MEKTÛBÂT-I RABBÂNÎ İ MÂM-I RABBÂNÎ AHMED-İ FÂRÛKÎ SERHENDÎ (RH)
07 Haziran 2018
Takdir ve Cüz’i İrade Hakkında Soru va Cevablar
Takdir ve Cüz’i İrade Hakkında Soru va Cevablar
1 -Cüz’i ihtiyârî’ye veya İradeye İnanmak imanın cüzlerinden midir?
Cevab: Evet. Kulun, her hayrı şerden ayırt etmesi ve hayrı yapmakla mağruıiyet ve enaniyete sapmaması için, cüzi irade imanın cüzlerinden sayılmıştır. Binaenaleyh cüzi İradeye, mesuliyetten kurtulmak için inanmak farz olmuştur. Kul İki şeye İnanmak mecburiyetindedir: Birincisi Allah Teâlâ’nın her şeyi yarattığına, İkincisi kulun cüzi iradesine.. İzahı gelir.
2-Mademki Allah Teâlâ her şeyi yaratır; şerri de yaratır demektir. O’nun şerri yaratması, şer değil mİ?
Cevab: Ekmel-ul-ulemâ’nın dediği gibi, halk-ı şer, şer değil; kisb-i şer, şerdir. Nazarımızda cüz’î bir şer, Allah Teâlâ’nın nazarında küllî bir hayrı kuşatabilir. Binaenaleyh Allah Teâlâ’nın şerri yaratması, şer değildir. Mesela hâkim’in hırsızın elini kesmesi şer değildir; şer, hırsızın hırsızlık etmesidir. Mademki Allah Teâlâ kulunu yaratmış, ne gibi şerleri işleyeceğini de bilmiştir. Bizce bu hikmet gizlidir.
Bir nakışçının çirkin nakşı işlemesi, çirkinlik değil; çirkinlik nakşın nefsindedir. Bir fotoğraf makinasının kişinin fotoğrafını çirkin çekmesi, makinanın çirkinliğini değil, fotoğrafı çekilenin çirkinliğini ortaya koyar. Kader-i İlâhî de böyle.
3-Hiçbir suçu olmadan, belaya tutkun kimseler bulunuyor. Allahın bunları böyle sakat yaratmasında ne gibi hikmetler vardır? Sonra sakat doğan çocuğun suçu neymiş?
Cevab: Kainattan bir zerreyi ele alıp, her şeyi ona kıyas etmek doğru değildir. Bir hâkim nazarımızda suçsuz bir kimseyi kâtil diye hapsederse, her ne kadar açıkta kâtil değilse bile muhakkak gizli bir katlin suçundan dolayı hapsetmiştir. Dolayısiyle hâkimin hapsetmesi zulüm değildir. Böylece Allah Teâlâ’nın, kati işleyebilecek bir kimsenin elini koparması da zulüm değildir. Allah Teâlâ ilm-i ezelîsinde kulun nasıl yapacağını bilir. Bildiği gibi yaratır; bildiğim gibi değil.
Hem mesela bir hakîmin, nazarımızda ayağı sağlam olan bir kimsenin, kanser yahud kangren vardır demekle ayağını kesmesi çirkin değildir, zulüm de değildir; şefkatin ta kendisidir. Takdîr-i İlâhiye de böyle. Kaldı ki Allah Teâlâ’ nın, bir ferdi belaya tutkun olarak göstermesinde birçok hikmetleri vardır.
Mesela belaya tutkun olmayan kimsenin, nimetinin kadrini bitmesi’ böyle bir ferdin göstermesiyle başkasının ibret alması; ve o başkanın rahim ve şefkat denizlerini akıtması; ve böylece Allah Teâlâ’nın Kendi merhametini kulunun aklına getirmesi, birer hikmetlerdir. Soru soranın kıyası fâsiddir; külü cüz’e kıyas etmektir.
Mesnevî-i Nahîfi’den bir beyt:
Havf eder nişi hacamattan püser,
Müşfik iken şâd olur mâder peder,
Nimcan alır Huda yüz can verir,
Yâda gelmez lütfeder İhsan verir.
Çocuk, şırıngadaki ilaçtan, ilaçta gizlenmiş şifâdan habersiz olduğundan, iğneden feryad eder. Anası babası bundan haberdar oldukları için, şefkat ve merhametlerinden dolayı iğneyi zerkederler. Evet, Allah Teâlâ bazan kulundan yarım canı alır; yerine yüz can verir; hesaba sığmaz lütuf ve ihsanda bulunur, işte O’nun lütuf ve ihsanından bihaber kimseler, yukardaki soruyu sorarlar.
Hafızları görüyoruz. Zekalarını görüyoruz. Kendi kendimize deriz ki, hafızın gözü olsaydı, neleri bulacaktı.. Hafızın nazar günahından haberimiz yoktur.. O hafızayla Kur’an’ı ne kadar kolay ezberlediğinden haberimiz yoktur. El-Hâsıl hikmetini bilmek gerekir.
4-Mademki cüz’i ihtiyârî bir emr-i i’tibârîdir ve insanın elinde meylden başka bir şey yoktur, Mu’ciz-ul-beyan olan Kur’an neden insanların cüz’î iradesini hedef ederek ona büyük ehemmiyet vermiştir?
Cevab: Ekmel-ul-ulemâ’nın dediği gibi, kibrit çöpünün ateşi yok denilebilecek kadar az olduğu halde, bir mahalle değil, bir şehrin yakılmasına kâfi gelir. Cüz’î irade de, cüz kelimesiyle vasıflansa dahi haddizatında fayda ve zarar bakımından rolü çoktur. Demek tesiri vardır. Onun için insan dînen sorumlu tutulmuştur. Sonra insanın cüz’î iradesiyle sorumlu tutulmasında beşer ve İlâhî kanun müttefiktir. Kulun mağrûriyete kapılmaması için kendisine bir cüz’î irade verilmiştir. Allah Teâlâ Zülcelal Hazretleri, dünya ve ahirette faydayı celbetmeyi, zararı defetmeyi cüz’î iradeye bağlamış; Sünnetullah böyle câri olagelmiştir. Eğer kulun iradesi her yerde geçerli olsaydı, ne kimse hastalanır ve ne de kimse ölürdü. O zaman nizam bozulurdu.
5 -Cüz’i ihtiyâriye’nin varlığına delil var mı?
Cevab: Evvela cüz’î iradenin manasını bilmeliyiz. Cüz’î irade, küllî iradeden yani tabiî kanunlardan insanlara yönelmiş olan sebeblere mutabakat ve muvafakat göstermek veya göstermemektir. Herkes kendi nefsinde mutlak bir şekilde bu cüz’î iradeyi hisseder. Bunu hissettiği gibi, cüz’î iradesinin geçersiz olduğu yerleri de hisseder. Bu vicdânî delil olduğu gibi, ayet ve hadislere baktığımızda birtakım fiiller, kullara nisbet edilmiştir. Bu nisbet dahi naklen de cüz’î iradenin varlığına delildir.
6-Madem ki kader vardır,» Cenâb-ı Hakk benim kaderimde ne yazmış ise o olur; benim cüz’î irademin ne faydası vardır?
Cevab: Faydası veya zararı vardır ki ondan bahsedilir. Ekmel-ul -ulemâ’nın dediği gibi, kader Allah Teâlâ’nın ilminin bir çeşididir. İlim ise, olaylar nasıl olacaksa o oluşa öyle bağlanır. Yoksa olay meydana geldikten sonra ilmullah ona bağlanır demek değildir. Zira Hâlık’ın ilmi ezelîdir; geçmişi, şimdiki ve gelecek zamanları kuşatmıştır. Hâsılı ezelden ebede bakan bir ayna misalidir. Zira Allah Teâlâ’nın ilmi zamansızdır. Zaman ortadan kaldırılınca, dava hallolur, ilmullah aynası yukardan aşağı bakar, geçmiş ve gelecek her ne varsa kemâliyle içine alır. Binaenaleyh cebir yoktur. Kader manen der ki; “Ey insan, sen neyi taleb edersen, ben onu sana müyesser ederim.”
Şu kadar ki bazı yerlerde llm-i İlâhî, cüz’î irademize bağlanmıştır. Şu halde cüz’i ihtlyâriyemiz, kaderin var ve hakim olmasını takviye eder, iptal etmez. Şayet cüz’î irademizi iptal ederse, o zaman mes’uliyetimizi kaldırır. Halbuki kadere iman asla ruha sıkıntı vermez, bilakis rahatlık verir, insan bir cihetle bütün kainata alâkadar olduğundan, eğer kadere iman etmezse muvakkat ve küçük serbestiyetten dolayı, büyük bir yükü ruhun omzuna yükleyebilir.
Kadere teslim olmak o kadar lezzetlidir ki “Her kim ki kadere iman ederse, şübhesiz kederden emin olur” denilmiştir. Kalbinde kadere iman şubesini yıkan kimse intihar etmeye mahkumdur. Demek cüz’î irade insanı intihara götürür, işte akıl böyledir.. Kadere iman ise insanı intihardan kurtarır. En azından izzet zamanında, “kaderimdir” demekle; zillet zamanında “kaderimdir” demekle kul, rahata kavuşur; İzzetten dolayı mağrur olmaz; zilletten dolayı mağmum olmaz.
7-Allah beni veyahud seni, biz gelmeden evvel, iyi ve said mi yazmış; yoksa şakî ve kötü mü yazmıştır?
Cevab: Müslim ve Tirmizî ve başkasının da tahric ettikleri İmran bin Hasin’den gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e birisi sordu: Ya Rasûlallah, cennet ehli, cehennem ehlinden farklı olarak bilinmiş mi? Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
“Evet” buyurunca, “Öyleyse ne için amel edenler çalışıyor?” denildi:
‘’Çalışın.Herkese,ne maksadla yaradıldıysa onun için imkan verilmiştir.” buyurdu.
Yani saadet için yaratılanlara, hayrı işlemek imkanı; şakilere de şekâvet işleme imkanı verilmiştir. Bu imkanla kimi cennete iştiyakla iştihâlanır; kimisi de cehennem için.. Ben veya sen, kolaylıkla hayr işliyorsak, cennetliyiz; iştihalanıp şer işliyorsak cehennemliyiz. Demek her bir şahıs için de bu husus malumdur.
8 – Allah’ın bana yazdığı kaderi ben değiştiremez miyim?
Cevab: Hayır, değiştiremezsin.. Bu soruyu tevcih edenler ekseriyet ehli küfürden olur. Daha evvelden Hazreti Rasûl-u Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem’e, mücadelelerinde müşrikler bunu sormuşlardı. Dediler ki: “Kader yoktur, biz yaptıktan sonra kader yazılır. Amelimizi, hareketimizi Hazreti Vacub-ul-Vücud yazmamıştır.” Nitekim İmam Ahmed, Tirmizî, İbnu Mâce ve Müslim’in tahric ettikleri Ebî Hureyre’den gelen bir rivayette, Mekke müşrikleri Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e kaderde mücadele etmek İçin gelmişlerdi. Bunlardan kimisi: Biz kaderimizi değiştiririz; kimisi: Kaderimiz yazılmamıştır, dediler. Bunun üzerine Ra-sûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e şu ayet-i kerimeler inmiştir:
“Şübhe yok ki günahkârlar (dünyada) sapıklık ve (ahirette) çılgın ateşler içindedirler. O gün onlar yüzleri üstü ateşte sürüklenirler. (Onlara) Tadın cehennemin dokunuşunu (denilir). Şübhesiz ki Biz her şeyi bir takdir ile yarattık. Ve Biz’im emrimiz (başka değil) birdir, bir göz kırpması gibl(süratli)dir.” [Kamer,47-50]
Ayet-i kerîmedeki, günahkârlar kelimesinden murad,”Allah Teâlâ bizim kaderimizi yazmamış; kaderimizi değiştirebiliriz’’ diyenlerdir. Hadîs-i şerifte bunlara hüsamâ denilmiştir. Bunlardan kimisi, takdîri inkar eder; kimisi de açıktan inkar etmeksizin, kaderimizi değiştirebiliriz demekle inkar ederler. Böylelerine Kaderiyye ismi verilmiştir.. Demek Allah Teâlâ Zülcelal Hazretleri ilm-i ezelîsinde, her bir olayı muayyen bir vakte, sebeblere tâbi’ tutarak tesbit etmiştir. Kurân-ı Hakîm’de de bunu “Şübhesiz ki Biz her şeyi bir takdir ile yarattık.” buyurmakla beyan etmiştir.
“Kuvvetli mü’min, Allah’a zayıf mü’minden daha hayırlı, daha makbuldür. Ama her birinde hayr vardır. Sana fayda veren şeye çok gayret göster. Allah’tan yardım dile ve aciz Olma. (A’zamî tedbirin aleyhinde gelerek) Başına bir şey gelirse: ‘Şöyle yapsaydım, şöyle olurdu.’ deme. Lâkin: ‘Allah’ın kaderi; O ne dilerse yapar.’ de. Çünkü muhakkak “eğeri (kelimesi) şeytanın amelini açar.” mealindeki hadîs-i şerifte Rasûlullah sâllallâhu aleyhi ve sellem;
“(A’zamî tedbirin aleyhinde gelerek)
Başına bir şey gelirse: ‘Şöyle yapsaydım, şöyle olurdu.’ deme. Lâkin: Allah’ın kaderi; O ne dilerse yapar.’ de. Çünkü muhakkak lağeri (kelimesi) şeytanın amelini açar.” buyurmakla bu hususta üstün bir ölçü vermiştir.
Ve kulun iradesiyle dahi olan şeylerin kaderle olduğunu beyan etmiştir. Bu şeri bir delildir. Şatibi diyor ki: “Neden, eğer, keşke” kelimeleri, kadere İnanç şubelerini bozar. Hadis-i şerif bu kelimelerden bizi sakındırmıştır. Çünkü bunlar kalbe kasaveti getirir; şübheye düşürür; ve böyiece kadere İnancı zayıflatır.’’ Bazı ekâbir demişlerdir ki:
“Sonra” kelimesi gibi bunlar da şeytanın amelidir.
Her şeyin Allah Teâlâ’nın takdiriyle olduğuna, hissi ve akli deliller de vardır.
a]Mesela bir sofi şöyle diyebilir: Halık Teâlâ’nın İradesi ve yaratması olmasaydı, her istediğimi yapabilirdim; amma İş öyle değildir.
Azmimin fiile geçmemesi, Rabb’imin halk ve kudretini gösterdiği gibi, birçok yerlerde azmim olmadığı halde birçok işleri de yapmamda O’nun tasarrufunu görürüm. Demek İrademde müstakil değilim. Aynı zamanda birçok yerlerde maksada ulaşmam, benim kesbimi de gösterir, öyleyse kul, kendisine verilen kudret ve cüz’i İradesiyle fiilinde müstakil sayılamaz. Bu hissî ve vicdâni bir delildir.
b]Eğer kulun fiili, kendisindeki irade ve güçle vuku bulsaydı, bizzarûre fiilinin teferruatını bilecekti. Çünkü fiilinde muhtar idi. Muhtarın ihtiyârı ilminin dalıdır. Halbuki fiilinde bilgisi yoktur. Mesela beş dakika yürüyen bir kimse, yüz metre kasdettiği mesafede kaç adım attığını, kaç nefes aldığını, ayaklarının nasıl adım attığını teferruatıyla bilemediği gibi, beş dakika konuşan bir kimse, konuşmasının nerden geldiğini, harflerin mahreçlerinden nasıl çıktığını, ses tonunun hangi derecede olduğunu bilemez; ilmi ve aklı buna yeterli gelmez. Binaenaleyh bu kimsenin hareket ve konuşmasının hey’etini, vad’ını, kemiyetini bilememesi, onun fiilinin faili olmamasını gösteriyor.
Bu kimsenin fiilinin, hem kendisinin hem de Rabb’inin kudretiyle meydana geldiği de denilemez. Çünkü bu şirktir. İki âmilin bir mamulde aynı anda, iki vuranın vuruşlarının aynı anda bir yere vukuu muhal olduğundan, iki failden birisinin muattal, âciz, diğerinin fa’âl ve güçlü olmasını gösterir. Bu sıfat ise Allah’a mâhsustur; kul acizdir, muattaldır. Öyleyse, kulu yapan Allah Teâlâ, kulunun fiilini de yapar.
“Gerçek şu ki, ilk başlayan O’dur; (sonunda da yoktan) iade edecek yine O’dur. O (tevbe eden mü’minleri) çok yarlıgayan, (dostlarını) çok sevendir. Arşın sahibidir. (Zat’ında, Sıfatında ve Fiilinde de) Pek yücedir. Ne dilerse hakkıyla, yerli yerinde tam yapandır.” [Buruc,13-16] buyrulmuştur. Kudretine nisbeten bütün kainatı var etmesi, yok etmesi mümkündür; yaratmada ortağı yoktur.
Demek kul kaderini değiştiremez. Bazı ehli ilim, eğer Allah Teâlâ Kendisi fazi u kereminden değiştirmeyi isterse, değiştirebilir dediler. Yalnız başkasının yalvarışı veyahud icbârıyla değiştirmez. Bunlara göre de, ilmullah’ta olan değil, levh-i mahfuzda veyahud alın yazısında kul nazarında olan değişmedir. Ecel-i mübrem ve gayrı mübrem dedikleri budur.
9-İnsan varolmadan evvel levh-i mahfuzda, veyahut alnında hakîkaten kaderi yazılmış mıdır?
Cevab: Evet, yazılmıştır. Fakat yazmıştır demek, yaptırır demek değildir. Bu yazıyı görüp okuyanlar, yazının var oluşunu ikrar ederler. Mademki yazıdır, okur yazarlığı olan yazıyı okuyabilir. Okur yazarlığı olmayanın yazıyı inkar etmeye hakkı yoktur.
“Şübhesiz ölüleri ancak Biz diriltiriz, önden gönderdikleri işleri (yaptıkları hayr ve şerleri; ve geride) bıraktıkları eserleri yazarız. Zaten Biz her şeyi apaçık bir kitab(levh-i mahfuz)da sayıp yazmışızdır.” mealindeki Yâsîn sûresi 12‘nci ayette, her iki yazının varoluşu tasrih edilmiştir.
Hâsılı mukadderat ilmullah’ta sabit olduğu gibi levh-i mahfuzda da yazılmıştır. Aynı zamanda cenine ruh üfürûldûğünde melekler Rabb’lerinden aldıkları emr üzere ceninin alnında da yazarlar.
10-Kulun iradesi dahilinde olan fiildeki, Hâlık’ın yaratma fiilini ve kulun kisbini izah eder misiniz?
Cevab: Bu meselede müslümanlar arasında öteden beri mücadeleye geçen üç taife var:
a]Birincisi Kaderiyye’dir. Müslümanlardan Kaderiyye taifesi diyorlar ki: Allah Teâlâ’nın bahşettiği kudretle yani yapabilme terkedebilme gücüyle kul müstakildir; kendi fiilini kendisi yapar; Allah Teâlâ ona müdahale etmez. Şer yaparsa, Allah onun cezasını, hayr yaparsa mükafatını vermeye mecburdur.
Bunlar tekfir edilmezlerse de, bid’ate girmişlerdir. “Kul fiilinde müstakildir” deyişleri bid’attir; fakat “kulda mevcud olan güç yani iradesi, Allah Teâlâdan kendisine verilmiş” dedikleri için kafir değiller. Çünkü onlar Mecûsîler gibi iki Hâlık’a inanmadılar; kulun, Hâlık’ın kudretiyle fiilini yaratmasına inandılar.
b] ikincisi Cebriye taifesidir. Bunlara Mürcie de denilmiştir. Diyorlar ki: İnsanın kalbinde iman olduktan sonra, ma’siyet ona hiçbir zarar vermez. Küfür de olduktan sonra, hiçbir taat fayda vermez. Zira kul, isyanında ve itaatinde makhur ve mecburdur. Bundan dolayı ma’siyeti işler veyahud taat işler. Hasılı mü’minden azab tehir edilmiştir. Filan vurdu demek, taş vurdu demek gibidir. Çünkü kulda hiçbir irade, ihtiyar ve kisb söz konusu değildir.
Bunlara göre Allah Teâlâ mü’min kuluna ceza vermezmiş. Hatta daha ileri gidenlerine göre kafir de olsa, Allah kulunu yakmazmış.
Ümmetin kısm-ı a’zamîsi bunları tekfir etmiştir. Fakat essah olan; ehli bid’atten sarih bir küfür görülmediği müddetçe kafir olmazlar.
c]Bu iki taifeye karşı çıkan Ehli Sünnet velCemaat, ne kulu fiilinde müstakil görürler, ne de mecbur görürler. Ehli Sünnet velCemaat bu hususta iki meseleyi esas tutmuşlardır:
Birincisi, insanın iradesi dahilinde ve haricinde bütün hâdisler ve havâdisler, Allah Teâlâ’nın fiili, yaratması ve icadıyla var otur, yaşar ve yok otur. Binaenaleyh Allah Teâlâ’dan başka yaratıcı yoktur.
İkincisi kulda da bir cüz’î irade vardır. Cûzi iradesinden dolayı fiilini kesbeder. izahı şöyledir:
1-“Hakîkaten Allah sizi de, sizin yapagelmekte olduğunuz şeyleri de yaratmıştır.’’mealindeki ayet-i kerimeye mebnî, Ehli Sünnet velCemaat ittifakla, “Allah Teâlâ bizi de, kendi elimizle yapmakta olduğumuz masnûumuzu da yaratmıştır” dediler. işte bu ayet-i kerimedeki ‘u’ harfi, harf-i mevsul olsun ve isterse mâ-i mevsufe olsun farketmez. Nitekim Allâme Teftezânî diyor ki: «Yani: “Allah Teâlâ sizi de, sizin yontmuş olduğunuz ve elinizle yapmış olduğunuz putunuzu da yaratmıştır.”
Eğer ‘’ma’’ , harf-i masdariye ise, amelinizi de yaratmış demektir, ki bu takdirde zamirin hazfına ihtiyaç yoktur. Eğer harf-i mevsul ise, mamulünüzü de yaratmıştır demek olur. Bu takdirde mevsûie râci’ olabilecek zamir mahzuftur. Çünkü biz “Kutun fiili, kul gibi, Allah Teâlâ’nın mahlukudur” deriz. Fiilin masdar manası olan îkâ’ ve icadı değil, bilakis masdardan hâsıl olan manayı kasdediriz, ki o da îkâ’ ve icadın müteallakıdır; müşahade edilen hareket ve sükunlar gibi.. Bu noktadan aktı kayan kimse, ayet-i kerîmedeki ‘’ma’’ harfinin mevsul olması halinde Ehli Sünnete delil olmayacağını zanneder.»
ibn-ul-Himam buna ilaveten: «Yahud da ‘’ma’’ harfi, ismi mevsuldür. Yani Allah Teâlâ İbrahim aleyhissellem’ın kavmini yarattığı gibi, kendi elleriyle yapmış oldukları yontma fiilini de yaratmıştır. Çünkü Arab dilinde fiilden, masdarla hâsıl olan mana kasdedilir. Masdar ise, masdarın lafzından mefül-ü mutlak olan fiilin hakikati kasdedilir, ki bu fâilin fiilidir. Binaenaleyh ayet bu hususta ise de, manası umumdur. Yani Allah Teâlâ kulunu yarattığı gibi, kulun sanatını da yaratmıştır.»
İbnu Ebî Şerif buna ilaveten:« ‘’ma’’ harfi, masdariye de olsa, mevsul de olsa mana değişmez. Putperestin tahtayı yontmakla saneme çevirmesi, fiili, fâil-i hakîkî olan Allah Teâlâ’nın taht-ı tasarrufundan çıkarmaz.»
Hâsılı kelam Allah Teâlâ; insanı, insanın sanatını yani masnûunu ve sanat işini de yaratmıştır. Zeyd bardağı yaptı deyişimizde, Isnadda mecaz olur. Yani Zeyd, bardağın yapılmasına vesile oldu; hakikatte Allah yaptı demek istenmiştir.
Ebû Dâvûd ve Tirmizî ve imam Ahmed’in tahric ettikleri bir hadiste Ubbâde bin Sâmid oğluna şöyle demiştir: “Oğulcağızım, takdirde başına gelen belanın başkasına çarpmayacağına, sana çarpmayacak belanın başına gelmeyeceğine kesin bir bilgiyle inanıncaya kadar imanın hakikatinin tadını tadamazsın. Çünkü ben Rasulullah saiiallâhu aleyhi ve sellem’den şunu dediğini işittim:
“Gerçekte Allah Teâlâ, önce kalemi yarattı. Ona: Yaz dedi. Kalem:
Ne yazayım, ey Rabb’im dedi. Bunun üzerine: Kıyamet kalkıncaya kadar, her şeyin kaderlerini yaz buyurdu.” Oğulcağızım, Rasûlullah’tan şunu da dediğini işittim: “Bundan başkası üzere ölen, Benden değildir.”
2-Allah Teâlâ’nın her şeyi yaratması, kulunun cüz’î iradesini ortadan kaldırmamaktadır. Mesela Allah Teâlâ, ilmi, iradesi ve kudretiyle her şeyi yaratmıştır, binaenaleyh kulun cüz’î iradesi dahilinde olan işini de yaratmıştır deyişimizde; fiile azmini bağlayan kul, azmiyle birlikte Allahın mahlukudur; ancak kulun azmi, kisb cihetiyle kendisine isnad edilir. Mesela kudret, kulun vasfıdır; haik yani yaratmak Rabb(in vasfıdır, kulun kisbidir. Hareket, Rabb’in yaratmasıdır; kulun vasfı ve kisbidir. Eskiler bunu dile getirerek şöyle dediler: Kul azdı da Allah yazdı. Azmak kulun kisbidir, yapmak Allah’ın fiilidir demek istemişler.
Kulun azmasına, Eş’arîler kisb, Mâturîdîler cüz’i ihtiyârî ismini vermişler. Aslında ikisinin manası birdir. Yani kulun, kendisine yönelen tabiî sebeblere muvafakat etmesi yahud etmemesidir, ister ismi kisb olsun, ister irade olsun, ister cüz’i ihtiyâriye olsun, aslı budur. Şu kadar vardır ki, Eş’arîler El-Bakara sûresinin son ayetinden bu ismi aldılar. Mâturîdîler ise, örfen isti’mâl edilen kelimeyi nazarı itibare almışlardır. Kisb kulun sıfatı olduğu için, kul fiilinde müstakil değildir. Halk yani yaratmak, Allah’ın fiilidir ve o müstakildir.
Maksad şudur: Kulun müdahalesi olmaksızın Allah Teâlâ’nın icad ettiği şey, mücerred Kendi iradesiyle olduğundan O’nun sıfatıdır. Bu kabilden sıfata, fiilidir denilmez. Kulun cüz’i ihtiyâriyesi, kudreti, gücü, yani iradesinin, kisbinin müdahalesi olduğu şeyleri yaratması; Allah Teâlâ’nın sıfatı ve fiili, kulunun da kisbidir.
İşte Mu’tezile, Allah Teâlâ’nın buradaki fiilini; Cebriyeler ise kulun kisbini inkar ettiler. Ehli Sünnet velCemaat ise, ikisini de isbat ettiler. Bu isbattan sonra da, imam Eş’arî: «Kulun kudreti, gücü, fiile bağlanır, amma tesirsizdir. Çünkü kulun fiili, sadece Allah Teâlâ’nın takdiriyle yani kudretiyle vuku bulmuştur. Elbette iki kâdirin kudretiyle fiilin vukuu muhaldir. Mesela elinin biri felç, diğeri sağlam olan bir kimsenin, iki elinin hareketi de Allah’ın yaratmasıyla, kudretiyle var olmuştur. Kul sağlam olan elinin hareketinde muvafakat gösterdiği için, muhtardır. Diğer elinin hareketi gayrı ihtiyârî olduğundan, ondan sorumlu değildir. Sağlam elinin hareketinin ismi makdurdur; kul ondan sorumludur. Felçli elinin hareketi mukadder ve gayrı makdurdur; onda sorumluluk yoktur.» demiştir.
Cumhûr-u ehli hadis, sofiler, Eş’ariy’le müttefiktirler. Dediler ki: “Kul için fiile bağlanan bir kudret vardır; fiilin vukuunda ve vuku bulmamasında tesirsizdir. Hakîkî tesir Bârî Teâlâ Zülcelal Hazretleri’nindir. Buna cebr-i evsat denilmiştir. Imâm-ul-Haremeyn El-İrşad adlı eserinde bu sözü tercih etmiştir.
Eş’arîlerin bir kısmı da: “Kulun kudreti tesirlidir” dediler. Tesirli olduğu takdirde, ne mikdar tesir gösterebilir diye ihtilaf ettiler. Kâdı Ebû Bekr El-Bâkıllânî dedi ki: «Kulun ihtiyârı, yani gücü, fiilin has olan vasfında tesir eder. Mesela hareket bakımından namaz kılmak yahud gasbetmek yahud mal çalmakta kulun ihtiyârı, fiilinin vasfında tesirlidir; fiilin kendisinde değildir, işte kisb dediğimiz budur. Amma fiilin aslı ise, yani ibdâı, icadı, Allah’a mahsustur.» Şehrestânî de bunu tercih etmiştir. Ebû ishak El-Esfirâinî de cüz’î bir farkla böyle demiştir.
İmâm-ul-Haremeyn er-Risâlet-un-Nizâmiyye adlı eserinde: “Kulun hâdis olan kudreti, fiilin icadının aslında tesir eder.” demiştir. Mu’tezileden farkı şudur: Kulun yaptığı şey, Allah’ın takdiriyledir; kul tam müstakil değildir. Zannımca, muşârun ileyh, Eş’ari’yle Mu’tezile arasında bir köprü kurmak istemiştir. Fakat, “Kul Allah Teâlâ’nın ezelde takdir ettiği şeyle yapıyor” demesiyle Mu’tezileden ayrılmıştır.
İmam Ebû Mansur Mâturîdî diyor ki: «Kulun yapmış olduğu fiilinin aslı, Allah Teâlâ’nın kudretiyledir. Taat ve ma’siyetle vasıflanması, kulun kudretiyledir.» Demek kulun, fiilinin vasfında tesiri vardır, aslında yoktur. Fiilin aslında yoktur demekle de, imamın bu sözü Mu’tezileden tamamen ayrılmıştır. Mâturîdî meşâyıhın cumhûrunun mezhebi de budur. Nitekim et-Tevdîh adlı eserde şöyle yazılmıştır: «Meşâyıhımız, icad ve tekvin vasfını kuldan nefyederler. Mükevvin ve Hâlık, Allah Teâlâ’dan başka yoktur. Ancak diyorlar ki: Kul için nisbet ve izâfe edilen herhangi bir güç vardır; ancak kul bu gücüyle işini yapmak veya yapmamakta müstakil değildir. Allah dilerse yapar, dilemezse yapmaz. Et-Telvih’te Bâkıllânî’ nin de bunu tercih ettiği yazılmıştır.
Netice-i meram, Ehli Sünnetin ittifakıyla kulun azmi, azması, muvafakat göstermesi, ihtiyârı yani seçmesi ve kisbi vardır. Bundan dolayı sorumludur. Emr ve yasaklar, buna tevcih edilmiştir. Bununla birlikte, kul da, fiili de Allah Teâlâ’nın icadı ve yaratmasıdır.
Ebû Dâvûd’un tahric ettiği Enes radıyallâhu anh’tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Üç haslet imanın yarısındandır:(1)-Lailaheillallah diyenden imtinadır; (yani) onu bir günah sebebiyle tekfir etmeyiz ve bir amel sebebiyle onu islamdan çıkarmayız. (2)Cihaddır; (yani onun) zamanı, Allah Beni gönderdiğinden İtibaren, ümmetim deccalle savaşıncaya kadardır. Hiçbir zalimin zulmü, hiçbir âdilin adaleti, cihadı kaldırmaz. (3)Kaderlere imandır.“
Kadere İman Nedir? Cüzi İrade Nedir?
Cüzi İrade Nedir?
Bismillâhirrâhmânirrahîm
Her hayrın ve şerrin yegane yaratıcısı kendisinden başka
İlah olmayan Allahu Tealadır. O’nun eşi ve benzeri ve dengi yoktur. Herkese kuvvet ve hayat veren O’dur.
SORU Kaderi İnkâr etmek küfür olur mu?
CEVAP: Kaderi İnkar elbette küfürdür. Zira bu husus
Müslüman olmanın altı şartından birisidir. Bu husus Kur’an, Hadis ve İcma ile sabittir.
KADER NEDİR?
Kur’an-ı Kerim’de Kaderle ilgili bir ayeti kerime de, mealen
De ki: “Allah’ın bize yazdığı şeyden başkası, bize asla isabet etmez. O, bizim Mevlâ’mızdır ve artık mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler.”
( Tevbe–51 )
Buyurulmaktadır.
Allahu Teala, gerek kullarının iradeleriyle yapacakları veya onların iradeleri olmaksızın başlarına gelebilecek her türlü işi bilip
Yukarıda zikrolunan ayette ifade edilen kader
(alın yazısı)
iki şekilde açıklanabilir.
Birincisi kulların iradesi olmadan başlarına gelen iyi veya kötü durumlar. Bir kimsenin bu dünyaya erkek veya kadın olarak gelmesi, bedeninin şekli, anne ve babasının kimler olacağı, doğal afetler gibi şeyler kulun seçimine bağlı olmayan kader türündendir.
İkincisi
kulların iradeleri, yani kendi seçimleri sebebiyle başlarına gelen iyi veya kötü durumlardır. Kulun kendi seçimi ile müslüman veya inançsız olması, günahkar veya salih bir mü’min olması da ikinci tür kaderdendir.
CÜZ-İ İRADE: Kulun hayır veya şerden birini seçme hakkıdır. Buna Kur’an’dan delil, mealen
Ve de ki: O hak Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (kehf-29)
Bu ayet-i kerime bize insanın iradesinin olduğunu ve onun programlanmış bir robot olmadığını gösteriyor.
Hayır ve Şerrin Allahü Teâlâdan Olduğuna İnanmak Ne Demektir?
Kula verilen cüzi irade ile kulun, hayır veya şerden birisini seçmesinden sonra o işi Allahu Teala’nın yaratmasıdır. Kul bu işin yaratılmasını tercih etmesinden dolayı işin sorumlusu olmaktadır. Yani; işin tercih sahibi kul, yaratanı ise Allah’tır. Zira kulun yaratmaya gücü yoktur.
İnsanların bir çoğu insanın iradesinin sebep olmadığı alın yazısı ile, cüzi iradenin sebep olduğu alınyazısını birbirine karıştırdıkları için; “İnsan kendi kaderini kendisi yaratır.” diyerek küfre girmektedirler.
SORU: Kaderde bir şey alınyazımız yani, kaderimiz olduğu için mi o işi yapmak zorundayız ?
CEVAP: Kaderi yaratan Allahü teâlâdır. Allahu Teala hadis-i kudside şöyle buyurdu, mealen:
-“ Ben âlemlerin Rabbiyim, hayrı da, şerri de ancak ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun, hakkında hayır yazdığıma ise ne mutlu.” (Hadis-i İbn-i Neccar)
Bu hadis-i kudsinin Ehl-i Sünnete göre açıklaması şöyledir
Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi, kötülük mü işleyeceklerini, Cennetlik mi Cehennemlik mi, olacaklarını ezelî ilmi ile bildiği için yazar.
Bunları yazdığı için kul öyle yapmak zorunda değildir.
Sapık Cebriye Mezhebi konuyu yanlış anladığı için
Allah yazdığı için yapmak zorundayız”
Sapık Mutezile Mezhebi ise, Allah’ın kaderini inkâr ederek:” Kul kendi kaderini yaratır.”demektedir.
Ama bir insanın erkek mi, kadın mı olacağı, ne zaman öleceği, nasibinin(yiyeceği ve içeceğinin) ne kadar olacağı, anne babasının, ırkının ne olacağını Allahu Teala takdir etmiştir. Ama bir kimse bir kimseyi kasden öldürürse, öldüren asla masum değildir.
Fakat kasıt ve ihmal olmadan bir kimsenin ölümüne sebep olunursa, buna da kaza denilir. Çünkü bu işte kulun iradesi yoktur.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki
Bütün işler Allahü teâlâdandır; hayır olanı da şer olanı da.” Yani; hayrın ve şerrin yaratıcısı O’dur
(Taberani)
Bir misal:
Tahmin oyunu oynayan insanlar, at yarışlarında tahminler yapıp kumar oynuyorlar.
Bu kimseler tahminlerini tahmin kağıtlarına; “Şu at bu yarışı kazanacak.”diye yazarak tahminlerde bulunuyorlar. O at, o yarışı kazandığında, “Bu adam bu tahminini yazdığı için, bu at bu yarışı kazandı.” denilebilir mi?
İnsanların bu yaptıkları, bir tahminden ibarettir.
Ya tutar, ya tutmaz. Ama Hazreti Allah’ın kulun yapacaklarını ezelde bilmesi, bir tahmin değil kesin bir ilimdir. Onların gelecekte ne yapacaklarını önceden bilip yazması, kulu bu işi yapmaya zorlamaz.
Peygamber(s.a.v.) Efendimize alınyazısı hakkında Eshabtan birisi: “Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi vardır?” diye sorduğunda, Rasulullah: “Herkes, kendi işine hazırlanır” “Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır” buyurdu.(Müslim, Tirmizi)
Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle: “Hayrı ve şerri ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana seçme hakkı(irade) verene yemin olsun ki,(Şems-8) -“Nefsini kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran kurtuldu.”(Şems-9) -“Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, zarar etti.”
K A Z A ve K A D E R İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allahü teâlânın takdir etmesi iledir. Kader lügatte, bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Allahü teâlânın ezelde, bir şeyin varlığını dilemesine kader denilir. Kaza ve Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kaza denir.
Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde bilmesi ilmine kaza ve kader denir. Kadere iman farzdır. Bu husus Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile bildirilmiştir.
Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve diğer mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölümlü olan ilah olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir. İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere kader denilir.
Ya tutar, ya tutmaz. Ama Hazreti Allah’ın kulun yapacaklarını ezelde bilmesi, bir tahmin değil kesin bir ilimdir. Onların gelecekte ne yapacaklarını önceden bilip yazması, kulu bu işi yapmaya zorlamaz.
Peygamber(s.a.v.) Efendimize alınyazısı hakkında Eshabtan birisi: “Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi vardır?” diye sorduğunda, Rasulullah: “Herkes, kendi işine hazırlanır” “Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır” buyurdu.(Müslim, Tirmizi)
Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle: “Hayrı ve şerri ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana seçme hakkı(irade) verene yemin olsun ki,(Şems-8) -“Nefsini kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran kurtuldu.”(Şems-9) -“Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, zarar etti.”
K A Z A ve K A D E R İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allahü teâlânın takdir etmesi iledir. Kader lügatte, bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Allahü teâlânın ezelde, bir şeyin varlığını dilemesine kader denilir. Kaza ve Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kaza denir.
Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde bilmesi ilmine kaza ve kader denir. Kadere iman farzdır. Bu husus Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile bildirilmiştir.
Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve diğer mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölümlü olan ilah olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir. İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere kader denilir.
Allahu Teala, Kur’an-ı kerimde kader hususunda buyurduki, mealen:
-“Biz, her şeyi kader ile [bir ölçüye göre] yarattık.” (Kamer 49)
-“Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir” (Bekara 255)
-“Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitaba (levh-i mahfuza) yazmış olmayalım. Elbette bu, Allah’a kolaydır.” (Hadid 22)
-“Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.” (Kamer 52, 53)
-“Sonra o kaderin ardından (Allah) üzerinize öyle bir eminlik, öyle bir uyku indirdi ki, o, içinizden bir zümreyi örtüp bürüyordu. Bir zümre de canları sevdasına düşmüştü. Allah’a karşı, cahiliyet zannı gibi, hakka aykırı bir zan besliyorlar ve “Bu işten bize ne?” diyorlardı. De ki: “Bütün iş Allah’ındır”. Onlar sana açıklamayacaklarını içlerinde saklıyorlar (ve) diyorlar ki: “Bize bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik“. Onlara şöyle söyle: “Eğer siz evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar yine muhakkak yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gidecekti. Allah (bunu) göğüslerinizin içindekini denemek ve yüreklerinizdekini temizlemek için yaptı. Allah göğüslerin içinde olanı bilir.” (Al-i imran: 154)
-“Her ümmetin bir eceli vardır. O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.” ( A’raf: 34)
-“De ki: “Hiçbir zaman bize Allah’ın bizim için takdir ettiğinden başkası dokunmaz. O bizim mevlamızdır. Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (Tevbe: 51)
-“De ki, “Ben, Allah’ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir zarar ne bir fayda verebilirim”. Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince artık ne bir an geri, ne bir an ileri gidebilirler.” (Yunus: 49)
-“Yeryüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. O, onların karar kıldıkları yerleri de, emaneten durdukları yerleri de bilir. Onların hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Hûd:6)
-“Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Lehv-i mahfuzda) bulunmasın.”(Neml:75)
-“Peygambere Allah’ın takdir ettiği, mübah kıldığı şeyde bir darlık yoktur. Bundan önce geçen bütün peygamberler hakkında Allah’ın sünneti böyledir. Allah’ın emri ise biçilmiş bir kaderdir.”(Ahzab: 38)
-“Hem Allah sizi bir topraktan, sonra bir damla sudan yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. O’nun bilgisi olmadan ne bir dişi hamile olur, ne doğurur. Kendisine ömür verilenin de ömrünün uzatılması da, ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Şüphe yok ki bu, Allah’a göre kolaydır.” (Fâtır:11)
“Allah’ın izni olmayınca hiç bir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir.” (Teğabun:11)
-“Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de, apaçık kitaptadır.” (Sebe 3)
KADER HAKKINDAKİ HADİS-İ ŞERİFLER:
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki:
“Allah, göklerle yeri yaratmadan elli bin sene önce, mahlûkatın kaderini (Kalemle) yazdı. Arşı da, su üzerindeydi.” (Müslim, Kader, 2/16)
-“Ahir zamanda fala inanıp, kaderi inkâr edenler çıkacaktır” (Tirmizi)
-“Kaderi inkâr edenin İslam’dan nasibi yoktur.” (Buhari)
–“Ahir zamanda, şu üç şeyden korkuyorum: Müneccimlere (falcılara) inanmak, kaderi inkâr ve idarecilerin zulmü.” (Taberani, İbni Asakir,)
-“Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe, dinde sabittir. Kaderi yalanlayınca helak olurlar.” (Taberani)
Peygamber(s.a.v.)Efendimiz buyurdular ki:
-“Şu üç şeyden korkuyorum: Âlimin sürçmesi, Münafıkların Kur’an böyle diyor diyerek tartışmaya girişmesi, Kaderin inkâr edilmesi.” (Taberani)
-“Kaderden bahsedilince dilinizi tutunuz!”(Taberani) Yani; herkes kendi aklına ve mantığına göre değil de, ehl-i sünnet ulemasının
KUR’AN VE SÜNNETE GÖRE YAPTIKLARI
açıklamalarına göre kaderden söz etmelidir. Aksi durumda bilmeden sonsuz bir çıkmaza düşmüş olabiliriz.
KUR’AN VE SÜNNETE GÖRE YAPTIKLARI
açıklamalarına göre kaderden söz etmelidir. Aksi durumda bilmeden sonsuz bir çıkmaza düşmüş olabiliriz.
-“Kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmedikçe, başa gelenin asla şaşmayacağına, başa gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.” (Tirmizi)
-“Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi, olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.”(Tirmizi, Ebu Davud)
Rasulullah(s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki:
“Bütün Peygamberler şunlara lanet etmiştir:
1) Allah’ın kitabında olmayan şeyi ona ekleyen (Kur’anda böyle yazıyor diye yalan söyleyen, Kur’anı kendi görüşüne göre tevil eden),
2) Allah’ın kaderini inkâr eden,
3) Allah’ın zelil ettiğini aziz, aziz ettiğini de zelil eden zalim idareci.” (Taberani)
Yani; fâsık bir kimseye değer vermek, onu itibarlı bir yere getirmek, salih bir kimseye değer vermemek, onu itibarsız, aşağı bir yere getirmek gibi.
Yine bir başka sahih hadiste Rasul-i Ekrem şöyle buyurur:
-“Kaderiyenin İslam’dan nasibi yoktur. Bunlar, Şer takdir edilmedi derler.” (Beyheki) (Kaderiye, Mutezile demektir.)
–“Denge, Rahman Allahü Teâlânın kudret elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.” (Bezzar)
-“Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini kolaylıkla verir. Şer murat ettiğinin ise, maişetini zorlukla karşılaştırır.” (Beyheki)
-“Ümmetimin helaki üç şeydedir: Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle itibar etmemek .” Yani; kendi görüşünü din gibi anlatmak. (Taberani)
-“Her şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.” (Tirmizi)Yani; kader, takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.
-“Bütün insanlar toplanıp sana fayda vermek için çalışsalar, ancak Allahü teâlânın senin için takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar. Eğer bütün insanlar, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allahü teâlânın senin hakkında takdir ettiği zarardan fazlasını veremezler. Çünkü artık kaderi yazan kalem kurudu, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşti.” (Tirmizi)
SORU: Bazı kimseler kader hakkındaki hadisi şerifler;” Emeviler dönemindede insanların başlarına gelen bir çok olumsuzluğu kadere bağlayarak zalim hükümdarların sorgulanmasını önlemek için kullanılmış ve bu yönde bir kader inancı oluşturulmuş ve bunu destekler mahiyette bir çok hadiste uydurulmuştur.”diyorlar. Bunu nasıl izah edebilirsiniz?
CEVAP: Yukarıda KADER HAKKINDA
yazılı hadisi şerifler en sahih hadislerdir. Bunların hadis olmadığını iddia etmek
ÇOK BÜYÜK BİR İFTİRADIR.
İftiradan ve iftiracıların şerrlerinden Allah’a sığınırız. Muhaddislerden önce İmam-ı Azam ve O’nun halifeleri bu hadisi şeriflerle içtihat ettiler ve değerli eserlerinde bunlar mevcuttur.
yazılı hadisi şerifler en sahih hadislerdir. Bunların hadis olmadığını iddia etmek
ÇOK BÜYÜK BİR İFTİRADIR.
İftiradan ve iftiracıların şerrlerinden Allah’a sığınırız. Muhaddislerden önce İmam-ı Azam ve O’nun halifeleri bu hadisi şeriflerle içtihat ettiler ve değerli eserlerinde bunlar mevcuttur.
İmamı Azam hazretleri, ilmini Ehl-i Beytin oniki İmamlarından olan Cafer-i Sadık hz.lerinden aldı. Caferi Sadık hz.leri de ilmini dedeleri hz. Zeynel Abidin, hz. Hüseyin ve hz. Ali’den aldı. O’da Peygamber(s.a.v.) Efendimizden aldı. Aklı ve vicdanı olan bir kimsenin Ehl-i Beyte düşmanlıkları bariz olan Emevilerden, Caferi Sadık hazretlerinin ve İmamı Azamın uyduruk hadisler nakledeceğini nasıl iddia edebilir?
Bu mel’unlar iftiracılar bu hadisi şeriflere “uyduruk” deyip, Allah’tan korkup bu iftiraların hesabını vermeyeceklerini mi sanıyorlar? İmamı Azam hazretlerini Emevi hükümdarları hapsettiler ve hapiste işkence yaptılar. Abbasi halifeleri ise O’nu katlettiler. Emevi ve Abbasi halifelerinin gazabına ve zulmüne maruz kalmış büyük imam, İmamı Azam ve O’nun değerli halifeleri, Emevilerin ve Abbasilerin uydurduğu hadisleri, hadis olarak nakledeceğini hangi akıl ve vicdan kabul edebilir?
Bu mel’unlar iftiracılar bu hadisi şeriflere “uyduruk” deyip, Allah’tan korkup bu iftiraların hesabını vermeyeceklerini mi sanıyorlar? İmamı Azam hazretlerini Emevi hükümdarları hapsettiler ve hapiste işkence yaptılar. Abbasi halifeleri ise O’nu katlettiler. Emevi ve Abbasi halifelerinin gazabına ve zulmüne maruz kalmış büyük imam, İmamı Azam ve O’nun değerli halifeleri, Emevilerin ve Abbasilerin uydurduğu hadisleri, hadis olarak nakledeceğini hangi akıl ve vicdan kabul edebilir?
İnsanların, meleklerin, cinlerin ve hayvanların, bitkilerin, özet olarak canlı ve cansız varlıkların her bir şeyin olup olmaması, kulların iyi ve kötü işleri, dünyada ve ahirette, bunların cezasını görmeleri ve her şey, ezelde, Allahü teâlânın ilminde var idi. Bunların hepsini ezelde biliyordu. Ezelden ebede kadar olacak, eşyayı, özellikleri, hareketleri, olayları, ezelde bildiğine uygun olarak yaratmaktadır.
İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü teâlâ yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız Odur. Sebeplerin oluşumuna vesile olduğu her şeyi yaratan Allahu Tealadır.. Her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır.
Allahü teâlâ dileseydi, her şeyi sebepsiz yaratırdı. Ateşsiz yakardı. Yemek yemeden doymak hissi verirdi. Kuşları kanatsız, insanları ayaksız yürütürdü. Ancak; lütfedip, kullarına iyilik ederek, her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı. Belirli şeyleri, belli sebeplerle yaratmayı diledi. İşlerini, sebeplerin altına gizledi. Kudretini sebeplerle perdeledi. Onun bir şeyi yaratmasını isteyen, o şeyin sebebine yapışır, o şeye kavuşur. Evi aydınlatmak isteyen elektrik teşkilatını eve kurdurup lambanın düğmesine basar. Cennete gidip, sonsuz nimetlere kavuşmak isteyense, İslamiyet’e uyar. Zehir içen ölür, ilaç kullanan şifa bulur. Günah işleyen, imanın gitmesine sebep iş ve sözleri kullananın imanı gider ve Cehenneme girer. Herkes, hangi sebebe başvurursa, o sebebin vasıta kılındığı şeye kavuşur. Müslüman kitaplarını okuyan, Müslümanlığı öğrenir, sever, Müslüman olur. Dinsizlerin arasında yaşayan, onların sözlerini dinleyen, din cahili olur. Din cahillerinin çoğu kâfir olur. İnsan hangi yerin vasıtasına binerse, oraya gider.
İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü teâlâ yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız Odur. Sebeplerin oluşumuna vesile olduğu her şeyi yaratan Allahu Tealadır.. Her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır.
Allahü teâlâ dileseydi, her şeyi sebepsiz yaratırdı. Ateşsiz yakardı. Yemek yemeden doymak hissi verirdi. Kuşları kanatsız, insanları ayaksız yürütürdü. Ancak; lütfedip, kullarına iyilik ederek, her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı. Belirli şeyleri, belli sebeplerle yaratmayı diledi. İşlerini, sebeplerin altına gizledi. Kudretini sebeplerle perdeledi. Onun bir şeyi yaratmasını isteyen, o şeyin sebebine yapışır, o şeye kavuşur. Evi aydınlatmak isteyen elektrik teşkilatını eve kurdurup lambanın düğmesine basar. Cennete gidip, sonsuz nimetlere kavuşmak isteyense, İslamiyet’e uyar. Zehir içen ölür, ilaç kullanan şifa bulur. Günah işleyen, imanın gitmesine sebep iş ve sözleri kullananın imanı gider ve Cehenneme girer. Herkes, hangi sebebe başvurursa, o sebebin vasıta kılındığı şeye kavuşur. Müslüman kitaplarını okuyan, Müslümanlığı öğrenir, sever, Müslüman olur. Dinsizlerin arasında yaşayan, onların sözlerini dinleyen, din cahili olur. Din cahillerinin çoğu kâfir olur. İnsan hangi yerin vasıtasına binerse, oraya gider.
İyilik isteyene iyilik, kötülük yapmak isteyene kötülük yaratılır. Kul bunu tercih etmesi sebebi ile sorumlu olur.
Kaza ve Kader Hakkında İmam-ı Rabbani hazretleri
1. Cild 217. Mektubunda şöyle bir açıklama yapmaktadır:
1. Cild 217. Mektubunda şöyle bir açıklama yapmaktadır:
Cebrâîl (aleyhisselâm), bir gün, Peygamberimize (aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât) gelip, bir gencin, yarın sabâh, erkenden öleceğini haber verir. Peygamber efendimiz (aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm), bu gence acıyıp, huzûr-i se’âdetlerine çağırır. Ne isteği olduğunu sorar. (Bir kız ile evlenmek ve bir de, tatlı isterim) der. Emr buyurup, ikisini de hemen hâzırlarlar. Genç, o gece, odasında âilesi ile oturmuş, tatlı yanlarında iken, kapıya bir fakîr gelip, -“Açım, Allah rızâsı için bir şey verin!” der.
Genç, tatlının hepsini, fakîre sadaka verir. Sabâh olunca, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), gencin ölüm haberini bekler. Uzun zemân, haber gelmeyince, birini gönderip sorar. Gencin sağ ve keyf yapmakda olduğunu söylerler.
Hayret eder. O sırada, Cebrâîl (aleyhisselâm) gelir. Ona sorar. Cebrâîl (aleyhisselâm):
Hayret eder. O sırada, Cebrâîl (aleyhisselâm) gelir. Ona sorar. Cebrâîl (aleyhisselâm):
“Gencin tatlıyı sadaka vermesi, gelmekde olan belâyı geri çevirdi.” der ve gencin yasdığı altında, büyük bir yılanı ölü olarak bulurlar.
Bu haberi, Cebrâîl’in (aleyhisselâm) yanılması olarak câiz görmiyorum. Yâhud, Cebrâîl aleyhisselâmın ma’sûm olması, emîn olması ve hiç yanılmaması, vahy şeklinde getirdiği şeylerdedir. Ya’nî, Allahü teâlâ tarafından indirdiği şeylerde, yanlışlık ihtimâli yokdur. Bu genç için getirdiği haber ise vahy değildir. Levh-i mahfûzda görüp öğrendiği birşeyi haber vermişdir. Levh-i mahfûzda yazılı şeyler, silinip değişdirilebildiğinden, buradan öğrenilen haberler yanlış olabilir. Allahü teâlâ tarafından getirilen şeylerin ise, yanlış olmak ihtimâli yokdur. Şehâdet ile ihbâr arasında fark vardır. İslâmiyyetde, şâhid olmak kabûl olunur. Haber vermeğe ise güvenilmez.
Kazâ, ya’nî Allahü teâlânın yaratacağı şeyler, iki kısmdır: (Kazâ-i mu’allak), (Kazâ-i mübrem). Birincisi, şarta bağlı olarak, yaratılacak şeyler demekdir ki, bunların yaratılma şekli değişebilir veyâ hiç yaratılmaz.
İkincisi, şartsız, muhakkak yaratılacak demek olup, hiçbir sûretle değişmez, muhakkak yaratılır. Kaf sûresinin yirmidokuzuncu âyetinde meâlen, “Sözümüz değişdirilmez” buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, kazâ-i mübremi bildirmekdedir.
İkincisi, şartsız, muhakkak yaratılacak demek olup, hiçbir sûretle değişmez, muhakkak yaratılır. Kaf sûresinin yirmidokuzuncu âyetinde meâlen, “Sözümüz değişdirilmez” buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, kazâ-i mübremi bildirmekdedir.
Kazâ-i Mu’allak için de, Ra’d sûresinde,
“Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini yazar”
meâlindeki, yirmidokuzuncu âyet-i kerîme vardır.
“Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini yazar”
meâlindeki, yirmidokuzuncu âyet-i kerîme vardır.
Hocam, Muhammed Bâkî-billah (kuddise sirruh) buyurdu ki, seyyid Abdülkâdir-i Geylânî (kuddise sirruh), ba’zı kitâblarında buyurmuş ki:
“Kazâ-i mübremi kimse değişdiremez. Fekat ben, istersem, onu da değişdirebilirim”.
Bu söze şaşar ve olacak şey değildir derdi. Hocamın bu sözü, uzun zemândan beri, zihnimi kurcalamışdı. Nihâyet, Allahü teâlâ, bu fakîri de, bu ni’meti ihsân etmekle şereflendirdi. Bir gün, sevdiklerimden birine, bir belâ geleceği, ilhâm olundu. Bu belânın geri döndürülmesi için, cenâb-ı Hakka çok yalvardım. Bütün varlığım ile, Ona sığındım. Korkarak, sızlıyarak, çok uğraşdım. Bu belânın, Levh-i mahfûzda kazâ-i mu’allak olmadığını, bir şarta bağlı olmadığını gösterdiler. Çok üzüldüm, ümmîdim kırıldı.
Abdülkâdir-i Geylânînin (kuddise sirruh) sözü hâtırıma geldi. İkinci def’a olarak, tekrâr sığındım, çok yalvardım. Aczimi, zevallılığımı göstererek niyâz etdim. Lutf ve ihsân ederek kazâ-i mu’allakın iki dürlü olduğunu bildirdiler: Birisinin şarta bağlı olduğu, levh-i mahfûzda gösterilmiş, meleklere bildirilmişdir.
İkincisinin şarta bağlı olduğunu, yalnız Allahü teâlâ bilir. Levh-i mahfûzda, kazâ-i mübrem gibi görülmekdedir ki, bu kazâ-i mu’allak da, birincisi gibi değişdirilebilir. Bunu anlayınca, Abdülkâdir-i Geylânînin (kuddise sirruh) sözündeki, kazâ-i mübremin, bu ikinci kısm kazâ-i mu’allak olduğunu ve kazâ-i mübrem şeklinde görüldüğünü, yoksa, “hakîkî kazâ-i mübremi değişdiririm” demediğini anladım.
Böyle kazâ-i mu’allakı, pekaz kimseye tanıtmışlardır. Yâ, bunu değişdirebilecek kim bulunabilir? O sevdiğim kimseye, gelmekde olan belânın, bu son kısm kazâdan olduğunu anladım ve Hak “sübhânehu ve teâlâ”nın bu belâyı geri çevirdiği ma’lûm oldu. Allahü teâlâya, bunun için çok şükr olsun!
Ona sevdiği ve beğendiği gibi şükrler olsun ve bütün insanların en üstünü ve Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed Mustafâya (aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) ve Ona yakın olanların ve Eshâbının hepsine (rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în) salât ve selâm ve tehıyyetler olsun! Allahü teâlâ, Onu âlemlere rahmet olarak gönderdi. Yâ Rabbî! Kalblerimizi Onun sevgisi ile doldur. Hepimizi Onun yolunda bulundur! Bu düâya âmîn diyenlere, Allahü teâlâ merhamet etsin!”
Abdülkâdir-i Geylânînin (kuddise sirruh) sözü hâtırıma geldi. İkinci def’a olarak, tekrâr sığındım, çok yalvardım. Aczimi, zevallılığımı göstererek niyâz etdim. Lutf ve ihsân ederek kazâ-i mu’allakın iki dürlü olduğunu bildirdiler: Birisinin şarta bağlı olduğu, levh-i mahfûzda gösterilmiş, meleklere bildirilmişdir.
İkincisinin şarta bağlı olduğunu, yalnız Allahü teâlâ bilir. Levh-i mahfûzda, kazâ-i mübrem gibi görülmekdedir ki, bu kazâ-i mu’allak da, birincisi gibi değişdirilebilir. Bunu anlayınca, Abdülkâdir-i Geylânînin (kuddise sirruh) sözündeki, kazâ-i mübremin, bu ikinci kısm kazâ-i mu’allak olduğunu ve kazâ-i mübrem şeklinde görüldüğünü, yoksa, “hakîkî kazâ-i mübremi değişdiririm” demediğini anladım.
Böyle kazâ-i mu’allakı, pekaz kimseye tanıtmışlardır. Yâ, bunu değişdirebilecek kim bulunabilir? O sevdiğim kimseye, gelmekde olan belânın, bu son kısm kazâdan olduğunu anladım ve Hak “sübhânehu ve teâlâ”nın bu belâyı geri çevirdiği ma’lûm oldu. Allahü teâlâya, bunun için çok şükr olsun!
Ona sevdiği ve beğendiği gibi şükrler olsun ve bütün insanların en üstünü ve Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed Mustafâya (aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) ve Ona yakın olanların ve Eshâbının hepsine (rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în) salât ve selâm ve tehıyyetler olsun! Allahü teâlâ, Onu âlemlere rahmet olarak gönderdi. Yâ Rabbî! Kalblerimizi Onun sevgisi ile doldur. Hepimizi Onun yolunda bulundur! Bu düâya âmîn diyenlere, Allahü teâlâ merhamet etsin!”
İmam-ı Rabbani hazretlerinin bu açıklamalarından da anlaşıldığı gibi; hadis-i şeriflerde sadakanın, sıla-i rahmin ve yapılan iyiliklerin ömrü uzattığı ve birçok belaların uzaklaşmasına sebep olduğunun belirtilmesi, kaza-i mübremin değişmesi değilde, kaza-i muallakın değişeceği söz konusu olmasıdır. Kaza-i Muallakta yazılı olan bela ve ölümler şarta bağlıdır. Bir kimse bir sadaka verirse, veya bir iyilik yaparsa veya bir kötülüğü terk ederse, o durumda Kaza-i Muallakta yazılı olan belalar kaldırılıyor veya azaltılıyor, o kimsenin ömrü uzatılıyor olmasıdır.
HERKESE RAHMET VE HİDAYET ALLAH’TANDIR.
Vesselam.
İTİRAZ:
Şaban K. İsimli bir okuyucunun Tarihli İtirazı:
Kuran da Bakara 177 , 284-285 ve Nisa 136 olmak üzere üç yerde iman umdeleri sayılır. Allaha peygamberlerine kitaplara meleklere ve ahiret gününe iman etmeye çağırılır. Ve bunların hiç birinde kadere imandan bahsedilmez. Meraklıları açsınlar baksınlar. Yukarıda kadere imanı ispat sadedinde yazdığınız ayetlerin biri hariç hiçbirisinde kader kelimesi dahi geçmemektedir. sadece 33.38 de kader kullanılır oda “ölçü” anlamındadır.
CEVAP: Şaban Bey,“Kuran da Bakara 177 , 284-285 ve Nisa 136 olmak üzere üç yerde iman umdeleri sayılır. Allaha peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine ve ahiret gününe iman etmeye çağırılır. Bunların hiç birisinde kadere imandan bahsedilmez.” diyorsunuz. Kur’an’da KADER kelimesinin, iman konularının içinde geçmediğini ifade ediyorsunuz. Kadere iman orada geçmiyorsa, Ahzab Suresi 38. ayetteki kader kelimesi nedir?
Bu kelimenin “ölçü” anlamında olduğunu söylüyorsunuz.
Kaderin Arapça kelime anlamı: ”Gücü yetmek; planlamak” demektir. Ölçü de, plan dahilindedir.
Kader kelimesi lügatte, bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Allahü teâlânın ezelde, bir şeyin varlığını dilemesine kader denilir. Kaza: Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kaza denir. Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde bilmesi ilmine kaza ve kader denir.
Kadere iman farzdır. Kaderi inkar etmek küfürdür. Bu husus Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve diğer mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. Ahzap Suresi 38. ayetinde geçen “kader” kelimesini “ölçü” deyip geçmişsiniz. Belli ki, ayetin nuzül sebebini bilmeden mana vermektesiniz. Zira, Peygamberimizin evlatlığı Zeyd’in boşadığı Zeynep hanımla, Efendimiz nikah yapmak hususunda tereddüt edince bu ayet nazil olmuştu. Allahu Teala 38. ayette mealen;
”Allah’ın emri ise biçilmiş bir kaderdir.” buyurarak, bu nikahın Allah’ın takdir ettiği bir kader olduğunu belirterek Rasulullah’ın Zeynep validemizle evlenmesinde bir sakıncanın olmadığını belirtiyor. İşte o ayetin meali:
-” Peygambere Allah’ın takdir ettiği, mübah kıldığı şeyde bir darlık yoktur. Bundan önce geçen bütün peygamberler hakkında Allah’ın sünneti böyledir. Allah’ın emri ise biçilmiş bir kaderdir.” (Ahzab: 38)
HER ŞEY KUR’AN’DA AÇIK OLARAK GEÇMEZ. CENAZE NAMAZI ve ONUN NASIL KILNACAĞI, NAMAZLARIN KAÇ REKAT OLUŞU VE NASIL KILNACAĞI, CUMA NAMAZININ KAÇ REKAT OLUŞU VE NASIL KILNACAĞI gibi…
Sayın Şaban Bey, Emevi ve Abbasi halifelerinin gazabına ve zulmüne maruz kalmış büyük imam, İmamı Azam ve O’nun değerli halifeleri, Emevilerin ve Abbasilerin uydurduğu hadisleri, hadis olarak nakledeceğini aklınız ve vicdanınız kabul ediyor mu? Yukarıdaki yazımızı lütfen, daha dikkatle okumanızı tavsiye ederiz.
HERKESE RAHMET VE HİDAYET ALLAH’TANDIR
EK: 1
Sapık Kader inkârcıları şöyle bir yazı yayınlamışlar; “Kader deyip geçme.
Bak ne diyor Sırrın Sahibi;
“BİZ HER İNSANIN KADERİNİ, KENDİ ÇABASINA BAĞLI KILDIK” (İsrâ : 13)
Bu ihanet sitesi, İsra Suresi 13. ayetin meali diye yayınladığı cümlenin, İsra Suresi 13. ayetle hiç bir ilgisi yoktur. Muteber Kur’an Melalleri ve gerekse kendi Arapça bilgimiz ile yukarıdaki meali karşılaştırdığımız da, apaçık bir çarpıtmanın olduğu bariz olarak gözükmektedir. İşte İsra Suresi 13. ayetin Elmalı Meali: -” Her insanın amel defterini boynuna doladık, kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı önüne çıkarırız. (İsra – 13) Şu meali şerifte Diyanetindir: -“ Her insanın amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.” (İsra-13)
Bak ne diyor Sırrın Sahibi;
“BİZ HER İNSANIN KADERİNİ, KENDİ ÇABASINA BAĞLI KILDIK” (İsrâ : 13)
Bu ihanet sitesi, İsra Suresi 13. ayetin meali diye yayınladığı cümlenin, İsra Suresi 13. ayetle hiç bir ilgisi yoktur. Muteber Kur’an Melalleri ve gerekse kendi Arapça bilgimiz ile yukarıdaki meali karşılaştırdığımız da, apaçık bir çarpıtmanın olduğu bariz olarak gözükmektedir. İşte İsra Suresi 13. ayetin Elmalı Meali: -” Her insanın amel defterini boynuna doladık, kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı önüne çıkarırız. (İsra – 13) Şu meali şerifte Diyanetindir: -“ Her insanın amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.” (İsra-13)
Bu site imanın altı şartından biri olan Kadere İmanı inkâr ederek Müslümanların inancına hakaret etmektedir. İşte sapıkların yayınladıkları yazının devamı:
“YANLIŞ KARDER İNANCINDAN UZAK DURUN…
Kader inancı zalimlerin ve tağutların en çok sevdiği inançtır. Önce zulmederler, soyarlar asarlar-keserler sonrada “Ne yapalım ilahi taktir bizi başa geçirdi, siz buna müstehaksınız. Kader konusunda eleştirdiğimiz yönetici kainatın yöneticisi Allah değil, O’nun adını kullanarak insanları sömüren zalimler ve bu inancı İslam diye anlatan sapıklardır..”
Bu kader münkirleri, Kaderi inkar eden sapık Mutezile Mezhebinin müdavimleridir. Akıllı bir mümin, Kur’an’daki kaderle ilgili onca ayete rağmen kaderi inkâr eden bu kimselerin oyunlarına gelmemelidir.
“YANLIŞ KARDER İNANCINDAN UZAK DURUN…
Kader inancı zalimlerin ve tağutların en çok sevdiği inançtır. Önce zulmederler, soyarlar asarlar-keserler sonrada “Ne yapalım ilahi taktir bizi başa geçirdi, siz buna müstehaksınız. Kader konusunda eleştirdiğimiz yönetici kainatın yöneticisi Allah değil, O’nun adını kullanarak insanları sömüren zalimler ve bu inancı İslam diye anlatan sapıklardır..”
Bu kader münkirleri, Kaderi inkar eden sapık Mutezile Mezhebinin müdavimleridir. Akıllı bir mümin, Kur’an’daki kaderle ilgili onca ayete rağmen kaderi inkâr eden bu kimselerin oyunlarına gelmemelidir.
Kadere Karşı Cüz’i İrade Meselesi
Kadere Karşı Cüz’i İrade Meselesi
Soru: Mademki kader vardır, Cenab-ı Hak benim kaderimde ne yazmış ise o olur; benim cüz’i irademin ne faydası vardır?
Faydası ve zararı vardır ki Cüz’i İradenin olduğundan bahsedilir. Kader, Allah Teala’nın ilminin bir çeşididir. İlim ise olaylar nasıl olacaksa o oluşa öyle bağlanır. Yoksa olay meydana geldikten sonra İlmullah(Allah’ın ilmi) ona bağlanır demek değildir. Zira Allah’ın ilmi ezelidir; geçmişi, şimdiki ve gelecek zamanları kuşatmıştır. özetle ezelden ebede bakan bir ayna misalidir. Zira Allah’ın ilmi zamansızdır. Zaman ortadan kaldırılınca, dava hallolur. İlmullah aynası yukardan aşağı bakar, geçmiş ve gelecek her ne varsa kemâliyle (en mükemmel şekilde) içine alır. Bundan dolayı cebir (zorlama) yoktur. Kader manen der ki: “ Ey insan, sen neyi talep edersen, ben onu sana müyesser ederim (kolaylıkla ortaya çıkarırım). Şu kadar ki bazı yerlerde İlm-i İlahi (Allah’ın İlmi), cüz’i irademize bağlanmıştır.
Şu halde Cüz’i ihtiyariyemiz, kaderin var ve hakim olmasını takviye (kuvvetli) eder, iptal etmez. Şayet cüz’i irademizi iptal ederse, o zaman mes’uliyetimizi (sorumluluk) kaldırır. Halbuki kadere iman asla ruha sıkıntı vermez, bilakis rahatlık verir. İnsan bir yönüyle bütün kainatla alakadar olduğundan, eğer kadere iman etmezse geçici ve küçük serbestiyetten dolayı, büyük bir yükü ruhun omzuna yükleyebilir. Kadere teslim olmak o kadar lezzetlidir ki “ Her kim ki kadere iman ederse, şüphesiz kederden emin olur” denilmiştir. Kalbinde Kadere İman şubesini yıkan kimse intihar etmeye mahkumdur. Demek cüz’i irade insanı intihara götürür. İşte akıl böyledir. Kadere iman ise insanı intihardan kurtarır. En azından izzet (başarı) zamanında, “ kaderimdir” demekle; zillet zamanında “Kaderimdir” demekle kul, rahata kavuşur; izzetten dolayı mağrur (kibirli) olmaz; zilletten dolayı mağmum (kederli) olmaz.
(İsmail Çetin, Ehl-i Sünnetin Nazarı İ’tikadın Ölçüsüdür, s.460-461)
1 -Cüz’i ihtiyârî’ye veya İradeye İnanmak imanın cüzlerinden midir?
Cevab: Evet. Kulun, her hayrı şerden ayırt etmesi ve hayrı yapmakla mağruıiyet ve enaniyete sapmaması için, cüzi irade imanın cüzlerinden sayılmıştır. Binaenaleyh cüzi İradeye, mesuliyetten kurtulmak için inanmak farz olmuştur. Kul İki şeye İnanmak mecburiyetindedir: Birincisi Allah Teâlâ’nın her şeyi yarattığına, İkincisi kulun cüzi iradesine.. İzahı gelir.
2-Mademki Allah Teâlâ her şeyi yaratır; şerri de yaratır demektir. O’nun şerri yaratması, şer değil mİ?
Cevab: Ekmel-ul-ulemâ’nın dediği gibi, halk-ı şer, şer değil; kisb-i şer, şerdir. Nazarımızda cüz’î bir şer, Allah Teâlâ’nın nazarında küllî bir hayrı kuşatabilir. Binaenaleyh Allah Teâlâ’nın şerri yaratması, şer değildir. Mesela hâkim’in hırsızın elini kesmesi şer değildir; şer, hırsızın hırsızlık etmesidir. Mademki Allah Teâlâ kulunu yaratmış, ne gibi şerleri işleyeceğini de bilmiştir. Bizce bu hikmet gizlidir.
Bir nakışçının çirkin nakşı işlemesi, çirkinlik değil; çirkinlik nakşın nefsindedir. Bir fotoğraf makinasının kişinin fotoğrafını çirkin çekmesi, makinanın çirkinliğini değil, fotoğrafı çekilenin çirkinliğini ortaya koyar. Kader-i İlâhî de böyle.
3-Hiçbir suçu olmadan, belaya tutkun kimseler bulunuyor. Allahın bunları böyle sakat yaratmasında ne gibi hikmetler vardır? Sonra sakat doğan çocuğun suçu neymiş?
Cevab: Kainattan bir zerreyi ele alıp, her şeyi ona kıyas etmek doğru değildir. Bir hâkim nazarımızda suçsuz bir kimseyi kâtil diye hapsederse, her ne kadar açıkta kâtil değilse bile muhakkak gizli bir katlin suçundan dolayı hapsetmiştir. Dolayısiyle hâkimin hapsetmesi zulüm değildir. Böylece Allah Teâlâ’nın, kati işleyebilecek bir kimsenin elini koparması da zulüm değildir. Allah Teâlâ ilm-i ezelîsinde kulun nasıl yapacağını bilir. Bildiği gibi yaratır; bildiğim gibi değil.
Hem mesela bir hakîmin, nazarımızda ayağı sağlam olan bir kimsenin, kanser yahud kangren vardır demekle ayağını kesmesi çirkin değildir, zulüm de değildir; şefkatin ta kendisidir. Takdîr-i İlâhiye de böyle. Kaldı ki Allah Teâlâ’ nın, bir ferdi belaya tutkun olarak göstermesinde birçok hikmetleri vardır.
Mesela belaya tutkun olmayan kimsenin, nimetinin kadrini bitmesi’ böyle bir ferdin göstermesiyle başkasının ibret alması; ve o başkanın rahim ve şefkat denizlerini akıtması; ve böylece Allah Teâlâ’nın Kendi merhametini kulunun aklına getirmesi, birer hikmetlerdir. Soru soranın kıyası fâsiddir; külü cüz’e kıyas etmektir.
Mesnevî-i Nahîfi’den bir beyt:
Havf eder nişi hacamattan püser,
Müşfik iken şâd olur mâder peder,
Nimcan alır Huda yüz can verir,
Yâda gelmez lütfeder İhsan verir.
Çocuk, şırıngadaki ilaçtan, ilaçta gizlenmiş şifâdan habersiz olduğundan, iğneden feryad eder. Anası babası bundan haberdar oldukları için, şefkat ve merhametlerinden dolayı iğneyi zerkederler. Evet, Allah Teâlâ bazan kulundan yarım canı alır; yerine yüz can verir; hesaba sığmaz lütuf ve ihsanda bulunur, işte O’nun lütuf ve ihsanından bihaber kimseler, yukardaki soruyu sorarlar.
Hafızları görüyoruz. Zekalarını görüyoruz. Kendi kendimize deriz ki, hafızın gözü olsaydı, neleri bulacaktı.. Hafızın nazar günahından haberimiz yoktur.. O hafızayla Kur’an’ı ne kadar kolay ezberlediğinden haberimiz yoktur. El-Hâsıl hikmetini bilmek gerekir.
4-Mademki cüz’i ihtiyârî bir emr-i i’tibârîdir ve insanın elinde meylden başka bir şey yoktur, Mu’ciz-ul-beyan olan Kur’an neden insanların cüz’î iradesini hedef ederek ona büyük ehemmiyet vermiştir?
Cevab: Ekmel-ul-ulemâ’nın dediği gibi, kibrit çöpünün ateşi yok denilebilecek kadar az olduğu halde, bir mahalle değil, bir şehrin yakılmasına kâfi gelir. Cüz’î irade de, cüz kelimesiyle vasıflansa dahi haddizatında fayda ve zarar bakımından rolü çoktur. Demek tesiri vardır. Onun için insan dînen sorumlu tutulmuştur. Sonra insanın cüz’î iradesiyle sorumlu tutulmasında beşer ve İlâhî kanun müttefiktir. Kulun mağrûriyete kapılmaması için kendisine bir cüz’î irade verilmiştir. Allah Teâlâ Zülcelal Hazretleri, dünya ve ahirette faydayı celbetmeyi, zararı defetmeyi cüz’î iradeye bağlamış; Sünnetullah böyle câri olagelmiştir. Eğer kulun iradesi her yerde geçerli olsaydı, ne kimse hastalanır ve ne de kimse ölürdü. O zaman nizam bozulurdu.
5 -Cüz’i ihtiyâriye’nin varlığına delil var mı?
Cevab: Evvela cüz’î iradenin manasını bilmeliyiz. Cüz’î irade, küllî iradeden yani tabiî kanunlardan insanlara yönelmiş olan sebeblere mutabakat ve muvafakat göstermek veya göstermemektir. Herkes kendi nefsinde mutlak bir şekilde bu cüz’î iradeyi hisseder. Bunu hissettiği gibi, cüz’î iradesinin geçersiz olduğu yerleri de hisseder. Bu vicdânî delil olduğu gibi, ayet ve hadislere baktığımızda birtakım fiiller, kullara nisbet edilmiştir. Bu nisbet dahi naklen de cüz’î iradenin varlığına delildir.
6-Madem ki kader vardır,» Cenâb-ı Hakk benim kaderimde ne yazmış ise o olur; benim cüz’î irademin ne faydası vardır?
Cevab: Faydası veya zararı vardır ki ondan bahsedilir. Ekmel-ul -ulemâ’nın dediği gibi, kader Allah Teâlâ’nın ilminin bir çeşididir. İlim ise, olaylar nasıl olacaksa o oluşa öyle bağlanır. Yoksa olay meydana geldikten sonra ilmullah ona bağlanır demek değildir. Zira Hâlık’ın ilmi ezelîdir; geçmişi, şimdiki ve gelecek zamanları kuşatmıştır. Hâsılı ezelden ebede bakan bir ayna misalidir. Zira Allah Teâlâ’nın ilmi zamansızdır. Zaman ortadan kaldırılınca, dava hallolur, ilmullah aynası yukardan aşağı bakar, geçmiş ve gelecek her ne varsa kemâliyle içine alır. Binaenaleyh cebir yoktur. Kader manen der ki; “Ey insan, sen neyi taleb edersen, ben onu sana müyesser ederim.”
Şu kadar ki bazı yerlerde llm-i İlâhî, cüz’î irademize bağlanmıştır. Şu halde cüz’i ihtlyâriyemiz, kaderin var ve hakim olmasını takviye eder, iptal etmez. Şayet cüz’î irademizi iptal ederse, o zaman mes’uliyetimizi kaldırır. Halbuki kadere iman asla ruha sıkıntı vermez, bilakis rahatlık verir, insan bir cihetle bütün kainata alâkadar olduğundan, eğer kadere iman etmezse muvakkat ve küçük serbestiyetten dolayı, büyük bir yükü ruhun omzuna yükleyebilir.
Kadere teslim olmak o kadar lezzetlidir ki “Her kim ki kadere iman ederse, şübhesiz kederden emin olur” denilmiştir. Kalbinde kadere iman şubesini yıkan kimse intihar etmeye mahkumdur. Demek cüz’î irade insanı intihara götürür, işte akıl böyledir.. Kadere iman ise insanı intihardan kurtarır. En azından izzet zamanında, “kaderimdir” demekle; zillet zamanında “kaderimdir” demekle kul, rahata kavuşur; İzzetten dolayı mağrur olmaz; zilletten dolayı mağmum olmaz.
7-Allah beni veyahud seni, biz gelmeden evvel, iyi ve said mi yazmış; yoksa şakî ve kötü mü yazmıştır?
Cevab: Müslim ve Tirmizî ve başkasının da tahric ettikleri İmran bin Hasin’den gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e birisi sordu: Ya Rasûlallah, cennet ehli, cehennem ehlinden farklı olarak bilinmiş mi? Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
“Evet” buyurunca, “Öyleyse ne için amel edenler çalışıyor?” denildi:
‘’Çalışın.Herkese,ne maksadla yaradıldıysa onun için imkan verilmiştir.” buyurdu.
Yani saadet için yaratılanlara, hayrı işlemek imkanı; şakilere de şekâvet işleme imkanı verilmiştir. Bu imkanla kimi cennete iştiyakla iştihâlanır; kimisi de cehennem için.. Ben veya sen, kolaylıkla hayr işliyorsak, cennetliyiz; iştihalanıp şer işliyorsak cehennemliyiz. Demek her bir şahıs için de bu husus malumdur.
8 – Allah’ın bana yazdığı kaderi ben değiştiremez miyim?
Cevab: Hayır, değiştiremezsin.. Bu soruyu tevcih edenler ekseriyet ehli küfürden olur. Daha evvelden Hazreti Rasûl-u Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem’e, mücadelelerinde müşrikler bunu sormuşlardı. Dediler ki: “Kader yoktur, biz yaptıktan sonra kader yazılır. Amelimizi, hareketimizi Hazreti Vacub-ul-Vücud yazmamıştır.” Nitekim İmam Ahmed, Tirmizî, İbnu Mâce ve Müslim’in tahric ettikleri Ebî Hureyre’den gelen bir rivayette, Mekke müşrikleri Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e kaderde mücadele etmek İçin gelmişlerdi. Bunlardan kimisi: Biz kaderimizi değiştiririz; kimisi: Kaderimiz yazılmamıştır, dediler. Bunun üzerine Ra-sûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e şu ayet-i kerimeler inmiştir:
“Şübhe yok ki günahkârlar (dünyada) sapıklık ve (ahirette) çılgın ateşler içindedirler. O gün onlar yüzleri üstü ateşte sürüklenirler. (Onlara) Tadın cehennemin dokunuşunu (denilir). Şübhesiz ki Biz her şeyi bir takdir ile yarattık. Ve Biz’im emrimiz (başka değil) birdir, bir göz kırpması gibl(süratli)dir.” [Kamer,47-50]
Ayet-i kerîmedeki, günahkârlar kelimesinden murad,”Allah Teâlâ bizim kaderimizi yazmamış; kaderimizi değiştirebiliriz’’ diyenlerdir. Hadîs-i şerifte bunlara hüsamâ denilmiştir. Bunlardan kimisi, takdîri inkar eder; kimisi de açıktan inkar etmeksizin, kaderimizi değiştirebiliriz demekle inkar ederler. Böylelerine Kaderiyye ismi verilmiştir.. Demek Allah Teâlâ Zülcelal Hazretleri ilm-i ezelîsinde, her bir olayı muayyen bir vakte, sebeblere tâbi’ tutarak tesbit etmiştir. Kurân-ı Hakîm’de de bunu “Şübhesiz ki Biz her şeyi bir takdir ile yarattık.” buyurmakla beyan etmiştir.
“Kuvvetli mü’min, Allah’a zayıf mü’minden daha hayırlı, daha makbuldür. Ama her birinde hayr vardır. Sana fayda veren şeye çok gayret göster. Allah’tan yardım dile ve aciz Olma. (A’zamî tedbirin aleyhinde gelerek) Başına bir şey gelirse: ‘Şöyle yapsaydım, şöyle olurdu.’ deme. Lâkin: ‘Allah’ın kaderi; O ne dilerse yapar.’ de. Çünkü muhakkak “eğeri (kelimesi) şeytanın amelini açar.” mealindeki hadîs-i şerifte Rasûlullah sâllallâhu aleyhi ve sellem;
“(A’zamî tedbirin aleyhinde gelerek)
Başına bir şey gelirse: ‘Şöyle yapsaydım, şöyle olurdu.’ deme. Lâkin: Allah’ın kaderi; O ne dilerse yapar.’ de. Çünkü muhakkak lağeri (kelimesi) şeytanın amelini açar.” buyurmakla bu hususta üstün bir ölçü vermiştir.
Ve kulun iradesiyle dahi olan şeylerin kaderle olduğunu beyan etmiştir. Bu şeri bir delildir. Şatibi diyor ki: “Neden, eğer, keşke” kelimeleri, kadere İnanç şubelerini bozar. Hadis-i şerif bu kelimelerden bizi sakındırmıştır. Çünkü bunlar kalbe kasaveti getirir; şübheye düşürür; ve böyiece kadere İnancı zayıflatır.’’ Bazı ekâbir demişlerdir ki:
“Sonra” kelimesi gibi bunlar da şeytanın amelidir.
Her şeyin Allah Teâlâ’nın takdiriyle olduğuna, hissi ve akli deliller de vardır.
a]Mesela bir sofi şöyle diyebilir: Halık Teâlâ’nın İradesi ve yaratması olmasaydı, her istediğimi yapabilirdim; amma İş öyle değildir.
Azmimin fiile geçmemesi, Rabb’imin halk ve kudretini gösterdiği gibi, birçok yerlerde azmim olmadığı halde birçok işleri de yapmamda O’nun tasarrufunu görürüm. Demek İrademde müstakil değilim. Aynı zamanda birçok yerlerde maksada ulaşmam, benim kesbimi de gösterir, öyleyse kul, kendisine verilen kudret ve cüz’i İradesiyle fiilinde müstakil sayılamaz. Bu hissî ve vicdâni bir delildir.
b]Eğer kulun fiili, kendisindeki irade ve güçle vuku bulsaydı, bizzarûre fiilinin teferruatını bilecekti. Çünkü fiilinde muhtar idi. Muhtarın ihtiyârı ilminin dalıdır. Halbuki fiilinde bilgisi yoktur. Mesela beş dakika yürüyen bir kimse, yüz metre kasdettiği mesafede kaç adım attığını, kaç nefes aldığını, ayaklarının nasıl adım attığını teferruatıyla bilemediği gibi, beş dakika konuşan bir kimse, konuşmasının nerden geldiğini, harflerin mahreçlerinden nasıl çıktığını, ses tonunun hangi derecede olduğunu bilemez; ilmi ve aklı buna yeterli gelmez. Binaenaleyh bu kimsenin hareket ve konuşmasının hey’etini, vad’ını, kemiyetini bilememesi, onun fiilinin faili olmamasını gösteriyor.
Bu kimsenin fiilinin, hem kendisinin hem de Rabb’inin kudretiyle meydana geldiği de denilemez. Çünkü bu şirktir. İki âmilin bir mamulde aynı anda, iki vuranın vuruşlarının aynı anda bir yere vukuu muhal olduğundan, iki failden birisinin muattal, âciz, diğerinin fa’âl ve güçlü olmasını gösterir. Bu sıfat ise Allah’a mâhsustur; kul acizdir, muattaldır. Öyleyse, kulu yapan Allah Teâlâ, kulunun fiilini de yapar.
“Gerçek şu ki, ilk başlayan O’dur; (sonunda da yoktan) iade edecek yine O’dur. O (tevbe eden mü’minleri) çok yarlıgayan, (dostlarını) çok sevendir. Arşın sahibidir. (Zat’ında, Sıfatında ve Fiilinde de) Pek yücedir. Ne dilerse hakkıyla, yerli yerinde tam yapandır.” [Buruc,13-16] buyrulmuştur. Kudretine nisbeten bütün kainatı var etmesi, yok etmesi mümkündür; yaratmada ortağı yoktur.
Demek kul kaderini değiştiremez. Bazı ehli ilim, eğer Allah Teâlâ Kendisi fazi u kereminden değiştirmeyi isterse, değiştirebilir dediler. Yalnız başkasının yalvarışı veyahud icbârıyla değiştirmez. Bunlara göre de, ilmullah’ta olan değil, levh-i mahfuzda veyahud alın yazısında kul nazarında olan değişmedir. Ecel-i mübrem ve gayrı mübrem dedikleri budur.
9-İnsan varolmadan evvel levh-i mahfuzda, veyahut alnında hakîkaten kaderi yazılmış mıdır?
Cevab: Evet, yazılmıştır. Fakat yazmıştır demek, yaptırır demek değildir. Bu yazıyı görüp okuyanlar, yazının var oluşunu ikrar ederler. Mademki yazıdır, okur yazarlığı olan yazıyı okuyabilir. Okur yazarlığı olmayanın yazıyı inkar etmeye hakkı yoktur.
“Şübhesiz ölüleri ancak Biz diriltiriz, önden gönderdikleri işleri (yaptıkları hayr ve şerleri; ve geride) bıraktıkları eserleri yazarız. Zaten Biz her şeyi apaçık bir kitab(levh-i mahfuz)da sayıp yazmışızdır.” mealindeki Yâsîn sûresi 12‘nci ayette, her iki yazının varoluşu tasrih edilmiştir.
Hâsılı mukadderat ilmullah’ta sabit olduğu gibi levh-i mahfuzda da yazılmıştır. Aynı zamanda cenine ruh üfürûldûğünde melekler Rabb’lerinden aldıkları emr üzere ceninin alnında da yazarlar.
10-Kulun iradesi dahilinde olan fiildeki, Hâlık’ın yaratma fiilini ve kulun kisbini izah eder misiniz?
Cevab: Bu meselede müslümanlar arasında öteden beri mücadeleye geçen üç taife var:
a]Birincisi Kaderiyye’dir. Müslümanlardan Kaderiyye taifesi diyorlar ki: Allah Teâlâ’nın bahşettiği kudretle yani yapabilme terkedebilme gücüyle kul müstakildir; kendi fiilini kendisi yapar; Allah Teâlâ ona müdahale etmez. Şer yaparsa, Allah onun cezasını, hayr yaparsa mükafatını vermeye mecburdur.
Bunlar tekfir edilmezlerse de, bid’ate girmişlerdir. “Kul fiilinde müstakildir” deyişleri bid’attir; fakat “kulda mevcud olan güç yani iradesi, Allah Teâlâdan kendisine verilmiş” dedikleri için kafir değiller. Çünkü onlar Mecûsîler gibi iki Hâlık’a inanmadılar; kulun, Hâlık’ın kudretiyle fiilini yaratmasına inandılar.
b] ikincisi Cebriye taifesidir. Bunlara Mürcie de denilmiştir. Diyorlar ki: İnsanın kalbinde iman olduktan sonra, ma’siyet ona hiçbir zarar vermez. Küfür de olduktan sonra, hiçbir taat fayda vermez. Zira kul, isyanında ve itaatinde makhur ve mecburdur. Bundan dolayı ma’siyeti işler veyahud taat işler. Hasılı mü’minden azab tehir edilmiştir. Filan vurdu demek, taş vurdu demek gibidir. Çünkü kulda hiçbir irade, ihtiyar ve kisb söz konusu değildir.
Bunlara göre Allah Teâlâ mü’min kuluna ceza vermezmiş. Hatta daha ileri gidenlerine göre kafir de olsa, Allah kulunu yakmazmış.
Ümmetin kısm-ı a’zamîsi bunları tekfir etmiştir. Fakat essah olan; ehli bid’atten sarih bir küfür görülmediği müddetçe kafir olmazlar.
c]Bu iki taifeye karşı çıkan Ehli Sünnet velCemaat, ne kulu fiilinde müstakil görürler, ne de mecbur görürler. Ehli Sünnet velCemaat bu hususta iki meseleyi esas tutmuşlardır:
Birincisi, insanın iradesi dahilinde ve haricinde bütün hâdisler ve havâdisler, Allah Teâlâ’nın fiili, yaratması ve icadıyla var otur, yaşar ve yok otur. Binaenaleyh Allah Teâlâ’dan başka yaratıcı yoktur.
İkincisi kulda da bir cüz’î irade vardır. Cûzi iradesinden dolayı fiilini kesbeder. izahı şöyledir:
1-“Hakîkaten Allah sizi de, sizin yapagelmekte olduğunuz şeyleri de yaratmıştır.’’mealindeki ayet-i kerimeye mebnî, Ehli Sünnet velCemaat ittifakla, “Allah Teâlâ bizi de, kendi elimizle yapmakta olduğumuz masnûumuzu da yaratmıştır” dediler. işte bu ayet-i kerimedeki ‘u’ harfi, harf-i mevsul olsun ve isterse mâ-i mevsufe olsun farketmez. Nitekim Allâme Teftezânî diyor ki: «Yani: “Allah Teâlâ sizi de, sizin yontmuş olduğunuz ve elinizle yapmış olduğunuz putunuzu da yaratmıştır.”
Eğer ‘’ma’’ , harf-i masdariye ise, amelinizi de yaratmış demektir, ki bu takdirde zamirin hazfına ihtiyaç yoktur. Eğer harf-i mevsul ise, mamulünüzü de yaratmıştır demek olur. Bu takdirde mevsûie râci’ olabilecek zamir mahzuftur. Çünkü biz “Kutun fiili, kul gibi, Allah Teâlâ’nın mahlukudur” deriz. Fiilin masdar manası olan îkâ’ ve icadı değil, bilakis masdardan hâsıl olan manayı kasdediriz, ki o da îkâ’ ve icadın müteallakıdır; müşahade edilen hareket ve sükunlar gibi.. Bu noktadan aktı kayan kimse, ayet-i kerîmedeki ‘’ma’’ harfinin mevsul olması halinde Ehli Sünnete delil olmayacağını zanneder.»
ibn-ul-Himam buna ilaveten: «Yahud da ‘’ma’’ harfi, ismi mevsuldür. Yani Allah Teâlâ İbrahim aleyhissellem’ın kavmini yarattığı gibi, kendi elleriyle yapmış oldukları yontma fiilini de yaratmıştır. Çünkü Arab dilinde fiilden, masdarla hâsıl olan mana kasdedilir. Masdar ise, masdarın lafzından mefül-ü mutlak olan fiilin hakikati kasdedilir, ki bu fâilin fiilidir. Binaenaleyh ayet bu hususta ise de, manası umumdur. Yani Allah Teâlâ kulunu yarattığı gibi, kulun sanatını da yaratmıştır.»
İbnu Ebî Şerif buna ilaveten:« ‘’ma’’ harfi, masdariye de olsa, mevsul de olsa mana değişmez. Putperestin tahtayı yontmakla saneme çevirmesi, fiili, fâil-i hakîkî olan Allah Teâlâ’nın taht-ı tasarrufundan çıkarmaz.»
Hâsılı kelam Allah Teâlâ; insanı, insanın sanatını yani masnûunu ve sanat işini de yaratmıştır. Zeyd bardağı yaptı deyişimizde, Isnadda mecaz olur. Yani Zeyd, bardağın yapılmasına vesile oldu; hakikatte Allah yaptı demek istenmiştir.
Ebû Dâvûd ve Tirmizî ve imam Ahmed’in tahric ettikleri bir hadiste Ubbâde bin Sâmid oğluna şöyle demiştir: “Oğulcağızım, takdirde başına gelen belanın başkasına çarpmayacağına, sana çarpmayacak belanın başına gelmeyeceğine kesin bir bilgiyle inanıncaya kadar imanın hakikatinin tadını tadamazsın. Çünkü ben Rasulullah saiiallâhu aleyhi ve sellem’den şunu dediğini işittim:
“Gerçekte Allah Teâlâ, önce kalemi yarattı. Ona: Yaz dedi. Kalem:
Ne yazayım, ey Rabb’im dedi. Bunun üzerine: Kıyamet kalkıncaya kadar, her şeyin kaderlerini yaz buyurdu.” Oğulcağızım, Rasûlullah’tan şunu da dediğini işittim: “Bundan başkası üzere ölen, Benden değildir.”
2-Allah Teâlâ’nın her şeyi yaratması, kulunun cüz’î iradesini ortadan kaldırmamaktadır. Mesela Allah Teâlâ, ilmi, iradesi ve kudretiyle her şeyi yaratmıştır, binaenaleyh kulun cüz’î iradesi dahilinde olan işini de yaratmıştır deyişimizde; fiile azmini bağlayan kul, azmiyle birlikte Allahın mahlukudur; ancak kulun azmi, kisb cihetiyle kendisine isnad edilir. Mesela kudret, kulun vasfıdır; haik yani yaratmak Rabb(in vasfıdır, kulun kisbidir. Hareket, Rabb’in yaratmasıdır; kulun vasfı ve kisbidir. Eskiler bunu dile getirerek şöyle dediler: Kul azdı da Allah yazdı. Azmak kulun kisbidir, yapmak Allah’ın fiilidir demek istemişler.
Kulun azmasına, Eş’arîler kisb, Mâturîdîler cüz’i ihtiyârî ismini vermişler. Aslında ikisinin manası birdir. Yani kulun, kendisine yönelen tabiî sebeblere muvafakat etmesi yahud etmemesidir, ister ismi kisb olsun, ister irade olsun, ister cüz’i ihtiyâriye olsun, aslı budur. Şu kadar vardır ki, Eş’arîler El-Bakara sûresinin son ayetinden bu ismi aldılar. Mâturîdîler ise, örfen isti’mâl edilen kelimeyi nazarı itibare almışlardır. Kisb kulun sıfatı olduğu için, kul fiilinde müstakil değildir. Halk yani yaratmak, Allah’ın fiilidir ve o müstakildir.
Maksad şudur: Kulun müdahalesi olmaksızın Allah Teâlâ’nın icad ettiği şey, mücerred Kendi iradesiyle olduğundan O’nun sıfatıdır. Bu kabilden sıfata, fiilidir denilmez. Kulun cüz’i ihtiyâriyesi, kudreti, gücü, yani iradesinin, kisbinin müdahalesi olduğu şeyleri yaratması; Allah Teâlâ’nın sıfatı ve fiili, kulunun da kisbidir.
İşte Mu’tezile, Allah Teâlâ’nın buradaki fiilini; Cebriyeler ise kulun kisbini inkar ettiler. Ehli Sünnet velCemaat ise, ikisini de isbat ettiler. Bu isbattan sonra da, imam Eş’arî: «Kulun kudreti, gücü, fiile bağlanır, amma tesirsizdir. Çünkü kulun fiili, sadece Allah Teâlâ’nın takdiriyle yani kudretiyle vuku bulmuştur. Elbette iki kâdirin kudretiyle fiilin vukuu muhaldir. Mesela elinin biri felç, diğeri sağlam olan bir kimsenin, iki elinin hareketi de Allah’ın yaratmasıyla, kudretiyle var olmuştur. Kul sağlam olan elinin hareketinde muvafakat gösterdiği için, muhtardır. Diğer elinin hareketi gayrı ihtiyârî olduğundan, ondan sorumlu değildir. Sağlam elinin hareketinin ismi makdurdur; kul ondan sorumludur. Felçli elinin hareketi mukadder ve gayrı makdurdur; onda sorumluluk yoktur.» demiştir.
Cumhûr-u ehli hadis, sofiler, Eş’ariy’le müttefiktirler. Dediler ki: “Kul için fiile bağlanan bir kudret vardır; fiilin vukuunda ve vuku bulmamasında tesirsizdir. Hakîkî tesir Bârî Teâlâ Zülcelal Hazretleri’nindir. Buna cebr-i evsat denilmiştir. Imâm-ul-Haremeyn El-İrşad adlı eserinde bu sözü tercih etmiştir.
Eş’arîlerin bir kısmı da: “Kulun kudreti tesirlidir” dediler. Tesirli olduğu takdirde, ne mikdar tesir gösterebilir diye ihtilaf ettiler. Kâdı Ebû Bekr El-Bâkıllânî dedi ki: «Kulun ihtiyârı, yani gücü, fiilin has olan vasfında tesir eder. Mesela hareket bakımından namaz kılmak yahud gasbetmek yahud mal çalmakta kulun ihtiyârı, fiilinin vasfında tesirlidir; fiilin kendisinde değildir, işte kisb dediğimiz budur. Amma fiilin aslı ise, yani ibdâı, icadı, Allah’a mahsustur.» Şehrestânî de bunu tercih etmiştir. Ebû ishak El-Esfirâinî de cüz’î bir farkla böyle demiştir.
İmâm-ul-Haremeyn er-Risâlet-un-Nizâmiyye adlı eserinde: “Kulun hâdis olan kudreti, fiilin icadının aslında tesir eder.” demiştir. Mu’tezileden farkı şudur: Kulun yaptığı şey, Allah’ın takdiriyledir; kul tam müstakil değildir. Zannımca, muşârun ileyh, Eş’ari’yle Mu’tezile arasında bir köprü kurmak istemiştir. Fakat, “Kul Allah Teâlâ’nın ezelde takdir ettiği şeyle yapıyor” demesiyle Mu’tezileden ayrılmıştır.
İmam Ebû Mansur Mâturîdî diyor ki: «Kulun yapmış olduğu fiilinin aslı, Allah Teâlâ’nın kudretiyledir. Taat ve ma’siyetle vasıflanması, kulun kudretiyledir.» Demek kulun, fiilinin vasfında tesiri vardır, aslında yoktur. Fiilin aslında yoktur demekle de, imamın bu sözü Mu’tezileden tamamen ayrılmıştır. Mâturîdî meşâyıhın cumhûrunun mezhebi de budur. Nitekim et-Tevdîh adlı eserde şöyle yazılmıştır: «Meşâyıhımız, icad ve tekvin vasfını kuldan nefyederler. Mükevvin ve Hâlık, Allah Teâlâ’dan başka yoktur. Ancak diyorlar ki: Kul için nisbet ve izâfe edilen herhangi bir güç vardır; ancak kul bu gücüyle işini yapmak veya yapmamakta müstakil değildir. Allah dilerse yapar, dilemezse yapmaz. Et-Telvih’te Bâkıllânî’ nin de bunu tercih ettiği yazılmıştır.
Netice-i meram, Ehli Sünnetin ittifakıyla kulun azmi, azması, muvafakat göstermesi, ihtiyârı yani seçmesi ve kisbi vardır. Bundan dolayı sorumludur. Emr ve yasaklar, buna tevcih edilmiştir. Bununla birlikte, kul da, fiili de Allah Teâlâ’nın icadı ve yaratmasıdır.
Ebû Dâvûd’un tahric ettiği Enes radıyallâhu anh’tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Üç haslet imanın yarısındandır:(1)-Lailaheillallah diyenden imtinadır; (yani) onu bir günah sebebiyle tekfir etmeyiz ve bir amel sebebiyle onu islamdan çıkarmayız. (2)Cihaddır; (yani onun) zamanı, Allah Beni gönderdiğinden İtibaren, ümmetim deccalle savaşıncaya kadardır. Hiçbir zalimin zulmü, hiçbir âdilin adaleti, cihadı kaldırmaz. (3)Kaderlere imandır.“
Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...
-
Online Yıldızname Burcu Hesaplama 1. Yol: Arapça Harflerle Ebced Yöntemi Öncelikle "cinsiyet"inizi seçin ve aşağıdaki ...
-
Harflerin Enerjileri A-Z Alfabedeki bütün harflerin enerjileri ve anlamları. İsminizde bulunan, isminizin başladığı harflere göre ka...
-
1 / 24 1 AMAL'İ MÜCERREB-1 2 Bilinmeyen Yönleriyle Satanizm - Bulent Kısa 307 say...