26 Mart 2012
ALLAH RESULÜ’NÜN DOĞDUĞU GECE
1) Teşrif Ettikleri Gece Bir Yıldız Doğdu.
Yahudiler arasında birçok alim vardı. Bunlar, kitaplarında Allah Resulünün geleceğini görüp, öğrenmişlerdi. Yıldızlardan hüküm çıkarmada da usta sayılırlardı. Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız parlamış ve Yahudi alimler bu yıldızdan Ahirzaman Peygamberinin dünyaya teşrif ettiklerini anlamışlardı. Resul-i Zişanın meşhur şairi Hassan bin Sabit (r.a.) bu hususu şöyle anlatmıştır:
“Ben sekiz yaşlarında var yoktum. Biliyorum, bir sabah vakti, Yahudinin biri
“Hey Yahudiler!” diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudiler,
“Ne var, ne yırtınıyorsun?” diyerek adamın başına üşüştüler. Yahudi şöyle haykırıyordu:
“Haberiniz olsun, Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya geldi.”
( Kastalani, Mevabibü’l-Ledünniye: 1/122)
“Hey Yahudiler!” diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudiler,
“Ne var, ne yırtınıyorsun?” diyerek adamın başına üşüştüler. Yahudi şöyle haykırıyordu:
“Haberiniz olsun, Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya geldi.”
( Kastalani, Mevabibü’l-Ledünniye: 1/122)
İbni Sa’d'ın naklettiği konu ile ilgili bir rivayette ise şöyle denilmektedir:
“Mekke’de oturan bir Yahudi vardı. Allah Resulünün doğdukları gecenin sabahı Kureyşlilerin karşısına çıktı ve sordu:
“Bu gece kabilenizden bir oğlan çocuk doğdu mu?”
Kureyşliler, ‘Bilmiyoruz’ cevabını verince, adam sözlerine devam etti:
“Varın, gidin, soruşturun, arayın; bu ümmetin peygamberi bu gece doğdu. Sırtında alameti var.’
“Kureyşliler varıp soruşturdular ve gelip Yahudiye haber verdiler:
“Bu gece Abdullah’ın bir oğlu dünyaya geldi, sırtında bir nişan var.”
Yahudi gidip peygamberlik alametini gördü. Ve aklını kaybetmişçesine şöyle haykırdı:
“Peygamberlik artık İsrailoğullarından gitti. Kureyşlilere öyle bir devlet gelecek ki, haberi doğudan batıya kadar ulaşacaktır.”
( Tabakat, 1/162-163 )
“Mekke’de oturan bir Yahudi vardı. Allah Resulünün doğdukları gecenin sabahı Kureyşlilerin karşısına çıktı ve sordu:
“Bu gece kabilenizden bir oğlan çocuk doğdu mu?”
Kureyşliler, ‘Bilmiyoruz’ cevabını verince, adam sözlerine devam etti:
“Varın, gidin, soruşturun, arayın; bu ümmetin peygamberi bu gece doğdu. Sırtında alameti var.’
“Kureyşliler varıp soruşturdular ve gelip Yahudiye haber verdiler:
“Bu gece Abdullah’ın bir oğlu dünyaya geldi, sırtında bir nişan var.”
Yahudi gidip peygamberlik alametini gördü. Ve aklını kaybetmişçesine şöyle haykırdı:
“Peygamberlik artık İsrailoğullarından gitti. Kureyşlilere öyle bir devlet gelecek ki, haberi doğudan batıya kadar ulaşacaktır.”
( Tabakat, 1/162-163 )
Demek gökkubbe pırıl pırıl yıldız kandilleriyle Resul-i Kibriya Efendimizin gelişini alkışlıyordu.
2) Medayin’deki Kisra Sarayından On Dört Burç Çatırdayarak Yıkıldı.
Kainatın Efendisinin doğduğu geceydi… Saatler, doğum anlarını gösteriyordu. Derin bir uykuya dalan Medayin şehri korkunç bir çatırdı ve gürültü sesiyle uyandı. Hükümdarla birlikte halk da heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara korkunçtu ve telaş verici idi. Hükümdar Sarayının o sapa sağlam burçlarından on dördü çatırdayarak yıkılıvermişti.
Geceyi korkular içinde geçiren Kisra sabaha çıkar çıkmaz memleketinin dini reislerini derhal bir toplantıya çağırdı. Toplantıda, cereyan eden hadisenin neyin nesi olduğunu görüşeceklerdi. Kisra tacını giymiş tahtına oturmuştu. Henüz müzakereye başlamamışlardı ki, doludizgin yaklaşan bir atlı, elinde bir mektup getirdi. Mektupta, İstahrabat’ta binlerce seneden beri ışıl ışıl yanan ateşlerinin söndüğü haber veriliyordu.Bu haber, Kisra’nın korku ve heyecanını daha da arttırdı.Bu sırada toplantıda bulunan İran başkadısı Mubezan söz alarak gördüğü bir rüyayı anlattı:
“Gördüm ki yüzlerce kükremiş deve, önlerine şaha kalkmış Arap atları olduğu halde Dicle suyunu geçti ve İran topraklarına yayıldılar.” Kisra, doğru sözlü, bilgili ve adaletli Mubezan’ın bu rüyasını da manalı buldu. Sinirleri fazlasıyla gerilmişti. Bu muammayı çözmek istiyordu. Bilgisine ve irfanına güvendiği Mubezan’a sordu:
“Peki, bu neye işaret olabilir?” Baş kadının cevabı kısa ve öz oldu:
“Araplar tarafından çok önemli birşeyler olacağına işaret olabilir.”
Kisra, bunun üzerine derhal Hire Valisi Numan bin Münzir’e bir mektup yazdı. Mektupta,
“Bana orada bulunan alimlerden, suallerime cevap verebilecek kudrette biri varsa gönder!” diyordu.
“Bana orada bulunan alimlerden, suallerime cevap verebilecek kudrette biri varsa gönder!” diyordu.
Mektubu alan Numan, işin ciddiyetini anladı ve derhal Abdü’l-Mesih bin Amr adında bir bilgini Medayin’e gönderdi. Gelen alimi hükümdar derhal huzura kabul etti. Cereyan eden hadiseleri anlattıktan sonra, kendisinden bu hususta bilgi istedi. Abdü’l-Mesih, Kisra’ya hadiseler hakkında bir bilgi veremeyeceğini söyledi ve ilave etti:
“Şam yakınında Cabiye’de oturan dayım Satih’de bunlara cevap verecek bilgi vardır.”
Bunun üzerine Kisra, Abdü’l-Mesih’i gidip Satih’ten hadiseler hakkında bilgi almak üzere vazifelendirdi. Meşhur Şam kahini Satih kemiksiz, adeta azasız bir vücud, yüzü göğsü içinde bir acube-i hilkat ve çok yaşlı bir kahindi. Daima sırt üstü yatardı. Bir yere götürülmek istendiği zaman bohça gibi katlanırdı. Gaipten verdiği doğru haberler, o zamanın insanları arasında meşhurdu.
Abdü’l-Mesih, dağ taş demeden yol alarak dayısı Satih’in yanına vardı. O sırada Satih, hayatının son anlarını yaşıyordu. Şiddetli hastalık içinde kıvranıyordu. Hastalığın şiddeti dudaklarından konuşma kudretini de alıp götürmüştü ki, gelen adamın ne selamın alabildi ve ne de konuşabildi. Fakat, Abdü’l-Mesih olup bitenleri anlatınca iş birden değişiverdi. Ölüm döşeğinde ecelle pençeleşen Satih gözlerini birden açtı ve sanki kabir kapısına değil, dünya evinin kapısına yeni ayak basacakmış gibi canlanarak heyecan içinde haykırdı:
“Ey Abdü’l-Mesih! İlahi vahyin okunması çoğalacak. Asa’nın sahibi peygamber olarak gönderildi. Semave Vadisini su bastı, Farsların ateşi söndü. Artık Şam da Şam değil, Satih için.” Şunu iyi bil ki, zaman üzerinde hükmü geçerli olan mutlak Hakim, böyle istedi ve gelen peygamberle nebilik ipinin iki ucunu düğümledi.” Derin bir nefes çektikten sonra da ilave etti:
“Sasanilerden, yıkılan burç sayısınca hükümdar gelecek ve sonra hüküm yerini bulacaktır.” ( Taberi, 2/131-132 )
Bu cümleler, Satih’in dudaklarından dökülen son sözler oldu. Sanki bu gerçeği dile getirmek için bekleyip durmuştu. Sözlerini bitirir bitirmez gözlerini kapadı ve ruhunu Yüce Allah’a teslim etti.
Bu cümleler, Satih’in dudaklarından dökülen son sözler oldu. Sanki bu gerçeği dile getirmek için bekleyip durmuştu. Sözlerini bitirir bitirmez gözlerini kapadı ve ruhunu Yüce Allah’a teslim etti.
Meşhur kahin Satih, bu sözleriyle açıkça ahirzaman Peygamberinin dünyaya gelmiş olduğunu haber veriyordu. O ana kadar bir benzeri görülmemiş bu hadise, dünyaya o gece şeref veren zatın beraberinde getirdiği sönmez nur ile Mazdeizmin Mezdek (Mazdek) adında birinin kurduğu eski İran’da bir dini mezheptir. Zerdüşt tarafından vaz’edilen Maniheizmin ıslah edilmiş bir şekli olarak gören ve kabul edenler de vardır. Bu mezhebin bilinen belli başlı hususiyeti, mülkte ve kadınlarda iştirakı kabul etmesidir. Bunun yanında, zühdle ilgili olarak, hayvanları öldürmek ve etini yemek de bu mezhebin yasakladığı şeyler arasındadır. (İslam Ansiklopedisi: 8/201-205)karanlık inancı içinde kıvranan İran saltanatını ortadan kaldıracağına işaretti. Nitekim, tarih buna şahid oldu ve hadiseler Satih’in haber verdiği gibi cereyan etti: İran Devleti, 67 yıl süren on dört hükümdarın idaresinden sonra, Kadisiyye’de Hatemü’l-Enbiyanın ordusu tarafından İslam topraklarına katıldı.
3) Kabe’nin İçini Karanlık Ve Kirlere Boğan Putların Pek çoğu Baş aşağı Yıkıldı:
Kureyş müşrikleri, yeryüzünde Allah’ın tek ma’bud oluşunun içinde ve üstünde ilk olarak abideleştiği Kabe’yi putlarla karanlıklara boğmuşlardı. Ne var ki, henüz Tevhid temsilcisi Resul-i Kibriyanın dünyaya gözlerini açması karşısında bile, çoğu yerlerine kurşun ile perçinlenmiş bu putlar, hadisenin azametine dayanamayarak yerlere yıkılıverdiler.
Bu hadisenin ifade ettiği mana büyüktü: Dünyaya teşrif eden bu Zat, kendisine verilecek vazife gereği kapkaranlık şirk inancını ortadan kaldıracaktır. Gönüllerde pak, nezih ve saadet dolu Tevhid inancını bayraklaştıracaktır. Dünya buna şahid oldu. O Resul-i Zişan, kısa zamanda Kabe’yi cansız putlardan temizlediği gibi, gönüllerdeki putları da İslam imanı ile yok ediverdi.
4) İstahrabat’ta Bin Seneden Beri Yanmakta Olan Mecusilerin Kocaman Ateş Yığınları Bir Anda Sönüverdi.
Mecusiler bu ateş yığınını kendilerine ilah kabul etmişlerdi. Efendimizin dünyaya teşrifleri ile birlikte bu kocaman ateş, sanki okyanusların istilasına uğramış basit bir ateşmiş gibi sönüverdi. Demek ki, gelen zat, putperestlik gibi, ateşperestliği de bir çırpıda ortadan kaldıracak ve yeryüzünü Tevhid meş’alesiyle aydınlatacaktı.
5) Takdis Edilen Meşhur Save (Taberiyye) Gölü Bir Anda Kuruyuverdi.
Bu da, gelen zatın, Allah’ın izni ile olmayan şeylerin takdis edilmesini yasaklayacağının ifadesi idi.
Demek ki, dünyaya gelen zatın tebliğ edeceği din, şark ve garbı bütün ihtişamıyla kucaklayacak, insanlığın beşte birini şefkadi sinesinde terbiye edip okşayacaktı.
7) Semave Vadisi Taşan Seller Altında Kalıp, Suya Gark Oldu.
Resul-i Kibriya Efendimizin dünyaya gözlerini açtıkları geceydi. Taşan seller Semave Vadisi ve Semave şehrini sular altında bıraktı. Şehir halkı, dehşet içinde kalarak, çareyi dağlara ve tepelere sığınmakta buldu. Sonra da bir mektup yazarak durumu Kisra’ya bildirdiler ve kendisinden yiyecek ve içecek yardımı istediler.
8) Gök Kubbeden Salkım Salkım Yıldızlar Döküldü:
Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya teşrifleri gecesinde hazan yaprağı gibi gök kubbeden yıldızlar döküldü.
( Taberi, 2/131; Kaadı İyaz, Şifa, 1/726-733; Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.161-163)
( Taberi, 2/131; Kaadı İyaz, Şifa, 1/726-733; Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.161-163)
Bu hadise de şuna işaret ediyordu: Bundan böyle şeytan ve cinlerin gökten haber almaları son bulmuştur. “Madem Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselam vahiy ile dünyaya çıktı, elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kahinlerin ve gaipten haber verenlerin ve cinlerin ihbaratına (haberlerine) set çekmek lazımdır ki, vahye bir şüphe iras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet, bi’setten evvel kahinlik çoktu. Kur’an, nazil olduktan sonra onlara hatime çekti. Hatta çok kahinler imana geldiler. Çünkü, daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar.” ( Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.163 )
O ana kadar görülmemiş bu hadiselerin Resul-i Ekremin doğumu sırasında meydana gelmeleri elbette tesadüfi değildi. Ezeli kudretin kader kaleminin tayin ve tesbitiyle vücuda geliyorlardı. Ve dünyaya ahirzaman Peygamberi Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) zuhurunu haber veriyorlardı.
İNSANLIĞA HİZMET ....
Resulullah’ın (sas) ideali insanlığa hizmet etmekti. Yoksa insanlığı kendisine hizmet ettirmek değildi. O sebeple eline geçeni yemez yedirir, içmez içirir, yönettiği insanların mutluluğuyla mutlu olur, üzüntüsüyle de üzülürdü.
‘Müslümanların derdiyle dertlenemeyen bizden değildir!’ diyerek sızlanırdı.
Bu sebeple bir müddetten beri biriktirdiği imkânını yine dağıtmak istiyordu yoksullara. Çevresine de münadiler göndermiş, sesleniyorlardı Medine sokaklarında ihtiyaç sahibi yoksullara:
-Resulullah (sas) mescidin önünde miskin derecesindeki muhtaçları bekliyor, kimse mahrum kalmasın, miskinler gelip hisselerine düşecek yardımı alsınlar!.. Az sonra mescidin önünde en alt derecedeki yoksullar toplanmış, kasıp kavuran ihtiyaçlarını bir ölçüde karşılayacak imkâna kavuşacak olmanın sevincini yaşıyorlardı.
Nitekim düşündükleri gibi de oldu. Efendimiz gelenleri şöyle bir gözden geçirdikten sonra elindeki mevcudu da hesap ederek önünden geçenlere hisselerini verirken şefkat dolu tebessümlerle mutluluğunu açıkça belli ediyordu. Mutluydu. Çünkü en büyük sevincini yoksula yardım ederken duyuyordu. İşte o anda da ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını gideriyordu. Nihayet elindeki imkân bitti, mevcut ihtiyaç sahiplerine de yetti. Demek ki hesap iyi yapılmıştı.
Ne var ki çok geçmeden ötelerden koşup gelen bir bedevi görüldü. Adam ufkuna doğru bakarak koşuyor hem de nefes nefese söyleniyordu:
-Yardım dağıttığınızı duydum, onun için koştum, ama yine de yetişemedim. Zaten ben hep böyle şanssızın biriyim. Şefkat ve merhamet menbaı sordu:
-İhtiyacın çok mu fazlaydı? Saymaya başladı ihtiyaçlarını. Hepsi de zaruri ihtiyaçtı. Ama Resulullah’ın da imkânı bitmiş, elinde avucunda olanı tümüyle vermiş, tek dirhemi bile kalmamıştı. Efendimiz dikkatle baktı yoksul adamın üzgün yüzüne. Sonra beklenmeyen açıklamasını yaptı:
-Üzülme, dedi ihtiyaçlarını yine alacaksın, hem de hiçbirini eksik bırakmadan!.
- Nasıl olacak bu, diyerek heyecanlandı yoksul adam?. Efendimiz kelimelere basarak konuştu:
-Şimdi buradan şehrin içine dal, ihtiyaçlarını nerede bulursan al, satıcılara da de ki:
- Mal benim, borç Resulullah’ın! Ödemeyi Resulullah yapacaktır!. Adam önce şaşırdı. Sonra Efendimiz’in ısrarı karşısında toparlanarak sevinçle çarşının yolunu tuttu. Alacaklarının hesabını yaparak gidiyordu.
Olayın şahidi olan Hazreti Ömer, fedakârlığın bu kadarını fazla buldu. Düşüncesini dile getirmekten kendini alamayarak dedi ki:
-Ya Resulullah! Sen gücünün yettiğiyle mükellefsin. Elinde olanı tümüyle verdin, geriye bir şey kalmadı, neden bu sefer de yardım edemediğin yoksulun borçlarını yükleniyorsun? Bu kadarı da fazla değil mi?..
Bu sözlerden hiç de memnun olmayan Resulullah’ın yüzündeki tebessümün kaybolduğu görüldü. Halbuki o ana kadar çok mutluydu. Sanki güller açmıştı mübarek yüzünde. Tebessümü hiç eksik olmuyordu. Yoksula yardım etmenin tarif edilemez mutluluğunu yaşıyordu. Bunun üzerine oradaki masum bakışlı bir sahabe söze karıştı:
-Ya Resulullah, dedi, sen Ömer’e bakma, ver, Arşın sahibi Allah sana yine verir, boş bırakmaz!. Fedakârlığını sürdürmesini isteyenden memnun olan Resulullah’ın (sas) tebessümü tekrar yüzünde belirdi. Şöyle ölçü veriyordu yoksula yardım konusunda: Hiçbir şeyi olmayan, çorbasının suyunu çoğaltsın, o da bulamayanların imdadına sulu çorba ile koşsun, yine çevresindeki yoksullara ilgisiz kalmasın…
BEYAZ GÜL ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
Beyaz Gül
seni arıyorum kalabalık caddelerde,
tanımadığım insanlar geçiyor, sen yoksun..
perişan hayallerimin basladığı yerde,
sana sesleniyorum, duyuyormusun?
beyaz güller açtı bahçelerde , sevdiğin..
ya o karanfil , baygın kokulu çiçek.
gel yalnızlık bahçeme beyazlar giyin,
anladımki bu ömür sensiz geçmeyecek.
odamı süsleyen ellerini uzat,
hazzından dile gelsin bastığın halı..
açılsın sevincinden perdeler kat kat..
ışık ve ateş senin için yanmalı..
sonra çevir düğmesini, radyonun
sevdiğin musiki dolsun odama,
dinle şarkısını büyük koronun,
beni düşün! beni düşün aglama..
içimden bir ses diyorki sabret..
sonu gelecek bu yalnızlığın,
bütün aynalar gülecek elbet,
açılacak kapılar ansızın..
yalnız sen varsın beyaz gülüm,
evde bahçede ve sokakta,
bir eylül akşamı gördüğüm ,
o beyaz hayalsin uzakta..
yakınsın yalnızlık kadar,
uzaksın yakınmış gibi,
sensiz yasadıgım yıllar
bu kadar güzel değildi.
yeter.. gel artık yeter..
karanfiller açtı gel!!
kış bahçesinde , güller
beyaz güller açtı gel..
Ümit Yaşar Oğuzcan
ASIMIN NESLİ NEDİR SESLİ ANLATIM
Yeni kuşaklar Mehmet Âkif’i çok kere bir yönüyle tanımaktadırlar: İstiklal Marşı şairi Mehmet
Âkif.
Hâlbuki o, yeni kuşaklar tarafından örnek alınması gereken farklı özelliklere sahip zirve
bir insandır. İdealist, sanatkâr, şair, hatip, devlet adamı, kahraman, âlim ve bilge bir düşünce
adamıdır.
Ama Mehmet Âkif”in öne çıkan ve gençlerimize örnek gösterilmesi gereken en önemli
vasfı ise bir düşünce ve hareket adamı olmasıdır. “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın, bana zincir vuracakmış? şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.”
Millî marşımızda yer alan yukarıdaki mısralar, bir milletin bağımsızlık, özgürlük ve kendine
güven duygusunun ifadesidir.
Mehmet Âkif, sözü ve eylemi birbiri ile tam uyum sağlayan ve buna aykırı davranışları
asla affetmeyen nadir, örnek insanlardan biridir.
Safahat’taki Süleymaniye Kürsüsü’nde kendisini şu şekilde tanımlamaktadır:
“Budur cihanda benim en beğendiğim meslek
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.”
Doğduğu ve yaşadığı zaman dilimi, hatırlanması bile insana üzüntü ve keder veren bir
dönemdir. Üç kıtada egemen olmuş büyük bir medeniyetin kurucusu Osmanlı Devleti’nin yıkılış
dönemidir. Üzücü olaylar üst üste gelmekte, kamuoyunda ümitsizlik hâkim olmaktadır.
O ise asla ümitsizliğe kapılmamış aksine halkını harekete geçirmek için cepheden
cepheye koşmuştur. “İstiklal Harbi’nin manevi cephesinin önderi” sözü onun için yerinde
kullanılan bir deyimdir.
“Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.”
Ankara’da Tacettin Dergâhı’nda bu mısraları yazarken ufukları karanlık, safha safha
yıkılmakta olan bir vatanın geleceğine dair umut ışıklarını ateşliyordu. O, şehirden şehre,
cepheden cepheye koşarak insanlara, ümitsizliğe düşmemelerini, güçlü ve ümitvar olmalarını
ısrarla telkin ediyordu.
Ama Âkif’in asıl ideali ülkenin geleceğinde söz sahibi olacak ruhen ve fizikî olarak güçlü
bir nesil yetiştirmekti.
Mehmet Âkif, idealindeki gençliği Âsım’ın Nesli olarak niteliyordu. Âsım, Mehmet Âkif”in
ana hatlarını ayrıntılı olarak çizdiği ideal bir gençlik prototipidir. Vatanını, milletini, değerlerini ve
tarihini sevmektedir. Haksızlığa tahammülü yoktur. Haksızlığa karşı susmayan, haykıran ve
hatta bileği ile düzeltmeye çalışan bir gençtir Âsım. Güçlüdür ve bu gücünü şahsî çıkarları için
değil, ülkesi, milleti, toplumun yararları ve geleceği için kullanmaktadır. Kavgacıdır, ama onun
kavgası toplumun yararınadır.
Safahat’ta Mehmet Âkif, Âsım’ı fiziki ve ruhi portresi ile anlatmaktadır:
“Asım’ın dengi heyakil, seçilir yüzlerle.
şimdi, sağ kolda, gümüş kaplı birer bâzûbend,
Boynu muskayla donanmış o yarım deste levent.”
Âsım toplumsal olayların sürekli içindedir. Kendine ait değer yargılarını en iyi ifade
etmektedir. Tarihe karşı nankörlük edenleri uyarmaktadır.
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım…
—Boğamazsın ki!
—Hiç olmazsa yanımdan koğarım!
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle….
Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim.
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım;
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu….
İrticaın şu sizin lehçede manası bu mu?”
Vatanın karış karış işgal edildiği bir dönemde Âkif, geleceğe Âsım’la bakmakta, Âsım’la
teselli bulmakta, Âsım’ın iradesi ile ülkenin kurtulacağına inanmaktadır. Çünkü ülkenin geleceği
iyi yetişmiş kuşaklarla mümkündür.
“İşin hakikati: Hilkat ne kâr arar, ne zarar;
Bekâ-yı nesle bakar hep, bekâ-yı nesli sorar.
Neden mi? Çünkü hayatın yegâne gayesidir;
O gâye olmasa dünyâ bir âhiret kesilir.”
Âsım, bir semboldür. Müslüman Türk gençliğini temsil eder. İnancı tamdır. Ülkesini işgal
etmek isteyenlere karşı aklıyla, gücüyle mücadele eder. Kazanır. Bunun en canlı örneği
Çanakkale Savaşı’dır.
Çanakkale’de yedi düvele karşı mücadele vermiştir, yılmamıştır ve başarmıştır.
“Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek;
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.”
Âsım, bir bakıma Mehmet Âkif’in kendisidir. Vefakârdır. Sözüne sadıktır. Baytar
mektebinde okurken sınıf arkadaşları ile sözleşirler. Kim önce vefat ederse geride kalan
çocuklarına diğerleri bakacaktır. Sözleşmelerinden yirmi yıl sonra arkadaşı vefat eder geriye iki
çocuğu ile hanımı kalır. Âkif’in son derece maddi sıkıntıda olduğu bir dönemde meydana gelen
bu olay karşısında verdiği sözü tutar ve arkadaşının ailesine sahip çıkar.
Safahat’ın 6. kitabı Âsım, ideallerin zirvelerini yakalamak isteyen gençlerin ana hatları çok
iyi belirlenmiş yol haritası gibidir. Âsım’ın neslini yetiştirecek geleceğin anne, baba ve kurumları
bu haritayı kullandıkları sürece zirveye tırmanacaklardır.
Büyük ve ölümsüz şairimiz Mehmet Âkif’i bir kez daha rahmetle anarken en yakın
arkadaşı Mithat Cemal’in O’nun için yazdığı bir dörtlükle yazımızı bitirelim.
“Toprak, sen kol kanat ol, öyle kucakla!
Bilmezsin, O gökten de, adın da temizdi!
Ey yeryüzü, ma’bet kesilip Allah’a yüksel;
Koynunda yatan gölge bizim Âkif’imizdi!”
"VATAN SEVGİSİ İMANDANDIR"
"VATAN SEVGİSİ İMANDANDIR"
Anadır, yardır, çiçekli diyarsın vatan
Şehittir, her karış toprağında yatan..
Bir başkadır, milletin özünde sevgisi
Beşiktir, saraydır, cennettir vatan...
Hudutlarda, ay yıldız, uğrunda ölünen
Saran kollarını, yardır, namustur vatan
Doğuda batıda güzel cennetim
Atan her gönülde candan devletim,
Özgürlük ruhunda kaynayan güneş
Hoş görülü olmak senden milletim.
ANADOLU
Beşikler vermişim Nuh'a Salıncaklar, hamaklar, Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır, Anadoluyum ben, Tanıyor musun ? Utanırım, Utanırım fukaralıktan, Ele, güne karşı çıplak... Üşür fidelerim, Harmanım kesat. Kardeşliğin, çalışmanın, Beraberliğin, Atom güllerinin katmer açtığı, Şairlerin, bilginlerin dünyalarında, Kalmışım bir başıma, Bir başıma ve uzak. Biliyor musun ? Binlerce yıl sağılmışım, Korkunç atlılarıyla parçalamışlar Nazlı, seher-sabah uykularımı Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar, Haraç salmışlar üstüme. Ne İskender takmışım, Ne şah ne sultan Göçüp gitmişler, gölgesiz! Selam etmişim dostuma , Ve dayatmışım... Görüyor musun ? Nasıl severim bir bilsen. Köroğlu'yu, Karayılanı, Meçhul Askeri... Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini. Sonra kalem yazmaz, Bir nice sevda... Bir bilsen, Onlar beni nasıl severdi. Bir bilsen,Urfa'da kurşun atanı Minareden, barikattan, Selvi dalından, Ölüme nasıl gülerdi. Bilmeni mutlak isterim, Duyuyor musun ? Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip... Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne - üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının.. Dayan kitap ile Dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile, Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni. Gör, nasıl yeniden yaratılırım, Namuslu, genç ellerinle. Kızlarım, Oğullarım var gelecekte, Herbiri vazgeçilmez cihan parçası. Kaç bin yıllık hasretimin koncası, Gözlerinden, Gözlerinden öperim, Bir umudum sende, Anlıyor musun ? AHMED ARİF Hakikatlı dostun muydu, Can koyduğun ustan mıydı, Bir uyumaz hasmın mıydı, "Ooooof" de bunlar olsun muydu? Ahmed Arif
ANADOLU
Beşikler vermişim Nuh'a Salıncaklar, hamaklar, Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır, Anadoluyum ben, Tanıyor musun ? Utanırım, Utanırım fukaralıktan, Ele, güne karşı çıplak... Üşür fidelerim, Harmanım kesat. Kardeşliğin, çalışmanın, Beraberliğin, Atom güllerinin katmer açtığı, Şairlerin, bilginlerin dünyalarında, Kalmışım bir başıma, Bir başıma ve uzak. Biliyor musun ? Binlerce yıl sağılmışım, Korkunç atlılarıyla parçalamışlar Nazlı, seher-sabah uykularımı Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar, Haraç salmışlar üstüme. Ne İskender takmışım, Ne şah ne sultan Göçüp gitmişler, gölgesiz! Selam etmişim dostuma , Ve dayatmışım... Görüyor musun ? Nasıl severim bir bilsen. Köroğlu'yu, Karayılanı, Meçhul Askeri... Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini. Sonra kalem yazmaz, Bir nice sevda... Bir bilsen, Onlar beni nasıl severdi. Bir bilsen,Urfa'da kurşun atanı Minareden, barikattan, Selvi dalından, Ölüme nasıl gülerdi. Bilmeni mutlak isterim, Duyuyor musun ? Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip... Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne - üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının.. Dayan kitap ile Dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile, Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni. Gör, nasıl yeniden yaratılırım, Namuslu, genç ellerinle. Kızlarım, Oğullarım var gelecekte, Herbiri vazgeçilmez cihan parçası. Kaç bin yıllık hasretimin koncası, Gözlerinden, Gözlerinden öperim, Bir umudum sende, Anlıyor musun ? AHMED ARİF Hakikatlı dostun muydu, Can koyduğun ustan mıydı, Bir uyumaz hasmın mıydı, "Ooooof" de bunlar olsun muydu? Ahmed Arif
MİNNET BORÇLU OLDUĞUMUZ ATALARIMIZ
MİNNET BORÇLU OLDUĞUMUZ ATALARIMIZ
Vatanımızı ele geçirip bizleri yok etmeği düşünen Emperyalistlerin haince emellerini ve ağızlarından akan kanlı salyalarıyla sulandırdıkları iştahlarını kursaklarında koyup saldırılarına karşı şiddetle direniş gösterip emellerine kavuşamadan tarihin karanlık sayfalarına gömdüğümüz yedi düvelin saldırdığı güçleri pasifize edip kahramanlık destanları yazan resimde görülen ve görülmeyen kahraman askerlerimize şükran borçluyuz..
Allah hepsinden razı olsun...
Allah gani, gani rahmet eylesin...
Amin, Amin, Amin.
Aslını unutmak bize yakışmaz....
Sözünü tutmamak dile yakışmaz...
Emanet verilen bu toprakları...
Tarumar ettirmek öze yakışmaz ...
Nedir bu kargaşa almıyor beynim..
Sağı solu aynı hepside benim...
Sözü sükut edip dinlemek ayrı..
Kardeşi, kardeşe kırdıran zalim
Bastığın yerleri toprak diyerek gecme tanı,
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı...
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı
Verme dünyalara alsanda bu cennet vatanı..
BUGÜN AĞLATMAYI SEVENLER YARIN AĞLARLAR
Seraba mı yanayım yoksa......
Yine birgün daha kazasız belasız geçti. Karmaşık duygular içinde eriyip bitab oldum. Sanki çöllere düşmüş gib kendimi susuz zannediyorum. Hele gördüğüm her serabı vaha zannedip rüyalara dalmam yok mu.Kendime olan en büyük şikayetim.
Ama biliyorum gün gelir devran değişir. Bugün ağlatmayı sevenler yarın ağlarlar. N kadar zormuş sabır. Hele hele yapılanları sineye atıp ben hakkımı Allah'dan isterim seni Allah'a havale ediyorum demek. Şeytan hr zaman kisi gibi vesvesesini veriyor ne oldu diyor. Neden korktun ne olduki geride kaldın. Seni yapacaklarından tutan ne.Sen eski deli oğlan değil misin? Duygularına yenik mi düşüyorsun neden zayıflık gösteriyorsun. Müslüman soğuk olur gözü kara olur diyor duruyor. Korkarım bir gün yenik düşeceğim
HAyırlısı ile şu olayıda nihayete bağlayablsem ne güzel olurdu. Çamura düşmeden çamura bulanmadan. Bliyorum ki ben geride durdukça onlar azmaya devam edecek. Sanıyorlarki korkum var. bilmiyorlarki Allah'tan korkan başka kimseden korkmaz. Bakalım seviyesizlikte ne kadar ileriye gidecekler. Dilerim Allah'tan sabır. Bir ışık görsem bir serinlk hissetsem hemn geldiği noktaya koşmaya başlıyacağım. O kadar karanlıkta kalmışım ki sn zamnlar ışığa hasret. Artık silkelenmem gerek biliyroum üzrimdeki uyuşukluğu bir kenara bırakıp gücümü toplamam gerek. Çölde serap görmeye razıyım ama yeterki o an hiç bitmesin. Herşey o kadar ani ve o kadar üstü üstüne geldi ki kolum kanadım kırıldı. Yüzümü hangi yöne çevireyim bilemedim. Çöldeki serabımın benim en susuz kaldıgımda aklımla oynadıgı oyuna mı kızayım yoksa çölde kendini aslan zanneden sırtlanlara mı kızayım. Ben o kadar zayıf değildim. Sırtlanlardan korkmuyorum ama şu seraplar yok mu su seraplar beni esas bitiren şeyler onlar. Ama bilmezlerki bununda bir hesabı vardır. Bununda hesabı vardır. Ben Allah'tan gelene razıyım. Amenna. Derdim susuzluk değil. Alışmışım susuzluğa. Zehir gib su içmektense susuz kalırım sıorun değil. Ama çu serap yokmu şu serap. Hiç ummadığım bir zaman karşıma çıktı. Beni en zayıf yerimden yakaladı. Bana çölün kumlarını o kadar güzel gösterdiki sandım ki artık susuzluğum bitti. Ama yanılmışım. Yalanmış. Ama neden beni seçti başkası degilde ben. Hiçmi acıması yoktu bana, hiçmi korkusu yoktu Allah'tan. Onun bıraktığı yerden kaleme şimdi srtlanlar girdi. Beni savunmasız halimde beni en zayıf anımda yakaladı. Şimdi sorarım serabıma tamam bana bunu reva gördünde hiçmi Korkmadın Allah'tan. Beni benle bıraksan olmazmıydı.
Geçer her yaranın iyileştiği gibi bu yarada geçer. Ne kadar derin olsa da ne kadar kötü olsada buda geçer. Ama tenimde bıraktığı o ince çizgiyi gördükçe bana yapılan haksızlığı hep hatırlayacağım. Halbuki yarama tuz basmasa idi bn kendi yaramı kendim tedavi ederdim. Doktorum dedi kasap çıktı.Bn ne diyeyim sana. Artık onun yüzünden yolumu iyicene kaybettim. Belki yolumun üzerinde beni bekleyen vahalar vardı. Beni yolumdan alıkoydun. Ben kendimle yüzleşirken dünyama girdin ve o kadar basit bir şekildede çıktın gittin. Ama sen korkma sana rağmen ben vahamı bulmaya kendimi yakın hissediyorum. Sana rağmen bu susuzluğum kısmende olsa bitecek. Senden tek isteğim sadece tek isteğim: durumu benim gibi çöllere düşmüş susuzluktan dilleri kavrulmuş bağrı yanmış insanların karşısına serap olup çıkma. Çıkma çünki birgün devran değişir. Seninde pınarların kurur. İşte o zaman hangi yöne yönelsen kapılar kapanır.
Artık sen yoksun artık ben sensiz yoluma devam edeceğim. Tek üzüntüm iyice zayıf düşmem. Ama kuvvetimi toplayınca o zaman geri döneceğim sessizce.
ZAMAN ARTIK SENSİZ YAŞIYOR
Zaman artık sensız yasıyor...
Artık aldanmak istemiyorum. Beni sevgilerinin ölümsüzlüğüne inandır korkulardan şüphelerden kurtar.
Hiç aldanmamışların o engin iç rahatlığına hasretim.
Ayıkla arıt beni... Bütün insanlar aldanıyormuş sürekli bir aldanmaymış yaşamak...
Ne çıkar? Ben artık aldanmak istemiyorum ya! Sen ona bak...
Onun için seni erişemeyeceğin bir yere çıkarmayacağım olduğun gibi seviyorum seni.
Olmanı istediğim gibi değil... Hiç olamayacağın gibi değil... Neredeysen orada dur... Nasılsan öyle kal...
Bütün mevsimleri bir günde bütün yılları bir mevsimde yaşamaya razıyım seninle.
Yanımda olduğun zamanlar nasıl apaydınlık oluyorum nasıl içim huzurla doluyor görmüyor musun?
Gözlerimin derinliğine bakma; başın dönmesin... Gelecek günleri düşünme korkma büyük hazlar yaşamaktan.
Erişemeyeceğin hiç bir mutluluk yok. "Yaşadım" diyemeyeceğin hiç bir günün olmayacak benimle...
Hiç aldatma beni hiç yalan söyleme... Bir gün aldatsan bile; aldandığımı senden öğrenmeliyim önce.
O zaman ölsem de mutlu ölürüm inan... Biraz da olsa inanmış ölürüm.
Aldanmak...
En büyük yıkıntısı iç dünyamızın...
Aldanmak...
Ses veren üç telimizden birinin kopması...
Aldanmak...
O en son fakat en kesin kabullendiğimiz gerçek...
Sen hiç aldatma ne olur!..
Yıkılışım da sevgim kadar büyüktür benim.
Bırak kalbimden ses veren bütün teller ben yaşadıkça sana inanmayı söylesin.
Sana kayıtsız şartsız inanmak olsun; bütün kazancım yaşamaktan.
O zaman her şeye katlanırım. Korkulardan endişelerden uzakta her saniye yaşadığımı bilirim.
Çaresizlikler beni korktumaz. Şu aşağılık dünyanın hiç bir acısı seni sevmeyi unutturamaz bana artık.
İnanmak; seni düşündükçe söylediğim bir şarkı olmalı dudaklarımda...
İnanmak; gökyüzünün en karanlık zamanında bile görebileceğim bir yıldız olmalı...
Dağlardan denizlerden esen serin rüzgarlar gibi senden gelen bir şey olmalı inanmak.
Kimi gün kalem olmalı parmaklarımda kimi gün kulağımda musuki gözlerimde ışık olmalı.
İçtiğim suda yediğim ekmekte sana tüm inanmanın tadını duymalıyım. Her sabah ilk ışık
sana inanarak yaşayacağım mutlu bir gün getirmeli bana. İşte o zaman yokluğuna bile dayanabilirim
özlemlerim daha derin bir anlam kazanır.
Seni beklerken şüphelerin o kahredici zehiri ile geciktiğin her saniye bir defa ölmem.
Artık aldanmak istemiyorum. Seni aldatmak zevkinden sonuna kadar mahrum edeceğim.
Beni aldatmanın acısını da sevincini de hiç tattırmayacağım sana. Çünkü aldattığın zaman; yemin ediyorum yeryüzünde olmayacağım.
İnanmışlığım ölüme kadar sürsün bırak...
Zarımı son defa senin için atıyorum!.
Artık aldanmak istemiyorum. Beni sevgilerinin ölümsüzlüğüne inandır korkulardan şüphelerden kurtar.
Hiç aldanmamışların o engin iç rahatlığına hasretim.
Ayıkla arıt beni... Bütün insanlar aldanıyormuş sürekli bir aldanmaymış yaşamak...
Ne çıkar? Ben artık aldanmak istemiyorum ya! Sen ona bak...
Onun için seni erişemeyeceğin bir yere çıkarmayacağım olduğun gibi seviyorum seni.
Olmanı istediğim gibi değil... Hiç olamayacağın gibi değil... Neredeysen orada dur... Nasılsan öyle kal...
Bütün mevsimleri bir günde bütün yılları bir mevsimde yaşamaya razıyım seninle.
Yanımda olduğun zamanlar nasıl apaydınlık oluyorum nasıl içim huzurla doluyor görmüyor musun?
Gözlerimin derinliğine bakma; başın dönmesin... Gelecek günleri düşünme korkma büyük hazlar yaşamaktan.
Erişemeyeceğin hiç bir mutluluk yok. "Yaşadım" diyemeyeceğin hiç bir günün olmayacak benimle...
Hiç aldatma beni hiç yalan söyleme... Bir gün aldatsan bile; aldandığımı senden öğrenmeliyim önce.
O zaman ölsem de mutlu ölürüm inan... Biraz da olsa inanmış ölürüm.
Aldanmak...
En büyük yıkıntısı iç dünyamızın...
Aldanmak...
Ses veren üç telimizden birinin kopması...
Aldanmak...
O en son fakat en kesin kabullendiğimiz gerçek...
Sen hiç aldatma ne olur!..
Yıkılışım da sevgim kadar büyüktür benim.
Bırak kalbimden ses veren bütün teller ben yaşadıkça sana inanmayı söylesin.
Sana kayıtsız şartsız inanmak olsun; bütün kazancım yaşamaktan.
O zaman her şeye katlanırım. Korkulardan endişelerden uzakta her saniye yaşadığımı bilirim.
Çaresizlikler beni korktumaz. Şu aşağılık dünyanın hiç bir acısı seni sevmeyi unutturamaz bana artık.
İnanmak; seni düşündükçe söylediğim bir şarkı olmalı dudaklarımda...
İnanmak; gökyüzünün en karanlık zamanında bile görebileceğim bir yıldız olmalı...
Dağlardan denizlerden esen serin rüzgarlar gibi senden gelen bir şey olmalı inanmak.
Kimi gün kalem olmalı parmaklarımda kimi gün kulağımda musuki gözlerimde ışık olmalı.
İçtiğim suda yediğim ekmekte sana tüm inanmanın tadını duymalıyım. Her sabah ilk ışık
sana inanarak yaşayacağım mutlu bir gün getirmeli bana. İşte o zaman yokluğuna bile dayanabilirim
özlemlerim daha derin bir anlam kazanır.
Seni beklerken şüphelerin o kahredici zehiri ile geciktiğin her saniye bir defa ölmem.
Artık aldanmak istemiyorum. Seni aldatmak zevkinden sonuna kadar mahrum edeceğim.
Beni aldatmanın acısını da sevincini de hiç tattırmayacağım sana. Çünkü aldattığın zaman; yemin ediyorum yeryüzünde olmayacağım.
İnanmışlığım ölüme kadar sürsün bırak...
Zarımı son defa senin için atıyorum!.
HADİ GİDİN YALANCI GÖZLER,BAKMAYIN ARDINIZA..
Hadi Gidin Yalancı Gözler,Bakmayın Ardınıza...
Benim Yitikliğimden Size Ne...
İçimin ağrıyan yerini sızlatıyor vakt-i hicran nöbetleri
Yalnızlığın kokusunu çözüyor güneşten ağarmış sözlerim
Hangi zamandı hangi kokmuş mevsimdi bilmembilememUzakların birinden dehşetle yönelmişti bu yokluk bana
Üstüme oturmuş bir giysi gibi sarmıştı kimsesizliğimi
Bir adım vardı artık ''yalnız''
Tekillilerde yalnız olmak zor değildir
Çoğul müptelalıklarda bulamıyorsan özünü işte o zaman kuruyor demektir gölgen
Çünkü ışık sızmaz hiçbir aralıktan sana
Çünkü karanlıklarını örtecek bir damla beyaz yoktur meydanda
Evet yalnızım ben
Yalnızlık korkusu çekmeyen bir kahraman gibi
Kahramanlığımınsa giz'i yitirilmiş sevdalarımda bir sır gibi
Hani kurşun sıksan zerre sarsmaz geceyi
Öyle soğuktur ki matemlerdünya'n yansa ısıtmaz cürmü kadar bile
Kol saatlerinin kayışına kazınmış isimlerin baş harflerinden bir karanlık çöker anılarına
Boynuna takılmıştır artık bu muska
Silinirsin kalacağına sözler verilmiş yüreklerden
Dizilirsin her bir can'ın kursağına kurumuş bir çiçek tadında
Onların aklında küçüçük bir kara delik olursun
Birikirsin ayaklarının ucunda bir toprak kokusu kadar
Sonra çarpa çarpa kaldırımlara ezilirsindökülürsün
İncinirsin hiç olmadığı kadar
Onlar'sa diyar diyar sürerler seni bir acımasızlıkla kanlı coğrafyalara
Sen ufalanırsınbir tortu tadında!
Umursamazlar umursamalarını
Sadece giderler
Halbuki onlar sen kovsanda ellerini bırakmayacaklardı
Sen değerdinbir dostlukta aranacak her şeyi bulmak mümkündü sende
Sen güzeldin şimdi çirkinsin oysa
Suretinden bir yudum sevda akmaz
Ellerin can gibi kokmaz
Ruhun kaybetmiştir aklını
Yüreğin iyilik tutmaz
Tutunamaz sana hiçbir yürek
Kimse kendinde seni bulmaz
Sen baharda çiçektin şimdi sararmış bir yapraksın oysa
Güzellerin savurduğu sözler süpürüyor seni düştüğün yerdenbilinmeyene
İzin sürülmez
Sözün işitilmez
Gözlerin görülmez
Sen bitmişsinbitimsiz sandıklarında
Sen acizsin bir zamanlar gururla taşındığın akıllarda
Hadi gidin yalancı gözlerbakmayın ardınıza
Benim yitikliğimden size ne!!
Kim bilir hangi yürekte zevktesiniz
Kim bilir omzumu yıkayan ağlamalarınız
Alnıma değip içime akan kahkahalarınız şimdi hangi ''gerçek'' bedende ifşa oluyor!?
Ve kim bilir siz kendinizi nasılda umarsızca avutuyorsunuz derin dalgaların vurduğu limanlarda!?
Ve siz kimdiniz aslında!
Ellerim size karalanıyor
Parmaklarımda isteksiz bir icra
Ve siz hanginiz bendeydiniz aslında!?
Gidişleriniz koymaz bana
Susuşlarınız gürültülerim olur
Kör ederim gözlerimi size
Ağırlanarak terk ederim kendimi bendimden
bir cümlenin en alıcı sözünden vururum alnımı
korkmayın dönüşüm yok
çalın siz bu yalancı dünyanın sazını
bende mırıldanırım bir türküyü dilimin ucunda :
^^işte gidiyorum bir şey demeden
arkamı dönmeden şikayet etmeden
hiçbir şey almadan bir şey vermeden
yol ayrılmış gidiyorum^^
Sahi siz kimsiniz ?
Bu şarkıda söylenen ayrılmış yol hanginiz ???
Yalnızlığın kokusunu çözüyor güneşten ağarmış sözlerim
Hangi zamandı hangi kokmuş mevsimdi bilmembilememUzakların birinden dehşetle yönelmişti bu yokluk bana
Üstüme oturmuş bir giysi gibi sarmıştı kimsesizliğimi
Bir adım vardı artık ''yalnız''
Tekillilerde yalnız olmak zor değildir
Çoğul müptelalıklarda bulamıyorsan özünü işte o zaman kuruyor demektir gölgen
Çünkü ışık sızmaz hiçbir aralıktan sana
Çünkü karanlıklarını örtecek bir damla beyaz yoktur meydanda
Evet yalnızım ben
Yalnızlık korkusu çekmeyen bir kahraman gibi
Kahramanlığımınsa giz'i yitirilmiş sevdalarımda bir sır gibi
Hani kurşun sıksan zerre sarsmaz geceyi
Öyle soğuktur ki matemlerdünya'n yansa ısıtmaz cürmü kadar bile
Kol saatlerinin kayışına kazınmış isimlerin baş harflerinden bir karanlık çöker anılarına
Boynuna takılmıştır artık bu muska
Silinirsin kalacağına sözler verilmiş yüreklerden
Dizilirsin her bir can'ın kursağına kurumuş bir çiçek tadında
Onların aklında küçüçük bir kara delik olursun
Birikirsin ayaklarının ucunda bir toprak kokusu kadar
Sonra çarpa çarpa kaldırımlara ezilirsindökülürsün
İncinirsin hiç olmadığı kadar
Onlar'sa diyar diyar sürerler seni bir acımasızlıkla kanlı coğrafyalara
Sen ufalanırsınbir tortu tadında!
Umursamazlar umursamalarını
Sadece giderler
Halbuki onlar sen kovsanda ellerini bırakmayacaklardı
Sen değerdinbir dostlukta aranacak her şeyi bulmak mümkündü sende
Sen güzeldin şimdi çirkinsin oysa
Suretinden bir yudum sevda akmaz
Ellerin can gibi kokmaz
Ruhun kaybetmiştir aklını
Yüreğin iyilik tutmaz
Tutunamaz sana hiçbir yürek
Kimse kendinde seni bulmaz
Sen baharda çiçektin şimdi sararmış bir yapraksın oysa
Güzellerin savurduğu sözler süpürüyor seni düştüğün yerdenbilinmeyene
İzin sürülmez
Sözün işitilmez
Gözlerin görülmez
Sen bitmişsinbitimsiz sandıklarında
Sen acizsin bir zamanlar gururla taşındığın akıllarda
Hadi gidin yalancı gözlerbakmayın ardınıza
Benim yitikliğimden size ne!!
Kim bilir hangi yürekte zevktesiniz
Kim bilir omzumu yıkayan ağlamalarınız
Alnıma değip içime akan kahkahalarınız şimdi hangi ''gerçek'' bedende ifşa oluyor!?
Ve kim bilir siz kendinizi nasılda umarsızca avutuyorsunuz derin dalgaların vurduğu limanlarda!?
Ve siz kimdiniz aslında!
Ellerim size karalanıyor
Parmaklarımda isteksiz bir icra
Ve siz hanginiz bendeydiniz aslında!?
Gidişleriniz koymaz bana
Susuşlarınız gürültülerim olur
Kör ederim gözlerimi size
Ağırlanarak terk ederim kendimi bendimden
bir cümlenin en alıcı sözünden vururum alnımı
korkmayın dönüşüm yok
çalın siz bu yalancı dünyanın sazını
bende mırıldanırım bir türküyü dilimin ucunda :
^^işte gidiyorum bir şey demeden
arkamı dönmeden şikayet etmeden
hiçbir şey almadan bir şey vermeden
yol ayrılmış gidiyorum^^
Sahi siz kimsiniz ?
Bu şarkıda söylenen ayrılmış yol hanginiz ???
SEN VE SON
Her Gece Biten Günün Son saatlerinde odamla seni çekiştiriyoruz hiç durmadan..
Aynaya bakan yüzümde seyrediyorum bazen seni..Bir aynada Tek yüz Oluyoruz..
Ben her gece seninle baş başa kalıyorum senden habersiz..
Sen hiç bilmiyorsun neler fısıldıyorumda gecenin sessizliğinde kulağına
sen hiç duyamıyorsun..
Seni koynuma almadan uyumadığım tek bir gece yok...
Çünkü; Ne zaman küssek ve ben kendime sarılıp uyusam..
Olmuyor sabahlar sensiz...
Ve sen bütün bunlardan habersiz küslüklerini biriktiriyorsun içinde..
Korkular barındırıyorsun yüreğinde benden habersiz..
Korkma diyorum..Gene korkuyorsun...
Silemiyorum ne küslüklerini ne korkularını içinden..
Ve bilmiyorsunki senin küslüklerin korkuların tüm dünyanın yokluklarından daha zor geliyor bana....
Tüm dünyayı yerle bir edecek gücü bulabildiğim bu kalbimde seni unutacak güç bulamıyorum..Sen bilmiyorsun...
Ben her gece aynı yeminle dalarken uykularıma o ve son derken...
Sen bunlardan bi haber kaçıyorsun benden...
Sende biliyorsun halbuki benden kaçtığın tüm sokakların gene bana çıkacağını..
Elindeki bi avuç suyla sönmez bu yangınlar biliyorsunda...
Söyleyemiyorsun ne bana ne kendine nede sevmediğin şu dünyaya...
Korkutuyor seni benden gelecek acı acıdan gelecek aşk...
Lanetler yağdırıyorsun bazen bana..Düşüyor kalbime hissediyorum..
Senden istediğim sadece aşk...bilmiyorsun...anlamıyorsun..
Sorgusuzca suailsizce aşk..
Dudaklarınla dokun kalbime..Her dokunuşun içime işlesin..
Hadi sarıl öp yeniden...
Aldırma deliliklerime deliliğim olmasa cesaretimde olmazdı bu aşka duramazdım yanında..
Güven bana...Sana sarılışımdaki aşka inan...
Şimdi tüm bunlara yapamam diyorsan eğer...Zerre kadar cesaret yoksa içinde ve inanç..Unuturum unutmak kolay meziyettir benim için diyorsan eğer..git gidebildiğin kadar uzağa benden..
İşte ozaman benden unuturum seni..en büyük deliliğimi yapar ve vazgeçerim bu aşktan..
Yok ben seninle tüm yollarda soluksuz kalmaya razıyım diyorsan eğer
Gel sevgilim..Gelki kıskansın tüm zorluklar bizdeki inancı ve aşkı..
Ellerimde kalan kokun tek tesellimdir sensizlikte..
Ve inan Dilimdeki Tek Duanın SEN VE SON olduğuna...
Sonum olduğuna...
Aynaya bakan yüzümde seyrediyorum bazen seni..Bir aynada Tek yüz Oluyoruz..
Ben her gece seninle baş başa kalıyorum senden habersiz..
Sen hiç bilmiyorsun neler fısıldıyorumda gecenin sessizliğinde kulağına
sen hiç duyamıyorsun..
Seni koynuma almadan uyumadığım tek bir gece yok...
Çünkü; Ne zaman küssek ve ben kendime sarılıp uyusam..
Olmuyor sabahlar sensiz...
Ve sen bütün bunlardan habersiz küslüklerini biriktiriyorsun içinde..
Korkular barındırıyorsun yüreğinde benden habersiz..
Korkma diyorum..Gene korkuyorsun...
Silemiyorum ne küslüklerini ne korkularını içinden..
Ve bilmiyorsunki senin küslüklerin korkuların tüm dünyanın yokluklarından daha zor geliyor bana....
Tüm dünyayı yerle bir edecek gücü bulabildiğim bu kalbimde seni unutacak güç bulamıyorum..Sen bilmiyorsun...
Ben her gece aynı yeminle dalarken uykularıma o ve son derken...
Sen bunlardan bi haber kaçıyorsun benden...
Sende biliyorsun halbuki benden kaçtığın tüm sokakların gene bana çıkacağını..
Elindeki bi avuç suyla sönmez bu yangınlar biliyorsunda...
Söyleyemiyorsun ne bana ne kendine nede sevmediğin şu dünyaya...
Korkutuyor seni benden gelecek acı acıdan gelecek aşk...
Lanetler yağdırıyorsun bazen bana..Düşüyor kalbime hissediyorum..
Senden istediğim sadece aşk...bilmiyorsun...anlamıyorsun..
Sorgusuzca suailsizce aşk..
Dudaklarınla dokun kalbime..Her dokunuşun içime işlesin..
Hadi sarıl öp yeniden...
Aldırma deliliklerime deliliğim olmasa cesaretimde olmazdı bu aşka duramazdım yanında..
Güven bana...Sana sarılışımdaki aşka inan...
Şimdi tüm bunlara yapamam diyorsan eğer...Zerre kadar cesaret yoksa içinde ve inanç..Unuturum unutmak kolay meziyettir benim için diyorsan eğer..git gidebildiğin kadar uzağa benden..
İşte ozaman benden unuturum seni..en büyük deliliğimi yapar ve vazgeçerim bu aşktan..
Yok ben seninle tüm yollarda soluksuz kalmaya razıyım diyorsan eğer
Gel sevgilim..Gelki kıskansın tüm zorluklar bizdeki inancı ve aşkı..
Ellerimde kalan kokun tek tesellimdir sensizlikte..
Ve inan Dilimdeki Tek Duanın SEN VE SON olduğuna...
Sonum olduğuna...
BU VATAN KİMİN SESLİ BELGESEL
BU VATAN KİMİN
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir...
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp, köpüren ırmaklarından,
Hudutlarda gaza bayraklarından,
Alnına ışıklar vuranlarındır...
Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır...
İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir...
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir dağlar kahraman,
Her taşı yâkut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir...
Gökyay ’ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir...
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir...
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp, köpüren ırmaklarından,
Hudutlarda gaza bayraklarından,
Alnına ışıklar vuranlarındır...
Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır...
İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir...
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir dağlar kahraman,
Her taşı yâkut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir...
Gökyay ’ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir...
Orhan Şaik GÖKYAY
BAĞRIMIZDA BİR HAİN...
Bağrımızda bir hain
Yıllardır bağrımızda bir hain elin koru
Yirmi beş defa yaktı, baskınla şafağa doğru
Görünce cesareti, görünce hain zoru
Geri bakmadan kaçtı Kuzey Irağa doğru.
Meydanlar doldu taştı teröre lanet için
Herkes Mehmet, Mehmetler hazır şahadet için
Tek bayrak, tek dil, tek devlet, tek millet için
Birlikte yürüyoruz yeni bir çağa doğru.
Yeni, yeni kabuk tutarken gönül yaramız
Çok acı yaktı bağrımızı ecelin koru
Yedi onda iki güçle sarsıldı Van'ımız
‘'Sevgi apartmanı'' kapandı toprağa doğru.
Başladı saçma, sapan etnik beyanatlar
Bölücülük yapmak için mi acı fırsatlar
Mühim değildi haine enkazdaki hayatlar
Çekmek istiyordu milleti tuzağa doğru
Unutup depremle şehitlerin acısını
Paylaşmaya başladık depremin yarasını
Büyükler maldan, küçükler harçlık parasını
Gönderme yarışında kalktık ayağa doğru
İnanamadık uzun sure gördüğümüze
Soğuk su serpti acıyla kavrulmuş gönlümüze
Azra bebek tam anlamıyla bir mucize
Şükürlerle gönderildi kundağa doğru
Sırtında ölünün sıcaklığı, soğukluğu
Dost yapmış mevtayı, korkunun çokluğu
Yine bulunca hayat denen yokluğu
Yunusun bakışları şaşkın ışığa doğru
Babana söylemedik, söyleyemedik Yunus,
Ama babanın gönlüne çökmüştü ki kâbus
Sen kendini yorma hiç, dinlen, konuşma, sus
Yetiş, acilen git hayata, sağlığa doğru.
‘'Polise, askere atılan taşlar'' devlete
Yunusun bakışları sorgudur ihanete
Anlamak için gerek var'mı hiç kehanete
Yedi onda iki, örgütte paniğe doğru.
Farklı, farklı illerden gelmiştiler birçoğu
Görev yeri değil, evleriydi artık doğu
Bir yıldız, bir ay, bir güneş yapmaktı her çocuğu
‘'Yüz üç Güneş'' gitti sonsuz karanlığa doğru
Her birinin ayrı ayrı hayat hikâyesi
Millete hizmetti hepsinin ortak gayesi
Yedi onda iki'di ölümün çığlık sesi
Seslenemediler, ses gelen çatlağa doğru
Vana yardım yapmamak ayıp oldu adeta
Yerler, gökler yapılan yardımla doldu adeta
Yedi onda iki haini vurdu adeta,
Eylemleri her gün daha yalnızlığa doğru.
Her fırsatta düşman tanıtılan Türk nüfusu
Vana kuru verdi sevgi, kardeşlik köprüsü
Paniğe düştü bunu gören hain sürüsü
Bomba yüklü katırla kalktı atağa doğru
Nerde olursa olsun Mehmetçik ensesinde
Sıcak temasa geçildi Kazan Vadisinde.
Hani cesaret, yaratıkların adisinde
Parmağını uzatamadı tetiğe doğru.
Nasıl yakışmış Türk bayrağı taziye evine-
Su serpmiş, Yasin olmuş terörün alevine
‘Oğlum terörist' demek zordu baba diline
Yutkununca canı gelirdi gırtlağa doğru.
Osmanlı tokadı sanki babanın sözleri
Asla devlete düşman yapamazsın bizleri
Kızarmaz, bozarmaz hainlerin yüzleri,
Meğili ya kör'lüğe, ya sağırlığa doğru
Çok kanlı olacaktı hainliğin gereği
Olmasaydı farkında eğer ana yüreği
Yıkıldı üç çocuklu bir aile direği
Sağ kalanın bakışı düştü boşluğa doğru
Terörden daha kötü yardımı yağmalama
Safari görüntüleri geliyor aklıma
Vahşi hayvan desem insana benziyor ama,
Aklımı yönlendirin siz, düz mantığa doğru
Yerden gelen afetle yapılar bir bir enkaz
Zamanla yarışarak bir can, bir nefes için kaz
Bilmem kaç kat altında yaşama şansı çok az
Gönder bütün gücünü yirmi tırnağa doğru
Betonarme sanılmış hep kâğıttan kuleler
Menfaatimiz için zincirleme hileler
Kusur bulup da kalem kırmıyor adliyeler
Bütün deliler gülümsüyor sanığa doğru
Kürtlerin ata dinidir diyorlar ‘Zerdüştlük'
Canavarlaştırmış ruhları manevi boşluk.
Ne Meryem'e, nede Ahura Mazda'ya kulluk
Amentü ile tek Allah'a kulluğa doğru.
Barışla, Demokrasi öyle sözle olmuyor
Barışla, demokrasi öyle sözle dolmuyor
Barışla, demokrasi hain ruha uymuyor
Barışla, demokrasi saklı batağa doğru....
Orhan Afacan
Yirmi beş defa yaktı, baskınla şafağa doğru
Görünce cesareti, görünce hain zoru
Geri bakmadan kaçtı Kuzey Irağa doğru.
Meydanlar doldu taştı teröre lanet için
Herkes Mehmet, Mehmetler hazır şahadet için
Tek bayrak, tek dil, tek devlet, tek millet için
Birlikte yürüyoruz yeni bir çağa doğru.
Yeni, yeni kabuk tutarken gönül yaramız
Çok acı yaktı bağrımızı ecelin koru
Yedi onda iki güçle sarsıldı Van'ımız
‘'Sevgi apartmanı'' kapandı toprağa doğru.
Başladı saçma, sapan etnik beyanatlar
Bölücülük yapmak için mi acı fırsatlar
Mühim değildi haine enkazdaki hayatlar
Çekmek istiyordu milleti tuzağa doğru
Unutup depremle şehitlerin acısını
Paylaşmaya başladık depremin yarasını
Büyükler maldan, küçükler harçlık parasını
Gönderme yarışında kalktık ayağa doğru
İnanamadık uzun sure gördüğümüze
Soğuk su serpti acıyla kavrulmuş gönlümüze
Azra bebek tam anlamıyla bir mucize
Şükürlerle gönderildi kundağa doğru
Sırtında ölünün sıcaklığı, soğukluğu
Dost yapmış mevtayı, korkunun çokluğu
Yine bulunca hayat denen yokluğu
Yunusun bakışları şaşkın ışığa doğru
Babana söylemedik, söyleyemedik Yunus,
Ama babanın gönlüne çökmüştü ki kâbus
Sen kendini yorma hiç, dinlen, konuşma, sus
Yetiş, acilen git hayata, sağlığa doğru.
‘'Polise, askere atılan taşlar'' devlete
Yunusun bakışları sorgudur ihanete
Anlamak için gerek var'mı hiç kehanete
Yedi onda iki, örgütte paniğe doğru.
Farklı, farklı illerden gelmiştiler birçoğu
Görev yeri değil, evleriydi artık doğu
Bir yıldız, bir ay, bir güneş yapmaktı her çocuğu
‘'Yüz üç Güneş'' gitti sonsuz karanlığa doğru
Her birinin ayrı ayrı hayat hikâyesi
Millete hizmetti hepsinin ortak gayesi
Yedi onda iki'di ölümün çığlık sesi
Seslenemediler, ses gelen çatlağa doğru
Vana yardım yapmamak ayıp oldu adeta
Yerler, gökler yapılan yardımla doldu adeta
Yedi onda iki haini vurdu adeta,
Eylemleri her gün daha yalnızlığa doğru.
Her fırsatta düşman tanıtılan Türk nüfusu
Vana kuru verdi sevgi, kardeşlik köprüsü
Paniğe düştü bunu gören hain sürüsü
Bomba yüklü katırla kalktı atağa doğru
Nerde olursa olsun Mehmetçik ensesinde
Sıcak temasa geçildi Kazan Vadisinde.
Hani cesaret, yaratıkların adisinde
Parmağını uzatamadı tetiğe doğru.
Nasıl yakışmış Türk bayrağı taziye evine-
Su serpmiş, Yasin olmuş terörün alevine
‘Oğlum terörist' demek zordu baba diline
Yutkununca canı gelirdi gırtlağa doğru.
Osmanlı tokadı sanki babanın sözleri
Asla devlete düşman yapamazsın bizleri
Kızarmaz, bozarmaz hainlerin yüzleri,
Meğili ya kör'lüğe, ya sağırlığa doğru
Çok kanlı olacaktı hainliğin gereği
Olmasaydı farkında eğer ana yüreği
Yıkıldı üç çocuklu bir aile direği
Sağ kalanın bakışı düştü boşluğa doğru
Terörden daha kötü yardımı yağmalama
Safari görüntüleri geliyor aklıma
Vahşi hayvan desem insana benziyor ama,
Aklımı yönlendirin siz, düz mantığa doğru
Yerden gelen afetle yapılar bir bir enkaz
Zamanla yarışarak bir can, bir nefes için kaz
Bilmem kaç kat altında yaşama şansı çok az
Gönder bütün gücünü yirmi tırnağa doğru
Betonarme sanılmış hep kâğıttan kuleler
Menfaatimiz için zincirleme hileler
Kusur bulup da kalem kırmıyor adliyeler
Bütün deliler gülümsüyor sanığa doğru
Kürtlerin ata dinidir diyorlar ‘Zerdüştlük'
Canavarlaştırmış ruhları manevi boşluk.
Ne Meryem'e, nede Ahura Mazda'ya kulluk
Amentü ile tek Allah'a kulluğa doğru.
Barışla, Demokrasi öyle sözle olmuyor
Barışla, demokrasi öyle sözle dolmuyor
Barışla, demokrasi hain ruha uymuyor
Barışla, demokrasi saklı batağa doğru....
Orhan Afacan
OĞLUMLA SÖYLEŞİ (ÖĞÜTLER)
OĞLUMLA SÖYLEŞİ (ÖĞÜTLER)
Geçtiğim her yerde benim izim var
Uğra baban için geziver oğlum
Sana söyleyecek bir kaç sözüm var
Bunları aklına yazıver oğlum.
Oğlum, güzel yavrum otur yanıma
Arzu, ahvalimi diyem canıma
Barıştan yana ol, kini tanıma
Fesat oyununu bozuver oğlum.
Sakın her dostuna sırrını verme
Öğret bilmeyene, sakın hor görme
Çiçeği koklarken dalını kırma
Gülü incitmeden geziver oğlum.
Ayrılıklar yıktı artık yanamam
Özlemin öldürür ben dayanamam
Uyudum mu artık hiç uyanamam
Gözümün önünde geziver oğlum.
Seni göreceğim belki son gündür
Dert ortağım sazı duvardan indir
Dinle dertlerimi tellerden bir bir
Diyeceklerim var sazı ver oğlum.
Yıkamazlar seni sıkı durursan
Derdine ortak ol yoksul görürsen
Sağalır yaralar sevgi verirsen
Yüreğim yanıyor buzu ver oğlum.
Zulüm hükmedemez her zaman öyle
Değişmek zorunda gidemez böyle
Korkma, bir şey olmaz, doğruyu söyle
Zalimi sözünle eziver oğlum.
Oğlum sevgi için yanıp tütsen de
Bazen de dumansız yanıp bitsen de
Sen insanlık için kavga etsen de
Barışa methiye diziver oğlum.
Aşktan yana ol sen, gönül de yıkma
Sevgi bulur seni canını sıkma
Nefsine aldanıp yolundan çıkma
Her zaman başın dik geziver oğlum.
Her kötülük gelip yapanı bulur
Dünyada yaptığın iyilik kalır
İnan ki, büyüklük vermekle olur
Hep alıcı olma, bazı ver oğlum.
Ablanla her zaman geçmişi yıkın
Doğru bildiğinden ayrılma sakın
Benim sözlerime siz sahip çıkın
Gel şimdi babana sözü ver oğlum.
Bazen çoktu, bazen kıt öğünümüz
İnişli, çıkışlı geçti dünümüz
Belki de seninle bu son günümüz
Git de mezarımı kazıver oğlum.
Aldatırlar seni sakın inanma
Benzerin herkesi sen insan sanma
Her yüze gülene, her söze kanma
Akıl süzgecinden süzüver oğlum.
Çıkarcının devri şimdiki zaman
El oğlu fırsatçı, el kızı yaman
Uyanık ol oğlum aldanma aman
Her bir sözü doğru çözüver oğlum.
Dikkatli ol oğlum yalnız yürürken
Kimse bir şey vermez durup dururken
Bir çıkarı vardır selam verirken
Sinsi planları bozuver oğlum.
Suyu döndürürler, yol bulur deme
Olmaz işe sakın sen olur deme
Saklanmaz yalanlar, sır kalır deme
Sen ark'ını doğru kazıver oğlum.
Mutlu ol birine omuz verirken
Dostunla birlikte bir yol yürürken
Kendini de kolla o'nu korurken
Hain oyunları bozuver oğlum.
Havlar durur boş ver elin itine
Sen sevgiden yana yol bul kendine
Kulağını tıka nefrete, kine
Sevgiyle resmimi çiziver oğlum.
Her zaman önde ol, geride kalma
Baş eğme kimseye zorluktan yılma
Sakın düşmanını hafife alma
Gizli planları bozuver oğlum.
"Sevgiler besledi, nefret ekmedi
Bu faşist düzenden çok az çekmedi
O bir savaşçıydı boyun bükmedi"
Mezarım taşına yazıver oğlum.
Bütün insanlara sevgiyle baktı
Sevgiyi büyütüp nefreti yıktı
Sevgilere kardeş, aşka aşıktı
Diyen bir resmimi çiziver oğlum.
Ağlayanın malı bana kâr deme
Sakın ha kimsenin hakkını yeme
Cumali'ye dair birkaç kelime
Gönül defterine yazıver oğlum.
Cumali Cumalioğlu
Uğra baban için geziver oğlum
Sana söyleyecek bir kaç sözüm var
Bunları aklına yazıver oğlum.
Oğlum, güzel yavrum otur yanıma
Arzu, ahvalimi diyem canıma
Barıştan yana ol, kini tanıma
Fesat oyununu bozuver oğlum.
Sakın her dostuna sırrını verme
Öğret bilmeyene, sakın hor görme
Çiçeği koklarken dalını kırma
Gülü incitmeden geziver oğlum.
Ayrılıklar yıktı artık yanamam
Özlemin öldürür ben dayanamam
Uyudum mu artık hiç uyanamam
Gözümün önünde geziver oğlum.
Seni göreceğim belki son gündür
Dert ortağım sazı duvardan indir
Dinle dertlerimi tellerden bir bir
Diyeceklerim var sazı ver oğlum.
Yıkamazlar seni sıkı durursan
Derdine ortak ol yoksul görürsen
Sağalır yaralar sevgi verirsen
Yüreğim yanıyor buzu ver oğlum.
Zulüm hükmedemez her zaman öyle
Değişmek zorunda gidemez böyle
Korkma, bir şey olmaz, doğruyu söyle
Zalimi sözünle eziver oğlum.
Oğlum sevgi için yanıp tütsen de
Bazen de dumansız yanıp bitsen de
Sen insanlık için kavga etsen de
Barışa methiye diziver oğlum.
Aşktan yana ol sen, gönül de yıkma
Sevgi bulur seni canını sıkma
Nefsine aldanıp yolundan çıkma
Her zaman başın dik geziver oğlum.
Her kötülük gelip yapanı bulur
Dünyada yaptığın iyilik kalır
İnan ki, büyüklük vermekle olur
Hep alıcı olma, bazı ver oğlum.
Ablanla her zaman geçmişi yıkın
Doğru bildiğinden ayrılma sakın
Benim sözlerime siz sahip çıkın
Gel şimdi babana sözü ver oğlum.
Bazen çoktu, bazen kıt öğünümüz
İnişli, çıkışlı geçti dünümüz
Belki de seninle bu son günümüz
Git de mezarımı kazıver oğlum.
Aldatırlar seni sakın inanma
Benzerin herkesi sen insan sanma
Her yüze gülene, her söze kanma
Akıl süzgecinden süzüver oğlum.
Çıkarcının devri şimdiki zaman
El oğlu fırsatçı, el kızı yaman
Uyanık ol oğlum aldanma aman
Her bir sözü doğru çözüver oğlum.
Dikkatli ol oğlum yalnız yürürken
Kimse bir şey vermez durup dururken
Bir çıkarı vardır selam verirken
Sinsi planları bozuver oğlum.
Suyu döndürürler, yol bulur deme
Olmaz işe sakın sen olur deme
Saklanmaz yalanlar, sır kalır deme
Sen ark'ını doğru kazıver oğlum.
Mutlu ol birine omuz verirken
Dostunla birlikte bir yol yürürken
Kendini de kolla o'nu korurken
Hain oyunları bozuver oğlum.
Havlar durur boş ver elin itine
Sen sevgiden yana yol bul kendine
Kulağını tıka nefrete, kine
Sevgiyle resmimi çiziver oğlum.
Her zaman önde ol, geride kalma
Baş eğme kimseye zorluktan yılma
Sakın düşmanını hafife alma
Gizli planları bozuver oğlum.
"Sevgiler besledi, nefret ekmedi
Bu faşist düzenden çok az çekmedi
O bir savaşçıydı boyun bükmedi"
Mezarım taşına yazıver oğlum.
Bütün insanlara sevgiyle baktı
Sevgiyi büyütüp nefreti yıktı
Sevgilere kardeş, aşka aşıktı
Diyen bir resmimi çiziver oğlum.
Ağlayanın malı bana kâr deme
Sakın ha kimsenin hakkını yeme
Cumali'ye dair birkaç kelime
Gönül defterine yazıver oğlum.
Cumali Cumalioğlu
LA İLAHEİLLALLAH..(ALLAH C.C.BİRDİR)
LA İLAHEİLLALLAH..(ALLAH C.C.BİRDİR)
Ölüm köyüne yaklaşırken adım adım, her gün,
Geleceği umutlar sarmış,
Geçmişe saklanmış koca bir dün,
Nedir bu mutluluk,
Gönlümüzü esir almışken sonsuz hüzün,
Bahar gelmesin Rabbim,
Müstehaktır bize her dem güzün,
Ahh Rabbim,
Çok meşgûlüz yalan hayatla,
Senin behşettiğin hayatı senden sakınıyoruz,
Gözlerimize perde çekilmiş sanki,
Çaresizce etrafa bakınıyoruz,
Olmayınca istediklerimiz, neden sitem edip, yakınıyoruz,
İçimizdeki iyilikleri öldürüp, şeytanın maskesini takınıyoruz,
Ahh Rabbim,
Sen bize bu kadar yakınken, nedir bizdeki bu uzaklık,
Yaşamı bu kadar sahiplenirken, neden ölüme yabancıyız,
Ölümden korkmuyorum derken, nasıl bir yalancıyız,
Halbuki, ölüm korkusu dolaşmıyor mu her nefeste kanımızda,
Boşluğa düştüğümüzde Rabbim, Sen değil misin yanımızda,
Senin kudretini nasıl inkar edelim, toprak kokan canımızda,
Oysaki zikretmiyor mu gönlümüz Seni,yaşamdaki her anımızda,
Gühankârım Rabbim,
Yalnız sana sığınır, yalnız sana yalvarırım,
Dara düşünce, nereye giderim,
Yalnız senin kapına varırım,
Kapanır gözlerim,
Diz çöküp, secdeye vurur dizlerim,
Bitkinim, yorgunum, perişanım,
Yalnız senin lütfunu izlerim,
Bu günahkâr kulunu bağışlar mısın bilmem,
Ama ben yalnız seni özlerim,
Belkide layık değilim mağfiretine,
Ama ne olur Rabbim,
İmanla kapansın gözlerim,
Ölüm gelince gönül kapıma,
’Allah birdir’ olsun, dilimden çıkan son sözlerim
(Sier Nacobi)
Geleceği umutlar sarmış,
Geçmişe saklanmış koca bir dün,
Nedir bu mutluluk,
Gönlümüzü esir almışken sonsuz hüzün,
Bahar gelmesin Rabbim,
Müstehaktır bize her dem güzün,
Ahh Rabbim,
Çok meşgûlüz yalan hayatla,
Senin behşettiğin hayatı senden sakınıyoruz,
Gözlerimize perde çekilmiş sanki,
Çaresizce etrafa bakınıyoruz,
Olmayınca istediklerimiz, neden sitem edip, yakınıyoruz,
İçimizdeki iyilikleri öldürüp, şeytanın maskesini takınıyoruz,
Ahh Rabbim,
Sen bize bu kadar yakınken, nedir bizdeki bu uzaklık,
Yaşamı bu kadar sahiplenirken, neden ölüme yabancıyız,
Ölümden korkmuyorum derken, nasıl bir yalancıyız,
Halbuki, ölüm korkusu dolaşmıyor mu her nefeste kanımızda,
Boşluğa düştüğümüzde Rabbim, Sen değil misin yanımızda,
Senin kudretini nasıl inkar edelim, toprak kokan canımızda,
Oysaki zikretmiyor mu gönlümüz Seni,yaşamdaki her anımızda,
Gühankârım Rabbim,
Yalnız sana sığınır, yalnız sana yalvarırım,
Dara düşünce, nereye giderim,
Yalnız senin kapına varırım,
Kapanır gözlerim,
Diz çöküp, secdeye vurur dizlerim,
Bitkinim, yorgunum, perişanım,
Yalnız senin lütfunu izlerim,
Bu günahkâr kulunu bağışlar mısın bilmem,
Ama ben yalnız seni özlerim,
Belkide layık değilim mağfiretine,
Ama ne olur Rabbim,
İmanla kapansın gözlerim,
Ölüm gelince gönül kapıma,
’Allah birdir’ olsun, dilimden çıkan son sözlerim
(Sier Nacobi)
ŞEBİNKARAHİSAR'LI ABDİ BEĞ'İN TÜRKLÜK MANZUMESİ
Abdi Beğ ve Türklük Manzumesi
Abdi Bey Şebinkarahisar'da dünyaya gelmiş, Akkoyunlardan Şeyh Süleyman'ın torunlarından, Osman Bey'in oğludur. Şebinkarahisar'ın Avutmuş mahallesinden doğmuştur. Şairin doğum tarihi hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ancak 19. yüzyılın ilk yarısı olması kuvvetli bir ihtimaldir. Ailesi ve yetiştiği çevre hakkında da geniş malumatlara sahip değiliz. Fakat Şeyh Süleyman torunu olması ve Akkoyunlar gibi meşhur bir Türk sülalesine mensup olması seçkin bir aileden geldiğini gösterir.
Abdi Bey ilk tahsiline Şebinkarahisar'da başlamış, bir süre sonra İstanbul'a giderek tahsiline devam etmiştir. Daha sonra Belgrad muhafızı Selim'le Harput valisi Hüsrev Paşa'ların kâtipliğinde ve Halep valisi Mustafa Mazhar Paşa'nın kitâbet hizmetlerinde bulunmuştur. Bir ara meclis-i vâlâ mazbata odasına atanmış, üçüncü kalem şefliğine kadar yükselmiştir.
Abdi Bey ilk tahsiline Şebinkarahisar'da başlamış, bir süre sonra İstanbul'a giderek tahsiline devam etmiştir. Daha sonra Belgrad muhafızı Selim'le Harput valisi Hüsrev Paşa'ların kâtipliğinde ve Halep valisi Mustafa Mazhar Paşa'nın kitâbet hizmetlerinde bulunmuştur. Bir ara meclis-i vâlâ mazbata odasına atanmış, üçüncü kalem şefliğine kadar yükselmiştir.
Fikirlerini çekinmeden söylediği ve yazdığı için İstanbul ilim ve kalem sahiplerrince Camkerten, kalem cellâdı adlarıyla anılan Abdi Bey Türklük duyguları kuvvetli bir şahsiyetti. Türklük için yazdığı TÜRKLÜK MANZUMESİ aşağıdadır:
Abdi Beğ'in TÜRKLÜK Mazumesi
Kimdir acabâ dahleden eşârına Türk'ün
- Kimdir acaba Türk'ün şiirlerine müdahale eden
Nâ-hak yere hep hak veren ağyârına Türk'ün
Nâ-hak yere hep hak veren ağyârına Türk'ün
- Haksız yere Türk'ün düşmanına hak veren
Kâil mi olur resm-i vefâ eyleye tercih
Kâil mi olur resm-i vefâ eyleye tercih
Bî-gânelerin kavlini âsârına Türk'ün
- Yabancıların sözlerini
Türk'ünkine tercih etmek vefa mıdır?
Türklük ile fahreyler iken halk-ı zamâne
Türklük ile fahreyler iken halk-ı zamâne
- Bu zamanın halkı Türklük ile övünürken
Dahleylemeye başladı efkârına Türk'ün
Dahleylemeye başladı efkârına Türk'ün
- Türk'ün fikirlerine müdahale etmeye başladı
Bî-gânelerin farzedelim sıdk-ı makâlin
Bî-gânelerin farzedelim sıdk-ı makâlin
- Yabancıların sözlerini doğru farz etsekte
Benzer mi acep şive-i güftârına Türk'ün
Benzer mi acep şive-i güftârına Türk'ün
- Hiç Türk'ün sözüne benzer mi
Çingane dahi gayret-i cinsiyle mübâhî
Çingane dahi gayret-i cinsiyle mübâhî
- Çingene bile soyu ile övünürken
Lânet ana kim çalışa idbârına Türk'ün
Lânet ana kim çalışa idbârına Türk'ün
- Türk'ün alçalması için çalışana lanet olsun
Bîgânelerin tarzına gitdin ne kazandık
Bîgânelerin tarzına gitdin ne kazandık
- Yabancılara özenerek gittin ne kazandık
Bir taş mı kodun kûşe-i dîvârına Türk'ün
Bir taş mı kodun kûşe-i dîvârına Türk'ün
- Türk'ün duvarının köşesine bir taş mı koydun
Kim aldı acep kabza-i teshîre bu mülkü
Kim aldı acep kabza-i teshîre bu mülkü
- Bu ülkeyi kim fethetti
Yokdur dayanır savlat-i peykârına Türk'ün
Yokdur dayanır savlat-i peykârına Türk'ün
- Türk'ün hücumunun şiddetine dayanabilecek yoktur
Türklükdür eden bizleri bu nimete nâil
Türklükdür eden bizleri bu nimete nâil
- Bizleri bu nimete nail eden Türklük'tür.
Mevlâ bereket bahşola hep varına Türk'ün
Mevlâ bereket bahşola hep varına Türk'ün
- Tanrı, Türk'ün varına bereket bahşetsin
Bu devleti biz sâye-i Türkî'de edindik
Bu devleti biz sâye-i Türkî'de edindik
- Biz bu devleti Türklüğün gölgesinde edindik
Nusret vere Hakk baht-i cihândârına Türk'ün
Nusret vere Hakk baht-i cihândârına Türk'ün
- Tanrı, Türk'ün dünyayı tutan hükümdarına zafer versin
Düşmana cefâ dosta vefâ Hakk'a temennâ
Düşmana cefâ dosta vefâ Hakk'a temennâ
- Hak'tan temennimiz düşmana cefa dosta vefa vermesidir.
Şâyân ü sezâ işte bu mişvârına Türk'ün
Şâyân ü sezâ işte bu mişvârına Türk'ün
- İşte te budur Türk'ün yaradılışına uygun olan
Gayret-keş-i cins olmayanın cânına sad yûf
Gayret-keş-i cins olmayanın cânına sad yûf
- Soyunu savunmayanın varlığına yüzlerce yuh olsun
Var ise eger dinine imânına sad yûf
Var ise eger dinine imânına sad yûf
- Eğer varsa dinine imanına yüzlerce yuh olsun
DUR YOLCU
DUR YOLCU
Dur yolcu bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir!.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed'in yattığı yerdir!
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed'in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir!...
Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir!...
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir!.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed'in yattığı yerdir!
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed'in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir!...
Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir!...
Necmettin Halil Onan
GİTTİN OYSA DELİCESİNE SEVİYORDUM SENİ..
GİTTİN OYSA DELİCESİNE SEVİYORDUM SENİ..
Ben, arkandan sadece baktım..
Oysa ; söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki....
"Gidersen iyiye dair ne varsa içimde yitireceğim hepsini,
Gidersen sönecek içimdeki ateş,
Ve bir daha hiç kimse yakamayacak.
Gidersen karanlığa mahkum edeceksin günlerimi..
O karanlıkta yolumu kaybedeceğim" diyecektim sana, konuşamadım Gittin.....
Gidişini görmemek için gözlerimi kapattım,
Öylesine acıdı ki içim, tutup koparsalardı kolumu, bacağımı bu kadar acı duymazdım...
Acım yaş olup akmalıydı gözlerimden..Ağlayamadım..
Gittin..... Seni delicesine bir tutkuyla seviyordum oysa,
Tutkum, seninle olmaktı, tutkum teninde erimekti..
Tutkum, hayatı seninle sadece paylaşmaktı..
Anlatamadım...Gittin.....
Gidişini önlmek için tutmak vardı ellerinden..
Ellerim değilmiydi her dokunuşumda seni ürperten?..
Ürperdin yine biliyorum. Bir kez dokunsam, bir kez tutsam ellerini...
Gitmek için biriktirdiğin bütün cesaretin kaybolurdu...
Tutamadım Gittin.....
Bir yıkım gibiydi gidişin... Sen adım, adım uzaklaşırken benden
Çöküp kaldı bedenim olduğu yere..
Nice terk edilmişlere dayanan yürek bu kez yenilmişti...
Bu kadar zayıf değildim ben kalkmalıydım....
Kalkamadım...Gittin.....
Oysa geldiğin gün gideceğini biliyordum...
Hazırdım gidişine, Kaçak zamanları yaşıyorduk,
Zaman bitecek ve sen gidecektin...
Bense, gidişinin ertesi günü...
Hayatıma kaldığım yerden yeniden başlayacaktım...
Başlayamadım Gittin.....
Bir şey söyledin mi giderken?..
"Kal" dememi istedin mi? Son bir kez " Seni seviyorum "..dedin mi?
"Bekle beni döneceğim" diye umut verdin mi?
Beynim öylesine uğulduyor du ki....
Duyamadım... Gittin.....
Nereye gittiğin önemli değil di...
Binlerce kilometre uzakta da olsan,
İki metre ötemde de farketmiyordu..
Artık yoktun ve asıl bu düşünce beni felç ediyor du...
Kurtulmalaydım senden...
Bu yokluk duygusundan kurtulmalaydım...
Kurtulamadım.Gittin.....
Unutulanların arasına katılmalıydım....
Anıları bir sandığa koyup..
Hayatı bir yerinden yakalamalıydım...
Bu aşk noktalanmalıydı, bu sevdadan vazgeçmeliydim..
Yapamadım.Gittin.....
Bir okyanusun ortasında tek yüreği kaybolmuş sandal da..
Dev dalgalarla boğuşan bir denizciyim şimdi...
Bil ki sevmekten vazgeçmedim seni,
Bil ki seninle birlikte sevdanı da taşıyacağım yüreğimde,
Bil ki seni UNUTAMADIM..
M.C.D.
SORMA BEN KİMİM ADIM NE NEREDEN GELDİM...???
Bilirim ki aşkın bahçesinden bir gül koklayan, şeyda bülbül olurmuş. Bilirim ki aşkın pınarından bir damla içen, ömrünce sarhoş gezermiş. Bilirim ki kavuşmak olmasa sevdalılar, ağlayı ağlayı kör olurmuş.
Biliyor musun, iki gözüm; bugün ayın kaçı? Hangi mevsimdeyiz? Bahar mı, kış mı, sonbahar mı, yaz mı; inan farkında değilim. Sıla ne yana düşer, gurbet ne yanda? Nerdeyim, nasılım? Bilmiyorum.
Derdim, kederim ne ? Biliyor musun yanıtını?... Neşemi, sevimcimi, yaşama gücümü yitirdim. O coşkulu, mutlu, umutlu günlerimi ne de çok özlüyorum. Öylesine bir özlem ki bu; ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Sevdiklerim, özlediklerim ve bana dost olanların her biri başka bir yerde; hiç birine kavuşamıyorum.
Dalları fırtınada kopmuş bir Ağaç gibiyiz iki gözüm. Her dalımız bir sınır boyunda, her yaprağımız bir ülkeye savrulmuş. Bir yanımız vizeli, bir yanımız kaçak. Çocukluğumu, ilk gençliğimi, geçmişimi, memleketimi velhasıl eskiye ait herşeyimi nasıl özlüyorum biliyor musun? Özümü özlüyorum, özümü.....Kendim olabilmeyi, sözümde durmak için verdiğim çabayı, kendime dürüst olmak için kendimle olan mücadelemi, özümle barışık yaşamayı özlüyorum. En iyi sen bilirsin, bir huyumu terk etmek için sarf ettiğim gayreti. Doğaya, insanlara, hayvanlara, çocuklara olan sevgimi, tutkumu ve yüreğimdeki ateşi, dimağımdaki tadı da en iyi sen bilirsin.
Zaman geçiyor, hayat geçiyor, ömrümde akşam çanları çalmaya başladı bile. İnsanın mutlulukları, heyecanları, hayatı, yaşadıkları geride kalıyor iki gözüm. Bizim gibileri yıllar geçtikçe daha bir duygusallaşıyor. Toplumların gittikçe bencilleştiği, duyarsızlaştığı dünyamızda olup bitenler beni hüzünlendiriyor. Acaba bu durumun bilincinde ve farkında olan çevremizde kaç insan var ? Binbir düşünce üşüşüyor beynime. Anılarla, özlemlerle boğuşmak beni yıpratıyor. İç acısıyla dolu, yaralı, bin yerinden vurgun yemiş bir gönülle acılara karşı umarsız olmaya çalışıyorum ama olmuyor. Belki bir Gün son bulacak ufuklarda solar hüznümüz. Hala bir şeyler bekleyerek bulutsu bir sise gömülüyor her şey.
Şimdi ise, gülmek-ağlamak arası monoton bir hayatın girdabında kaldım. Üzerime ölü toprağı serpilmiş gibi. Silkinip çıkamıyorum. Gün ışığına, suya hasret Bitkiler gibi tatsız ve tuzsuzum. İşte şimdi böyle bir insan oldum iki gözüm. Gayesiz ve huysuz . Evden sokağa her çıkışımda, penceremden dışarı her bakışımda, karabasan gibi çöken sis ve karanlık dokunuyor bana. Oysa ışık umut, umutsa hayat demektir. Ben mi o ışığı yitirdim, yoksa o ışık mı beni; bilmiyorum.
Nedense hep geçmişe bir özlem duygusu büyüyor içimde... İşte böyle iki gözüm. Hangi gündeyiz? Bugün ayın kaçı? Hangi mevsimdeyiz ? Bilmiyorum. Bilsem de, benim için artık hiç bir önemi yok..........
Uzun yıllar önce sevdamı yüreğime yükleyip geldiğim bu yabancı ülkede, koynunda volkanları taşıyan bir dağ gibi sustum. Suskunluğumu delicesine haykırmak isterken, içime ağuları akıttım ve öylece sustum. Kara bir diken gibi yuttum ve içime yığılıp öğlece kalakaldım. İçimdeki yangını, yüreğimdeki yarayı, gözlerimdeki damlayı sorma. Hasretlere dayayıp başımı, hüzünle geçip giden günlere, gecelere döndüm sırtımı iki gözüm. Yorgun, yetim ve yaralı. Gönlümün duvarına kocaman bir sevda resmi çizdim, bir de ateş yaktım ocağıma dağ gibi.Ki, Okyanuslar söndüremez.
İnsanlar, var olalı beri kabullenmiş sevdayı. Herkes kendi sevdasının Mecnunu; kendi hasretinin delisi olmuş. Kendi hikayesini, kendi sevdasını en büyük sanmış ve saymış; büyütmüş yüreğinde dağ dağ. Sabır sabır beyninin gergefine işlemiş. Benim sevdam da benim için dünyanın en büyük, en kutsal sevdası....
Ben ki, sevdanın çöllerinde ayrılıkların en büyük hasretini çektim Leyla ‘mın. Ferhat oldum dağları deldim. Kerem oldum yaktım kendimi. Pir Sultan oldum asıldım, Nesimi oldum yüzüldüm. Kavuşmak için gönlümü yollara düşürdüm. Horlandım, ezildim, hakaretlere, işkencelere maruz kaldım.
Yüreğimdeki yangını, gözlerimdeki hicranı sorma iki gözüm. Acılarımı kimsesizliğime yükleyip, uzayıp giden yollara düştüm. Yorgun, yetim ve yaralı. Aşık oldum, yaktım kendimi. İçimde bin yangınla çıktım yola. Sevgilime şiirler yazmak, şarkılar bestelemek, türküler yakmak en büyük ibadetimdi. Kavuşmak ise en inanılmaz hayalim.
Bilirim ki aşkın bahçesinden bir gül koklayan, şeyda bülbül olurmuş. Bilirim ki aşkın pınarından bir damla içen, ömrünce sarhoş gezermiş. Bilirim ki kavuşmak olmasa sevdalılar, ağlayı ağlayı kör olurmuş.
Aşk olmasa iki gözüm, içimde biriktirdiğim bu yangın olmasa, dolmasa iliklerime aşkın hasreti, bu yangın yüreğimi sarmasa, avuçlarımı yakmasa bu ateş, akar mı damarlarımdaki kan! Bir gün kavuşmak hayali olmasa, nasıl dayanılır bu yaşama, bu kimsesizliğe, bu gurbete, bu hasrete iki gözüm, nasıl?
sorma
ben kimim, adım ne, nereden geldim
kim açtı bu kahrolası çukuru yüreğimde
kimi sevdim, kime özlemim
kaç yıl sevda doldu iliklerime
kaç yıl eksildim.
ben kimim, adım ne, nereden geldim
kim açtı bu kahrolası çukuru yüreğimde
kimi sevdim, kime özlemim
kaç yıl sevda doldu iliklerime
kaç yıl eksildim.
tut ki, bir pınarım Suyu kesik
akamadım nazlı nehirlere tut ki
susturulmuş binlerce türkü
bastırılmış binlerce acıyım
baştanbaşa aşk ve ateş
akamadım nazlı nehirlere tut ki
susturulmuş binlerce türkü
bastırılmış binlerce acıyım
baştanbaşa aşk ve ateş
tut ki, incinmiş bir gülüşüm
gecikmiş bir düş
bir ateşin çemberinde
yarım kalmış sevinçler kanayan
gecikmiş bir düş
bir ateşin çemberinde
yarım kalmış sevinçler kanayan
kanadı kırık bir serçeyim tut ki
dağlarda koparılmış kınalı bir çiçek
dağlarda koparılmış kınalı bir çiçek
ateşin zulmünü gördüm
suyun ihanetini
baştanbaşa aşk
baştanbaşa hasret
susturulmuş
milyonlarca türküyüm
suyun ihanetini
baştanbaşa aşk
baştanbaşa hasret
susturulmuş
milyonlarca türküyüm
bir sarı çiçek
bir sarmaşık belki
çözer dilini yüreğimin
bir sarmaşık belki
çözer dilini yüreğimin
ihanetlerin kilitlediği
Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...
-
Online Yıldızname Burcu Hesaplama 1. Yol: Arapça Harflerle Ebced Yöntemi Öncelikle "cinsiyet"inizi seçin ve aşağıdaki ...
-
Harflerin Enerjileri A-Z Alfabedeki bütün harflerin enerjileri ve anlamları. İsminizde bulunan, isminizin başladığı harflere göre ka...
-
1 / 24 1 AMAL'İ MÜCERREB-1 2 Bilinmeyen Yönleriyle Satanizm - Bulent Kısa 307 say...