1) Teşrif Ettikleri Gece Bir Yıldız Doğdu.
Yahudiler arasında birçok alim vardı. Bunlar, kitaplarında Allah Resulünün geleceğini görüp, öğrenmişlerdi. Yıldızlardan hüküm çıkarmada da usta sayılırlardı. Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız parlamış ve Yahudi alimler bu yıldızdan Ahirzaman Peygamberinin dünyaya teşrif ettiklerini anlamışlardı. Resul-i Zişanın meşhur şairi Hassan bin Sabit (r.a.) bu hususu şöyle anlatmıştır:
“Ben sekiz yaşlarında var yoktum. Biliyorum, bir sabah vakti, Yahudinin biri
“Hey Yahudiler!” diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudiler,
“Ne var, ne yırtınıyorsun?” diyerek adamın başına üşüştüler. Yahudi şöyle haykırıyordu:
“Haberiniz olsun, Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya geldi.”
( Kastalani, Mevabibü’l-Ledünniye: 1/122)
“Hey Yahudiler!” diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudiler,
“Ne var, ne yırtınıyorsun?” diyerek adamın başına üşüştüler. Yahudi şöyle haykırıyordu:
“Haberiniz olsun, Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya geldi.”
( Kastalani, Mevabibü’l-Ledünniye: 1/122)
İbni Sa’d'ın naklettiği konu ile ilgili bir rivayette ise şöyle denilmektedir:
“Mekke’de oturan bir Yahudi vardı. Allah Resulünün doğdukları gecenin sabahı Kureyşlilerin karşısına çıktı ve sordu:
“Bu gece kabilenizden bir oğlan çocuk doğdu mu?”
Kureyşliler, ‘Bilmiyoruz’ cevabını verince, adam sözlerine devam etti:
“Varın, gidin, soruşturun, arayın; bu ümmetin peygamberi bu gece doğdu. Sırtında alameti var.’
“Kureyşliler varıp soruşturdular ve gelip Yahudiye haber verdiler:
“Bu gece Abdullah’ın bir oğlu dünyaya geldi, sırtında bir nişan var.”
Yahudi gidip peygamberlik alametini gördü. Ve aklını kaybetmişçesine şöyle haykırdı:
“Peygamberlik artık İsrailoğullarından gitti. Kureyşlilere öyle bir devlet gelecek ki, haberi doğudan batıya kadar ulaşacaktır.”
( Tabakat, 1/162-163 )
“Mekke’de oturan bir Yahudi vardı. Allah Resulünün doğdukları gecenin sabahı Kureyşlilerin karşısına çıktı ve sordu:
“Bu gece kabilenizden bir oğlan çocuk doğdu mu?”
Kureyşliler, ‘Bilmiyoruz’ cevabını verince, adam sözlerine devam etti:
“Varın, gidin, soruşturun, arayın; bu ümmetin peygamberi bu gece doğdu. Sırtında alameti var.’
“Kureyşliler varıp soruşturdular ve gelip Yahudiye haber verdiler:
“Bu gece Abdullah’ın bir oğlu dünyaya geldi, sırtında bir nişan var.”
Yahudi gidip peygamberlik alametini gördü. Ve aklını kaybetmişçesine şöyle haykırdı:
“Peygamberlik artık İsrailoğullarından gitti. Kureyşlilere öyle bir devlet gelecek ki, haberi doğudan batıya kadar ulaşacaktır.”
( Tabakat, 1/162-163 )
Demek gökkubbe pırıl pırıl yıldız kandilleriyle Resul-i Kibriya Efendimizin gelişini alkışlıyordu.
2) Medayin’deki Kisra Sarayından On Dört Burç Çatırdayarak Yıkıldı.
Kainatın Efendisinin doğduğu geceydi… Saatler, doğum anlarını gösteriyordu. Derin bir uykuya dalan Medayin şehri korkunç bir çatırdı ve gürültü sesiyle uyandı. Hükümdarla birlikte halk da heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara korkunçtu ve telaş verici idi. Hükümdar Sarayının o sapa sağlam burçlarından on dördü çatırdayarak yıkılıvermişti.
Geceyi korkular içinde geçiren Kisra sabaha çıkar çıkmaz memleketinin dini reislerini derhal bir toplantıya çağırdı. Toplantıda, cereyan eden hadisenin neyin nesi olduğunu görüşeceklerdi. Kisra tacını giymiş tahtına oturmuştu. Henüz müzakereye başlamamışlardı ki, doludizgin yaklaşan bir atlı, elinde bir mektup getirdi. Mektupta, İstahrabat’ta binlerce seneden beri ışıl ışıl yanan ateşlerinin söndüğü haber veriliyordu.Bu haber, Kisra’nın korku ve heyecanını daha da arttırdı.Bu sırada toplantıda bulunan İran başkadısı Mubezan söz alarak gördüğü bir rüyayı anlattı:
“Gördüm ki yüzlerce kükremiş deve, önlerine şaha kalkmış Arap atları olduğu halde Dicle suyunu geçti ve İran topraklarına yayıldılar.” Kisra, doğru sözlü, bilgili ve adaletli Mubezan’ın bu rüyasını da manalı buldu. Sinirleri fazlasıyla gerilmişti. Bu muammayı çözmek istiyordu. Bilgisine ve irfanına güvendiği Mubezan’a sordu:
“Peki, bu neye işaret olabilir?” Baş kadının cevabı kısa ve öz oldu:
“Araplar tarafından çok önemli birşeyler olacağına işaret olabilir.”
Kisra, bunun üzerine derhal Hire Valisi Numan bin Münzir’e bir mektup yazdı. Mektupta,
“Bana orada bulunan alimlerden, suallerime cevap verebilecek kudrette biri varsa gönder!” diyordu.
“Bana orada bulunan alimlerden, suallerime cevap verebilecek kudrette biri varsa gönder!” diyordu.
Mektubu alan Numan, işin ciddiyetini anladı ve derhal Abdü’l-Mesih bin Amr adında bir bilgini Medayin’e gönderdi. Gelen alimi hükümdar derhal huzura kabul etti. Cereyan eden hadiseleri anlattıktan sonra, kendisinden bu hususta bilgi istedi. Abdü’l-Mesih, Kisra’ya hadiseler hakkında bir bilgi veremeyeceğini söyledi ve ilave etti:
“Şam yakınında Cabiye’de oturan dayım Satih’de bunlara cevap verecek bilgi vardır.”
Bunun üzerine Kisra, Abdü’l-Mesih’i gidip Satih’ten hadiseler hakkında bilgi almak üzere vazifelendirdi. Meşhur Şam kahini Satih kemiksiz, adeta azasız bir vücud, yüzü göğsü içinde bir acube-i hilkat ve çok yaşlı bir kahindi. Daima sırt üstü yatardı. Bir yere götürülmek istendiği zaman bohça gibi katlanırdı. Gaipten verdiği doğru haberler, o zamanın insanları arasında meşhurdu.
Abdü’l-Mesih, dağ taş demeden yol alarak dayısı Satih’in yanına vardı. O sırada Satih, hayatının son anlarını yaşıyordu. Şiddetli hastalık içinde kıvranıyordu. Hastalığın şiddeti dudaklarından konuşma kudretini de alıp götürmüştü ki, gelen adamın ne selamın alabildi ve ne de konuşabildi. Fakat, Abdü’l-Mesih olup bitenleri anlatınca iş birden değişiverdi. Ölüm döşeğinde ecelle pençeleşen Satih gözlerini birden açtı ve sanki kabir kapısına değil, dünya evinin kapısına yeni ayak basacakmış gibi canlanarak heyecan içinde haykırdı:
“Ey Abdü’l-Mesih! İlahi vahyin okunması çoğalacak. Asa’nın sahibi peygamber olarak gönderildi. Semave Vadisini su bastı, Farsların ateşi söndü. Artık Şam da Şam değil, Satih için.” Şunu iyi bil ki, zaman üzerinde hükmü geçerli olan mutlak Hakim, böyle istedi ve gelen peygamberle nebilik ipinin iki ucunu düğümledi.” Derin bir nefes çektikten sonra da ilave etti:
“Sasanilerden, yıkılan burç sayısınca hükümdar gelecek ve sonra hüküm yerini bulacaktır.” ( Taberi, 2/131-132 )
Bu cümleler, Satih’in dudaklarından dökülen son sözler oldu. Sanki bu gerçeği dile getirmek için bekleyip durmuştu. Sözlerini bitirir bitirmez gözlerini kapadı ve ruhunu Yüce Allah’a teslim etti.
Bu cümleler, Satih’in dudaklarından dökülen son sözler oldu. Sanki bu gerçeği dile getirmek için bekleyip durmuştu. Sözlerini bitirir bitirmez gözlerini kapadı ve ruhunu Yüce Allah’a teslim etti.
Meşhur kahin Satih, bu sözleriyle açıkça ahirzaman Peygamberinin dünyaya gelmiş olduğunu haber veriyordu. O ana kadar bir benzeri görülmemiş bu hadise, dünyaya o gece şeref veren zatın beraberinde getirdiği sönmez nur ile Mazdeizmin Mezdek (Mazdek) adında birinin kurduğu eski İran’da bir dini mezheptir. Zerdüşt tarafından vaz’edilen Maniheizmin ıslah edilmiş bir şekli olarak gören ve kabul edenler de vardır. Bu mezhebin bilinen belli başlı hususiyeti, mülkte ve kadınlarda iştirakı kabul etmesidir. Bunun yanında, zühdle ilgili olarak, hayvanları öldürmek ve etini yemek de bu mezhebin yasakladığı şeyler arasındadır. (İslam Ansiklopedisi: 8/201-205)karanlık inancı içinde kıvranan İran saltanatını ortadan kaldıracağına işaretti. Nitekim, tarih buna şahid oldu ve hadiseler Satih’in haber verdiği gibi cereyan etti: İran Devleti, 67 yıl süren on dört hükümdarın idaresinden sonra, Kadisiyye’de Hatemü’l-Enbiyanın ordusu tarafından İslam topraklarına katıldı.
3) Kabe’nin İçini Karanlık Ve Kirlere Boğan Putların Pek çoğu Baş aşağı Yıkıldı:
Kureyş müşrikleri, yeryüzünde Allah’ın tek ma’bud oluşunun içinde ve üstünde ilk olarak abideleştiği Kabe’yi putlarla karanlıklara boğmuşlardı. Ne var ki, henüz Tevhid temsilcisi Resul-i Kibriyanın dünyaya gözlerini açması karşısında bile, çoğu yerlerine kurşun ile perçinlenmiş bu putlar, hadisenin azametine dayanamayarak yerlere yıkılıverdiler.
Bu hadisenin ifade ettiği mana büyüktü: Dünyaya teşrif eden bu Zat, kendisine verilecek vazife gereği kapkaranlık şirk inancını ortadan kaldıracaktır. Gönüllerde pak, nezih ve saadet dolu Tevhid inancını bayraklaştıracaktır. Dünya buna şahid oldu. O Resul-i Zişan, kısa zamanda Kabe’yi cansız putlardan temizlediği gibi, gönüllerdeki putları da İslam imanı ile yok ediverdi.
4) İstahrabat’ta Bin Seneden Beri Yanmakta Olan Mecusilerin Kocaman Ateş Yığınları Bir Anda Sönüverdi.
Mecusiler bu ateş yığınını kendilerine ilah kabul etmişlerdi. Efendimizin dünyaya teşrifleri ile birlikte bu kocaman ateş, sanki okyanusların istilasına uğramış basit bir ateşmiş gibi sönüverdi. Demek ki, gelen zat, putperestlik gibi, ateşperestliği de bir çırpıda ortadan kaldıracak ve yeryüzünü Tevhid meş’alesiyle aydınlatacaktı.
5) Takdis Edilen Meşhur Save (Taberiyye) Gölü Bir Anda Kuruyuverdi.
Bu da, gelen zatın, Allah’ın izni ile olmayan şeylerin takdis edilmesini yasaklayacağının ifadesi idi.
Demek ki, dünyaya gelen zatın tebliğ edeceği din, şark ve garbı bütün ihtişamıyla kucaklayacak, insanlığın beşte birini şefkadi sinesinde terbiye edip okşayacaktı.
7) Semave Vadisi Taşan Seller Altında Kalıp, Suya Gark Oldu.
Resul-i Kibriya Efendimizin dünyaya gözlerini açtıkları geceydi. Taşan seller Semave Vadisi ve Semave şehrini sular altında bıraktı. Şehir halkı, dehşet içinde kalarak, çareyi dağlara ve tepelere sığınmakta buldu. Sonra da bir mektup yazarak durumu Kisra’ya bildirdiler ve kendisinden yiyecek ve içecek yardımı istediler.
8) Gök Kubbeden Salkım Salkım Yıldızlar Döküldü:
Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya teşrifleri gecesinde hazan yaprağı gibi gök kubbeden yıldızlar döküldü.
( Taberi, 2/131; Kaadı İyaz, Şifa, 1/726-733; Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.161-163)
( Taberi, 2/131; Kaadı İyaz, Şifa, 1/726-733; Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.161-163)
Bu hadise de şuna işaret ediyordu: Bundan böyle şeytan ve cinlerin gökten haber almaları son bulmuştur. “Madem Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselam vahiy ile dünyaya çıktı, elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kahinlerin ve gaipten haber verenlerin ve cinlerin ihbaratına (haberlerine) set çekmek lazımdır ki, vahye bir şüphe iras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet, bi’setten evvel kahinlik çoktu. Kur’an, nazil olduktan sonra onlara hatime çekti. Hatta çok kahinler imana geldiler. Çünkü, daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar.” ( Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.163 )
O ana kadar görülmemiş bu hadiselerin Resul-i Ekremin doğumu sırasında meydana gelmeleri elbette tesadüfi değildi. Ezeli kudretin kader kaleminin tayin ve tesbitiyle vücuda geliyorlardı. Ve dünyaya ahirzaman Peygamberi Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) zuhurunu haber veriyorlardı.