TÜRKİYE SORUNLARI KİTAP DİZİSİ
SOKRATES İLE KORKU ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Ey Sokrates,seni bıktırdığımızın farkında olmadığımızı sanmamalısın. Ama ne çare ki gelmek
zorundayız, sana muhtacız. Çevremizde danışacak, doğruyu ve gerçeği öğrenecek kişi bulmakta
öylesine sıkıntıdayız ki. Neden insanlar düşündüklerini söymez gerçeği görmezlikten gelirler.
Kimden, neden, niçin korkuyor çekiniyorlar. Şöyle bize, korku nedir, korkusuz yaşamanın bir
çaresi yok mu. Bizleri korkusuz yaşamaya alıştırmayan dünyada mıyız. Ya da korkuyla birlikte
yaşamaya mı alıştırılıyoruz? Bizleri yönetenler korkmamızdan yarar mı sağlıyor? Oysa kendileri
ne denli korkusuzca yaşıyorlar ve ne denli korkusuzca bizleri kandırıyor, kendi çıkarlarını
korkusuzca gözetip, varlıklarına varlık katıyorlar.
Onları bu denli korkusuz yapan nedir? Tanrıya inanıyor ama Tanrıdan korkmuyorlar. Yalan söylüyor, haklan olmayan servetler edinmekten korku duymuyorlar. İnanç özgürlüğünden sözediyorlar, inanca bile saygı duymuyorlar. Söyle bize, korkusuzlar bizleri korkutarak yönetme hakkını kimden, nasıl alıyorlar? Ellerindeki gücün kaynağı bizleriz ama neden o güçle bizleri korkutuyorlar. Daha çok, daha kolay çalmak, daha çok daha kolay yalan söylemek ve daha çok daha kolay varlıklı olmak için mi bizleri korkutmaları gerekiyor? Korkuya meydan okuyarak korkusuz yaşayabilir miyiz? Anlat bize, söyle, korku nedir, korkuyla birlikte mi doğuyoruz, korku sonradan mı gelip yüreğimize yerleşiyor. Bizim dışımızda bizden bağımsız, bize hasım mı korku, Bunları öğrenmek gereksinimi duyuyoruz. Huzuruna o yüzden geldik.
Korkusuz insanların yaşadağı ülkemiz olsun istiyoruz. Sokrates: Bana soruların en güç olanını sordunuz. Doğru ve gerçek söylememenin korkusunu yüreğimde duyar gibiyim. Korkuyu iki farklı ve birbirine zıt bölüme ayırmak gerekir diye düşünüyorum. Ama kesinlikle bilmiyorum, böyle düşünmekte hakimliyim. Birinci bölümde yer alan korkuda ben daima erdemi, fazileti, yüceliği görmüşümdür. Bu, insanın kendisinden korkmasıdır. Kendisine saygısından, topluma ve çevreye karşı sorumluluk duygusundan kaynaklanan korkudur bu. Zarar vermekten korkmaktır. Yalan söylemekten, haksızlık etmekten korkudur,korkuların en erdemlisi. Kişinin kendi kendisini denetlemesi, sorgulamasının ürünüdür bu yücelik. Sanıyorum siz böylesi korkudan sözetmiyorsunuz. Her kişi kendisine düşman olan bir başka kişiliği içinde taşır. Yaşayan kişi, onun gölgesi olan ikinci kişiyi yenmesi ve ondan korkmaması gerekir. Bu kişinin sonradan ona eklenen bir kazanımı değildir elbet. Doğduğumuz zaman o ikinci kişiyle birlikte doğarız. Ve pek çoğumuz farkında olmadan tüm yaşamını bu ikinci kişiyle savaşarak ve ona yenilerek geçirir ve pek çok kişi de, o ikincisini karşısına çıktığı anda yener, bağımsızlığını kazanır ve kendisine saygı duyarak yaşar. Oldum olası ben böylesi korkuya hayranlık duymuşumdur.
Doğru söylüyorsun ey Sokrates. Yalan söylemekten ve haksızlık etmekten korkanlar korkmayanlarca yönetiliyor ve daima yenik düşüyor. O zaman düşünüyoruz, haksızlık etmek, yalan söylemek ve korkutucu olmak mı gerekir, yenik düşmemek için. Bizler bunun çözümsüzlüğü içindeyiz. Korkutanlarla korkanlar arasındaki çelişkiyi yaşıyoruz bizler. Demokrasinin buna çare bulacağını sanmıştık. Oysa yanılmışız. Totaliter rejimde herkes sadece bir kişiden korkar.Ama demokraside herkes birbirinden korkuyor. Bizlere sorarsanız, ey Sokrates, demokrasi acaba korkunun sosyalizmi olmasın. Korkunun genelleşmesi, kitleselleşmesi, yaygınlaşmasına dönüştü bizim demokrasimiz. Umutsuzluğumuz buradan kaynaklanıyor. O yüzden sana geldik, demokrasimizi korkudan nasıl arındırabiliriz. Yoksa arındırmak olanaksız mı? Sokrates: İsterseniz bu tür korkuya toplumsal korku adını verelim.
Zaten benim de değinmek istidiğim bu 17.09.2015 Türkiye Sorunları Kitap Dizisi http://www.olcen.net/print.php?id=341 2/4 ikinci bölümde yer alan korkuydu. Totaliter yönetimlerde, bir tek kişiden korkunun yerini demokrasilerde herkesten korkunun aldığını söylüyorsunuz. Bunda haksız da değilsiniz. Ama bu acaba, demokrasinin kendisinden mi kaynaklanıyor yoksa, onun çarpıtılmasından ve sermayenin güdümüne girmesinden mi? Kanımca sermayenin güdümündeki demokrasidir sizlerin sözünü ettiğiniz toplumsal korkunun kaynağı. Konuyu dağıtmadan, bir nokta üzerinde yoğunlaştırmamız gerekir. Demokrasi, yönetim biçimlerinin en güç olanıdır. Bıçağın sırtında gibidir demokrasi. O yönetim biçimine layık olanlarca özümsenir. Demokrasinin özünde, korkunun eşitliği yatar. Herkesin birbirinden korkması, hiç kimsenin bir ötekisinden korkmaması sonucu getirir. Demokrasinin işleyişidir bu. Demokrasinin başarılı, eşitlikle, hakkaniyetle, doğrulukla erdemle uygulanabilmesi için, bireylerin korkudan korkmaması ve korkuyu bilinç dışına iten toplum yapısı gerekir.
Kanımca sizler, korkuya göre davranışlarınızı düzenlemeye alıştırılmışsınız. Oysa tersine davranışlarınıza göre korkuyu biçimlendirmeniz gerekir. Nasıl Sokrates, nasıl davranışlarımıza göre korkuyu betimleyebiliriz. Biraz daha açıklamasınız bu son sözünüzü. îlk kez işitiyoruz bunu. Yaşadığımız toplumda bunu size söyleyen olmadı. Korkuya göre davranışımızı düzenlediğimiz doğrudur. Ama bunun sorumlusu biz miyiz. Bizlere kendi acımasız Tarih bilincimiz bunu miras bıraktı. Dinin cehennem korkusuyla, padişah fermanındaki korkuyu duya duya doğduk, yaşadık ve öldük, bin yılı aşkın süre. Belki de korku bizlerin genetiğine yerleşti, kromozomlarımız korkuyla birlikte biçimlendi, korku kimliğimizin dokusunu oluşturdu. Şimdi bizlere korkuyu miras bırakan Tarihimizi aşmak, onu gerilere itmek istiyoruz. Toplumsal korku deyiminiz tam bize göre bir deyimdir ve tam da bizleri betimliyor.
Sadece bu deyim için sana teşekkür ediyoruz. Ama söyle bize toplumsal korkunun nasıl üstesinden gelebiliriz, anlat. Sokrates: Toplumsal düzeni korkuya dayandırılan toplumlar, demokrasiyi varedemezler, özenerek öteki ülkelerden devşirseler bile onu özümlemenin sıkıntısını yasarlar. Ve en başta yöneticiler kadrosu, demokrasiyi göstermelik hale getirir. Çünkü demokrasi onların, egemenlikleriyle çatışır. Yetkilerinin sınırı daralır ve çıkar gruplarıyla ortaklıklarına engel olur demokrasi. O yüzden demokrasinin işlemezliğinin kaynağı olmak zorundadırlar. Toplum, kendisini kuşatan tehlikenin farkına varmaya başladığı andan itibaren, onlar, korku denilen olgunun yaratıcısı olurlar. Bunun da adını bulmuşlardır: Kendilerinin yapılandırdığı, ama koşullarına uymadıkları yasalardan korkuyu bilinç altına yerleştirmenin yöntemini uygulamaya gelir sıra. Yasalara saygı, yasalardan korku modeli, toplumun dirlik ve düzenin temel koşulu olmuştur.
Sadece onlar, bunun dışında yaşarlar. Korkusuzdurlar o yüzden. Birbirlerinden korkmalarının da gereği kalmamıştır, çünkü aynı dalın üzerinde oturmaktadırlar. Davranışlarımıza göre korkuyu nasıl betimleriz diye sordunuz bana. Şimdi o sorunuza yanıt vermenin sırası gelmiştir. Eğer yukarıdaki söylediklerimde gerçeklik payı varsa ve söylediklerim doğruysa, yönetenlerin korkusuzlukları, topluma aşıladıkları korkudan kaynaklanıyorsa, o zaman tek çıkar yol, davranışlarınıza göre korkuyu betimlemek olur. Korkmamaya karar verenlerle bir araya gelerek, korkutanların karşısına caydırıcı güç olarak çıkmanız gerekir. Nasıl Sokrates, nasıl elinde güç olanların karşısında çıkabiliriz. Caydırıcı güç olabilmek için, örgütlenmek gerekir, oysa örgütlenmenin özgürce gerçekleşmediği koşullarda yaşıyoruz. Amacımız hiç bir zaman bizleri yönetenlerin elindeki gücü zor kullanarak almak değil.
Tersine, güç devrinin demokratik koşullarda halkın isteklerine göre gerçekleşmesini amaçlıyoruz. Demokrasinin gereğidir bu. Bunu amaçlarken, yalancının yerine dürüstün,hak yiyenin yerine adaletlinin,hırsızın yerine namuslunun, bilgisizin yerine bilgilinin, beceriksizin yerine beceriklinin ve umursamazın yerine yurtseverin gelmesini özlüyoruz, gözlüyoruz. Ama son yıllarda ülkemiz erdemi, adaleti, doğruluğu, dürüstlüğü, külfet, yük kabul edenler ortaklığına yenik düştü. Ulusal yarar kavramı tersyüz oldu. Değer yargıları tümden çökertildi ve polis korkusunun yanına işsiz kalmak ve açlık korkusu gelip yerleşti. İşsizliğin en acı yanı, yalınızca açlık değil ondan da beteri, kişinin kendisini işe yaramaz, toplumun dışına itilmiş olarak görmesidir. Tüm bunların nereden 17.09.2015 Türkiye Sorunları Kitap Dizisi http://www.olcen.net/print.php?id=341 3/4 kaynaklandığını biliyoruz. Sokrates: Bilmek zorundasınız. Sistemin çarpık işleyişinin kaynağının, sermayenin egemenliğinde biçimlenen devlet yapısından kaynaklandığım bilmeniz gerekir.
Nerede sermaye tekelleşiyorsa, orada sömürü vardır ye nerede sömürü varsa orada korku bilinç atına zorla yerleştirilir. Korku, yemek sofrasında, yatak odasında ve işyerindeki masada, fabrikada makine başındadır. Sermayenin kuralıdır bu. Kâr, yararın yerine geçtikçe, bu böyle olmaya devam edecektir. Benim yaşadığım 2300 yıl öncesinde toplumsal işbölümünde sermayenin egemenliği tacirlerdeydi ve onlar da soyluların hizmetinde olmak zorundaydılar. Görüyorum ki sizin çağınızda koşullar tersine dönmüş. Soyluların yerini iktidar ve iktidarın yerini de tacirler almış. Öleyse demokrasi yokolmak üzeredirve tacirler demokrasisi, değer yargılarının fiyatını koyacaktır elbet. Ticaretin ölçüsüdür fiyat ve ahlakın da, adeletin de ve dürüslüğün de fiyatı olacaktır, bu fiyatı ödeyenlerle, dürüstlüğü satınalanlar arasındaki alışveriş, sizleri yönlerdiricektir. Bana gelerek bunları mı söylemek istediniz? Evet sokrates, aklımızdan geçenleri okuyor, biz söylemeden önce ne düşündüğümüzü biliyorsun. Bu, senin bilgeliğinden kaynaklanıyor.
Belli etmeden, alçak gönüllülükle, bizleri bilgilendiriyorsun. Hem de doğrulan ve gerçekleri söyleyerek. Evet bunun için geldik. Yurtseverliğin fiyatı olmasın, adaletin fiyatı olmasın ve eşitliğin fiyatı olmasın istiyoruz. Korkusuzca düşüncelerimizi söyleyebilmeliyiz ve kimseden korkmadan, çekinmeden, gerçeklerin ne olup olmadığını anlamaya çalışmalıyız.Bizlerden gizlenen gerçekleri, bizlerden saklı tutulan doğruları. O doğruların üstünü, çirkinlikler örtmesin istiyoruz. Demokrasi bunları topluma sağlar sanıyorduk. Tersine, bunları toplumdan esirgeyen demokrasi oldu. Bizim demokrasimiz. Yıllarca uğruna uğraş verdiğimiz demokrasi, kolaylıkla avuçlarımızın arasından kaydı ve sermayenin kollan arasına atıldı. MEDYA denilen görsel ve yazımsal basının, sermoyenin pençesinde, gerçekleri toplumda gizleyen ya da ortaya çıkardığı çirkinliklere toplumu alıştıran ve kanıksatan bir işlevi gibi oldu.
Devletin güdümünde sergilenen akılalmaz çirkinlikleri, yaşamın bir parçası olarak görmeye başladık. O çirkinlikler, onu yaratanların hakkı gibi geliyor bize. Bizim çıkmazımız burda. Söyle bize, ne yapabiliriz ya da ne yapmalıyız. Balçığa bulaşan ellerimizi nasıl temizleyebiliriz. Sokrates: Bana sorduklarınızdan bir kanıya varıyorum. Sizler kendinize güvenmiyor ve kendiniz gibi düşünenlere de güvenmiyorsunuz. Yurtsever, aydın, demokrat kadroların dağınıklığı sürdükçe, bu soruların üstesinden gelemezsiniz. Korku denilen duyguya yeniden dönmek istiyorum. İki tür korkudan sözetmiştim. Şimdi korkunun asıl kökenine inmek ve iki tür korkunun arakesitinde dolaşmak istiyorum. Korkunç olan nedir ki sizler ondan korkuyorsunuz. Aslında korkuyu yaratan sizlersiniz. Doğru mu düşünüyorum. O zaman benim sormam gerekir, korku sizin içinizde mi, yoksa dışınızda mı? Belki de sizler, korkuyu yaratıyor ve sonra ondan korkuyorsunuzdur. Yüreğinizin derinliklerinden ve zihninizin içinden korkuyu atınız. Onu etkisiz salt duygu haline sokmalısınız. Herkes korkar, korku yaşamın bir parçasıdır ama, onun süreklliğinden kendinizi kurtarmanız gerekir. Korku ile yüreklilik ikiz kardeş gibidir. Biri olmadan ötekinin değeri bilinemez. Ama şunu da söylemek isterim.
Yüreklilik te korku da kişinin içinde bulunduğu dışsal koşulların sonucu da olabilir. Kanımca korku insanların en doğal hakkıdır ve hiç kimseyi korkaklıkla suçlamaya hakkımız olamaz. Korktuğunu sandığımız o birey, koşulların güdümünde birgün karşımıza en yürekli insan olarak çıkabilir. Kanımca, korku, psikoloji ile fizyoloji arasında bir geçiş evresidir, bir bağ, bir köprüdür. Burada üzerinde durduğumuz ve asıl konumuz olan korku, toplumsal sisteme yerleşmiş olan ve insan yaşamında sürekliliği olan korkudur. Sistemin niteliği, ayrılmaz parçası, kurumlaşan korkudan sözediyoruz. Korkunun kurumlaşmasıdır korkunç olan. Kurumlaşan toplumsal korku, işsiz kalmak, düşüncesinden ötürü özgürlüğü yitirmek, işkence görmek, yurt dışıra sürülmek türündeki sonuçlarıyla bireyleri buyruklara boyun eğen edilgenliğe sürükler. Para kazanma özgürlüğüne sınır getirilemezse, haksız servet edinenlerin egemenliğinde korku, kurumlaşmaktır elbet ve böylece özgürlükleri satın alma özgürlüğü, kitlelerin bilincine 17.09.2015 Türkiye Sorunları Kitap Dizisi http://www.olcen.net/print.php?id=341 4/4 yerleşen korkunun ürünü olacaktır.
Toplumun gerçeklerinden asıl korkan onlardır. Korkularından ötürü korkutucu olurlar. Eğer bu düşündüklerim doğruysa, onların korkutucu olmalanndaki korkuyu açığa çıkarmak, o korkunun üzerine yürümek gerekmez mi? Paranın sağladığı korkusuzluk, açlığın getirdiği korkusuzluğa yenik düşmüştür hep. Emeğin alın teri, korkusııluğu göze almasın bir kez. Kimin gerçekten korkusuz olduğu o zaman açığa çıkar. Korkusuzların korkak ve korkutululann yürekli olduğu bir dönemdir o. Galiba sizler öylesi döneme devrim diyorsunuz. Devrimin bir başka adıdır korkunun sınıf değiştirmesi. Uygar toplumlarda, korkunun yer değiştirmesinin aracı, siyasal erkin el değiştirmesi demektir. Ve demokrasinin kendisidir bu. Öyle ise, demokrasinin çarpık işleyişi yüzünden sizlere saldığı korkuyu yine demokrasi ortadan kaldıracaktır. Ey Sokrates, yüreğimize yürek kattın ve serinlik getirdin. Ama yine de tam olarak anlayabilmiş değiliz. Korkudan korkmamak gerekli ama acaba yeterli midir? Demokrasi bir kez sermayenin güdümüne girmiş ve siyasal erk, tacirler koalisyonuna dönüşmüş ise, öylesi demokraside halkın özgür iradesini ortaya koyacak mekanizmalar nasıl işleyecek? Siyasal partilerin hiç birisinin yapısında demokrasinin erdemi yeşermemişken çoraklaşan bu yapıda demokrasinin işlemesine yol açarlar mı? Sokrates: Korkuya döşülmüşse olumsuzluklar, çözümsüzlük başlamış demektir.
Çözümsüzlük korkusu, tüm öteki korkuların da üreticisi olur. Şimdi çözümün ne olabileceğini birlikte gözden geçirelim. Önce sizler, sizleri sorgulayan çocuklarınızı, korkutarak bundan vazgeçiriyor musunuz. Bana gerçeği söyleyin. Susmanızdan anlıyorum ki, sizi babalarınız ve siz de çocuklarınızı, korkutarak özgürce sorgulamaktan alıkoyuyor, onlardaki düşün özgürlüğünü daha başlangıçta yasaklayorsunuz. Korkuyu yaratan değil misiniz. Tüm farklı düşüncelere ve sorulara apaçık olanak tanıyan bir toplumda ve aile içinde yetişmemenin sakıncalarıyla günün birinde kendinizin karşılaşacağının farkında değilsiniz. Lşte Araf'ta yüzyüze geldiğiniz gerçek budur. Ben 2300 yıl önce, antik Yunanda bu olumsuzlukla karşı karşıya kaldığım ve kendi vicdanımda da aklımın alabildiği düşüncemde yanıt bulamadığım için yaşamın anlamını yitirdim. Ve şimdi Araf'ta bir gerçekle karşıkarşıyayım. Ve o gerçek benim karşımdaki bendir. Bu iki ben arasındaki çelişkiyi burada zamanı olmayan mekansız Araf'ta ortadan kaldırdım.
Eğer zaman varolsaydı, bu iki ben arasındaki çelişkiyi ya da çatışmayı ortadan kaldıramayacaktım. Zihnimin yarattığı ben ile doğanın yarattığı ikinci ve fizyolojik ben arasındaki tüm çelişkilerden arınmanın bir başka adıdır yücelmek ve erdemlilik ya da sizlerin deyimiyle kemale ermek. Ama ben hiçbirinize kemale ermeyi koşul olarak göstermiyorum. Sadece önerim şudur. Fizyolojik "ben"in tutsağı olmayınız. Onun güdülerine ve gereksinmelerine zihninizde yarattığnız ikinci ben ile karşı çıkınız. Bu sizin kültür düzeyini yükseltecek ve eşıtliğin,özgürlüğün kendinize güvenin ve korkusuzluğun kapılarını açacaktır.
Buna önce ailede, okulda, iş yaşamında başlayınız ve göreceksiniz ki siyasal parti içinde bunun verimli sonuçlarını alacak ve sizleri demagogların yönetmesine açılan kapıları daraltacaksınız. Ey Sokrates, her zaman olduğu gibi, yine bizlere aydınlığın yolunu gösterdin, İçimize serinlik kattın. Tüm olumsuzlukların kaynağının kendimiz olduğunu öğrettin bize. Toplumsal korkuyu, bireysel korkusuzlukla değil, yine toplumsal korkusuzlukla yeneceğimizin bilincini anlattın. Ülkemize dönünce, bizlere korku salanlara yüreklilikle sesleneceği: Ey korkusuz korkaklar, sizlerden korkmuyoruz. Ülke çıkarlarını kendi kişsel çıkarlarınız uğruna hiçe saymanızın sonu gelmiştir. Ülkeyi kirli ellerinizden kurtaracağız, sizlerden korkmuyoruz, diye suratlarına haykıracağız. Yüreğimize yürek kattın.
Onları bu denli korkusuz yapan nedir? Tanrıya inanıyor ama Tanrıdan korkmuyorlar. Yalan söylüyor, haklan olmayan servetler edinmekten korku duymuyorlar. İnanç özgürlüğünden sözediyorlar, inanca bile saygı duymuyorlar. Söyle bize, korkusuzlar bizleri korkutarak yönetme hakkını kimden, nasıl alıyorlar? Ellerindeki gücün kaynağı bizleriz ama neden o güçle bizleri korkutuyorlar. Daha çok, daha kolay çalmak, daha çok daha kolay yalan söylemek ve daha çok daha kolay varlıklı olmak için mi bizleri korkutmaları gerekiyor? Korkuya meydan okuyarak korkusuz yaşayabilir miyiz? Anlat bize, söyle, korku nedir, korkuyla birlikte mi doğuyoruz, korku sonradan mı gelip yüreğimize yerleşiyor. Bizim dışımızda bizden bağımsız, bize hasım mı korku, Bunları öğrenmek gereksinimi duyuyoruz. Huzuruna o yüzden geldik.
Korkusuz insanların yaşadağı ülkemiz olsun istiyoruz. Sokrates: Bana soruların en güç olanını sordunuz. Doğru ve gerçek söylememenin korkusunu yüreğimde duyar gibiyim. Korkuyu iki farklı ve birbirine zıt bölüme ayırmak gerekir diye düşünüyorum. Ama kesinlikle bilmiyorum, böyle düşünmekte hakimliyim. Birinci bölümde yer alan korkuda ben daima erdemi, fazileti, yüceliği görmüşümdür. Bu, insanın kendisinden korkmasıdır. Kendisine saygısından, topluma ve çevreye karşı sorumluluk duygusundan kaynaklanan korkudur bu. Zarar vermekten korkmaktır. Yalan söylemekten, haksızlık etmekten korkudur,korkuların en erdemlisi. Kişinin kendi kendisini denetlemesi, sorgulamasının ürünüdür bu yücelik. Sanıyorum siz böylesi korkudan sözetmiyorsunuz. Her kişi kendisine düşman olan bir başka kişiliği içinde taşır. Yaşayan kişi, onun gölgesi olan ikinci kişiyi yenmesi ve ondan korkmaması gerekir. Bu kişinin sonradan ona eklenen bir kazanımı değildir elbet. Doğduğumuz zaman o ikinci kişiyle birlikte doğarız. Ve pek çoğumuz farkında olmadan tüm yaşamını bu ikinci kişiyle savaşarak ve ona yenilerek geçirir ve pek çok kişi de, o ikincisini karşısına çıktığı anda yener, bağımsızlığını kazanır ve kendisine saygı duyarak yaşar. Oldum olası ben böylesi korkuya hayranlık duymuşumdur.
Doğru söylüyorsun ey Sokrates. Yalan söylemekten ve haksızlık etmekten korkanlar korkmayanlarca yönetiliyor ve daima yenik düşüyor. O zaman düşünüyoruz, haksızlık etmek, yalan söylemek ve korkutucu olmak mı gerekir, yenik düşmemek için. Bizler bunun çözümsüzlüğü içindeyiz. Korkutanlarla korkanlar arasındaki çelişkiyi yaşıyoruz bizler. Demokrasinin buna çare bulacağını sanmıştık. Oysa yanılmışız. Totaliter rejimde herkes sadece bir kişiden korkar.Ama demokraside herkes birbirinden korkuyor. Bizlere sorarsanız, ey Sokrates, demokrasi acaba korkunun sosyalizmi olmasın. Korkunun genelleşmesi, kitleselleşmesi, yaygınlaşmasına dönüştü bizim demokrasimiz. Umutsuzluğumuz buradan kaynaklanıyor. O yüzden sana geldik, demokrasimizi korkudan nasıl arındırabiliriz. Yoksa arındırmak olanaksız mı? Sokrates: İsterseniz bu tür korkuya toplumsal korku adını verelim.
Zaten benim de değinmek istidiğim bu 17.09.2015 Türkiye Sorunları Kitap Dizisi http://www.olcen.net/print.php?id=341 2/4 ikinci bölümde yer alan korkuydu. Totaliter yönetimlerde, bir tek kişiden korkunun yerini demokrasilerde herkesten korkunun aldığını söylüyorsunuz. Bunda haksız da değilsiniz. Ama bu acaba, demokrasinin kendisinden mi kaynaklanıyor yoksa, onun çarpıtılmasından ve sermayenin güdümüne girmesinden mi? Kanımca sermayenin güdümündeki demokrasidir sizlerin sözünü ettiğiniz toplumsal korkunun kaynağı. Konuyu dağıtmadan, bir nokta üzerinde yoğunlaştırmamız gerekir. Demokrasi, yönetim biçimlerinin en güç olanıdır. Bıçağın sırtında gibidir demokrasi. O yönetim biçimine layık olanlarca özümsenir. Demokrasinin özünde, korkunun eşitliği yatar. Herkesin birbirinden korkması, hiç kimsenin bir ötekisinden korkmaması sonucu getirir. Demokrasinin işleyişidir bu. Demokrasinin başarılı, eşitlikle, hakkaniyetle, doğrulukla erdemle uygulanabilmesi için, bireylerin korkudan korkmaması ve korkuyu bilinç dışına iten toplum yapısı gerekir.
Kanımca sizler, korkuya göre davranışlarınızı düzenlemeye alıştırılmışsınız. Oysa tersine davranışlarınıza göre korkuyu biçimlendirmeniz gerekir. Nasıl Sokrates, nasıl davranışlarımıza göre korkuyu betimleyebiliriz. Biraz daha açıklamasınız bu son sözünüzü. îlk kez işitiyoruz bunu. Yaşadığımız toplumda bunu size söyleyen olmadı. Korkuya göre davranışımızı düzenlediğimiz doğrudur. Ama bunun sorumlusu biz miyiz. Bizlere kendi acımasız Tarih bilincimiz bunu miras bıraktı. Dinin cehennem korkusuyla, padişah fermanındaki korkuyu duya duya doğduk, yaşadık ve öldük, bin yılı aşkın süre. Belki de korku bizlerin genetiğine yerleşti, kromozomlarımız korkuyla birlikte biçimlendi, korku kimliğimizin dokusunu oluşturdu. Şimdi bizlere korkuyu miras bırakan Tarihimizi aşmak, onu gerilere itmek istiyoruz. Toplumsal korku deyiminiz tam bize göre bir deyimdir ve tam da bizleri betimliyor.
Sadece bu deyim için sana teşekkür ediyoruz. Ama söyle bize toplumsal korkunun nasıl üstesinden gelebiliriz, anlat. Sokrates: Toplumsal düzeni korkuya dayandırılan toplumlar, demokrasiyi varedemezler, özenerek öteki ülkelerden devşirseler bile onu özümlemenin sıkıntısını yasarlar. Ve en başta yöneticiler kadrosu, demokrasiyi göstermelik hale getirir. Çünkü demokrasi onların, egemenlikleriyle çatışır. Yetkilerinin sınırı daralır ve çıkar gruplarıyla ortaklıklarına engel olur demokrasi. O yüzden demokrasinin işlemezliğinin kaynağı olmak zorundadırlar. Toplum, kendisini kuşatan tehlikenin farkına varmaya başladığı andan itibaren, onlar, korku denilen olgunun yaratıcısı olurlar. Bunun da adını bulmuşlardır: Kendilerinin yapılandırdığı, ama koşullarına uymadıkları yasalardan korkuyu bilinç altına yerleştirmenin yöntemini uygulamaya gelir sıra. Yasalara saygı, yasalardan korku modeli, toplumun dirlik ve düzenin temel koşulu olmuştur.
Sadece onlar, bunun dışında yaşarlar. Korkusuzdurlar o yüzden. Birbirlerinden korkmalarının da gereği kalmamıştır, çünkü aynı dalın üzerinde oturmaktadırlar. Davranışlarımıza göre korkuyu nasıl betimleriz diye sordunuz bana. Şimdi o sorunuza yanıt vermenin sırası gelmiştir. Eğer yukarıdaki söylediklerimde gerçeklik payı varsa ve söylediklerim doğruysa, yönetenlerin korkusuzlukları, topluma aşıladıkları korkudan kaynaklanıyorsa, o zaman tek çıkar yol, davranışlarınıza göre korkuyu betimlemek olur. Korkmamaya karar verenlerle bir araya gelerek, korkutanların karşısına caydırıcı güç olarak çıkmanız gerekir. Nasıl Sokrates, nasıl elinde güç olanların karşısında çıkabiliriz. Caydırıcı güç olabilmek için, örgütlenmek gerekir, oysa örgütlenmenin özgürce gerçekleşmediği koşullarda yaşıyoruz. Amacımız hiç bir zaman bizleri yönetenlerin elindeki gücü zor kullanarak almak değil.
Tersine, güç devrinin demokratik koşullarda halkın isteklerine göre gerçekleşmesini amaçlıyoruz. Demokrasinin gereğidir bu. Bunu amaçlarken, yalancının yerine dürüstün,hak yiyenin yerine adaletlinin,hırsızın yerine namuslunun, bilgisizin yerine bilgilinin, beceriksizin yerine beceriklinin ve umursamazın yerine yurtseverin gelmesini özlüyoruz, gözlüyoruz. Ama son yıllarda ülkemiz erdemi, adaleti, doğruluğu, dürüstlüğü, külfet, yük kabul edenler ortaklığına yenik düştü. Ulusal yarar kavramı tersyüz oldu. Değer yargıları tümden çökertildi ve polis korkusunun yanına işsiz kalmak ve açlık korkusu gelip yerleşti. İşsizliğin en acı yanı, yalınızca açlık değil ondan da beteri, kişinin kendisini işe yaramaz, toplumun dışına itilmiş olarak görmesidir. Tüm bunların nereden 17.09.2015 Türkiye Sorunları Kitap Dizisi http://www.olcen.net/print.php?id=341 3/4 kaynaklandığını biliyoruz. Sokrates: Bilmek zorundasınız. Sistemin çarpık işleyişinin kaynağının, sermayenin egemenliğinde biçimlenen devlet yapısından kaynaklandığım bilmeniz gerekir.
Nerede sermaye tekelleşiyorsa, orada sömürü vardır ye nerede sömürü varsa orada korku bilinç atına zorla yerleştirilir. Korku, yemek sofrasında, yatak odasında ve işyerindeki masada, fabrikada makine başındadır. Sermayenin kuralıdır bu. Kâr, yararın yerine geçtikçe, bu böyle olmaya devam edecektir. Benim yaşadığım 2300 yıl öncesinde toplumsal işbölümünde sermayenin egemenliği tacirlerdeydi ve onlar da soyluların hizmetinde olmak zorundaydılar. Görüyorum ki sizin çağınızda koşullar tersine dönmüş. Soyluların yerini iktidar ve iktidarın yerini de tacirler almış. Öleyse demokrasi yokolmak üzeredirve tacirler demokrasisi, değer yargılarının fiyatını koyacaktır elbet. Ticaretin ölçüsüdür fiyat ve ahlakın da, adeletin de ve dürüslüğün de fiyatı olacaktır, bu fiyatı ödeyenlerle, dürüstlüğü satınalanlar arasındaki alışveriş, sizleri yönlerdiricektir. Bana gelerek bunları mı söylemek istediniz? Evet sokrates, aklımızdan geçenleri okuyor, biz söylemeden önce ne düşündüğümüzü biliyorsun. Bu, senin bilgeliğinden kaynaklanıyor.
Belli etmeden, alçak gönüllülükle, bizleri bilgilendiriyorsun. Hem de doğrulan ve gerçekleri söyleyerek. Evet bunun için geldik. Yurtseverliğin fiyatı olmasın, adaletin fiyatı olmasın ve eşitliğin fiyatı olmasın istiyoruz. Korkusuzca düşüncelerimizi söyleyebilmeliyiz ve kimseden korkmadan, çekinmeden, gerçeklerin ne olup olmadığını anlamaya çalışmalıyız.Bizlerden gizlenen gerçekleri, bizlerden saklı tutulan doğruları. O doğruların üstünü, çirkinlikler örtmesin istiyoruz. Demokrasi bunları topluma sağlar sanıyorduk. Tersine, bunları toplumdan esirgeyen demokrasi oldu. Bizim demokrasimiz. Yıllarca uğruna uğraş verdiğimiz demokrasi, kolaylıkla avuçlarımızın arasından kaydı ve sermayenin kollan arasına atıldı. MEDYA denilen görsel ve yazımsal basının, sermoyenin pençesinde, gerçekleri toplumda gizleyen ya da ortaya çıkardığı çirkinliklere toplumu alıştıran ve kanıksatan bir işlevi gibi oldu.
Devletin güdümünde sergilenen akılalmaz çirkinlikleri, yaşamın bir parçası olarak görmeye başladık. O çirkinlikler, onu yaratanların hakkı gibi geliyor bize. Bizim çıkmazımız burda. Söyle bize, ne yapabiliriz ya da ne yapmalıyız. Balçığa bulaşan ellerimizi nasıl temizleyebiliriz. Sokrates: Bana sorduklarınızdan bir kanıya varıyorum. Sizler kendinize güvenmiyor ve kendiniz gibi düşünenlere de güvenmiyorsunuz. Yurtsever, aydın, demokrat kadroların dağınıklığı sürdükçe, bu soruların üstesinden gelemezsiniz. Korku denilen duyguya yeniden dönmek istiyorum. İki tür korkudan sözetmiştim. Şimdi korkunun asıl kökenine inmek ve iki tür korkunun arakesitinde dolaşmak istiyorum. Korkunç olan nedir ki sizler ondan korkuyorsunuz. Aslında korkuyu yaratan sizlersiniz. Doğru mu düşünüyorum. O zaman benim sormam gerekir, korku sizin içinizde mi, yoksa dışınızda mı? Belki de sizler, korkuyu yaratıyor ve sonra ondan korkuyorsunuzdur. Yüreğinizin derinliklerinden ve zihninizin içinden korkuyu atınız. Onu etkisiz salt duygu haline sokmalısınız. Herkes korkar, korku yaşamın bir parçasıdır ama, onun süreklliğinden kendinizi kurtarmanız gerekir. Korku ile yüreklilik ikiz kardeş gibidir. Biri olmadan ötekinin değeri bilinemez. Ama şunu da söylemek isterim.
Yüreklilik te korku da kişinin içinde bulunduğu dışsal koşulların sonucu da olabilir. Kanımca korku insanların en doğal hakkıdır ve hiç kimseyi korkaklıkla suçlamaya hakkımız olamaz. Korktuğunu sandığımız o birey, koşulların güdümünde birgün karşımıza en yürekli insan olarak çıkabilir. Kanımca, korku, psikoloji ile fizyoloji arasında bir geçiş evresidir, bir bağ, bir köprüdür. Burada üzerinde durduğumuz ve asıl konumuz olan korku, toplumsal sisteme yerleşmiş olan ve insan yaşamında sürekliliği olan korkudur. Sistemin niteliği, ayrılmaz parçası, kurumlaşan korkudan sözediyoruz. Korkunun kurumlaşmasıdır korkunç olan. Kurumlaşan toplumsal korku, işsiz kalmak, düşüncesinden ötürü özgürlüğü yitirmek, işkence görmek, yurt dışıra sürülmek türündeki sonuçlarıyla bireyleri buyruklara boyun eğen edilgenliğe sürükler. Para kazanma özgürlüğüne sınır getirilemezse, haksız servet edinenlerin egemenliğinde korku, kurumlaşmaktır elbet ve böylece özgürlükleri satın alma özgürlüğü, kitlelerin bilincine 17.09.2015 Türkiye Sorunları Kitap Dizisi http://www.olcen.net/print.php?id=341 4/4 yerleşen korkunun ürünü olacaktır.
Toplumun gerçeklerinden asıl korkan onlardır. Korkularından ötürü korkutucu olurlar. Eğer bu düşündüklerim doğruysa, onların korkutucu olmalanndaki korkuyu açığa çıkarmak, o korkunun üzerine yürümek gerekmez mi? Paranın sağladığı korkusuzluk, açlığın getirdiği korkusuzluğa yenik düşmüştür hep. Emeğin alın teri, korkusııluğu göze almasın bir kez. Kimin gerçekten korkusuz olduğu o zaman açığa çıkar. Korkusuzların korkak ve korkutululann yürekli olduğu bir dönemdir o. Galiba sizler öylesi döneme devrim diyorsunuz. Devrimin bir başka adıdır korkunun sınıf değiştirmesi. Uygar toplumlarda, korkunun yer değiştirmesinin aracı, siyasal erkin el değiştirmesi demektir. Ve demokrasinin kendisidir bu. Öyle ise, demokrasinin çarpık işleyişi yüzünden sizlere saldığı korkuyu yine demokrasi ortadan kaldıracaktır. Ey Sokrates, yüreğimize yürek kattın ve serinlik getirdin. Ama yine de tam olarak anlayabilmiş değiliz. Korkudan korkmamak gerekli ama acaba yeterli midir? Demokrasi bir kez sermayenin güdümüne girmiş ve siyasal erk, tacirler koalisyonuna dönüşmüş ise, öylesi demokraside halkın özgür iradesini ortaya koyacak mekanizmalar nasıl işleyecek? Siyasal partilerin hiç birisinin yapısında demokrasinin erdemi yeşermemişken çoraklaşan bu yapıda demokrasinin işlemesine yol açarlar mı? Sokrates: Korkuya döşülmüşse olumsuzluklar, çözümsüzlük başlamış demektir.
Çözümsüzlük korkusu, tüm öteki korkuların da üreticisi olur. Şimdi çözümün ne olabileceğini birlikte gözden geçirelim. Önce sizler, sizleri sorgulayan çocuklarınızı, korkutarak bundan vazgeçiriyor musunuz. Bana gerçeği söyleyin. Susmanızdan anlıyorum ki, sizi babalarınız ve siz de çocuklarınızı, korkutarak özgürce sorgulamaktan alıkoyuyor, onlardaki düşün özgürlüğünü daha başlangıçta yasaklayorsunuz. Korkuyu yaratan değil misiniz. Tüm farklı düşüncelere ve sorulara apaçık olanak tanıyan bir toplumda ve aile içinde yetişmemenin sakıncalarıyla günün birinde kendinizin karşılaşacağının farkında değilsiniz. Lşte Araf'ta yüzyüze geldiğiniz gerçek budur. Ben 2300 yıl önce, antik Yunanda bu olumsuzlukla karşı karşıya kaldığım ve kendi vicdanımda da aklımın alabildiği düşüncemde yanıt bulamadığım için yaşamın anlamını yitirdim. Ve şimdi Araf'ta bir gerçekle karşıkarşıyayım. Ve o gerçek benim karşımdaki bendir. Bu iki ben arasındaki çelişkiyi burada zamanı olmayan mekansız Araf'ta ortadan kaldırdım.
Eğer zaman varolsaydı, bu iki ben arasındaki çelişkiyi ya da çatışmayı ortadan kaldıramayacaktım. Zihnimin yarattığı ben ile doğanın yarattığı ikinci ve fizyolojik ben arasındaki tüm çelişkilerden arınmanın bir başka adıdır yücelmek ve erdemlilik ya da sizlerin deyimiyle kemale ermek. Ama ben hiçbirinize kemale ermeyi koşul olarak göstermiyorum. Sadece önerim şudur. Fizyolojik "ben"in tutsağı olmayınız. Onun güdülerine ve gereksinmelerine zihninizde yarattığnız ikinci ben ile karşı çıkınız. Bu sizin kültür düzeyini yükseltecek ve eşıtliğin,özgürlüğün kendinize güvenin ve korkusuzluğun kapılarını açacaktır.
Buna önce ailede, okulda, iş yaşamında başlayınız ve göreceksiniz ki siyasal parti içinde bunun verimli sonuçlarını alacak ve sizleri demagogların yönetmesine açılan kapıları daraltacaksınız. Ey Sokrates, her zaman olduğu gibi, yine bizlere aydınlığın yolunu gösterdin, İçimize serinlik kattın. Tüm olumsuzlukların kaynağının kendimiz olduğunu öğrettin bize. Toplumsal korkuyu, bireysel korkusuzlukla değil, yine toplumsal korkusuzlukla yeneceğimizin bilincini anlattın. Ülkemize dönünce, bizlere korku salanlara yüreklilikle sesleneceği: Ey korkusuz korkaklar, sizlerden korkmuyoruz. Ülke çıkarlarını kendi kişsel çıkarlarınız uğruna hiçe saymanızın sonu gelmiştir. Ülkeyi kirli ellerinizden kurtaracağız, sizlerden korkmuyoruz, diye suratlarına haykıracağız. Yüreğimize yürek kattın.