28 Nisan 2018

ATATÜRK'ÜN LAİKLİK İLKESİ VE İSLAM

Atatürk,Laiklik,İslam,Kuran,Türkiye Cumhuriyeti,T.C.,Güzel Ahlak,Samimiyet
Türkiye Cumhuriyeti, Anayasamızda belirtildiği üzere "laik" bir devlettir. Laiklik, tarihte ve günümüzde zaman zaman yanlış anlaşılmış ve yanlış uygulanmış bir ilkedir. Bu nedenle, bu ilkeyi ve sonuçlarını detaylı olarak incelemekte yarar vardır.
Atatürk,Laiklik,İslam,Kuran,Türkiye Cumhuriyeti,T.C.,Güzel Ahlak,Samimiyet
Öncelikle belirtilmelidir ki, laiklik ilkesinin temel amacı, toplumda inanç ve ibadet özgürlüğünü tesis etmektir. Laiklik, Devletimizin vatandaşlarını bir dini benimseme, bu dinin gereklerini yerine getirme ya da getirmeme konusunda kendi vicdanları ile başbaşa bırakmaktadır; bu da onlara özgür bir seçim yapma imkanı vermektedir. Bu ilke doğrultusunda, Türkiye Cumhuriyeti'nin her vatandaşı, sahip olduğu inanca göre özgürce yaşama ve ibadet etme imkanını ve güvencesini bulacaktır.
Atatürk,Laiklik,İslam,Kuran,Türkiye Cumhuriyeti,T.C.,Güzel Ahlak,Samimiyet
1938 yılında yayımlanan Cumhuriyet Halk Partisi'nin Onbeşinci Yılı kitabında, Atatürk'ün sağlığında benimsenen 'Laiklik Prensibi',
şu şekilde izah edilmiştir:
Atatürk,Laiklik,İslam,Kuran,Türkiye Cumhuriyeti,T.C.,Güzel Ahlak,Samimiyet
Dikkat edilirse görülecektir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sahip olduğu bu laiklik modeli, aslında İslam dininin özüne de son derece uygundur. Çünkü İslam, inanç için özgür iradeyi ve vicdani bir kabulü şart koşar. Bir insanın İslam'ı din olarak benimsemesi tamamen kendi özgür iradesine bağlıdır. İslam'ı kabul ettikten sonra da, Kuran'da emredilen ibadetleri uygulaması ya da men edilen yasaklardan sakınması; tamamen şahsın kendi vicdanıyla ilgilidir. Elbette Müslümanlar, birbirlerini Kuran'da anlatılan ahlaki vasıfların uygulanması için uyarabilir, teşvik edebilirler. Ama bu konuda asla bir zorlama yapılamaz, kişi baskı yoluyla dini uygulamaya yönlendirilemez.
Atatürk,Laiklik,İslam,Kuran,Türkiye Cumhuriyeti,T.C.,Güzel Ahlak,Samimiyet
Kısacası laiklik, bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetini güvence altına almaktır. Atatürk'ün laiklik fikrini açıklayan Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir:
Atatürk,Laiklik,İslam,Kuran,Türkiye Cumhuriyeti,T.C.,Güzel Ahlak,Samimiyet
Bunun aksi bir devlet modelini düşünelim: Örneğin, insanların zorla Müslüman ya da Hıristiyan yapıldığı bir ülkeyi düşünelim. Dahası bu dinlere inanan kişilerin, dinlerin kurallarına göre yaşamaları için de zorlandıklarını farz edelim. Diyelim ki söz konusu devlet modeli, toplumdaki insanları namaz kılmaları ya da kiliseye gitmeleri için devletin kolluk kuvvetleriyle zorlasın. Ya da biraz daha ılımlı bir yöntem benimseyip, namaz kılanlara ya da kiliseye gidenlere ödül verilsin... Böyle bir devlet, laikliğe tamamen aykırı bir devlet olacaktır. Dahası, bu türden tutumlar, İslam'a ve Kuran ahlakına da aykırı olacaktır.
Atatürk,Laiklik,İslam,Kuran,Türkiye Cumhuriyeti,T.C.,Güzel Ahlak,Samimiyet
Çünkü, zorla ya da menfaat karşılığı elde edilen bir dini inancın ya da ibadetin, İslam'a göre hiçbir değeri yoktur. İnanç ve ibadet, Allah'a yönelik ve Allah rızası için olduğunda bir değer taşır. Eğer devlet, insanları inanca ve ibadete zorlayacak olursa, insanlar devletten korktukları için dindar olurlar. Din açısından makbul olan, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı bir ortamda dinin yaşanmasıdır.
Atatürk,Laiklik,İslam,Kuran,Türkiye Cumhuriyeti,T.C.,Güzel Ahlak,Samimiyet
Devletimizin temel ilkelerinden olan laiklik, hem vicdan özgürlüğü gibi temel bir insani değere hizmet ettiği, hem de bu değere büyük önem veren İslam diniyle uyum sağladığı için, her Türk vatandaşının benimsemesi ve savunması gereken bir ilkedir.
Atatürk, laiklik ilkesini şöyle açıklamıştır:
Atatürk,Laiklik,İslam,Kuran,Türkiye Cumhuriyeti,T.C.,Güzel Ahlak,Samimiyet
Atatürk'ün bu açıklamalarından da anlaşılacağı gibi laiklik din özgürlüğünü savunur.Bunun aksini savunan bazı art niyetli kişilere en güzel cevabı yine Atatürk vermiştir:
Atatürk,Laiklik,İslam,Kuran,Türkiye Cumhuriyeti,T.C.,Güzel Ahlak,Samimiyet
Bir Fransız gazeteciyle yaptığı ropörtajda, 'inkılapların dine karşı nasıl bir tutum içerisinde olduğu' sorusuna da, Atatürk şu cevabı vermiştir:
Atatürk,Laiklik,İslam,Kuran,Türkiye Cumhuriyeti,T.C.,Güzel Ahlak,Samimiyet
Atatürk'ün söz konusu laiklik tarifi, İslam'ın ruhuna ve amacına tamamen uygundur. Kuran-ı Kerim'de, bir kimsenin dini kabul etmesinin kendi kararına bağlı olduğu, dini kabul etmezse bunun için kendisine zorlama yapılamayacağı şöyle bildirilir:

Ahiret,Ölüm,Berzah, Cennet,Cehennem

Ahiret,Ölüm,Berzah, Cennet,Cehennem ile ilgili görsel sonucu
Ahiret,Ölüm,Berzah,Cennet,Cehennem

Bir kimse,adı geçen sıratı geçer,ölçü nizamı içinde kalırsa,zat cennetine dahil olmuş olur.Sırat meydanlarında dahi gıdasını alır.
Bu durumda kendi benliği yoktur.Kendi hüvviyetinden sıyrılmıştır.Kendi nefsi cihetinden bir eser göremez.Ondan bir haber de alamaz.
Onun namına,Cebbar olan yüce Allah şöyle seslenir:
Bu gün mülk kimin?(mümin 16)
Ancak o yüce varlık,kendi zatından başkasını bulamaz;şöyle cevap eder:
Vahid Kahhar Allah'ın...(mümin 16)
Bundan sonra artık ne gaflet vardır,ne de huzur.
Bundan sonra artık ne ölüm beklenir,ne de dirilme.
Zira,hali anlatıldığı gibi olanın kıyameti,artık olmuştur.
Bir açık yanı da yoktur!
Burda şerh olunan küçük kıyamettir.
.................................
Şunu bil ki!
Asıl olan dünyada işlenen amellerdir ki dünya da işlenen amellerin fer'i ise;ahirette göreceğin iştir.
Orada olacak işler insan amelinin bir neticesidir.
takdim edilenler şeyler ise dünya amelleridir.
Anlatılan mana icanıdır ki:Yaratılmada Dünya,ahiretten önce geldi.
Bil Kİ! Ahiretin,hisse dahayalı şeyleri,dünyanın hisse dayalı şeylerinden daha kuvvetlidir.
Bunun gibi ahiretin lezzet babındaki işleri,dünyanın lezzete dair işlerinden daha lezzetlidir.Ahiretin zorlukları ise,dünyanın zorluklarından daha zordur.
Bunun sebebi şudur:
Ruh;ahirette,kendisine sevilen ve kötü olarak gelenleri kabul için,tamamen boş'tur!!!
Ruh dünyada ise böyle değildir.Zira bu cisim kesafet icabı,kendisine uyanı ve uymayanı kabul etmesi için,ruh'u boş bırakmaz.Dünya hayatında,ruhun ancak bir yanını boş bulabilirsin..
Misal olarak yemek yiyen bir şahsı ele alalım.O şahıs yemek yerken,kalbi tamamen yemek ile meşgul değildir.Bir yandan yemek yerken bir yandan başka önemli bir işini düşünür...Bu yüzden de yemeğin lezzetine tam varamaz.yani yediği yemekten gelen lezzetlere ruh'u tam boşalmış değildir.
Bu mana sebebiyledir ki ahiret dünyadan daha şereflidir.Her ne kadar dünya ahiretin anası ise de buna şaşma nice çocuklar vardır ana babasından şeref itibarıyla daha yüksektir.Bu manadan bakınca dünya asıl ise de,ahiret Allah katında daha şerefli ve daha faziletlidir.
Ahiret,dünyanın her ne kadar neticesi ise de,dünyadan daha geniş ve daha şereflidir.Çünkü,ahiret ruhlardan yaratılmıştır.Ruh'lar ise nurani letafete sahiptirler.
Dünya;cisimlerden yaratılmıştır.Cisimler ise zulmani kesafetlerden yaratılmıştır.Latif olan şeyler,kesif olanlardan daha değerlidir.Ahiret izzet ve kudet yeridir.Engellerden kurtulan kimseler,orada istediğini yaparlar.Bunlar cennet ehli olanlardır.
Dünya ise,zillet ve acizlik yeridir.Dünyanın en kudertli sultanları bile kendilerine musallat olan bir karıncanın eziyetini bile kendilerinden atmaya güçlü değillerdir.Hal böyle iken dünya nimetinin hesabını vereceklerdir.Halbuki,dünya nimeti zail olup gider.Ahiret ehli ise içinde bulundukları nimetin daima daha iyisini bulurlar.Onlara peş peşe hesapsız biri diğerinden daha güzel nimetler ardı ardına gelir.
..............................
Ahadiyet köprüsü kurulur...
O köprü çözümü zor bir şey olması icabı:kıldan daha ince,kılıçtan daha keskindir.İşte bu sırattan geçenlerin bazıları,çakan şimşek gibi geçerler.Böyle olan kimsenin irfan babında seri bir bineği vardır ki,o şekilde geçiş gücünü bundan alır.Bazıları da dağ ağırlığında yürür.Bunun nedeni de süfli haline bağlılık durumudur.
............................
Bir kimse,bu dünyada Allah için kendinin hakimi olur ve allah'a itaat ederse,o kimse ahiret evinin hakikatlarine hakim olur ve ahiret evinde istediğini yapar.Bir şahıs dünya evinde,Allah için kendine hakim olmaz ve ahvali daim isyan olursa,burada iken,aleyhte hüküm giymiştir.Dolayısıyla ahiret evinin hakikatleri de onun aleyhine olur.
Araf ehli Hak Teallaya karşı irfan ehlidir.
"Araf üzerinde rical vardır.Onlar her şeyi siması ile tanırlar"...(araf 46)
Yüce Allah'ın irfan makamında,bir takım kimseler vardır.Yüce şanları dolayısıyla onları kimse bilmez.Zira onlar başkalarının meçhulüdür.Lakin o irfan makamında bulunan kimseler bütün meçhulleri simasından tanırlar...Yani Araf ehli Allah'ı bilirler.Allah'ı bilene ise hiç bir şey gizli değildir.Araf:Kurb'u ilahi(ilahi kudert)mahalidir...Kuranda bu makama şu ayeti kerime delalet eder:"Kudretine nihayet olmayan bir sultanın indinde"...(kamer 55)
Allahü Teala,cennet ehlinden olanların içerisinde ki bulunan bazı kimselerin yüce Hakk'a irfan dereceleri arttık.a o kimseleri kesib'e kadar yükseltir.Kesib ehli ile Araf ehli arasında bazı farklar vardır.
Kesib ehli:Dünya aleminde Yüce Hakk'ın kendilerine irfan tecellisi olmadan o dünya aleminden çıkmışlardır.Ahirete intikal edince de yerleri cennet olmuştur...
Araf ehli:Bu kimseler dünya aleminden daha ayrılmadan Yüce Hakk kendilerine irfan tecellisi eyler.Bu yoldan onlarda Yüce Allah'ı bilirler.Ahiret hayatına rücu edince de yerleri Yüce Allah'ın katı yani araf olur.
................................
Vakta ki kesin hüküm gelinceye kadar...
malum ömür süresi bitinceye kadar...
Nihayet bundan sonradır ki Azrail adlı melek ona gelir.ancak bu gelişi o ruhun Allah katında bulunan uygun haline göre olur.Allah katındaki güzel ahvalini sual edersen:Hayatı boyunca yaptığı tasarrufun güzelliğine bağlıdır.Bu güzel tasarruf itikada,amellere,ahlakta ve diğer işlerde olur.
Azrail adlı melek,ruhunu alacağı kimseye,onun haline uyar biçimde gelir..Mesela zalim kimseye nefret uyandıran korkunç bir şekilde...
Hatta salah ve takva sahibi kimselere resullullah(SAV) efendimiz suretinde gelir..Ki onun güzel suretini gören ruhlar,hemen cesedden sıkıntısız olarak çıkarlar.
Aslına bakarsak ruh cesede girmesi,oraya hulülü ile öz mekanından ayrılmaz .Asli mekanından kopmaz.Aslı yerinde durur ve cesedi göz altına alır.
..................................
Allahu teala ile huzura dalmaktan alıkoyan gaflettir.Bu gaflette olanlar ise uykuda sayılırlar.Ancak gafletten uyanık olan şahıslar Allah ile huzurda olan kimsedir.Allah ile münasebeti ne kadar ise,uykudan ayıkması o kadar rahat olur.
Berzah ehlinden olan şahıslar da gaflettedir.Fakat bunların uykusu dünya ehlinin birçoğuna göre daha hafiftir.Kıyamey ehli de gaflet(uyku)içindedir.bunlar her ne kadar hepsi Allahü Teala'nın huzurunda iseler de Allah ile değil,hesap ile olurlar.Ancak bunların uykusu,berzah ehlinin uykusundan daha hafiftir.
Cennet ve cehennem ehlinin durumu da böyledir...
Cennet ehli:kendilerine gelen nimetlerle olurlar...
Cehennem ehli:Kendilerine gelen azapla olurlar...
Bütün bu durumları,onlara Allah'tan gaflettir..Bir kimseye bu alemde takdir hükmü ile Allahü Teala o kimseye tecelli eder ,ayık halinde ona zatını tanıtır.
Bil ki!
Ey hakikat isteklisi;
Cenab-ı Hakk(cc) sana marifeti yolunda başarı ihsan eylesin...
seni kurbet ehlinden eylesin....
Amin
 Bu metin fakiriz.biz tarafından, Abdülkerim el Cili hazretlerinin "insanı kamil" kitabının çeşitli bölümlerden alıntılar yapılarak ve kısaltılıp,harmanlanarak yazılmıştır.

‘Kızıl Şövalye’den Osmanlı halkına: Neden hep kaçmaya hazırız?


‘Kızıl Şövalye’den Osmanlı halkına: 

Neden hep kaçmaya hazırız?



Victor Hugo’nun ‘Kızıl Şövalye’ adını taktığı, Marx’ın ‘neşe dolu bir genç’ diye tanımladığı Paris komünarı Gustave Flourens’ın yolu İstanbul’dan da geçmiş ve ‘Osmanlı halkı’na bir çağrı yapmıştı…

Bundan 147 yıl önce Paris’te uygarlıklar tarihinde ilk kez proletarya, devlet aygıtını burjuvazinin elinden aldı. Fransa-Prusya savaşı sonrası Paris’te, 18 Mart 1871’de kurulan komün iktidarı, savaşan her iki taraftan gelen karşı devrimci saldırılar sonucu 28 Mayıs’ta yıkıldı. Ancak bu deneyim, toplumsal mücadele tarihi açısından bugün hâlâ en önemli kilometre taşlarından biri olarak hatırlanıyor.
Bu önemli ayaklanmaya katılanlardan biri de yolu İstanbul’dan da geçmiş Gustave Flourens’ti… Komün iktidarının düşmesiyle birlikte diğer bir çok komüncü gibi katledilen Flourens, Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da yaşamakla kalmamış, imparatorluktaki halkları ‘mücadeleye çağıran’ bir gazete de çıkarmıştı. Peki daha sonra sürgüne gittiği Londra’da Karl Marx’la tanışan ve Victor Hugo’nun ‘Kızıl Şövalye’ benzetmesini yaptığı Flourens kimdi? 
Flourens’in 1838 yılında dünyaya geldiği ailenin, Paris aristokrasisi içinde önemli bir yeri vardı. Babası ünlü fizyolog Jean-Pierre, College de France’da profesördü ve 1837-39 arasında milletvekilliği de yapmıştı. Gustave’ın küçük kardeşi Emile de ileride Üçüncü Cumhuriyet’in Dışişleri Bakanı olacaktı.
Antropoloji üzerine çalışan ve parlak bir eğitim kariyerine sahip olan Flourens, babasının vefatından sonra College de France’da boşalan koltuğu, henüz 25 yaşındayken devraldı. Flourens, işçi sınıfına devredilmek üzere iktidarın ‘komplolar’ sonucu, bir şekilde ele alınmasını savunan bir Blanquici’ydi. Girit ayaklanması başladığında devrimci ideallerle Osmanlı’ya karşı savaşmak üzere adanın yolunu tuttu. Yunanlardan ‘yüzbaşı’ rütbesini alan ve bir dönem Yunanistan adına elçilik görevi de yapan Flourens, zaman içinde buradaki dostlarıyla yaşadığı anlaşmazlıklar sonucu ülkesine geri döndü.
İSTANBUL’DA ‘BİZDEN’ BİRİ
Ancak dönerken İstanbul’a uğramayı da ihmal etmedi. Onun için İstanbul, ‘dünyanın merkezi’ydi ve ‘kozmopolit fikri temellendirmek için en elverişli yer, duvarları arasında en çok milleti barındıran bir şehir’di. ‘Kozmopolit kimlik’ önemliydi çünkü bir o enternasyonalistti ve ‘halklar birbirlerini ayıran, karşılıklı cehalet ve düşmanlık duvarlarını yıkarak’ birleşiyordu.
Flourens’in İstanbul’da geçirdiği günleri bugün Taner Timur’un ayrıntılı araştırmaları sonucu Türkçe olarak okuyabiliyoruz. En önemli kaynaksa, tüm yazıları Flourens’a ait olan tek yapraktan ve muhtemelen tek bir sayıdan ibaret olan gazete: Gelecek! Peki bu gazeteyi, İstanbul’a gelen diğer batılıların çıkardığı onlarcasından ayıran ne? Flourens’in gazetedeki yazılarında kendini ‘Osmanlı halkının bir parçası’ olarak görerek okuyucuya seslenmesi, oldukça önemli bir detay. Flourens’ın gazetedeki ‘Programımız’ başyazısı hakkında Timur şu yorumu yapıyor:
“…Makalenin asıl ilginç yönü, yazarın kendini tam bir Osmanlı yerine koyup, tüm ezilenleri bir çeşit ihtilale davet etmesi. 28 yaşındaki Fransız burjuvanın, idealleri uğruna, kendisini Osmanlı ezilenleriyle tam bir ’empatik’ dayanışma içinde hissetmesi o dönemin yazını içinde benzerine pek rastlanmayan bir inci gibi parlıyor.”
‘NEDEN VALİZİMİZ HAZIR BİR PSİKOLOJİDEYİZ?’
Gelelim yazının içeriğine. Dilini, kültürünü kısa bir zamandır tanıyan biri için, bu ‘yabancılardan’ biriymişcesine konuşmak, iddialı bir iş. Ancak yazının kimi bölümlerinde Flourens’ın bunu samimiyet ve başarıyla gerçekleştirdiğini görebiliyoruz: “Ne var ki biz [Osmanlılar], hâlâ, Batı kamuoyunun etkisi altında ‘valizlerimizi yapmış; harekete hazır’ bir psikoloji içinde yaşıyoruz. Neden? Neden hep kaçmaya hazır bir ruh hali içinde bulunuyoruz? …Sadece kendimizi anlamamış ve Batı’ya anlatamamış olmaktan; sadece, burada, yabancı etkilerden uzak, kendi geleceği hakkında tek başına karar vermesi gereken ülkemizin çıkarlarından kaynaklanan, bağımsız bir kamuoyu yaratamamış bulunmaktan bu hale düştük… Bu kamuoyu yaratıldığı gün sükûnetle uyuyabiliriz; çıkarlarımız sağlanmış demektir. Bu gazete bu kamuoyunu yaratmak için kurulmuştur!”
‘DEVRİM ATEŞİYLE DOLU’
İstanbul’dan ayrılan Flourens, Fransa’ya döndüğünde Louis Bonaparte’ın İkinci İmparatorluk dönemi yaşanmaktaydı. Muhalefeti nedeniyle üç ay cezaevinde kaldı. Daha sonra Henri Rochefort’un La Marseillaise gazetesinde haftalık yazılar yazdı. Rochefort’un 1870’te tutuklanmasının ardından, önce Hollanda sonra Londra’ya geçti. Burada Karl Marx ile tanışma fırsatı buldu. Marx ve Engels’in mektuplarında Flourens’ın adına rastlıyoruz. Marx onun için, Engels’e yazdığı bir mektupta şu yorumu yapıyor: “Flourens birkaç kez beni ziyarete geldi. Çok kibar bir çocuk. En belirgin çizgisi, cüretkar oluşu. Fakat yine de iyi bir bilimsel formasyonu var. Paris Üniversitesi’nde bir yıl etnoloji dersleri verdi. Her yerde bulundu; Güney Avrupa, Türkiye, Anadolu vb. Hayaller ve devrim ateşiyle dolu; fakat, etrafındaki kendilerini ciddiye alan insanlardan çok farklı, neşe dolu bir genç.”
KOMÜN’ÜN GENERALİ
Eylül 1870’de Bonaparte’ın düşmesi ve Üçüncü Cumhuriyet’in ilan edilmesinin ardından Flourens memleketine geri döndü ve komutanları seçimle atanan, gönüllü silahlı sivil birliklerden oluşan Ulusal Muhafızlar’ın, yaşadığı yer Belleville’deki bölüğünün başına seçildi. Louis-Jules Trochu yönetimine karşı düzenlenen ayaklanmada kendi bölüğüyle birlikte diğer işçi sınıfı mahallelerinden gelen taburların kent merkezini kuşatmasına katıldı. Kalkışmanın başarısızlıkla sonuçlanmasıyla birlikte Flourens Cezaevi’ne gönderildi. Blanqui de aynı cezaevindeydi ve her ikisi de ölüm cezasına çarptırıldı.
Ancak 1872 yılında, 21 Ocak’ı, 22’ye bağlayan gece Flourens hapishaneden kaçtı. Onun kaçmasına yardım edense Girit’te beraber savaştığı yakın arkadaşı Amilcare Cipriani’ydi. 18 Mart ayaklanması sonrası Paris Komünü ilan edilince bekleneceği üzere Flourens da kentin savunmasında görev aldı. Komün tarafından ‘General’ ilan edilen Flourens, artık karşı devrimci saldırılara karşı barikatlardaydı. 3 Nisan günü, Komün, Versailles’daki yönetime karşı bir taaruz düzenledi. Flourens da birliğiyle birlikte taarruza katılıyordu. Ancak güçleri diğer birliklerden koptu ve karşı devrimciler tarafından çevrelendi. Teslim olmayı reddeden Flourens, Cipriani’yle birlikte bir konağa sığındı. Fakat izi bulundu ve silahsız olduğu halde katledildi.
Yolu İstanbul’dan da geçen Paris Komünü’nün generali hiç tanımadığı halkların dertleriyle hemhal olmayı da dahil ettiği büyük kavgasını kendisinden sonrakilere bırakarak tarihteki yerini almıştı…
Kavel Alpaslan
17 Mart 2018, gazeteduvar.com.tr
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı linkler:
1- Yakın Osmanlı Tarihinde Aykırı Çehreler – Taner Timur (İmge Kitabevi)
2- http://www.commune1871.org/?Gustave-Flourens-1838-1871-Le
3- https://humanite.fr/tribunes/gustave-flourens-1838-1871-itineraire-d%E2%80%99un-romantique-revolutionnaire-28-477701
4- https://www.wikiwand.com/fr/Gustave_Flourens
5- https://macommunedeparis.com/2016/09/26/gustave-flourens-revolutionnaire-itinerant/

NAMAZLARIN SIRASINA GÖRE AÇIKLAMASI

NAMAZLARIN SIRASINA GÖRE AÇIKLAMASI 
 Bir sofunun Molla Sadi'ye sorduğu sorular: 
 Sabah namazını en evvel kim kıldı?
İki rekat olmasının sebebi nedir? 
 Öğle namazını iptida kim kıldı?
Dört rekat olmasının sebebi nedir? 
 İkindi namazını evvela kim kıldı?
Dört rekat olmasının sebebi nedir? 
 Akşam namazını evvela kim kıldı?
Üç rekat olmasının sebebi nedir? 
 Yatsı namazını evvela kim kıldı?
Dört rekat olmasının sebebi nedir? 
 Vitir namazını evvela kim kıldı?
Üç rekat olmasının sebebi nedir? 
 Böylece bütün soruları sorduktan sonra,
Molla Sadi bu soruları güzel güzel cevaplıyor. 
 Büyük atamız Adem Aleyhisselam cennette yaratıldı ve eşi Havva validemiz ile yaşarken, Cenabı Allah onlara"yiyin için hür yaşayın, lakin sakın şu buğday ağacına yaklaşmayın,"dedi.
Bunlar bir hayli cennette beraberce yaşadılar. 
 Mel'un şeytan bir yolunu bulup cennete girdi. 
Şeytanın cennete girmesine bir yılan sebep oldu. 
Şeytan yılana dedi ki: Sen cennete girip çıkıyorsun,ben cenneti çok görmek istiyorum. 
Beni ağzına al da seninle beraber cennete gireyim. 
 Ben seni ağzıma nasıl alırım. 
Sen benim ağzıma sığmazsın,şeytan ben küçülürüm dedi ve dediği şekilde küçülerek yılanın ağzında cennete girdi.
Orada evvela Havva validemizle görüştü,ona dedi ki: 
Şu ağaçtan yemiyorsunuz,o ağaç size neden yasak edildi biliyormusunuz?
Eğer siz o ağaçtan yerseniz ebedi kalır, yemezseniz ölürsünüz dedi. 
 Havva validemiz gitti ve o ağaçtan yedi ve bir şey olmadığını görünce,
Ya Adem benim karşıma yaşlı bir adam çıktı, bana dedi ki:
Bu ağaçtan yerseniz cennette ebedi kalırsınız, eğer yemezseniz ölürsünüz.
Bunun üzerine ben yedim hiç bir şey olmadım diyerek ,Adem Aleyhisselamın da o ağaçtan yemesine sebep oldu.
Hazreti Adem de o ağaçtan yeyince üze rindeki elbiseler birden bire soyuldu.
Bu suretle de Hazreti Adem cennetten kovulmuş oldu.
Tabii Havva Validemiz ve şey tan da cennetten sürüldüler. 
 Adem Aleyhisselam cennetten dünya yüzüne sürülünce dünyayı karanlık buldu.
Sabah ortalık aydınlığa kavuşunca şükrane olarak iki rekat namaz kıldı.
Bir rekatı dünyayı karanlık bulduğu için,bir rekatı da aydınlığa çıktığı için. 
 Öğle namazını ise İbrahim Aleyhisselam kıldı.
Cenabı Allah,İbrahim Aleyhisselam'ıdört türlü beladan kurtardı.
Hazreti İbrahim de bu dört türlü beladan kurtulduğu için Rabbına şükrane olarak dört rekat namaz kıldı. 
 İkindi namazını Yunus Aleyhisselam kıldı.
Kırk gün balığın karnında haps olduktan sonra bir ikindi zamanı idi,Cenabı Al lah'ın emriyle balık onu sahile çıkardı.
O da şükrane olarak dört rekat namaz kıldı. 
 Akşam namazını İsa Aleyhisselam kıldı.
Cenabı Allah onu Yahudilerin tehlikesinden semaya ref etti, yani yükseltti.
Onlar,
Allah, Meryem Validemiz, Hazreti İsa olmak üzere Hazreti İsa'ya üçlü bir varlık isnat ettiler.
İsnat ettikleri bu üç varlık şirk idi.
İşte bu şirkten kurtulduğu için şükrane olarak üç rekat namaz kıldı. 
 Yatsı namazını Musa Aleyhisselam kıldı.
Cenabı Allah Musa Aleyhisselam'a Firavunun tehlikesinden korunmaları için, 
 sana tabi olanları alıp Nil'in karşı tarafına geçir dedi.
O zaman Musa Aleyhisselam Yarabbi köprü yok nasıl geçelim.
Ben sa na bir asa verdim, asayı suya vur, o sana yol verir dedi.
O da asasıyla on iki yere vurdu, on iki yol açıldı. Karşı tarafa geçtiler.
İşte Musa Aleyhisselam da böylece Firavun'un tehlikesinden kurtulduğu için şükrane olarak dört rekat namaz kıldı. 
 Salatı Vitir'i de, Peygamber Efendimiz kıldı. 
Mirac'a çıkacağı zaman Ebu Bekir Sıddık'a bildirdi.
Ey kardeşim Ebu Bekir bu günlerden Rabbım bana Mirac gösteriyor, yani Rabbimle görüşeceğim. öyleyse ya Resulallah, benim için Rabbın huzur unda iki rekat namaz kılar mısın?dedi.
İşte bu kılınan namaz vacip oldu.
Bir rekat Allah emretti bu da farz oldu.
Resulallah Efendimiz bir rekat kendisi için kıldı, buda sünnet oldu.
İşte salatı Vitir buradan kaldı. 
 Bu namazların hepsini de Peygamber Efendimiz Mirac'ta topladı, biz ümmetlerine hediye olarak getirdi.
Özet olarak namazların zahiri sebepleri bu şekilde sıralanmaktadır. 
 Şimdi bu namazların hakiki manalarına gelelim. 
 Hasan Fehmi Hazretleri; 
 Sabah namazına hazır olanlar Onlardır efali Hakka verenler Fail Haktır diye huzur ederler,buyuruyor. 
 Evvela bir kişi cahillik yani cehalet devri geçirir.
Bu cehaleti ona göre gece karanlığı gibidir.
Çünkü yaradılış hikmetini bilmiyordu.
Bu dünyaya yaşamak,yemek,içmek için geldiğini zannadip,kendisinden ve Rabbından haberi yoktu.
İşte böyle bir karanlık devresinde mürşidi kamil vasıtasıyla hidayet bulunca.
aydınlığa çıkmış oluyor.
Burada aydınlığa çıkması fiil şirkinden kurtulduğunun işaretidir.
İşte burada fiil şirkinden kurtulduğu için şükrane olarak iki rekat namaz kılmış olacaktır. 
 Peki bir insanın sabah namazını kılabilmesi için nasıl bir hazırlık yapması gerekir?Evvela uykudan uyanması lazımdır.   Çünkü uykuda iken yapılan ibadet makbul değildir.
İşte sabah namazının hazırlığı budur. Biz de uyanmamız için önce Zikri Daim talim edildi.
İnsanlar bu Zikr-i Daim ile uyanacaklardır buyuruluyor. 

 Bir kimse bin sene yaşasa, bu yaşadığı bin sene içerisinde hiç sabah namazını kaçırmasa, eğer kendi nisbet fiilleri duruyorsa bir vakit dahi namaz kılmış sayılmaz.
Çünkü kendi benlik ve variyetiyle kılınan namazı Allah kabul etmez. 

 Bir kimse Zikr-i Daimle uyanarak, varlık ve benliklerinden geçip fail'in Allah olduğunu idrak ederse sabah namazını kıl mış olur. 

 Bundan sonra öğle namazı geliyor.
Fehmi Efendi öğla namazı hakkındaki beyitleri şöyle: 

 Öğle namazını kılan müminler Her sıfatı Hakka nisbet ederler 

 Her nazar mevsufu şuhut ederler 
 Bu sohbetimizin başında öğle namazı için ne demiştik.
İbrahim Aleyhisselam dört türlü beladan kurtulduğu için dört rekat namaz kıldı.

Peki bu dört türlü bela ne idi ki biz bu belalardan kurtulduk da öğle namazını kılmayı Hak ettik? İnsanlarda yedi subut sıfat vardır. 

Üçü batın dördü zahir. 
Zahir olan sıfatlar nelerdir? 
Duymamız, görmemiz, konuşmamız, kuvvetimizdir. 
Biz buradan anladık ki bizden duyan, gören, konuşan Hak imiş. 
Kuvvetimizde onun kuvveti imiş. 
(La havle ve la kuvvete illa billah) 
Ne zaman bunlar bize nisbet idi, 
böyle olduğu zamanda bize birer bela olmuştu.
Bu belalardan kurtul duğumuzdan dolayı dört rekat öğle namazı kılmayı hak etmiş oluruz. Nitekim yukardaki beyitte geçtiği gibi: 
 Öğle namazını kılan müminler Her sıfatı Hakka nisbet ederler 
 Her nazar mevsufu şuhut ederler 
 Onlar nereye bakarlarsa baksınlar her sıfatın mevsufu yani bu sıfatları sıfatlanan Hak Teala Hazretleri olduğunu idrak ederler. 
Bu anlaşıldığı zaman öğle namazı eda edilmiş olur.
Böyle bir bilgiye sahip olmadan,kendi nisbetiyle öğle namazını kıldım zannıyla bin sene yaşasa, şirk ile, bin sene namazını kılmış olsa, bir vakit bile kılmış sayılmaz.
Ancak öğle namazını mümin kimseler kılabilir. 

 Mü'min nedir? Mümin inanmış kimse demektir. Neye inanmış? 

Fiilin ve sıfatların Hakk'a ait olduğuna inanmış kimseler hem mümin olurlar hem de öğle namazını kılmaya hak kazanırlar. 
 Şimdi sıra ikindi namazına geldi. Burada Fehmi Efendi Hazretleri ne diyor: 
 İkindi namazını cemaatla kıl Vücut vücudullah gayri yoktur bil Cümle alamfani, 
Haktır baki bil Bir insanın bütün ikindi namazlarını cemaatla kılması mümkün müdür?Hadi camiler var, erkekler gider, camide kılarlar ya kadınlar nasıl gidecek? Gitse de her zaman gidemez. Öyle ise biz ikindi namazını cemaatla nasıl kılabiliriz? İnsan başlı başına bir alemdir. Bir alem ne ise insanda odur. Bu alem de camiler var, imamlar var,cemaat var. Madem bir insan tek başına bir alemdir, ise siz bu camiyi kendimizde bulacağız,yani cami kendimiz olacağız. İmamıda içimizden kendimiz seçeceğiz.

Böylelikle ikindi namazını cemaatla kılmış oluruz. 

 Peki biz camii kendimizde nasıl bulabiliriz?
İnsanın vücudu bir camidir.
Bütün azalarımızı cemaat, kıblemizi semme vechullah yapacağız. 
Bu husus Kur'an-ı Kerim'de ayetle sabittir.
(velillahi meşriku vel mağribü feeynema tüvellü fe semme vechulla hi)
"Doğu batı Allah'ındır. Yüzünüzü ne tarafa çevirirseniz Allah'ın yüzü oradadır."
Böylece ruhumuzu imam, organlarımızı cemaat, kıblemizi Allah'ın yüzü yapabilirsek bu suretle, ikindi namazını cemaatla kılmış oluruz. Böylece ikindi namazını kıldık tan sonra gelelim akşam namazına. 
 Akşam namazı hususunda Fehmi Efendi Hazretleri nasıl buyuruyorlar: 
 Akşam namazını imamla kılan Onlardır Allah'ı hem zahir gören Hak söyler "Enelhak"kulun dilinden Akşam namazını imamla kılmamız için yine ruhumuzu imam, azalarımızı cemaat, kıblemizi semme vechullah yaparız.

Akşam namazını kıldığımız zaman Hak zahir olur. Böyle namaz kılabilenler Allah'ı apaçık, zahir olarak görürler. 

 Kılmış olduğumuz akşam namazının kabul olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? Burada bütün azalarımızın ruha tabi olması gerekir. Peki bütün azalarımızın ruha tabi olduğunu nasıl anlayabiliriz? Bu azalardan göz görmek için halk olmuştur. Peki ne yi görmek için. Eğer bir göz ki Hakk'a bakmıyor, Hakk'ı görmüyorsa o zaman sorulacak. Ey insan ben sana göz verdim, ne ye bu gözlerle bana bakmadın? Beni görmedin? Ama bu gözlerle Hakk'a baktı Hakk'ı gördü ise, o zaman gözden perde kalk mış olacak. 
Göz,nereye bakarsa baksın Hak'tan gayri bir şey görmeyecek. İşte bir kul akşam namazını böylece imamla kıldığını anlamış olacak. 
 Kulaklarımız da her sesde Hakk'ın sedasından başka ses duymuyorsa ozaman kulak da vazifesini yapmış olur ve akşam namazınının cemaati olmuş olur. 
 Dile gelince Cenabı Allah dili niçin yarattı? Doğruyu söylememiz için, bir insanda akşam namazını kıldı ise onun dili yalan söylemeyi kaldıracak ve hep doğruyu söyleyecek. Yani Hakk'ı söyleyecek. Hak demek doğru demektir. Bir insan bir sırra erişmeyince yalan söylemekten kurtulamaz. Çünkü her konuştuğunda ben yaptım, ben konuştum, ben bilirim, ben duyarım, ben görürüm demesi hep yalandır.

Ne zaman kendisinden konuşan,duyan,görenin Hak olduğunu anlayacak,işte o zaman dil doğru söylemiş olacak.Fakat ne yaparsa kendisi yaptı zannediyorsa o yalandır. Biz daha ilk derse girdiğimizde yalan söylemiyeceksiniz diye tembih ettiler. 


Bir insanın hiç bir varlığı olmadığı halde hem de (La havle vela kuvvete illah billah)dediği halde, bir iş işlediğinde, bu işi ben işledim diyorsa işte bu yalandır. Hani kuvvet, kudret Allah'ın idi? Böyle olunca sen nasıl bir iş işleyebilirsin? Düşünelim bir insandan kuvvet ve kudret giderse o insan ne yapabilir? Hiç bir şey yapamaz. Kuvvet ve kudret Allah'ındır. Kuvvet ve kudret Allah'ın olduğu halde bir kimsenin ben şunu yaptım,ben bunu yaptım yalan olur. Onun için bu yalandan ne zaman kurtulacağız o zaman akşam namazını kılmış olaca ğız. 


 Akşam namazında Hak zahir olduğu için,söyleyen de,işleyen de,duyan,gören,konuşanda Hak olur. İşte insan burda yalan söylemekten kurtulmuş olur. Onlardır Allah'ı hem zahir gören,demesi,onun her kuvvesinde Cenabı Hakk'ın zatıyla zahir görmesi demektir. Görmesi, bilmesi demektir.Bilmek,görmenin aynısıdır. Şimdi geldik Musa Aleyhisselamın kılmış olduğu yatsı namazına: Yatsı namazında eyle sen huzur Muhammed yüzünden Hak zahir olur Hak batın ile halk zahir olur Bir insan Yatsı namazını kılmaya eriştiği zaman o insanda huzur olur.Peki biz o kadar yatsı namazları kılıyoruz neden huzur bulamıyoruz?


Çünkü huzur yatsı namazının Hakikatını kılmakla olur.Yoksa suret namazında insan huzur bulamaz. Yatsı namazının hakikati neydi ki insan huzura kavuşuyor?Bu menzile gelen insan için şu kutsi kadis tecelli ediyor."Kul um bana nevafille yakınlaştığı zaman ben o kulumu severim,sevdiğim kulumun duymasına kulak,görmesine göz,konuşma sına dil tutmasına el,yürümesine ayak hatta tüm aza ve cevarihi ben olurum."Bir insan böyle bir sırra eriştiği zaman hu zur bulur.İşte namazın hakikatı da budur. Bize namaz nedir diye sorsalar,hakikatta namaz Allah'la beraber olmaktır deriz.Bir insandan bu idrak hiç gitmeyip idra kinde daima Allah'la beraber olduğunu tasavvur edebiliyorsa,bu insan daim namazdadır.Bunun için Kur'an'da bizlere üç türlü namaz bildiriyor. 1-Vakit namazları(Salatül vakt) 2-Orta namazı(Salatül vüsta) 


 3-Daim namaz(Salatı daim) 

 İşte bu sırra,bu zevke erişen bir kimse daim namaza erişmiş olur. 
 Şimdi sıra geldi Vitir namazına:
Fehmi Efendi Hazretleri bu namaz hususundaki beyitleri şöyle: 

 Salatı vitri kılan muhakkak Evvel ahir zahir batın olur Hak Kalmaz şirkin abit mabut olur Hak Vitir namazı kılan bir kimsede ihlas olacaktır. Camilerde vaizler cemaatine ibadetlerinizi ihlas üzere yapın buyururlar. İhlas ne demektir? İnsan bu ihlasa nasıl erişebilir? İhlas ek bir varlık kabul etmez,tek varlılığı kabul eder.Eğer Salatı Vitir'de de bir ibadet eden,bir ibadet,bir de ibadet edilen olursa burada üçlü bir varlık ortaya çıkar.Hani burada birlik? Hani ihlas? İhlas olması için: İbadet eden Hak. İbadette Hak, ibadet olunanda Hak olacak. Bu hal ancak Vitir namazında olur. Zaten namazın ismide budur.

Vitir demek tek demek tir,ama üçlü tek demektir.Yani üçlü varlık bir olduğu için,ibadet eden Hak,ibadet Hak,ibadet olunan da Hak olduğu za man ihlas olmuş olur. 
 Gelelim ibadetin ne olduğuna? Namazın ne olduğuna? Namazda bir hareket var.
Ayakta duruluyor, eğiliniyor, secdeye varılıyor. Bize Ef'al telkininde ne denildi? 
Enfüs te afakta sükün ve harekette işleyen Hak'tır.
O halde ibadet ne imiş.
Namazı da bir sükün ile hareketten ibarettir. İşte bu cihetle ibadette Hak oluyor. 
 Namazlar beş vakit iken Salatı Vitir ile altı oluyor.Bundan sonra bir de Teheccüt namazı var ki bazı kişilerde o namazı da kılmaya yeldenirler.Hatta kılarlar.Burada 

Fehmi Efendi Hazretleri şöyle buyurmuşlardır. 
 Teheccüt namazı farz değil sana Yetim malıdır yakar baştan başa Teberrüken kılar Fehmi yok haşa Fehmi Efendi Hazretleri ben bu namazı kılıyorsam tebrik için kılıyorum,aslında bende bu namazı kılamam.Çünkü bu na maz Peygamber Efendimizin şahsına emrolunmuş bir ibadettir.
Onun için Kur'an-ı Kerim de buyuruluyor.
(Sen gecenin bir nısfında kalk sana mahsus olarak Rabbına Teveccüt namazı kıl. Umulur ki Rabbın seni Makamı Mahmud'a ulaştırır)
Burada emir yalnız Peygamber Efendimizedir.
Teheccüt namazı Mahmut makamıdır. Yalnız ona mahsusdur.
Bu makamı yalnız Resulallah Efendimize mahsus olduğunu bütün peygamberler bildiler.
Dolayısıyla Cenabı Hakk'a Yarabbi,bizleri de ahir zaman nebisine ümmet et,eshabı et.Bu makam sahibi Resulallah Efendimiz olduğundan şefaat etmekte yalnız ona mahsusdur. 
 İnsanların da Teveccüt namazı kılmaları bu makamı ismetmeleri demektir. Halbuki bu hususdaki ayeti kerime vardır. (La takrebü malel yetimi)"Siz yetimin malına yaklaşmayınız."Çünkü Peygamber Efendimiz manevi cihetiyle yetimdir.Yetim kime deniyor?
Babasız,anasız kalmış kimseye deniliyor. Peygamber Efendimiz ruhaniyeti anna ve babadan gelmedi. Onun ruhaniyeti,"Ol"emriyle oldu .İşte yetim olan odur.
Teheccüt namazı da ona mahsus olduğu için: 
 Tevecüt namazı farz değil sana Yetim malıdır yakar baştan başa denmiştir.
Ayeti kerimede"yetimin ma lınayaklaşmayın"buyuruluyor.
Zahirde yetimin malına yaklaşılmıyor.
Burada Peygamber Ef endimizin manen yetim olduğundan dolayı yalnız ona mahsus olmak üzere "Tevecüt namazı kıl "emri vardır.
Aynı zamanda bu namaz şükran içindir.
Peygamber Efendimiz için de 
"Bu makamı sana verdiğim için Teveccüt namazı kıl"denildi. 
 İşte böylece namazlar bahsi de burada tamamlanmış oluyor.
Rızaen Lillahil Fatiha... Hasan Özlem

KURAN’A GÖRE NAMAZ
Edip Yuksel www.19.org
Hadis ve Sünnet kaynaklarındaki yüzlerce çelişkiyi, saçmalıkları, palavraları eleştirdiğimizde onların mukallit ve mürit savunucuları bize sürekli olarak şu eleştiride bulunmaktadırlar: 
“Hadisler olmazsa namazı nasıl kılacağımızı nereden öğreneceğiz?”
Bir youtube konuşmamda hadis kitaplarına göre namaz kılmanın mümkün olmadığını delilleriyle isbat ettim… 
Hadislere göre namaz uyduran mezhepler arasında da büyük farklılıklar olduğunu gösterdim. 
Bu makalede ise Kuran’da namazla ilgili geçen 60-70 ayeti incelememi sizinle paylaşıyorum. 
Siz de benzeri bir araştırma yapınız ve Kuran’a göre aklınızın ışığında namazı öğrenin. Peygambere en iğrenç hakaretleri ve akla zarar saçmalıkları içeren uyduruk hadis kitapları yerine aklın ışığında Kuran’ın ayetlerini izleyiniz.
Namazın Amacı
Namaz kılmak, sıkça zekatla ve muhtaçlara yardım etmekle birlikte anılarak namaz kılan kişinin toplumsal bilinç ve sorumluluğa sahip olması vurgulanır 
(2:43,83,110; 4:77, 22:78; 107:1-7). 
Namaz sadece Allah’ı anmak için kılınır (6:162; 20:14). 
Bu özel anma ve iletişim ibadeti gözetilirken dış dünya ile ilişkiler minimuma indirilmeli (4:101-103). 
Namaz, müslümanları günahlardan ve başkalarına zarar vermekten alıkor (29:45). Namaz hayat boyu gözetilecek bir görevdir (70:23).
Abdest
Namaz kılmak için abdestli olmak gerekir (4:43; 5:6). 
Yüzler yıkanır, eller dirseklere kadar, başlar meshedilir, ayaklar da. 
Ayetlerdeki ifade, ayakların hem yıkanabileceği ve hem meshedilebileceği biçimde anlaşılır (nitekim bunu bir önceki cümleyle yansıtmaya çalıştık). 
Böylece, duruma ve iklime göre bize serbesti tanınır. 
Abdesti sadece cinsel ilişkide bulunmak ve tuvalet ihtiyacını gidermek bozar; 

gaz kaçırmak, kanamak, kadınlarla tokalaşmak ve kadının adet görmesi abdesti bozmaz ve namaza engel olmaz (5:6; 2:222). 

Su bulunmazsa, namaza zihinsel olarak hazırlanmak için temiz bir zemine dokunularak yüzler ve eller meshedilir (5:6).
Giyim
Namaz için örtünme diye bir koşul yoktur. 
Odasında kendi başına veya eşiyle birlikte namaz kılan biri 
dilerse çırılçıplak namaz kılabilir. 
Tanrı bizi elbiselerimize göre değerlendirmez ve bizim saklamaya çalıştığımız organları yaratan ve çalıştıran da kendisi olduğundan onları görmekten mahcup olmaz. Adem ve eşinin bahçedeki tavırları, suç işleyerek bedenlendikleri için, suçluluk psikolojisiyle gösterdikleri bir refleksti.
 Aradan milyonlarca yıl geçmiş ve bu suç herkese ayan beyan olmuştur! 
Ayrıca, örtü olarak kullanılan pamuk, yün, naylon gibi nesnelerin çıplak vücutları denetçilerden gizleyeceği biçimindeki yaygın inanış da temelsiz. 
Bizim çıplak vücudumuz denetçilerin umurunda bile olmaz. 
Kaldı ki, banyolardan veya yatak odalarından denetçiler kaçmaz. 
Onlar her an bizim hizmetimizdedirler ve yaptıklarımızı her an kaydetmektedirler. Ayrıca, namazda muhatabımız denetçiler değil, Allah’tır. Örtünme toplumsal bir gereksinme olup kişiyi cinsel ve duygusal ilişkilerde diğerlerinden koruma amacını güder. (7:26,31; 24:31; 33:59).
Kıble
Kıble (yöntem) genel strateji anlamına gelir. İbrahim peygamberin kurduğu Sınırlanmış Mescid tevhid mesajının ve yönteminin bir odak noktasıdır (2:125, 143-150; 22:26). Bu yöntemin coğrafi mekanında ötesinde olduğu anlaşılıyor (2:115).
Rekat Sayısı
Tehlike ve korku gibi olağanüstü hallerde kısaltılması öğütlenen namaz bir rekat olunca normal koşullarda kılınan namaz en az iki rekat olmalı ve namazda dış dünya ile irtibatı minimuma indirmeli (4:101-103). 

Cuma namazının sadece iki rekat olması ilginçtir. Bu namaz her hafta topluca tekrarlandığı için rekat sayısına ekleme yapılamamıştır. Cuma namazı dışında, cemaatle kılınmayan namazların rekat sayıları çeşitli biçimlerde zamma uğramıştır.
Mekanik Biçim
Namazı ayakta durarak kılmaya başlamalı (2:238; 3:39; 4:102) 
ve özel durumlar hariç durulan yerden hareket edilmemeli (2:239). 
Namazda eğilerek yere kapanmalı (rüku ve secde) böylece Allah’a teslimiyet fiziksel olarak da bildirilmeli (3:43; 4:102; 22:26; 38:24; 48:29). 
Herhangi bir korku durumunda ayakta durma ve eğilerek yere kapanma koşulu aranmaz (2:239).
Okuma
Namazda okuduğumuz duanın anlamını namaz anında bilmeli ve Allah ile konuştuğumuzun bilincinde olmalıyız (4:43). Namazları saygı içerisinde kılmalı (23:2). İhtiyacımıza ve içinde bulunduğumuz duruma uygun olarak Allah’ın herhangi bir ismini (sıfatını) zikredebiliriz (17:111). 

Namazda Allah’tan başkasını anmak namazın amacıyla çelişir (6:162; 20:14; 29:45). Namazda Allah’ı anmalı, övmeli, yüceltmeli, tesbih etmeli ve sadece O’ndan yardım istemeli (1:1-7; 20:14; 17:111; 29:45; 2:45). 

Fatiha suresi baştan sona Allah’ı muhatap alan bir dua niteliğinde olan biricik sure olup değişik dilleri konuşanların topluca namaz kılabilmelerini sağlayabilmesi açısından uygundur (62:9-11; 4:101-103). 

Namazlarda orta bir sesle okumalı ve namazlar ne özellikle gizlenmeli ne de gösteriş amacıyla açıkta kılınmalıdır (17:110). Toplu namaz kılınırsa, namaza önderlik eden kişinin orta bir ses tonuyla okuduğu dua dinlenmeli (7:204; 17:110). 

Otururken “tahiyyat” denilen duayı okumamalı; zira bu dua Muhammed peygamber sanki herşey nazır ve hazır bir tanrıymış gibi bir hitap içermekte ve Allah’tan başkalarını anmaktadır. İlla birşey okunmak dilenirse, Allah’ın birliğine şahadet getirilebilir veya herhangi bir dua yapılabilir.
Cuma Namazı
Kadın-erkek tüm gerçeği onaylayanlar haftada bir Cuma (toplantı) günü öğle namazına açık bir duyuru ile çağrılır ve namazı erkek veya kadın bir müslümanın önderliğinde topluca gözettikten sonra herkes tekrar işine döner (62:9-11). 

Duyuru Allah’ı anmaya bir çağrı olup başka isimler zikredilmez (72:18-20). 
Hutbe namazın bir parçası olmayıp toplantıdan yararlanılarak yapılan bazı hatırlatmalar ve güzel öğütlerden ibarettir. 
Mescitler (camiler) sadece Allah’a özgülenmeli. 
Allah’ın ismi bir levhaya asılmışsa O’nun ismi yanında hiçbir ismi özellikle yerleştirmemeli (72:18-20). 
Mescitler topluma açık yerler oldukları için mescitlere gidenler temiz ve güzel giyinmeli. (7:31).
Cenaze namazı olarak bilinen dua, bir namaz değil aslında. Dileğe bağlı bir duadır. Allah’a ortak koşmadan ölmüş olanları hayırla anıp geride kalmış yakınlarına destek verme amacını güder (9:84).
Vakitler
Gecenin gündüzün iki ucuna yakın bölümlerinde gözetilmesi gereken Sabah 
(Fecr: 24:58; 11:114) ve Akşam namazlarıyla (İşa: 24:58; 17:78; 11:114; 38:32) 
güneşin sabah ile akşam arasında olduğu, yani öğle vaktinde kılınan Orta 
(Vusta: 2:238) namazı olmak üzere üç vakit namaz mevcuttur.
Kuran’da sadece üç namazın ismi geçer. 
Bir başka deyişle, “salat” (namaz) kelimesi, zaman bildiren üç tanımlayıcı kelime ile birlikte anılır.
  • Salat-el Fecri-SABAH NAMAZI (24:58; 11:114).
  • Salat-el İşa’-AKŞAM NAMAZI (24:58; 17:78; 11:114; 38:32)
  • Salat-el Vusta- ORTA NAMAZ (2:238)
Namaz vakitlerini belirleyen ayetlerin hepsinin bu üç vakit hakkında olduğunu görüyoruz. 
Spekülasyonlara girmezsek ORTA NAMAZ olarak adlandırılan namazın sabah ile akşam namazı önceleri öğle namazı olarak anlıyordum… 
73:20’deki ifadeyi gece namazının zamanı konusunda bir rahatlık sağlama olarak değilde gece namazının farz olmadığı biçiminde anladığım içindi… 
Demek ki, gece namazı ve izleyen Kuran çalışması güneşin batışından başlayıp doğuşuna kadar süreyi gecenin üçte birinden başlıyor ve üçte ikisinde sona eriyor. Güneş saat 7’de batıp 5’te doğuyorsa gece namazının zamanı saat 10:20 ile 1:40 arası olur. 
Cuma, yani cemaatle kılınan namaz özel bir toplumsal namaz olduğu ve gündüzün gerçekleştiği anlaşılıyor (62:9-11).
Tevrat bu anlayışı destekler. Namazın İbrahim peygamberle başladığını ve Musa’nın namaz kıldığını hatırlarsak Tevrat’ta namaz vakitleriyle ilgili ifadelerin tarihsel değerini daha iyi idrak ederiz. Tevrat’ın çevirilerine güvenim tam olmamakla birlikte Tevrat’ın en az üç ayetinde bulduğumuz bu desteğin bir hata veya tahrif sonucu oluştuğunu onaylamıyorum. Tevrat’taki bu ayetlerin gerek birbirleriyle ve gerekse Kuran ayetleriyle olan tutarlılığına dikkatinizi çekerim. 
(Bak: 1 Samuel 20:41; Zebur 55:16-17; Daniel 6:10).
Namaz vakitlerinin beşe çıkarılmasının oluşturduğu dumanların izini 
mezhepler tarihinde görebilirsiniz. 
Şia’nın beş vakit namazı üç vakte sıkıştıran garip pratiği, 
namazları beşe çıkartan Sünniler’in baskısı neticesi bir uzlaşmadan kaynaklanıyor olmasın? 
Sünnetlerle, nafilelerle, teravih namazlarıyla namaza sürekli zam yapan hadis ve sünnet izleyicilerinin üç vakit namazı beşe çıkarmaları çok mu uzak bir ihtimal? 
Kuran’dan beş namaz çıkarıyorsanız kuşkusuz beş vakit namaz kılmaya devam etmelisiniz. 
Siz, iyi niyetle Kuran’ı inceledikten sonra kendi anlayışınızı izlemelisiniz.
Namaz Sonrası
Namazları oruç gibi kazaya bırakmak diye birşey olmayıp belli vakitlerde yerine getirilmeli (4:103). Namazdan sonra Allah’ı anmaya ve zikretmeye devam etmeli (4:103).
Bidatler 
Namazları birleştirmek, kaçırılmış namazları kaza etmek, namazları yolculuk anında kısaltmak, sünnet ve nafile namazlar eklemek, namaz kıldırma memurluğu (imamlık) diye bir meslek icat etmek, kadınların namazda önderlik etmesini yasaklamak, otururken Et-tahiyatü duasını okumak ve bu duada peygambere ikinci şahıs olarak seslenmek, şahadette Muhammed peygamberin ismini Allah’ın yanına eklemek, Fatiha’dan sonra zammus sure okumak, Fatiha’nın Besmelesini okumamak, eller ve parmakların yeri konusundaki detaylarla meşgul olmak, abdest alırken ağzı ve burnu yıkamayı abdestin bir şartı bilmek, namazdan önce ağzı misvaklamanın, sarık veya terlik giyilmesinin daha sevap olacağına inanmak gibi nice kurallar ve inançlar Hadis-Sünnet ve mezhepler yoluyla Muhammed Peygamberden daha sonra sokulan bidatlerdir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...