06 Haziran 2015

Havas'ın Orucu



Havas'ın Orucu

“Havâs”ın orucu ; varlıkta mutlak tasarruf sahibi olan Hak'kı fark etmek ve kavramak suretiyle; “Allah” dışında bir varlık, “Allah”ın tasarrufu dışında tasarruf görmekten “imsak”tır.“Oruç”lu kişi, senden bir fiil gördüğünde bu fiili senden bilirse, onun orucu bozulmuştur!. Ama bu havas için geçerli, bizim için değil. Bizimle alâkası yok bu olayın. 
Ebrâr denilen ve Havâs durumunda olan Allah'a ermeyi dileyen, nefsi mülhime, nefsi mutmainne durumunda olanlarla ilgili bir olay..Ne zamanki sen herhangi bir fiilden, herhangi bir davranıştan dolayı o fiili meydana getiren o varlığı hor görürsen; eksik, kusurlu, hatalı görürsen, ona hor gözle bakarsan; sen eğer havas isen işte o anda senin orucun sakatlanmıştır! Veya düşünceye, fikre göre orucun bozulmuştur… Kazası gerekir! Saydıklarımıza ilaveten, “havas” durumunda olan kişinin orucunda, kimden ne fiil görürse görsün, “bu fiilin fâili Hak'tır!. Hak'kın her fiili yerli yerindedir. Bir hikmete dayalı olarak meydana gelmektedir.” görüşü sürecek; kızmayı, üzülmeyi ve sinirlenmeyi yaşamayacaktır! Kızıp, üzülüyorsa, sinirleniyorsa, bir takım oluşları yersiz görüyorsa o kişi orucunu kaza etmek zorundadır!. Elbette bizler için söylemiyorum bunu, havas düzeyindekiler için söylüyorum. Havasın orucunda bu böyledir. Falanca, filanca böyle yaptı demek yok!. Her an müşahede halinde değilsen Ebrâr sınıfından olarak, bu böyle!.
“Fâili hakiki Allah'tır. Allah dilediğini yapandır. Yaptığından sual olmaz!” müşahedesi “havas”ın orucunda esastır! Bu müşahedeyi kaybettiği anda bulunduğu mertebenin orucunu bozmuş olur!
Havasın orucu, kalbin veya ruhun orucu olarak bilinen oruçtur!.. "Kalb" ve "ruh" kelimeleriyle işaret edilen mânâyı iyi bilmek gerektir evveliyatla. "Ruh", şu anda bildiğimiz madde bedenin yerine, ebediyen kullanılacak ikinci bedenimizdir; ki yapısı "halogramik özelliklere sahip dalga"türündendir. Bu bedendeki şuura da "kalb" denilir. "Kalb gözü" denildiği zaman gaye "şuur"gözüdür. Bedende nasıl bir "şuur" mevcut ise, aynı şekilde ruh bedende de bir şuur mevcuttur ki; işte bu "şuur"dan, bu şuurdaki idrâk özelliğinden "kalb gözü" veya "basiret"isimleriyle bahsedilmiştir.
"Kalb"in yani "şuur"un orucu nasıl olur?.. "Kalb" yani "şuur"un, beş duyu, şartlanmalar ve bunlara dayalı olarak vehmin kendisine var kabûl ettirdiği varlıklardan bilincini arıtması, bu tür kabullerden kesilmesi, onun orucudur. Bu oruçta, orucu kesintiye düşüren şey, mevcûdâtta müstakil varlıkların var olduğunu düşünmektir!.. Tevbesi ise, Tek'liğe sığınmaktır. Falanca şöyle yaptı, filanca böyle yapıyor, fişmekânca böyle yaptı da onun için böyle oldu, keşke böyle yapmasaydı, böyle olmazdı; gibi görüş veya düşüncelere dalındığı anda bu oruç bozulmuş demektir. Çünkü, Hakikatte, bütün isimlerin ardında tek bir fâili hakiki vardır ki, o da Allâh'tır!.. Ve seyirde olan, bu Hakikatten perdelendiği anda da orucunu bozmuş olur!..
Ceberût âlemini yaşayanının orucuna sekte vuran hâl ise, esmâdan bir isimle kayıtlı durumda kendini hissedip, o ismin mânâsının seyrinde mukayyet olmaktır. Çünkü, ceberût âleminde yaşayanın gayesi, lâhut âlemine geçip, Zâtı Ehadiyyette, "hiç" olmaktır!.. Perdesi ise esmâ âlemidir!.. İşte bu öyle bir oruçtur ki, tutan, içinde kaybolmuş; Varlıkta Bakî olan Allâh kalmıştır.

HAS-ÜL HAVAS'IN ORUCU

Beşerî değerlendirmelerden “oruc”tur. Mahlûku görmeden “oruc”tur. “Samediyyet” sıfatının“oruç”luda açığa çıkışıdır. Bunu ancak yaşayan bilir. Açıklanması, kavrayamayacaklar arasında sorun oluşturur..

Havass-i Selime

havas, havvas, dua

Havass-i Selime

Çevre ve nesnelerden gelen uyarıları doğru algılayan duygular. Havâs-ı hamse (beş duyu) ve Havâs-ı hamse-i zâhire (beş dış duyu) da denir. Havâs; müdrike (anlama, algılama yetisi) anlamına gelen hasse kelimesinin çoğuludur.
İslâm kelâmcıları ile filozoflarına göre belli başlı beş dış duyu vardır. Bunlar samîa (duyma), basîra (görme), şamme (koklama), zâika (tatma) ve lâmise (dokunma) duyularıdır. Bu duyular kulak, göz, burun, dil ve deriden oluşan beş duyu organı vasıtasıyla alınır. İnsan, havâs-ı hamse vasıtasıyla sesleri, renkleri, biçimleri, miktarları, hareketleri, güzellik ve çirkinlikleri, kokuları, tadları, nesnelerin sertlik ve yumuşaklık, soğukluk ve sıcaklık gibi niteliklerini algılar. Beş duyu, insanın üç temel bilgi vasıtasından birini oluşturur. Diğer iki bilgi vasıtası haber-i sâdık (doğru bilgi) ve akıldır. Beş duyu vasıtasıyla edinilen bilgiye ilm-i zarûrî (zorunlu bilgi) denir. İlm-i zarûrî, aklın doğruluğuna kesin biçimde hükmettiği bilgidir. İlmi zarûrî, aklın doğruluğuna kesin biçimde hükmettiği bilgidir. İlm-i zarûrînin zıddı, akıl yürütmeler yoluyla elde edilen ilm-i istidlali (çıkarımlara dayalı bilgi)dir.
Havâs-ı selime, İslâm filozoflarının nefs kuramları içinde önemli bir yer tutar. Buna göre havâs-ı hamse-i zâhire nefs-i hayvanînin (hayvansal nefs) idrak etme, bilme güçlerinden bir bölümünü oluşturur. Fakat asıl idrak, bilme işlemi havâs-ı bâtıninin (iç idrak güçleri) devreye girmesiyle tamamlanır. Havâs-ı bâtıni de hiss-i müşterek (ortak duyu), mütehayyile (hayal gücü), vahime (vehim gücü), hâfıza (hatırlama gücü ve mutasarrıfa (tasarruf gücü) olmak üzere beştir. Dış duyu organlarının algıladığı duyumlar (ihsas) hissi müşterek tarafından toplanır, idrak edilir ve anlamlandırılır.
Duyu organlarının iki görevi vardır: Çevreden gelen bilgileri tespit etmek; bu bilgileri merkezî sinir sistemine aktarmak. "Beynin, büyük bir kısmı duyu organlarından gelen (beş duyu) etkileri değerlendirmekle görevlidir. Bunları bazen elektriksel, bazen kimyasal tepkiler şeklinde toplar. Tahminen beynin üçte birlik bir bölümü bu işle görevlidir. Yine beynin 1/3'ü de hareket ve denge işleriyle görevlidir.
Duyu organları, görevlerini Allah'ın kendilerine verdiği hassas ölçülere göre yerine getirir. Bu ölçülerde zerre kadar şaşma olmaz. Her duyu organı kendi görev alanı içinde, çevreden gelen değişik etkileri duyarlı alıcıları vasıtasıyla algılar ve gerekli tepkiyi gösterir: "Eğer bir duyu organı çevredeki yalnızca büyük çaplı değişmelere tepki göstermiş olsaydı hiçbiri de pek faydalı olmayacaktı. Öte yandan her hareket halindeki elektronları ya da molekülleri duyacak derecede fazla duyarlı olsaydı, sinir sistemine âktarılan bilgi yalnızca bir gürültüden ibaret kalacaktı"
Akıl ve kalp birbirinden ayrılması mümkün olmayan iki kuvvettir. İslâm âlimlerinin yorumuna göre kalp, bedende organların kendisine manevî olarak bağlı olduğu bir merkezdir. Kalp manevî bakımdan sağlıklı olursa beden ve organlar da sağlıklı olur. Yani kalpte gerçek iman yerleşmişse kişi o imanın gereği olan iyi işleri yapar. Resûlullah şöyle buyurur: "Haberiniz olsun ki bedende bir et parçası vardın. O sağlıklı olursa bütün beden sağlıklı olur. O bozuk olursa bütün beden bozuk olur. Dikkat edin o kalptir" (Buhârî, İmân, 39; Müslim, Müsakat, 107):Kalb, iman ve küfür veya münâfıklığı barındıran iç dünyadır. Onun için bir kimsenin mü'min, kâfü veya münâfık olduğu ancak onun işlerinden anlaşılır. Kalbinde imanı olan kimse o imanının gereği olan iyi işleri (amel-i salih) yapar, organlarını haramlardan korur, ibadet eder. Kalbinde küfür ve nifâk bulunan kimseler de, eliyle diliyle ve diğer azalarıyla kötülük yolunda faaliyet gösterirler.
O halde organları iyi veya kötü iş yapmaya sevk eden, kişinin kalbindeki imanı ve bu imana göre şekillenen iradesi (serbest seçimi)dir.
İmam Gazalî kalbin emrinde olan bazı kuvvetlerden ve duyu organlarından söz ettikten sonra beden-kalp ilişkisinî bir benzetmeyle şöyle anlatır: "Beden bir şehre benzer. El ayak ve diğer organlar şehrin sanatkârları gibidir. Şehvet mâliye müdürü gibidir. Kalp bu şehrin padişahıdır. Akıl ise padişahın veziridir. Padişahın bunların hepsine ihtiyacı vardır. Memleketin idaresi ancak bunlarla yürür" (Gazalî, Kimyay-ı Saadet, 21-22).

Kuran'da Havass-ı Selîme

Kurân'da en çok kalb (gönül), görme ve işitme organlarından bahsedilir: Kur'ân'ın esas gayesi insanlara doğru inancı, tevhidi öğretmektir. Öğrenme de "işitme", "görme" ve "anlama"ya dayanır. İşte bundan dolayı Kur'ân'da bu üç duyuya ait organlar, "kulak", "göz" ve "kalp" önemli bir yer tutar.
Kur'ân'da bütün örnekler tevhîd inancını yerleştirmek ve kuvvetlendirmek için verilmiştir. Göz, kulak ve kalp bu inanca sahip olmak için birer vasıta olarak kabul edilmiştir. Peygamberler de insanlara tevhîd inancını anlatmışlardır. Onu dinleyenler, düşünerek anlayarak dinlemişlerse, Allah'ın hidayeti de erişmişse iman etmişlerdir. O halde dinlemek, dinlediğini anlamak, Hakkı bulmanın yoludur. Dünyada iken peygamberleri can kulağı ile dinlemeyenlerin karşılaşacakları acı sonuç ve pişmanlık Kur'an'da şöyle anlatılır:
"Ve dediler ki; Eğer biz (onların gözlerini) dinleseydik, yahut düşünüp anlasaydık, şu çılgın ateşin halkı arasında bulunmazdık" (el-Mülk, 67/ 10).
"Onlara, size vermediğimiz servet ve kuvvet vermiştik. Onlara kulaklar, gözler ve gönüller yaratmıştık. Fakat ne kulakları, ne gözleri ne de gönülleri kendilerine bir şey sağlamadı. Zira (düşünüp ibret almıyorlar, tersine) bile bile Allah'ın âyetlerini inkar ediyorlardı. Ve alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıverdi" (el-Ahkâf, 46/26).
Kur'ân'da duyu organlarının birer nimet olarak verildiğini, dolayısıyla onları veren yüce Yaratıcıya şükretmek gerektiğini belirten âyetler vardır:
"De ki: Sizi yaratan, size kulak (lar) gözler ve gönüller veren O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz" (el-Mülk, 67/23); Ayrıca bkz. en-Nahl, 16/78; el-Mü'minun, 23/78; es-Secde, 32/9).
"Biz ona vermedik mi iki göz, bir dil, iki dudak" (el-Beled, 90/8-9).
Ayrıca, bize nimet olarak verilen organların Allah'ın kudretini ve eserlerini anlamak için kullanılması gerektiği vurgulanmış, eşyaya ibret gözüyle bakmamız emredilmiştir:

"O yedi göğü birbiri üzerinde tabaka tabaka yarattı. Rahmanın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözü (nü) döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözü (nü) iki kez daha döndür (bak). Göz (aradığı bozukluğu bulamaz,) hor hakîr ve bitkin (bir bozukluk görmekten) ümidini kesmiş bir halde sana döner" (el-Mülk, 67/3-4; ayrıca bk. el-Hac, 22/46).
"Bakmıyorlar mı develere, nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara, nasıl dikildi? Yere, nasıl yayılıp döşendi?" (el-Gâşiye, 88/17-20).
"De ki: Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün!" (el-En'am, 6/I1). Kur'ân, kalp, göz ve kulak organlarından; imanküfür açısından, yani bu organların Hakkı görmeye, duymaya, anlamaya vasıta olup olmamaları hususundan sürekli olarak söz eder.
Kur'ân ve Sünnette geçen insan ve organlarının fonksiyonları ile ilgili bilgiler İslâm âlimleri tarafından yorumlanmıştır. Buna göre; insan bu dünyaya sorumlu bir varlık olarak gönderilmiştir. Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan (o yaptığın kötü içten) sorumludur" (el-İsrâ,17/36).
Sorumluluğun esasını Allah'ın peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği inanç, ibadet ve muamelat gibi hükümlerden ibaret olan vahiy ile iyiyi kötüden ayırdetme gücü olan akıl oluşturur. İnsan bütün iç ve dış duyularıyla Allah'ın emir ve yasaklarını anlamaya kabiliyetli olarak yaratılmıştır. Bütün insanlar selim bir fıtrat üzere, doğruyu anlamaya kabiliyetli olarak dünyaya gelir. Onların bu, doğruyu yanlışı ayırdetmeye elverişli selim fıtratları sonradan anne-babanın ve çevrenin kendilerine verdiği eğitimle ya iyi yönde gelişir veya bozulur. İyi yönde gelişen, görevlerini aklın ve vahyin emrettiği yönde yerine getiren organlar "havass-ı selime" (doğru çalışan, yaratılışına uygun iş gören organlar) olarak adlandırılır. Aynı şekilde doğru düşünen, doğru anlayan akla akl-ı selîm; imansızlık ve münâfıklık hastalığından kurtulmuş kalbe kalb-i selîm adı verilir.

Allah insanı aklı ve gücü ölçüsünde sorumlu tutacaktır. "Allah kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez" (el-Bakara, 2/286).
"Herkes ancak gücü ölçüsünde bir şeyle mükellef tutulur" (el-Bakara, 2/233).
Aklı olmayan sorumlu tutulmayacaktır. Hasta olan ve özürlü olanlar da sınırlı olarak mükelleftir. " Köre güçlük yoktur (bunlar savaşa katılmak zorunda değillerdir). Kim Allah'a ve Rasûle itaat ederse (Allah) onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de yüz çevirirse onu da acı bir azaba uğratır" (el-Fetih, 48/ 17).
Havass-ı Selîme, aynı zamanda ilim öğrenme yollarından birisidir. "Akıl" ve doğru haber de diğer bilgi kaynaklarıdır.

Havass-ı selîme, kusur ve hastalıklardan sâlim olan duyu organlarıdır. Göz, renk körü olduğu zaman, sinir sistemi bozuk olduğu zaman bunlar vasıtasıyla doğru bilgi edinilmez. Duyu organları ve akıl ile tecrübe edilerek elde edilen ilimler aklî ilimler (fen bilgileri) dir.
Batılı bilginlere göre ilmin kaynağı duyu organları ve akıldır. Onlar, peygamberlerin insanlara getirdiği haberi (vahyi) ilmin kaynağı olarak kabul etmediği için çıkmazlara düşmüşlerdir. Çünkü his organlarıyla elde edilen bilgilerin eksiklik ve yanlışlıkları olduğu gibi akıl da, bilmek istediği her şeye bizzat ulaşmakta âciz kalmaktadır. Fizik ötesi olaylar, iman meseleleri, âhiret âlemi, aklın çözemediği konulardır. Bunları öğrenmek için mutlaka peygamberlerin haberine ihtiyaç vardır.
Kıyamet günü organların kişinin aleyhine şahitlikte bulunması: "Nihayet oraya vardıklarında kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları hakkında onların aleyhine şahitlik ettiler. Derilerine dediler ki: Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? (Derileri): Herşeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştır. İşte O'na döndürülüyorsunuz. Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden gizlenmiyordunuz. Yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz" (el Fussilet, 41/20, 21, 22).
"De ki: Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da o kulak(lar)a ve gözlere kim sahiptir (onları yaratıp yöneten kimdir)? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Yaratma) iş(ini) kim düzenleyip yönetiyor?" "Allah" diyecekler. De ki: O halde (O'nun azabından) korunmuyor musunuz?" (Yunus, 10/31).
"De ki: Söyleyin bana, eğer Allah işitme (duyu)unuzu ve gözlerinizi alsa, kalplerinizin üstüne de mühür vursa, Allah'tan başka bun(Iar)ı size getir(ip ver)ecek tanrı kimdir? Bak nasıl âyetleri çevirip türlü türlü açıklıyoruz, sonra yine onlar yüz çeviriyorlar (el-En âm 6/46).
Kaynak: İslam Ansiklopedisi

Havas’ın Alanı



Havas’ın Alanı.

Havas ilmi genel kanıdaki düşüncelere rağmen sadece harflerin ve sayıların, esmaların veya ayetlerin sırlarından, hikmetlerinden faydalanılarak çeşitli etkiler elde etmek için esmanın veya ayetin kendisi ya da vefki ve bunlara bağlı harf ve sayılar ile tılsımlar kullanılarak ve bu sistem üzerine kurulmuş basit bir ilim veya ilmin metodu değildir. Bu ilimlerin kendisine has özellikleri ve konuları vardır, bu ilmin kendisi ve lisanı evrenseldir. Bu ilimler ruh ve madde ile canlı ve cansız ile harfler ve rakamlar ile yıldız ve burçlar ile nebulalar ve galaksiler ile ses ve renk dalgaları ile kısaca kainatta daha genişi evrende her şeyle bağlantılıdır.
Bu ilim asırlardır gelmiş geçmiş alimlerin ve ulemanın bir sır gibi gizlediği ve açıkça öğretmediği ve öğretmekten de çekindiği vebal altında kalmaktan korktuğu ilimlerdendir. Bu ilimler de başarılı olmanın ve zarar görmeden ilerlemenin bazı şart ve usulleri vardır. Havas ilmini bilmek ve öğrenmek için önceden bilinmesi gereken kurallar ve önemli noktaları sırası gelince özet olarak anlatmağa çalışacağız, ama bundan önce bilinmesi gereken bu ilim yıldızlar ilminden bilinen veya bilinmeyen sırlarla alemi semalardan gelmiştir. Bu ilim insanlardan önce yani arz oluşmazdan evvel ruhani alemlerde mele küt ve cinler aleminde bilinen ve kullanılan birçok gizlilikleri, esrarı ve acayipliği içinde gizlemiştir.
Yaşamış olduğumuz bu maddi alemin yasaları ve fiziksel oluşumları manevi alemlerin etki ve yasalarıyla meydana gelmektedir. Bu ilmin kullanılışı melekler ve cinlerden sonra çok eski kavimler ve uygarlıklar tarafından kullanılmıştır bu manevi yasaları öğrenip etkilerine göre gerektiği şekilde uygulamışlardır. İnsanlar bu bilgileri çok çeşitli yollardan elde etmişlerdir. Hatta kimilerine göre mana aleminden gelen varlık veya varlıklar bazı insanlara bu ilmi ve kullanma metodunu öğretmişlerdir. Bu anlattığıma örnek; Bakara süresi 102. ayetinde olan Harut ve Marut isimli iki meleği örnek olarak verebiliriz.
Gerek ruhani varlıklar veya cinlerin bildiği kelamlar, bizzat insanlar için indirilmiş kutsal kelamları veya esmaları gizlemek ya da rumuzlamak amacıyla çeşitli şekiller, çizgiler veya tılsımlardan oluşan birtakım sayılarla sembolleşen vefkler ve tılsımlar oluşturulmuştur. Bazen de sırf sayılar kullanılarak bu ilim de çok çeşitliliklerle beraber çelişkiler de görülmektedir. Zıtlık veya yanlışlıklar ise bu ilimler kaynağından öğrenilmeyip kolaycılık (Kopyacılık) yolu seçilmiştir. Günümüzdeki kitaplar da görülen veya kullanılan tılsımlar yanlış zaman veya yanlış mekanlar da şart ve kaidelerine riayet edilmeden yazılıp hazırlandığından yapılan bir işin çoğu zaman neticeye ulaşmadığını görürüz. Bir de işi karıştıran esas mesele bu tılsım, sembol veya yazıların ilahi isimler ve semboller olmayıp cinler, periler veya ruhani varlık isimlerinden olduğu ibarettir. Veya çok daha iyisi melek üt aleminden bir melek ismi olduğudur. Dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de şudur: Tılsım yazarken eskilerin kullandıkları diller ve yazılar çok eski kavimlerin dillerine göre yazıldığı için günümüze gelene kadar bir çoğu unutulmuş bir çokları da tahribatlara uğratılmıştır. Bu uygarlıklara ve dillere örnek olarak Mu uygarlığı Atlantis kavimleri ve eski kipti ırkı ile eski İbranice,eski Süryanice ve eski Arapça'nın bazı lehçeleri ve eski Mısır yazıları, lehçeleri ve alfabeleri ki; bugün bunların bir çoğu unutulmuştur. Ve daha sonra esma ve ayetlerin manevi etkisini kullanma halidir ki; bu da bazı şartlara bağlıdır… Bunlar da özet olarak esma ve ayetlerin anlam ve etkilerinin kudretini bilmektir. Bu halde kendi içinde gruplamaktır. Bunları da şöyle özetleyelim; esma veya ayetin bilinen anlamının yanında bir de batını (gizli) anlamları vardır. Bunlar etki olarak farklı sonuçlar verirler ve sen bilmelisin ki; Kur'an –ı Kerim'in anlamının anahtarını yüce Allah (c.c.) peygamberleri ve onun evliya kullarına ve rahmani olan meleklere lütfetmiştir.
Bu Konu hakkında araştırma yaparken bazı gerçekleri de göz ardı etmemek lazım bunlardan en önemlisi olan Al-i İmran Suresi 7 . ayet Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kuran'ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.[1]

Kaynaklar

[1] www.board.gen.tr

Havas İlminin Şartları ve Yapılışı



Havas İlminin Şartları ve Yapılışı.

Bu ilmin şartları Ulemaların temel kaideleri üzerine kurulmuş olup,
 bu şartlara uyulmazsa yapılan ameller gerçekleşmez. 
İlk olarak şunu kesinlikle belirtelim ki; 

İSLAM'A VE KURAN-I KERİM'E VE PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED'E (s.a.v) İMAN NURUNDAN, İRFANDAN UZAKLAŞMIŞ, ALLAH C.C DOSTLARININ ÖNEMİNİ BİLMEYEN TASAVVUFU BİR FELSEFE OLARAK GÖREN, HER ŞEYİ MADDE PLANINDA GÖRÜP ONA GÖRE ÖLÇÜP BİÇMEYE ÇALIŞAN DOĞULU VE BATILI MÜSTEŞRİKLERİN VE FELSEFECİ METAFİZİKÇİLERİN KENDİ KIT ANLAYIŞLARINA GÖRE UYDURDUKLARI TANIM VE KURALLARA TABİİ OLMUŞ KİŞİLERİN HAVAS İLMİNDEN YANA HİÇ BİR NASİPLERİ YOKTUR VE OLAMAZDA…BU KİŞİLER OLSA OLSA İSTİDRAC KAPISINDAN İÇERİ GİRMİŞ KENDİNİ BİLMEZ ZAVALLILARDIR… 

Allah Teala'nın sırlarından önemli bir kısmı ; harflerinde, isimlerinde ve Ayeti Kerimelerinde olup, bu sırları da Salih kullarına ihsan eder. Nitekim Allah c.c. Kuran-ı Kerimde mümin Suresinin 60. Ayeti Kerime sinde şöyle buyurur: 
Bismillâhirrahmânirrahîm. Udûnî istecib leküm. (Bana ibadet ve dua edin ki, karşılığını vereyim). 
Bu Havas ilmiyle amel etmenin bazı şartları olup, bu şartlar yerine getirilmediği sürece yapılan bir amel asla gerçekleşmez.En az 7 şartın yerine getirilmesi lazımdır…! Bu mübarek ilmin şartları da şöyledir:

1. Kesin karar

Yapacağın bir amelden hiçbir zaman şüphe etmemek. Çünkü şüphe yapılan bir ameli bozar. Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: 
Üdullâhe ve entüm mûkinûne bil icâbeh. (Allah'a c.c dua ederken kabul olacağına inanarak dua ediniz).
Bu hadisi şerife uyarak, imanı kamil ile amele başlamak ve kalben inanarak Allah'a (Celle Celalüh) yönelmelidir.

2. Sabır etmek

Bıkmadan, yorulmadan, usanmadan, tam sabır ve rabıta ile başlamış olduğun işin muvaffakiyetle neticelenmesine kadar devam etmelidir. Allah Teala hazretleri Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmuştur: 
Yâ eyyühellezîne âmenus birû ve sâbirû ve râbitû vette kullâhe lealleküm tüflihûn. (Ey İman edenler! Sabredin ve sabırlı olma yarışında ileri geçin ve bütün varlığınızla Allah c.c. a bağlanınız. Ve Allah'tan korkun ki, kurtuluşa erişesiniz. Sure-i Al-i İmran, Ayet 200).
Çünkü çalışan amacına ulaşır ve her çalışanında bir nasibi vardır. Peygamber efendimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: 
Men sabera zafera. (Sabır eden zafer bulur).

3. Sır saklamak

Ne yapacağını ne okuduğunu veya üzerinde çalıştığın bir işi hiç kimseye söylememek ve sezdirmemek lazımdır. Hazreti Muhammed (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: 
İsteînû alâ kadâi havâyiciküm bil kitmân. (Hacetlerinizin husule gelmesi için, sırrınızı saklamakla yardımcı olunuz).
Ameli tenha ve kimsenin görmediği bir mahalde yapmak. Hiç kimseyede şöyle böyle yaptım yahut da şunları bunları yaparım deme! Hazreti Ömer r.a. efendimizin; "Sırrını saklayan kendinden emin olur" sözü meşhurdur.

4. Müttaki olmak

Elden geldiğince Manevi yolda yükselmek ve başarıya ulaşmak takva ile olur ki, Cenab-ı Hak, Taha Suresi'nin 132. Ayeti Kerimesinde: 
Vel âkibetü littakvâ. (Güzel akıbet takva ile elde edilir).
diye buyurmuştur. Bunlarda haram yememek, helal yiyip içmek, gıybetten kaçınmak ve gıybet etmemek, yalan söylememek, sıdka ve nasihate önem vermek, kötü gözle bakmamak, insanlara eziyet etmemek ve eziyete dayanmak, insanlara şefkat ve merhametle bakmaktır.

5. Acele etmemek

Yapacağın bir ameli acele etmeden huzuru kalp ile yapmak, zihnindeki bütün düşüncelerden (Aile, mal, sevinç, korku, üzüntü vb.) uzak olup, kuvvetini himmetini, iradeni ve arzunu bir noktada topla ki, muradın hasıl olsun. Yaptığın işi severek ve isteyerek yap. Alelade baştan savma yapılan işlerden hayır gelmez.

6. Temiz olmak

Devamlı taharet üzere olmalı, bedenin, elbisen ve olduğun yer, hele hele kalbinin temizliğine çok dikkat et.

7. İcazetli Olmak

Bu işi yapan kişinin gerçek bir evliyadan, ilmi ledünde tasarruf sahibi bir Allah c.c dostundan icazetli (İzinli) olması şarttır (MEDYUM, BABA OCAĞI, CİNCİLERDEN vs… İCAZET ALINAMAZ; ÇÜNKÜ ONLARIN KENDİLERİNE HAYRI YOKTUR). İcazetsiz kişi babasız çocuk gibidir. Yani manevi devletin arkanda olması şarttır yoksa HEM YAPTIĞIN İŞ NETİCELENMEZ HEM DE İBLİSLERİN ELİNE DÜŞER YEM OLURSUN NEUZUBİLLAH, ALLAH C.C KORUSUN

8. Teşhis etmek

Bir kimseye şeriat edepleri dahilinde muhabbet, celp, tefrik, taslit, irsali hatif, davet, hastalandırmak (ZULÜM İÇİN DEĞİL ZALİME HADDİNİ BİLDİRMEK İÇİNDİR AKSİ HALDE YAPANA AĞIR DİYET ÖDETİRLER), hastayı iyileştirmek veya buna benzer ameller yapmak istediğin zaman o kişinin rengini, suretini, boyunun uzunluğu ve kısalığını yaşlı veya genç olduğunu teşhis (Tanımak) edersin. Şayet bunları bilmiyorsan, o kişinin annesi ismiyle yazarsın. Annesinin ismini de bilmiyorsan Havva olarak kabul eder ve yazarsın. Teşhis isim vermekten daha tesirli olup, daha da tesirlisi teşhis ve isimleri beraber kullanmaktır.

9. Riyazetli olmak, GEREKİRSE ORUÇLU OLMAK

Hayvan eti ve hayvandan çıkan süt, bal, yumurta ayrıca soğan, sarımsak veya bunlara benzer kokusu kötü olan gıdalar yememek, midenin de boş veyahut da gereğinden fazla tıka basa tok olmaması lazımdır.

10. Himmetli olmak

Yüce şeyleri sefil işler için alet etme! Zira Hak Teala hazretleri Bakara Suresi'nin 41. Ayeti Kerimesinde şöyle buyurmuştur: 
Velâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ.  (Benim Ayetlerimi az bir bahaya satmayın).
Allah Teala'nın Ayetlerini kötü işlerde ve kötü niyetlerde kullanmayınız!

11. Amel zamanını bilmek

Yapılacak amelin gününü ve saatini iyi tayin edip, gezegenlerin özelliklerine göre yapmak, gerekli tütsü ve drogları. Ayrıca amel günü menkut (Noktalanmış) gün olmamalıdır. Her Arabi ayın, 3. 5. 13. 16. 21 . 24. ve 25. günleri menkut günlerdir. Hayırlı amellerini bu menkut olan günlerde yapma! Hayırlı ameller Kamerin nurunun ziyade olduğu günlerde, şer ameller ise Kamerin muhaka olduğu (Her Arabi ayın son üç gecesi) günlerde yapılır.

12. Kıbleye yönelmek

Bir amel yaparken kıbleye doğru yönelerek yazmak. Yazıları aslına göre düzenlemek ve yerine koymak. Yazılan isim veya Ayeti Kerime ise geride olan bir kelimeyi veyahut da harfi öne, önde olan bir kelimeyi veya harfi de geriye almamalıdır. Ayrıca yazınında çok güzel olması lazımdır. Yazılan vefk ise vefkin hane sırasına göre rakam veya harfleri yerine koymak, rakamları veya harfleri güzel yazmak ve vefkin hanelerini eşit olarak çizmek lazımdır.

13. Salavat-ı şerife getirmek

Her amelden önce ve sonra Hazreti Muhammed (s.a.v.) e Salavat-ı şerife getirmek. Peygamber efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: 
Edduâ beynes salâteyni aleyye lâ yüraddü. (İki salavat arasında yapılan dua geri çevrilmez).
Şu mübarek Salavat-ı şerife çok faziletlidir: 
Allâhümme salli alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammed in nebiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim. Adede halkıke ve ridâe nefsike vezinete arşike ve midâde kelimâtik.

14. İstihare

Her amelden önce İstihare yaparsan, yapacağın işte basiretli olursun. İstiharenin yapılışı şöyledir: İki rekat namaz kılarsın. Birinci rekatta Fatiha ile Kafurun suresini, ikinci rekatta Fatiha ile İhlas suresini okuyup, selam verdikten sonra, şu İstihare duasını 3, 5, veya 7 defa okursun. Okunacak İstihare duası budur: 
Allâhümme innî estehîrüke bi ilmike ve estakdirüke bi kudretike ve eselüke min fadlikel azîm. En tübeyyene lî âkibeti emrî (fişşey-i el fülani ve yezküru haceti) Parantez içindeki yazılı ibarede hacet her ne ise içinden geçirirsin. Fein kâne hayran fe eşrahlehü sadrî ve veffiknî li amelihi ve in kâne şerran fasrifhü annî vasrifnî anhü inneke alâ külli şeyin kadîr. 
Kalbinde ferahlık ve huzur bulursan yapacağın ameli başaracağına ve de muradına ereceğine inanarak yaparsın. Şayet ruhun daralırsa bırakırsın. Israr edersen senin zararına olur. İstihare tam uyanık bir şekilde ve kalpten Allah Teala'nın kudretine inanarak olmalıdır. Çünkü gerçekleri ve akibeti bilen yalnız O'dur.

15. Ruhanileri hakir (AŞAĞILIK) işlerde kullanmamak

Ruhanileri hakir ameller için kullanmak istersen, onlara hakaret etmiş ve aşağılamış olursun. Ruhaniler şeriata göre hareket ettiklerinden dolayı şüpheli olan hiçbir ameli yapmazlar. Onları şeriata aykırı olan işlerde sakın kullanmaya kalkma YOKSA MADDİ VE MANEVİ AĞIR DİYET ÖDETİRLER! Ayrıca istenen her olur olmaz haceti de Ruhanilere sorma!

16. Azimetleri ezberlemek

Ruhaniyetlere okuyacağın Azimetleri de çok iyi ezberlemeli ve okurken orijinal Kuran Diliyle okumalıdır aksi halde anlamları ve manevi etkisi tersine döner ve zarardan, şeytanları başınıza toplayıp kendinize, ailenize musallat etmekten başka bir şey elde edemezsiniz… Azimeti kitaptan veya levha üzerinden okumak yeterli değildir. Çünkü kalbin yazı ile iştigal olup, gerekli olan huşu gider. Buda erkanların en gereklisi olan teveccühü ortadan kaldırır.

17. Amelin yapılışı

Yapacağın bir amelde levha üzerine yazman gerekirse, yazıyı demirden bir mil ile levha üzerine nakşedersin. Kağıt veya deri üzerine ise kamış ile yazarsın. Kamışın ucunu yontacağın zaman üç defa: 
Âhin, deyip Talak Suresi'nin 3. Ayeti Kerimesi olan şu Ayeti Kerime'yi: 
Ve men yetevekkel alellâhi fe hüve hasbühü innallâhe bâliğu emrihi kad cealallâhü li külli şeyin kadrâ.
okursun. Kamışın ucunu kestikten sonra kamışı eline alıp: 
Kataatü kalemî li ecli ameli kezâ ve kezâ.
dersin. Maksadın her ne ise onu söylersin.  Bu şartlardan sonra Ebced hesabını, yirmi sekiz 28 harfin anasırını, harflerin nurani ve zülmanisini, anasırın tabiatlarını, birbirine dost ve düşmanlığını, gezegenlerin özelliklerini, dost ve düşmanlığını, harflerini, buhurlarını, ayrıca said ile nahıslığını, sonra burçların özelliklerini, dost ve düşmanlığını, kamerin menzillerini, kamerin hangi burçta bulunduğunu, güneşin hangi burçta olduğunu bilmelisin ki vakitlerin sırları zuhur etsin. İnşallah kafidir vesselam…  Ek bölüm olarak…

HAVAS İLMİ'NDE ŞER’İ TEVESSÜLÜN ŞARTLARI

Havas ilminde; Peygamberleri a.s, Allah c.c dostlarını r.a istenilen şey için vesile kılarken ve ruhanileri çağırıp onlardan bir şey isterken aşağıdaki şartlar dahilinde olması şarttır.Okunan dua veya azimetin manasının bilinmesi bu açıdan çok önemlidir yoksa bilmeden kaş yapayım derken göz çıkarılması an meselesidir aman dikkat… 
“İnsanların çoğu tevessülün hakikatini anlamakta hata etmektedirler. Bu nedenle doğru bir tevessülün anlaşılması gereken şeklini açıklayacağız. Bu konuya girmeden bu doğruları belirtelim; 
Birincisi; 
Niyetin mutlaka edep dışı bir şey olmamasıdır ve Muhakkak ki tevessül duanın yollarından sadece biridir, Allah Sübhanehu ve Teala’ya yönelmenin / teveccühün kapılarından bir kapıdır. Hakiki ve asıl maksat sadece Allah Sübhanehü ve Teala’dır. Kendisi vesile yapılan kişi sadece Allah Sübhanehu ve Teala’ ya yaklaşmak için vasıta ve vesiledir. Kim bunun dışında bir şekilde inanırsa şirk koşmuş olur. 
İkincisi; 
Bu vasıta ile tevessül yapan kişi tevessülü ona olan muhabbeti ve onu Allah Sübhanehü ve Teala’nın o vasıtayı (aracıyı) sevdiğine inandığı içindir. Şayet bunun zıttı o kişide ortaya çıksa tevessül yapan kişi o vasıtadan en uzak olan olanı ve onun bu hallerini çirkin görmekle insanların ona karşı en şiddetlisi kesilir. 
Üçüncüsü; 
Şayet tevessül yapan kişi / mütevessil, kendisini Allah Teala’ya vesile kıldığı kişinin Allah Teala gibi veya ondan düşük bir durumda kendi başına fayda ve zarar vereceğine inansa şirke girer. 
Dördüncüsü; 
Tevessül (dini açıdan illa da) lazım /gerekli ve zaruri bir emir değildir. Duaya olan icabet de tevessüle bağlı değildir. Asıl olan Allah Teala’ya mutlak duadır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır; “ Kullarım benden sana sorduklarında; ben onlara çok yakınım” “ Deki; İster Allah diye ister Rahman diye dua edin her ne ile dua ederseniz, güzel isimler onun içindir.” 
Beşincisi ; 
Ruhanileri çağırıp onlardan bir şey istemeden önce mutlaka yukarıdaki adaba uymalı ve onları da yaratanın ve o özellikleri kendilerine verenin Allah-u Teala c.c olduğunu asla unutmamalıdır. Bunun için azimet gibi bir şey okunacağı zaman evvela Fatiha, İhlas, Salavatı usulüne göre okuyup Cenab-ı Allah'a c.c maruzatımız neyse duamızı etmeli ve o ruhanilerin bize bir vesile olarak yardımcı olmalarını da istemeliyiz çünkü bize ulaşan her nimet mutlaka bir vesileler, sebepler dairesinde Allah'ın c.c izni ve inayetiyle ulaşır. 
Günlük hayatımızda da resmi yada gayri resmi bir işimiz olduğu zaman aynı edebi gözetmemiz şarttır. 

MESELA ; 
Nasıl resmi makamdaki bir görevliyle işimiz olduğunda ona müracaat edip işimizin yapılması için talepte bulunuyorsak RUHANİLERLE olan irtibat sebebi de bunun gibidir.Bunu şirkle karıştıranlar eğer dünya işlerinde de Allah'a c.c dua etmeden işleri için bir görüşme yapmaya gidip o işin yapılabilmesi için gerekli kişilerle görüşüp yalnız onlardan medet umuyorlarsa yani ;yukarıdaki TEVESSÜL şartlarına uymazlarsa asıl onların kendileri kendi iddialarına göre yine şirktedirler de haberleri yoktur…
KISACASI BU KONULARIN MADDİ MANEVİ, RUHANİ YADA BEŞERİ DİYE BİR AYIRIM ŞEKLİ YOKTUR… USUL OLMADAN VUSUL OLMAZ VESSELAM…[1]

Kaynaklar

[1] Kenzül Havas kitaplarından; yazari Es-Seyydi Süleyman El Hüseyni. Tercüme Mustafa Varlı tarafından yapılmıştır.

HAVAS İLMİ NEDİR HAVVAS'IN ÖZÜ


havas, havvas, havvas ilmi, dua, dualar, esrar, gizli, sırlı, ismi azam

HAVAS İLMİ NEDİR HAVVAS'IN ÖZÜ

Havvas ilmi genel kanıdaki düşüncelere rağmen sadece harflerin ve sayıların, esmaların veya ayetlerin sırlarından, hikmetlerinden faydalanılarak çeşitli etkiler elde etmek için esmanın veya ayetin kendisi ya da vefki ve bunlara bağlı harf ve sayılar ile tılsımlar kullanılarak ve bu sistem üzerine kurulmuş basit bir ilim veya ilmin metodu değildir.
Çünkü bu ilmin konusunun özünde Allah'ın takdiri ile bilinen veya bilinmeyen ilahi kanunları ruhani ve manevi alemlerin etkileri barizdir. Kişi eğer derse ki;'Ben havvas ilmini biliyorum'….. Ona tavsiyem şudur: Bu ilimlerin kendisine has özellikleri ve konuları vardır, bu ilmin kendisi ve lisanı evrenseldir. Bu ilimler ruh ve madde ile canlı ve cansız ile harfler ve rakamlar ile yıldız ve burçlar ile nebilöz ve galaksiler ile ses ve renk dalgaları ile kısaca kainatta daha genişi evrende her şeyle bağlantılıdır. Ancak bize düşen gücümüzün yettiği kadar ilmimizin ulaştığı yere kadar Allah (c.c.) izin verdiği yere kadar anlatabilmektir Allah cümlemizi başarılı kılsın, doğru yolundan ayırmayıp kendine kul Resulüne ümmet olmayı ilim ve taat yolunda ilerlemeyi cümlemize nasip eylesin.
Bu ilim asırlardır gelmiş geçmiş alimlerin ve ulemanın bir sır gibi gizlediği ve açıkça öğretmediği ve öğretmekten de çekindiği vebal altında kalmaktan korktuğu ilimlerdendir. Bu ilimler de başarılı olmanın ve zarar görmeden ilerlemenin bazı şart ve usulleri vardır. Havvas ilmini bilmek ve öğrenmek için önceden bilinmesi gereken kurallar ve önemli noktaları sırası gelince özet olarak anlatacağım ama bundan önce bilinmesi gereken bu ilim yıldızlar ilminden bilinen veya bilinmeyen sırlarla alemi semalardan gelmiştir. Bu ilim insanlardan önce yani arz oluşmazdan evvel ruhani alemlerde meleküt ve cinler aleminde bilinen ve kullanılan birçok gizlilikleri, esrarı ve acaibiyeti içinde gizlemiştir. Burada sırası gelmişken belirtmeliyim ki; yaşamış olduğumuz bu maddi alemin yasaları ve fiziksel oluşumları manevi alemlerin etki ve yasalarıyla meydana gelmektedir. Bu ilmin kullanılışı melekler ve cinlerden sonra çok eski kavimler ve uygarlıklar tarafından kullanılmıştır bu manevi yasaları öğrenip etkilerine göre gerektiği şekilde uygulamışlardır. İnsanlar bu bilgileri çok çeşitli yollardan elde etmişlerdir. Hatta kimilerine göre mana aleminden gelen varlık veya varlıklar bazı insanlara bu ilmi ve kullanma metodunu öğretmişlerdir. Bu anlattığıma örnek; Bakara süresi 102. ayetinde olan Harut ve Marut isimli iki meleği örnek olarak verebiliriz. Bu manevi ilimlerin kaynağı şüphesiz ki; Alim olan yüce Allah (c.c.)'tır. Ve bilinmelidir ki; ilim de Allah'tan başka Allah'ın ilim verdiği varlıklardan veya veli kullarından bu ilimlere vakıf olan insanlardan öğrenilebilir.
Eski kavimler ve uygarlıklar da bu ilimleri manevi makamlardan ve rahmani ruhanilerden hayırlı yönde insanlık alemine faydalı olabilmek için öğrenmişlerdir. Fakat zamanlar içinde insanların aç gözlülüğü, hırsı ve bencilliği şeytanın maddi alemdeki hileleriyle birlikte bu ilmin bilgilerini ve kudretini kötü yönde kullanmak isteyince o insandaki rahmani sıfatların yerini şeytani sıfatlar taşıyan negatif unsurlu varlıklar guruplarından  insanın nefsaniyetine hitap eden bilgiler gelmiştir. Yine buna da örnek olarak Bakara süresinin 102. ayetini yukarıda olduğu gibi örnek olarak gösterebiliriz. Çünkü bu hadiseler yaşanırken bu ilimler aşikardı ancak yukarıda sıraladığımız gibi bu ilimleri kendi nefsi çıkarları için insanlar kullanmaya başlayınca alimler ve ulemalar kendileri anlayabilecekleri bir dil ve üslupla bu ilimleri rumuzlamak ve gizlemek ihtiyacı hissetmişlerdir. Ancak demişler ki;Arif olanlar anlasın kamil olanlar kullansın. Kısaca buraya kadar anlattıklarımı anladığını ümit eder anladıklarını iyi işler de kullanmanı temenni ederim.
Gerek ruhani varlıklar veya cinlerin bildiği  kelamlar, bizzat insanlar için indirilmiş kutsal kelamları veya esmaları gizlemek ya da rumuzlamak amacıyla çeşitli şekiller, çizgiler veya tılsımlardan oluşan birtakım sayılarla sembolleşen vefkler ve tılsımlar oluşturulmuştur. Bazen de sırf sayılar kullanılarak bu ilim de çok çeşitliliklerle beraber çelişkiler de görülmektedir. Zıtlık veya yanlışlıklar ise bu ilimler kaynağından öğrenilmeyip kolaycılık (Kopyacılık) yolu seçilmiştir. Günümüzdeki kitaplar da görülen veya kullanılan tılsımlar yanlış zaman veya yanlış mekanlar da şart ve kaidelerine riayet edilmeden yazılıp hazırlandığından yapılan bir işin çoğu zaman neticeye ulaşmadığını görürüz. Bir de işi karıştıran esas mesele bu tılsım, sembol veya yazıların ilahi isimler ve semboller olmayıp cinler, periler veya ruhani varlık isimlerinden olduğu ibarettir. Veya çok daha iyisi meleküt aleminden bir melek ismi olduğudur.
Ancak; bunların hiçbiri tek başlarına bir anlam ifade etmezler ve bazen işleri olduğundan da karmaşık hale getire bilirler. Bu paragrafa çok dikkat etmelisin; Arifsen beni anlarsın. Tılsımla rumuzlanan gerçek ise aslında Allah'ın ismi olarak bilinen sıfatlar (esmalar) olduğu zaman güç ve kudret ifade ederler.
Şüphesiz ki; tüm alemler içerisinde ve dışında ve alemleri kuşatan Ahad olan ve Ahir olan ve dilediğini yaratan ve yaratmaya Halik olan ve yarattığına da Malik olan Malik olduğuna da Basir olan ve Semi olan yalnız Allah (c.c.) Hay'dır ve Kayyüm'dür. Ve o MUHİT- ÜL MUHYİ'dir öyle ki; MUTEAL ‘NUR Rahman ve Rahim olan VAHİD- ÜL VEDÜD ne güzel Rab ve ne güzel Vekil'dir. Ondan başka her varlık ölümlüdür. Bundan dolayıdır ki; Sorumlusu kalmamış tılsımlar veya kasemler misalini burada anlattıklarımızdan dolayı yapılan tertipler hazırlanan tılsımlar etki ve anlamlarını yitirmiş semboller zamanlar içinde değişime uğramış fiziksel ya da metafiziksel varlıkların değişik enerji dalgalarına kapılıp yok olmuşlardır. Bu sebepten ötürü yapılan bazı şeylerin tesiri görülmez. Bir de dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de şudur: tılsım yazarken eskilerin kullandıkları diller ve yazılar çok eski kavimlerin dillerine göre yazıldığı için günümüze gelene kadar bir çoğu unutulmuş bir çokları da tahribatlara uğratılmıştır. Bu uygarlıklara ve dillere örnek olarak Mu uygarlığı Atlantis kavimleri ve eski kipti ırkı ile eski İbranice,eski Süryanice ve eski Arapçanın bazı lehçeleri ve eski Mısır yazıları, lehçeleri ve alfabeleri ki; bugün bunların bir çoğu unutulmuştur. Ve bu tılsımlar da günümüzde kullanılmıştır. Ve dahası eski enbiya ve peygamberlerin kalemleri bunlardan en meşhuru Hz. Süleyman'ın kalemleri ve tablolarıdır. Ve yine bu büyük zatların kullandığı ilahi dili ve esmaları harf veya rakamlar ile oluşturulan semboller ile ifade edilen şekilleri bu konuya örnek olarak gösterilebilir. Bir de özellikle belirtmek isterim ki; gizli ve manevi ilimlerin hakikatlerini bazı insanlar tarafından bilinip öğrenilmesini engellemek için kasten yanlış yazanlar ile bu ilimlere hurafe deyip yalanlama çabası gösteren ve bu ilimlerle uğraşan kişilere bir sürü kulp takmaya çalışan ve gelecek kuşaklara aktarılmasını engellemek için her türlü çabaya baş vuran gurup ve güçlerin bu ilimlere olumsuz etkileri olmuştur, kısmen de başarmışlardır.
Ben derim ki; ey değerli kardeşim gittiğin taat yolunda cenabı Allah seni ve beni başarılı kılsın. Kulağını aç beni iyi dinle hakla batılı ayırıncaya kadar Allah'ın ilimlerini araştır ve öğren ve öğrendiklerini de hak edenlere öğret gittiğin yolu örneklemek istersen tıpkı bıçağın ağzına benzer yani her iki tarafı keskin kılıç gibidir üzerinde yürümek ise sana düşer eğer konsantren bozulursa kılıç ayaklarını parçalar umarım ne söylemek istediğimi anlamışsındır.
Bu ilmin etkisi üç'e ayrılır; bunlar sırasıyla maddeye yani cesede olan etkisi ile manevi yada ruha olan etkisi ve en son olarak da her ikisini de kapsayan etkisidir. Bu etkileri sağlamak için senin bunları hissetmen, yaşaman gerekir. Bundan anlaman gereken ise iki hal ve durumdur bunlar ise; hissetmek veya hissetmemek, yaşamak veya yaşamamak gibi inanmak veya inanmama halleridir. İnanma halinden olan kastımız Rahmani olma halidir. Bu şartsız teslimiyet gerektirir. İnanmama hali ise bunun tersidir ki; içinde nefse hizmet vardır. Bu da şeytani olanıdır. Ama gerçekte ise bu iki halin içinde hem inanmak hem de inanmamak halleri vardır ki; bu birbirlerinin amaç ve birlik ayrılığından doğar ve mertebe ayrılığından çıkarlar. Bundan anlaman gereken şudur; inanma hali insanı ruha ruh da Ruh'u Sultan'a bağlar. İnanmama hali ise insanı nefse nefs de Şeytan'a bağlar. Umarım beni anlamışsındır. Bunların ayrıntılarını kendin bul!
Ve daha sonra esma ve ayetlerin manevi etkisini kullanma halidir ki; bu da bazı şartlara bağlıdır… Bunlar da özet olarak esma ve ayetlerin anlam ve etkilerinin kudretini bilmektir. Bu halde kendi içinde gruplanmaktır. Bunları da şöyle özetleyelim; esma veya ayetin bilinen anlamının yanında bir de batını (gizli) anlamları vardır. Bunlar etki olarak farklı sonuçlar verirler ve sen bilmelisin ki; Kur'an –ı Kerim'in anlamının anahtarını yüce Allah (c.c.) peygamberleri ve onun evliya kullarına ve rahmani olan meleklere lütfetmiştir. Bunu böyle bil!
Şimdi bunu sana biraz daha açayım şöyle ki; sözleri ruhsuz bedenler olarak düşün yani cansız cesetlerin hali olarak işte bu cesetlere ruh vermek sözlerin insan dilinden kelam olarak çıkmasıdır. Ama bu çıkışın mertebeleri ve kudretleri farklı farklıdır. Buna da kelam ilmi derler. Eğer sen hakkıyla dilden çıkan sözlere ruh yüklersen bu durum mecazi anlamdadır. Bu yükleyişle onu kudretlendirebilirsen o kelamla amaçladığın etkiyi hemen elde edersin. Çünkü kudretlenmiş ruhlar yani yüklenmiş sözler etki sahibidirler ve etkileyici olmasının yanında etkileyicileri de harekete geçirendirler. Örneğin; üç boyutlu resim gibi düşünebilirsin birinci boyutta sen ikinci, boyutta etkileyiciler, üçüncü boyutta etkilenenler önemli olan doğru noktadan bakmaktır. Bu anlattığımız ise kendi içinde bir şekle ve sıfata sahiptir. Bu kudretin kaynağı kalptir. Ama bu senin bildiğin, sesini duyduğun et parçası olan kalp değil! Bunun yeri yani o kalbin yeri insanın ruhundadır. Oraya da nurdan gelir. Bu dahi kendi içinde bir varlık halidir. Hikmetin özünden gelir.
Bu sırları sana biraz daha açayım bilmiş ol ki; bunların şekli ise iç içe girmiş daireler gibidirler. Yani dairelerden maksat sırların sırlarla örtülü olduğunu anlatmak istedim. Bir sır kapısını geçmekle mana alemine geçtiğini zannetme araladığın her sır kapısının ardından yeni bir sır kapısı karşına çıkacaktır. Bu sırlar aleminden geçiş süresince karşına çıkacak olan bir sürü engeller olacaktır. Bunları aşmanın yolu başta ihlas olmakla beraber kuvvetli bir iman yapısı irade ve teslimiyet gerektirmektedir. Bu geçeceğin sır kapılarını her araladığın da başka bir zaman ve boyuta geçeceksin. Tabi ki; sırları çözmekle bitiremezsin. Bu böylece devam eder gider. Bilmen gereken bilgi sorumluluk yükler ve gizli sırlar insana her zaman mutluluk vermez. Bu hal vefk ilminde görülür. Şöyle ki; nasıl harf üzere tertip olan vefkler nesneye ve cesede, sayı ile tertip olan vefkler ise ruha ve ervaha, karma olanlar ise her ikisine de etki ederse bu daireler de iç içe her hali kapsar ve halden hale geçirtir. Hal diliyle sana sırları tabir eyler her ilimden birer nebze tattırır. Bilmiş ol ki; rakamların, vefklerin ve çizgilerin ya da tılsımların ki; bunlar da harf ve rakamdır. Bunların da kendilerine özgü incelikleri ve hassaları vardır. Bunların da cümlesinin sırları sırlarla gizlidir. Yani özün özünden gelir. Bunların ve cümlesinin şifa, sevgi, nefret, hikmet ve kahriye v.s. ile ilgisi bu türden etkilerledir. İşte sana anlatılan bu havvas ilminin özü dediğimiz halin de hali dediğimiz sırlarla örtülü sırlar dediğimiz hikmet ve ilim ve marifet ile ervahın ve büyük zatların öğrenilen ve öğretilen esma ve ayetlerle harflerin, sayıların, burçların, yıldızların, maddelerin, bitkilerin, hayvanların, canlı ve cansız nesneler üzerinde etkileriyle insanlar üzerinde dahi nebat ve hayvanata karşı şifa ve sevgi, nefret ile hassalarını inceler ve ayrıca öz olan ilim de; mevsimlerin belli mekanların, kara parçalarının, denizlerin ve ruhani alemlerdeki varlıkların, cinlerin, perilerin ve meleklerin etkili güçlerini ve ilahi bazı güç ve kudretlerin rica yada minnet edilerek şifa, sevgi ve nefret etkisi ile ve bunun dışında kalan halleri elde etmek için öğrenilen hallerdir. Bunu böyle bilip böyle anlamalısın.
Bu ilimler de bir de ebced ile başlayıp cifir ile devam eden ve ismi harf ilmi olarak bilinen ledün ilmi ve hal ilmi ile birleşen ve bunların tamamının özünü kapsayan özün özü dediğimiz sözün sırrı gelir. Ehli isen dinle marifetten hikmet eyle velakin bu anlatacaklarım öyle kişiler içindir ki; onlar anlatacaklarımızı anlar ve de hakkıyla uygular. Bu yazdıklarımızı kavramaya çalış basit bir ilimmiş gibi yırtıp atma anlatacağım şeyleri anlatmam tabi ki olanaksız. Çünkü boynumuzda vebal olur,anlayan olur anlamayan olur, nasihate uyan olur uymayan olur, ehli olana kapalı kapı yoktur, kalbi saim olana rumuza gerek yoktur. Bu anlatacağımız olayların gerçekleşmesi ile değil olayların olacağı zamanların yaklaşmasıyla anlayacaksınız. Biz bu imajları ve manaları sisle kaplı bir vadiye dağıttık ama bu gerçekleri ruhsal saflığa ve hikmete ve marifete ulaşmış mütevazi insanlardan saklamadık hatta açıkça anlattık. Hele nur yüzlü insanlardan hiç saklamadık. Yüzünde nur olanın kalbinde hikmet pınarları vardır.Kalbe akan ilhamlar beyinde inkişaf eder, ruhunda ilim deryasına dönüşür. Sen o derya da bir gemi aklın ve vicdanın da kaptanın olur ve bunlar ruhun da ve ruhun da Ruh'u Sultan'da son bulur. Kendine kaptan yaparsan nefsini yolculuğun ve seyrin Şeytan ile birlikte yok olur.
Çünkü; bura da tarif ettiğim o asil insanlar yani ruhunu Ruh'u Sultan'a bağlayanlar onlar hiç ölmezler oysa nefsini Şeytan'a bağlayanlar hiç yaşamadılar ki. Ruhunu Ruh'u Sultan'a bağlayanlar o yüce bilgiye ulaşanlardır.

HAVAS İLMİ


Havas İlmi – Havasın Özü

Havas ilmi genel kanıdaki düşüncelere rağmen sadece harflerin ve sayıların, esmaların veya ayetlerin sırlarından, hikmetlerinden faydalanılarak çeşitli etkiler elde etmek için esmanın veya ayetin kendisi ya da vefki ve bunlara bağlı harf ve sayılar ile tılsımlar kullanılarak ve bu sistem üzerine kurulmuş basit bir ilim veya ilmin metodu değildir. Bu ilimlerin kendisine has özellikleri ve konuları vardır, bu ilmin kendisi ve lisanı evrenseldir. Bu ilimler ruh ve madde ile canlı ve cansız ile harfler ve rakamlar ile yıldız ve burçlar ile nebulalar ve galaksiler ile ses ve renk dalgaları ile kısaca kainatta daha genişi evrende her şeyle bağlantılıdır.
Bu ilim asırlardır gelmiş geçmiş alimlerin ve ulemanın bir sır gibi gizlediği ve açıkça öğretmediği ve öğretmekten de çekindiği vebal altında kalmaktan korktuğu ilimlerdendir. Bu ilimler de başarılı olmanın ve zarar görmeden ilerlemenin bazı şart ve usulleri vardır. Havas ilmini bilmek ve öğrenmek için önceden bilinmesi gereken kurallar ve önemli noktaları sırası gelince özet olarak anlatmağa çalışacağız, ama bundan önce bilinmesi gereken bu ilim yıldızlar ilminden bilinen veya bilinmeyen sırlarla alemi semalardan gelmiştir. Bu ilim insanlardan önce yani arz oluşmazdan evvel ruhani alemlerde mele küt ve cinler aleminde bilinen ve kullanılan birçok gizlilikleri, esrarı ve acayipliği içinde gizlemiştir.
Yaşamış olduğumuz bu maddi alemin yasaları ve fiziksel oluşumları manevi alemlerin etki ve yasalarıyla meydana gelmektedir. Bu ilmin kullanılışı melekler ve cinlerden sonra çok eski kavimler ve uygarlıklar tarafından kullanılmıştır bu manevi yasaları öğrenip etkilerine göre gerektiği şekilde uygulamışlardır. İnsanlar bu bilgileri çok çeşitli yollardan elde etmişlerdir. Hatta kimilerine göre mana aleminden gelen varlık veya varlıklar bazı insanlara bu ilmi ve kullanma metodunu öğretmişlerdir. Bu anlattığıma örnek; Bakara süresi 102. ayetinde olan Harut ve Marut isimli iki meleği örnek olarak verebiliriz.
Gerek ruhani varlıklar veya cinlerin bildiği kelamlar, bizzat insanlar için indirilmiş kutsal kelamları veya esmaları gizlemek ya da rumuzlamak amacıyla çeşitli şekiller, çizgiler veya tılsımlardan oluşan birtakım sayılarla sembolleşen vefkler ve tılsımlar oluşturulmuştur. Bazen de sırf sayılar kullanılarak bu ilim de çok çeşitliliklerle beraber çelişkiler de görülmektedir. Zıtlık veya yanlışlıklar ise bu ilimler kaynağından öğrenilmeyip kolaycılık (Kopyacılık) yolu seçilmiştir. Günümüzdeki kitaplar da görülen veya kullanılan tılsımlar yanlış zaman veya yanlış mekanlar da şart ve kaidelerine riayet edilmeden yazılıp hazırlandığından yapılan bir işin çoğu zaman neticeye ulaşmadığını görürüz. Bir de işi karıştıran esas mesele bu tılsım, sembol veya yazıların ilahi isimler ve semboller olmayıp cinler, periler veya ruhani varlık isimlerinden olduğu ibarettir. Veya çok daha iyisi melek üt aleminden bir melek ismi olduğudur. Dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de şudur: Tılsım yazarken eskilerin kullandıkları diller ve yazılar çok eski kavimlerin dillerine göre yazıldığı için günümüze gelene kadar bir çoğu unutulmuş bir çokları da tahribatlara uğratılmıştır. Bu uygarlıklara ve dillere örnek olarak Mu uygarlığı Atlantis kavimleri ve eski kipti ırkı ile eski İbranice,eski Süryanice ve eski Arapça'nın bazı lehçeleri ve eski Mısır yazıları, lehçeleri ve alfabeleri ki; bugün bunların bir çoğu unutulmuştur. Ve daha sonra esma ve ayetlerin manevi etkisini kullanma halidir ki; bu da bazı şartlara bağlıdır… Bunlar da özet olarak esma ve ayetlerin anlam ve etkilerinin kudretini bilmektir. Bu halde kendi içinde gruplamaktır. Bunları da şöyle özetleyelim; esma veya ayetin bilinen anlamının yanında bir de batını (gizli) anlamları vardır. Bunlar etki olarak farklı sonuçlar verirler ve sen bilmelisin ki; Kur’an –ı Kerim’in anlamının anahtarını yüce Allah (c.c.) peygamberleri ve onun evliya kullarına ve rahmani olan meleklere lütfetmiştir.
Şimdi bunu sana biraz daha açayım şöyle ki; sözleri ruhsuz bedenler olarak düşün yani cansız cesetlerin hali olarak işte bu cesetlere ruh vermek sözlerin insan dilinden kelam olarak çıkmasıdır. Ama bu çıkışın mertebeleri ve kudretleri farklı farklıdır. Buna da kelam ilmi derler. Eğer sen hakkıyla dilden çıkan sözlere ruh yüklersen bu durum mecazi anlamdadır. Bu yükleyişle onu kudretlendirebilirsen o kelamla amaçladığın etkiyi hemen elde edersin. Çünkü kudretlenmiş ruhlar yani yüklenmiş sözler etki sahibidirler ve etkileyici olmasının yanında etkileyicileri de harekete geçirendirler.
Bu sırları sana biraz daha açayım bilmiş ol ki; bunların şekli ise iç içe girmiş daireler gibidirler. Yani dairelerden maksat sırların sırlarla örtülü olduğunu anlatmak istedim. Bir sır kapısını geçmekle mana alemine geçtiğini zannetme araladığın her sır kapısının ardından yeni bir sır kapısı karşına çıkacaktır. Bu sırlar aleminden geçiş süresince karşına çıkacak olan bir sürü engeller olacaktır. Bunları aşmanın yolu başta ihlas olmakla beraber kuvvetli bir iman yapısı irade ve teslimiyet gerektirmektedir. Bu geçeceğin sır kapılarını her araladığın da başka bir zaman ve boyuta geçeceksin. Tabi ki; sırları çözmekle bitiremezsin. Bu böylece devam eder gider. Bilmen gereken bilgi sorumluluk yükler ve gizli sırlar insana her zaman mutluluk vermez. Bu hal vefk ilminde görülür. Şöyle ki; nasıl harf üzere tertip olan vefkler nesneye ve cesede, sayı ile tertip olan vefkler ise ruha ve ervaha, karma olanlar ise her ikisine de etki ederse bu daireler de iç içe her hali kapsar ve halden hale geçirtir. Hal diliyle sana sırları tabir eyler her ilimden birer nebze tattırır. Bilmiş ol ki; rakamların, vefklerin ve çizgilerin ya da tılsımların ki; bunlar da harf ve rakamdır. Bunların da kendilerine özgü incelikleri ve hassaları vardır. Bunların da cümlesinin sırları sırlarla gizlidir. Yani özün özünden gelir. Bunların ve cümlesinin şifa, sevgi, nefret, hikmet ve kahriye v.s. ile ilgisi bu türden etkilerledir. İşte sana anlatılan bu havas ilminin özü dediğimiz halin de hali dediğimiz sırlarla örtülü sırlar dediğimiz hikmet ve ilim ve marifet ile ervahın ve büyük zatların öğrenilen ve öğretilen esma ve ayetlerle harflerin, sayıların, burçların, yıldızların, maddelerin, bitkilerin, hayvanların, canlı ve cansız nesneler üzerinde etkileriyle insanlar üzerinde dahi nebat ve hayvanata karşı şifa ve sevgi, nefret ile hassalarını inceler ve ayrıca öz olan ilim de; mevsimlerin belli mekanların, kara parçalarının, denizlerin ve ruhani alemlerdeki varlıkların, cinlerin, perilerin ve meleklerin etkili güçlerini ve ilahi bazı güç ve kudretlerin rica yada minnet edilerek şifa, sevgi ve nefret etkisi ile ve bunun dışında kalan halleri elde etmek için öğrenilen hallerdir.
Bu ilimler de bir de ebced ile başlayıp cifir ile devam eden ve ismi harf ilmi olarak bilinen ledün ilmi ve hal ilmi ile birleşen ve bunların tamamının özünü kapsayan özün özü dediğimiz sözün sırrı gelir. Ehli isen dinle marifetten hikmet eyle velâkin bu anlatacaklarım öyle kişiler içindir ki; onlar anlatacaklarımızı anlar ve de hakkıyla uygular. Bu yazdıklarımızı kavramaya çalış basit bir ilimmiş gibi yırtıp atma anlatacağım şeyleri anlatmam tabi ki olanaksız. Çünkü boynumuzda vebal olur,anlayan olur anlamayan olur, nasihate uyan olur uymayan olur, ehli olana kapalı kapı yoktur, kalbi sâim olana rumuza gerek yoktur. Bu anlatacağımız olayların gerçekleşmesi ile değil olayların olacağı zamanların yaklaşmasıyla anlayacaksınız. Biz bu imajları ve manaları sisle kaplı bir vadiye dağıttık ama bu gerçekleri ruhsal saflığa ve hikmete ve marifete ulaşmış mütevâzı insanlardan saklamadık hatta açıkça anlattık. Hele nur yüzlü insanlardan hiç saklamadık. Yüzünde nur olanın kalbinde hikmet pınarları vardır.Kalbe akan ilhamlar beyinde inkişaf eder, ruhunda ilim deryasına dönüşür. Sen o derya da bir gemi aklın ve vicdanın da kaptanın olur ve bunlar ruhun da ve ruhun da Ruh’u Sultan’da son bulur. Kendine kaptan yaparsan nefsini yolculuğun ve seyrin Şeytan ile birlikte yok olur.

ÇIKRIKLAR DURUNCA PDF E-KİTAP






ÇIKRIKLAR DURUNCA PDF E-KİTAP

MERKEZİ İSRAİL'DE YENİ BİR DİN: BAHAİLİK



MERKEZİ İSRAİL'DE YENİ BİR DİN:
BAHAİLİK

İRAN'DAKİ ŞİİLİĞİN BUGÜNKÜ HÂLİ, ASLINDA 1800'LERDE ŞEYH AHMED ADINDAKİ BİRİNİN "HZ. MUHAMMED'İN RUHUNUN KENDİSİNDE TECELLİ ETTİĞİNİ" ÖNE SÜRMESİYLE ORTAYA ÇIKMIŞTIR.
BU İNANCA GÖRE İMAMLIK, YANİ HZ. MUHAMMED'İN HALİFELİĞİ SÜRMEKTEDİR VE İMAM MASUMDUR, YANİ HER YAPTIĞI DOĞRUDUR... İRANLILAR HÜMEYNİ'YE BÖYLE İNANDIKLARI İÇİN IRAK SAVAŞINI KAZANAMADILAR.
ŞEYHÎLİK DİYE BİLİNEN BU TARİKATTAN, DAHA SONRALARI BABÎLİK DİYE BİR TARİKAT DAHA DOĞMUŞ, BUNDAN DA BAHAÎLİK DİYE YENİ BİR DİN ORTAYA ÇIKMIŞTIR.
BABÎLER İRAN'DA KARIŞIKLIK ÇIKARINCA, ŞAH, ONLARI OSMANLI TOPRAĞI OLAN BAĞDAT'A SÜRMÜŞTÜ... OSMANLILAR DA BİR GRUBUNU KIBRIS'A, BİR KISMINI DA AKKA'YA SÜRGÜNE GÖNDERDİLER.
İŞTE AKKA'YA GİDENLERİN BAŞINDA BAHAULLAH ADINDA BİRİ VARDI. TARİKAT LİDERİ OLDU, TARİKAT TE BUNDAN SONRA BU ADLA ANILMAYA BAŞLADI.
ÖNCELERİ GİZLİ GİZLİ FAALİYET GÖSTERİRKEN, "EL DÜRR-Ü BEHİYE" ADLI KİTABIN YAYINLANMASIYLA BAHAİLİK AÇIĞA ÇIKTI... BAHAULLAH KİTABINDA MUSEVİLİK, HIRİSTİYANLIK VE İSLAMİYET ESASLARINI BİRLEŞTİRMEYE ÇALIŞMIŞTI. BÖYLECE HER ÜÇ DİNDEN DE KENDİNE TARAFTAR BULACAĞINI UMUYORDU. GERÇEKTEN DE TARİKAT 1908'DEN SONRA MISIR, AVRUPA VE AMERİKA'YA YAYILDI... ESAS MERKEZİ İSRAİL'DE HAYFA'DADIR... İKİNCİ MERKEZ İSE ŞİKAGO'DADIR.
YANİ, BU DİN DE TIPKI MASON TARİKATI GİBİ KÖKÜ DIŞARDA BİR SİSTEMDİR!..
ASLINDA BU TARZ, ÖZELLİKLE İNGİLTERE'NİN DESTEKLEDİĞİ MEZHEP VE TARİKATLER AZ DEĞİLDİR. SUUDÎ ARABİSTAN'DA VEHHABİLİK, HİNDİSTAN'DA SİHLİK, PAKİSTAN'DA KADYANÎLİK BÖYLE DOĞMUŞ VE İZLÂMI BÖLMÜŞTÜR. ÖNCE ORTAYA ZIPIR BİR ŞEYH ÇIKAR. ETRAFINA BİRAZ ADAM TOPLANDI MI, İNGİLİZLER HEMEN ADAMI PARA İMKÂNLARLA DESTEKLERLER VE ONA İSLÂM'DAN UZAKLAŞAN, HIRİSTİYANLIĞA, MUSEVİLİĞE YAKINLAŞAN HÜKÜMLER KOYMASINI TELKİN EDERLER. SONUNDA ORTAYA SAPIK BİR MEZHEP VEYA DİN ÇIKAR!..
TÜRKİYE'DE BULUNAN AZ SAYIDAKİ BAHAÎ, KENDİLERİNE MÜSLÜMAN DENİLMESİNDEN, NÜFUS KÂĞITLARINA "DİNİ: İSLAM" YAZILMASINDAN HOŞLANMAZLAR... İSLAMİYET'İ SON DİN, HZ. MUHAMMED'İ SON PEYGAMBER SAYMAZLAR... KIBLELERİ KÂBE DEĞİL, AKKA'DAKİ BAHAULLAH'IN MEZARIDIR.
BU TARİKAT TA, (VEYA KENDİ DEYİMLERİYLE DİN) İNSANLIĞI, KARDEŞLİĞİ, SEVGİYİ ÖN PLANA ÇIKARDIĞINI İDDİA EDER. HATTA BÜTÜN DİNLERİN EŞİT OLDUĞUNU SÖYLERLER. AMA BAHAİLİK "BİRAZ DAHA FAZLA EŞİT"TİR!.. ÇÜNKÜ İMAMLARININ GÖKTEN İNDİĞİNE, YAZDIĞI KİTABIN DA KUR'AN'DAN ÜSTÜN OLDUĞUNA İNANIRLAR.
"BÜTÜN DİNLERİN EŞİT SAYILMASI" UYDURUK LÂİKLİĞİN DE ÖNE SÜRDÜĞÜ BİR BAŞKA ZIRVADIR!.. BÜTÜN DİNLER EŞİT İSE, BEN NİYE MÜSLÜMAN OLAYIM Kİ? HIRİSTİYAN VEYA MÜSEVÎ OLMAK TA AYNI DEĞERDE DEĞİL Mİ?..
BİZ ALLAH'IN İNDİRDİĞİ SON KİTAP VE SON DİNİ DİĞERLERİNDEN DAHA ÜSTÜN BULDUĞUMUZ İÇİN MÜSLÜMANIZ. HIRİSTİYANI, MUSEVÎYİ, HATTA BUDİSTİ KINAMAYIZ, İSLÂM'A ZORLAMAYIZ!.. HANGİ DİNDEN OLURSA OLSUN, DOĞRU DAVRANANI TAKDİR, YANLIŞ DAVRANANI TEKDİR EDERİZ!.. BÜTÜN PEYGAMBERLERE, BÜTÜN KİTAPLARA İNANIRIZ, AMA DİNİMİZE İSRAİLİYAT, HIRİSTANİYAT SOKMAYIZ!..
BİZ KİMSENİN İNANCINA, KARŞI DEĞİLİZ. DİNİNE KÜFÜR ETMEYİZ. ALABİLDİĞİNE MÜSAMAHA GÖSTERİRİZ. AMA BÜTÜN BU ÇARPIK ÇURPUK İNANÇLARIN PROPOGANDA ARACILIĞIYLA TÜRKİYE'DE YAYGINLAŞTIRILMASINA DA İYİ GÖZLE BAKMAYIZ. HEPSİNİN BİR ART NİYET SONUCU OLDUĞU DÜŞÜNCESİNDEYİZ.
TANRI İLE ARALARINA HİÇ KİMSEYİ SOKMADIKLARINI ÖNE SÜRÜP TE BÜTÜN EMİRLERİ NEW YORK'TAN ALAN YAHOVA ŞAHİTLERİ'NİN, HER TÜRLÜ DIŞ OYUNA AÇIK OLDUĞU İNANCINDAYIZ.
AYNI ŞEKİLDE BÜTÜN DİNLERİ EŞİT SAYIP TA, HAYFA'DAKİ YAHUDİLERE, ŞİKAGO'DAKİ HIRİSTİYANLARA BAĞLANAN KİŞİLERİN SAFÇA DAVRANDIKLARINI DÜŞÜNÜYORUZ... TIPKI KENDİLERİNİ ÜLKELERİNE ADAMIŞ, AMA MASON LOCALARINA OLAN BAĞLANTILARIYLA HIRISTİYAN VE YAHUDİLERİN OYUNCAĞI HALİNE GELMİŞ İTTİHATÇILAR GİBİ!..
ÜSTELİK ONLAR DAHA DİN DEĞİŞTİRMEMİŞLERDİ!.. ÖZ-BE-ÖZ TÜRK VE BEKTAŞİ İDİLER!...

ARDI ARKASI KESİLMEYEN HIRİSTİYANLIK PROPOGANDASI



ARDI ARKASI KESİLMEYEN HIRİSTİYANLIK PROPOGANDASI
KARŞISINA DİKİLEN TÜRK'Ü 1000 YILDIR BİR TÜRLÜ ALTEDEMİYEN HIRİSTİYAN BATI, SON ASIRDA BİR BAŞKA YOL DENEMEYE KARAR VERMİŞTİR: KALEYİ İÇTEN FETHETMEK İÇİN BOL VAADLİ, BOL PARALI HIRİSTİYANLIK PROPOGANDASI!...
ASLINDA BU OLAY 1880'LERDE BAŞLAMIŞTI. O TARİHLERDE ERMENİLER'E ARKA ÇIKMAYA BAŞLIYAN BİLHASSA AMERİKALILAR, DURUMU MÜSAİT GÖRDÜLER Mİ HEMEN BİR YABANCI OKUL AÇARLARDI. BÖYLECE OSMANLI TOPRAĞINDA 400'DEN FAZLA OKUL FAALİYETE GEÇTİ.
İNGİLİZLER, FRANSIZLAR, ALMANLAR, AVUSTURYALILAR DA BENZER OKULLAR AÇMIŞLARDI.
BU OKULLARDA HEM RUM VE ERMENİLER TÜRKLER ALEYHİNE YETİŞTİRİLİYOR, GELECEĞİN ERMENİSTAN'ININ, PONTUS RUM DEVLETİ'NİN, İSTANBUL'DA KURULMASI DÜŞÜNÜLEN YENİ BİZANS DEVLETİ'NİN TEMELLERİ ATILIYOR; HEM DE SAF TÜRK ÇOCUKLARI HIRİSTİYANLAŞTIRIYORDU!
BU OKULLARIN BİR KISMININ SEN JOZEF (AZİZ JOZEF) GİBİ HIRİSTİYAN DİNİ ŞAHSİYETLERİNİN ADINI TAŞIMASININ YANISIRA, SÖZDE ÖĞRETMENLERİ DE PAPAZ VE RAHİBELER İDİ!
BUNLARIN BİR KISMI SEN JOSEF GİBİ, İZMİR KIZ KOLEJİ GİBİ HALA AKTİFTİR!..
BÜYÜK BİR KISMI DA 1. CİHAN SAVAŞI'NDAN SONRA SINIRLARIMIZ DIŞINDA KALMIŞTIR. AMA O ÜLKELERDE DE KARIŞIKLIĞIN MERKEZİ OLMAYA DEVAM ETMİŞLERDİR. MESELA BEYRUT AMERİKAN ÜNİVERSİTESİ!..
YURT İÇİNDEKİLERİN BÜYÜK KISMI DA ATATÜRK ZAMANINDA MAARİF VEKİLİ MUSTAFA NECATİ TARAFINDAN KAPATILMIŞ, DÖNEMİN AMERİKAN BÜYÜKELÇİSİ GREW BUNA ÇOK ÜZÜLMÜŞ, VE ÖNLEMEYE ÇALIŞMIŞTI.
NE YAZIK Kİ, BU OKULLAR KAPANIRKEN BAŞKA BİR FESAT YUVASI MİSYONERLER VASITASIYLE AÇILIYOR VE YAVAŞ YAVAŞ KURT GİBİ BÜTÜN YURDU GİZLİCE KEMİRMEYE BAŞLIYORDU.

***

YAHOVA ŞAHİTLERİ
BU FESAT YUVALARINDAN BİRİ, YAHOVA ŞAHİTLERİ DENEN, MUSEVİ Mİ, HIRİSTİYAN MI OLDUKLARI TAM ANLAŞILAMIYAN, AMA KESİNLİKLE MÜSLÜMAN OLMADIKLARINI İFADE EDEN TARİKATTİR!..
SÖYLENENE GÖRE YAHOVA ŞAHİTLERİ TARİKATİ ABD'DE, L8 YAŞINDA BİR GENÇ TARAFINDAN 1874 YILINDA KURULMUŞTU.
ASLINDA MUSEVİLER TARAFINDAN DA TUTULMAYAN, HIRİSTİYANLARCA "FANATİK" OLARAK NİTELENEN BU GRUP, TEVRAT'A İNCİL'DEN DAHA ÇOK İNANIYORDU!..
BELKİ DE AMAÇ, HIRİSTİYANLIĞI İSA'NIN OLDUĞU ZAMANDAKİ HALİNE GÖTÜRMEKTİ. AMA UYGULAMA HİÇ TE İÇ AÇICI DEĞİLDİ.
YAHOVA ŞAHİTLERİ TARİKATINI TÜRKİYE'DE İLK KURAN KİŞİ, PASAVANDİS ADLI İSTANBULLU BİR RUM İDİ...1930'LARDAN BU GÜNE KADAR KENDİLERİNE 3000'E YAKIN TARAFTAR TOPLAMIŞLARDIR!.
YAHOVA ŞAHİTLERİ TAMAMEN DIŞA BAĞIMLIDIRLAR!.. MASONLARDAN FARKSIZDIRLAR!.. ARALARINDA DA PEK ÇOK MASON, LİON, ROTARYEN VARDIR!
EMİR VE ÖĞRETİLER NEW YORK, BROOKLYN'DEKİ ANA MERKEZDEN GELİR. TERCÜMELER ORANIN ONAYINDAN GEÇER.
TÜRKİYE'DEKİ MENSUPLARI NEW YORK'UN TALİMATIYLA TARAFTAR TOPLAMAK İÇİN KAPI KAPI DOLAŞIR BROŞÜR DAĞITIRLAR... BAZEN VAADLERDE DE BULUNURLAR.
AMA EN ÇOK TERCİH ETTİKLERİ METOT "DÜNYANIN SONU GELİYOR. BU KONUDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?" DİYE SÖZE BAŞLAYIP TARTIŞMAKTIR.
ÇOĞU ZAMAN YARI-AYDINLARI VE ORTA HALLİ OKUMUŞLARI SEÇTİKLERİNDEN, VE BU KİŞİLER KENDİ NÜFUS KÂĞITLARINDA YAZAN DİNDEN PEK HABERDAR OLMADIKLARINDAN, BU MİSYONERLERİN MANTIKLI AÇIKLAMALARININ TUZAĞINA DÜŞERLER!..
SONRA DA DİNLERİNİ, "KİTAB-I MUKADDES'İ OKUYUP" KENDİLERİNİN SEÇTİĞİNİ ÖVÜNEREK SÖYLERLER!..
HALBUKİ ONDAN ÖNCE BİR DE KUR'AN-I KERİM'İ OKUMAK ZAHMETİNE KATLANSALARDI, HİÇ DEĞİLSE GERÇEK BİR TERCİH YAPMIŞ OLURLARDI!..
YAHOVA ŞAHİTLERİ'NİN İNANÇLARI ARASINDA PUTA TAPMAMAK, ALLAH'LA ARALARINA KİMSEYİ SOKMAMAK, AŞIRILIKTAN VE ZİNADAN KAÇINMAK GİBİ İYİ HUYLAR DA VARDIR... ANCAK KAN ALIP VERMEMEK GİBİ YOBAZLIKLARI DA VARDIR.
BU HUY HERHALDE YAHUDİLERİN IRK KARIŞMASI KORKUSUNUN BİR YANSIMASI OLARAK GEÇMİŞTİR... NE VAR Kİ, YAHUDİ IRKI 3000 YILDIR ÖYLE KARIŞMIŞTIR Kİ, ARTIK UYGULANMASA DA OLUR!
EN BARİZ BATIL İNANÇLARI İSE, 1914 DOĞUMLULARIN HEPSİNİN ÖLMESİYLE KIYAMETİN KOPACAĞIDIR!.. VE SADECE KENDİLERİNDEN OLANLARIN SELÂMETE ERECEĞİ DÜŞÜNCESİNDEDİRLER!.
YAHOVA ŞAHİTLERİ'NİN TÜRKİYE'DEKİ BUGÜNKÜ LİDERİ METE SÜER'DİR... İSTANBUL'DA FERİKÖY, ŞİŞLİ, BAKIRKÖY VE FENERYOLU'NDA DÖRT BİNADA FAALİYET GÖSTERİRLER... ARALARINDA BÜYÜK MİKTARDA RUM VE ERMENİ VARDIR.
TÜRKİYE'DEKİ YAHOVA ŞAHİTLERİ'NİN KENDİLERİNİ HIRİSTİYAN SAYMALARINA RAĞMEN, YAHUDİLER TARAFINDAN DA DESTEKLENDİKLERİNİ GÖSTEREN DELİLLER VARDIR.
ÇÜNKÜ GEREK HIRİSTİYANLAR, GEREKSE YAHUDİLER TÜRKİYE'DE İSLAM'IN ZAYIFLAMASI VE TÜRKLER'İN BÖLÜNMESİNDEN SON DERECE BÜYÜK MUTLULUK DUYARLAR!

VE TABİİ DIŞARDAKİ MASONLAR DA!

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...