KENDİNİZE AZIK EDİNİN
Şüphesiz ki, Azığın En Hayırlısı Takvâdır.” (Bakara: 197) “Dini Allah’a Has Kılarak İhlâs İle Kulluk Et. İyi Bil ki Hâlis Din Ancak Allah’ındır.” (Zümer: 2-3)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:“-Müferridler yarışı kazandılar!” “-Müferridler kimlerdir yâ Resulellah?” “-Onlar o kimselerdir ki, Allah-u Teâlâ’nın zikrine bütün benlikleri ile dalmışlardır, başka şeylerle uğraşmazlar. Bu zikir onlardan yüklerini indirmiştir, kıyamete hafif olarak gelirler.” (Hâkim)
|
Hakikat Dergimizin 79. sayısında “Saâdet-i Ebediye’nin yarışını kimler kazandı?” başlığı altındaki yazıda geçen iki Hadis-i şerif’in mânâsının okuyanlar tarafından anlaşılmadığı görülünce, anlayabilecekleri bir tarzda izah etmemiz zaruri oldu. Lüzumuna binaen tekrar neşrediyoruz.
Cenab-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Ey Ebu Zerr! Gemiyi yenile, çünkü deniz derindir. Tekmil azığını al, çünkü sefer uzaktır. Yükünü hafiflet, çünkü dağlar arasında yol sarp ve meşakkatlidir. Amelini halis kıl, çünkü iyiyi kötüden ayırt eden Allah basirdir, her şeyi her yapılanı görür.”
Şimdi bu Hadis-i şerif’i izah edelim:
•
“Yâ Ebâ Zerr! Gemiyi yenile.”
Yani daima Kelime-i tevhid’le meşgul ol.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’lerinde:
“İmanınızı yenileyiniz. “Lâilahe illallah” Kelime-i tevhidini çokça söyleyiniz.” buyurmuşlardır. (C. sağir: 3581)
Yaratılmışlar “Lâ”dan ibarettir. “İllâllah”ta kalabilmek için dâima Kelime-i tevhid’i yâdet, imanını yenile.
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Bir kimse hulûs-u kalp ile ‘Lâilâhe illâllah’ derse cennete girer.” (C.sağîr)
Bir kardeş rüyasında bir adama: “Lâilâhe illâllah” deyip deyip yumrukla vuruyormuş. Öyle ki adam bir kuş kadar küçülmüş. Bıraktığında yavaş yavaş yine büyümeye başlıyormuş.
Düşman düşmandır, hemen karşına nefis dikilir. Dünya denizi de zaten seni bekliyor.
Allah-u Teâlâ’dan gafil kaldığın anda gemin su alır batarsın. Daima yenilemek lâzım ki, gemi o dünya denizine batmasın. Hele bugün! Biraz uyudun mu battın gitti. O batanlar çok konuşur, fakat battığını bilmez.
•
“Çünkü deniz derindir.”
Gafil olursan dünya denizine batarsın, bir daha çıkamazsın, boğulup gidersin. Ebedi hayatın yok olur. Dünyaya batanlar bir daha kolay kolay çıkamıyor. Arâyiş-i kâzibeden kurtulmak için bu Hadis-i şerif’i gerçekten yaşamamız gerekiyor
Nitekim Abdülkâdir-i Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
“Bir kurtarıcı olarak ellerinden tutar, dünya denizinden çeker çıkarır.” (Fethür-Rabbani. 5.Meclis)
Bu sözler ve bu nasihatlar da dünya denizinden tutup çıkarmaktadır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyuruyorlar:
“Siz kendisine dünyaya rağbet göstermemek ve az konuşmak hasleti verilmiş bir kimse gördüğünüz zaman ona yaklaşınız (sözlerini dikkatle dinleyiniz). Çünkü o kimse hikmetli söz söyler.” (İbn-i Mâce: 4101)
•
“Tekmil azığını al.”
Ahirete taalluk eden bütün sermayeni topla, çünkü bir daha dönüşü olmayan bir yola çıkıyoruz.
Kiralık evlerde oturmakta olan kiracıların bir evden bir eve taşınırken bütün eşyasını beraberinde götürüp, sevdiği mallarından bir tek halı, bir tek havlu bile bırakmayacağı herkesçe bilindiği halde; her şeye muhtaç olan kabir evine gidenlerin, sevdiği eşyalarından kısmen olsun beraberinde bir şey getirmemeleri gerçekten hayret verici bir durumdur.
Halbuki sen ebedî bir sefere çıkıyorsun, bir daha dönüş de yok. Ahiret için tarlanı dünyada ek ki, orada azığın hazır olsun. Yolcu olduğunu unutma. Çantan elinde bulunsun.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Dünyada garip, yahut yolcu gibi ol, nefsini ehl-i kuburdan (kabirde imiş gibi) say!” (Tirmizi)
Bir insanda bu halin bulunması çok faydalıdır. Çünkü garip insan kötülük yapamaz. Yolcu ise eline çantasını almış yol almakla meşguldür. Sonra kabirde bulunanların hali ile hallenmemiz tavsiye ediliyor. Şimdiden kabre girmiş gibi. Çünkü ölüme mahkûmuz.
Nefis ölmeyi hiç istemez. Onu bu hususta terbiye etmek için birinci planda ölümü çok anmak ve çöl yolculuğuna çıkacak olan bir insanın bu tehlikeli yolculuktan başka bir şey düşünmediği gibi düşünmek lâzımdır.
Orada eyvah dememek için insan dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini, niçin yaratıldığını ve ne yapmasının gerektiğini şimdiden düşünmeli, vukuu muhakkak olan ölüm için elde fırsat dilde ruhsat varken hep hazırlıklı bulunmaya çalışmalıdır. Kazanıldığı zaman, ebedi bir hayat kazanılmış olacak.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr: 18)
Çanta elinde hazır olsun. “İrcıîy!” davetinin ne zaman geleceği belli değil, amma gelecek. Her nefes insanı kabre çekiyor, ömür tükeniyor. Ölüm ve kabir için hazırlıklı olan kimse, ölümden irkilmez. Davet geldiği zaman hemen göçer. O zaten teslim olmuştu, emir bekliyordu, emir de geldi.
Kalanla giden arasında bir gün fark var. İşte geldik işte gidiyoruz. Bugün üstteyiz yarın alttayız. Bugün yataktayız yarın topraktayız. Bu akşam burada, yarın akşam oradayız. Vaktimiz gelince hep gideceğiz de emir bekliyoruz.
Hayat yolculuktur, sen yolcusun. Yapabildiğini yap, bugünkü işini yarına bırakma.
•
“Çünkü sefer uzaktır.”
Âlem-i berzaha gidiyorsun, yolculuk uzun olduğu gibi dönüşü de yok. Çantayı sakın bırakma, bıraktığın anda davet gelebilir. Hazırlıklı bulun, vasiyetini yapmayı da unutma.
Âyet-i kerime’de buyurulduğu üzere:
“Rabbim! Beni dünyaya geri döndür. Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar ve sâlih amel işlerim.” (Müminun: 99-100)
Demek orada hiç fayda vermeyecektir. Çünkü Âyet-i kerime’nin devamında şöyle buyurulmaktadır:
“Hayır! Bu söylediği sadece kendi lâfıdır. Tekrar diriltilip kaldırılacakları güne kadar, önlerinde geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah vardır. “ (Müminun: 100)
•
“Yükünü hafiflet.”
Dönüşü olmayan ahiret gününde hafif olmak, hiç şüphesiz ki bahtiyarlıkların en büyüğüdür.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“-Müferridler yarışı kazandılar!”
“-Müferridler kimlerdir yâ Resulellah?”
“-Onlar o kimselerdir ki, Allah-u Teâlâ’nın zikrine bütün benlikleri ile dalmışlardır, başka şeylerle uğraşmazlar.
Bu zikir onlardan yüklerini indirmiştir, kıyamete hafif olarak gelirler.” (Hâkim)
Bu müferridler iki türlüdür:
Birincisi ahiret müferridi.
İkincisi dünya müferridi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin bu Hadis-i şerif’lerinde tarif buyurduğu müferridler ahiret müferridleridir.
Dünya müferridlerini de biz açacağız size.
Ahiret müferridleri bütün benlikleri ile âlemlerin Rabbine yönelmişler, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin nurlu yolu üzerindedirler. Dünya malının ağırlık olduğunu, hesaba mucip olduğunu bilirler. Onlarda hiç dünya malı bulunmaz. Dünyada iken yavaş yavaş dünya yüklerini sırtlarından attıkları için hesapları kolaylaşmıştır.
Bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyuruluyor:
“Kulum beni zikrettiği zaman ben onunla beraberim.” (Buhârî)
Allah-u Teâlâ’nın zikrine öylesine dalmışlardır ki, rikkatli bir kalp ile yalnız şunu isterler:
“Allah’ım! Rızânı ve hoşnutluğunu diliyoruz. Bize o rikkatli kalbi ver ve o kalp ile yürüt.”
Onlar Allah-u Teâlâ’dan hiçbir şey istemezler. Onlarda başka bir arzu yoktur ve yaşamaz.
Allah-u Teâlâ murad ederse kulunu istediği gibi hallendirir, o halleri O koyar ve o kul o hallerle hemhâl olur.
Bu hale vâsıl olanlar çok az kişidir, âdeta tek kişi.
•
“Yükünü hafiflet, çünkü dağlar arasındaki yol sarp ve meşakkatlidir.”
Gerçekten Allah-u Teâlâ insanları inceden inceye suale tâbi tutacak ve zerreden hesaba çekecek.
Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Yer müthiş bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman!
Yer bütün ağırlığını dışarıya çıkardığı zaman. İnsanın: ‘Buna ne oluyor?’ dediği zaman!
İşte o gün yer, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir.
Çünkü Rabbin ona konuşmasını emretmiştir.
O gün insanlar, yaptıklarının kendilerine gösterilmesi için gruplar halinde (ilâhî divana) çıkarlar.
Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür.
Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür.” (Zilzâl: 1-8)
İnsanoğlu başıboş bırakıldığını zanneder. Halbuki iş onun sandığı ve düşündüğü gibi değildir. Kıyamet gününde ona soracak ve yaptıklarının cezasını görecektir.
Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Fakat o, sarp geçidi geçmeye katlanamadı. Sarp geçidin ne olduğunu bilir misin?” (Beled: 11-12)
Allah-u Teâlâ bu sarp geçidin ne olduğunu sormakla engelin büyüklüğünü ve aşmanın güçlüğünü beyan buyurmuş oluyor.
İnsanla cennete varan yol üzerinde bulunan bu sarp geçit, ancak Allah-u Teâlâ’nın bahşedeceği imanla aşılabilir. Kullarına karşı engin merhamet sahibi olan Allah-u Teâlâ bu geçidi katetme yolunu da göstermiş oluyor.
Bu sarp geçidi geçmesi, yokuşu açması için Allah yolunda cömertlik yapması, bu uğurda gayret sarfetmesi gerekmektedir.
Allah-u Teâlâ bu sarp geçidi aşmada imanın en büyük âmil olduğunu, müminlerin birbirine Allah yolunda zahmet ve güçlüklere tahammül etmeleri için sabrı tavsiye etmelerini, mahlûkata merhamet hususunda birbirine tavsiyede bulunmalarını beyan buyuruyor:
“Sonra iman edenlerden olmak, birbirine sabrı tavsiye edenlerden, merhametlilerden olmayı tavsiye edenlerden olmaktır.
İşte bunlar sağ tarafta yerlerini alan sağın adamlarıdır.” (Beled: 17-18)
Bu Âyet-i kerime’lerde yapılan iyiliklerin, amel ve ibadetlerin ancak imanla birlikte yapıldığı takdirde menfaat vereceği belirtilmektedir.
Kitapları sağ tarafından verilecek olan Ashâb-ı yemin, hem kendilerine hem de başkalarına huzur ve menfaat veren kimselerdir.
•
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Asır sûre-i şerif’inde buyuruyor ki:
“Asra yemin olsun ki, insan gerçekten hüsran içindedir. Ancak iman edip amel-i sâlih işleyenler, birbirlerine Hakk’ı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” (Asır: 1-3)
Burada görülüyor ki bütün insanlar hüsran içindedirler, ancak iman edenler kurtuluyor. İnsan iman edip amel etmezse, o iman onu kurtaramıyor.
Kişi iman etmekle beraber, amel-i sâlih işlerse, Hakk’ı bilir Hakk’ı tavsiye ederse, Hakk’ta sabreder ve sabrı tavsiye ederse hüsrandan kurtulmuş oluyor.
Buradaki sabır, kötülüklerden içtinab etmek ve ettirmektir.
Bu Asır sûre-i şerif’inde öyle incelikler var ki, Allah-u Teâlâ lütfetmeyip hiçbir Âyet-i kerime indirmeseydi, nizam-ı ilâhî için bu sûre-i şerif kâfi gelirdi.
Buna rağmen yine herkes tehlikededir. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“İnsanlar helâk olmuşlardır, ancak âlimler müstesna. Âlimler de helâk olmuşlardır, amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk olmuşlardır, ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahipleri de büyük tehlike üzerindedir.” (K. Hafâ)
Bu Hadis-i şerif’e bakılırsa durum cidden çok korkunçtur. Bu korkunçluğu arzedeceğimiz ikinci Hadis-i şerif daha bariz bir şekilde belirtmektedir.
Bu helâk olanlar kimlerdir? Sayıları ne kadardır?
Bu hususta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh- Hazretlerinden rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“(Kıyamet günü) Allah Tebâreke ve Teâlâ: ‘Ey Âdem!’ buyuracak. O da icabet ederek: ‘Buyur Yâ Rabbi! Buyruğunu bekliyorum. Bahtiyarlık ve her hayır senin emir ve fermanında tecelli eder.’ diyecek.
Allah-u Teâlâ: ‘Cehenneme gidecekleri seç.’ buyuracak. Âdem Peygamber: ‘Cehenneme gönderileceklerin sayıları ne kadardır?’ diye soracak. Allah-u Teâlâ: ‘Binde biri cennete, dokuzyüzdoksandokuzu cehenneme!’ diye cevap verecek.
Cenab-ı Hakk Âdem peygambere böyle buyurduğu sırada, bunu duyan çocuklar ihtiyarlayacak, her hamile kadın çocuğunu düşürecek.
Ve o anda mahşer halkını sarhoş sanırsın, halbuki onlar hiç de sarhoş değillerdir. Bununla beraber Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” (Buharî. Tecrid-i Sarih: 1373)
Bu öyle bir duyuruş ki; bir taraftan Âdem Aleyhisselâm’a duyuruyor, bir taraftan halka duruyor, bir taraftan da kıyamet kopuyor. Bu öyle bir andır.
Allah-u Teâlâ bu Hadis-i şerif’leri teyid eden bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa, O’na yaraşır şekilde öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” (Âl-i imran: 102)
Bu Âyet-i kerime karşısında bir âlim değil, bir veli değil, peygamberler dahi korktu.
Yusuf Aleyhisselâm Hazret-i Allah’a münâcât yaparken:
“Allah’ım! Müslüman olarak ruhumu al ve beni sâlihler zümresine kat!” diye niyaz etti. (Yusuf: 101)
Bir peygamber iken Allah-u Teâlâ’ya sığınıyor.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz “Sizden hiç kimse amel ve ibadeti ile kurtulamaz.” buyurdular. Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Efendilerimiz “Sen de mi yâ Resulellah?” diye sordukları zaman “Evet” buyurdular, “Meğer Allah-u Teâlâ rahmeti ve fazlı ile beni koruya.” (Müslim)
Demek ki bir insanın kendisine dayanması, kendisine güvenmesi, ibadetlerini ileri sürmesi en büyük cehalettir. Bu güvenenlerin hepsi, nefis putuna dayanmaktan ileri gelir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Ümmetim benden sonra yetmişüç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna, diğerleri hep ateştedir.
– Onlar kimlerdir Yâ Resulellah?
Benim ve Ashâbımın yolunda olanlardır.” (Ebû Davud)
İnsanların helâk olduğunu belirten Hadis-i şerif umuma âit, bu Hadis-i şerif ise hususa yani Resulullah Aleyhisselâm’ın ümmetine âittir.
Yetmişiki fırka cehenneme giriyor. Acaba sen hangi fırkadansın bir düşün!
•
“Amelini halis kıl”
Amel ve ibadetlerde ihlâs üzere bulunmak, her işte yalnız Allah rızâsını gözetmek, O’nun rızâsından başka şeyleri karıştırmamak şarttır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Ve yalnız Rabbine rağbet et!” (İnşirah: 8)
O’nun dışındaki sebep veya gayelerde duraklayıp kalma, başka maksada bağlanma, bütün niyet ve çalışmalarında ancak O’na yönel. Allah için çalışana Allah yeter.
Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“O gün ki ne mallar fayda verir, ne de oğullar. Meğer ki Allah’a tamamen salim ve temiz bir kalp ile gelenler ola.” (Şuarâ: 88-89)
Ahirette geçer para kalb-i selimdir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruyor:
“Dini Allah’a has kılarak ihlâs ile kulluk et. Dikkat edin, halis din Allah’ındır.” (Zümer: 2-3)
Allah-u Teâlâ kendi rızâsına mahsus olandan başkasını kabul etmez.
•
“Amelini halis kıl. Çünkü Allah basirdir, her şeyi her yapılanı görür.”
İmam-ı Şârani -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
“Ben Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin kırkbin Hadis-i şerif’ini ezberledim. Sonra onların içinden kırkını seçtim. O kırklar içinden dördünü, dördünün içinden de birini seçtim. Eğer bununla amel edersem kurtulacağıma kanaat getirdim.
Buyururlar ki:
“Dünyada kalacağın kadar dünya için çalış. Ahirette kalacağın kadar ahiret için çalış. Allah’a muhtaç olduğun kadar Allah için amel işle. Cehennem azabına tahammülün nisbetinde da orası için çalış.”
Dünya hayaldir, ne ki varsa serî’üz-zevaldir. Ahiret de ebedîdir. Şu halde ebedi hayatının sermayesi için çalış.
Nitekim Allah-u Teâla Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Kendinize azık edinin. Şüphesiz ki azığın en hayırlısı takvâdır.” (Bakara: 197)
Allah-u Teâlâ dünya hayatında yolculuk için kullarına azık edinmelerini emredince, ahiret için de azık edinmelerinin yolunu göstermektedir.
Âyet-i kerime’den anlaşıldığına göre; insan için iki yolculuk kararlaştırılmıştır. Birisi dünyada yolculuk, birisi de dünyadan yolculuktur. Dünyada yolculuk için yiyecek, içecek, binecek ve gerektiğinde harcayacak azık lâzım olduğu gibi, dünyadan yolculuk için de azık lâzımdır. Bu da mârifetullah ve muhabbetullahla, O’nun hıfz-u himayesi altına girmekle olur. Bu takvâ azığı diğerinden daha hayırlıdır.
“Ey akıl sahipleri! Benden korkun!” (Bakara: 197)
Benim emirlerime aykırı davranmaktan sakının.