03 Ekim 2013

ABDÜLHAMİT HANIN MUHTIRALARI









ABDÜLHAMİT HANIN MUHTIRALARI

BÜYÜK UYANIŞ






BÜYÜK UYANIŞ

BÜYÜK PİRAMİDİN SIRRI







BÜYÜK PİRAMİDİN SIRRI

TARİHİN BÜYÜK SIRLARI








TARİHİN BÜYÜK SIRLARI

ATATATÜRK'ÜN TAMİM TELGRAF VE BEYANNAMELERİ







ATATATÜRK'ÜN TAMİM TELGRAF VE BEYANNAMELERİ

ATATÜRK'TEN YAZDIKLARIM AFET İNAN







ATATÜRK'TEN YAZDIKLARIM AFET İNAN

MEDİTASYON








MEDİTASYON

KARAMANLI SARI PAŞA









KARAMANLI SARI PAŞA

TANRILARIN AYAK İZLERİ ERİCH VON DONİKEN










TANRILARIN AYAK İZLERİ ERİCH VON DONİKEN


İHANETİ GÖRDÜM ERDAL SARI ZEYBEK










İHANETİ GÖRDÜM ERDAL SARI ZEYBEK

BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT









BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT

TARİKATLAR ANSİKLOPEDİSİ









TARİKATLAR ANSİKLOPEDİSİ

AKŞEMSETTİN MAKAMT-I EVLİYA









AKŞEMSETTİN MAKAMT-I EVLİYA

İSLAM'DA POLİS TEŞKİLATI











İSLAM'DA POLİS TEŞKİLATI

12. GEZEGEN DÜNYA TARİHÇESİNİN İLK KİTABI









12. GEZEGEN
DÜNYA TARİHÇESİNİN İLK KİTABI

KAŞGARLI MAHMUD'A GÖRE XI. YÜZYILDA TÜRK DÜNYASI










KAŞGARLI MAHMUD'A GÖRE XI. YÜZYILDA TÜRK DÜNYASI

OSMANLI'DAN ŞEMDİNLİ'YE JİTEM TARİHİ









OSMANLI'DAN ŞEMDİNLİ'YE JİTEM 

AMERİKA'DAKİ İMAM







AMERİKA'DAKİ İMAM

TÜRKİYE'Yİ AKP'Mİ,ABD'Mİ YÖNETİYORDU


TÜRKİYE'Yİ AKP'Mİ,ABD'Mİ YÖNETİYORDU

Türkiye’yi AKP mi, ABD mi yönetiyordu?
Hatırlayınız bundan tam 2 yıl önce bizzat Erdoğan ve bakanlarınca; “haftalarla sayılabilecek kadar ömrü var”dedikleri Esad hala yerinde duruyordu. Suriye'ye “barış, özgürlük, demokrasi” getirmek için büyük bir kararlılıkla ateşe odun atanların da artık yapabilecekleri hiç bir şey yoktu. Suriye halkının arasına büyük bir kan davası kışkırtılmış, Suriye, hayalet ülke haline sokulmuştu.
Çünkü ağzının tadına göre bir iktidar adayı bulamadığı ve Suriye’deki tahribat tamamlanmadığı için ABD kılını bile kıpırdatmıyor ve hiç kimse başka türlü Esad'ı nasıl göndereceğini bilmiyordu. İşte bu ortamda İstanbul'da “Suriye'nin dostları” bir kez daha toplanıyordu. Bu toplantıya: ABD, İngiltere, Katar, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, BAE, İtalya, Almanya ve Fransa katılıyordu. İnsan bu ülkeleri görünce bunlar Suriye'nin dostuysa, düşmanları kim diye sormak istiyordu!
Toplantının sonucundan ve bu sonuca yapılan yorumlardan anlaşılan: “Suriye'nin İstanbul'da toplanan dostları” hem bize hem de Suriye halkına: “Biraz daha yiyin birbirinizi. Biraz daha yok edin şehirleri. Suriye'de başlayan kan davasını biraz daha büyütün. Bu savaş biraz daha sürsün ki Suriye ilelebet belini doğrultamasın” deniyordu, tespitleri aynen gerçekleri yansıtıyordu.
Türkiye’ye ilk kez geldiğinde özel bir mesaj anlamında, yani TBMM’den geçmeyen 1 Mart tezkeresini hatırlatırcasına 1 Mart’ı seçen Jhon Kerry Başbakan Erdoğan’ı Siyonizm’le ilgili söylemlerinden dolayı bir nevi azarlamıştı. Sanki ABD’nin değil İsrail Dışişleri bakanıydı! Üstelik Erdoğan çok öncesinde “yanlış anlaşıldım” demiş ve konuyu kapatmaya çalışmıştı. İlk küstahlığının karşılığını almayınca benzer bir yöntemle, yine patron edasıyla bir kez daha Erdoğan'ı hedef alan Kerry, İstanbul'dan ayrılmadan önce "Erdoğan Gazze ziyaretini ertelesin" diyerek tam bir sömürge valisi gibi davranmıştı. Oysa Erdoğan çok önceleri için planladığı Gazze ziyaretini 16 Mayıs'taki Obama buluşmasının sonrasına bırakmış ve "Mayıs sonunda gideceğini" açıklamıştı. Anlaşılan Kerry ya ziyaretin toptan iptalini istiyordu veya Erdoğan’ı kahramanlaştırmaya çalışıyordu.
Kerry, Erdoğan'a "Gazze'ye gitme" derken, dünya medyası aynı saatlerde özel bir haberle uğraşıyordu. İngiliz Sunday Times gazetesi, Mavi Marmara tazminatıyla ilgili Ankara'ya gelen İsrail heyetinin Türkiye'den ilginç bir talebi olacağını yazıyordu: "Ankara yakınındaki Akıncı Üssü'nü bize verin, biz de size en gelişmiş elektronik savaş teknolojilerini verelim" diyen İsrail, bir İran saldırısına Türkiye’yi de bulaştırmayı hedefliyordu.
ABD Büyükelçisi Komer’in raporu hala uygulanıyordu!
Amerikan Büyükelçisi Robert William Komer, 10 yıla yakın Türkiye’de görev yapmış, ODTÜ’de aracının yakılmasından bir süre sonra görevi sonlanmıştır. O dönem, Büyükelçi, Amerika’ya uyarı niteliğinde bir rapor yazmıştır. Bu rapor o günlerden bu güne Türkiye’nin nasıl yönetildiğini, eğer farkına varılmaz ise başımıza daha neler geleceğini gözler önüne serdiğinden çok önemli bir vakadır. Robert 1969 tarihli raporunda; “Türkiye Batı’dan yüzünü dönüp başka arayışlar içerisine girerse, son müttefikimizi kaybetmek, milli menfaatlerimizi tehlikeye düşürmekle karşı karşıyayız. Türkiye’de Amerika’nın güvenilirliği sorgulanmaya başlamış olup bu imajımızı düzeltmek anlamında yeni siyasi politikalar belirlemeli ve acilen uygulamaya koymalıyız. Özellikle Ankara’daki Amerika üssünü daha kıyı illere taşımalıyız.” Tavsiyelerini sıralamaktadır.
O dönem Ankara’da 20 bin Amerika askeri bulunmaktadır. Büyükelçi “bu kadar da Türklerin gözüne sokmamalıyız” demeye çalışmaktadır. “Böyle giderse 1972 yılından sonra Türkler kendi ayakları üzerinde durmaya başlayacaklar, bu zamana kadar gerekli önlemleri acilen almalıyız. Türkiye’deki siyasi aktörleri biz belirlemeli ve gerekli desteği sağlamalıyız. Türkiye borçlandırılmalı, muhtaç duruma sokulmalı ve yönünü Batı’dan başka yerlere çevirme fırsatı tanınmamalıdır” diyen ABD Büyükelçisinin tavsiyeleri o gün bu gündür harfiyen uygulanmaktadır.[1] 
AKP Siyonist senaristlerle kol kola bulunuyordu!
ABD’deki Yahudi güdümlü düşünce kuruluşlarında Türkiye hakkında birbiri ardına korkunç senaryolar üretilirken, AKP yönetiminin aynı düşünce kuruluşlarını mesken tutmaya devam etmesi garip bir çelişkiyi ortaya koyuyordu. AKP iktidarı, Siyonist kaynaklı senaryolara tepki göstermek yerine ABD’nin taleplerini yerine getirmenin telaşı içinde çırpınıyordu. Hatırlayınız AKP Hükümeti, 2007 23 Haziran’da dolan ABD’nin İncirlik Üssü’nü kullanım süresini uzatmak üzere harekete geçiyor ve Amerika’yı hem de karşılıksız olarak rahatlatıyordu. O sırada Hudson Enstitüsü’nde Türkiye’yi büyük bir kaosa sürükleyecek korkunç senaryoların üretildiği günlerde, Egemen Bağış, Reha Denemeç ve Mevlüt Çavuşoğlu’ndan oluşan bir AKP heyeti ABD’de bulunuyordu. Türkiye’nin 22 Temmuz genel seçimlerine odaklandığı bir dönemde AKP’den bir heyetin Türkiye yerine ABD’de çalışma yapması, “AKP seçim çalışmalarını ABD’den başlattı“ değerlendirmelerine neden oluyordu. AKP heyeti yaklaşık bir hafta boyunca Washington ve New York merkezli önemli think thank kuruluşlarıyla bir araya geliyor, tamamı Yahudi, Lobilerinin güdümünde bulunan Brooking Institute, Atlantic Council, Ulusal Demokrasi Enstitüsü (NDI), Uluslararası Etüdler Merkezi (CSIS) gibi kuruluşların yetkilileriyle özel toplantılar yapılıyordu. Bu kuruluşların bazıları, turuncu devrimlerle gündeme gelen ve ülkelerin ekonomi politikalarına yönelik spekülasyonları nedeniyle adı para sihirbazına çıkan Soros gibi isimlerle bağlantılarıyla da tanınıyordu.
Türkiye Kobay Yerine Konuluyordu
İşte ABD HUDSON’da yapılan bir toplantıda, bizden askeri sıfatı olan kişilerin de çağrıldığı bir FORUM düzenleniyor, Türkiye’yi Irak savaşına sokmak için projeler üretiliyordu!
“Önce eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Tülay Tuğcu’ya suikast yapılacak. Sonra Taksim meydanında kırk elli kişi kurşunlanacak ve ardından Türkiye 50 bin askerle Kuzey Irak’a saldıracak” şeklinde bir senaryo tartışılıyordu. Üstelik bu planlama taslağı, açıkça dünya kamuoyuna ilan ediliyordu. Her şeyden önce devletimize ve milletimize karşı açık bir saygısızlık ve küstahlık olan bu yaklaşıma, maalesef ne asker ne sivil yetkililer bir tepki vermiyordu. Üstelik bazı politikacılar ve ABD’yi her kırdığı potta savunmaya çalışan yandaş köşe yazarları, olayı önemsiz sayıyor, mazur göstermeye uğraşıyordu. Evet, ABD’yi yönetenler, Türkiye’yi bir kobay gibi görüyordu. Çünkü bu ciddiyetsizliğin ve laubaliliğin hesabı sorulamıyordu. Bu harekette, aynı zamanda bir tehdit sırıtıyordu. Yani “bize göre Türkiye, üzerinde istediğimiz şekilde operasyonel provaları yapabileceğimiz bir ülkedir” demeye getiriliyordu. Bazı yalaka ve yalama yorumcular, “ABD’de, sayısız Think-Tank kuruluşları var. Bunlar özel sektör niteliğindedirler. Ücret mukabili çalışır, senaryolar üretirler, Hudson raporunun pek o kadar ciddiye alınmaması icab eder” diyordu. Ama bunların, ABD’nin gizli Derin Devleti olan Siyonist Yahudi Lobilerinin güdümünde olduğu gizleniyordu.
Zira ABD’de devlet politikaları, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi doğrudan devlet kuruluşlarınca üretilmiyordu. Dış politika ve askerî stratejiler bile ABD’de önce bu işlerle uğraşan sivil ve Siyonist vakıf ve derneklere ihale ediliyordu. Bize çözüm üretin deniyor, her Think-Tank kuruluşu raporunu hazırlıyor, konu ordu ile ilgili ise Pentagon bunları inceliyor, maksadına uygun gördüğü senaryoyu kabul ederek uygulamaya koyuyordu.
Ama üretilerek kesinlik kazanan ve uygulamaya hazırlanan senaryolara karşı, “efendim bunlar özel sektörün hazırladığı önemsiz senaryolardır. Biz bunları pek ciddiye alamayız” diye bu projeleri göz ardı edenler yanılıyordu. Meselâ, Morton Abromowitz’in başında bulunduğu, Carnegie-Endowmend Vakfı’nın düzenlediği senaryo, diğer öneriler karşısında isabetli bulunuyor, ABD’nin Ortadoğu ülkelerindeki siyasi ve askerî aksiyon ve operasyonları, harfiyen bu senaryo uygulanarak hayata geçiriliyordu. Hatta Birinci ve İkinci Körfez Savaşları, Irak’ın işgal edilip parçalanması ve Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani aşiretlerine bir kukla devlet kurdurulması, bu senaryoların uygulanmasıyla ortaya çıkıyordu.
Yeni Şafak’tan Derin ABD’nin yerli avukatı ve şimdi AKP’nin Akil adamı Ali Bayramoğlu, bu olayı saptırmak için şunları ortaya atıyordu:
Düşünelim ve soralım:
1. Türk Silahlı Kuvvetleri teröre destek verdikleri gerekçesiyle Barzani ve Talabani'yle görüşmeyi, siyasetçilerimize adeta men eden bir tavır takınmamışlar mıydı? Bu durumda Talabani'nin yakını ile iki tuğgeneralin aynı masada oturup, üstelik inanılmaz şiddet senaryoları tartışması ne demektir, nasıl açıklanır?
2. Bu Türk askerinin dolaylı olarak Talabani'yle görüştüğü anlamına mı gelmektedir? Türk Silahlı Kuvvetleri bu konuda bir açıklama yapacak mıdır?
3. Nasıl olur da resmi görevliler, askerler, senaryo bile olsa, seçimleri dizayn edecek, siyasi iktidarı hedef alan bir tartışmanın içine katılmaktadır?
4. Nasıl olur da iki General, AK Parti'ye yarayacak diye PKK'lı yöneticilerin teslim edilmesine itirazı onaylamıştır? Terörün AK Parti'nin zayıflamasıyla ilişkilendiren en hafif tabiriyle akıl almaz bu durum nasıl açıklanacaktır?
5. Asker kimi gerginlik ve kriz politikaları yürütmekte ve bunu ABD'li kimi resmi aktörlerle mi tartışıp planlamaktadır?
6. Bu toplantının dışarıya sızması ve sızdırılması, toplantının kendisi kadar önem taşımaktadır. Zira soru şudur: Askerle dirsek teması halinde olan bir Amerika ile bu ilişki ve düzenini bozmak isteyen diğer Amerika karşı karşıya mıdır?
Soruları yanıtlanmalı ve eğer varsa bir oyun, bozulmalıdır…”[2]
Aynı Gazetenin aynı günkü nüshasında, aynı yerden talimat almışçasına İbrahim Karagül de şunları soruyordu:
1- Bu çevrelerin birkaç yıldır hükümete karşı başlattıkları savaş Türkiye'den mi yönetiliyor? Karşılığında neler veriliyordu?
2- “Türkiye'ye İslamcı Cumhurbaşkanı!” ya da “Türkiye şeriata mı gidiyor” şeklindeki yazıları kim yazdırıyordu?
3- Zeyno Baran'ın Newsweek dergisindeki darbe senaryosu Türkiye'de mi hazırlanıyordu?
4- Neoconlar ve İsrail’e bağlı adamlar aslında daha çok Türkiye'de mi bir yerlere çalışıyordu?
5- Bu ortaklığın niteliği nedir ve söz konusu işbirliği ile Orgeneral Büyükanıt'ın güvenlik değerlendirmeleri birlikte ele alındığında nasıl bir sonuç ortaya çıkıyordu?
6- 28 Şubat, Neocon/İsrail aşırı sağının yönettiği bir müdahaleydi. İslamcılar üzerinden bir sistem revizyonu yapıldı. Aynı çevreler, bu sefer Kürt milliyetçiliği üzerinden yeniden bir sistem revizyonu mu yapıyordu?
Şimdi İbrahim Karagül gibilere biz de şunları soralım,
a -Madem 28 Şubat’ı ABD Neoconları ve İsrail ajanları yaptırdı (ki öyledir), neden bu kahraman AKP asker ve sivil figüranlarla uğraşıp, asıl baronlara selam duruyor ve saygı sunuyordu?
b - Madem Kürt Milliyetçiliğini, aynı Siyonist merkezler kızıştırıyordu, bugün o doğrultuda hareket eden Erdoğan ve ekibi de Neoconların ve İsrail uzantılarının hizmetçisi mi oluyordu?
c – Kuzey Irak yönetimiyle masaya oturmak o gün yanlıştı da, bugün Barzani'ye resmen devlet muamelesi yapan AKP iktidarını bu denli savunmanızın altında ne yatıyordu? 
7- Türkiye, ABD tarafından Kuzey Irak yönetimiyle masaya oturtuldu da bizim mi haberimiz olmuyordu?[3]
Siyonist Güçlere fikri mahkûmiyet ve fiili esaret tuzağına ve aşağılık kompleksine kapılmış Mahir kaynak gibileri “Türkiye’de Milli ve haysiyetli bir hareket olmayacağına” inanıyor ve şunları söylüyordu:
Gerçekte bakış açınız temeldeki bir sorunun da cevabı olacaktır. Dünyadaki olaylar aşağıdan yukarıya doğru mu belirlenmektedir? Yani bireysel davranışlar üst üste toplanarak genel gidişi mi belirlemektedir, yoksa olaylar yukarıdan aşağıya doğru mu gerçekleşmektedir? Yani bireysel davranışlar genel eğilimin bir yansımasından mı ibarettir? Bireyler, buna her düzeydeki politikacıları da dâhil edebilirsiniz, belirleyen değil belirlenen midir? Benim modelim yukarıdan aşağıya doğrudur. Mesela seçim sonuçlarını tahmin etmek için otobüslerle halkın nabzını yoklayan medya mensuplarını çok yararsız bulurum. Seçim sonuçlarını tahmin etmek için ‘Nasıl bir sonuç öngörülüyor?‘ Sorusuna cevap ararım.Ders verdiğim yıllarda, yirmi yıla yakın bir süre önce, öğrencilerime ‘Güçlü, büyük ve müreffeh bir Türkiye’de yaşayacaksınız, keyfini sürün ama bunu biz yaptık demeyin. Çünkü ülkemizde bunu hayal eden bile yok’derdim. Aynı şeyi düşünüyorum.[4]
Ama Genelkurmay’ın basın açıklaması bunların suratlarına şamar gibi patlıyordu:
13 Haziran 2007 tarihinde ABD'de, bir düşünce kuruluşunda yapılan çalışmada ortaya konulduğu iddia edilen bir senaryo, ülkemizde geniş şekilde tartışılmakta, toplantıda TSK personelinin de bulunmuş olması öne çıkarılarak, senaryonun TSK ile ilişkilendirilmeye çalışıldığı ibretle ve üzüntüyle izlenmektedir. Genelkurmay Başkanlığınca, bu tartışmaların boyutlarını ayrıntılı olarak saptamak ve yaratılan bu ortamın arkasındaki aktörlerin gerçek yüzlerini ve niyetlerini ortaya çıkarmak maksadıyla, özellikle başlangıçta bir açıklama yapılmamış, beklenilmiş ve olayın yeteri kadar tartışıldığı sonucuna varılarak bir açıklama yapılmasına karar verilmiştir. Konu tüm ayrıntıları ile araştırılmış ve aşağıdaki sonuçlara varılmıştır:
1. 04 Haziran 2001 tarihinde kurulmuş olan Genelkurmay Stratejik Araştırmalar ve Etüd Merkezi (SAREM) Başkanı, diğer ülkelerdeki benzerlerinin yaptığı gibi bazı düşünce kuruluşlarının yapısı ve çalışma yöntemleriyle ilgili bilgi alışverişinde bulunmak amaçlı olarak, çok daha önceden planlı bir ziyaret çerçevesinde 11-16 Haziran 2007 tarihleri arasında ABD'de bulunmuştur. Bu ülkedeki beş ayrı düşünce kuruluşunu ziyaret kapsamında, anılan düşünce kuruluşu da ziyaret edilmiştir. Ancak bu ziyaret kesinlikle yapılan toplantı ile ilgili değildir. Önemli bir gazetenin ABD muhabirliğini yapan ve bu konuda yeterli tecrübesi olması gereken bir muhabirin bu olayı saptırır tarzda haberler yapması, TV kanallarında yanlış yorumlarda bulunması maksatlı bir girişim olarak görülmüştür. ABD'yi ziyaret eden SAREM Heyeti, diğer düşünce kuruluşlarına yaptığı planlı ziyaretler nedeniyle, anılan kuruluşa öğle yemeğine yakın bir zamanda gidebilmişler ve söz konusu toplantının yemekten önceki son kısmına çok kısa süreli olarak ve izlemek amacıyla katılabilmişlerdir. Bu süre içinde, habere konu olan senaryo ile ilgili hiçbir konuşma olmamış ve ziyaretçi durumunda olan SAREM üyeleri hiçbir yorumda bulunmamışlardır. Daha sonra yemeğe geçilmiş, yemek ve sonrasında iki düşünce kuruluşunun çalışma şekilleri üzerinde bilgi alışverişinde bulunulmuştur.
  SAREM Heyetinin ABD'ye yapacağı ziyaret kapsamında diğer düşünce kuruluşlarıyla olduğu gibi bu kuruluşla da temas kurularak genel anlamda ziyaret programı üzerinde mutabakat sağlanmış, ancak hiçbir şekilde söz konusu toplantı için, senaryoyu da içeren bir davet alınmamıştır. Ayrıca anılan toplantıda bir Kürt grubun liderinin oğlunun da bulunması tamamen bir tesadüf olup, SAREM Heyetinin bu kişiyle hiçbir şekilde teması olmamıştır.
2. Washington Silahlı Kuvvetler Ataşesi, yapılan toplantıya şifahi bir şekilde davet edilmiştir. Ataşeliğe toplantı öncesi senaryo ile hiçbir bilgi ve belge verilmemiştir. Ataşe bu toplantıya Genelkurmay Başkanlığının izni ile katılmıştır. Bu katılım, ataşelerin doğal görevlerinden biridir ve toplantı sonuçları Genelkurmay Başkanlığına raporla bildirilmiştir.
3. Toplantının asıl tartışılacak kısmı olan; "Irak'a Yapılacak Müdahaleye Muhtemel Tepkiler" konulu çalışma iki saat süre ile devam etmiş, bu süre boyunca askeri ataşemiz, Türkiye'nin Irak'a yönelik bilinen görüşleri dışında hiçbir ifade kullanmamıştır. Toplantıyı gündeme taşıyan basın mensubu tarafından iddia edilen: "Türkiye'ye teslim edilmesi düşünülen teröristlerle ilgili haber" tamamen hayal ürünü olup, yalanı yalanla örtme ve hedef saptırarak kurumları karalama amacını taşımaktadır. O nedenle bu konu, söz konusu gazetecinin açıklık getirmesi gereken bir husus olarak görülmektedir.
4. Yukarıda özetlenen gelişmeler, Hudson Düşünce Kuruluşu yetkilileri tarafından yapılan müteaddit açıklamalarla da doğrulanmıştır. Ancak, toplantıda ele alınan asıl konunun değil de söz konusu hayali senaryonun geniş şekilde tartışılması, bu olayın bazı odaklar tarafından bilinçli olarak tırmandırıldığı izlenimini vermektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından da kabul edilmesi mümkün olmayacak böyle bir senaryodan yola çıkılarak yapılan açıklama ve yorumların hangi amaca hizmet ettiği, üzerinde düşünülmesi gereken bir husus olarak değerlendirilmektedir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Vatanın bağımsızlık ve bekası ve TSK’nın saygınlığı konusunda böylesine net ve mert tepkiler koyan E. GKB Yaşar Büyükanıt’ın daha sonraki yıllarda suskunlaşması dikkat çekiyordu. Hatta Bolu Milletvekili Tanju Özcan mecliste: Başbakan Erdoğan’la, Büyükanıt’ın Dolmabahçe Sarayındaki meşhur özel görüşmesinde; “Ergenekon davasında sanıklar aleyhine gizli tanıklık yapması karşılığında, kendisinin soruşturma ve tutuklama dalgalarından kurtulacağı” teklif ve tehdidiyle hizaya sokulduğu iddialarını gündeme taşıyordu. Ve zaten Sn. Başbakan’ın “Bu görüşmelerde ele alınan konular bizimle mezara gider” şeklindeki açıklamaları, her ikisinin de özel sırları ve karşılıklı hasıraltı edilmesi gereken “dosya”ları bulunduğu yorumlarına neden oluyordu. Bunlar doğruysa, en tepedeki insanların bile, gizli ve kirli dosyalarıyla biri birine şantaj yaptığı bir ülkeyi hangi akıbetler bekliyordu?
Hudson-Ümraniye Hattı: Muzaffer Tekin’in ilginç bağlantısı kafa karıştırıyordu
 Akın Birdal'ı vuran Semih Tufan Gülaltay'ın yolu, emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin ile kesişiyordu. Tekin ile Gülaltay'ın bazı planlar yaptıkları telefon dinlemelerinde ortaya çıkıyordu. İnsan Hakları Derneği eski Başkanı Akın Birdal'ı vuran Semih Tufan Gülaltay'ın yolunun, emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin ile kesiştiği anlaşılıyordu. Gazeteport'un haberine göre, Gülaltay hakkında hazırlanan soruşturmada müşteki olarak ifade veren Feride Esra Gökçimen, ikilinin geçmişe dayanan ilişkileri hakkında çarpıcı bilgiler veriyordu. Gökçimen, Gülaltay'ın Tekin'e 'Komutan' diye hitap ettiklerini belirterek:"Danıştay saldırısının olduğu gün, Veli Kılıç beni arayarak, 'Söyleyeceğim isimleri not al ve bunları www.ulusalbirlikkomitesi.com isimli siteden sil. Bu acil bir durum. Bunları bu gece mutlaka sil' dediğini söylüyordu. Bu isimler Muzaffer Tekin, Savaşhan Tosunoğlu ve Mahmut Aydın'dı." Örgütün telefonlarını dinleyen polis, ikili görüşmelerde kanlı eylemlerden bahsedildiğini ve hedefte önemli 5 kişi olduğu bilgisine ulaşıyordu.
MİT bağlantılı emekli yüzbaşı, Teğmen Hıristiyan olmuştu!?
Danıştay baskınında "kilit isim" işaret etmekle görevli olan Zekeriya Öztürk, Ümraniye'de ele geçirilen patlayıcılarla ilgili olarak gözaltına alınıyordu. MİT bağlantılı Öztürk, Teğmen iken Hıristiyan olmuştu. Yüzbaşı rütbesindeyken de paranoyak tavırları ve davranış bozuklukları nedeniyle TSK'dan istifaya zorlanarak emekli olması sağlanıyordu. Danıştay saldırısında "kilit isim" olarak sunulan Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin, Danıştay baskınının akşamı Fenerbahçe Orduevi'nde İsmail Paker, Zekeriya Öztürk ve devre arkadaşı Rafet Aslan'la yemekte iken, eşinden gelen telefonla arandığını öğreniyordu. Tekin teslim olmak istiyor ancak Öztürk ve İsmail onun çevresini sarmalayıp teslim olmasına izin vermiyordu. Hatta Öztürk, Muzaffer Tekin'in kimlik kartını alıyor, Avukat Ertaç Giray'a vekâletname vereceğini söylüyordu. Av. Giray teslim olması gerektiğini belirtiyor, Öztürk ve Paker de Tekin'i esrarengiz bir kaçak durumuna düşürmek istiyordu. Ertaç Giray'ın Eski MİT Kontrterör Dairesi Başkan Vekili iken istifa ederek ABD'ye kaçan ve halen Princess Otellerinin güvenlik sorumlusu olan Mehmet Eymür'ün avukatı olması dikkat çekiyordu. Ayrıca Giray, Zekeriya Öztürk'ün de avukatlığını yapıyordu. Öztürk, Danıştay baskının ardından Vatan gazetesine verdiği bir demecinde de 'Şemdinli olaylarından Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sorumlu olduğu' imasını içeren beyanda da bulunuyordu.
Senaryolar Hudson’da mı Ümraniye’de mi yazılıyordu?
Hudson adlı think-tank kuruluşunda çeşitli senaryolar üzerinden Türkiye-ABD ilişkileri "B Planı" çerçevesinde tartışılıyordu. Türk askerlerinin de katıldığı toplantıyla ilgili birkaç gün aradan sonra Genelkurmay yukarıda verdiğimiz açıklamayı yapıyor ve haberi duyuran gazeteci Yasemin Çongar’ı yalanlıyordu. Ümraniye’de bir gecekonduda 18 adet MKE yapımı el bombası, el bombalarına ait kutu içinde 18 adet fünye, DM41 NATO standardı tabir edilen 7 adet el bombası ve iki adet Alman el bombası ele geçiriliyor, Gazetelere göre, Ümraniye’deki gecekonduyla irtibatlandırılan emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’in evinde yapılan incelemede de TSK’da 2003’ten bu yana yapılan atamaların listesi bulunuyordu. Tekin’in, "Son olaylar ve AK Parti" başlığı altında yaptığı çalışmaları, TSK’da bir komutana gönderdiği iddia ediliyor, "Master plan ön çalışması" adlı bir rapor da ele geçiriliyordu. Raporun amacı, "tam bağımsız, milli devleti yeniden yapılandırmak"! (Acaba Türkiye’de emperyalizme karşı oluşan Milli ve haysiyetli cephe, böylesi kirli şebekelerle yozlaştırılmak ve imajı bozulmak mı isteniyordu?)
El konulan bilgisayar ve dokümanlardan çıkan bilgilere dayandırılan iddialara göre, Tekin ve arkadaşları AKP aleyhinde dosyalar hazırlıyor, "fişleme" yapıyordu. Ayrıca, dokümanlar içinde birilerine servis yapıldığı izlenimi veren belgelere de rastlanıyordu. Tekin ve birkaç emekli subay tutuklanıyor, Ümraniye’de bulunan bombalar, Danıştay cinayetiyle irtibatlandırılıyordu. Hudson’da ve Ümraniye’de bunlar olurken; hemen her gün şehit cenazeleri kaldırılıyor, MGK toplanıyor, Başbakan ve Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı’nı ziyaret ediyorlar, ABD Büyükelçisi de Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’i ziyaret ediyor, ardından Şener Cumhurbaşkanı’na gidiyordu. Daha sonra AKP’den ayrılacak ve Recep T. Erdoğan’ı çok ağır şekilde suçlayacak olan, ama Erbakan’a hıyaneti birlikte planlayan Abdüllatif Şener hem büyükelçi, hem de Cumhurbaşkanlığı ziyaretinin Başbakan’ın bilgisi dışında gerçekleştiğini söylüyordu. O zaman da insan sormadan edemiyordu: Bu ne biçim iktidardı ve Türkiye nereye sürükleniyordu?


[1] Bak: Adnan Öksüz, Milli Gazete
[2] 19.06.2007 / Yeni Şafak
[3] 19.06.2007 / Yeni Şafak
[4] 19.06.2007 / Star

İkinci Abdülhamid neden Hamidiye Alaylarını kurmuştur?




 


Geleceği düşünmeyen insan, yakın zamanda üzüntüyle karşılaşacaktır..
Konfiçyus


Sorularla Osmanlı





Çoğu basit sebeplerle başlayan Doğu Anadolu’daki isyanların Osmanlı Devleti’ni yıkmayı hedefleyen dış güçler tarafından tahrik edildiğinin II. Abdülhamid farkına varmıştır.

Gerçekten İngiltere bütün istihbarat gücüyle 1806 yılından itibaren bölgede faaliyete başlamıştır. Bütün hedef, Ermenilere ve Kürtlere birer kukla devlet kurdurtmaktır.

1918’de Irak’ta Şeyh Mahmûd’a kurdurttukları kukla devlet de bu maksada matuftur. Rusya’nın bu bölgedeki yıkıcı faaliyetleri fiilen 1805 yılında başlamıştır.

Bu bölgelere atadığı konsoloslar, fiilen birer casus gibi çalışmışlardır. 1880’deki Rum isyanı tamamen Rusların tahriki ile başlamıştır. Bu arada Fransa, Amerika, İran ve özellikle Musevilerin de yıkıcı rolleri mevcuttur.

Bölgenin her şehrinde birer istihbarat merkezi gibi özel okullar açmaları ve hem Ermeni hem de Kürt isyancıları buralarda eğitip korumaları, bu tahrik edici faaliyetlerin başında gelmektedir.

Dış güçlerin bu bölücü hareketlerini gören II. Abdülhamid, çareyi İslâm kardeşliğini bölgede takviye etmekte bulmuştur.

Bu gaye ile 1891 tarihli Nizâmnâmeye göre, Şark’ta Osmanlı Devleti’nin İslâm kardeşliği politikasını Müslüman halka anlatmak; Ermenilerin oyunlarına gelmemek; merkezî otoriteyi tekrar temin etmek ve o bölgedeki insanları gönüllü vatan müdafileri olarak istihdam etmek gayeieriyie Hamidiye Alayları denilen mahallî askerî kuvvetleri tesis ve teşkil eylemiştir.

Subayları Kürd Beylerinden ve çocuklarından seçilen, Hamidiye Süvari Alayları, sadece kendi alaylarında geçerli olmak üzere askeri rütbeleri de kullanıyorlardı; ancak en yüksek rütbe albaylık idi.

Doğu Anadolu’da Müslüman köylüyü koruyacak olan bu alayların kurulması sebebiyle Avrupa Devletleri kıyamet kopardılar. Ancak 1908 yılında İttihâdcılar tarafından resmen ilga edilinceye kadar devam etti.

Gerçekten bugün Doğuda Müslüman halk yaşıyorsa, hayatlarını Abdülhamid’in bu siyâsetine borçlu olduklarını tarihçiler açıkça ifade etmektedirler.

Hamidiye alayları ile takviye edilen İslâm Birliği, I. Dünya Savaşına kadar ve hatta 1925 tarihinde başlayan Şeyh Said isyanına kadar tesirini icra etmiştir163.
 
Kodaman, Sultân II. Abdülhamid Devri Doğu Anadolu Politikası, sh. 34 vd.;
Yıldız, Zekeriya, Kürt Gerçeği, Olaylar, Oyunlar ve Çözümler, İstanbul 1992, sh. 73-87;
Akgündüz, Güneydoğu Meselesi ve Çözüm Yolları, sh. 12 vd.
 
Kaynak : Prof.Dr. Ahmet Akgündüz - Sorularla Osmanlı


SORULARLA OSMANLI Ermenilerin Sultân Abdülhamid’i öldürmek üzere planladıkları Bomba Olayının aslı ve esası nedir?

 
 
Sorularla Osmanlı
 


II. Abdülhamid, Osmanlı Devleti’ni sadece büyük devletlere karşı değil, onların kuvvetinden yararlanmak isteyen iç ve dış fesad şebekelerine karşı da korumak durumundaydı. 1895 ve 1896 yıllarında İstanbul’da çıkarılan ve Ermeni Patriği İzmirliyan tarafından tahrik edilen Ermeni Patırtıları, Abdülhamid’in kararlı tutumu ile bastırılınca, Ermeni Komitacıları, bu sefer II. Abdülhamid’in canına kastetmişlerdir. Maalesef onlara bu konuda yardım edenler, 1897’de Osmanlı ordusu karşısında perişan olan Yunanlılar, Filistin’den istedikleri toprakları elde edemeyen Yahudiler, Rumlar ve en acı olanı da Ermeni Katili diye Abdülhamid’i tenkid eden bazı İttihâdcılar’dır.
Ermeni komitecileri, Ermeni davası ile alakası olmayan Belçikalı profesyonel terörist Jorris’le İsviçre’de anlaşmışlardır. Turist sıfatıyla İstanbul’a gelen Jorris, Cuma Selamlığını fırsat bilerek, Yıldız Camii çıkışında, bombasını patlatmak ve Padişahı öldürmek üzere hazırlık yapmıştı. Ancak Şeyhülislâm Cemâleddin ile bir iki dakika konuşması, bombanın Padişah henüz caminin basamaklarında iken patlamasına sebep oldu ve kurtuldu. Olayı yaşayan bir İngiliz Komutanının ifadesiyle, Abdülhamid, soğukkanlılıkla ve sakin bir yüz ile olayı yatıştırdı ve kendi kullandığı araba ile Saray’a döndü (21 Temmuz 1905).
Bazı zâlim kalemler, Abdülhamid’e akla gelmez iftiralar ederken, Osmanlı Devleti’ni yıkmak için uğraşan ve bu gaye ile kendilerine engel gördükleri II. Abdülhamid’i öldürme planları kuran ve saltanatının son günlerine doğru 9 Temmuz Bomba Olayı diye meşhur olan suikast planını hazırlayan Ermeniler hakkında ise şu ifadeleri kullanmaktadır:
"Nihayet, hakikat tamamıyla meydana çıkarıldı. Osmanlı Milletini Abdülhamid’in zulmünden kurtarmak için bu kahramanca hareketin Ermeni vatandaşlarımız tarafından icra olunduğu anlaşıldı. Bombanın Jorris ve arkadaşları olan Ermeni vatandaşlarımız tarafından bin türlü müşkilât ile hazırlandığı ve Cuma günü Selâmlık resmi âlîsi icra olunduğu sırada Abdülhamid’i temaşaya gelen ziyaretçi arabaları ile beraber Cami yakınına getirildiği...".
Bu satırları, Osmanlı vatandaşı olan Ermenilerin dahi kaleme alacağını tasavvur etmek mümkün değildir. İnsanın siyasi hırs yüzünden tarihine ve geçmişine bu kadar düşman olması da, asla düşünülemez.
 
Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, c. I, sn. 601-603;
Osmanı Nuri, Abdülhamid ve Devri Saltanatı, Hayâtı Husûsiyye ve Siyâsiyyesi, c. III, sh. 11-35.
 
Kaynak : Prof.Dr. Ahmet Akgündüz - Sorularla Osmanlı


SORULARLA OSMANLI II. Abdülhamid, Filistin’de bir Yahudi Devleti’nin kurulmaması için ne gibi tedbirler almıştır?




II. Abdülhamid,
Filistin’de bir Yahudi Devleti’nin kurulmaması için ne gibi tedbirler almıştır?
İsrail Devleti’ni kendi zamanında engellediği doğru mudur?


Yüce Ecdadımız, Yahudilerle olan münasebetlerinde, Kur’ânın şu düstur ve ikazını gözden uzak tutmamıştır: "Andolsun ki, Yahudilerle Müşrikleri, mü’minlere düşmanlık bakımından insanların en şiddetlisi bulacaksın".

Osmanlı Devleti başta olmak üzere bütün Müslüman Türkler’in ezelî düşmanları, daima lehimize olan ve iftihar vesilesi kabul edilmesi gereken tarihî hakikatleri ters çevirerek aleyhimize kullanmışlar ve tarihi maalesef tahrif etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin Filistin’le olan alâkaları da bunlardan biridir. Osmanlı Devleti’nin Filistin topraklarında uyguladığı, hukukî ve siyasî nizâmı bilmeyenler, Arap dünyasının üzerine çökmüş olan bütün felâketlerin Osmanlı hâkimiyetinin kötü bir yadigârı olduğunu savunmaktadırlar. Halbuki vak’a tam tersidir.

Yahudiler, Siyonizm’in kurucusu olan Theodor Herzl başkanlığında İsviçre’nin Basel Şehrinde I. Siyonist Kongresi’ni toplamışlardı. Yahudi bankerler ve zenginler, Yahudi Devleti kurmak için seferber edilmişlerdi.

Avusturya Büyükelçisinin tavassutu ile Herzl 19.5.1901’de Abdülhamid tarafından kabul edildi. Herzl, 1492 yılında İspanya ve diğer Avrupa ülkelerinden Yahudi göçmenlerin Osmanlı Devleti tarafından kabul edildiğini hatırlattı ve Filistin’e yerleşmek istediklerini masumca izah etti. Eğer bu teklif kabul edilirse, Osmanlıya sadık vatandaş olacaklarını ve Osmanlı Devleti’ne milyonlarca altın yardım edeceklerini bütün dünya Yahudileri adına teklif etti. Bir gazetecinin cihan sultânına yaptığı bu çirkin teklifi şiddetle reddeden Abdülhamid, Ermenilerden sonra Yahudileri de karşısına aldığını biliyordu. Kuvvetle Filistin topraklarına yerleşmenin imkânsızlığını gören Yahudiler, reisleri Theodor Herzl’i (18601904) bizzat Padişah’a göndererek, Osmanlı’ya karşı para silâhını kullansalar da, Padişah’tan aldıkları cevap bu silâhın da teptiğini göstermektedir:

"Ben bir karış dahi olsa toprak satmam; zira bu vatan bana değil Osmanlı milletine aittir. Milletim bu toprakları kanlarını dökerek kazanmışlardır. Ne ile aldıysak onunla geri veririz".
Osmanlı Devleti, Yahudiler’in bu topraklara yerleşme arzusuna karşı çok önemli hukukî tedbirler almıştır. Biz bunları kısaca zikredecek ve özellikle misâl olmak üzere II. Abdülhamid’in bir iradesi üzerinde duracağız.

Birincisi: Osmanlı Devleti Yahudiler’in bu topraklara sığınmaması için evvelâ Filistin topraklarının hukukî statüsünü 18 Recep 1287/ 1871 tarihli İradei Seniyye ile bu araziyi mîrî yani devlet arazisi haline getirmiştir. Ancak % 20’si yine mülk arazi şeklinde devam ettiği için Yahudiler bu kısımdan koparabildiklerine yerleşebiliyorlardı. İkinci Abdülhamid tahta geçer geçmez 25 Rebiülâhir 1308/1883 tarihli iradesini neşretti: Bu hukukî düzenleme ile Filistin Arazîsi hakkındaki muhtemel kanunî boşlukları doldurarak Yahudiler’e mülk satışını dolaylı olarak engellemiş bulunuyordu. Bir taraftan da hazinei hâssadaki şahsî mal varlığıyla Filistin’de mümkün olduğu kadar çok toprak satın alarak bu kapıyı kapamaya gayret gösteriyordu.

İkincisi: Alınan tedbirlere rağmen Filistin arazisine olan Yahudi akını tam önlenemeyince II. Abdülhamid Sadaret’in ve Meclisi Mahsûs’un basiretsiz ve ileriyi göremeyen rapor ve mazbatalarına rağmen Yahudi meselesini önemli ölçüde çözecek bir İrâdei Seniyye neşretmiştir.

İçlerinde Ahmed Cevdet Paşa’nın da bulunduğu Sadrazam Muhammed Salih Kâmil paşa başkanlığındaki Meclisi Mahsus, Filistin topraklarındaki Safed kazasına turist olarak gelen 400 ve Hayfa’ya gelen 40 Yahudi’nin Osmanlı tâbiiyyetine alınması yolundaki mazbatalarını 20 Zilhicce 1308/14 Temmuz 1307/1891 tarihinde Sadarete arz ederler. Sadaret de bu mazbatayı aynı tarihli ve Kâmil Paşa imzalı bir Tezkere ile Padişah’a takdim eder. Padişah Abdülhamid ise fevkalâde bir basiret ve ileri görüşlülükle konuyu 21 Zilhicce 1308 (15 Temmuz 1307 (1891) tarihli İradesiyle vuzuha kavuşturur.

Bu tarihî belgede, Filistin topraklarına yerleşmek isteyen

Yahudiler’e şu gerçeklerle karşı çıkıldığı anlaşılmaktadır:

a)  Yahudiler’in Kudüs başta olmak üzere Filistin topraklarına toplanmaları ve orada yerleşmek istemeleri, bir Yahudi Devleti kurma amacını gütmektedir. Buna engel olmak kesinlikle şarttır. Zaman, Osmanlı Devletini ve onun basiretli Padişahını haklı çıkarmıştır.

b)  Osmanlı toprakları her isteyenin yerleşebileceği boş topraklar değildir. Ya özel mülkiyet konusudur ya vakıf arazidir ya da devlet arazisidir. 1278 tarihli irade bu noktadan önem taşımaktadır.

c)  Kendilerini bütün âleme medenî milletler olarak ilân eden Avrupa’lıların memleketlerinden kovdukları Yahudiler’i Osmanlı ülkesine almanın haklı bir gerekçesi ve mânâsı yoktur. Hiçbir hukuk kaidesi ve insanlık da bunu gerektirmez.

d)  Osmanlı ülkesinde asırlar boyu gözetlenen Ermeniler Devletin başına belâ olmuştur. Ortada bir Ermeni fesadı varken, bir de Yahudiler’i kabul etmek devletin geleceği açısından tehlikelidir.
Gerçekten I. Dünya Savaşı ve onu takip eden tarihlerde Yahudiler, en az Ermeniler kadar fesada sebep olmuşlar ve Ulu Hakan Abdülhamid’i bu sözünde haklı çıkarmışlardır.
Bütün bu sebeplerle artık hiç bir Musevî Osmanlı vatandaşlığına alınmayacak ve Yahudiler’in Osmanlı ülkesine yerleşmelerine asla müsaade edilmeyecektir.

Üçüncüsü: II. Abdüihamid bununla da yetinmeyerek başta Filistin toprakları olmak üzere bütün Osmanlı Devleti topraklarında Yahudiler’e toprak ve mülk satışını yasaklamıştır.

Dördüncüsü: II. Abdülhamid’in taviz vermediğini gören Yahudiler, üyeleri olan Emanuel Karaso eliyle Yahudilere mülk vermek için rüşvet aldılar. Ancak sonradan İttihat ve Terakki hükümeti tarafından çok zor anlaşılan II. Abdülhamid’in haklı siyâseti kısmen devam ettirilerek, 29 Şevval 1332/7 Eylül 1330 tarihinde (1911 Tarihinde) "teb’ai ecnebiyye"nin Arazî Kanunu’nun hakkı karâr ve ihya’ı mevâtı (ölü toprakların ihyası)na ait 78. ve 103. maddeleri hükümlerinden yararlanamamalarına dair "Şûrayı Devlet Kararı" yayınlanmıştır. Böylece Yahudiler’in bu yolla da olsa Filistin topraklarına sığınmaları engellenmek istenmiştir.

Özetle, Filistin’i devlet garantisi ile koruyan Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakki ile zayıflayınca, Filistin davası da zayıflamış ve Osmanlı Devleti yıkılınca o dava da yıkılmıştır. Yahudiler de maalesef emellerine kavuşmuşlardır165.
 
Kur’ân, Mâide Sûresi: 82. Ayet;
BA, İrade-Meclisi Vâlâ, nr. 20714/14; 33356; 5276;
Karakoç, Serklz, Tahşiyeli Kavanin, 1/270271;
Öke, Mim Kemal, II. Abdülhamit, Siyonistler ve Filistin Meselesi, İstanbul, 1981, sh. 76 vd; 141-143
Kaynak : Prof.Dr. Ahmet Akgündüz - Sorularla Osmanlı


OSMANLI'NIN BİLİNMEYENLERİ








OSMANLI'NIN BİLİNMEYENLERİ

KIYAMET ALAMETLERİ









KIYAMET ALAMETLERİ

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...