28 Mart 2012

EFSANELERDEN ARZI KIZ HİKAYESİ



ARZI KIZ EFSANESİ
( Kırım )
    Çok eski zamanlarda Kırım'ın şirin yak boyunda, bağlar, bahçeler arasında cennet gibi bir yer olan " Mishor " köyünde "Abiy Aga" adında bir ihtiyarcık yaşarmış. Yaşına rağmen pek dinç, çalışkan, dürüst, herkese iyilik eden bir kişi olan Abiy Aga'yı bütün köydeşleri ve diğer köylerde olan tanışları çok sever, sayarlarmış.
    Abiy Aga'nın evi köyün aşağı mahal- lesinde, denize yakın bahçe içinde ufak eski bir evcikmiş. Yaz-kış demez bahçe- sindeki şeftali, elma ağaçları ve üzüm çotukları ile ilgilenir, onlara sevgi ile bakar ve çevrenin en iyi cins meyvalarını yetiştir- mekten zevk alırmış. Fakat herşeyden çok, biricik kızı "Arzı"yı pek sever, üstüne titrer, onu en iyi şekilde yetiştirmeye çabalarmış.
   Günler geçmiş, Arzı; uzun boylu, ince belli, kara gözlü, nar gibi kırmızı yanaklı dilber, güzeller güzeli bir kız olmuş. Yalnız güzel değil aynı zamanda akıllı, çalışkan, hamarat, dürüst bir kızmış. Bu özellikleriyle köyün bütün gençlerinin, hatta köy bayının oğlu "Bektekir" in de kalbini yakar, ancak Abiy Aga'ya Mishor'un namlı yiğitlerinden bir çok kudalar (görücüler) gönderilse de, Arzı kız kudalardan kaçar, görücülere çıkmak istemez, Abiy Aga'da :
    "Kızım daha küçüktür, ayrıca kızım kendi sevdiği yiğite varır... " diyerek güler yüzle, onları kırmadan geri çevirirmiş.

    Köydeki komşu kart-anaycıklar (ihtiyar ninecikler) Arzı'yı gördüklerinde onun yanaklarını okşamadan, kartbaylar da Abiy Aga'nın yanından geçerken tütün çubuk- larını daha ziyade dumanlatmadan, ona olan saygı ve sevgilerini göstermeden geçmezlermiş.
    Güzel Arzı, baba ocağında, anasının yanında şen, mutlu bir yaşam sürer. Şen gülüşü, tatlı sesiyle söylediği türküler ve iyi huyuyla, bağda, bostanda, çeşme başında kızlar arasında da sevilen bir dost, aranan bir arkadaş olur.
    Arzı zaman zaman yalıdaki ( deniz kenarındaki ) çeşmeye kızlarla su almaya gider, yalnız olduğu vakitlerde de deniz kenarında oturur, çeşit çeşit rengârenk çakılları, denizin dalgalarını, ufku uzun uzun seyretmeyi, hayallere dalmayı pek severmiş.
    Arzı kız bir gün yine çeşmeden su almaya gittiğinde, şahin bakışlı, aslan gibi, yakışıklı o güne kadar hiç görmediği bir yiğitle karşılaşmış. Bu yiğit, Mishor'a 3 km. uzak- lıktaki "Gaspıra" köyünden Emir Asan'mış. Neden olduğunu bilmeden kalbinin titrediğini hissetmiş. Onu çok beğenmiş. Emir Asan'da aynı duygular içinde kalmış. Bu kısa bakışma ve görüşme dahi iki genç kalp arasında sevgi, muhabbet, aşk güllerinin açılmasına yetmiş ve asla birbirinin aklından çıkmaz olmuşlar. Aslında, Arzı'nın deniz kenarında dalgın dalgın dalgalan seyredip hayal kurmasının sebebi de buymuş.
    Nihayet özlenen gün gelmiş. Gaspıralı Asan, Abiy Aganın evine hediyelerle donatıp, kudalar (görücüler) göndermiş. Allah'ın emri, Peygamberin kavli ile Arzı'sını istetmiş. Abiy Aga biricik kızını komşu köye gelin verip hasretlik çekeceğini düşünerek derinden göğüs geçirmiş. Lakin birbirlerine muhabbet besleyen iki genç kalbi birbi- rinden ayırmanın doğru olmayacağını bildiğinden sakalını kaşıya kaşıya, sevimli kızının da gönlünü hoş etmek için razılık vermiş. Güzel Arzı'cığın kız arkadaşlarının da katılmasıyla "nişan ayını" (töreni, eğlenceleri) yapılmış. İki genç bir an evvel muratlarına nail olma gününü beklerken, kış geçmiş, şen bahar gelmiş. Abiy Aga'nın bahçesindeki ağaçlar çeşit çeşit, renk renk çiçeklerle donanmış.
    O devirlerde, Karadeniz'de, yelkenli ufak gemilerle Anadolu ile Kırım, Kafkasya sahilleri arasında mal alıp götüren, pazar- layan tüccarlardan "Ali Baba" adında bir bezirgan başı varmış. Mishor'a da çok gelip gidermiş. Ancak oralarda onu kimse sevmez, herkes ondan sakınırmış. Çünkü çok yalancı, dolandırıcı iki yüzlü ve sahtekârlığı ile meşhur şeytan gibi bir adammış. Ayrıca halk arasında onun yalı boyu köylerinden güzel, dilber kızları Anadolu'ya kaçırıp orada beylere, paşalara ve saray haremine sattığı da söylenirmiş.
    İşte günlerden bir gün Arzı kız bakır güğümü ile yine çeşmeye su almaya gittiğinde bu kötü kalpli Ali Baba ile karşılaşmış. Onun korkunç, keskin bakışları Arzı'cığı öyle ürkütmüş, endişelendirmiş ki, hatta su almadan kaçmasına sebep olmuş.
    Ancak bu güzeller güzeli, dilber kızı gören Ali baba onun hakkında hiç te iyi olmayan şeyler düşünmeye başlamış. O günden sonra Ali baba ve tayfaları devamlı Arzı'yı izlemeye, onun ne zaman nereye gittiğini, hangi saatte ne yaptığını, kimlerle görüştüğünü tesbit etmeye çalışıp sık sık çeşme başında Arzı'nın karşısına çıkarak onu korkutur, kaçırırlarmış.
    O yıl Mishor'da üç bayram bir kerede yapılmış: Baharın gelişi ile "Hıdır -İlyas" günü, kurban bayramı ve güzel Arzı'nın düğünü. ( kurban bayramının 4.günü)
    Bütün köy şenliklere katılmış ve neşe ile bayramı kutlamışlar. Coşku içinde türküler çalmışlar, gençler horan tepip, kaytarma oynarken, kızlar "ay variraç, variraç" türküsünü yırlayıp, çınlar, maneler söylemişler. Gençler arasında yavluk (mendil) alınıp verilmiş.
    Tabiatıyla en büyük şenlik ve kalabalık, düğün evinin olduğu mahalledeymiş. Zira Mishor köyünün sevimli çiçeği Arzı kız'ın küçük evine ve çevresine hemen hemen bütün köy halkı toplanmış. Hatta çok sevip saydıkları Abiy Aga'nın yaptığı düğün için "Dereköy", "Ayvasıl", "Tavdayır" gibi uzak köylerden bile pekçok misafir gelmiş. Evler, sokaklar insanlarla dolup taşmış.
    Bütün bu coşkulu, sevinçli şenlikler içinde bile Arzı'nın daima şen olan gönlü bir türlü neşelenememiş, hasretle beklediği sevdiğine kavuşacağı gün gelmesine rağmen içini tarifsiz bir sıkıntı kaplamış. Onun her zaman neşe ve sevgi ile atan kalbi sanki karanlık bir duman içinde kalmış gibi boğuluyor, sebebini kendisinin de bil- mediği bir keder onu neşelenmekten alı-koyuyormuş.
    Eğlenceler geç vakitlere kadar devam etmiş, güneş batmış, ortalığı alaca karanlık basmış, azametli "Ay - petri " kayası kara çarşaflara bürünüp uykuya dalmış, denizin gündüzkü masmavi aydın yüzü kararmış. Akşamın sessizliğini sadece yayladan dönen davarların ve onları sürüp gelen çoban kavalının uzaktan, uzağa gelen sesi bozuyormuş.
    Kendini bir kat daha güzelleştiren "Al şali" gelinlik kıyafetiyle, derin düşünceler içinde odasında oturan Arzı, birden oturduğu minderden kalkıp odasından çıkmış, içindeki sıkıntıyı biraz olsun dağıtmak için, son kez deniz yalısındaki çeşmesine gidip vedalaşmak istemiş ve bakır güğümünü alarak evden çıkmış.
    Çeşmesinin başına geldiğinde sebebini bilmediği yüreğini sıkan duygular içindeki Arzı, kendisini bekleyen büyük tehlikeden habersiz, denizin dalgalarının çıkardığı sesi, çeşmenin şırıltısını dinleyerek düşüncelere dalmış. Bu yerlerde geçirdiği çocukluk günleri, çeşme başında her gün kızlarla yarenlik edişi gözlerinin önünde canlanıyor, bu yerlerden, baba ocağından ayrılacağı için duyduğu hüzünden güzel gözlerinden inci taneleri gibi göz yaşlan dökülüyormuş.
    İşte tam bu sırada, çeşmenin üst tarafında bir şeyin kıpırdadığını farketmiş. Korkuyla doğrulmuş. Fakat aynı anda Ali baba çeşmenin üstündeki kayaların üzerinden bir kedi çevikliği ile atlayıp önüne gelmiş. Karanlık yüzü ve korkunç gözleri Arzının üstüne bir kâbus gibi çökmüş, iki kuvvetli el de arkasından yaklaşıp onu yakalamış. Böyle pusu kurulup, kaçırılmak hiç aklına gelmeyen saf ve temiz düşünceli zavallı Arzıcık neye uğradığını şaşırmış, korkudan adeta dili tutulmuş. Sadece tiz bir çığlık atabilmiş.
    O sırada iki kaba el ağzını da kapatmış. Zavallı kız artık değil bağırmak, nefesini bile zor alıyormuş. Hain hırsızlar bu kıymetli avlarını yakalar yakalamaz hemen gemi- lerine koşmuşlar ve yelken açmaya baş- lamışlar. Bezirgan başı Ali baba günlerdir izlediği fakat düğününün yapılmasıyla bütün ümitlerini kaybettiği bir sırada kıymetli avını böyle kolayca ele geçirmiş olmaktan büyük memnuniyet duyuyormuş. Bu güzeller güzeli dilber Arzı'yı saraya satarak alacağı altınların hayaliyle key- finden korkunç, çılgın naralar atıyormuş.
    Arzı'nın çığlığını duyan Abiy Aga, Asan ve bütün düğün halkı ile birlikte endişe ve telaş içinde yalıya (deniz kenarına) koşup geldiklerinde Ali babanın gemisi Kara- deniz'in dalgalan arasında ufka doğru yelken açmış, uzaklaşmaya başlamış bile. Ne olup bittiğini gayet iyi anlayan halk şaşkınlık, çaresizlik, keder ve üzüntü içinde ufukta kaybolan yelkenlinin arkasından bakmaktan başka bir şey yapamamış, donakalmış zavallı ihtiyar Abiy Aga da, bu felaket karşısında oracığa yığılıp kalmış.
    Her zaman Arzı'nın şen türküleriyle coşkun akan çeşme bile bu korkunç olaydan sonra yavaş yavaş suyunu azaltmış. Sanki Mishor halkının kederine, Arzı'nın kaderine ağlarcasına suyu göz yaşı gibi damla damla akmaya başlamış.
    Ali baba, Mishor'da çeşme başından kaçırdığı bahtsız Arzı'yı Ìstanbul'a getirmiş. O devirde dünyanın her tarafından zorla, kaçırılıp getirilen kızların büyük paralar karşılığında satıldığı esir pazarları varmış. Beyler, paşalar haremleri için buralardan cariyeler satın alırlarmış. Zaman zaman padişahın harem ağaları da bu pazarı yoklar, saraya lâyık dilber cariyeler ararlarmış.
    İşte, güzel Arzı'da haydut Ali baba tarafından bu pazara getirilmiş. Onu gören bir harem ağası tarafından çok beğenilerek ağırlığınca altın karşılığı satın alınmış ve sarayda padişahın huzuruna çıkarılmış. Padişahın büyük hayranlığını kazanan Arzı derhal hareme alınmış ve emrine bakıcılar tahsis edilmiş . Padişah Arzı'dan çok memnun kaldığı için Ali babaya ayrıca hazineden büyük ihsan ve bağışlarda bulunmuş..
    Altınlar, ipekler, nimetler içinde padişahın özel lütfuna mazhar olan Arzı'yı ise hiçbir şey memnun edemiyor, gönlünü alamı- yormuş. O yurduna, ana, babasına ve sevdiğine olan hasretinden her geçen gün daha fazla sararıp soluyormuş. Haremde herkesten, her şeyden uzak içine kapanık yaşamayı yeğliyor, bir yıl içinde padişahtan olan oğulcuğu bile onun kederini, üzün- tüsünü dağıtmaya yetmiyormuş.
    Nihayet günlerden bir gün bahtsız Arzı yine büyük bir yeis ve üzüntü içinde kucağındaki minik oğlu ile sarayın denize bakan kulelerinden birine çıkıp kendini yavrusu ile birlikte denizin soğuk sularına atmış ve Boğaz'ın gümüş renkli dalgalan arasında kaybolup gitmiş.
    İşte o akşam Arzı kız "deniz kızı" olup kucağında yavrusu ile Mishor yalısındaki çeşmesine çıkmış. Susuzluktan içi yanmış- çasına kana kana su içen Arzı çeşmesinin taşlarını hasret, muhabbet ve sevgi ile okşamış. Ve o günden sonra hergün, tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi, deniz kenarında oturup derin düşüncelere dalıyor, sonra da güzel yüzünü köyüne, evine doğru çevirip derinden, yürekten yanık bir " ahh..."çekerek tekrar denizin dalgaları arasında kaybolup gidiyormuş...
    * Ruslar Kırım’ı işgal ettikten sonra bu bölgeyi mülküne geçiren Prens Knyaz Yusupov bu efsaneden çok etkilenir ve destanda adı geçen sahile bir çeşme ve Arzı Kız ile Ali Baba’yı tasvir eden bir anıt inşa ettirir. Denizin ortasında da deniz kızına dönüşen Arzı Kızı kucağındaki oğluyla tasvir eden bronzdan bir heykel yaptırır. Heykel zamanla Karadeniz’in azgın dalga- larına dayanamayarak yıkılsa da bilahare yerine bronzdan bir heykel daha yapılmıştır.

GÜZEL BİR FİLM TADINDAYDI YAŞADIKLARIMIZ


GÜZEL BİR FİLM TADINDAYDI YAŞADIKLARIMIZ
Güzel bir film tadındaydı yaşadıklarımız. Ve bu film üç bölümden oluşuyordu. Birinci ve ikinci bölümün ardından, üçüncü yani son bölümü oynuyoruz birlikte. Başrol oyuncuları ise Sen ve Ben..
Defalarca bulup kaybettim seni. Ve artık yorgunum. Seninle bu oyunu daha fazla sürdüremiyeceğim. Her yaşadığımız anda, ben bu anı yaşadım demek istemiyorum. Çünkü hep aynı şeyleri yaşatıyorsun bana. Önce geliyorsun hiçbir şey olmamış gibi hayatımın tam ortasında duruyorsun. Sonra yine hiçbir şey olmamış gibi kenera çekiliyorsun. olan yine bana oluyor. Tam unutmuşken yada alışmışken yalnızlığına , küllenirken yüreğimde sevdam, birden kor haline geliyor. Ve inan bu acı terk edişinden daha çok acıtıyor canımı.
Hayatımda ik kez aşkla karşılaştım. Birincisi çocukluktu, ikincisi ve son olanı ise sendin. Neydi beni sana bu denli bağlayan bilmiyorum. Yokluğunda hayatıma girmek istiyen, Hayatım, geleceğim olmak istiyen insanlar çıktı. Hiç birine karşı bir şeyler hissetmedim. Çünkü tüm ruhumla seni seviyordum. Çünkü damarlarımda kan yerine sen dolaşıyordun.
Yokluğunda neler yaşamış, neler umut etmiştim. Umudumu hiç kaybetmeden bekledim seni, olurda bir gün dönersin diye. Ama dönüşlerin hep, hayatın bana sunduğu oyunmuş. Ve ben artık bu oyundan çekiliyorum.
Sen fırtınalı günler yaşarken, beni sığınılacak bir liman olarak gördün. Fırtına dinene kadar durup, sonra yoluna devam edecektin. Ve öyle de oldu. Neden bilmiyorum ama senin hakkında ne düşünürsem hep haklı çıkıyorum. Keşke haklı çıkmasam diyorum ama sen beni hiç yanıltmıyorsun. Kurulmuş bir zamanımız var bizim. O süreyi aşınca tüm sihir bozuluyor ve her şey eski halini almaya başlıyor. Sen bir tarafa ben bir tarafa..
Bir gün yine kendini yalnız ve mutsuz hissedersen, kendi kendine neden ben diye sorma. Çünkü Allah hiç kimseye haketmediği acıları yaşatmaz. Dilerim ki o duyguları hissetmezsin. O duygular ki insanı yaşamdan koparan, soğutan, soyutlayan. Zamanla alışılıyor elbet her şeye. Ben farklı bir insan olduğum için ve her türlü acıyı yaşadığım için çok uzun sürüyor unutmam. Ama alışıyorum..
Uçurumun kenarında gibiyim. Bir adım ileri atsam, dipsiz boşlukta yok olup gideceğim. Bir adım geri atarsam önümde iki yol; birinci yol yaşam, ikinci yol ise ileri adım atmam ile aynı. Ve ben şimdi geri adım atarak, iki seçenek sunuyorum sana tercih senin. Ya gel yaşat beni ya da bırak yalnızlığının boşluğuna..
Seni kaybetmekten öyle çok korkuyorum ki bu korkular işkenceye dönüşüyor. Gecelerde daha bir artıyor bu can yakmalar. Uykularım kaçıyor uyuyamıyorum. Nasıl bu hale geldiğime inanamıyorum. Oysa hiç pişman değilim seni sevdiğim için.
Ne çok yaş aktı bu gözlerden uğruna. Ne hıçkırıklara şahit oldu evimin duvarları. Karanlıkta ağladım hep. Çünkü kendimden bile saklamaya çalışıyordum gözyaşlarımı.
Şimdi hayatın bana sunduğu bu sınavı da bitirdim. Belki geçtim, belki de kaldım ama her şeyi yaşadım ve yaşattın. Her şey için, küçükte olsa bu mutluluğu yaşattığın için teşekkür ederim..
Benim olmayanıma

HİÇ YAŞANMAMIŞ SAY YAŞANANLARI


Ben’li çilelerin ben’li pişmanlıkların bitti artık..

Ben’li çilelerin ben’li pişmanlıkların bitti artık. Dilediğince özgürsün…
Mavi gökyüzünün altında istediğin düş ülkelerine kanatlanabilir yüreğin…Dilediğin mevsimlerde delice ıslanabilir gözlerin…
Bana çıkan tüm yolları adres defterlerinden sil artık..
Adımın üzerini kalın harflerle işaretleyip kaldır beni hatıralarının en tozlu raflarına…
Bana dair tek bir satır kalmasın tek bir cümle olmasın dudaklarında. .
Madem sana acı çektiriyorum madem ben sende pişmanlığı anımsatıyorum bırak bitsin bu çile..Ben sana acı çektirmek için gelmemiştim.. Ağır yaralı yüreğine umut diye girmiştim oysa.. Şimdi sende ” kanayan pişmanlık ” olmuşken unut beni…Hiç yaşanmamış say yaşananları.. Ben’li hatıraların üzerine karanlığı ört ve kapat tüm perdelerini. ….Bana kattıklarını bana bıraktıklarını topla yüreğimden…
Sözlerini yeminlerini sök dudaklarımdan. ..
Ama bir şeye dokunma ne olur…Seni ” sen ” diye seven yüreğime dokunma…Dokunma acıtır yalnızlığım yüreğini.. Dokunma kanatır diz boyu karanlığım o ince dudaklarını… .Hayatımda yenilmeye alışmışken senin yenilgine de alışırım ben…Ben nice yürekte canlı canlı gömüldüm senin zaferlerine de alışırım sevgili….
Bırak dokunma kanayan yaralarıma..
Cennet kokulu tenine sıçramasın kirli yüzümden akan yalnızlıklarım. ..Daha fazla acıtmasın pişmanlıklarda avutulmuş hatıralarım… .Topla cümlelerini dudaklarımdan. ..
Her şey bitti artık…Ve her şey bitmişken sana git demeyeceğim.. ..
Gitsen de tek bir kelime bile etmeyeceğim..
Susmalıyım. Susuyorum… En derininden en acısından suskunluğumda saklı cevaplarım sevgili… Belki de tüm cevaplarım soruların da saklı….
….Bana kalan acıları bana bırakılan yenilgileri- sevgin için bedenimi yüreğimi semer bileceğim – sırtıma yüklenip gidiyorum… Kapıyı aralamana gerek yok sevgili..
Sana geldiğim yollardan gitmeyi de bilirim ben….Gerek yok ” en iyisine sen layıksın ” sözleriyle avutulmuş devrik cümlelere…Ben iyi bilirim tozlu yolları….Gidiyorum tüm zaferlerin başkumandanı olarak ayrılığın ganimeti olarak tüm hatıraları yakabilirsin. .
Ben’li tüm yaşananları da unutabilirsin. ..Artık söze gerek yok…Gitmeliydim ama bu kadar erken değildi..Gidiyorum bir bedende ” yüreksiz ” yaşamayı öğrenmeye gidiyorum..Gidiyorum öznesi çalınmış cümlelerde
sana ” susmaya ” gidiyorum… .
Biliyorum sen bensiz de yaşabilecek kadar güçlüsün..Hayata kaldığın yerden devam edeceksin
…Noktasız virgülsüz…Oysa ben..Oysa ben yaşadıkça hep bir eksik vereceğim sabah ictimalarında. .Hep bir sen eksik olacak nefes almalarım..Artık öznesiz paragrafların içinde yarım cümlelik olarak adam sayılacağım…Artık ben ” sensiz ” varolacağım… .
Topla cümlelerini dudaklarımdan. .Bana vaat edilmemiş yarınlarımı da yanına al…Bir de benimle yaşadığın mutlulukları. Bir de sana yazdıklarımı.Kötü bir gününde gözyaşlarını kurulamak için kuru bir peçete niyetine kullanırsın senli satırlarımı…
Unutmadan bir teşekkür borçluyum sana; kısa bir süreliğine de olsa yarımlığımı yalnızlığımı unutturduğun için
…Ve de yaşattığın tüm mutlulukların için….Teşekkürler sevgilim…. Giderken sakın ardına bakma…Gözlerin pişmanlıklarında günahlarında kalmasın…
Sana paylaştırılmış her acına ben yüreği kefil gösterdim..Sen yüzünü aydınlığa çevir sadece..İnan bana bensiz hayatta seni hep mutluluklar bekliyor olacak…Çünkü sensiz bir yerde yaşarken bile her nefesimde bin dua saklı olacak sana…
Artık mutluluğa kanatlanma zamanın geldi sevgili… Bensiz olsan da;
Her güneş gözlerine doğmaya
Her rüzgar saçlarında dolaşmaya gelecek…
Hadi git….
Varlığımda acı çekmektense
Yokluğumda mutlu ol….
Çünkü; mutluluklar en çok sana yakışıyor sevgili…
“Topla cümlelerini dudaklarımdan. ..
Her şey bitti artık… Maviler kadar özgürsün artık…
Dilediğince uçabilirsin.. ..
Yolların hep Cennete çıksın sevgili….”
Bensiz hayatında mutluluklar dilerim…
elveda hüznüm/ elveda yüreğimi adadığım ömrüm…

YUSUF OLMAKSA MURADIN ....SESLİ FLAŞH

YUSUF OLMAKSA MURADIN YA DA ZÜLEYHA
KORKMAYACAKSIN ÖLÜMDEN

Yusuf olmaksa muradın ya da Züleyha; Korkmayacaksın ölümden.
Ölümün ayrılık değil kavuşmak olduğunu bileceksin.
Dünyaya kafa tutacaksın tek başına. Yandaş yoldaş aramayacaksın.

Bir Allah’ına bir kendine güveneceksin sadece.
Yol arkadaşın terk etse bile seni
yarı yolda aşkına sahip çıkacaksın sonuna kadar.
Tek başıma taşıyamam demeyeceksin.
Ölünceye kadar taşıyacaksın şerefle.
Karşılık beklemeyeceksin. Sevmek olacak tek amacın.
Sevilmemişsin ne fark eder.
Ayıplanmaktan korkmayacaksın.
Sevgini gurur madalyası olarak taşıyacaksın göğsünde
kim ne derse desin…
Sevgin için zindana atılmayı da attırmayı da göze alacaksın.
Karanlıklar sırdaşın böcekler yoldaşın olacak.
Bileceksin sonunda ayrılık olduğunu.
İsyan etmeyeceksin vuslat beklemeyeceksin.
Zaman ve mekan sizi ayıramayacak.
Nerede olursan ol her daim sevdiğinin yanında olacaksın.
Üzüntüsüne üzülecek sevincine sevineceksin.
Sanma ki beraber olmak için yan yana olmak lazım.
Gönüller beraberse mesafenin ne önemi var!..
Gönül gözüyle görecek duyacaksın.
Gönül diliyle konuşacaksın.
Bilmez misin gönlü kainat bile kuşatamaz dar gelir.
Gönül dilinden anlamam konuşamam dayanamam bu çileye karşılıksız hiçbir şey veremem diyorsan; talip olmayacaksın Yusufluğa.
Yusuf olmak için Yusuf gibi yürek gerek gönül gerek iman gerek.
 Züleyha değilsen eğer peşine düşmeyeceksin Yusufların.
Kendi ayarında birini seveceksin ki mutlu olasın.
Her babayiğidin harcı değildir Yusufluk
 ve her kadının harcı değildir Yusuf yüreklileri taşıyabilmek
 layık olabilmek Züleyha olabilmek!…

HATRINA DÜŞECEĞİM


 cccf141d1ecc0c6dea085e1af1ee0260

HATRINA DÜŞECEĞİM

Kopkoyu bir sis içinde bir akşam
Hatırına düşeceğim belki
Bir an ıslatacak yağmur yüzünü
Birden o tatlı demleri hatırlayacaksın
Sonra sıcak yatağında uzun uzun
Ağlayacaksın Ağlayacak.!
Boğazında bir şeyler düğümlenecek
Ah yanımda olsaydı diyeceksin
Tüm yıldızlar gülecek haline Ay’da göz kırpacak
İliklerine işleyecek bensizlik
Kahrolacaksın…!
Bir sigara tüttüreceksin ihtimal
Ufku seyredeceksin saatlerce
Bir rüzgar kopçalayacak yüzünü
Sonra hayalim gelecek karşına
Bir Şiirimi mırıldanacaksın
Hıçkıracaksın..!
Gönlünden atamadığın gibi kafandan da
Silemeyeceksin beni düşlerine gireceğim her gece
İnce bir hüzün bürüyecek yüzünü
Ve çırılçıplak gerçekleri o zaman
Anlayacaksın..!
Sonra bir şeyler yazmak isteyeceksin
Kafan gibi kaleminde işlemeyecek
Unutmak isteyeceksin her şeyi
Ama unutamayacaksın hiç bir şeyi
Kıvranacaksın.!

NECİP FAZIL KISAKÜREK

ŞİİR GÖZLÜ ZEYNEBİM SESLİ FLAŞH ŞİİR


Güzellik cömertce sunulmuş sana,
Ab-ı hayat oldun Zeynebim cana,
Bir damla umudun kafidir bana
Gönüldür sevgini ediyor talep
Sensizliği lügatten siliyor Zeynep

Biçareyim derbederim sarhoşum
Sevgine kahrına talip olmuşum
Derdime dermanı sende bulmuşum
Ruhuma hitap eden ne varsa hep
Her şeyi sende buluyor Zeynep

Hasta gönlü avutmak mümkün değil
Okyanusu kurutmak mümkün değil
Gül yüzünü unutmak mümkün değil
Sen oldun sanki varlığıma sebep
Aklım hep sende kalıyor Zeynep

Cemalini gördüğüm günden beri
Alev aldı içerim yangın yeri
Elinden içeyim en acı zehri
Tutuşup yanan yüreğime su serp
Bu yangın canımı alıyor Zeynep

Matlaştı hayatın renkleri soldu
Gözlerim başkasını görmez oldu
Deli gönül bahara ermez oldu
Eridikçe umudum kelep kelep
Gözlerim yaş ile doluyor Zeynep

Met cezir içinde buldum kendimi
Dalga dalga yıkamadım bendimi
Ak kağıda açar iken derdimi
Dona kaldı kalemimde mürekkep
Yazdığım yazılar soluyor Zeynep

Sanma ki bu sevda küllenir biter
Olmuşum mecnundan keremden beter
Gemileri yakarım gel de yeter
Mecnuna iki adım yoldur Halep
Aşk dediğin dağları deliyor Zeynep

Coşkun ARSLAN

NİYAZİ MISRİ'den ŞİİRLER

NİYAZİ MISRÎ
ŞİİR
Ey derde derman isteyen yetmez mi derd derman sana
Ey rahat-ı can isteyen kurban olandır can sana
 
Yağma edersin varlığın gider gönülden darlığın
Mahveyle sen ağyarlığın yar olısar mihman sana
 
Sermaye bu yolda heman teslim olur buna inan
 Sıdk ile Allah’a dayan etmez mi gör ihsan sana
 
Tevhide tapşur özünü kimseye açma razunı
Şeyh izine tut yüzünü şeyhin yeter burhan sana
 
İven kişi yol alamaz maksudu hergiz bulamaz
Bekle maarif kapusun yüz göstere irfan sana
 
Dünya ile ukbayı ko, ulâ ile uhrâyı ko
Var ol kuru sevdayı ko, matlab yeter Sübhan sana
 
Candan talep kıl yarini ver canı bul didarını
Yok eyle kendi varını kim var ola canan sana
 
Çürüklerin hep sağ olur zehrin kamu bal yağ olur
Dağlar yemişli bağ olur cümle cihan bostan sana
 
Güçtür kati Hakk’ın yolu dergahı hem gayet ulu
Sıdk ile olmazsan kulu etmez yolu âsân sana
 
Kulluğa bel bağlar isen şam ü seher ağlar isen
Sular gibi çağlar isen tiz bulunur umman sana
 
Bülbül oluben öte gör gül gibi açıl tüte gör
Aşk oduna can ata gör gülzar olur nirân sana
 
Yüzün Niyazi eyle hâk derd ile bağrın eyle çâk
Kalbin sarayın eyle pâk şayet gele Sultan sana.
 
Uyan gafletten ey gafil, seni aldatmasın dünya
Yakanı al elinden kim seni sonra kılar rüsva
 
Ne sandın sen bu gaddarı ki ta böyle anı sevdin
Anı her kim ki sevdiyse dinini eyledi yağma
 
Adavet kılma kimseyle sana nefsin yeter düşman
Ki asla senden ayrılmaz ömür ahir olunca ta..
 
İşittin Hak Rasulünden nice ayât-ü ahbârı
Veli nidem ki kar etmez bu öğütler sana asla
 
Bu zahir gözünü örtüp bana tut cânıla gönlün
Ki her bir sözün içinde duyasın cevher-i mana
 
Kelam-ı Mustafa zevkin dimağında bulagör kim
Muadil olmaz ol zevke hezarân “mennile selvâ”
 
Kemali devlet istersen oku ayât-ı Kur’anı
Ki her harfin içinde var Niyazi bin dürr-i yektâ.
 
Ey gönül gel ağlama zari zari inleme
Pirden aldum haberi ol bi-nişan sendedür
Sendedür dostun ili sende açılur gülli
Söyler bu can bülbüli gül-i handan sendedür
Gezme gel bahr u berri kendünde iste sırrı
Cism ü cana hükm iden gizli sultan sendedür
Anladunsa sen seni bildünse can u teni
Gayrı ne var ey gönül cana canan sendedür
Ten tahtıdur bu canun can tahtıdur cananun
Ey Niyazi şübhesiz ol bi-mekan sendedür 
2
Gelürse kesret-i nezzareden hicab sana
O demde surh-ı ruyun yeter nikab sana
 Nic’etsin ayine mihr-i ruhunla aksini fark
 Sen afıtaba müşahibsin afitab sana
Şerar-veş ederim düde-i cigerden red
Ger eylemezse eser ah-ı şu’le tab sana
O ab u tabuna var arızunda keşf eyler
Olursa kalb-i tabanda olur nikab sana
Mey-i tegafül nüş etme girme kanımıza
Siyah mesti-i çeşmün yeter sirab sana
Sad aferin gazel-i Rumiyanuna Saib
Ki verdi şehri dü- sad şevkiyle cevab sana
Aşıkım aşıkla kayd-ı masiva bilmem nedir
Siklet-i bigane hatt-ı aşina bilmem nedir
3
Barekallah gülüstan-ı bülbülandı Aspuzu
Cenneti tezkir eder ali mekandır Aspuzu
Mu’tedil abü heva hemmüctemi’enva-ı zevk
Mecma-ıbezm-isefa-yı arifandır Aspuzu
Âb-ıhayvanı beğenmez hasletinden Dir Mesih
Aktığınca sanki bir ruh-i revandır Aspuzu
Câme-i hadrasın ayyâm-ı rebi’de kim giyer
Şüphesiz menzilgeh-i Hızr-ı zamandır Aspuzu
Her taraf pür meyve-i şirin leb-i dilber misal
Yeşil atlasla donanmış nevcivandır Aspuzu
Bâ medad Elmasu üzre nakşolur ebyat-ı sürh
Lâcerem sun’-i hüda’ya bir beyandır Aspuzu
Ol sebepten ehl-i pür-akl ü zeka vü ma’rifet
Mahzen-i ehl-i ulûm-i Kamilandır Aspuzu
Cenneti min tahtihel enhâr-ı tecri dens hûb
Hazihi cennât-i adninden nişandır Aspuzu
Ey Niyâzi ger dokumayaydı hiç bad-ı fenâ
Kim demezdi ana firdevs-i cinandır Aspuzu
4
Dermân arardım derdime derdim bana derman imiş
Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş

Sağı solu gözler idim dost yüzünü görsem deyû
Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş
Öyle sanırdım ayrıyam dost gayrıdır ben gayrıyam
Benden görüp işideni bildim ki ol cânân imiş
Savm u salât u hacc ile sanma biter zâhid işin
İnsân-ı kâmil olmağa lâzım olan irfan imiş
Kanden gelir yolun senin ya kande varır menzilin
Nerden gelip gitdiğini anlamayan hayvân imiş
Mürşid gerekdir bildire Hakk'ı sana hakk'al yakîn
Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş
Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğradur
Mürşidi kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş
Anla hemân bir söz dürür yokuş değildir düz dürür
Âlem kamu bir yüz dürür gören anı hayrân imiş
İşit Niyazi’nin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün
Hakdan ayan bir nesne yok gözsüzlere pünhân imiş
 
 5
 
 Zuhûru kâinâtın ma’denîsin yâ Resûlallâh
Rumûzu (küntü kenz) in mahzenisin yâ Resûlallâh

Beşer denen bu âlem ki senin sûretle şahsındır
Hakîkatte hüviyyette değilsin yâ Resûlallâh

Vücûdun cümle mevcûdatı nice câmi olduysa
Dahi ilmin muhît oldu kamûsun yâ Resûlallâh

Dehânın menba-i esrâr ilmi men ledünnîdir
Hakâyik ilminin sen mahremisin yâ Resûlallâh

Ne kim geldi cihâna hem dahî her kim geliserdir
İçinde cümlenin ser’askerîsin yâ Resûlallâh

Cihân bağında insan bir şecerdir gayriler yaprak
Nebîler meyvedir sen zübdesisin yâ Resûlallâh

Şefâat kılmasan varlık Niyâzî’yi yoğ ederdi
Vücûdun zahmının sen merhemisin yâ Resûlallâh

KASİDE-İ BÜRDE PEYGAMBERİMİZ S.A.V. EFENDİMİZ İÇİN YAZILAN NAAT

Imam Bûsîrî ve Kasîde-i Bürde
Hassân ibn Sâbit ve Ka'b ibn Züheyr'den itibaren islâm dünyasinda yetisen sairler dehâ ve sanatlarinin en olgun ürünlerini Hz. Peygamber için yazmis olduklari naat ve kasîdelerde ortaya koymuslardir. Fakat bunlardan bazisinin eseri sanat degerinden çok kazandigi söhret bakimindan digerlerinden daha sansli sayilmaktadir. iste bu kervanin önde gelenlerinden biri XIII. yüzyilda Misir'da yasamis olan imam Bûsîrî'dir. 1 sevval 608/7 Mart 1212'de Yukari Misir'daki Behnesâ sehrine bagli Behsim'de dogan Muhammed el-Bûsîrî Berberî asilli olup Fas'taki Hammâd Kalesi'nde Habnûnogullari diye taninan bir aileden gelmektedir. Baba tarafindan Bûsîrli oldugu için Bûsîrî annesi tarafindan Delâsli oldugu için de Delâsî nisbesiyle anilmaktadir. sairin bazan bu iki kelimeyi birlestirerek Delâsîrî nisbesini kullandigi da görülür. Çocukluk yillari ailesiyle birlikte yerlestigi Delâs'ta geçmisti. Daha sonra Kahire'ye giderek burada islâmî ilimlerin yanisira dil ve edebiyat tahsil etti. Özellikle hadis ve siyer ilimleriyle daha çok mesgul oldugu ayrica yahudi ve hristiyanliga karsi yazmis oldugu reddiyelerden onun Tevrat ve incil hakkinda genis malumata sahip bulundugu anlasilmaktadir. Bir süre Bilbis sehrinde maliyede kâtip olarak çalistiktan sonra Kahire'ye dönmüs ve {REF küttâb} denen Kur'an dershanesinde egitim ve ögretim faaliyetinde bulunmustur. Daha sonra el-Mahalle ve Sehâ sehirlerinde kâtip olarak çalisirken mesâi arkadaslari olan hristiyan memurlarin yaptiklari yolsuzluklardan fazlasiyla rahatsizlik duyarak bunlari siirlerinde dile getirmistir.
Kisa boylu ve zayif bir bünyeye sahip olan Bûsîrî'nin baslica huzursuzluk kaynagi haniminin hirçinligi ile çocuklarinin çoklugu ve geçim sikintisi olmustur. sâzelî tarikatinin kurucusu Ebü'l-Hasan es-sâzelî'ye intisap eden sair onun ölümü üzerine yerine geçen Ebü'l-Abbas el-Mürsî'ye hitaben yazdigi 142 beyitlik "dal" redifli mersiyede seyhinin fazilet ve meziyetlerinden sitayisle söz eder. Öyle anlasiliyor ki ünlü mutasavvif ibn Atâullah el-iskenderî ile Bûsîrî seyh sâzelî'nin en önde gelen iki mürididir. Ancak ibn Atâullah ilâhî ask temasini islerken Bûsîrî daha çok peygamber sevgisini terennüm etmistir.
Hayatinin sonlarina dogru felç olan Bûsîrî rivayete göre Hz. Peygamber için yazdigi bir kaside sayesinde bu hastaliktan kurtulmus ve uzun bir ömürden sonra seksen küsûr yaslarinda iskenderiye'de vefât etmistir (696/1296-97).
Bûsîrî'nin kaleme aldigi eserlerin tamamina yakini manzum olup çogu Hz. Peygamber hakkinda yazilan kasidelerden ibarettir. siiri yapi ve üslûp bakimindan son derece saglam ve liriktir. Bu yüzden asirlar boyu onun naat ve kasideleri islâm cografyasinin her bölgesinde büyük ilgi görmüs dinî toplantilarda en çok okunan siirler arasinda yer almistir. Klasik kaynaklarda daginik bir sekilde bulunan on iki kasideden ibaret olan siirleri bir araya getirilerek Dîvânü'l-Bûsîrî adiyla yayimlanmistir (nsr. Muhammed Seyyid Keylânî Kahire 1374/1955). islâmî edebiyat alaninda dünya çapinda en meshur eseri Kasîdetü'l-bürde diye bilinen 160 beyitlik kasidesidir. Coskun bir peygamber asigi olan Bûsîrî'yi söhretin zirvesine tasiyan bu kasideye kendisi el-Kevâkibü'd-dürriyye fî medhi hayri'l-beriyye adini verdigi halde yukaridaki isimle taninmasi gördügü bir rüyâdan kaynaklanmaktadir. söyle ki hayatinin sonlarina dogru felç hastaligina yakalandigi bir sirada rivayete göre rüyâsinda Hz. Peygamber Bûsîrî'den kendisi için yazdigi kasideyi okumasini ister; o "yâ Resûlallah! Ben sizin için çok kasideler yazdim hangisini emredersiniz?" deyince Hz. Peygamber kasidenin matla' beytini okuyarak bu kasideyi isaret eder. Bûsîrî kasidesini okurken Hz. Peygamber iki yana dogru sallanarak zevkle dinler. Yine rivayete göre Bûsîrî'yi ödüllendirmek üzere hirkasini çikarip yatmakta olan hasta sairin üzerine örter; bir diger rivayette ise vücudunun felçli kismini eliyle sivazlar. sair heyecanla uykudan uyanir gördügü rüyânin zevkiyle toparlanmaya çalisirken felçten bir eser kalmadigini farkederek sevincinden ne yapacagini sasirir. Bu sirada safak söküp sabah namazi vakti yaklasmaktadir. Bûsîrî abdest alip mescide giderken bir dervisle karsilasir. Dervis ondan bu gece Hz.Peygamberin huzurunda okudugu kasideyi kendisine vermesini ister. iste bu olay duyulduktan sonra kaside büyük bir üne kavusur ve zaman asimi ile sairin verdigi isimle degil rüyâda Hz. Peygamber tarafindan üzerine örtülen hirka sebebiyle Kasîdetü'l-bürde diye anilmaya baslar. Bazi kaynaklarda hastaliktan kurtulmasi sebebiyle Kasîdetü'l-bür'e diye geçiyorsa da bunun yakistirmadan öte bir degeri yoktur.
Dünyada en meshur ve en çok okunan kasideler arasinda yer alan bu eser belli basli bütün kültür dillerine tercüme edildigi gibi Afrika Güneydogu Asya ve Balkanlardaki mahalli dillere de çevrilmistir. Çesitli bölge ve ülkelerde genellikle sünnet nisan ve dügün merasimlerinde mübarek gün ve gecelerde ayrica haftalik evrad olarak okunmakta son münacât kismi ise felçli hastalar üzerine yedi gün süreyle okunup Cenâb-i Hakk'tan sifa niyaz edilmektedir.
Tesbit edilebildigi kadar kasideye yapilan serhlerin sayisi 110 tahmisler 58 tesdisler 16 civarinda olup üzerine sayisiz nazireler yazilmistir. Biz bu çalismamizda kasideyi Türkçe tercümesi ile birlikte verirken ayni zamanda Kasîde-i Bürde'yi Türkçe Söyleyis basligi altinda her beyiti Türkçe terennüm etmeye çalistik. Dinî heyecani canli tutmak ve peygamber sevgisini yasatmak için sanatin gücünden her dönemde istifade edilmistir. Genç nesillerin bu gerçegi dikkate alarak bu konuda daha güzel örnekler ortaya koyacaklari ümidiyle..
Prof. Dr. Mahmut KAYA
Kaynak: Altinoluk dergisi Agustos 1998
Selem ağaçlarını mı,
Ordaki dostları mı andın ki
BirdenGözbebeğin kanlandı,
Gözyaşın aktı kırmızı kırmızı..
Yoksa bir yel mi esti Kâzime yönünden;
Yoksa Eden Dağı'nın üstünde,
Kapkaranlık gecede şimşek mi çaktı?..

Gözlerine ne oldu ki, "
Dur ağlama" desen çoşar ırmak olur;
Ya kalbine ne dersin,
"Yetiş huzur" dedikçe artar acısı gamı..

Aşk gizli kalır mı kimseden, niçin aldatır kendini insan?
Gönül yanıp dururken, gözden akarken çeşme gibi gözyaşı..

Aşk olmasaydı döker miydin gözyaşını böyle taze toprağa?..
Gözün uykudan kaçar mıydı, andığında Ban Ağacını, Alem Dağını..

Âşık inkar etse ne çıkar, gerçek şahitler var:
Yaşa batık gözler, sararmış yüz, zayıf ten ve göz çukurları...
Aşktan değil de neden bu peki, bir yanağında kırmızı gül;
Bir yanağında sarı gül döküntüsü, izi;
Kızılırmak, Yeşilırmak yatağı..

Evet, yârin hayali gelip beni birden uyandırdı;
Sevgi, zaten gelir gamlarla, mahveder vücut hazlarını..

Aşkım sebebiyle bana dil uzatan, utanır mıydın ki bilseydin
Yanık aşklarıyla meşhur Özr oymağı gençlerinden daha mazurum, beterim hakçası...

Gizlenir gibi değil ki bu sır, işte sen de öğrendin;
Şimdi, de diyeceğini, kat by derde bir dert de sen..

Zaten yok sonu yok başı..
Öğüdünü esirgemedin sağol benden ama;
Tutamadım onları, çünkü tutuktur zaten sevenin kulakları..

Yaşlı adama, ağarmış saça, utanmadan; "yalan söylüyorsun" dedim..
Nasıl inkâr, itham edilebilir oysa, ağaran saçın beyazlığı?..

Günaha batık nefs, öğüt mü dinler!
Kendi karanlığına gömülmüş ak saç, nasıl ışıtsın bu karanlığı?..

Güzel fiillerle bir şölen hazırlayamadı nefsim;
Misafirse sessiz, ihtişamsız apak çıkageldi, karşılayan bile olmadı..

Bilseydim ki, yok bende bir karşılama gücü bile,
Siyaha boyadığım bir panonun ardına saklardım kendimi ve bu sırrı..

Kim çeker benim nefsimi bu hoyratlık alanından?..
Çılgın atları zaptedip dört döndüren süvariler gibi tıpkı..

Günah işleye işleye günahı bitireyim dersin belki içinden..
Boş hayal! Yemek vücudu arttırır, günah da günahı...

Nefs memedeki çocuktur, vaktinde kesmezsen sütten,
Koca adam olur da, hâlâ emzik ister, arar sütü mamayı..

Nefsine sen hâkim ol! O olmasın sana hâkim;
Çünkü nefs neye hâkim olursa, onu ya öldürür, ya soldurur hâsılı..

Nefs sürüsü bırakırsan yayılır her yöne; görmeli gözetmeli;
Otu çok tatlı gelen yaylalara yaymazlar koyunları..

Nefsin tattırdığı hazzın çoğu semm-i katildir;
Ağuyu altun tasta bal içre sunarlar, bunlar onun suç ortağı..

Açlığın ve tokluğun hilelerinden koru kendini,,
Evet açlığın da.. Çok açlık, tokluktan da zararlı..

Gözünden yaşlar boşalt ki, ne haramlar doldurmuştun vaktiyle..
Ve sığın tövbe gölgelerine, odur en serin hurma altı..

Şeytana ve nefsine uyma! Baş kaldır, isyan et!..
En akla yakınmış gibi gelen sözlerini bile dinleme, deş ve bul püf noktalarını..

Bazan hasım kılığındadır, bazan hısım, bazan hakem,
Düpedüz hilekârdırlar, ne hakemi, ne hasımı, ne hısımı!

Allah'ım sen affet bizi!.. Bizzat söyleyip te tutamadığımız sözlerden..
Ki andırır kısırların nesliyle öğünmesini tıpkı...

Sana "yap!" dedim ama ben yapmadım onu;
Sana "yol işte bu yoldur" dedim ama nefs, beni o yola bırakmadı..

Üstüme borç olan namazı kıldım, orucu tuttum; ama o kadar..
Ölüm, evet ölüm göz önündeyken bir parçacık arttırmadım onları..

Kendime zulmettim, ihmal ettim geceleri ihya sünnetini..
Can verdi gecelere namazla O, öyle ki, şişerdi ayakları..

Boş midesinin üstüne taş kor, derisini büzüp düğümler,
Çekilen karnına kuşak bağlardı; yine azalmazdı açlığa sabrı...

Altundan ulu dağlar nefsine sundular da kendilerini,
Reddetti O, gösterdi onlara gerçek ululuğu ve gerçek altını...

Zühd ve takvasını arttırdı, eksiltmedi o dağlarca zarûret..
Ne denli olsa da yok edemez ihtiyaç, insandaki temizliği, pırıltıyı...

Dünya ne oluyor ki, O ona muhtaç olsun..
Dünya O'na muhtaç ki, onun için değil midir varoluşu, yokluktan çıkışı?..

Bu dünyanın ve öte dünyanın, göze görünür- görünmez yaratıkların,
Acemin, Arabın, bölük bölük bütün insanlığın Hz. Muhammed'dir başı..

Bir eşi yoktur O'nun emir ve nehiy peygamberliğinde;
"Evet" i tam evetti, "hayır" ı tam hayırdı...

Her yönden hücum eden korkunun türlüsünden
Ancak O Sevgili kurtarabilir bizi, O'nun merhameti, O'nun şefaati...

Kim döndüyse sesine, koşup yapıştıysa O'nun eteğine,
Yapışmış oldu kopmaz bir ipe, hiç kopmaz ve tam kurtarıcı...

İçiyle ve dışıyla, ahlak ve yaradılışta üstündür,
öbür peygamberlerden bile;
Hiçbirinin ilmi, keremi O'nu geçemedi, O'nunkine ulaşamadı..

Ve hepsi umar ve bekler, Allah'ın Resûlundan;
Denizinden bir avuç su;
Yağmurundan bir damla su yollamasını..
Dururlar huzurunda hepsi yerli yerinde..
Kimi ilminden bir nokta,
Hikmetinden bir hareke bir kısmı..
Peygamber ruhu alıp peygamber vücudunu, mükemmel peygamber olunca,
O'nu Sevgili edindi seve seve insan yaratan, insan ören Rabbi..

Üstünlüğünde eşit ve ortak yoktu O'na kimse;
Güzelliğiyse parçalanmaz bölünmez bir bütündü, ne çıkacak, ne eklenecek bir şey vardı...

Hristiyanların kendilerine gelen Resûl için dediklerini dememek şartıyla,
Öğ öğebildiğin kadar.. Yücelt yüceltebildiğince O Hakk Kahramanını..

Korkmadan istediğin ölçüde şerefi bağla O'na;
İstediğin ölçüde O'nun değerlilik hakkını tanı..

Erginliğine yok son ki, orada durup,
Dil, cesaretini bulsun, O'nu anlatmayı..

Mucizeleri bile gerçeğinin yanında sönük kalır;
Yoksa ismi anılınca çürüyen kemikler bile canlanıp ayağa kalkmalıydı..

Aklın yetişmeyeceği tekliflerle etmedi bizi imtihan;
Bizi sevdiğinden elbet.. Biz de hemen inandık O'na..

En ufak şüphe bize yaklaşmadı..
O'nun gerçeğine ermekte cümle âlem âciz kaldı;

Uzak âciz kaldı, yakın âciz kaldı, acz çepçevre sardı dört yanı..
Güneş küçük sanılır uzaktan bakılınca;

Göz dayanmaz amma, çıplak gözle bakıldı mı..
İnsan nasıl bu yerde anlar O'nun gerçeğini,

Ki rüyada görsen O'nu, sana yeter ömür boyu
Bu mutluluk ve O'nun nurdan bakışları..

İnsanlığın bilip bileceği şu, bilgilerinin sonu şudur ancak;
O insandır ve yaratılmışların en iyisi, en güzeli, en hayırlısı..

Ve Peygamberlerin halka gösterdiği mucizeler,
O'ndandı, O'nun nurundandı, O'nun habercisi, O'nun öncü ışıklarıydı..

Çünkü O erdemlik güneşi, öbür peygamberlerse yıldızlardır,
O yıldızlar ki; Güneşten aldıklarıyla aydınlatırlar karanlıkları..

Gel gör ki, Rabbim O'na neler verdi, nasıl süsledi O'nu..
Ahlâkını güzellikle sardı, müjdeyle, güler yüzlülükle benek benek noktaladı..

Latifliği bir çiçek, dolunay şeref ve değeri..
Cömertliği bir deniz, yardımı zamandır tıpkı..

Tek başına bir yerde, O'nu görsen, heybetinden
Sanırsın arkasında asker, asker,asker.. bir ordu gizli, bir ordu saklı..

O'nun tebessümünden ve konuşmasındandır sanki;
Sedefte saklı inci, İnciler hep sedefte saklı..

O'nun toprağının kokusundan daha güzel var mı koku?
Ne mutlu o kişiye ki koklamış, öpmüş ola o toprağı!

Doğuşu açıklar bize her yönden her açıdan O'nu..
Başlangıcı da iyi O'nun, sonu da..

Hoştur doğuşu ve batışı..
O doğum günü ki, iyi farkına vardı İran, indiğinin

Kendisi için korku, kendisi için ceza, kendisine cehennem âzabı..
Göçtü, darmadağın oldu Kisra'nın saray duvarları o gece..

Devleti de, bu duvardan başlayarak yarıldı, çatladı ve dağıldı..
Son nefesini verdi, korkudan mecûsi meş'alesi..

Ve Yahudi nehri, bilinmeyen bir yere alıp gitti,
Dert yuvası başını..

Ve sapık Save halkı, her günkü gibi
Su aldıkları göle gittiklerinde;

Bu da nesi?.. Kurumuş kül olmuş!
Döndüler elleri boş,

Kızgın kudurmuş ve çatlamış dudakları..
Sanki doğmuştu ateşte su,suda ateş duygusu!..

Tabiat, o gün yoldan çıkmışları, tabiatından çıkararak karşıladı..
Sanki, çarpıkların ateşi sıkıldı terledi de sulanıp söndü üzüntüden;

Sularıysa hüzünlerinden ateş gibi kızdı, buharlaştı..
Cinler çığlık atarlar, Nurlar, saçarlarken havaî fişeklerini

Hak böyle tantanayla çıkıyordu ortaya, Hakk'ın sesi ve ihtişâmı..
Kör oldular, sağır oldular, felç oldular, muştuları duymadılar,

Haberleri almadılar; görmediler korkutuş yıldırımlarını..
"Bundan sonra o eğri dinimiz belini doğrultup ayağa kalkamaz"

Dediler, haberini verdiler kâhinleri, ozanları..
Gökte yıldızların aktığı görülürdü

Ve aynı anda yerde putların devrildiği, yıkıldığı..
Ve vahy yolundan çekilip gitti bozgun

Şeytanların şahı; bozgun askeri yerinde kala kaldı..
Nasıl ki, Ebrehe'nin ordusu dağılmıştı;

İki avuçtan atılanla bir ordu kör olmuş, yere saplanmıştı..
Allah dedikten sonra o taşların atılışı

Rabbine yalvarır yalvarmaz balığın karnından atılanın çıkışını andırmıştı..
Yemin ederim ikiye bölünen aya,

O'nun kalbiyle ilgili aya..And içerim aya karşı!..
Ve o hayrı, keremi içine alan mağaraya..

And içerim ki, Kafirlerin gözleri içerdeki Işıktan kör oldu bakamadı..
And içerim ki, Muhbir-i Sadık mağaradaydı ve Sıddık mağaradaydı..

Görmediler ve sandılar ki, orda, kimsecikler yoktu ve olamazdı..
Ne bilsinler ki, örümcek O'nun için örmüş ağını..

Güvercin, O'nun için yuva yapmış, yumurta bırakmış uçup durmaktaydı..
Allah isterse bir güvercin, bir örümcek ağıyla da korur,

Kat kat zırhı ve yüksek kaleleri aratmaz,
onlardan müstağni kılar insanı..

Ve bir örnek daha:
Çağırınca Peygamber, Ağaçlar geldi, eğildi huzurunda;
Dallarıyla, kökleriyle yürüdüler; Çünkü yok ayakları..

Çizgiler çekerek yol ortasına, yazılar yazarak
Güzel yazılar yazarak; dalları budakları...

O bulut gibi ki, O nereye giderse üstünde o da oraya gider,
O'na, gün ortasında yakan güneşe karşı gölge yapardı..

Dünyanın sıkıntısı binince boğazıma
Hemen sarılır, sığınırım O'na..
O hemen kurtarır bu zavallıyı..

İki dünyaya ait hiçbir şey yok ki, o hayır saçan elden
İstemiş olayım da almamış olayım, olmadı..

Aklın ermeyince hemen inkâra kalkma rüya vahiylerini;
Belki gözleri uyurdu O'nun ama, kalbi uyumazdı..

Nübüvvetiyle O gerçeğin doruğuna çıkmıştı
Nasıl inkâr olunabilir erginlerin rüya durumları..

Allah'ın alanı bu. Ne vahiy çalışmakla olur
Ve ne de bir suçtur Peygamberin gâibi çizip anlatışı..

Bir dokunmakla nice hastayı iyi etti eli
Nice çılgınlık zincirini kırıp mahkûmlarını kurtardı..

Kara kıtlık yılları oldu, O'nun duasıyla canlı ve ak
Sanki gecenin oratasında ansızın bir dolunay çıktı..

Bulut akıttı durdu suyu öylesine ki, o kurak vâdilerde;
Oldu her sel bir arim seli, her ırmak bir deniz ırmağı..

Bırak konuşayım, anlatayım o mûcizeleri:
Geceleri dağlarda yakılan şölen ateşleri gibidir âşikârlıkları..

İnciyi işlersen değerlenir şüphesiz;
Ama işlemesen de inci incidir; incilikte farksızdır işlenmişi, hamı..

Ama nasıl uzanabilir hayali övüşün o yüceliklere
Ki orda hüküm sürer o davranış ve ahlâkın hârikalar mantığı..

Biri Kur'an Âyetleri: Haktır, Allah'tan gelmedir,
Ezelî ve ebedîdir, sonradandır, fakat yoktur öncesi başı..

Zamanla kayıtlı değil getirdiği kutsal haber

Son saatten, Addan, İremden haber...
Odur mutlak haberlerin saltanatı..
Devam edip gidiyor O'nun hükmü. Üstündür
Öbür peygamber mûcizelerine ki, tesirleri ve hükümleri ebedî olmadı..

Öyle muhkemdir ki, hamlede yıkar inkârı ve şüpheyi
Tartışma kabul etmez; hâkime hakeme yok ihtiyacı..

Kimse karşı çıkamadı O'na. Yeltenmediler değil ama.
Düşmanı, en düşmanı bile O'na sığınmakta buldu var olmayı..

Belâgatı, düşmanının davasını uzaklara fırlatır:
Kötü niyetlinin elini hareminden ırakta tutmaktır zaten yiğide yaraşanı..

Kemmiyette anlamlar deniz dalgalarından büyük;
Keyfiyetse, güzellikte ve değerde cevahirden üstün ve san'atlı..
Madem okuyunca gözün, gönlün nur doldu, aydınlandı;
Zafer buldun her vakit. Öyleyse bu sağlam ipe iyi yapış, sarıl sıkı..
Okuyuşun, korkusundansa alev alev yanan cehennem ateşinin
İtfaiyesi budur yalnız ateşin: Yanık yürekle çağırmaktır tek şartı..
Sanki O şöyle bir pınar: Yüzü simsiyah olan
Gelip bir yıkanmakla bembeyaz olur; budur nur pınarı..

Ve O, adalette sırat gibi kıldan ince; hak ve eşitlikte de,
Hassas ve ayarlı mizan gibi, insanlar ve kâinatlar arası..

Bakma bilmezlikten gelişlerine, inkarlarına yüreği karaların
Onlar öyle bilir, öyle anlarlar ki... Ama ya kıskançlıkları?..
Eh! Öyleyse kalksın ağrıyan göz inkâr etsin, göremiyor ya,
Güneşi, gün ışığını; yaralı ağız da, alamadığından suyu, suyun lezzetini, tadını..

Çölde hızlı hızlı giden yoksullar; develeri
İz bırakarak giden dilek sahipleri görürsün.
Yön tektir; O Hayr kaynağının evi alanı..
Sen ey, anlayanlar için, bizzat varoluşunla ne büyük işaret ve mûcize,

Nimetin kadrini bilenler için ne büyük nimetsin, ne büyük Hakk armağanı..
Ne hesabı mümkün, ne kitabı harikalarının
Ve yine de usanmaz insan bir bir anmaktan onları..

Kalktın bir gece, kutsal bir yerden kutsal bir yere gittin,
Kapkaranlık gecelerde dolunay nasıl ilerlerse Alımlı alımlı..
Çıktın, boyuna çıktın.. Yükseldin Kâbe Kavseyne kadar,
Ki, daha önce ne kimse çıkmıştı oralara,
Ne de hayal ve ümit etmişti; bırak çıkmayı..

Seni öne geçirdi her yerde peygamberler, resuller,
Seni öne geçirip arkada durdular kendileri, hizmet geleneği icabı..

Delip yedi kat göğü geçip gittin Sen o üstün insanlarla alay alay;
Başlarında Sendin, başlarında sallanan sancak Senin sancağındı..

Öyle çıktın, yükseldin ki, yarışanlar kaldı yarı yolda;
Yakınlıkta ilerisi, daha ötesi kalmadı..

Bütün makamlar geride kaldı Makamından
Çağrıldığın o an, Tektin artık nasıl tekse; gök ve kale sancakları...

Devşirmek için yemişlerini gözlerden saklı
Bir buluşmanın ve gizliden gizli sırrı..

Topladın öğülesi gök çiçekleri, üstünlükleri tek başına;
Aştın bütün menzilleri yalnız, ıssız kalabalıksız, hızlı hızlı..

Tayin edildiğin iş nice ulu;
İdrakse ne kutlu sana mahsus nimetler alanını..

Günler geçer, geceler geçerdi; gün ne, gece ne bilmezlerdi
Ancak haram ayı geceleri yaparlardı uyku bayramı..

Yüzen atlar denizinin üstünden akar asker denizi,
Atlar dalga dalga deniz ileri, çoşkun kahramanları..

Onlar ki, koşar Allah'a doğru, yaşar Allah için;
Mahveder, kökünden söküp atar küfrü, şimşekten kılıçları..

Ne mutlu sana bana Ulu İslam Milleti, şuurların örgüsü;
Bize Yaratan verdi o sağlam, o yıkılmaz yapıyı..
Allah, bizi kendisine çağıranı, çağırınca kendisine,
O Peygamberlerin oldu, bizse ümmetlerin başı..

Bir arslanın nasıl ürkerse koyunlar sesinden, heybetinden,
Öyle perişan etti. O'nun çıkış haberi, inkar yobazlarını..

Peygamber terketmedi savaş alanını; düşman,
Çevrilinceye dek göğdelere, kasap çengellerine asılı..

Düşmanların gözü hep kaçışta olurdu savaşlarda;
Kol ve bacakları kıskanırlardı, kargaların kapıp kaçtığı..

Onlarla kurtuldu yalnızlıktan İslam Milleti, Dini;
Sanki yadellerden döndü, yurdunu buldu, sıla yaptı.

Allah, ordusuyla koruyacak, varlık var oldukça O'nu;
O, dul ve yetim, babasız ve sahipsiz olmadı..

Her biri bir dağdır savaşta, onlara çarpan, onlarla çarpışanlara
"Savaş meydanında ne gördün?" diye sor, düşmanlarına sor onları..

Bedire sor, Huneyne sor, Uhuda sor.. Sor bütün savaş alanlarına;
Kesin sonuç alışta, zaferde onlar mı üstündü, yoksa kendi işinde veba mı?..

Kıpkırmızı çıkaranlardır kapkara vücutlara sokup
Yıldırımdan da çabuk, bunlar ak çelik kılıçları..

Onlar sanki kâtip, süngüler de kalemleriydi
Ve vücutlarda bir tek harfi bile noktasız bırakmazlardı..

Silahla donanmışlardır ve yüzlerinden tanınırlar
Seçilirken ilk bakışta nasıl hemen seçilirse ağaçlar içinde gül ağacı..

Her biri silahları içinde saksı içindeki gonca gibi;
Zafer rüzgarları sana armağan eder kokularını...

Dağlarda fışkıran çamlar gibi birden zuhur ederler atlar üstünde;
Kolanların ilmeklerin sıkılığı değil dimdik tutan onları, yüreklerin, bileklerin sağlamlığı..

Kalpleri, dudakları uçukladı korkudan düşmanların
Ayıramaz oldular kahramanı koyundan, kardan karanlığı, kargadan kartalı..

Onlara bir ormanda rastlayan aslan bile uslanırdı,
Çünkü beraberlerindeydi Peygamberin zaferi ve duası..

Yok dostundan tek kişi yardımını görmesin,
Düşmanından tek kişi yemesin tokadını..

Dinin kanatlarını gerdi ümmet üstüne;
Gözlerden saklar orman aslan yuvalarını..
Ne felsefe, ne mantık durup dayanabildi,
Kur'an'ın karşısında. Fikir gecelerini ışıttı aydınlığı..

Yeter sana peygamber mucizesi, okumamışken bilgisi;
O "cahiliyet" çağında, öksüzlük de üste, terbiye ve ahlâkı..

O'nu öğer öğerim, yorulmam ve usanmam. Affa sebep umarım;
Şairlikle, devlet memurluğuyla geçen ömrün bütün suçlarını..

Boyna bir boyunduruk bunlar: Korkulu son hazırlar.
Sürüklediler beni; sanki ben kurbanlık bir deve, onlar ipi halkası..

Ah! Çocukluk etmişim; harcamışım kendimi bir ömür boyu:
Bir ömür boyu, toplamış, devşirmişim suç ve pişmanlıkları..

Bir de düşün nefsimin ticaret zararını,
Bir an duraklamadan din satıp alan dünyayı..

Ismarlama yerine hazır eşya düşkünü;
Parayı peşin alıp yiyen, malı boyuna borçlanan imalatçı..
Gerçi günah işliyorum ama dönmüş değilim O'na verdiğim sözden,
Kopar cinsinden değil gönlümün bağı..

Söz vermiştir kurtaracaktır, adıyla çağrılanı..
Ve beni O'nun adıyla çağırırlar..

Ve insanlık içinde kim olabilir, O'ndan çok sözünde duranı..
Yarın hesap gününde tutmazsa O elimden

Sen benim için de: Vay sana!
Hey sonsuz kayan adam, uçurumlar kurbanı..

Haşa! O, mahrum etmez yardımından isteyeni;
Koğmaz konu komşuyu, soğuk karşılamaz kendine sığınanı..
Düşüncemi, şiirimi O'nu öğme yoluna koyduğum günden beri,
O oldu benim için koruyucular koruyucusu, kurtarıcılar kurtarıcısı..

Lütfunu esirgemez en dar elden bile O.
Çünkü: Yağmur ihmal etmez çiçeklerle süslemekte su tutmaz yalçın dağ uçlarını..
Gözüm yok, bu dünyanın parasında pulunda, zerresinde.Bu türlü zehirleri..
İki avucunu açıp toplar ancak, Herem'in öğücüsü şair Züheyr takımı
Ey insanların en iyisi!. En üstünü! Yalnız sana sığınılır,
Herkes için geçerli, kimsenin kurtulamadığı vakit kapıyı çaldı mı..

Allah'ın Resûlü, beni de bürümeye, örtmeğe yeter kurtaran örtün..
Göründüğü o gün, öç alan adıyla Yaratıcı..

Bu dünya ve öte dünya, senin bağış bolluğundan örnekler;
Levh ve kalem bilgisinin bilgindedir kaynağı..

Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..
Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..

Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..
Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..

Günahların büyüklüğüne göre gelir, o ne kadar büyükse o daha da büyük olur,
Umulur ki, dağıtılırken kullara Yaratanın acıyışı..

Rabbim! Yalvarışlarımı döndürüp çevirme bana geri;
Rahmetinden elverir bir rakam eklemeden, kapama hesabımı.

Rabbim! Bu kuluna yardım et, bu dünya ve öte dünyada.
Korkulu olaylar ve durumlarda yok bir parçacık olsun dayanıklığı..

Rabbim! İzin ver çözülsün ebedî salavat bulutları bir kez daha..
Boşansın Resûl üstüne sel sel, sicim sicim "Selam! Selam" yağmurları..

Ailesi üstüne, arkadaşları ve bağlıları üstüne bir kez daha.
Yaşasın bir kez daha, o sana en yakın, eli açık, gönlü ipekten yumuşak, içleri pırıl pırıl yolunun uluları..

Ban ağacının yaprağını, göğdesini titrettikçe tiril tiril Bad-ı Sâba,
Kızgın çöllerde ürpettiği sürece develeri devecinin şarkıları..
Çeviri : Prof.Dr. Mahmut Kaya
"Kaside-i Bürde'yi Türkçe Söyleyiş" den.
Hasret ateşine yanmaktan mıdır
Aşkın neşesine kanmaktan mıdır
Selemli dostları anmaktan mıdır
Kanlı gözyaşları akar gözünden

Öyle içlisin ki gören şaşıyor
Dur dedikçe gözyaşları taşıyor
Kendine gel desen kalbin coşuyor
Ağlasan inlesen de yeridir
İnsan değil bu aşk dağlar eritir
Resul haz duyardı gece kalkmaktan
Hakkın huzurunda fazla kalmaktan
Ayaklar şişerdi namaz kılmaktan
Yazık bana yazık aykırı gittim
Onun sünnetine ihanet ettim

Hazreti Muhammed Hakk'ın sesidir
Her iki dünyanın efendisidir
Arap-acem onun bir bendesidir
Zaman o gül gibi gül görmüş değil
Sen de o güzelin önünde eğil

Bütün nebilerde üstündür elhak
Bir başka özenle yaratmıştı Hakk
Hele bir ilmine keremine bak
Onun kemâline eren olmadı
Daha öylesini gören olmadı

Sîret ve sûreti tamam olunca
Nebîler fihristi hitam bulunca
En sonra o geldi vakit dolunca
Arınıp süzüldü kemâle erdi
Bu sebeple Allah habîbim derdi

Elbet anlatamaz şâir böylesin
Nutku tutulmuştur kalem neylesin
Bırak ta son sözü ilim söylesin
Âdem evlâdının o en hasıdır
Yaratılmışların en âlâsıdır

Gün olur k bir olay gelirse başa
Kesip ümidi düşme telaşa
Kereminden mahrum eder mi hâşâ
Resûl'ün yaktığı meş'ale sönmez
O kapıyı çalan eli boş dönmez


KASİDE-İ BÜRDE NEDİR?

BÜRDE: (Ar.) Hırka, Arapların gece üzerlerine örttükleri, gündüz giyindikleri elbisedir.
Tarihte iki kaside, "Kaside-i Bürde" ismiyle anılmaktadır.
Birincisi, Ka'b b. Züheyr'in yazdığı kaside. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) tarafından beğenilmiş ve Peygamberimiz hırkasını çıkararak şaire giydirmiştir. Bu yüzden bu kaside "Kaside-i Bürde" olarak tanınır. İstanbul Hırka-i Şerif Camiinde sergilenen Hırka-i-Şerif Ka'b b.Zuheyr'e giydirilen hırkadır.
İkincisi, İmam Busuri'nin yazdığı Kaside. İmam Rüyasında Peygamberimize arz ettiğinde, Peygamberimiz Bûsîrî'yi ödüllendirmek üzere hırkasını çıkarıp yatmakta olan hasta şairin üzerine örttüğü için "Kaside-i Bürde" olarak anılmıştır.

Kaside-i Bürde, Kab bin Zuheyr

Yurdundan koparılmış gözleri sürmeli yaralı bir ceylân gibi
Suat'ı alıp götürdüler. Gönlüm öyle kırık ki!

Gönlüm, azat nedir bilmeyen bir köle örneği ezgin.
Tan vakti Suat göçtü buralardan.
O ne mağrur bakışlardı Rabbim ve ne müstağni.

Suat ki boyu altın ölçüde; önden bakılınca zarif nahif, incecik belli,
tombul görünüşlü arkadansa, arka çizgileri bile belli.

Gülerken dişlerinde kar yağar gibi bir kış aydınlığı ,
Öyle beyaz, onları şarapla yıkıyorlar durmadan sanki.
Vâdi açık. Kuşluktur.
Çakıllarda kuş sesli serin sular.
Kuzey yelleriyle serin sular gibi saf ve ışıklı
Suat'ın ağzındaki.

Süpürürse rüzgâr nasıl üstündeki bulutları,
nasıl yıkarsa pırıl pırıl geceleri yağmur tepeleri

Ağzındaki su o yağmur suyu
Suat'ın. dişleri o beyaz kum tepeleri.
Soylulukta en soylu, cömertlikte bir eşi yok bir sevgili iken Suat,
Ne kendi sözünde durdu, ne de dinledi beni.

Suat bu, işi gücü bana oyun, naz, vefasızlık, söz verip dönmek.
Benim kaderim böyle, Onun aşk felsefesi.

Bulut bir zavallıdır Onun yanında biçimden biçime girmekte,
Renkten renge girmekte yaya kalır bukalemun, gulyabani.

Sen ne aptalsın ki yahu sandın Suat durur sözünde.
Kalburda su durursa, Suat da durur sözünde tabii.

Suat'tan söz aldım diye böbürlenip durmak ha!
Hayaller kurdun, umutlandın!
Ama umutlar uçucu, aldatıcıdır rüyalar gibi.

Suat'ın vuslat. sözleri geçse yeridir atlatışlar tarihine.
Bir söz istedin mi kendinden,
hemen kesilir meşhur yalancı Urkub'un teki.

Böyle arkandan atıp tutuyorum ya
Suat, elbet ayrılık acısından.
Onun için affet beni, sen yine de sev beni.

Suat şimdi mutlaka öyle bir yerdedir ki, vakit de akşam;
Saf kan ve yörük dişi develerdir ancak develerin oraya götüreni.

Evet, ta ötelerde konaklıyan
Suat oymağını tutmak için
Yüreğe korku veren. dağ gibi rüzgâr tempolu hecin develer gerekli.

Öyle deve gerek ki, terlerse ırmak aksın kulağının ardından,
Uçsuz bucaksız çöl yollarını seve seve tepmeli...

Bir deve ki. bakışı iki hançer ufuklara saplanan.
Eşi gitmiş; yabani bir aksığın gibi öyle uçsun ki, o dursun,
altından kaysın ateş çölü ve ateş tepeleri.
Gerdanı sağlam. ayakları yer sarsan vücudu kıvrım kıvrım ve
ölçülü biçili.

Soy sopça en arık damızlık develerden haydi haydi ileri.
Böğrü enli, boynu uzun ve kalın; çehresi geniş.

Bir erkek deveyi andırmalı tıpkı;
Suat'ı tutar o zaman belki.
Derisi daha parlak olmalı kabuğundan deniz kaplumbağasının.

Ve ondan daha sağlam. kızgın güneş altında aç azgın keneler bile
onu örseleyememeli.
İlk bakışta dağ gibi korku vermeli görünüşü bakana:

Boyu yüksek mi yüksek, çevik mi çevik ayakları, tertemiz şeceresi.
Gürbüz, etine dolgun. bakımdan öyle semizlemiş .olmalı ki,

Oyluklarından tırmanan salkım salkım keneler derinin cilâsından
kayıp kayıp düşmeli.
Yürürken baldırından, et fırlasın etinden, iki ön bacağı ok gibi

Çıksın dolgun göğsünden. serbest atılışlı çalım çalım üstüne bir
yaban merkebi örneği.
gözlerle gerdan arası, başın yular takılan yeri.

Sert ve katı olmalı bileği taşı gibi.
Ve upuzun kuyruğu ipek tüylü, sarksın memelerin üstünden.

Öyle dokunmalı ki memelerin ucunu ürkütmemeli.
Kapkara iki mızrak bacakları, rüzgâr gibi uçmalı

Şüpheye düşmelisin ayakları yere değdi mi, değmedi mi.
Yumru burnundan, kulağından, beyzi çehresinden bu türlü develeri.

Tanır derhal deveden anlayan yekta bir bilirkişi.
Ayakları demirdenmişcesine çakılları fırlatır iki yana.

Deri mahfaza bile takmaksızın aşar kayalıkları bu eşsiz develer ki.
Çalışkan bir işçi gibi terler coştukça, terledikçe coşar...

Aşar kuşlar gibi serap derelerini, sahra tepelerini, ateş
çöllerini...
Kertenkelenin güneşte yanan sırtı sıcaktan külde pişmiş ekmeğe

Döndüğü günler bile kimse durduramaz koşmaktan şu bizim deveyi.
Bir sıcaklık ki, a yolcular dinlenin! der kervan sahibi

-Ve taş altına gizlenir siyah çekirgeler, o sabır ateşleri.
Ama bizim meşhur devemiz gün ortasında koşusunu bitirmez,

Başlamıştır yolculuğa sanki daha yeni.
Sıcak artar, değişir yürüyüşü; sıcak arttıkça değişir.
Ve ön ayaklarının

Çırpınışlı hızlanışı andırır ölmüş çocuğuna göğüs döven bir anneyi
ve ona bakıp (anıp kendi ölmüş yavrularını
da) hıçkıran yırtınan öbür anneleri.

Evet o yürüyüş, o ayak çırpınışları göğsünü paralayan yaşlı bir
annenin çırpınışları.
Akla elveda diyen bir annenin, alır almaz ilk yavrusunun kara
haberini.

Göğsü kan içinde kalan. üstü başı yırtılmış,
Saçları darma dağın çılgın bir annenin haberini.

Söz taşıyıp öç alan iki yüzlü şiir ve kabile düşmanlarım :
"Ey Ebi Sülma'nın oğlu sen mahvoldun." dediler.
Suat'ın derdi bana yetmezmiş gibi.

"Ey Ebi Sülma'nın oğlu sen kendini ölmüş bil.
" Ben de koştum güvendiğim dostlara :

Kime başvurdumsa ama: "Biz yokuz bu işte, var git kendin bak
başının çaresine" demezler mi?
Ben de onlara dedim : "Gidin gidin beni yalnız bırakın,

Neye hükmetmişse o olur, hükmeden o Allah ki.
Yaşamak dediğiniz nedir bin yıl yaşasa bile

Eninde sonunda insanoğlu o kanbur tahta kutuya girmiyecek.
Binmiyecek mi?
Heber geldi: "peygamber. seni öyle bir cezaya çarpacak ki!"

Siz bilirsiniz. hey zavallılar! İşte onun kapısındayım, yüreğimde
sonsuz bağışlanma ümidi.
Ondan özür dilemeye geldim, af istemeğe geldim;

Çünkü O sırrını bilendir, kabul edicisidir mazeretlerin.
O affedenlerin en affedicisi.

İçi hidayet öğütü en yüce gerçekler dolu Kur'anı
Sana armağan eden Allah için ver bana bir savunma mühleti.

Bakma ve zaten bakmazsın sözlerine beni kıskananların.
Senin hükmün onlara değil, hakka ayarlı ve ben de bir parça
suçluyum belki.

Ama senin makamındayım şimdi. Fillerin bile titrediği makamda.
Bir makam ki, titrerdi bir fil benim gördüklerimi görse. işitse
işittiklerimi

Burada beni ancak Allah buyruğuna bağlı Peygamber affı
kurtarır:
Ben de onun öç ve adalet eline uzatıyorum işte sağ elimi.

Beni ancak o kurtarabilir burda. Yalnız O. Şimdi söz yalnız Onun.
Ama O "Sen suçlusun, cezanı çekeceksin" dese önünde eğik
bulur boynumu adaletin heybeti.

En heybetli manzara bu olur benim için. Çünkü Asserde,
İç içe açılan sonsuz aslan yataklarının en içindeki

Muhteşem yurdunda hüküm süren aslanlar başbuğudur O.
Bir arslan ki. erkenden ava çıkar, yavrularının besini insanoğlu,
insan eti.

Bir arslan ki, savaş alanında kendi düşmanı dengi
Bırakmadan çarpışmayı, haram sayar kendine savaşı terketmeyi.

Heybetinden kısılır sesleri yırtıcı çöl arslanlarının ,
Arslanlar arasında bile o dağıtır adaleti.

Parçalandı silâhları ve elbiseleri, kurda kuşa yem oldu
Bu vâdide kendi gücüne bileğine güvenen nice kişi.

Şüphe yok ki, Peygamber, en keskin bir kılıçtır kılıçlarından
Allahın. Sonsuz bir kurtuluşa, nura ve hidayete alıp götüren bizi.

Ve arkadaşları O'nun, Mekke vâdisinde İslâmı kabul eden
Kureyşin en ileri gelenleri... Cömertlikte ve yiğitlikte hiç birinin
yok dengi.

İlk gûnler, göçmek gerekliydi, hemen göçtüler, . zerre tereddüt
etmeden.
Bırakarak yurtlarını, tüten ocaklarını, mal ve mülklerini.

Yerlerinde kalanlar çarpışamıyacak güçte olanlardı.
Onlar da, müdafaasız ve silâhsız, çepçevre küfürle çevrili, bugünü
hazırlamış beklemişlerdi.

Evet, bunlar, başları dimdik gezen yiğit üstü yiğit,
Davuda mahsus demir gömlektir zırh diye giydikleri.

Zırhları pırıl pırıl ve upuzun. Çelikten büklümleri öyle ki,
Birbirine geçip kaynaşmış bir ayrıkotunun halkaları gibi.

Mızrakları düşmanı devirse yere, gurur nedir bilmezler,
Yenilirlerse bilmezler nedir umut kesmek, yok ya yenildikleri!

Ak soy develer gibidir gidişleri. korunmaları da saldırış.
Vurulunca göğüslerinden vurulurlar.
Onlar ürkmez, onlardan ürker dev dalgalı ölüm denizi.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...