ARZI KIZ EFSANESİ
( Kırım )
Çok eski zamanlarda Kırım'ın şirin yak boyunda, bağlar, bahçeler arasında cennet gibi bir yer olan " Mishor " köyünde "Abiy Aga" adında bir ihtiyarcık yaşarmış. Yaşına rağmen pek dinç, çalışkan, dürüst, herkese iyilik eden bir kişi olan Abiy Aga'yı bütün köydeşleri ve diğer köylerde olan tanışları çok sever, sayarlarmış.
Abiy Aga'nın evi köyün aşağı mahal- lesinde, denize yakın bahçe içinde ufak eski bir evcikmiş. Yaz-kış demez bahçe- sindeki şeftali, elma ağaçları ve üzüm çotukları ile ilgilenir, onlara sevgi ile bakar ve çevrenin en iyi cins meyvalarını yetiştir- mekten zevk alırmış. Fakat herşeyden çok, biricik kızı "Arzı"yı pek sever, üstüne titrer, onu en iyi şekilde yetiştirmeye çabalarmış.
Günler geçmiş, Arzı; uzun boylu, ince belli, kara gözlü, nar gibi kırmızı yanaklı dilber, güzeller güzeli bir kız olmuş. Yalnız güzel değil aynı zamanda akıllı, çalışkan, hamarat, dürüst bir kızmış. Bu özellikleriyle köyün bütün gençlerinin, hatta köy bayının oğlu "Bektekir" in de kalbini yakar, ancak Abiy Aga'ya Mishor'un namlı yiğitlerinden bir çok kudalar (görücüler) gönderilse de, Arzı kız kudalardan kaçar, görücülere çıkmak istemez, Abiy Aga'da :
"Kızım daha küçüktür, ayrıca kızım kendi sevdiği yiğite varır... " diyerek güler yüzle, onları kırmadan geri çevirirmiş.
Köydeki komşu kart-anaycıklar (ihtiyar ninecikler) Arzı'yı gördüklerinde onun yanaklarını okşamadan, kartbaylar da Abiy Aga'nın yanından geçerken tütün çubuk- larını daha ziyade dumanlatmadan, ona olan saygı ve sevgilerini göstermeden geçmezlermiş.
Güzel Arzı, baba ocağında, anasının yanında şen, mutlu bir yaşam sürer. Şen gülüşü, tatlı sesiyle söylediği türküler ve iyi huyuyla, bağda, bostanda, çeşme başında kızlar arasında da sevilen bir dost, aranan bir arkadaş olur.
Arzı zaman zaman yalıdaki ( deniz kenarındaki ) çeşmeye kızlarla su almaya gider, yalnız olduğu vakitlerde de deniz kenarında oturur, çeşit çeşit rengârenk çakılları, denizin dalgalarını, ufku uzun uzun seyretmeyi, hayallere dalmayı pek severmiş.
Arzı kız bir gün yine çeşmeden su almaya gittiğinde, şahin bakışlı, aslan gibi, yakışıklı o güne kadar hiç görmediği bir yiğitle karşılaşmış. Bu yiğit, Mishor'a 3 km. uzak- lıktaki "Gaspıra" köyünden Emir Asan'mış. Neden olduğunu bilmeden kalbinin titrediğini hissetmiş. Onu çok beğenmiş. Emir Asan'da aynı duygular içinde kalmış. Bu kısa bakışma ve görüşme dahi iki genç kalp arasında sevgi, muhabbet, aşk güllerinin açılmasına yetmiş ve asla birbirinin aklından çıkmaz olmuşlar. Aslında, Arzı'nın deniz kenarında dalgın dalgın dalgalan seyredip hayal kurmasının sebebi de buymuş.
Nihayet özlenen gün gelmiş. Gaspıralı Asan, Abiy Aganın evine hediyelerle donatıp, kudalar (görücüler) göndermiş. Allah'ın emri, Peygamberin kavli ile Arzı'sını istetmiş. Abiy Aga biricik kızını komşu köye gelin verip hasretlik çekeceğini düşünerek derinden göğüs geçirmiş. Lakin birbirlerine muhabbet besleyen iki genç kalbi birbi- rinden ayırmanın doğru olmayacağını bildiğinden sakalını kaşıya kaşıya, sevimli kızının da gönlünü hoş etmek için razılık vermiş. Güzel Arzı'cığın kız arkadaşlarının da katılmasıyla "nişan ayını" (töreni, eğlenceleri) yapılmış. İki genç bir an evvel muratlarına nail olma gününü beklerken, kış geçmiş, şen bahar gelmiş. Abiy Aga'nın bahçesindeki ağaçlar çeşit çeşit, renk renk çiçeklerle donanmış.
O devirlerde, Karadeniz'de, yelkenli ufak gemilerle Anadolu ile Kırım, Kafkasya sahilleri arasında mal alıp götüren, pazar- layan tüccarlardan "Ali Baba" adında bir bezirgan başı varmış. Mishor'a da çok gelip gidermiş. Ancak oralarda onu kimse sevmez, herkes ondan sakınırmış. Çünkü çok yalancı, dolandırıcı iki yüzlü ve sahtekârlığı ile meşhur şeytan gibi bir adammış. Ayrıca halk arasında onun yalı boyu köylerinden güzel, dilber kızları Anadolu'ya kaçırıp orada beylere, paşalara ve saray haremine sattığı da söylenirmiş.
İşte günlerden bir gün Arzı kız bakır güğümü ile yine çeşmeye su almaya gittiğinde bu kötü kalpli Ali Baba ile karşılaşmış. Onun korkunç, keskin bakışları Arzı'cığı öyle ürkütmüş, endişelendirmiş ki, hatta su almadan kaçmasına sebep olmuş.
Ancak bu güzeller güzeli, dilber kızı gören Ali baba onun hakkında hiç te iyi olmayan şeyler düşünmeye başlamış. O günden sonra Ali baba ve tayfaları devamlı Arzı'yı izlemeye, onun ne zaman nereye gittiğini, hangi saatte ne yaptığını, kimlerle görüştüğünü tesbit etmeye çalışıp sık sık çeşme başında Arzı'nın karşısına çıkarak onu korkutur, kaçırırlarmış.
O yıl Mishor'da üç bayram bir kerede yapılmış: Baharın gelişi ile "Hıdır -İlyas" günü, kurban bayramı ve güzel Arzı'nın düğünü. ( kurban bayramının 4.günü)
Bütün köy şenliklere katılmış ve neşe ile bayramı kutlamışlar. Coşku içinde türküler çalmışlar, gençler horan tepip, kaytarma oynarken, kızlar "ay variraç, variraç" türküsünü yırlayıp, çınlar, maneler söylemişler. Gençler arasında yavluk (mendil) alınıp verilmiş.
Tabiatıyla en büyük şenlik ve kalabalık, düğün evinin olduğu mahalledeymiş. Zira Mishor köyünün sevimli çiçeği Arzı kız'ın küçük evine ve çevresine hemen hemen bütün köy halkı toplanmış. Hatta çok sevip saydıkları Abiy Aga'nın yaptığı düğün için "Dereköy", "Ayvasıl", "Tavdayır" gibi uzak köylerden bile pekçok misafir gelmiş. Evler, sokaklar insanlarla dolup taşmış.
Bütün bu coşkulu, sevinçli şenlikler içinde bile Arzı'nın daima şen olan gönlü bir türlü neşelenememiş, hasretle beklediği sevdiğine kavuşacağı gün gelmesine rağmen içini tarifsiz bir sıkıntı kaplamış. Onun her zaman neşe ve sevgi ile atan kalbi sanki karanlık bir duman içinde kalmış gibi boğuluyor, sebebini kendisinin de bil- mediği bir keder onu neşelenmekten alı-koyuyormuş.
Eğlenceler geç vakitlere kadar devam etmiş, güneş batmış, ortalığı alaca karanlık basmış, azametli "Ay - petri " kayası kara çarşaflara bürünüp uykuya dalmış, denizin gündüzkü masmavi aydın yüzü kararmış. Akşamın sessizliğini sadece yayladan dönen davarların ve onları sürüp gelen çoban kavalının uzaktan, uzağa gelen sesi bozuyormuş.
Kendini bir kat daha güzelleştiren "Al şali" gelinlik kıyafetiyle, derin düşünceler içinde odasında oturan Arzı, birden oturduğu minderden kalkıp odasından çıkmış, içindeki sıkıntıyı biraz olsun dağıtmak için, son kez deniz yalısındaki çeşmesine gidip vedalaşmak istemiş ve bakır güğümünü alarak evden çıkmış.
Çeşmesinin başına geldiğinde sebebini bilmediği yüreğini sıkan duygular içindeki Arzı, kendisini bekleyen büyük tehlikeden habersiz, denizin dalgalarının çıkardığı sesi, çeşmenin şırıltısını dinleyerek düşüncelere dalmış. Bu yerlerde geçirdiği çocukluk günleri, çeşme başında her gün kızlarla yarenlik edişi gözlerinin önünde canlanıyor, bu yerlerden, baba ocağından ayrılacağı için duyduğu hüzünden güzel gözlerinden inci taneleri gibi göz yaşlan dökülüyormuş.
İşte tam bu sırada, çeşmenin üst tarafında bir şeyin kıpırdadığını farketmiş. Korkuyla doğrulmuş. Fakat aynı anda Ali baba çeşmenin üstündeki kayaların üzerinden bir kedi çevikliği ile atlayıp önüne gelmiş. Karanlık yüzü ve korkunç gözleri Arzının üstüne bir kâbus gibi çökmüş, iki kuvvetli el de arkasından yaklaşıp onu yakalamış. Böyle pusu kurulup, kaçırılmak hiç aklına gelmeyen saf ve temiz düşünceli zavallı Arzıcık neye uğradığını şaşırmış, korkudan adeta dili tutulmuş. Sadece tiz bir çığlık atabilmiş.
O sırada iki kaba el ağzını da kapatmış. Zavallı kız artık değil bağırmak, nefesini bile zor alıyormuş. Hain hırsızlar bu kıymetli avlarını yakalar yakalamaz hemen gemi- lerine koşmuşlar ve yelken açmaya baş- lamışlar. Bezirgan başı Ali baba günlerdir izlediği fakat düğününün yapılmasıyla bütün ümitlerini kaybettiği bir sırada kıymetli avını böyle kolayca ele geçirmiş olmaktan büyük memnuniyet duyuyormuş. Bu güzeller güzeli dilber Arzı'yı saraya satarak alacağı altınların hayaliyle key- finden korkunç, çılgın naralar atıyormuş.
Arzı'nın çığlığını duyan Abiy Aga, Asan ve bütün düğün halkı ile birlikte endişe ve telaş içinde yalıya (deniz kenarına) koşup geldiklerinde Ali babanın gemisi Kara- deniz'in dalgalan arasında ufka doğru yelken açmış, uzaklaşmaya başlamış bile. Ne olup bittiğini gayet iyi anlayan halk şaşkınlık, çaresizlik, keder ve üzüntü içinde ufukta kaybolan yelkenlinin arkasından bakmaktan başka bir şey yapamamış, donakalmış zavallı ihtiyar Abiy Aga da, bu felaket karşısında oracığa yığılıp kalmış.
Her zaman Arzı'nın şen türküleriyle coşkun akan çeşme bile bu korkunç olaydan sonra yavaş yavaş suyunu azaltmış. Sanki Mishor halkının kederine, Arzı'nın kaderine ağlarcasına suyu göz yaşı gibi damla damla akmaya başlamış.
Ali baba, Mishor'da çeşme başından kaçırdığı bahtsız Arzı'yı Ìstanbul'a getirmiş. O devirde dünyanın her tarafından zorla, kaçırılıp getirilen kızların büyük paralar karşılığında satıldığı esir pazarları varmış. Beyler, paşalar haremleri için buralardan cariyeler satın alırlarmış. Zaman zaman padişahın harem ağaları da bu pazarı yoklar, saraya lâyık dilber cariyeler ararlarmış.
İşte, güzel Arzı'da haydut Ali baba tarafından bu pazara getirilmiş. Onu gören bir harem ağası tarafından çok beğenilerek ağırlığınca altın karşılığı satın alınmış ve sarayda padişahın huzuruna çıkarılmış. Padişahın büyük hayranlığını kazanan Arzı derhal hareme alınmış ve emrine bakıcılar tahsis edilmiş . Padişah Arzı'dan çok memnun kaldığı için Ali babaya ayrıca hazineden büyük ihsan ve bağışlarda bulunmuş..
Altınlar, ipekler, nimetler içinde padişahın özel lütfuna mazhar olan Arzı'yı ise hiçbir şey memnun edemiyor, gönlünü alamı- yormuş. O yurduna, ana, babasına ve sevdiğine olan hasretinden her geçen gün daha fazla sararıp soluyormuş. Haremde herkesten, her şeyden uzak içine kapanık yaşamayı yeğliyor, bir yıl içinde padişahtan olan oğulcuğu bile onun kederini, üzün- tüsünü dağıtmaya yetmiyormuş.
Nihayet günlerden bir gün bahtsız Arzı yine büyük bir yeis ve üzüntü içinde kucağındaki minik oğlu ile sarayın denize bakan kulelerinden birine çıkıp kendini yavrusu ile birlikte denizin soğuk sularına atmış ve Boğaz'ın gümüş renkli dalgalan arasında kaybolup gitmiş.
İşte o akşam Arzı kız "deniz kızı" olup kucağında yavrusu ile Mishor yalısındaki çeşmesine çıkmış. Susuzluktan içi yanmış- çasına kana kana su içen Arzı çeşmesinin taşlarını hasret, muhabbet ve sevgi ile okşamış. Ve o günden sonra hergün, tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi, deniz kenarında oturup derin düşüncelere dalıyor, sonra da güzel yüzünü köyüne, evine doğru çevirip derinden, yürekten yanık bir " ahh..."çekerek tekrar denizin dalgaları arasında kaybolup gidiyormuş...
* Ruslar Kırım’ı işgal ettikten sonra bu bölgeyi mülküne geçiren Prens Knyaz Yusupov bu efsaneden çok etkilenir ve destanda adı geçen sahile bir çeşme ve Arzı Kız ile Ali Baba’yı tasvir eden bir anıt inşa ettirir. Denizin ortasında da deniz kızına dönüşen Arzı Kızı kucağındaki oğluyla tasvir eden bronzdan bir heykel yaptırır. Heykel zamanla Karadeniz’in azgın dalga- larına dayanamayarak yıkılsa da bilahare yerine bronzdan bir heykel daha yapılmıştır.