bir adam oldum yine Uykusuz, aksi, lanet Yine her seferki gibi haksızım Sebep yok olması da imkansız Bu yaptığım iş ayıp rezalet Fakat elimde değil Seni kıskanıyorum. DAVET. .. Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan Bu memleket bizim! Bilekler kan içinde, dişler kenetli
  • ayaklar çıplak Ve ipek bir halıya benzeyen toprak Bu cehennem, bu cennet bizim! Kapansın el kapıları bir daha açılmasın yok edin insanın insana kulluğunu Bu davet bizim! Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşçesine Bu hasret bizim! DOSTLUK Biz haber etmeden haberimizi alırsın, yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin. Gözümüzün dilinden anlar, elimizin sırrını bilirsin. Namuslu bir kitap gibi güler, alnımızın terini silersin. O gider, bu gider, şu gider, dostluk, sen yanı başımızda kalırsın DURUP DURURKEN Durup dururken içimde bir şeyler kopup tıkıyor boğazımı, Durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı, Durup dururken rüya görüyorum bir otelde, holde, ayakta, Durup dururken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç, Durup dururken bir kurt uluyor aya karşı bahtsız, öfkeli, aç, Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçede, salıncakta, Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan, Durup dururken kafamda bir güneşli duman, Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne, Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne...
  • DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında dünyayı çocuklara verelim kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi hiç değilse bir günlüğüne doysunlar bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı çocuklar dünyayı alacak elimizden ölümsüz ağaçlar dikecekler GİDERAYAK İŞLERİM VAR Giderayak işlerim var bitirilecek, giderayak. Ceylanı kurtardım avcının elinden ama daha baygın yatar ayılamadı. Kopardım portakalı dalından ama kabuğu soyulamadı. Oldum yıldızlarla haşır neşir ama sayısı bir tamam sayılamadı. Kuyudan çektim suyu ama bardaklara konulamadı. Güller dizildi tepsiye ama taştan fincan oyulamadı. Sevdalara doyulamadı. Giderayak işlerim var bitirilecek, giderayak.
  • GÖ ZLERİ SİYAH KADIN Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim Ö mrümü bir yudumda ellerinden içerim Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki. GÖ ZLERİN ( 75204 Hit) Gözlerin gözlerin gözlerin, ister hapisaneme, ister hastaneme gel, gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte, şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte Antalya tarafında ekinler seher vakti. Gözlerin gözlerin gözlerin, kaç defa karşımda ağladılar çırılçıplak kaldı gözlerin altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak, fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar. Gözlerin gözlerin gözlerin, gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün sevinçli bahtiyar alabildiğine akıllı ve mükemmel dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın. Gözlerin gözlerin gözlerin, sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın ve yaz yağmurundan sonra yapraklar ve her mevsim ve her saat İstanbul.
  • Gözlerin gözlerin gözlerin, gün gelecek gülüm, gün gelecek, kardeş insanlar birbirine senin gözlerinle bakacaklar gülüm, senin gözlerinle bakacaklar. GÖ ZLERİNE BAKARKEN ( 54140 Hit) Gözlerine bakarken güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma, bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum... Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum, durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin: sırrını her gün bir parça veren fakat hiç bir zaman büsbütün teslim olmayacak olan... GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ ( 24206 Hit) Bu bir türkü:- toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü! Bu bir örgü:- alev bir saç örgüsü! kıvranıyor; kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor esmer alınlarında bakır ayakları çıplak kahramanların! Ben de gördüm o kahramanları, ben de sardım o örgüyü, ben de onlarla güneşe giden köprüden geçtim! Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi. Ben de söyledim o türküyü! Yüreğimiz topraktan aldı hızını; altın yeleli aslanların ağzını yırtarak
  • gerindik! Sıçradık; şimşekli rüzgâra bindik!. Kayalardan kayalarla kopan kartallar çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını. Alev bilekli süvariler kamçılıyor şaha kalkan atlarını! Akın var güneşe akın! Güneşi zaptedeceğiz güneşin zaptı yakın! Düşmesin bizimle yola: evinde ağlayanların göz yaşlarını boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar! Bıraksın peşimizi kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar! İşte: şu güneşten düşen ateşte milyonlarla kırmızı yürek yanıyor! Sen de çıkar göğsünün kafesinden yüreğini; şu güneşten düşen ateşe fırlat; yüreğini yüreklerimizin yanına at! Akın var güneşe akın!
  • Güneşi zaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın! Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk! Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız, toprak kokuyor bakır sakallarımız! Neş'emiz sıcak! kan kadar sıcak, delikanlıların rüyalarında yanan o « an» kadar sıcak! Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak, ölülerimizin başlarına basarak yükseliyoruz güneşe doğru! Ö lenler döğüşerek öldüler; güneşe gömüldüler. Vaktimiz yok onların matemini tutmaya! Akın var güneşe akın! Güneşi zaaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın! Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor! Kalın tuğla bacalar kıvranarak ötüyor! Haykırdı en önde giden, emreden! Bu ses! Bu sesin kuvveti, bu kuvvet yaralı aç kurtların gözlerine perde vuran, onları oldukları yerde
  • durduran kuvvet! Emret ki ölelim emret! Güneşi içiyoruz sesinde! Coşuyoruz, coşuyor!.. Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor! Akın var güneşe akın! Güneşi zaaaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın! Toprak bakır gök bakır. Haykır güneşi içenlerin türküsünü, Hay- kır Haykıralım! GÜNLER ( 27258 Hit) Geçip gitmiş günler gelin rakı için sarhoş olun ıslıkla bir şeyler çalın geberiyorum kederden. İlerdeki güzel günler beni görmeyecek onlar bari selam yollasınlar geberiyorum kederden. Başladığım bugünkü gün yarıda kalabilirsin, geceye varmadan yahut çok büyük olabilirsin GÜZ Günler gitgide kısalıyor, yağmurlar başlamak üzre.
  • Kapım ardına kadar açık bekledi seni. Niye böyle geç kaldın? Soframda yeşil biber, tuz, ekmek. Testimde sana sakladığım şarabı içtim yarıya kadar bir başıma seni bekleyerek. Niye böyle geç kaldın? Fakat işte ballı meyveler dallarında olgun, diri duruyor. Koparılmadan düşeceklerdi toprağa biraz daha gecikseydin eğer... HAPİSTE YATACAK OLANA BAZI Ö ĞÜTLER Dünyadan, memleketinden, insandan umudum kesik değil diye İpe çekilmeyip de Atılırsan içeriye, Yatarsan on yıl, on beş yıl Daha da yatacağından başka, 'Sallansaydım ipin ucunda Bir bayrak gibi keşke'' Demiyeceksin, Yaşamakta ayak direyeceksin. Belki bahtiyarlık değildir artık, Boynunun borcudur fakat, Düşmana inat Bir gün fazla yaşamak. İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin, K Kuyunun dibindeki taş gibi. Fakat öbür tarafın Dünyanın kalabalığına Ö ylesine karışmalı ki, Sen ürpermelisin içerde, Dışarda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa. İçerde mektup beklemek, Yanık türküler söylemek bir de, Bir de gözünü tavena dikip sabahlamak Tatlıdır ama tehlikelidir. Tıraştan tıraşa yüzüne bak,
  • Unut yaşını Koru kendini bitten, Bir de bahar akşamlarından; Bir de ekmeği Son lokmasına dek yemeği, Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman. Bir de kimbilir, Sevdiğin kadın sevmez olur, Ufak bir iş deme, Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir, İçerdeki adama. İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena, Dağları, deryaları düşünmek iyi. Durup dinlenmeden yazmayı, Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana, Bir de ayna dökmeyi. Yani içerde onyıl, on beş yıl, Daha da fazla hatta Geçirilmez değil, Geçirilir, Kararmasın yeter ki Sol memenin altındaki cevahir! HASRET - 01 Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli, belini sarmayalı, gözünün içinde durmayalı, aklının aydınlığına sorular sormayalı, dokunmayalı sıcaklığına karnının. Yüz yıldır bekliyor beni bir şehirde bir kadın. Aynı daldaydık, aynı daldaydık. Aynı daldan düşüp ayrıldık. Aramızda yüz yıllık zaman, yol yüz yıllık. Yüz yıldır alacakaranlıkta koşuyorum ardından.
  • HASRET - 02 Denize dönmek istiyorum! Mavi aynasında suların: boy verip görünmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum! Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider! Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder. Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter. Ve madem ki bir gün ölüm mukadder; Ben sularda batan bir ışık gibi sularda sönmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum! HAVA SOĞUK Hava puslu, soğuk Kırlar koyu, kırmızı Saman sarısı, ölü yeşil Kış gelmek üzere oysaki gönül Kışa girmeye hazır değil HAYDİ GÜLE GÜLE GÜLÜM Haydi güle gülü gülüm haydi güle güle Hani ağlamak yoktu? Ağlama kızım, gözüne batacak sürmelerin. Taksiye bindin işte, işte hapishanesinde yattığım şehrin geçiyorsun içinden. Şöför belki ben yaşta bir adam dikiz aynasından bakıyor sana
  • anlıyor bu güzel kadının ağlamasını. Belki onunda içerde yatanı vardır, belki tanır beni, belki kendiside bizdendir. Biliyorum: Demirlerden seyrettiğim bu şehir kaplıcalar türbeler ipek fabrikaları ve kocaman bir çınardır. Ve sahici insanları benim insanlarım nasılda perişan... Fakat yüzlerine güneş vurmuş gibi olmuştur sen gözyaşları arasından onlara baktığın zaman. Sen bu şehre bundan öncede geldin demek? Sen bu şehre gelesinde beni aramayasın! Ö ylemi? AĞLA GÜLÜM! Hemde hüngür hüngür ağlamalısın. Hayır ağlama, Allah belamı versin benim ağlama! Etrafına bak: Ben ve şehir çoktan arkada kaldık HENÜZ VAKİT VARKEN GÜLÜM Henüz vakit varken, gülüm Paris yanıp yıkılmadan, henüz vakit varken, gülüm, yüreğim dalındayken henüz, ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri Volter rıhtımında dayayıp seni duvara öpmeliyim ağzından sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a çiçeğini seyretmeliyiz onun, birden bana sarılmalısın, gülüm, korkudan, hayretten, sevinçten ve de sessiz sessiz ağlamalısın, yıldızlar da çiselemeli, incecikten bir yağmurla karışarak. Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanıp yıkılmadan, henüz vakit varken, gülüm, yüreğim dalındayken henüz,
  • şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz söğütlerin altından, gülüm, ıslak salkım söğütlerin. Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana, en güzel, en yalansız, sonra da ıslıkla bir şey çalarak gebermeliyim bahtiyarlıktan ve insanlara inanmalıyız. Yukarda taştan evler, girintisiz, çıkıntısız, birbirine bitişik ve duvarları ayışığından ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor ve karşı yakada Luvur aydınlanmış ışıklarla aydınlanmış bizim için billur sarayımız... Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanıp yıkılmadan, henüz vakit varken, gülüm, yüreğim dalındayken henüz, şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda kırmızı varillere oturmalıyız. Karşıda karanlığa giren kanal. Bir şat geçiyor, selamlıyalım gülüm, geçen sarı kamaralı şatı selamlıyalım. Belçika'ya mı yolu, Hollanda'ya mı? Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın tatlı tatlı gülümsüyor. Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanıp yıkılmadan, henüz vakit varken, gülüm... Parisliler, Parisliler, Paris yanıp yıkılmasın... HER KİTABIMIN SON SÖ ZÜ Sen sanma ki sanatın
  • damağında tadı var acı bir hıyar lezzeti gibi... Mısralarımda yok benim gözyaşlarımın tadı, Şiirlerim içilmez ingiliz tuzu gibi HOŞGELDİN KADINIM Hoş geldin kadınım benim hoş geldin yorulmuşsundur; nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını ne gül suyum ne gümüş leğenim var, susamışsındır; buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim acıkmışsındır; beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam memleket gibi yoksuldur odam. Hoş geldin kadınım benim hoş geldin ayağını basdın odama kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi güldün, güller açıldı penceremin demirlerinde ağladın, avuçlarıma döküldü inciler gönlüm gibi zengin hürriyet gibi aydınlık oldu odam... Hoş geldin kadınım benim hoş geldin HOŞGELDİN... Hoş geldin! Kesilmiş bir kol gibi omuz başımızdaydı boşluğun... Hoş geldin! Ayrılık uzun sürdü. Ö zledik.
  • Gözledik... Hoş geldin! Biz bıraktığın gibiyiz. Ustalaştık biraz daha taşı kırmakta, dostu düşmandan ayırmakta... Hoş geldin. Yerin hazır. Hoş geldin. Dinleyip diyecek çok. Fakat uzun söze vaktimiz yok. YÜRÜYELİM..... İKİ SEVDA Bir gönülde iki sevda olamaz yalan olabilir. Şehrinde soğuk yağmurların gece otel odasında sırtüstü yatıyorum gözlerim tavana dikili bulutlar geçiyor tavandan ıslak asfaltı geçen kamyonlar gibi ağır ve sağda uzakta ak bir yapı yüz katlı belki tepesinde altın iğne parlıyor. Bulutlar geçiyor tavandan karpuz kayıkları gibi güneş yüklü bulutlar Oturmuşum cumbaya yüzüme suların ışığı düşüyor bir ırmak kıyısında mıyım bir deniz kıyısında mı? O tepsideki ne o güllü tepsideki yer çileği mi kara dut mu? Fulya tarlasında mıyım karlı kayın ormanın da mı? Gülüp ağlıyor sevdiğim kadınlar iki dilde
  • Dostlar nasıl bir araya geldiniz? Birbirinizi tanımazsınız. nerde bekliyorsunuz beni? Beyazıt' ta Çınarlı Kahve' de mi Gorki parkında mı? Şehrinde soğuk yağmurların gece otel odasında sırtüstü yatıyorum gözlerim yanıyor gözlerim alabildiğine açık bir hava çalındı armonikle başladı utla bitti. İçimde sarmaş dolaş karmakarışıktı büyük uzak iki şehrin hasreti. Fırlamak yataktan koşmak altında yağmurun istasyona koşmak ---- Sür kardeşim Makinist götür beni oraya. --- Nereye? KADINLARIMIZ Toprak öyle bitip tükenmez, / dağlar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişemeyecekti. Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle Ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti. Ayın altında öküzler başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık kısacıktılar ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında ve ayakları altından akan toprak, toprak, ve topraktı. Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. Ve kadınlar birbirlerinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında
  • geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde ince boyunlu çocuklar uyuyordu. Ve ayın altında kağnılar yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru. KAR YAĞIYOR Lambayı yakma, bırak, sarı bir insan başı düşmesin pencereden kara. Kar yağıyor karanlıklara. Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum. Kar... Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman ışıklar... Ve şehir kör bir insan gibi kaldı altında yağan karın. Lambayı yakma, bırak! Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
  • dilsiz olduklarını anlıyorum. Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum. KARIMA MEKTUP 11- 11- 1933 Bursa Hapishanesi Bir tanem! Son mektubunda: 'Başım sızlıyor yüreğim sersem! ' diyorsun. 'Seni asarlarsa seni kaybedersem; diyorsun; 'yaşıyamam! ' Yaşarsın karıcığım, kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı en fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı. Ö lüm bir ipte sallanan bir ölü. Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm. Fakat emin ol ki sevgilim; zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli geçirecekse eğer ipi boğazıma, mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nazıma! Ben, alaca karanlığında son sabahımın dostlarımı ve seni göreceğim, ve yalnız yarı kalmış bir şarkının acısını
  • toprağa götüreceğim... Karım benim! İyi yürekli altın renkli, gözleri baldan tatlı arım benim: ne diye yazdım sana istendiğini idamımın, daha dava ilk adımında ve bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın. Haydi bunlara boş ver. Bunlar uzak bir ihtimal. Paran varsa eğer bana fanila bir don al, tuttu bacağımın siyatik ağrısı, Ve unutma ki daima iyi şeyler düşünmeli bir mahpusun karısı. KARLI KAYIN ORMANINDA Karlı kayın ormanında yürüyorum geceleyin. Efkârlıyım, efkârlıyım, elini ver, nerde elin? Ayışığı renginde kar, keçe çizmelerim ağır. İçimde çalınan ıslık beni nereye çağırır? Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak? Kayınların arasında bir pencere, sarı sıcak. Ben ordan geçerken biri: 'Amca, dese, gir içeri. ' Girip yerden selâmlasam hane içindekileri.
  • Eski takvim hesabıyle bu sabah başadı bahar. Geri geldi Memed'ime yolladığım oyuncaklar. Kurulmamış zembereği küskün duruyor kamyonet, yüzdüremedi leğende beyaz kotrasını Memet. Kar tertemiz, kar kabarık, yürüyorum yumuşacık. Dün gece on bir buçukta ölmüş Berut, tanışırdık. Bende boz bir halısı var bir de kitabı, imzalı. Elden ele geçer kitap, daha yüz yıl yaşar halı. Yedi tepeli şehrimde bıraktım gonca gülümü. Ne ölümden korkmak ayıp, ne de düşünmek ölümü. En acayip gücümüzdür, kahramanlıktır yaşamak: Ö leceğimizi bilip, öleceğimizi mutlak. Memleket mi, daha uzak, gençliğim mi, yıldızlar mı? Bayramoğlu, Bayramoğlu, ölümden öte köy var mı? Geceleyin, karlı kayın ormanında yürüyorum. Karanlıkta etrafımı gündüz gibi görüyorum.
  • Şimdi şurdan saptım mıydı, şose, tirenyolu, ova. Yirmi beş kilometreden KIZ ÇOCUĞU Kapıları çalan benim kapıları birer birer. Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler. Hiroşima'da öleli oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar. Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu. Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok. Şeker bile yiyemez ki kâat gibi yanan çocuk. Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler. KIZIL SAÇLISINA Pembe yanaklı al dudaklı bir karım olursa eğer.. Olursa 24 ayar ahlaklı.. Anama bakar gibi bakar.. İlaha tapar gibi taparım..! Ama...! Kalleş çıkarsa karım..
  • Anam avradım olsun bir teneke benzin döker yakarım...! Kimine göre kadın..! Soğuk kış gecelerinde sarılıp yatmak içindir.. Kimine göre kadın..! Sıcak harman gecelerinde zil takıp oynatmak içindir.. Kimine göre kadın..! Ö mür boyunca omuzumuzda taşıdığımız.. En büyük sevabımız ve en büyük vebalimizdir.. Ama sen KADINIM..! Benim için sen.. Ne o.. Ne bu.. Şusun sen..! Benim can yoldaşım kavga arkadaşımsın… KOCALMAYA ALIŞIYORUM Kocalmaya alışıyorum dünyanın en zor zanaatına, kapıları çalmaya son kere, durup durmadan ayrılığa. Saatler, akarsınız, akarsınız, akarsınız... Anlamaya çalışıyorum inanmayı yitirmenin pahasına. Bir söz söyleyecektim sana söyleyemedim. Dünyamda sabahleyin aç karına içilen cıgaramın tadı. Ö lüm kendinden önce bana yalnızlığını yolladı. Kıskanıyorum öylelerini kocaldıklarının farkında bile değiller, öylesine başlarından aşkın işleri KOSMOSUN KARDEŞLİĞİ ADINA Kosmosda bizden başka düşünen var mı var bize benzer mi bilmiyorum belki bizden güzeldir bizona benzer mesela ama çayırdan nazik
  • belki de akarsuyun şankına benzer belki çirkindir bizden karıncaya benzer mesala ama tıraktörden iri belki de kapı gıcırtısına benzer belki ne güzeldir bizden ne de çirkin belki tıpatıp bize benzer ve yıldızlardan birinde hangisinde bilmiyorum yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz hangi dilde bilmiyorum yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz onunla Tovariş diyecek söze bu sözle başlayacak biliyorum Tovariş diyecek ne üs kurmaya geldim yıldızına ne petrol ne yemiş imtiyazı istemeğe Kola- kola satacak da değilim selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına, bedava ekmek ve bedava karanfil adına mutlu emeklerde mutlu dinlenmeler adına " Yarin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber" diyebilmek adına evlerin yurtların dünyaların ve kosmosun kardeşliği adına MASALLARIN MASALI Su basında durmuşuz, çınarla ben. Suda suretimiz çıkıyor, çınarla benim. Suyun şavkı vuruyor bize, çınarla bana.
  • Su basında durmuşuz, çınarla ben, bir de kedi. Suda suretimiz çıkıyor, çınarla benim, bir de kedinin. Suyun şavkı vuruyor bize, çınarla bana, bir de kediye. Su basında durmuşuz, çınar, ben, kedi, bir de güneş. Suda suretimiz çıkıyor, çınarın, benim, kedinin, bir de günesin. Suyun şavkı vuruyor bize, çınara, bana, kediye, bir de güneşe. Su basında durmuşuz, çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz. Suda suretimiz çıkıyor, çınarın, benim, kedinin, günesin, bir de ömrümüzün. Suyun şavkı vuruyor bize, çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze. Su basında durmuşuz. Ö nce kedi gidecek, kaybolacak suda sureti. Sonra ben gideceğim, kaybolacak suda suretim. Sonra çınar gidecek, kaybolacak suda sureti. Sonra su gidecek güneş kalacak; sonra o da gidecek... Su basında durmuşuz. Su serin, Çınar ulu, Ben şiir yazıyorum. Kedi uyukluyor Güneş sıcak. Çok şükür yaşıyoruz. Suyun şavkı vuruyor bize Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze....
  • MAVİ LİMAN Çok yorgunum, beni bekleme kaptan. Seyir defterini başkası yazsın. Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman. Beni o limana çıkaramazsın MAZİ ( 24891 Hit) Kalbimde maziden bugün izler var Her siyah saatım bu izle erir Ruhumu geçmişin hicranı sarar Doğanlar ölür ölen dirilir Anladım hayatmış mazinin adı Yıllara karışan her şey ses verir Hasretle doludur geçmişin yadı Mazinin elemi bile tatlıdır MEKTUPLAR - 04 Sıcaklar bildiğin gibi değil ve ben ki yalı uşağıyım, deniz ne kadar uzak... İkiyle beş arası cibinliğin altına uzanarak ter içinde kımıldanmadan gözlerim açık dinliyorum sineklerin uğultusunu. Biliyorum: şimdi avluda duvarlara çarpıyorlardır suyu, kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur. Ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde
  • bir kezzap aydınlığı içindedir simsiyah kiremitleriyle şehir... Geceleri birdenbire rüzgâr çıkıyor. sonra kayboluyor birdenbire. Ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup, yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak. Ve zaman zaman ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde bir korku halinde tabiatı... Bir zelzele olabilir. Zaten üç günlük yere geldi, salladı çapanoğlu Yozgad'ı. Ve yerlilerin kavlince: altı tekmil tuz madeni olduğundan yıkılacak Çankırı şehri kıyametten kırk gün önce. Yatıp bir gece başın bir kalasla ezilmiş, çıkmamak sabaha... Ö lümün bu kadar körü ve mendeburu... Ben yaşamak istiyorum biraz daha, daha bir hayli yaşamak. Bunu birçok şey için istiyorum, birçok çok mühim şeyler. MEKTUPLAR - 05 Saat beşte akşam oluyor: insanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla. Yağmur taşıdıkları belli. Birçoğu elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar... Bizim odanın yüz mumluğu, terzilerin gaz lambası yandı. Terziler ıhlamur içiyorlar... Kış geldi demektir... Üşüyorum.
  • Fakat kederli değilim. Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır: kış günleri hapisanede, sade hapisanede değil, bu kocaman bu ısınası bu ısınacak dünyada üşüyüp kederli olmamak... MEKTUPLAR- 03 Bugün çarşamba: - biliyorsun - Çankırı'nın pazarı. Demir kapımızdan geçip kamış sepetimizde bize kadar gelecek yumurtası, bulguru, yaldızlı, mor patlıcanları... Dün köylerden inenleri seyrettim: yorgundular, kurnaz ve şüpheli, ve kaşlarının altında keder. Erkekler eşeklerde, kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler. Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır. Herhalde iki çarşambadır pazarda: kırmızı başörtülü 'kibirsiz' İstanbulluyu aramışlardır… MEKTUPLAR - 06 Hint Okyanusu'nu seyrettim bu sabah. Okyanuslar üstüne bir çift sözüm var sana: Kıyısından seyredilen okyanus
  • farksızdır Marmara açıklarından. Yani demek istediğim: Okyanuslar büyük sevdalar gibidir Tulyakova seyredilmeğe gelmez, Okyanus yaşanılır. MEKTUPLAR - 07 Çarşı pazar dolaştım karıcığım, not ettim fiyatları. Tanganika dehşetli ucuzluk. Mesela, güneş, hem de en olgunu, en kırmızısı, yağmur mesela, hem de aylarca şakırdayanı artsız arasız, yahut da boy boyu, çeşit çeşidi sıtmaların, yahu da kopkoyu esmer eller, turfandası da, olgunu da, hem de hepsinin tırnaklarıyla avuçları pembe, hatta muz, beş kiloluk hevenkleri, bir şişe Pepsi Kola'dan ucuz. Sana bunları yazdım, iki gözüm, düşünüyorum, Tanganika'dan pahalı mı benim Anadolu? Kimi yerlerinde yağmur çok daha pahalı, kimi mevsimlerinde güneş, ama sıtmaların fiyatı, yahut da ellerin, hele parmakalrı kınalı olanların, hiç de bundan pahalı değil. Muza gelince, bizde yetişmez, ama soğanla tuz, beş kilosu değil, birer kilosu, burdaki muz fiyatına. MEKTUPLAR- 09 Hapisten çıktığım günleri hatırlıyorum, hapisten çıkarıldığım günleri değil, çıktığım, içerde kendimin dışarda dostların ve zamanların zorlamasıyla çıktığım
  • günleri hapisten., Sevinç. Düğün, bayram. Sevinç, kibirli biraz, biraz şaşkın. Sevinç. dallarında hayallerin ve umutların parıltısı, yemişleri değil, parıltısı. Ve yüksek sesle anlatmak hapisaneyi herkese ve kendine. Hapisane hala düşlerine girer, uyanırsın sıçrayarak. Yakanı bırakmaz alışkanlıklarıyla yasakları hapisane yıllarının. Kapatamazsın mektuplarının zarflarını, karavana vakitlerini, beklersin, ve akşamlar kararınca kapının dışardan kilitlenmesini, yanmasını ampullerin kendiliğinden. Sevinç. Düğün, bayram. Ama bayram günlerinin de sonu var bütün günler gibi. Bakarsın, evinin damı akıyor, pencereler, kapılar onarılmak ister, su getirtmek, açtırmak gazı, elektriği, yatak çarşafı almak, tabak, çanak, kitap. Kolların hazır çalışmağa, onlar içerde de çalıştırıldılar, ama bilgi'n uyutuldu. Paran da yok. Borca batmak da tehlikeli. Nerden, neresinden, nasıl kurmağa başlamalı evini hürriyetinin? hapisten çıkanın haline benziyor hali Tanganika'nın. MEKTUPLAR- 01 Saat dört yoksun Saat beş
  • yok Altı, yedi, ertesi gün, daha ertesi ve belki kim bilir... Hapisane avlusunda bir bahçemiz vardı. Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı. Gelirdin, yan yana otururduk, kırmızı ve kocaman muşamba torban dizlerinde... Kelleci Memedi hatırlıyor musun? Sübyan koğuşundan. Başı dört köşe, bacakları kısa ve kalın ve elleri ayaklarından büyük. kovanından bal çaldığı adamın taşla ezmiş kafasını. 'hanım abla' derdi sana. Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı, tepemizde, yukarda, güneşe yakın, bir konserve kutusunun içinde... Bir cumartesi gününü, hapisane çeşmesiyle ıslanan bir ikindi vaktini hatırlıyor musun? Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta, aklında mı: 'Beypazarı meskenimiz, ilimiz, kim bilir nerede kalır ölümüz.... ? ' O kadar resmini yaptım senin bana birini bırakmadın. Bende yalnız bir fotoğrafın var: bir başka bahçede çok rahat çok bahtiyar yem verip tavuklara gülüyorsun. Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
  • fakat pek ala gülebildik ve bahtiyar olmadık değil. Nasıl haber aldık en güzel hürriyete dair, nasıl dinledik ayak seslerini yaklaşan müjdelerin, ne güzel şeyler konuştuk hapisane bahçesinde... MEKTUPLAR- 02 Bir akşamüstü oturup hapisane kapısında rubailer okuduk Gazalî'den: 'Gece: büyük lâciverdî bahçe. Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin. Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler. Bir gün eğer, benden uzak, karanlık bir yağmur gibi, canını sıkarsa yaşamak tekrar Gazalî'yi oku. Ve Pîrâyende'm benim, ben eminim sen sadece merhamet duyacaksın ölümün karşısında onun ümitsiz yalnızlığı ve muhteşem korkusuna. Bir akar su getirsin Gazalî'yi sana: '- Toprak bir kâsedir çömlekçinin rafında tâcidar, ve zafer yazıları yıkılmış duvarlarında Keyhüsrevin... ' Birikip sıçramalar. Soğuk sıcak
  • serin. Ve büyük lâciverdi bahçede başsız ve sonsuz ve durup dinlenmeden devranı rakkaselerin... Bilmiyorum, neden aklımda hep ilkönce senden duyduğum Çankırılı bir cümle var: 'Pamukladı mıydı kavaklar kiraz gelir ardından. ' Kavaklar pamukluyor Gazalî'de, fakat görmüyor, üstat, kirazın geldiğini. Ö lüme ibadeti bundandır. Şeker Ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor. Akşam. Dışarda çocuklar bağrışıyorlar. Çeşmeden akıyor su. Ve jandarma karakolunun ışığında akasyalara bağlı üç kurt yavrusu. Açıldı demirlerin dışında büyük, lâciverdî bahçem. A s l o l a n h a y a t t ı r... Beni unutma Hatçem... MEKTUPLAR- 08 Nasılsın Tulyakova, ne alemlerdesin? Saman sarısı saçlar nasılsınız? Ne alemlerdesiniz mavi kirpikler? Mavi kirpikler yol verin, gözlerinizin içini görmek istiyorum, dolaşmak içinde gözlerinizin ve rastlamak kendime, belki satırları arasında bir kitabın, belki ikinci Pesçannaya'da otobüs durağında,
  • rastlamak kendime içinde gözlerinizin ve 'Merhaba Nazım! ' demek, 'Nicesin, mutlu musun? ' Moskova Irmağı'na selam ederim. Kızıl Meydan'a fabrika bacalarına, tiyatroların tümüne selam ederim, evimizin, kapısına selam ederim, İstanbul'un duvarda asılı resmine selam! Beni sorarsanız, ben burda Kuzeydeyim iki gündür, Aruşa'da, Moşi'de, karlı Klimancora dağının dolaylarında. Turistik bir dağ. Otellerde konforu İsviçre turistlerinin. Cagga kabilesi yaşıyor Moşi'de. Otellerde, kahveliklerde ve sizalllıklarda çalışıyorlar. Sizallıklar İngilizlerin, Hintlilerin, rumların. Cagga halkı güler yüzlü, akıllı, yumuşak. Erkekleri gömlekli, şortlu, ama yalyanak çoğu ve bisiklete meraklıo. Kadınları salınarak yürüyor alaca entarileri içinde ve başlarında kendilerinden büyük yükler taşıyorlar bütün Afrika kadınları gibi. Genç kızlar gördüm. kara biberim, badem şekerim ve naylon eteklikleri kabarık, ve okur yazarlık Anadolu'dan yüksek. Ngorongoro kıraterine gittim. Volkanın ağzı çayırlar ve ağaçlarla kaplanmış. İki yüz kilometre kare, dediler. Turistik gergedanları gördüm, turistik zürafaları, filleri. Sürülerle gezip tozuyorlar. Aralarından geçiyor jipimiz, burunlarının dibinden, başlarını kaldırıp şöyle bir bakıyorlar, tanıyorlar markasını otomobilin: Landrover ve kederle çeviriyorlar başlarını öte yana, bıkkınlık. Bir antiloplar alışamamış Landrover'e, sıçraya sıçraya kaçtılar. Bir de bir akşam bir Amerikan turisti sızmış çayırlıkta, arslanlar beklemiş başında sabaha kadar.
  • Bakmışlar ayılmıyor, yemişler. Mezarını gördüm. Taşında yazılı hikayesi. Dolaylarda Masailer yaşıyor çırılçıplak bir avrat mahalleri örtülü. İri yarı insanlar. Kahverengine düşkün. Kahverengine boyanıyorlar. Kadınlarının kulak memeleri omuzlarına sarkıyor. bir ağırlıkla filan uzatıyorlar. Masailer göçebe. Davarcı. Sığırlarının etini yiyor, sütünü ve kanını içiyorlar sıcak sıcak. Ve sürüye saldıran arslanı mızraklıyorlar kulaklarından tutup. Otelde bir kaat verdiler bize: Kıraterde en çok neyi beğendiniz? Filleri mi? Gergedanları mı? Antilopları mı? MEMEDE SON MEKTUBUMDUR Bir yandan cellatlar girdi araya, Bir yandan, oyun etti bana bu mendebur yürek, Nasip olmayacak Memed'im yavrum, seni bir daha görmek. Biliyorum, buğday başağı gibi delikanlı olacaksın, ben de öyleydim gençliğimde, kumral, ince, uzun; gözlerin ananınkiler gibi kocaman, bazen de bir parça bir tuhaf mahzun;
  • alnın alabildiğine aydınlık; herhalde sesin de olacak - berbattı benimkisi - türküler döktüreceksin yanık mi yanık... Konuşmasını mı bileceksin - ben de becerirdim o işi sinirlenmediğim zamanlar - bal damlayacak dilinden. Vay, Memet, kızların çekeceği var senin elinden. Müşküldür babasız büyütmek erkek evladı. Ananı üzme oğlum, ben güldürmedim yüzünü, sen güldür. Anan, ipek gibi kuvvetli, ipek gibi yumuşak; anan, nineliğinde bile güzel olacak onu ilk gördüğüm günkü gibi, Boğaziçi’ nde, on yedisinde ay ışığı, gün ışığı, can eriği, dünya güzeli. Anan, ayrıldık bir sabah, buluşmak üzre, buluşamadık. Anan, anaların en iyisi en akıllısı, yüz yıl yaşar inşallah... Ö lmekten, oğlum korkmuyorum, ama ne de olsa
  • iş arasında bazen irkilip ansızın, yahut yalnızlığında uyku öncesinin günleri saymak biraz zor. Dünyada doymak olmuyor, Medet, doymak olmuyor... Dünyada kiracı gibi değil, yazlığa gelmiş gibi de değil, yaşa dünyada babanın eviymiş gibi... Tohuma, toprağa, denize inan. İnsana hepsinden önce. Bulutu, makineyi, kitabi sev, insani hepsinden önce. Kuruyan dalın sönen yıldızın sakat hayvanın duy kederini, hepsinden önce de insanın. Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin sevindirsin seni karanlık ve aydınlık, sevindirsin seni dört mevsim. ama hepsinden önce insan sevindirsin seni. Memet, memleketler içinde bir şirin memlekettir Türkiye, bizim memleket, insanı da, su katılmamışı, çalışkandır, ağırbaşlı, yiğittir, ama dehşetli fakir. ............. ............... Memet,
  • ben dilimden, türkülerimden, tuzumdan, ekmeğimden uzakta, anana hasret, sana hasret, yoldaşlarıma, halkıma hasret öleceğim, ama sürgünde değil, gurbet ellerde değil, öleceğim rüyalarımın memleketinde, beyaz şehrinde en güzel günlerimin. NASILSIN İyi günlerimde çok eller uzanır ellerime, Resmimi, suratımı baş köşeye asarlar... Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime, Ardında taş duvarların her kaldığım zaman, Ne arayan beni, ne soran... Eeeehh, daha iyi be, bunun böyle olduğu... Minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın. İyi günlerimde benim unuttuğum insan eli Nasılsın?... NE GÜZEL ŞEY HATIRLAMAK SENİ Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni: bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti... Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının, güneşli bir rahatlık
  • ve etin daveti: kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak koyu bir karanlık... Ne güzel şey hatırlamak seni, yazamak sana dair, hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek: filanca gün, falanca yerde söylediğin söz, kendisi değil edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine: bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinde, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... O MAVİ GÖ ZLÜ BİR DEVDİ O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruliii hanımeli açan bir ev. Bir dev gibi seviyordu dev. Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, yapamazdı yapısını, çalamazdı kapısını bahçesinde ebruliiii
  • hanımeli açan evin. O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Mini minnacıktı kadın. Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruliiii hanımeli açan eve. Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: bahçesinde ebruliiiii hanımeli açan ev.. OTOBİYOGRAFİ.. 1902'de doğdum doğduğum şehre dönmedim bir daha geriye dönmeyi sevmem üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka- Parti konukluğu ve on dördümden beri şairlik ederim kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir ben ayrılıkların kimi insan ezbere sayar yıldızların adını ben hasretlerin hapislerde de yattım büyük otellerde de açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir otuzumda asılmamı istediler kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini verdiler de
  • otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de 961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır partimden koparmağa yeltendiler beni sökmedi yıkılan putların altında da ezilmedim 951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile aldattım kadınlarımı konuşmadım arkasından dostlarımın içtim ama akşamcı olmadım hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana başkasının hesabına utandım yalan söyledim yalan söyledim başkasını üzmemek için ama durup dururken de yalan söyledim bindim tirene uçağa otomobile çoğunluk binemiyor operaya gittim çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye ama kahve falıma baktırdığım oldu yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiye'mde Türkçemle yasak kansere yakalanmadım daha yakalanmam da şart değil başbakan filân olacağım yok meraklısı da değilim bu işin bir de harbe girmedim sığınaklara da inmedim gece yarıları yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında ama sevdalandım altmışıma yakın sözün kısası yoldaşlar
  • bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da insanca yaşadım diyebilirim ve daha ne kadar yaşarım başımdan neler geçer daha kim bilir. Ö LÜME DAİR Buyrun, oturun dostlar, hoş gelip sefalar getirdiniz. Biliyorum, ben uyurken hücreme pencereden girdiniz. Ne ince boyunlu ilâç şişesini ne kırmızı kutuyu devirdiniz. Yüzünüzde yıldızların aydınlığı başucumda durup el ele verdiniz. Buyrun, oturun dostlar hoş gelip sefalar getirdiniz. Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor? Osman oğlu Hâşim. Ne tuhaf şey, hani siz ölmüştünüz kardeşim. İstanbul limanında kömür yüklerken bir İngiliz şilebine, kömür küfesiyle beraber ambarın dibine... Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız simsiyah başınızı. Kim bilir nasıl yanmıştır canınız... Ayakta durmayın, oturun, ben sizi ölmüş zannediyordum, hücreme pencereden girdiniz. Yüzünüzde yıldızların aydınlığı hoş gelip sefalar getirdiniz... Yayalar- köylü Yakup, iki gözüm, merhaba.
  • Siz de ölmediniz miydi? Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp çok sıcak bir yaz günü yapraksız kabristana gömülmediniz miydi? Demek ölmemişsiniz? Ya siz? Muharrir Ahmet Cemil? Gözümle gördüm tabutunuzun toprağa indiğini. Hem galiba tabut biraz kısaydı boyunuzdan. Onu bırakın Ahmet Cemil, vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan, o ilâç şişesidir rakı şişesi değil. Günde elli kuruşu tutabilmek için, yapyalnız dünyayı unutabilmek için ne kadar çok içerdiniz... Ben sizi ölmüş zannediyordum. Başucumda durup el ele verdiniz, buyrun, oturun dostlar, hoş gelip sefalar getirdiniz... Bir eski Acem şairi: «Ö lüm âdildir» — diyor, — « aynı haşmetle vurur şahı fakiri.» Hâşim, neden şaşıyorsunuz? Hiç duymadınız mıydı kardeşim, herhangi bir şahın bir gemi ambarında bir kömür küfesiyle öldüğünü? ... Bir eski Acem şairi: «Ö lüm âdildir» — diyor. Yakup, ne güzel güldünüz, iki gözüm.
  • Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir... Fakat bekleyin, bitsin sözüm. Bir eski Acem şairi: «Ö lüm âdil...» Şişeyi bırakın Ahmet Cemil. Boşuna hiddet ediyorsunuz. Biliyorum, ölümün âdil olması için hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz... Bir eski Acem şairi... Dostlar beni bırakıp, dostlar, böyle hışımla nereye gidiyorsunuz? PENCERELER Sabaha karşı mıydı bilmiyorum yoksa akşamüstü müydü belkide gece yarısı bilmiyorum girdi odama pencereler perdeli perdesiz ben basma perdeleri severim ama tül perdeler de vardı kara ustorlar da ustorları çekip çekip bırakıyordum bir daha inmez oldu kimisi kimisi bir daha çıkamadı yukarı ve camları kırık pencereler elimi kestim kimi camsızdı büsbütün camsız pencereler içime dokunur camsız gözlükler gibi Pencereler yağmur yağıyordu camlarınıza kızıl saçları kederli uzun ben alt dudağımda cıgaram türkü söylüyordum içimden yağmur sesini kendi sesimden çok severim
  • Pencereler beşinci katta güneşli boşluğunuzda bir deniz bir deniz mavi yüzük taşından serçe parmağıma geçirdim usulcacık üç kere öptüm ağlayarak öpüp alnıma koydum üç kere Pencereler çıktım kırmızı velenseli yataktan çocuk burnumu dayadım terli camına pencerenin oda sıcaktı ve genç anamın kokusu vardı odada dışarda kar yağıyordu ben kızamık çıkarıyordum Pencereler sabaha karşı mıydı bilmiyorum belki de gece yarısı bilmiyorum odamın içindeydi yıldızlar ve gece kelebekleri gibi çırpınıyorlardı camlarınızda ben onlara dokunmaktan çekinerek açtım sizi pencereler salıverdim yıldızları geceye aydınlık sınırsız hür geceye yapma ayların geçtiği geceye kurtlar duruyor ayın altında hasta aç kurtlar kurtlar duruyor önünde pencerenin kadife perdeleri kapasam da sımsıkı ordadırlar bilirim gözetliyorlar beni Pencereler düştüm bir pencereden bir güzele bakarken dünya halime güldü güzel dönüp bakmadı belki farkında değildi
  • Pencereler pencereler kırk evin penceresi odama girdi ben oturdum birinin içine sarkıttım ayaklarımı bulutlara bahtiyarım diyebilirdim belki PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ 21- 22 ŞİİRLERİ 22 Eylül 1945 Kitap okurum: içinde sen varsın, şarkı dinlerim: içinde sen. Oturdum ekmeğimi yerim: karşımda sen oturursun, çalışırım: karşımda sen. Sen ki, her yerde " hâzırı nâzır" ımsın, konuşamayız seninle, duyamayız sesini birbirimizin: sen benim sekiz yıldır dul karımsın... 23 Eylül 1945 O şimdi ne yapıyor şu anda, şimdi, şimdi? Evde mi, sokakta mı, çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı? Kolunu kaldırmış olabilir, - hey gülüm, beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi... O şimdi ne yapıyor, şu anda, şimdi, şimdi? Belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor.
  • Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir, - her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren sevgili, canımın içi ayaklar!.. Ve ne düşünüyor beni mi? Yoksa ne bileyim fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi? Yahut, insanların çoğunun neden böyle bedbaht olduğunu mu? O şimdi ne düşünüyor, şu anda, şimdi, şimdi?.. 24 Eylül 1945 En güzel deniz: henüz gidilmemiş olandır. En güzel çocuk: henüz büyümedi. En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız. Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: henüz söylememiş olduğum sözdür... 30 Eylül 1945 Seni düşünmek güzel şey ümitli şey dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey. Fakat artık ümit yetmiyor bana, ben artık şarkı dinlemek değil şarkı söylemek istiyorum... 1 Ekim 1945 Dağın üstünde: akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var
  • dağın üstünde. Bugün de: sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de. Birazdan açar kırmızı kırmızı: gecesefeları birazdan açar kırmızı kırmızı. Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı... 6 Ekim 1945 Bulutlar geçiyor: haberlerle yüklü, ağır. Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda. Yürek kirpiklerin ucunda uzayıp giden toprak uğurlanır. Benim bağırasım gelir: -" Pîrâye, Pîrâye!.." diye PİRAYE İÇİN Ne güzel şey hatırlamak seni; ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni: bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti... Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının, güneşli bir rahatlık ve etin daveti: kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak koyu bir karanlık...
  • Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek: filanca gün, falanca yerde söylediğin söz, kendisi değil edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine: bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipek dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... SALKIM SÖ ĞÜT Akıyordu su gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını! Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! Birden bire kuş gibi vurulmuş gibi kanadından yaralı bir atlı yuvarlandı atından! Bağırmadı, gidenleri geri çağırmadı, baktı yalnız dolu gözlerle uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
  • Ah ne yazık! Ne yazık ki ona dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak, beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak! Nal sesleri sönüyor perde perde, atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde! Atlılar atlılar kızıl atlılar, atları rüzgâr kanatlılar! Atları rüzgâr kanat... Atları rüzgâr... Atları... At... Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat! Akar suyun sesi dindi. Gölgeler gölgelendi renkler silindi. Siyah örtüler indi mavi gözlerine, sarktı salkımsöğütler sarı saçlarının üzerine! Ağlama salkımsöğüt ağlama, Kara suyun aynasında el bağlama! el bağlama! ağlama! SAMAN SARISI Seher vakti habersizce girdi gara ekspres kar içindeydi ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım peronda benden başka da kimseler yoktu durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri perdesi aralıktı
  • genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada saçları saman sarısı kirpikleri mavi kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı üst ranzada uyuyanı göremedim habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini baktım arkasından üst ranzada ben uyuyorum Varşova'da Biristol Oteli'nde yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu oysa karyolam tahtaydı dardı genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada saçları saman sarısı kirpikleri mavi ak boynu uzundu yuvarlaktı yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu oysa karyolası tahtaydı dardı vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu oysa karyolalar tahtaydı dardı iniyorum merdivenleri dördüncü kattan asansör bozulmuş yine aynaların içinde iniyorum merdivenleri belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde kederli bir gül açıldı ağır ağır Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum yudum şehirlerimizin hasretini iki şey var ancak ölümle unutulur anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına çıktılar önüme ansızın
  • oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı bir mangaydılar kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri kolları kollarında gamalı haç işaretleri elleri ellerinde otomatikleri vardı omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler yürüdük korktukları hem de hayvanca korktukları belli gözlerinden belli diyemem başları yok ki gözleri olsun korktukları hem de hayvanca korktukları belli belli çizmelerinden korku belli mi olur çizmelerden oluyordu onlarınki korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara her sese her kımıltıya ateş ediyorlar hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor ve kurşun seslerini benden başka duyan yok ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun saçlarından sicim ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin içinde sıcak bir fırancala gibi vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına Belveder yolunda düşündüm Lehlileri kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca
  • Belveder yolunda düşündüm Lehlileri bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı girdim büyük salona genç bir kadınla saçları saman sarısı kirpikleri mavi ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler bebekevlerindeki gibi ve sen bundan dolayı bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada ak boynun uzundu yuvarlaktı yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında onu oraya sen koydun bir taş kuyunun dibindeki suydu bakıyorum eğilip bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz sesleniyorum seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin cıgaranın ucunda senin ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi aklından geçenlerdeydi ayrılık benden gizlediklerinde gizlemediklerinde ayrılık rahatlığındaydı senin senin güvenindeydi bana büyük korkundaydı ayrılık birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
  • ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı vakit hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında vakit hızla akıyordu geriye doğru ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu ardımızdan koşuyordu önümüze Yegelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dolaşıyor bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında rok end rol oynuyor Katolik öğrencilerle vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz vuruyor bulutlara kızıltısı Nova Huta'nın orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan borozan gece yarısını çaldı Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi şehre yaklaşan düşmanı verdi haber ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın borazan iç rahatlığıyla öldü ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden öldürülmenin acısını düşündüm vakit hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir vapur iskelesi gibi arkada kaldı seher vakti habersizce girdi gara ekspres yağmurlar içindeydi Prag bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı kapağını açtım
  • içinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında saçları saman sarısı kirpikleri mavi yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık yağmurlar içindeydi Prag sen yoksun uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada üst ranza bomboş sen yoksun yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından sokaklar bomboş bütün pencerelerde perdeler inik tıramvaylar bomboş geçiyor biletçileri vatmanları bile yok kahveler bomboş lokantalar barlar da öyle vitrinler bomboş ne kumaş ne kristal ne et ne şarap ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu ne bir karanfil şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yalnızlıkta on kat artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için Lejyonerler Köprü- sü'nden martılara ekmek atıyor gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp her lokmayı vakitleri yakalamak istiyorum parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu saçları saman sarısı kirpikleri mavi elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı üst ranzada uyuyanı göremedim
  • ben değilim bir uyuyan varsa orda belki de üst ranza boş Moskova'ydı üst ranzadaki belki duman basmış Leh toprağını irest'i de basmış iki gündür uçaklar kalkıp inemiyor ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden geçiyorlar Berlin'den beri kompartımanda bir başımayım karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim garson kız tanıdı beni iki piyesimi seyretmiş Moskova'da garda genç bir kadın beni karşıladı beli karınca belinden ince saçları saman sarısı kirpikleri mavi tuttum elinden yürüdük yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata o yıl erken gelmişti bahar o günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın seni oysa ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sıcaklığını senin sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan ama yine de ansızın yitirdim seni asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine yoksun bulvarlar karlı seninkiler yok ayak izleri arasında botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini birde tanırım milisyonerlere sordum görmediniz mi eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz elleri gümüş şamdanlarda mumlardır milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyor
  • görmedik İstanbul'da Sarayburnu akıntısını çıkıyor bir romorkör ardında üç mavna gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan romorkörün kaptanına seslenemedim çünkü makinası öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamazdı yorgundu da kaptan ceketinin düğmeleri de kopuktu seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan görmedik girdim giriyorum Moskova'nın bütün sokaklarında bütün kuyruklara ve yalnız kadınlara soruyorum yün başörtülü güler yüzlü sabırlı sessiz kocakarılar al yanaklı kopça burunlu tazeler şapkaları yeşil kadife ve genç kızlar tertemiz sımsıkı gayetle de şık belki korkunç kocakarılar bezgin tazeler şapşal kızlar da var ama onlardan bana ne güzeli kadın milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz görmediniz mi saçları saman sarısı kirpikleri mavi kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri kocaman Prag'da aldı görmedik vakitlerle yarışıyorum bir onlar öne geçiyor bir ben onlar öne geçince ufalan kırmızı ışıklarını görmez olacağım diye ödüm kopuyor . ben öne geçtim mi ışıldakları gölgemi düşürüyor yola gölgem koşuyor önümde gölgemi yitireceğim diye de bir telâştır alıyor beni tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum Bolşoy'a girmedim bu gece oynanan operayı sevmezsin Kalamış'ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik'le tatlı tatlı
  • konuşuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri sancılar içindeydi ve dünya güzeldi lokantalara giriyorum estırat orkestraları yani cazları ünlülerin sırmalı kapıcılara bahşiş sever dalgın garsonlara gardroptakilere ve bizim mahalle bekçisine soruyorum görmedik çaldı geceyarısını Stırasnoy Manastırı'nın saat kulesi oysa manastır da kule de yıkıldı çoktan yapılıyor şehrin en büyük sineması oralarda oralarda on dokuz yaşıma rastladım birbirimizi birden tanıdık oysa birbirimizin yüzünü görmüşlüğümüz yoktu fotoğraflarımızı bile ama yine de birbirimizi birden tanıdık şaşmadık el sıkışmak istedik ama ellerimiz birbirine dokunamıyor aramızda kırk yıllık zaman duruyor uçsuz bucaksız donmuş duruyor bir kuzey denizidir ve Stırasnoy Alanı'na şimdi Puşkin Alanı kar yağmaya başladı üşüyorum hele ellerim ayaklarım oysa yün çoraplıyım da kunduralarımla eldivenlerim kürklü çorapsız olan oydu bezle sarmış postallarında ayaklarını elleri çıplak ağzında ham bir elmanın tadı dünya on dördünde bir kız memesi sertliği avuçlarındaki gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir karış ve haberi yok başına geleceklerin hiçbirinden onun başına gelecekleri bir ben biliyorum çünkü inandım onun bütün inandıklarına sevdim seveceği bütün kadınları yazdım yazacağı bütün şiirleri yattım yatacağı bütün hapislerde geçtim geçeceği bütün şehirlerden hastalandım bütün hastalıklarıyla bütün uykularını uyudum gördüm göreceği bütün düşleri
  • bütün yitireceklerini yitirdim saçları saman sarısı kirpikleri mavi kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri koskocaman görmedim On dokuz yaşım Beyazıt Meydanı'ndan geçiyor çıkıyor Kızıl Meydan'a Konkord'a iniyor Abidin'e rastlıyorum da meydanlardan konuşuyoruz evveli gün Gagarin en büyük meydanı dolaşıp döndü Titof da dolaşıp dönecek hem de on yedi buçuk kere dolanacak ama daha bundan haberim yok meydanlarla yapılardan konuşuyoruz Abidin'le tavan arasındaki otel odamda Sen ırmağı da akıyor Notr Dam'ın iki yanından ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymiş gibi görüyorum Sen ırmağını rıhtımında yıldızların bir de genç bir kadın uyuyor tavan arasındaki odamda Paris damlarının bacalarına karışmış yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu saman sarısı saçları bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapıdan konuşuyoruz Abidin'le meydanda fırdönen Celâlettin'den konuşuyoruz Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor ben renkleri yemiş gibi yerim ve Matis bir manavdır kosmos yemişleri satar bizim Abidin de öyle Avni de Levni de mikroskobun ve füze lumbuzlarının gördüğü yapılar meydanlar renkler ve şairleri ressamları çalgıcıları onların hamlenin resmini yapıyor Abidin yüz elliye altmışın meydanlığında suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl
  • avlayabilirsem öyle görüp öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakitleri tuvalinde Abidin'in Sen ırmağı da bir ay dilimi gibi genç bir kadın uyuyor ay diliminin üstünde onu kaç kere yitirip kaç kere buldum daha kaç kere yitirip kaç kere bulacağım işte böyle işte böyle kızım düşürdüm ömrümün bir parçasını Sen ırmağına Sen Mişel Köprüsü'nden ömrümün bir parçası Mösyö Düpon'un oltasına takılacak bir sabah çiselerken aydınlık Mösyö Düpon çekip çıkaracak onu sudan Paris'in mavi suretiyle birlikte ve hiçbir şeye benzetemiyecek ömrümün bir parçasını ne balığa ne pabuç eskisine atacak onu Mösyö Düpon gerisin geriye Paris'in suretiyle birlikte suret eski yerinde kalacak. Sen ırmağıyla akacak ömrümün bir parçası büyük mezarlığına ırmakların damarlarımda akan kanın hışırtısıyla uyandım parmaklarımın ağırlığı yok parmaklarım ellerimle ayaklarımdan kopup havalanacaklar salına salına dönecekler başımın üstünde sağım yok solum yok yukarım aşağım yok Abidin'e söylemeli de resmini yapsın Beyazıt Meydanı'nda şehit düşenin ve Gagarin Yoldaşın ve daha adını sanını kaşını gözünü bilmediğimiz Titof Yoldaşın ve ondan sonrakilerin ve tavan arasında yatan genç kadının Küba'dan döndüm bu sabah Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin işin kolayına kaçmadan ama
  • gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil ne de ak örtüde elmaların ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin 1961 yazı ortalarında Küba'nın resmini yapabilir misin çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstat yazık yazık Havana'da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir misin bir el gördüm Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısına yakın bir duvarın üstünde bir el gördüm ferah bir türküydü duvar el okşuyordu duvarı el altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının on yedi yaşındaydı el ve Mariya'nın memelerini okşuyordu avucu nasır nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan otuz yaşındaydı el ve Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısında bir duvarın üstünde gördüm onu okşuyordu duvarı sen el resimleri yaparsın Abidin bizim ırgatların demircilerin ellerini Kübalı balıkçı Nikolas'ın da elini yap karakalem kooperatiften aldığı pırıl pırıl evinin duvarında okşamaya kavuşan ve okşamayı bir daha yitirmeyecek Kübalı balıkçı Nikolas'ın elini kocaman bir el deniz kaplumbağası bir el ferah bir duvarı okşayabildiğine inanamayan bir el artık bütün sevinçlere inanan bir el
  • güneşli denizli kutsal bir el Fidel'in sözleri gibi bereketli topraklarda şekerkamışı hızıyla fışkırıp yeşerip ballanan umutların eli 1961'de Küba'da çok renkli çok serin ağaçlar gibi evler ve çok rahat evler gibi ağaçlar diken ellerden biri çelik dökmeğe hazırlanan ellerden biri mitralyözü türküleştiren türküleri mitralyözleştiren el yalansız hürriyetin eli Fidel'in sıktığı el ömrünün ilk kurşunkalemiyle ömrünün ilk kâadına hürriyet sözcüğünü yazan el hürriyet sözcüğünü söylerken sulanıyor ağızları Kübalıların balkutusu bir karpuzu kesiyorlarmış gibi ve gözleri parlıyor erkeklerinin ve kızlarının eziliyor içi dokununca dudakları hürriyet sözcüğüne ve koca kişileri en tatlı anılarını çekip kuyudan yudum yudum içiyor mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin hürriyet sözcüğünün resmini ama yalansızının akşam oluyor Paris'te Notr Dam turuncu bir lamba gibi yanıp söndü ve Paris'in bütün eski yeni taşları turuncu bir lamba gibi yanıp söndü bizim zanaatları düşünüyorum şiirciliği resimciliği çalgıcılığı filan düşünüyorum ve anlıyorum ki bir ulu ırmak akıyor insan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri sonra bütün çaylar yeni balıkları yeni su otları yeni tatlarıyla dökülüyor onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksız akan bir odur. Paris'te bir kestane ağacı olacak Paris'in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atası İstanbul'dan gelip yerleşmiş Paris'e Boğaz sırtlarından hâlâ sağ mıdır bilmem sağsa iki yüz yaşında filân olmalı
  • gidip elini öpmek isterdim varıp gölgesinde yatsak isterdim bu kitabın kâadını yapanlar yazısını dizenler nakışını basanlar bu kitabı dükkânında satanlar para verip alanlar alıp da seyredenler bir de Abidin bir de ben bir de bir saman . sarısı, belâsı başımın. SEBASTIAN BACH Güz sabahı üzüm bağında Sıra sıra büklüm büklüm Kütüklerin tekrarı. Kütüklerde salkımların, Salkımlarda tanelerin, Tanelerde aydınlığın. Geceleyin çok büyük çok beyaz evde, Herbirinde ayrı ışık, Pencerelerin tekrarı. Yağan bütün yağmurların tekrarı Toprağa, ağaca, denize, Elime, yüzüme, gözüme Ve camda ezilen damlalar. Günlerimin tekrarı Birbirine benzeyen, Benzemeyen günlerimin. Ö rülen örgüdeki tekrar, Yıldızlı gökyüzündeki tekrar Ve bütün dillerde 'seviyorum'un tekrarı Ve yapraklarda ağacın tekrarı. Ve her ölüm döşeğinde acısı tez biten yaşamanın. Yağan kardaki tekrar, İncecikten yağan karda, Lapa lapa yağan karda, Buram buram yağan karda Esen tipide savrularak
  • Ve yolumu kesen kardaki tekrar. Çocuklar koşuyor avluda. Avluda koşuyor çocuklar. İhtiyar bir kadın geçiyor sokaktan. Sokaktan ihtiyar bir kadın geçiyor. Geçiyor sokaktan ihtiyar bir kadın. Geceleyin çok büyük, çok beyaz evde Herbirinde ayrı ışık, Pencerelerin tekrarı. Salkımlarda tanelerin, Tanelerde aydınlığın. Yürümek iyiye, haklıya, doğruya Dövüşmek yolunda iyinin, haklının, doğrunun Zaptetmek iyiyi, haklıyı, doğruyu. Sessiz gözyaşın ve gülümsemen gülüm, Hıçkırıkların ve kahkahan gülüm. Pırıl pırıl bembeyaz dişli kahkahanın tekrarı. Güz sabahı üzüm bağında Sıra sıra, büklüm büklüm Kütüklerin tekrarı. Kütüklerde salkımların, Salkımlarda tanelerin, Tanelerde aydınlığın, Aydınlıkta yüreğimin. Tekrardaki mucize gülüm, Tekrarın tekrarsızlığı! SEN BENİM SARHOŞLUĞUMSUN Sen benim sarhoşluğumsun ne ayıldım ne ayılabilirim ne ayılmak isterim
  • başım ağır dizlerim parçalanmış üstüm başım çamur içinde yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim. SEN.. .. En güzel günlerimin üç mel'un adamı var: Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını yer yer tırnaklarımla kazıdım hatıralarımın camını.. En güzel günlerimin üç mel'un adamı var: Biri sensin, biri o, biri ötekisi.. Düşmanımdır ikisi.. Sana gelince... Yazıyorsun.. Okuyorum.. Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa, insanın bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum.. Ne yazık!.. Ne kadar beraber geçmiş günlerimiz var; senin ve benim en güzel günlerimiz.. Kalbimin kanıyla götüreceğim ebediyete ben o günleri.. Sana gelince, sen o günleri - kendi oğluyla yatan, kızlarının körpe etini satan bir ana gibi satıyorsun!.
  • Satıyorsun: günde on kaat, bir çift rugan pabuç, sıcak bir döşek ve üç yüz papellik rahat için... En güzel günlerimin üç mel'un adamı var: Biri sensin, Biri o, biri ötekisi... Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi... Sana gelince... Ne ben Sezarım, Ne de sen Brütüssün... Ne ben sana kızarım ne de zatın zahmet edip bana küssün.. Artık seninle biz, düşman bile değiliz.. SENİ DÜŞÜNMEK Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey, Dünyanın en güzel sesinden En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey... Fakat artık ümit yetmiyor bana, Ben artık şarkı dinlemek değil, Şarkı söylemek istiyorum. SENİ DÜŞÜNÜRÜM Seni düşünürüm Anamın kokusu gelir burnuma Dünya güzeli anamın Binmişsin atlıkarıncasına içimdeki bayramın Fırdönersin eteklerinle saçların uçuşur Bir yitirip bir bulurum al al olmuş yüzünü Sebebi ne Seni bir bıçak yarası gibi hatırlamamın
  • Sen böyle uzakken senin sesini duyup Yerimden fırlamamın sebebi ne? Diz çöküp bakarım ellerine Ellerine dokunmak isterim Dokunamam Arkasından camın Ben bir şaşkın seyircisiyim gülüm Alaca karanlığımda oynadığım dramın SENİN RESMİNİ BEN YAPACAĞIM Kimseler yapamaz senin resmini Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin Aramasınlar seni renklerin atlıkarıncasında Dayanmış tahta parmaklığa bir bağ taraçasında iklimler Bizden en uzak gezegenin kederi Aramasınlar seni uyaklarında ışıkla gölgenin Sen oyunun dışındasın oylumların da yüzeylerinde Bir yerlerde bir sevinç günün birinde fışkırır Kimseler yapamaz senin resmini Kıyıdan açılanın tan yerinden esenin Sen kendi resmini kendin de yapamazsın Gümüş kanatlı bir balık sıçrıyor enginde Aynaların içine girip ötelere gitme boşu boşuna geceleri Yitirilmiş erkekler gelir kadınlar koğuşuna geceleri Sen kendi resmini kendin de yapamazsın Bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde Senin resmini ben yapacağım... SENSİZ PARİS Sensiz paris gülüm bir havai fişeği Bir kuru gürültü kederli bir ırmak
  • Yıktı mahfetti beni Pariste durup dinlenmeden gülüm seni çağırmak. SESİMİZ Çeneni avuçlarının içine alıp, duvara dalıp kalma! . Çeneni avuçlarının içine alma! . Kalk! Pencereye gel! Bak! Dışarda gece bir cenup denizi gibi güzel, çarpıyor pencerene dalgaları.. Gel! Dinle havaları: havalar seslerin yoludur, havalar seslerle doludur: toprağın, suyun, yıldızların ve bizim seslerimizle... Pencereye gel! Havaları dinle bir: Sesimiz yanındadır, sesimiz seninledir... SEVGİLİM YALAN SÖ YLERSEM Sevgilim yalan söylersem sana Kopsun ve mahrum kalsın dilim Seni seviyorum demek bahtiyarlığından Sevgilim yalan yazarsam sana Kurusun ve mahrum kalsın elim Okşayabilmek saadetinden seni Sevgilim yalan söylerse sana gözlerim İki nadim gözyaşı gibi avuçlarıma aksınlar Ve göremesinler seni bir daha
  • SEVİYORUM SENİ Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi Geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi Ağır posta paketini neyin nesi belirsiz telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık içimde kımıldayan birşeyler gibi Seviyorum seni … Yaşıyoruz çok şükür der gibi. SICAKLARDA Bu sıcaklarda seni düşünüyorum çıplaklığını boynunu bileklerini minderde ak bir kuş gibi yatan ayağını senin söylediklerini. Bu sıcaklarda seni düşünüyorum bilmiyorum aklımda en çok kalan ne gözümün önüne gelen boynun mu bileklerin mi çıplak ayağın mı bana benim olurken söylediklerin mi? Bu sarı sıcaklarda seni düşünüyorum bu sarı sıcaklarda bir otel odasında seni düşünüp yalnızlığımı soyunuyorum biraz da ölüme benzeyen yalnızlığımı. SOFRA Şu Varna deli etti beni, divâne etti. Sofrada domates, yeşil biber, kalkan tavası,
  • radyoda " Ha uşaklar!" Karadeniz havası, rakı kadehte aslan sütü, anason, uy anason kokusu! Ahbapça, kardeşçe konuşulan dilim... A be islâh be, islâh be hâlim... Şu Varna deli etti beni divâne etti... SON OTOBÜS Gece yarısı. Son otobüs. Biletçi kesti bileti. beni ne bir kara haber bekliyor evde, ne rakı ziyafeti. Beni ayrılık bekliyor. Yürüyorum ayrılığa korkusuz ve kedersiz. İyice yaklaştı bana büyük karanlık. Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği, elimi sıkarken sapladığı bıçak. Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman. Geçtim putların ormanından baltalayarak nede kolay yıkılıyorlardı. Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri, çoğu katkısız çıktı çok şükür. Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı, ne böylesine hür. İyice yaklaştı bana büyük karanlık. Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık. Bakınıyorum başımı kaldırıp işten, karşıma çıkıveriyor geçmişten bir söz bir konu bir el işareti. Söz dostça koku güzel, el eden sevgilim. Kederlendirmiyor artık beni hatıraların daveti hatıralardan şikayetçi değilim.
  • Hiçbir şeyden şikayetim yok zaten, yüreğimin durup dinlenmeden kocaman bir diş gibi ağrımasından bile. İyice yaklaştı bana büyük karanlık. Artık ne kibri nazırın, ne katibin şakşağı. Tas tas ışık döküyorum başımdan aşağı, güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan. Ve belki, ne yazık, hatta en güzel yalan beni kandıramıyor artık. Artık söz sarhoş edemiyor beni, ne başkasının ki, nede kendiminki. İşte böyle gülüm, iyice yaklaştı bana ölüm. Dünya, her zamankinden güzel, dünya. Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi, başladım soyunmağa. Bir tren penceresiydim, bir istasyonum şimdi. Evin içerisiydim, şimdi kapısıyım kilitsiz. Bir kat daha seviyorum konukları. Ve sıcak her zamankisinden sarı, kar her zamankinden temiz. SON ŞİİRİ ( Nazım'ın son şiiri....) Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ö lsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm
  • ŞAŞIP KALMAK Sevebilirim, hem de nasıl, dile benden ne dilersen, canımı, gözlerimi Kızabilirim, ağzım köpürmez, ama devenin öfkesi haltetmiş benimkinin yanında, devenin öfkesi, kinciliği değil. Anlayabilirim çoğu kere burnumla, yani en karanlığın, en uzaktakinin bile kokusunu alarak ve döğüşebilirim, doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum herşey için, herkes için, yaşım başım buna engel değil, ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı. Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç gözleriyle bırakıp gitti beni. Yazık. VATAN HAİNİ " Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un 66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında,
  • Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. " Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ VERA İÇİN Bir ağaç var içimde fidesini getirmişim güneşten. Salınır yaprakları ateş balıkları gibi yemişleri kuşlar gibi ötüşür. Yolcular füzelerden çoktan indi içimdeki yıldıza. Düşümde işittiğim dille konuşuyorlar, komuta, böbürlenme, yalvarıp yakarma yok. İçimde ak bir yol var. Karıncalar buğday taneleriyle
  • bayram çığlıklarıyla kamyonlar gelir geçer ama yasak, geçemez cenaze arabası İçimde mis kokulu kızıl bir gül gibi duruyor zaman. Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş, çoğum gitmiş de azım kalmış, umurumda değil VERA UYANDI İskemleler ayakta uyuyor masa da öyle serilmiş yatıyor sırtüstü kilim yummuş nakışlarını ayna uyuyor pencerelerin sımsıkı kapalı gözleri uyuyor sarkıtmış boşluğa bacaklarını balkon karşı damda bacalar uyuyor kaldırımda akasyalar da öyle bulut uyuyor göğsünde yıldızıyla evin içinde dışında uykuda aydınlık uyandın gülüm iskemleler uyandı köşeden köşeye koşuştular masa da öyle doğrulup oturdu kilim nakışları açıldı katmer katmer ayna seher vakti gölü gibi uyandı açtı kocaman mavi gözlerini pencereler uyandı balkon toparladı bacaklarını boşluktan tüttü karşı damda bacalar kaldırımlar akasyalar ötüştü bulut uyandı attı göğsündeki yıldızı odamıza evin içinde dışında uyandı aydınlık doldu saçlarına senin dolandı çıplak beline ak ayaklarına senin
  • YAŞAMAYA DAİR ( 1- 2- 3) 1 Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından. 1947 2 Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
  • en son ajans haberlerini. Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla. Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 1948 3 Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya 'Yaşadım' diyebilmen için...
  • 1948 YİNE SANA DAİR Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini, Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin, Sende uzaklığı, Sende; ben, imkansızlığı seviyorum. Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine Ve kan ter içinde, aç ve öfkeli, Ve bir avcı iştahıyla etini dişlemek senin. Sende, ben, imkansızlığı seviyorum, Fakat asla ümitsizliği değil... YİNE MEMLEKETİMİN ÜSTÜNE SÖ YLENMİŞTİR Memleketim, memleketim, memleketim, ne kasketim kaldı senin ora işi ne yollarını taşımış ayakkabım, son mintanım da sırtımda paralandı çoktan, şile bezindendi. Sen şimdi yalnız saçımın akında, enfarktinda yüreğimin, alnımın çizgilerindesin memleketim, memleketim, memleketim... YUMDUM GÖ ZLERİMİ Yumdum gözlerimi Karanlıkta sen varsın Karanlıkta sırtüstü yatıyorsun Karanlıkta bir altın üçgendir alnın ve bileklerin Yumulu göz kapaklarımın içindesin sevdiceğim
  • Yumulu göz kapaklarımın içinde şarkılar Şimdi orda herşey seninle başlıyor Şimdi orda hiçbir şey yok senden önceme ait Ve sana ait olmayan YÜRÜMEK... yürümek; yürümeyenleri arkasında boş sokaklar gibi bırakarak, havaları boydan boya yarıp ikiye karanlığın gözüne bakarak yürümek.. yürümek; dost omuzbaşlarını omuzlarının yanında duyup, kelleni orta yere yüreğini yumruklarının içine koyup yürümek .. yürümek; yolunda pusuya yattıklarını, arkadan çelme attıklarını bilerek yürümek .. yürümek; yürekten gülerekten yürümek.. _

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...