18 Nisan 2014

HASTAHANE ÖNÜ İNCİR AĞACI SESLİ VİDEO






HASTAHANE ÖNÜ İNCİR AĞACI


KIZ ANASI VİDEO SESLİ






KIZ ANASI-METİN ŞİRİNKAYA
Metin Şirinkaya - Kız Anası | izlesene.com

HASTA DÜŞTÜM SESLİ VİDEO






BAĞIMSIZLIK



BAĞIMSIZLIK 
    Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve sükûna erişeceğimiz inancında değiliz.
    1921
    (Nutuk II, S. 624)


    Bağımsızlık ve hürriyetlerini her ne bahasına ve her ne karşılığında olursa olsun zedeleme ve kayıtlamaya asla müsamaha etmemek; bağımsızlık ve hürriyetlerini bütün mânasiyle koruyabilmek ve bunun için gerekirse, son ferdinin, son damla kanını akıtarak, insanlık tarihini şanlı örnek ile süslemek; işte bağımsızlık ve hürriyetin hakiki mahiyetini, geniş mânasını, yüksek kıymetini, vicdanında kavramış milletler için temel ve ölmez prensip... Ancak bu prensip uğrunda her türlü fedakârlığı, her an yapmaya hazır milletlerdir ki, devamlı olarak insanlığın hürmet ve saygısına lâyık bir topluluk olarak düşünülebilirler.
    1928
    (Atatürk'ün S.D. II, S. 249)



    Bağımsızlığı için ölümü göze alan millet, insanlık haysiyet ve şerefinin icabı olan bütün fedakârlığı yapmakla teselli bulur ve elbette esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete nazaran dost ve düşman nazarındaki mevkii farklı olur.
    1927
    (Nutuk I, S. 13-14)



    Esas Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla temin olunabilir. Ne kadar zengin ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık olamaz.

    Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.

    Halbuki Türk'ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.

    Bundan ötürü, ya bağımsızlık, ya ölüm!...
    1919
    (Nutuk I, S. 13)



    Arzumuz dışarıda bağımsızlık, içeride kayıtsız ve şartsız millî egemenliği korumadan ibarettir. Millî egemenliğimizin hattâ bir zerresini bozmak niyetinde bulunanların kafalarını parçalayacağınızdan eminim.
    1923
    (Atatürk'ün S. D. II, S. 71-72)



    "Biz barış istiyoruz" dediğimiz zaman "tam bağımsızlık istiyoruz" dediğimizi herkesin bilmesi lâzımdır. Bunu istemeye hakkımız ve kudretimiz vardır. On sene, yirmi sene sonra aşağılaşarak ölmekten ise şimdiden şeref ve haysiyetle ölmeyi üstün tutmalıyız.
    1923
    (Atatürk'ün S. D. II, S. 89)



    Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evlâdı kalmalıyım. Bu sebeple millî bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettiği takdirde, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereği olan dostluk, siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan sarfınazar edinceye kadar amansız düşmanıyım.
    (23.4.1921)



    Biz Türkler bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve bağımsızlığa sembol olmuş bir milletiz.
    (Nutuk)

    Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye liyakat kazanamaz.
    (Nutuk)



    Türk Milleti yüzyıllardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklâli yaşamak için şart saymış bir kavmin kahraman evlâtlarından ibarettir. Bu millet istiklâlsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.
    (21 Haziran 1922)

    Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir ben milletimin en büyük ve ecdadımın en kıymetli mirası olan istiklâl aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenlerce bu aşkım malûmdur. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut beka bulabilmesi mutlaka o milletin hürriyet ve istiklâline sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evlâdı kalmalıyım. Bu sebeple millî istiklâl bence bir hayat meselesidir.

    İstiklâl ve hürriyet âşıkı milletler için, ıstırap anları, o ıstırabın âmilleri, ibret alıp tetikte durmak için daima hatırlanmalıdır. İstiklâl ve hürriyetlerini her ne pahasına ve her ne karşılığında olursa olsun ihlâl ve takyide asla müsamaha etmemek, istiklâl ve hürriyetlerini bütün mânasıyla masun bulundurmak ve bunun için, icap ederse, son ferdinin son damla kanını akıtarak insanlık tarihini şanlı bir misalle süslemek: İşte istiklâl ve hürriyetin hakikî mahiyetini, geniş mânasını, yüksek kıymetini vicdanında idrak etmiş milletler için esas ve hayati prensip.

    Büyük ve hayalî şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, garazını, kinini, bu memleketin ve milletin üzerine çektik. Biz panislâmizm yapmadık. Belki, "yapmıyoruz, yapacağız" dedik. Düşmanlar da "yaptırmamak için biran evvel öldürelim" dediler. Panturanizm yapmadık, "yaparız, yapıyoruz" dedik, "yapacağız" dedik ve yine "öldürelim" dediler. Bütün dâva bundan ibarettir.
    (1921)

ATATÜRK'ÜN TÜRK GENÇLİĞİNE HİTABESİ

 



ATATÜRK'ÜN TÜRK GENÇLİĞİNE HİTABESİ

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza
ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en
kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek
isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve
Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde
bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve
şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve
Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir
galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın
kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları
dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün
bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde
iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde
bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini,
müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru
zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evladı!

İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve
Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil
kanda mevcuttur.

Ankara, 20 Ekim 1927


ATATÜRK'ÜN TÜRK GENÇLİĞİNE HİTABESİ
( Yeni Türkçe )

Ey Türk Gençliği!

Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuzluğa değin
korumak ve savunmaktır.

Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en
değerli güven kaynağıdır. Gelecekte de, yurt içinde ve dışında, seni bu
kaynaktan yoksun etmek isteyen kötücüller bulunacaktır. Bir gün,
bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan; ödeve atılmak
için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını
düşünmeyeceksin! Bu olanaklar ve koşullar çok elverişsiz olabilir.
Bağımsızlığına ve cumhuriyetine kıymak isteyecek düşmanlar, bütün dünyada
benzeri görülmedik bir utku kazanmış olabilirler. Zorla ve aldatıcı
düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemilikleri ele
geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine düşman
girmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere,
yurdunda, iş başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık içinde
olabilirler. Üstelik, hainlik de yapabilirler. Daha kötüsü, iş başında
bulunan kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların
siyasal erekleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde
ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.

Ey Türk geleceğinin gençliği!

İşte, bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve
Cumhuriyetini kurtarmaktır! Bunun için gereken güç, damarlarındaki soylu
kanda vardır!

Söylev' den 20 Ekim 1927


  

NERELERDESİN




NERELERDESİN
Sen yine yoksun bu gece...Evet sen yoksun, kar ve soguk var bu gece...
Islanmak icin sokaklarda yurudugum yollar bombos nedense...Bu gece kar var...
Ayin on dordu gibi cemalin, kar ve hayalin var bu gece yuregimde...
Acaba bir gun islanmamak icin kosarken, yolun kiyisindaki tasin oyugunda isildar
bir vaziyette, beni gorup avucuna aldigini bir hatiranda yazacak misin..Acaba birileri, benim yalnizca bir avucu dolduracak kadar saf kar suyu oldugumu bilebilecekler mi...Giderek avuclarindan, siril siril akan dere sularina verdigin bir damla gozyasi oldugumu bilebilecekler mi...Korkarim bilmeyecekler. .Elbette bilemeyecekler. .Bu kadar saf ve temiz bir sevdanin, bir yagmur damlasinda sakli oldugunu kimse bilmeyecek.. .Kimse anlamayacak, uzakliginin bu kadar yakin oldugunu...Bir yildiz da bulustugumuzu, kar ve tipiden hizli hizli kacan insanlar bilemiyecek. ..Seni ne cok sevdigimi sende bilemezsin kar tanem..Cama vuran her kar tanesi minik bir opucuk olsun, buradan ta oralara giden her
kar tanesinde... Benim bir gulucugumu gor pencerende, her tanenin dustugunde cikardigi seste, benim sesimi duyar gibi ol...Her damla tertemiz bir nefes olsun, sende sevgiye ve sevdaya giden...Aglamak kadar gulmekte var su hayatta...
Hislerin en yogun halini, ozlemlerin en buyugunu, sevdanin en zorunu
istiyorum belki de, bir sen, bir de kis gunu yagan kar tanesi var hayatimda... Yagan kar taneleri saclarindan kayip alnindan kirpiklerine dokulsun,
gozlerinden yuzune dagilip yanaklarini oksasin, dudaklarina carpip boynundan
asagiya suzulsun...Bu gece yalnizim yine...Sen yoksun bu gece...Bu gece amansizca yagan bir kar var yine.
Yalniz agliyorum islanan camlarin onunde, gozyasim lapa lapa yagan kar tanesi adeta bu gece...Islanmak istemiyorum, soyle ne olur dinsin kar, yagmasin bu gece...Gozyasini bilirim diyenlerin, aslinda bilmediklerini anlarsin, bir gun ayriliklarinda hic aglamadiklarini gorunce...Yesili severim diyenlerin, sevmediklerini anlarsin, bastiklari zaman bir ot parcasi gibi yesil cimenlere... Guzeli severim diyenlerin de, bir gun yanildigini anlarsin...Megerki ben seni ne cok sevmisim kar tanesi...
Seni ne cok sevmisim..Senelerce senin dilinden konusmusum, senin gozlerinle gormusum, senin yuregince sevmisim, duslerimi seninle buyutmusum, yorgun ve sonu gelmeyen ozlemlerimi kar tanelerinde beslemisim.. .Ben seni ne kadar cok sevmissem, aramiza hep karin soguklugu girmis adeta...Hep islak kalmis el ele tutsacak ellerimiz, gozlerine hep huzun yerlesmis... Seni ne kadar cok sevdiysem, o kadar uzaklara dusmusum, ayri gecelerde hep sana aglamisim, yoklugun buyumus, yalniz kalmisim...Ben seni ne kadar sevdiysem, incinen cocuk bakislarinda kalmisim, hep kosmus, yetisememisim yol ayrimlarina. ..Seni ne kadar cok ugurladiysam, o kadar cok beklemisim donusu olmayan yollarda... Sen hep uzaklara gider olmussun...Karli mevsim ayrilik demek olmus..
Ben senin, kis gecelerinin ay isiginda guzellesen yuzunun tutkunu olmusum...
Firtinanin onunde suruklenip, saclarina takilip eriyen bir kar tanesinde yagmur damlasi olmusum...Zordu bir tanem...Hayatin gercegini, duslerinin isligiyla bestelenmis, kanayan bir sarkiya donusturen yureginin atislarini dinlemek...
O isligin seni goturdugu yere kadar cekip gitmissin sen...Cikan yanki seslerinde anlamisim seni kaybettigimi. ..Bag bozumu hayallerimde islak kalan duslerim kurumamis ve sen karda yururken hep suskun olmussun...Oysa sevda, her gun buyutmeli kendini yasanan zorlu ayriliklarda. ..Bu gece kar var...Kar tanelerinin dokuldugu camlarin onundeyim... Ya sen...Sen nerdesin kar tanesi..Su anda tek basinamisin. .Nerdesin. ..

KARANLIK AŞK





KARANLIK AŞK
Karanlıgın soguk ve dilsiz duvarlarına senin mutluluklarının figürlerini ciziyorum..Islak kaldırımları senin tatlı sesinle asındıroyum..Günese kapalı tüm bedenimin sevgi perdelerini araladım senin günesi andıran gül yüzüne..Sevdigim..seninle actım günese ve umuda gözlerimi…Yitirdigim günesi senin yüzünde buldum.Susamıstım sevgiye…Kana kana ictim sevgini..Nefesim daralırken senin mutluluklaında huzur buluyorum…Azgın dalgaların hırcınlıgında senin huzurlu kalbine sıgınıyorum..Kuruyan kalbimin corak cöllerine gözbebeklerimden süzülen nazenin gözyaslarını bıraktım.Umudu tohum, sevgini günes bilip dünyann en güzel cicegini ektim kalbimin corak topraklarına…

İçimde acaba kurur mu diye bir süphe yok .Eger seninle aynı sevgiyi paylasıyorsak ve ayrı kentlerin aynı sabahında aynı sevdaya uyanıyorsak ve iki ayrı bedende tek kalp olup seviyorsak birbirimizi bu cicek her zaman büyüyecek.Sevgimizle ve yarınlarımızdaki umutlarımızla mutluluklarda yeserecek..Gözbebegim..Yalnızlıgın icinde yetim cocuk misali dolasırken senin kalbinde buldum tüm benligimi…Sevginin ve mutlulukların en güzelini Senin cennet misali kalbinde buldum.Cöldeki seraplarda ve geceleyin karanlıgını yok eden hayallerinin tatlıgında sevdim seni..

Yıldız yıldız gözbebekelrinden aydınlıga düsmek istedim..ilmik ilmik sevgiyi dokumak istedim tyüm kalbinin hücrelerine..Damla damla olup yagmurun sevgiyle bulustugu bulutlarda senin tenine hediye edilmek istedim..Seni severken ürkek bir ceylan gibi yüregim… sevda duragındaki son bekledigimsin..Sen kalbimin en güzel melegisin ve hayatımın en güzel bebegisin…seni canımdan öte sevdigim gözbebegimsin…Geceden sabaha bıkmadan uslanmadan mutsuzluk cöllerine mutluluklar tasıyan rüzgarın esintisindeyim..

Esen bir rüzgar olup dagıtayım saclarını..Bırak cöz saclarını dagıtayım omuzlarına..Darmadagın olmus saclarını yine ben toplayayım…Cennetin en güzel gülü olup yanaklarına hediye edileyim…Bir kelebek olup son nefesimi senin kalbinde vereyim….kurumus sarı yaprak olup senin ilkbaharındaki sevgilerinle yeniden yesereyeyim….Baktıgım tüm aynalarda senin hayalin ve tüm sehirde senin özlemin var..

Sehrin tüm yanan ısıklarında senin izini sürdüm.Bohcamdaki son ekmegi senin icin böldüm..Seni sevmek bu dünyanın kötülerinin icinde güzellikleri ve senin sevgini bulup seni yasabilmektir…Ve seni sende sevmek gözbebegim; herseyinle kabulllenip iki ayrı bedende tek kalp olup aynı sevdayı nefes bilmektir…ben senin kalbindeyim..yalnızlgıın tüm zincirlerini kırıyorum esen her deli rüzgara karısıp saclarını dagıtıyorum…Gece olup karanlık çökünce odana, yıldız olup aydınlıgına misafir oluyorum…nasırlanmıs ellerimle sana yazıyorum yine…tüm yıldızlar senin gözbebeklerinin icine armagan olsun..kalbim hep senin sevginle dolu olsun..

Kelimelere sıgmamalı sana olan sevdamın denizindeki büyüyen askımın bir damlası…ne olurdu gecmisimdeki acılarımı silip senin dizlerinde bir bebek misali aglaması..Gözbebeklerinde bilirim yüreginin nazeninligini , can bilirim her icine cektigin nefesinin agırlıgını…Mürekkebi sevgiyle koyulasan ve gül yüzüne satır satır yazılan ömür sevdasının mutluluk kokan dizeleridir sana olsan yangınlarım…

Göcmen kuslara sordum tüm iyliklerini…Kalbime adadım tüm sevgilerini..karanlık gecelerime parlak yıldız bildim gözlerini…yudum yudum ictim mutluluk denizindeki sevgini…Sevdanı ekmek , mutluluklarını katıgım bilip seninle olan uzun yolculugumda lazım bohcama koydum…Her sevdaya uzanan satırda senin gözlerini buıldum.. eksiklerimi senin mutluluklarınla tamamladım.Hatalarımın üzerlerine yarınlarımdaki senin umutlarınla karaladım..Gecmisimdeki acılarıma tuz basıp sana kosuyorum yüregimin cıplak ayaklarıyla..Bugünümdek yasama sevinclerimi yüregine ekleyip Cennetin mutluluklarında seni bulabilmek icin kosuyorum sana kavusma umutlarımla..

KİMSEYİ SEVEMEDİM SENİ SEVDİĞİM KADAR


KİMSEYİ SEVEMEDİM SENİ SEVDİĞİM KADAR
Hiç sevmedim kimseyi senin kadar…

 Yüreğim yanmadı hiç bu kadar…

Bir el bazen neleri ayakta tutabiliyor hiç düşündünüz mü ve neleri yıkabiliyor tek başına ? Bir eli tutmak bir insanı hayata bağlamakla eş değerde olabiliyorsa eğer bunun adı ”AŞK’tır. Böyle bir eli tutmak hayatı bulmaktır belki de…. 

Hiç sevmedim seni sevdiğim kadar dersin birine ve sonra onun arkasına dönüp gitmesini izlemek ne zordur. Bir eliyle hayata bağlamak bir eliyle o verdiği hayatı geri almak gibi… Bazen mecburu ayrılıklar mecburi acılar yaratır. Bile bile kapıyı aralık bırakırsın ve tüm yalnızlığın ve hüznün içeri dolmasına izin verirsin. Buna rağmen aklının bir köşesinde sonsuzluk vardır 

Bitmedik , bitemez , bitmeyecek… Bir ömrü bir aşka adamaktır bu belki ve elbette yürek ister ayrıysan. Dönüş yolları geçilemeyecek kadar darsa bile bir umut koyup sol yanına beklersin hayatının ışığının o derin karanlıktan gelmesini. Zaman geçtikçe göremez olursun hiçbir şeyi gözlerinin buğusundan ve kalbinin karanlığından… Beklemek zordur eğer beklenen kalbinden çok uzakta ise… 

“Çok yalnızım, seninle bir yarım…
 Eğer elindeyse ne olur çal kapımı,
 Eğer yüreğindeysem ne olur sil göz yaşımı..
Bir hayatı kaybetmek bir elin sıcaklığını kaybetmekle eş değerse işte bu ”AŞK”tır. Böyle bir eli kaybetmek ölmeden ölmektir. Ruhunu o sıcaklığa terk edersin o el senden uzaklaşırken. Ruhsuz bir beden ölmekten beterdir.. 

Umut edersen et korkular rahat bırakmaz aklını ve umudunu köreltir sonsuz telaşların o bekleyişte. İsyanın yükselir bastıramazsın çektiğin yalnızlığın en acımasız yanı canını yakmaya başlayınca. Tanrıya yalvarırsın son bir şans diye gerçekleşmeyeceğini bildiğin halde. Umudun ve benliğin avuçlarının arasından akıp gider. Ruhsuz, umutsuz ve benliksiz kalırsın bir başına. Zaman acımasızlaşır ağladıkça..
Gel… Korkuyorum… Nefes alamıyorum. Eğer hala dudaklarında ismim varsa gel… Sıcaklığın olmadan tutunamıyorum Hatanın üstüne hata ekleyerek yaşıyoruz. Bile bile kaçırdık belki de o treni. Beklemek için çok geç , vazgeçmek içinse çok erken. Bir ömre bedelse bile geç kalınmış bir mutluluktan vazgeçmiyorum. Verilen sözler unutulmamalı, ben unutmadım.. 

Eğer elindeyse ne olur çal kapımı,
 Eğer yüreğindeysem ne olur sil gözyaşımı..

Hazar Kağanı Yusuf’un Endülüs’e Mektubu







Hazar Kağanı Yusuf’un Endülüs’e  Mektubu

BOZKURT DÜŞMANLIĞI,TÜRKLER BOZKURT’U NİÇİN SEMBOL OLARAK SEÇTİLER?,KURTLARIN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?




BOZKURT DÜŞMANLIĞI,
TÜRKLER BOZKURT’U NİÇİN SEMBOL OLARAK SEÇTİLER?
KURTLARIN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

BOZKURT DÜŞMANLIĞI 
“Pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan sakının” Türklerin; millî kültür değerlerinin en önemlilerinden biri sayılan “Bozkurt”a karşı düşmanlık, elbette ki oldukça eski yıllara dayanır. Ancak, Türk olup da mankurtlaşmamış(1) bir zümrenin Bozkurt düşmanlığı yapması oldukça yeni sayılır. Türkler ilk anayurtlarında yaşarken, düşmanları başta varlığı olmak üzere, Türklerin her şeyine düşman iken, elbette ki kendilerine mânevî güç verdiğine inandıkları bütün kültür değerlerinin yanında Bozkurt’a da düşman idiler. 

Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra ise, Bozkurt’u bir totem olarak gören bâzı zavallılar da, artık Bozkurt motifinin Türkler için bir değer olamayacağını ileri sürerek, onu sevenlere karşı düşmanlık beslemeye devam etmişlerdir. Halbuki bundan önceki sohbetimizde açıkladığımız gibi 

Türklerde Bozkurt hiçbir zaman totem olarak alınmamış, ona tapınılmamıştır. O sadece atalarından kalan ve millî kültür değerini ifade eden bir sembol olarak bilinmiştir. Yine, Türkün büyük düşmanlarından birisi olan SSCB döneminin ilk yıllarında Lenin, araştırmacı tarih yazarı İlhan Bardakçı (Murat Bardakçı’nın babası) ile yaptığı bir konuşmada: “Türkiye’de komünizmi yerleştirmek için önce onlara dinlerini, milliyetlerini unutturmak ve kafalarına yerleşmiş olan şu Bozkurt efsanesini söküp atmak lâzımdır” demiştir.(Dr. Tahsin Ünal, Türklüğün Sembolü Bozkurt, Millî Ülkü yayını,6.Baskı,s.21,Konya-1976). 

Yakın zamanlarda ise; İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde ve 1970′lerden sonra da solun desteğinde Bülent Ecevit’in yanında bulunan özellikle Başbakanlığı döneminde bâzı kişilerce aşırı derecede Bozkurt düşmanlığı(2) yapılmıştır. Bunların dışında ise, kendilerini Atatürkçü gören bâzı gâfiller de bu rüzgâra kapılarak Bozkurt düşmanlığında bulunmuşlardır. 

Sadece örnek olarak 1974′de yaşanan hazin bir olay basına şöyle yansımıştır: “Sene içersinde yapılan bir aramada bir ülkücü öğrencinin üzerinde Atatürk’ün zamanında basılmış olan Bozkurtlu paraların örneği bulunmuş ve bu paralar suç aleti olarak alınmıştır.”(3) Halbuki Atatürk’teki Bozkurt sevgisi; gelmiş-geçmiş hiçbir devlet adamında ve döneminde yaşanmamış ve O’nun bu sevgisinden ötürü de kendisine gerek yabancı ve gerekse bâzı vatandaşlarımız/yazarlarımız “Bozkurt” demişler. 

Peki, Atatürk’e Bozkurt diyenler kimlerdir? İşte bunlardan sizlere verebileceğim birkaç örnek: ATATÜRK’E BOZKURT DİYENLER Ziya GÖKALP- 1918′de Malta zindanında iken arkadaşlarına söylediği Atatürk hakkındaki sözleri “Mustafa Kemal Paşa Türkün efsanelerinde yaşayan Bozkurt gibi kurtarıcı bir şahsiyettir.” 

Cumhuriyet gazetesi- 15 Aralık 1933,s.1-5(manşet) Le Mois(Fr.dergi)- Cumhuriyetin verdiği haber. Benoist Mechin- Kurt ve Pars Mustafa Kemal(kitap) H.C.ARMSTRONG- Bozkurt (Doğrudan kitap adı). Behçet Kemal Çağlar- Dolmabahçe’den Anıtkabire Fazıl Hüsnü Dağlarca- Mehmet Ateşoğlu- Atatürk’ün Türkçülüğü, Türk Yurdudergisi, C.2, S.8(290), Kasım-1960, s.39-40; Şevket Süreyya Aydemir- Tek Adam (kitap) Gülçin Çandarlıoğlu- “Türk Destanlarında Bozkurt” Bozkurt özel sayı, 19 Mart 1968, s.11. Lord Curson- Atatürk’ü anlattığı eserinde. Berlin Türk Ocağı- Bozkurt Atatürk (bildiri), 19 Ocak 1974. Genç Arkadaş(dergi)- S.1, 15 Ocak 1975, s.2. Dr.Tahsin Ünal- Türklüğün Sembolü Bozkurt,6. baskı Konya-1976, s.36,41,55. Taner Ünal- O Bir Bozkurttu(kitap) İstanbul-1995. Atillâ İlhan- O Sarışın Kurt, İstanbul-1998. Yılmaz Öztuna- Bozkurt Nedir? Türkiye gazetesi, 26 Nisan 1999, s.1. Yavuz Bülent Bâkiler- Bozkurt Atatürk, Türkiye gazetesi, 31.3.2001. Yusuf Koç/Ali Koç- Türk Milliyetçi Hareketinin Lideri Başbuğ Atatürk,2.baskı, Ankara-2005,s.VII; Emekli General Veli Küçük, s.2-3. Sami Yavrucuk- Yeniçağ gazetesi(Köşesinde birçok). Ertuğrul Afşın- Bozkurt Atatürk Adsız dergisi,S.2, Kasım-1972, s.5-12. Hulki Cevizoğlu- AKP’den Farkınız Ne? Yeniçağ gazetesi, 17 Temmuz 2007, s.10. Tabii ki örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu konudaki incelemelerim devam etmektedir. Onun için bu kadarlık bir açıklamayı yeterli görüyorum. 
——————— 
(1)Millî kimliğini kaybetmişler için kullanılır. Kelime dilimize romanlarıyla ünlü Kırgız Türkü yazar Cengiz Aytmatov tarafından kazandırılmıştır. (2)Nejdet Sançar, “Okullarımızda Bozkurt Düşmanlığı”, Ötüken dergisi, S.4, Nisan-1970, s.2. (3)”Bucak İlçesinde Olup Bitenler”,Bozkurt(dergi), S.23, Ağustos-1974, s.4-5. FAHRETTİN SAVAŞ KONAR - See more at: http://www.yenidenergenekon.com/4-bozkurt-dusmanligi/#sthash.qb1ZeJ7l.dpuf

TÜRKLER BOZKURT’U NİÇİN SEMBOL OLARAK SEÇTİLER?
Bu konumuzu işlemeden önce kısaca sembolün anlamı ile millet ve devletlerde kullanılan semboller hakkında kısaca bilgi vermekte fayda vardır. Semboller; topluluklar arasında bir olayı, bir görüşü açık veya gizli şekilde anlatmak/ifade etmek için kullanılan özel işaretlerdir. 

Bu işaretler değişik araçlarla, çeşitli malzeme ve zeminler üzerine. önceleri basit çizgilerden meydana gelen resimlerle (Rus arkeologlara göre ön-Türklerin kayalara 30.000 yıl gibi bir zaman önce kayalara çizdikleri Bozkurt/kurt resimleri gibi.) ve daha sonra da harflerle ifade edilmiştir. Günümüzde ise; harf, rakam, resim veya özel araçlarla (Bozkurtlu; kemer, anahtarlık, rozet gibi)varlığını ve önemini devam ettirmektedir. Hatta bâzı ilimler tamamen bu uygulamaya dayanmaktadır; fen grubu ve ağırlıklı olarak da kimya gibi ilimler… 

Millet ve Devletlerde Semboller: İnsanoğlunun küçük topluluklarında başlayan sembollerle iletişim, zamanla milletlerin ve devletlerin varlığında da kendisini göstermiştir. Önceleri kendilerini tanıtacak/ifade edecek birer sembol arayan milletler, daha sonraları da kendi sosyal durumlarına uygun olanını sembol olarak seçmişler ve kullanmışlardır. Meselâ Ruslar ayıyı, İngilizler arslanı, Fransızlar horozu(Meselâ şimdiki Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy seçimlerde kullanmıştır),Çinliler Ejderhayı sembol olarak seçerken Türkler de genel anlamda Bozkurt’u kendilerine sembol olarak almışlardır. 

Bu işaretlerin ilk kullanılış yılları kesin olarak bilinmemekle beraber tahminen insanoğlunun kendini diğer topluluklardan ayırt etmek ve korumak istediği dönemlerde başlamış olabilir. Kullanılan bu işaret ve semboller, zamanla toplulukların sosyal hayatlarında kendisini tanıtmağa, kültürlerinin bir parçası olmaya başlamıştır. Bunun sonucu olarak da kabile tanıtımında bayrak veya destanlarında birer kahraman olarak nesilden nesile anlatılarak günümüze kadar gelmiştir. 

Peki Türkler neden Bozkurt’u sembol olarak almışlardır? Şimdi bu sorunun cevabını arayacak olursak; çünkü onda, kendisinde gördüğü veya görmek istediği özellikleri bulmuşlardır.
(1) Bundan dolayıdır ki “Yaratılış ve Türeyiş”
(2) destanında Türklerin atası ”Oğuz Kağan Destanı”nda ve hatta Oğuzların Anadolu’ya gelişleri sırasında ise, ordunun önünde yol gösteren bir kılavuz olarak işlenmiştir.
(3) Yine Ergenekon Destanı’nda Bozkurt, Türklerin zor gününde ortaya çıkıp, onları sıkışıp kaldıkları bir bölgeden yol göstererek kurtaran bir motif olarak işlenir.
(4) Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra ise, Türklerin büyük atası Dede Korkut’un (Salur Kazan) hikâyesinde geçen “Kurdun yüzü mübarektir”
(5) sözü ise, kurdun kutsallığını ifade etmektedir.
 ———————————-
 (1)Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş-9 cilt, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayını, Ankara-1978-1984 yılları arası. (2)Mustafa Necati Sepetçioğlu, Yaratılış ve Türeyiş/Türk Destanı, Ankara-1965. (3)Prof.ÖGEL,a.g.e.C.6,Ankara-1984, s.13; Dr. Tahsin Ünal, Türklüğün Sembolü Bozkurt,6.baskı Konya-1976, s.51. (4)Çok değişik şekillerde birçok yazarın işlediği bu destanda ortak motif Bozkurttur. (5)Türk Ansiklopedisi(Bozkurt md.),C.5,MEB yayını, Ankara-1952, s.8-9; Murat Uraz, Türk Mitolojisi, İst.1967, s.105-107; M.Necati Sepetçioğlu, Dede Korkut,İst.-1972,s.46; N.Yıldırım Gencosmanoğlu, Salur Kazan Destanı, İstanbul-1976,s.91.
 ————————————————- 
Konumuz bu noktaya geldiğinde büyük destan şairimiz rahmetli Niyazi Yıldırım Gencosmanoğlu’ nun Malazgirt Destanı isimli eserinde yayımladığı ve ilk defa Kaşgarlı Mahmud’un Divân-ı Lügati’t-Türk’te, sonra da birçok makalede yazılan; Türkler hakkında rivayet edilen meşhur kutsal hadisin mealine dayalı bir bölümü sunarak onun da ruhunu şad edelim: And olsun geceye, gündüze… And olsun karaya, denize… And olsun kaleme, kâğıda… Bir millet yarattım doğuda! *** TÜRK diye bir yüce ad verdim; Önüne kılavuz KURT verdim. En üstün değerli erdemi, En güzel ülkeyi yurt verdim!.. *** Donattım ruhunu imânla, Kolunun gücünü sert verdim. Ve onu mazluma sığınak, Zâlimin başına dert verdim!!!   FAHRETTİN SAVAŞ KONAR - See more at: http://www.yenidenergenekon.com/5-turkler-bozkurtu-nicin-sembol-olarak-sectiler/#sthash.ZPWlO8XQ.dpuf

KURTLARIN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Bozkurt; yazılan destan, şiir veya metinlerde(düz yazılarda), çizilen resim veya karikatürlerde gerek Türkiye’de ve gerekse diğer Türk devlet ve topluluklarında değişik kelimelerle ifade edilmektedir. Genç kardeşlerimizin Bozkurt ifade edilmek istenirken kullanılan kelimelere yabancı kalmamaları için aşağıda bâzı örnekleri sunalım: Bozkurt, Gök Börü, Gökbörü, Kök Börü, Börü, Böri, Pörü, Börteçine, Börteçina, Çine, Çina, Çino, Asena, Kök-cal, Kaşgır, Şane, Boyan, Beçkem ve tabii ki kısaca Kurt. Bizde de Bozkurt kastedilerek genellikle “Kurt” kelimesi kullanılmaktadır. Onun için de efsanevî bir varlık olan Bozkurt yerine yazımızın başlığı 
KURTLARIN ÖZELLİKLERİ NELERDİR? şeklindedir. 
Peki, nedir bu özellikler dersek; önemli görülenleri şöyle sıralayabiliriz: 

HÜRRİYET AŞIĞIDIR; asla esaret altında yaşamayı sevmez. Bağımsız olmak ve yaşamak hakkından asla feragat etmez. Hürriyeti elinden alındığında, hatta kısıtlandığında isyan eder, kurtulmak için de mücadeleden bir an olsun geri durmaz ve başarı sağlayıncaya kadar da asla vazgeçmez. Hayatta bütün güçlü bilinen hayvanlar ehlileştirilip insan elinde istenilenler yaptırıldığı halde bir kurt için bu asla mümkün değildir. Sirklere ve hayvanat bahçelerine bakınız; ayılar, arslanlar, ejderhalar, filler, kaplanlar ve benzeri birçok yırtıcı veya güçlü hayvanları görürsünüz. Ama bir kurdu asla ehlileştiremezsiniz. İşte sadece bu özelliği dahi Türklerin kurdu sembol seçmeleri için yeterlidir. 

GÜÇLÜDÜR, GÜCÜN TİMSALİDİR; temsilcisidir, örneğidir. Bilir ki, hayatta kalabilmesi için düşmanlarına karşı koyabilecek gücü kazanmalı ve bunu devam ettirmelidir. Kendini böyle hazırlar. 

TEDBİRLİDİR; her an bir düşmanla karşılaşabileceğini düşünerek gereken tedbirlerini alır ve uygular. 

AİLESİNE DÜŞKÜNDÜR; eşinin, yavrularının ve grubunun güvenlik içinde olmasını, aç kalmamasını sağlar. Eğer erkek kurt hasta veya yaralıysa yiyecek teminini, korunmayı/korumayı (güvenliği) dişi kurt üstlenir, yerine getirir. 

EŞİNE SADIK VE TEK EŞLİDİR; Hayatta tek eşli olan, eşine sadık kalan bir başka hayvan yoktur. Eşi ölürse bir başka kurtu eş olarak seçmez. 

EĞİTMENDİR; yavrularını eğitir ve büyüdükten sonra da hayatta kalabilmeleri için onları her yönü ile hazırlar. Bu süre en az iki yıl sürer. 

YARDIMSEVERDİR; avlanamayacak derecede hasta, yaralı, yaşlı veya yardım edecek eşi olmayan kurtların ihtiyacı, grubun diğer kurtları tarafından sağlanır. Kısaca; düşküne muhtaç olanlara karşı kendini sorumlu hisseder ve mümkün olabilen her türlü yardımı yapmaya gayret eder. 

TEMİZLİĞİ SEVER; asla artık yemez; temiz olmayan suyu içmez, yavrularına da bunu öğretir. Kısaca onun yediği de, içtiği de daima temizdir. 

TÖRELİDİR; atalarından öğrendiği kuralları uygular, geliştirir. Kural dışı hareketleri asla uygulamazlar. Aksi durum hoş karşılanmaz. PLANLI ve 

PROGRAMLIDIR; Daima yapacağı hareketi önceden plânlar. Onun için avını kovalarken de, düşmanla karşılaştığında da nasıl davranacağını, neler yapacağını bilir. 

KILAVUZDUR; Türk destanlarında, Türk’ün dar günlerinde ortaya çıkar ve Türk’e yol gösterir, kılavuzu olur. Kısaca o; hürriyetine düşkünlüğüyle, gücüyle kuvvetiyle, aile yaşayışı ve eğitmenliği ile, töreli-plânlı davranışıyla ve destanlarımızdaki kılavuzluğu ve dar günümüzde bizi esenliğe kavuşturmasıyla Türk’e sembol olarak seçilmiştir Hatta ordumuzun bâzı savaş taktikleri kurtların kullandıkları taktiklerden geliştirilmiştir. Çember harekatı veya az birlikle oyalarken düşmanı esas birliğin içine çekme harekâtı gibi. Bu kısa temel bilgileri verdikten sonra ana konu kabul ettiğimiz 

ATATÜRK VE BOZKURT konusuna artık geçebiliriz
. ————————-
 Bu sohbetimizi de M. Uluğ Turanlıoğlu’nun 1942 yılında yazdığı bir şiiri ile bitirelim: TARİH VE BİZ Türküz, ne yıldırımdan, ne tufandan korkarız, Biz, Altaylar’dan gelen dik başlı BOZKURTLAR’ız. 
*** Başımız göklerdedir, daima hür yaşarız; Engelleri parçalar, ileriye taşarız. *** Esaretin adını öğrenmedi Türk oğlu, Türk değil mi gösteren, nur’a giden her yolu? *** Tarihte her gürleyiş, bir engin hızımızdır; Zafer denilen peri, bizim öz kızımızdır. *** Düşmana baş eğdiren yüce başımız vardır; Her kıt’ada dikilmiş, zafer taşımız vardır. *** Yüce SİNAN’ın ruhu gökte dolaşmıyor mu? KÜRŞAD’ların ünleri serhadler aşmıyor mu? *** TÜRK atlarını bir an durdurabilmek için, Bir gün yükselmedi mi karşımızda Seddiçin. *** Çanakkale Harbi’nde Rabb’e yaklaşmadık mı? Çaltepe’de ufuktan denize taşmadık mı? *** Kefenler yırtmadık mı, tabutlar kırmadık mı? Varız, diye Lozan’da coşup haykırmadık mı? *** Bilmeyenler öğrensin, duymayanlar işitsin, Biziz; biziz sahibi, TÜRK denen gür sesin!.. (M.Uluğ Turanlıoğlu, Tanrıdağ dergisi, C.1, S.14, 7 Ağustos 1942, s.9.) FAHRETTİN SAVAŞ KONAR - See more at: http://www.yenidenergenekon.com/6-kurtlarin-ozellikleri-nelerdir/#sthash.15jgy39b.dpuf

MÜSLÜMANLIK VE BOZKURT





MÜSLÜMANLIK VE BOZKURT
image0013.jpg
Bugüne kadar bâzı kişiler Bozkurt’un Türkler için bir totem olduğu, Müslüman olmadan önce onu Tanrı kabul ettikleri yazılmıştır, söylenmiştir. Ancak, asla böyle bir şey olmamıştır. Bugün dahi takılan bir rozet, kullanılan bir bayrak, arma, amblem vb. mânevî duyguyu kuvvetlendirici vasıtalara -maalesef- aynı gözle bakanlar vardır. Bozkurt’un bir totem olduğu iddiasını Türklerin Bozkurt’a saygı duymalarına ve onu bâzı destanlarımızda “ata”, bâzılarında ise “ana” olarak tanımlamalarına bağlamaktadırlar (Bozkurt, Oğuz Kağan ve Göktürk destanlarında “ana”, Uygur destanlarında ise “baba” olarak anlatılır). Bir insanın nasıl ki; ana, baba ve diğer büyüklerini hürmetle anması, onlara saygı duyulan kişiler olarak bakması, bunları -haşa- Tanrı yerine koyması değilse, Türklerin de Bozkurt’a sevgi göstermesi aynı olmuştur.
Türkler, Müslümanlığı kabul etmeden önce Gök Tanrısı’na inanırlardı. Hâlâ bu inanışları devam ettiren Türklerin bu dininin adı “Tengricilik”tir. Bu ad Avrupalılar tarafından “şamanizm” olarak kullanılmış ve bizlere de Avrupa kültürü ile bu isim geçmiştir.
Bugün hâlâ bu dini yaşayanlar -hürmetlerinden dolayı- “Tengri” sözünü kullanmazlar.
Konuyu yazılı kaynaklara dayanarak belgelemek istersek meselâ Göktürk İmparatorluğu dönemine bakalım: Göktürk döneminde dikilen ve günümüzde hâlâ varlığını devam ettiren Göktürk yazıtlarında/kitabelerinde (Orhun yazıtları/kitabeleri olarak da bilinir) Bilge Kağan Türk halkına şöyle seslenir:
“Ben Tanrı’ya benzer, Tanrı’dan olmuş Türk Bilge Kağan! Tanrı irade ettiği için, Kağanlık tahtına oturdum.” Kitabenin başka bir yerinde de: “Tanrı güç verdi, babamın Türk ordusu kurt, Türk düşmanları koyun oldu; kurt önünden kaçan koyunlar gibi dağılıp gitti.”
Bilge Kağan; Kültigin anıtında da kardeşinin hayatını anlatırken ise şöyle demektedir:
“Kültigin 10 yaşında iken (güzeller güzeli) anam hatunun taliine olarak erkekler arasına alındı. 16 yaşında saltanat ve Kağan için şu işleri yaptı: Çinli On-Tutuk (Çinlilerde 5000 kişilik ordu birimi) 50.000 kişi ile üzerimize yürüdü ve biz çarpıştık. Kültigin piyade ile hücuma kalktı ve On-Tutuğu elinde silâh ve maiyeti ile yakalayarak Kağan’ın huzuruna getirdi. O orduyu mahvettik. 21 yaşında iken Çinli komutan Çaçasegün ile harp etti… Ey Türk Beğleri, bu hücumu hatırlayınız! O orduyu orada imha ettik. Kültigin olmasaydı şimdi hepimiz de yok olacaktık. Şimdi Kültigin ölmüştür. Onun yasını tutuyorum. Fakat ey insan oğulları! Tanrı’nın (Allah C.C.) takdir ettiği zamanda ölmek için dünyaya geldik..”
Göktürk Kitabelerini yukarıdaki satırlarla aktaran Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş bizlere son olarak şu uyarıda bulunuyor:
“Şu satırlardaki güzelliğe ve tek Yaratıcı’yı tanıma ve O’nun kaderine inanma duygularına bakmak dahi, tarihimizin ihtişamını görmek ve Göktürk kitabelerinin önemini kavramaya yeter. Büyük tarihi olan küçük insanlar ve millet olmayalım. Onu öğrenelim ve yeni nesillere öğretelim.” 
(Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, ”Göktürk Kitabeleri”, Türkiye gazetesi, 24.12.1993)
Yazar Altan Deliorman da, bu konuyu ilmî belgeler ışığında incelediği makalesinde sonucu şu cümleler ile noktalayarak bitiriyor:
“Esasen tarihî kayıtların başından, yani Hun çağından itibaren Bozkurt’un dinî nitelik taşımadığı, dinî bir sembol(totem veya ongun) olmadığı bellidir. Bu sayededir ki, Türklerin girdiği çeşitli dinlerde bir tezat teşkil etmemiştir. Çünkü millî bir sembol olarak Bozkurt, dinlerle aynı kategoride yer almamaktadır. Onun için, dinî inanışla Bozkurt arasında bir karşıtlık bulunması söz konusu olmamıştır. Bunun dışındaki iddialar ilmî bir değer taşımamaktadır.
(Altan Deliorman, “Bozkurt: Totem mi, sembol mü?”, Orkun dergisi, S.61, Mart-2003, s.16)
Bu belgelerden de anlaşılıyor ki, Türkler Müslüman olmadan önce de Tek tanrı inanışına yakın olmuşlar ve bu Tanrı’yı da Bozkurt olarak görmemişlerdir. Bayraklarında bulunan Bozkurt ise, onlar için sadece Türkleri birleştiren, onlara yol gösteren, kötü günlerinde, darda kaldıkları an yardımlarına gelen mânevî bir varlık olarak görülmüştür.
Öz olarak; Daha önceleri Türk destanlarında görülen Bozkurt; o gün de, bugün de, bir totem değil; Türkleri millî ve mânevî yönden birleştiren, tanıtan bir sembol olarak görülmüş ve görülmektedir.
—————————-
İzmir Millî Eğitim Müdürü iken şehit edilen değerli eğitimci, yazar ve şair olan Kemal Fedai Coşkuner’in bir şiiri:
Ruhu şad, mekânı Cennet olsun.


ÜLKÜYE ÇAĞRI
Çekmişiz KURT başlı ülkü bayrağın,
Altına kalbinden coşanlar gelsin.
ÖTÜKEN’den gealir ferman otağın,
Gönlünde YURT AŞKI taşanlar gelsin.
***
Bir yoldur uzanır yüce dileğe,
Dayanıyor artık işler bileğe,
Değmeden bir nebze korku yüreğe,
Kanlı Kafkaslar’dan aşanlar gelsin.
***
Atalar yurdunda bir kara duman,
Öksüz ülkelerin halleri yaman,
Kalkın ey gâziler, geçiyor zaman,
Uykuyu ölüme yoranlar gelsin.
***
Dinmiyor neyleyim ezelî ağrı,
Köz köz olmuş eyvah, Türklüğün bağrı,
Herşeyim, varlığım, ülküme doğru,
Huduttan hududu soranlar gelsin.
***
Açılsın yarınım mutlu akından,
Şimşekler vuruyor Ergenekon’dan.
Bildiği var mutlak yüce Hakan’dan,
KÜRŞAD’ın ruhunu soranlar gelsin.
***
Baharlar olmuyor TANRI DAĞI’nda,
Feryatlar yükselir TURAN bağında;
Beklemek mi daha gençlik çağında,
Tufanlara karşı duranlar gelsin.
***
Niğbolu, Mohaçlar canlanmalı hey!..
Mavi gök, kara yer kanlanmalı hey!..
Kılıçlar kınından fırlanmalı hey!..
Şehitlik kefenin biçenler gelsin.
***
Der Fedai; başım ÜLKÜ yolunda,
Türkeli’nin baykuş öter bağrında,
BOZKURTLAR’a hasret TÜRKLÜK uğrunda,
Anadan ve yardan geçenler gelsin.
(Kemal Fedai Coşkuner, Vatanda Gurbet/şiirler, İzmir-1970, s.16)

FAHRETTİN SAVAŞ KONAR

GÖÇLER VE NEDENLERİ




GÖÇLER VE NEDENLERİ

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...