Kainat ve İnsan Bilinci
İnsanoğlunun en önemli problemlerinden biri de bir değerler sistemi olarak değişmez bir bütünlük arzetmeyişidir. İnsanın dışındaki tüm yaratılmışlar kendilerine gömülmüşlerdir.
Bütünlük içerisinde ve dışa kapalıdırlar. Ama insan bilinci ve ruhuyla (sezgisel bilinç) kâinata ve ötesine açılmıştır; doğal bir bütünlüğe gömülmüş ve stabil bir dengeye haiz değildir.
O nedenle insan, dışa açık hassalarının denge bozucu işlevlerini de hesaba katarak dinamik-ozgürlükçü bir denge sağlamak zorundadır. Bilinci ve ruhunun oluşturduğu dış algı ve zorlamaları içsel karşı oluşumlarla sürekli olarak dengeleyebilmelidir. Aksi halde insan olma potansiyelini edimselleştirememek gibi bir özdeşlik, tekrarlılık ya da tereddiye düşebilir.
Bilincimiz, duyu organlarından sağladığı algıları değerlendirerek insan hakkında sürekli bir bilgi sunmaktadır bize. Ama bu bilginin kâinatın bizzat kendisi değil, bilince dönüştürülmüş, İnsanî değerler sistemi içerisinde oluşturulmuş bir ifadesi olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Yani biz hiçbir zaman gerçek kâinatı taşımamaktayız zihnimize.
Onun ışık, ısı, renk, koku, duyu gibi arazlarla bilincimizde remizlendirilen bir tür temsilidir (simülasyon) zihnimizde oluşan. Bu ise bilindiği gibi soyut bir bilgidir. Kâinatla insan arasında oluşan bir ara-çevirici değerler sistemidir. Kâinatı bilince dönüştürme işlemi de İnsanî değerler sistemi açısından denge bozucu bir özellik arzetmektedir.
Onun ışık, ısı, renk, koku, duyu gibi arazlarla bilincimizde remizlendirilen bir tür temsilidir (simülasyon) zihnimizde oluşan. Bu ise bilindiği gibi soyut bir bilgidir. Kâinatla insan arasında oluşan bir ara-çevirici değerler sistemidir. Kâinatı bilince dönüştürme işlemi de İnsanî değerler sistemi açısından denge bozucu bir özellik arzetmektedir.
Burada insanın kendi bireysel bilincini inşa çabası ile toplumsallığın onun üzerinde inşaya çalıştığı öznellikler arasındaki çatışmalar, kişilik sorunları kadar, kişilik bölünmelerine de yol açabilir.
Ama bilinç, her hâlükârda, ne kadar parçalanmış ve dağılmış olsa da, insanın kendi bilincidir. Bilinç kendi karşı değerlerini, yani kendisinin de dahil olduğu dünya bilgisini-bilincini dengeleme işlemini yine kendi içindeki bilinçsel faaliyederle sağlar.
Dünyaya karşı savunur kendisini ve cevaplar üretir. Bu cevaplar etik, estetik, bilimsel ve politik niteliklerde olabilir. Önemli olan insanın bu üretkenliğe ulaşabilmesidir. İnsan açısından asıl sorun, kişilik gelişiminin bu üretkenliğe geçemediği bir kertede bastırılması, tıkanması ya da kendi içerisine kapanmasıdır.
Ama hakikati hiçbir zaman gerçek mahiyetiyle kavrayamayacağımız için, bilincin problemi de hiçbir zaman tam olarak çözülemeyecek, denge kurma çabası hiç durmaksızın sürdürülecektir.
Ama bilinç, her hâlükârda, ne kadar parçalanmış ve dağılmış olsa da, insanın kendi bilincidir. Bilinç kendi karşı değerlerini, yani kendisinin de dahil olduğu dünya bilgisini-bilincini dengeleme işlemini yine kendi içindeki bilinçsel faaliyederle sağlar.
Dünyaya karşı savunur kendisini ve cevaplar üretir. Bu cevaplar etik, estetik, bilimsel ve politik niteliklerde olabilir. Önemli olan insanın bu üretkenliğe ulaşabilmesidir. İnsan açısından asıl sorun, kişilik gelişiminin bu üretkenliğe geçemediği bir kertede bastırılması, tıkanması ya da kendi içerisine kapanmasıdır.
Ama hakikati hiçbir zaman gerçek mahiyetiyle kavrayamayacağımız için, bilincin problemi de hiçbir zaman tam olarak çözülemeyecek, denge kurma çabası hiç durmaksızın sürdürülecektir.
Ümit Aktaş, İnsan ve İslam