17 Ekim 2012

ETME ŞİİRİ FLAŞ VİDEO



ETME ŞİİRİ

ETME...
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme
Çalma bizi bizden bizi 
 o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde 
 zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme…
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mahvediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme!!
Şems’in gidişinden sonra Hz. ’nın dilinden dökülen sözler

SON İSTEK ŞİİR SLAYT


  

SON İSTEK ŞİİR SLAYT




HEPİMİZİN ARADIĞI HUZUR

HEPİMİZİN ARADIĞI HUZUR


İHLAS VE RİYA




İHLAS VE RİYA
     İhlas ve Riya. Bu iki kelimeden riya; gizli şirk olup, kişinin imanını ve bütün iyi amellerini yok eder. Şahsı sonsuz azaba gark eder. İhlas ise, şirkin tam zıddı olup, tüm ibadetleri Allah’ın rızası için yapmaktır. Gerçek ihlasın elde edilmesinde, kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesi için Kur’an ve Sünnete dayalı tasavvufun önemi inkar edilemeyecek kadar büyüktür. Ama her önümüze çıkan kimseleri tasavvuf ehl-i sanmamalıdır. Zira, hem geçmişte, hem günümüzde bu konunun istismarcıları alabildiğine çoktur. Bunun için önce ehl-i sünnet itikadını güvenilir bir ilmihalden öğrenilmeli, daha sonra fıkıh konuları öğrenilmelidir. Riya ve İhlas itikad konusunun bel kemiği durumundadır. 
      Bu konuyu burada ayet ve hadislerle ve menkıbelerle okuyucularımıza açıklamaya çalışacağız.
     Cenab-ı Hak buyuruyor ki, mealen:
 -“ Onlar dini  Allah için halis kılarak batıl dinleri bırakıp Tevhid dinine yönelmekle; yalnız Allah’a ibadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekat vermekle emrolunmuşlardı. İşte doğru ve payidar din de budur. (Beyyine/5)
-“ Ey iman edenler! Malını sırf halka gösteriş için harcayan ve Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlar gibi, sadakalarınızı başa kakıp, kalp kırarak boşa gidermeyiniz. O riyakârların hali, düz bir taş üzerindeki ince bir toprak tabakasına iri taneli yağmur  yağıp da o taşı çırılçıplak bırakmasına benzer.
    O riyakârlar işlediklerinden hiçbir şey kazanamazlar; Allahu Teala kâfirlere hidayet etmez.”
    Bakara/264
-“ Münafıklar halka(amelleriyle)gösteriş yaparlar. Allah’ı da çok az anarlar.”
     Nisa/142


    Riya hususunda Ebu Hureyre’nin bildirdiği bir hadiste Rasulullah(aleyhisselam) Efendimiz şöyle buyurdular, mealen:
-“ Kıyamet gününde sorgulanacak üç kişiden biri de, şehid olmuş bir kimdedir ki, huzura getirilir. Hak teala ona verdiği nimetleri sayar, o da bunları ikrar eder. Cenab-ı Hak:
-“ Bu nimetlere mukabil ne yaptın ? “der. 
    O da:
-“ Ya Rab senin uğrunda savaştım ve şehid düştüm”der. 
    Hak Teala:
-“ Hayır, yalan söylüyorsun, sana “cesaretli” desinler diye savaştın.”buyurur ve o kimse yüzü koyun sürüklenerek cehenneme götürülür.
    İkincisi de ilim öğrenip öğretmiş, Kur’an okumuş bir kimsedir ki, bu da celb olunup, Hak Tela ona verdikleri nimetleri sayar. O da bu nimetleri ikrar eder. ”
    Hak Teala:
-“ Bu nimetlere mukabil ne yaptın ? “der.
    O da:
-“ Ya Rabbi ilim öğrendim ve öğrettim, Kur’an okudum.” cevabını verince;
    Cenab-ı Hak :
-“ Hayır, yalan söylüyorsun. İlmi, sana “alim” desinler diye öğrendin. Kur’an-ı sana “Kur’an okuyor” desinler diye okudun. Nitekim bu sözde söylenmiştir. “buyurulur. Verilen emir gereğince bu kimse yüzü koyun sürüklenerek cehenneme atılır.”
     Üçüncüsü de Allah Tealanın kendisine servet verdiği kimsedir ki; Cenab-ı Hak ona verdiği nimetleri sayar. Oda onları itiraf eder.             
    Cenab-ı Hak:
-“ Bunlara mukabil ne yaptın ?”der.
-“ Ya Rabbi servetimi Senin yollarında ve Senin uğrunda harcadım “deyince:
-“ Hayır yalan söylüyorsun. Riyakârsın, bunları sana “cömert” desinler diye yaptın; bu söz de söylenmiştir, buyurur. Sonra emrolunup o da sürüklenerek cehenneme atılır.”
    (Hadis-i Müslim)
     Allah’ın veli kullarından Bayezidi Bistami hazretleri gençlik yıllarında bir mescidde namaz kıldığı esnada şeyhi mescitten içeri girer. Bunu fark eden Bayezid; “Şeyhler Allah’ın izniyle kalplerin gizliliklerin görürler”diye içinden bir düşünce hasıl olur. Bu düşünceyle kalbini şeyhinin tevvecühünü çekmek için süsler ve kalbine çeki düzen vererek o namazı bitirir.
     Bayezid, namazını bitirip şeyhinin huzuruna gider. Bu yaptıklarından dolayı şeyhinin kendisini takdir edip beğeneceğini umarak elini öper ama; şeyh ona:
-“ Defol ey mürai(riyakar) Bayezid. Biraz önceki o düşüncenden dolayı Allah, yedi yıllık amelini iptal etti.”der.
     Allah’ın rızasını bırakıpta şeyhlerinin gözüne girmeye çalışan gafillerin vay haline!
     Allah’ın rızasını kazanan şeyhinde rızasını kazanmış olur. Zira, Allah’ta iradesini yok etmiş bir müşid, ancak; Allah’ın razı olduklarından razı olur. Akıllı bir mü’min, ancak Allah’ın rızasını aramaldır.


     Süfyani Sevri hazretlerine bir gün sorarlar:
-“ Ey Süfyan ! Neden bu genç yaşta belin bu kadar kamburladı böyle ?” diye sorarlar.
    O da:
-“ Üç tane üstadım vardı ki, bunların üçünün de imansız öldüğüne şahit oldum. Hele bir tanesi vardı ki , çok alim ve takva birisi idi. Bir gün onun sekerat halinde olduğunu işittim ve yanına koştum. Ona kelime-i tevhidi telkin ediyorlardı, fakat o;
-“ Bunu bana söyletmiyorlar. “diyordu. Ben:
-“ Hocam siz bizimle namaz kılar, diğer ibadetlerinizi de eksiksiz yapardınız. Çok da alimdiniz. Neden bu böyle olmaktadır ?” dediğimde:
-“ Heyhat. Ben bütün bunları halkın teveccühünü kazanmak için yapmıştım. Şimdi o yüzden bunu bana söyletmiyorlar.”dedi ve imansız olarak öldü. İşte ben o an, orada Allah korkusundan çöktüm ve bir an da belim kamburlaştı. Ondan sonra da, bir daha belim doğrulmadı.”dedi.
     Şirk iki türlüdür. Birisi açık olanıdır. Diğeri ise, gizli olanıdır. Riya; başkalarının görmesi ve onların  teveccühünü kazanmak için ibadet yapmak, iyilik yapmak, din ilmi öğrenmek ve öğretmek demektir ki bu gizli şirktir. Bunu zıddı ise, ihlastır. İhlas ise, yapılan her türlü ibadeti Allahu Tealanın rızası için yapmak demektir ki, ahirette kutuluşa erebilmek için ancak, ihlas sahibi olmak gerekir.
     Vesselam.

VESVESE VE İLHAM



VESVESE VE İLHAM

VESVESE
şeytanların dürtüsü olup, bazen kulağa bir fısıltıymış gibi gelebilen veya beyinimize bir düşünce halinde doğan, bir çok insanın bunların ne olduğunu ayıramayıp kendi fikri sanarak çelişkiye düştüğü bir durumdur. 
     İLHAM: Bunlar kendi arasında ikiye ayrılır. Melek vasıtası ile kulağa veya kalbe gelen fısıltı halinde veya düşünce şeklindeki düşünceler ya da, Allah’ın vasıtasız olarak doğrudan kalbte yarattığı İlahi mesajlardır. Kulağa fısıltı olarak gelen veya beyinde düşünce olarak beliren hatırlatmalar meleğin ilhamıdır. Bütün vücüda yayıldığı ve her zerre ile işitildiği sanılan ilham ise, ruhumuza bir fikir veya bir uyarı veya bir müjde halinde doğan İlahi ilhamdır.  
     DÜŞÜNCELER NE ZAMAN İNSANIN OLUR ?
     Akla her gelen iyi veya kötü düşünce insanın kendisine ait değildir. Ancak bunlardan her hangi birisi beğenilip kabul görürse, işte o düşünce o vakit insanın kendisne ait olur. Eğer bu kötü düşüncelerden olupta küfür veya şirk türünden ise, bunlardan birisini benimseyen kimse, dili ile söylemesede kafir olur. Eğer akla gelen bu kötü düşünceler küfür ve şirk türünden değilde amel yönünden haram şeyler ise, hırsızlık, zina içki gibi işler yapılmadığı sürece günah yazılmaz, ancak; kibir, hased, kin,müslümana buğz(öfke), hırs, gibi kalple işlenen günahlar, kalpte olduğu sürece günah yazılır fakat kişi bunları helal görmediği sürece küfür olmaz. 
    “Ona (nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham eden (Allah’a) yemin olsun.”(Şems, 91/8)
      Hadis-i Tirmizi’de, Abdullah b. Mesud’dan rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.): 
    “İnsanoğlunda bir lümme-i şeytâniyye bir de lümme-i melekiyye vardır. Lümme-i şeytâniyyeden hakkın yalanlanması ve kötülüklerin yapılması; lümme-i melekiyyeden de hak ve hakikatin tasdik edilmesi ve güzel işlerin yapılması yolunda telkinler yapılır. Buna göre içinden hayır işlerine dair telkinler alan kimse, bunun Allah tarafından olduğunu bilsin ve O’na hamd etsin. Kötülük telkinini alan kimse de kovulmuş şeytandan Allah’a sığınsın.” buyurmuştur. 
ve ardından:
   “Şeytan size fakirliği vadeder ve hayâsızlığı emreder.”(Bakara, 2/268) mealindeki âyeti okumuştur.”
 
     Vesvese hakkında  Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerindeki açıklamalar, mealen:
-”Muhakkak ki onun (şeytanın) iman eden ve rableri-ne güvenen kimseler üzerinde hakimiyeti yoktur. Muhakkak ki onun hakimiyeti onu dost edinen ve onu (Allah’a) eş koşanların üzerinedir.”  (Nahl: 99-100)                 


-” Onları(insanları) -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse kuşkusuz o apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Nisa /119)
-“ O, onlara söz verir, kuruntulara /ümitlere düşürür; fakat şeytan onlara kuru bir altatmadan başka ne vaad eder? (Nisa- 120) 
-” (Şeytan) Onlara vaadler ediyor onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan onlara bir aldanıştan başka bir şey va’detmez.” (4/120)
-” (Allah’tan’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar) sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir.” (A’raf-201)
-” Andolsun insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kaf-16)

    Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
-“ Melekten gelen ilham, İslamiyet’e uygun olur Şeytandan gelen vesvese, İslamiyet’ten ayrılmaya sebep olur ” [Tirmizi]


    Şeytan, insanın kan damarlarında dolaşarak saptırıcı fikirlerini insana hatırlatmaktan asla geri durmayan iman hırsızı ve insanların düşmanıdır. İnsanın kalbine ve beynine gelen düşünceler iki farklı türdendir. Birisi saptırıcı, diğeri sağduyunun hakim olduğu olumlu düşüncelerdir. Bunlara negatif ve pozitifte denebilir. Saptırıcı düşüncelere cin şeytanları veya insan şeytanları veya bunların sebebi ile insanın işlediği kötülüklerden hasıl olan kötü hatıralar sebep olmaktadır. Her türlü hayaller ve kuruntularda bunlar sebebi ile oluşmaktadır. İyi düşüncelere gelince, bunlar ya melek tarafından veya insanın daha daha önce işlediği iyi işlerin hatıralarının sebep olması ile oluşmaktadır. Bunların dışında bir de, Allahu Tealanın kalbe ilhamı ettiği iyi düşünceler sebebiyle oluşan olumlu düşünceler bulunur. Bu sebepledir ki, insanın  kalbi ve beyni yaşadığı süre içinde olumlu ve olumsuz düşüncelerden asla boş kalamaz. 
     Nas suresinde Allahu Teala buyurur ki, mealen:
-“ Sinsice kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran’ vesvesecinin şerrinden.” (Nas/4)
-“ Ki o insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku kuruntu fısıldar)” ; (Nas/5)
-“ Minel-cinneti vennâs.” Mealen: “(O vesvese verenler hem cin şeytanlarından, hem de insan şeytanların olur.)” 
     (Nas-6) 
     Soru: İnsan aklına her düşünceden sorumlu mudur?
    Cevap: Bu soruyu Allah’ın Rasulünün(aleyhissalâtu vesselâm) bir hadisi ile açıklayalım. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
-” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in ashabından bir kısmı ona sordular: “Bazılarımızın aklından bir kısım vesveseler geçiyor, normalde bunu söylemenin günah olacağına kaniyiz.”
     Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
-” Gerçekten böyle bir korku duyuyor musunuz?” diye sordu.
     Oradakiler
-” Evet! deyince:
      O:
- ”İşte bu (korku) imandan gelir (vesvese zarar vermez) dedi. “Müslim, İman 209 (132); Ebu Dâvud, Edeb 118 (5110). 
     Diğer bir rivayette:
-”(Şeytanın) hilesini vesveseye dönüştüren Allah’a hamdolsun” demiştir.
     Müslim’in İbnu Mes’ud (radıyallahu anh)’dan kaydettiği bir rivayet şöyledir:
     Eshab dediler ki:
- “Ey Allah’ın Resulû, bazılarımız içinden öyle sesler işitiyor ki, onu (bilerek) söylemektense kömür kesilinceye kadar yanmayı veya gökten yere atılmayı tercîh eder. Bu vesveseler bize zarar verir mi?”
-” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır bu (korkunuz) gerçek imanın ifadesidir” cevabını verdi.”


     
     1363 Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den rivâyet olunduğuna göre Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
-” Horozların öttüğünü işittiğinizde (dileklerinizi) Allâh’ın fazl-ü kereminden isteyiniz!. Zirâ horozlar melek görmüşler (de öyle ötmüşler) dir. Merkebin anırmasını işittiğinizde de şeytan (ın şerrin) den Allâh’a sığınınız (ve: Eûzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm, deyiniz). Çünkü merkep şeytan görmüş (de öyle anırmış) dır.
     1384 İbn-i Abbâs radiya’llâhu anhumâ’dan gelen bir rivâyete göre şöyle demiştir:
-” Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (muazzez hafidleri) Hasen’le Hüseyn’e (meâli aşağıdaki duâyı) okurdu. Ve: (Büyük) babanız (İbrâhîm) de bu duâyı (oğulları) İsmâil ile İshâk’a okurdu! der idi:
-” Allâh’ım, ins, cinn, şeytanlarının şerrinden, (zehirli) haşerattan ve dokunan her kötü gözden- şifâ veren kelimelerine sığınırım.


      SORU: Haram işlemeye niyet edip, Allah’tan korktuğu için vazgeçen günaha girer mi?
     CEVAP: Bu soruyu Rasulullah’ın şu hadisi ile cevaplayalım, mealen:
-“ Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe affolur ” [Beyheki]
-” İbadetleri yapıp, ilmihal bilgilerini öğrenmeye çalışan kimseye, Allah’ı, ahireti inkâr gibi düşünceler gelmesi, onun imansız olduğunu değil, imanlı olduğunu gösterir Meyveli ağaç taşlandığı, hırsız mücevher olan eve girmeye çalıştığı gibi, şeytan da imanlı olanlara saldırır. Hadis-i şerifte, böyle vesveselerin imandan olduğu bildirildi, (Vesvese imanın tâ kendisidir) buyuruldu (Ramuz)


     İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
-” Kötü vesveselerin gelmesine sebep imanın kâmil olmasıdır Çünkü hadis-i şerifte:
-” Böyle vesveseler, imanın olgun olmasındandır”buyuruldu (1/182)
     Allahu Teala buyurduki:
-” Şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin bırakmak ister Sizi, Allah’ı zikirden ve namazdan alıkoymak ister. Siz bunlardan [ayıplarını, zararlarını bildikten sonra] hâlâ sakınmaz mısınız?) [Maide 91]
-” (Nefsine uyarak) Allahü teâlânın dininden yüz çevirenlere,  bir şeytan musallat ederiz.” [Zuhruf 36]


     Medine-i Münevvere’de bir Yahudi, birgün Allah’ın Rasulüne(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle der:
-“ Ey Muhammed bizim namazımız sizin müslümanların namazından daha güzel olmaktadır. Çünkü bizler namazda hiç vesveslenmeyiz.
Halbuki sizin müslümanlar hiçbir zaman vesvesesiz namaz kılamazlar.”
     Rasulullahın yanında bulunan hazreti Ebu Bekr ileri çıkarak:
-“ Ey Allah’ın Rasulü izin verirseniz bu yahudinin cevabını ben vereyim.”der.
     Allah’ın Rasulü(s.a.v.) :
-“ Olur ya Eba Bekr” der.
     Ebu Bekr(radıyallahu anh) :
-“ Ey yahudi! Şimdi söyleyeceklerimi iyi dinle. Bir evde iki oda olsa, birisinde mücevher dolu, diğer ise boş olsa, hırsız hangi odanın
kapısını rahatsız edip kırmaya çalışır?”
      Yahudi:
-“ Tabiki boş odaya uğramaz. “der.
      Ebu Bekr(r.a.):
-“ O halde iman bir mücevherdir. Şeytan ise, iman hırsızıdır. Eğer sizlerin kalblerinde iman olsaydı, mutlaka sizlere vesvese vererek
imanınızı çalmaya çalışırdı. Halbuki sizlerin kalbinde iman yoktur. Öyleyse şeytan sizilere neden vesvese versin? Biz müslümanlara gelince
bizlere vesvese vererek imanımızı çalmaya çalışmaktadır.”der.
     Bunun üzerine yahudi hidayete gelip müslüman olmuştur.
     Şeytan, sarhoşlara veya gayri islami yaşayışta olanlara şeytan vesvese vermez. Ancak bu kimseler hidayete gelipte eski kötü yaşantılarını
bıraktıklarında, akla hayale gelmeyen binbir türlü vesvesler vermeye başlar. Şeytan bu türlü vesveseleri verdikten sonra o şahsa şöyle vesvese verir:
-” Sen kafir oldun. Sen bu işi yapamayacaksın.”gibi vesveselerle müslümanı yormak ister.
     1353 Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den rivâyete göre, Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
-“ Sizden her hangi birinize şeytan gelir de: (Şunu) böyle kim yarattı?, (Şunu) böyle kim yarattı?, En sonu: Rabb’ini kim yarattı? diye vesvese verir. Şimdi şeytanın vesvesesi Rabb’ınıza kadar erişince o vesveseli kişi hemen “Eûzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm” diyerek Allâh’a sığınsın!. Ve vesveseye son versin!” 
     Müslüman, vesveselerin hiç birine aldırış etmemeli, şeytanıda onun vesvesesini de Allahu Tealanın yarattığını bilmekle şeytanı kahretmelidir.  
     Vesselam.  

Marifetullah (Allah’ı Tanıyış İlmi) ve Kalb Gözü


Marifetullah (Allah’ı Tanıyış İlmi) ve Kalb Gözü


      Allahu Teala Zariyat Suresindeki bir ayette şöyle buyurdu, mealen;
-    Müminlerin Allah’a inancı ve kulluğu O’nu tanıtan ma’rifet ilmi kadardır. Zira, allah’ın Rasulü bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurdular:
- “Ebu Bekr’in sizlere olan üstünlüğü, onun namazının , zekatının , veya sair ibadetlerinin sizlerden daha çok olmasından değildir. Bilakis, kalbindeki Allah bilgisinin sizlerden daha fazla olmasındandır.”
     Bu dünya da Allahu Tealayı insanlar nasıl tanıyabilir? Allahu Tealanın cemâlini bu dünyada görmek mümkün değildir. Ancak O’nu şeriatin bildirdiği sıfatlar ve isimleri ile tanıyabiliriz. Bu bilgiler üç aşamadır.
     Birincisi; her müslümanın zaruri olar bilmesi farz olan Yüce Allah’ın Zatî ve Subutî sıfatlarını öğrenip inanmasıdır. Bu bilgide alim ve avam eşittir.
     İkincisi ise, şeriatin bildirdiği O’nun isimlerinin manalarını bilerek itikat edilmesidir. Bu ilimler ise, alimlerin okuyup öğrenmeleri ile elde edilen türdendir.
     İlmi Ma’rifetin üçüncüsü ise, alimlerin öğrenerek bildiklerini Allah’ın seçkin kullarının kalblerini masivadan temizleyerek kalb gözleri ile görmeleridir. Bundan şu anlaşılmasın hiçbir kimse kalb gözü ilede olsa, Allahu Tealanın zatının, sıfatlarının ve isimlerinin hakikatini bilemez ve göremez. Bu bilinenler ve görülenler O’nun zat, isim ve sıfatlarının nurlarının tecellileridir.. 
     Allah’ın dostu büyük alim ve velî, İmam-ı Rabbani (kaddesallahu sirrahul akdes)hazretleri, bu dünya hayatında ancak O’nun isim, sıfat ve yüce zâtının nurlarını kalb gözü ile müşahede edebilmenin mümkün olabileceğini ifade etmektedir. Allahu tealanın varlığına inanmak farzdır ama, “Nasıldır ?”diye düşünmek haramdır. Zira, O’nun Yüce zâtını ve sıfatlarını akıl kavrayıp anlamaktan yana acizdir. 
     İmam-ı Rabbani (k.s.)hazretleri bir tasavvuf yolcusu salikin çalışması sebebi ile, İslamiyetin öte alemlere ait verdiği bilgilere ve Allahu tealanın isim, sıfat ve zatının nurlarına  kalb gözü ile müşahede ve idrakten sonra emmare-i nefsin islamla şereflenerek imanın hakikatına kavuşacağını beyan etmektedir. Buna rağmen Allahu teala kullarına merhamet ederek, sadece kalbin tasdikini iman etmek için kabul etmiş ve nefsin mutmeinne olmasını şart kılmamıştır. Bu da, Yüce Allah’ın mü’min kullarına çok büyük bir rahmeti ve lutfudur.
     Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem) Efendimizin:
 -”Allâh’ın yarattıkları üzerinde tefekkür edin, Zâtı üzerinde düşünmeyin. Zîrâ siz O’nun kadrini (O’na lâyık bir sûrette) aslâ takdîr edemezsiniz…” hadisi şerifleri, Allâhu Tealâ’nın Zâtî hakikatını kavramanın mümkün olmadığını ifâde buyurmaktadır.      (Deylemî, Müsned, II, 56; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 81)           
     Bu hususta Şah-ı Nakşibendi hazretleri şöyle ifade ederler:
-” Allahu tealanın varlığı hakkında aklınıza ve hayalinize her ne geliyorsa o, mahluktur.”
     İmam-ı Rabbani (kuddise sirruh) hazretlerinin,  1.c.266. Mektubunda bu hususta şu ifadeleri yer alır:
-”Allahü teâlâ, kendi Zâtı ile vardır. Ondan başka herşey, Onun var etmesi ile, var olmuşdur. Kendisi ve sıfatları ve işleri yegânedir, birdir. (Ya’nî, hiçbirşey, hiçbir bakımdan, Allahü teâlâya benzemez.) Varlıkda, şerîki, ortağı olmadığı gibi, hiçbir bakımdan benzeri yokdur. Benzerlik yalnız ismde ve kelimelerdedir. Onun sıfatları da, işleri de, kendi gibi, akl ile anlaşılmaz ve anlatılamaz ve insanların sıfatlarına, işlerine, hiç benzemez ve uymaz.
     Allahü teâlâ bilicidir. Bu sıfatı da, kendi gibi kadîmdir. Ya’nî sonradan olma değildir. Hep vardı ve basîttir, (ya’nî bir hâldedir. Hiç değişmez, bölünmez ve çoğalmaz). Bildiği şeyler değişmekde, her değişmeyi bilmekdedir. Fekat, ilminde ve ilminin bu şeylere bağlanmasında, bir değişiklik olmaz. (Geçmişdeki sonsuzdan gelecekdeki sonsuza kadar, ya’nî ezelden ebede kadar herşeyi, her değişmeği, yalnız bir biliş ile bilmekdedir. Ya’nî, bu sonsuz zemânlarda olan herşeyi), birbirine benzeyen ve benzemiyen hâlleri ile, hem büyüklerini, hem de ufak zerrelerini, herbirini kendi zemânında olarak bir anda bilmekdedir. Meselâ, bir kimsenin hem varlığını, hem yokluğunu, hem doğmadan evvelki hâllerini, çocukluğunu, gençliğini, ihtiyârlığını, diri olmasını ve ölü olmasını, ayakda, oturmakda, dayanmakda, yatmakda, gülmekde, ağlamakda, neş’e ve lezzetde, derd ve kederde, izzet ve kıymetde, zillet ve aşağılıkda, mezârda, kıyâmetde ve mahşer yerinde ve meselâ Cennetde ni’metler içinde olduğunu, hep bir ânda ve bir hâlde bilmekdedir. Ne ilminde, ne de ilminin bu şeylere bağlanmasında bir değişiklik olmaz. Değişiklik olsa, zemânın da, değişmesi olur. Hâlbuki orada, ezelden ebede kadar, parçalanamıyan bir ân vardır. Dahâ doğrusu, Allahü teâlâ, zemânlı değildir. Öncelik ve sonralık yokdur. İlmi herşeye yetişir dersek, herşeyi bir bilmekle ve ilmin bunlara bir bağlanması ile biliyor. Bu bir bilgi ve bir bağlantı da, aklın eremiyeceği bir bağlanmakdır. 
       Kelâm sıfatı, ya’nî söylemesi de, bir basît kelimedir ki, ezelden ebede kadar, hep o bir kelâm ile söyleyicidir. Bütün emrler, bütün yasaklar, bütün bildirilen şeyler, bütün süâller, bütün dilekler, hep o bir kelâmdır. Gönderdiği bütün kitâblar ve sahîfeler, hep o bir basît kelâmdandır. Tevrât ondan meydâna gelmiş, Kur’ân-ı kerîm, ondan nâzil olmuş, inmişdir.
      Tekvîn sıfatı; ya’nî yaratıcıdır. Bütün yarattıkları, yapdıkları da, bir fi’l, bir yapışdır ki, ilk yarattığından, sonsuza kadar yaratmaları, hep o bir fi’l ile var olmakdadır. (Bir göz kırpacak zemânda herşeyi yapdık) meâlindeki âyet-i kerîme, bunu gösteriyor. Hayât vermesi ve öldürmesi, hep o bir fi’l iledir. Yaratması ve yok etmesi de o fi’ldendir. Fi’linde de çeşidli bağlantılar yokdur. Bir te’alluk ile ilk ve sonradaki herşeyi kendi zemânlarında yaratıyor. Akl, onun işlerini anlıyamıyacağı gibi, fi’lin bağlanmalarına da erememekdedir. Aklın oraya yolu yokdur.     
      Allahü teâlânın, herşeyi ihâta etdiğine ve herşeye yakın olduğuna ve herşey ile berâber olduğuna inanırız. Fekat, bu ihâta, kurb ve ma’ıyyetin, ne demek olduğunu bilemeyiz. (İlmi ihâta etmişdir, ilmi yakîndir) demek, Kur’ân-ı kerîmin açık olan ma’nâsını çevirmek demekdir. Biz, böyle ma’nâlar vermeği doğru bulmuyoruz.
      Allahü teâlâ, hiçbirşey ile birleşmez. Hiçbirşey de, Onunla birleşmez. Tesavvuf büyüklerinden, ittihâd ma’nâsı anlaşılan sözler çıkmış ise de, onlar, başka şey demek istemişdir. Meselâ, (Fakîrlik temâm olunca, Allahü teâlâdır) sözleri ile, (Herşey yokdur, ancak Allahü teâlâ vardır) demek istiyorlar. Yoksa, o fakîr, Allahü teâlâ ile birleşir, demek istemiyorlar. Bunu demek, kâfirlik, zındıklık olur. Allahü teâlâ, zâlimlerin, kâfirlerin sandığı gibi değildir. Üstâdım buyurmuşdu ki: Hallâc-i Mensûrun, (Ben Hakkım) sözünün ma’nâsı, (Ben yokum, yalnız Allahü teâlâ vardır) demekdir.”
      Burada, konuya bir başka cihetten bakılırsa; Tasavvufta, fena(yokluk) hali bir veliyi kapladığı zaman, velinin aklı Allah sevgisi ile örtülür ve Allahu Teala, Tûr-i Sina’da ağacın dili ile Musa’ya nasıl hitab etti ise, aklı İlahi muhabbetle örtülen velinin lisanı ile de “Enel Hakk”(Ben Hakk’ım) demesini bir çok kimse anlayamamış ve Allahu Tealanın, veli kulu Hüeseyin Hallac’ın lisanı ile insanlara;”EnelHak”diye hitab etmesini Hallac’tan bilmişlerdir. 
      İmam-ı Rabbani hazretleri Mektubat-ı Rabbani 1.c.266. mektubunda bu hususu şöyle izah ederler:
     ”Allahü teâlânın zâtında, sıfatlarında ve fi’llerinde değişiklik olmaz. Hareketlerin, işlerin olması ile, herşeyi yaratması ile, Onun zâtında, sıfatlarında ve fi’llerinde değişiklik olmuyor. Vahdet-i vücûd var diyenler, (Tenezzülât-i hams) ya’nî Allahü teâlânın, bu mevcûdâtı var etmesi, beş derecede olmuşdur demeleri, Onda değişiklik yapacak ma’nâda değildir. Bu ma’nâ ile söyliyen kâfir olur, yoldan çıkar. Bu büyükler, Allahü teâlânın sıfatlarının zuhûrunda, meydâna çıkmalarında, beş derecenin aşağıya indiğini söylüyor ki, zâtında ve sıfatlarında ve fi’llerinde bir değişiklik olmuyor.
      Allahü teâlâ, (Ganiyy-i mutlak)dır. Ya’nî, hiçbirşey için, hiçbirşeye muhtâc değildir. Ne kendine, ne sıfatlarına, ne de fi’llerine, hiçbir sûretle hiçbirşey lâzım değildir. Varlıkda muhtâc olmadıkları gibi, zuhûrda, belli olmakda da, ihtiyâcları yokdur. Sôfiyyenin büyüklerinin, (Allahü teâlâ, ismlerini ve sıfatlarını izhâr için, bize muhtâcdır) anlaşılan sözleri, bu fakîre çok ağır geliyor. Yaratılmakla, biz kıymetlendik, şereflendik. Allahü teâlâda birşey artmadı. Böyle şeyler söylemek, çok yersiz ve çirkindir. Ez-zâriyât sûresinin, (Cinnîleri ve insanları, ancak bana ibâdet etmeleri için yarattım) meâlindeki ellialtıncı âyeti gösteriyor ki, cinnîlerin ve insanların yaratılması, Allahü teâlâyı tanımaları içindir ki, bunlar için şeref ve se’âdetdir. Yoksa, Onun birşey kazanması için değildir. Hadîs-i kudsîde, Allahü teâlânın, (Mahlukları, bilinmem  için yaratdım) buyurması, (Onların; Beni tanıyarak şereflenmesi için) demektir. Yoksa, (Tanınayım ve onların tanıması ile kemâl bulayım) demek değildir. Bu ma’nâ, Allahü teâlâya lâyık değildir.
      Allahü teâlâda, noksanlık sıfatları ve mahlûkların hâssa ve alâmetleri yokdur. Madde değildir. Cism değildir. Mekânlı değildir. (Ya’nî, yer kaplayıcı değildir.) Zemânlı değildir. (Bir yerde bulunmadığı gibi, zemânı da yokdur.) Kemâl sıfatları, kusûrsuzluklar yalnız Ondadır. Sekiz kemâl subûti sıfatı vardır. Bu sıfatları, kendinden ayrı olarak vardır. Varlıkları ilmde değildir. (Ya’nî, nazarî ve teorik var denilmiş olmayıp), hâricde ve hakîkatde vardırlar. Kendi var olduğu gibi, bu sıfatları da ayrıca vardır. 
      Müslimânlardan, sıfatları inkâr eden Mu’tezile fırkası ile kâfirlerden eski felsefeciler de, sıfatları nazarî olarak kendinden ayrı ise de, hâricde yalnız kendi vardır diyorlar. (Ya’nî, sıfatların nazarî olarak), kendinden ayrı olduğunu inkâr etmiyorlar. Meselâ, ilm sıfatının ma’nâsı, zâtın ma’nâsının aynıdır demiyorlar. Yâhud, kudret ve irâdet sıfatlarının ma’nâları, birbirinin aynıdır demiyorlar. Fekat, hâricdeki varlıkları, aynıdır diyorlar. O hâlde, sıfatları inkârdan kurtulmak için, hâricde ayrı ayrı var olduklarına inanmak lâzımdır. Nazarî olarak ayrı bilmek fâide vermez.
      Allahü teâlâ, (Kadîm)dir. (Ya’nî, varlığının başlangıcı yokdur. Varlığından önce, yok değil idi, hep var idi.) (Ezelî)dir. (Ya’nî, hiçbir ân yok değil idi.) Ondan başka, hiçbir varlık kadîm, ezelî değildir. Din sâhibleri, kitâb sâhibleri, hep böyle îmân etmişdir ve Allahü teâlâdan başkasını kadîm, ezelî bilenlere, kâfir demişlerdir. Çünki öyle yanlış inananlar, bunlar aklın, rûhun ve (maddenin ilk hâli dedikleri) heyûlânın kadîm olduğuna inanmış ve göklerin içindekilerle berâber, kadîm olduklarını söylemişlerdir.”  
                                                                                                                                                                 (Mektubat-ı İmam-ı Rabbani 1.c.266 mktb.)


      Allah’ın Rasulü(s.a.v.): “Ölmeden önce, ölüm ötesinin sırrına erişiniz”hadisi şerifini İmam-ı Gazali, Kimya’nın 1.c.116. shf.de bu hadis-i şerifi şöyle izah ediyor: 

   -“Bir kimse, tasavvuf yolunun başlangıcında, kötü duygularından arınır ve uzaklaşırsa, ahiret hallerini zevkle müşahede etmeye başlar. Başkalarına ölümden sonra görünen haller, o kimseye ölmeden önce yaşarken gösterilir. Bu halleri gören kimse, şehadet alemine(görünen alem) dönünce, gördüklerini başkalarına anlatması caizdir.” 
      Yine İmam-ı Gazali hazretleri tasvvuf hakkında şöyle diyor:
- ” Tasavvuf; Muhammed aleyhisselamın batınıdır. Kim tasavvufu inkar ederse, o kimse Muhammed aleyhisselamın batınını inkar etmiş olur. ”


     Kalb Gözü Ve Rüya Nedir?

     31.05.2012 / 08:09 ( S. K.)
     S.K. adında bir tasavvuf münkiri, İslam Dergisi Sitemizi, şu sözlerle eleştirmektedir:
- “Siz bu derginin adını değiştirin zira islam ismiyle alakasız hurafe edebiyatından başka bir şeyde yok, hele ki bu yazı. Kuran’a dayanmayan sahih sünnete dayanmayan bilakis hilafına bir sürü uyduruk şeylerden ibaret. Ha ismini tesavvuf dergisi, tarikat dergisi, keşif, ilham,rüya bilmem ne deyin ama islam demeyiniz belki bu vesileyle vebalinizi azaltmış olursunuz. ben Allah rızası için uyarıyorum.”

     Meğer anlayış özürlü olan bir kimsenin özrü, kabahatinden büyük olurmuş. Bu adamın amacı, üzüm yemek değil bağcı dövmek deyimi gereğince amacı doğruyu görmek olmadığı için, sitemiz içinde bulunan onca ayet ve hadis-i şerifleri görmeyerek şöyle diyor: 
-”Siz bu derginin adını değiştirin. Zira islam ismiyle alakası olmayan hurafe edebiyatından başka bir şeyde yok “ diyerek farkında olmadan ayet ve hadislere hurafe diyebilecek kadar şaşırıyor.  Bu kimseler güya, Kur’an’ı çok okuduklarını söylüyorlar ama; demek ki Kur’an’ı Rasulullah’ın anlatmak istediği gibi değilde, kendi kısır akıllarınca anlamak istedikleri gibi okudukları için olsa gerek ki, yazılan ayet ve hadis meallerini bile görememektedirler. Bu haddini bilmez şahsın “Hurafeler” dediği rüyalara Kur’an, bakınız ne kadar yer vermiştir.
     Kur’ân-ı Kerîm’in Yûsuf Sûresi 4. 5. 6. ayetlerinde mealen:  
   “Bir vakit Yusuf babasına: “babacığım, ben rüyada onbir yıldızla güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki, onlar bana secde ediyorlar.” dedi.     (4.ayet)
   “Babası: “Yavrum, rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana tuzak kurarlar; çünkü şeytan, insana belli bir düşmandır.” (5.ayet)
   “İşte böyle. Rabbin seni seçecek, sana olayların yorumuna ait bilgiler öğretecek ve hem sana ve hem de Ya’kub soyuna, bundan önce ataların İbrahim ve İshak’a tamamladığı gibi nimetini tamamlayacaktır. Şüphe yok ki, Rabbin herşeyi bilendir, hikmet sahibidir.” dedi.  (6.ayet)



       (Yusuf S. Ayet-47)



    (Yusuf S. Ayet-48)


    “Sonra bunun ardından insanların yağmura kavuşacağı bir yıl gelecek. O zaman (bol rızka kavuşup) şıra ve yağ sıkacaklar.”

       (Yusuf S. Ayet-49)
     Rüyalar konusunda Buhari ve diğer hadis kitablarında başka başka hadis-i şerifler bulunmaktadır.   Rasulullah(s.a.v.) buyurdularki;:
-  ”Zehebetin nübüvvetü ve bakıyyetil mübeşşirât.”(Buhari, Tabir 5 ) Mealen: “Benden sonra peygamberlik kalmaz. Lakin mübeşşirât kalır“diye buyurunca yanındakiler ;
- “Mubeşşirat nedir?”diye sorduklarında Allah’ın Rasulü:
-” Salih rüyadır.”diye buyurdular. Hadis-i Buhari’deki başka bir nakilde ise, İbn Abbas(r.a.)hazretleri, Allah’ın Rasulü’ne (s.a.v.), mübeşşiratı sorduklarında;
-”Müslümanların rüyası peygamberliğin cüzlerinden bir cüzdür.”diye açıklamıştır.
     Bu anlayış ve görme özürlü adam, bizim rüya ve diğer hususlarda Kur’an’dan ve en sahih hadislerden yaptığımız nakilleri göremiyor olmalı ki:
-”Hele ki bu yazı. Kur’an’a dayanmayan, sahih sünnete dayanmayan, bilakis hilafına bir sürü uyduruk şeylerden ibaret“diye ifade ediyorlar.
    Yukarıda verdiğimiz ayetlerin ve hadis-i şeriflerin kaynakları bellidir. Kimin hurafe ve iftira ettiğide ortadadır. Böylelerine; ”Hasedi basiretinin önünü kapatmış böyle kimseleri Allah islah etsin” diye, dua edebiliriz ancak. Tabii anlayabilirlerse..
     Bir Şiir:
     Göz odur ki hakkı göre
     Köre ne gerek, köre?
     Gündüz gören göz ,
     Vardır merkepte bile
    Rüya-i Sahiha haktır. Ayet ve hadis-i şeriflerle sabittir. Kim, rüyanın islamda yeri olmadığına itikat ediyorsa, o kimse Kur’an ve Hadis-i şerifleri karşısında bulur.
     Rüya da, keşif de, Allah’ın dilemesiyle, Levh-i Mahfuzdaki görevli bir melek vasıtası ile, rüya görenin veya veli kulun basiret gözüne, misal aynası vesilesiyle yansıtılarak gösterilmektedir.  Rüya gören veya ehl-i keşif sahibi bir kimsenin kalbi havuzun üzerindeki suya benzer. Su ne kadar durgun ise görüntü o kadar nettir. 
     Yeri gelmişken şu hususuda hatırlatmamız yerinde olmalıdır: Hiç bir kimse dinî bir mevzuuda, Kur’an ve Rasulullah’ın sünnetleri veya Eshabın İcması ve müctehidlerin ictihatları varken, keşif ve rüya ile amel edemez. İmam-ı Rabbani hazretlerinin de ifade ettikleri gibi;  rüya da ve keşiflerde hatalar oluşabilir. Şeriate uymayan keşfî bilgilerin hiçbir kıymeti yoktur. Keşif ve rüyalar şeriate uygunsa o, Allahu tealadan kuluna bir müjdedir.
     Allahın Rasulü(s.a.v.) : “Eğer ki, Adem oğlu alemi melekuttaki zevkleri tatmış olsaydı, dünyadan(kalbi) meşguliyetini keserdi.” diye buyurarak bu ilahi nurların zevkinden haber vermektedir. Bunu tadanlar, bunun şahitleridir. 
     Kalb gözü, yani gönül gözü, ruhun öte aleme açılan penceresidir. İnsan ruhunun bu beden de, bir bu aleme, bir de öte alemlere açılan penceresi bulunmaktadır. Ruhumuz bu aleme açılan penceresinden, beş duyu ve hayal alemi ve hafızamız yolu ile  iletişimini sağlar. Bunlardan biri çalışmadığında, ruhun o yöndeki iletişimi kesiliverir. Aynı şeyler öte alemler için de geçerlidir. Ruhumuz, Melekût alemini algılayabilmek için bu dünyaya olan bağlılıklarını kalben azaltmadıkça, öte alemleri algılayamaz. Nasıl ki, uyumadan rüya görmemiz mümkün olmuyorsa, gönül gözünün öteleri görüp algılayabilmesi de, kalbin bu aleme ait bağlılıklarını azaltıp kesmesi ile mümkündür.   
     Gönül gözünün perdesi, iki türlüdür. Birincisi biraz açlık, biraz yalnız kalmakla kalbin önünden aralanacak olan bir perdedir. Bu perdenin açılmasında görülen alem, çalışıldığı zaman kafir ve mü’mine açılabilen, cahillerin esrar ilmi dedikleri, içinde şeytanların ve cinlerin de yaşadıkları, madde aleminin baş gözü ile görülmeyen kısmıdır. Din istismarcıları, cahil insanları bu tür keramet ve kehanet karışık şeylerle kandırararak onları aldatırlar. 
     Kalb gözünün önündeki ikinci perde ise, kalbden manevi pası, Allah’ın zikri ve sevgisi ile silip, melekut aleminin ihtişamlı güzelliği müşahede edilmeye başlandığında, kalb İlahi isimlerin nurları ile doldurulur ve bu vesile ile ma’rifetullah ve muhabbetullaha erilir. Bu ise ancak gerçek mü’minlere nasib olur ki, bu durumda olan bir manevi yolcu, şeriatin üçüncü kısmı olan ihlasa ererek imanın hakikatına ermiş olur. Bu gibi insanların davranışları samimi, imanları taklitten kurtulmuş tahkike ermiştir. Bunlar asla bir kimseyi dünya menfaatleri için sevmezler. Seven varsa, onun ihlası yalandır.


      Keşif : 

      Soru: Tasavvufla elde edilen zevk ve görüntülerin hayal ürünü olduğunu iddia edenler vardır. Bu doğru mudur?
    “Kedi ulaşamadığı ciğere mundar“dermiş deyimi, bunlar için çok yerindedir. 
      Keşif; Rabbul-âlemînin, levhi mahfuzdaki bazı bilgi ve görüntüleri veya bu aleme ait bilgi ve görüntüleri, veli kulunun gönül aynasına yansıtarak ötelerden kulunu haberdar kılmasıdır. Bu keşif esnasında bir çok kerametler ve manevi sırlar belirmektedir. Ehli olan kimse bunları her yerde Allah dilemedikçe söyleyemez. Bu keşfe dair bazı misaller:


      Allah’ın Rasulü Eshabı kirama Veda Hutbesi’nde cennetteki Havz-ı Kevseri, o esnada orada gördüğünü oradakilere söylemesi. Bedir’de öldürülen müşriklerin ruhlarına”Şimdi benim söylediklerimin hak olduğunu anladınız mı?”diye hitab ettiğinde, Hazreti Ömer’in; “Ya Rasulullah, onlar leş oldular seni nasıl duyabilirler” dediğinde, Rasulullah’ın; “ya Ömer,  şu anda onlar benim sözlerimi, senden daha iyi duymaktadırlar lakin; cevap veremezler “diye ifade etmesi gibi.

     Bu aleme ait keşiflerden bir örnek ise, bir gün, Hazreti Ali Medine’den üç aylık uzak bir mesafede düşmanlarla savaş ederken, bir kâfir arkadan yakalaşıp, Ali(radıyallahu anh) hazretlerine  kılıcını arkadan vurmak istediği esnada,  Peygamber(s.a.v.) Efendimiz :
-”Ya Ali! Arkana bak! ” diyerek Hazreti Ali’yi uyardı. Eshabdan bazıları bu uyarının tarihini yazdılar ve üç ay sonra Medine’ye dönen Hazreti Ali’ye bunu sordular. Hz.Ali:
-” Evet bundan üç ay önce böyle bir olay vukuu buldu. Ben o gün, Rasulullah’ın: ” Ya Ali! Arkana bak!” dediğini duydum ve geriye baktığımda, bir kafir arkamdan bana kılıcını vurmak üzere olduğunu fark ettim ve onu bertaraf ettim.”dedi.
   Bunun benzeri bir durum da, Hazreti Ömer’in(r.a.) halifeliği zamanın da oldu. Hazreti Ömer’in İranlılarla savaşan Kumandan Sariye’ye, çok uzak mesafelerden:”Ya Sariyel-cebel”(Ey Sariye Dağa çekil”diye hitab etmeleri meşhur haberlerdendir.  Bu ve bunun benzeri olaylar, Allah’ın kudreti ile yaratılmaktadır.


     Manevî Zevk:

     Evliyanın büyüklerinden Seyyid Abdulhakîm Arvasî hazretleri şunlardan söz eder: Başlangıçta burunda çok güzel kokular ve damakta ve dimağda ve kalbede, bazen de bedenin her tarafına yayılan manevi bir zevk hasıl olur. (Bunlar bazen saatlerce, hatta ömür boyu sürebilir.) Bundan sonraki aşamalarda; Seyyid Abdul Hakim Hüsyin hazretlerinin ifadesyle: “Nefis emmare İlahi isimlerin nurlarından bir nurla karşılaşınca, o İlahi  nurlarların dayanılmaz güzelliği karşısında mutmein olur, Allah’tan razı olur ve Allah’a aşık olur ve hakiki kul olur. 
     Tasavvuf bazı münkirlerinin tarif ettiği gibi, hayaller alemi değildir. “Eşek rüyasında hiç Hindistanı görebilir mi?” “Hindistanı rüyada görebilmek için fil olmak gerekir. Zira Hindistan, filin anavatanıdır” diyor Hz. Mevlana. Tasavvufta keşif ve keramette bulunur ama tasavvufun amacı bu değildir. Tasavvufun amacı ihlası elde edip Allahu telanın rızasına ermektir. Haller ve keşifler amaç değil, araçtır. Bidayette bazı tasavvufi halleri yaşamadan kişi ihlası nasıl yakalayabilir bu mümkün mü? 
      Şunu da belirtelim ki; Allahu tealanın muhabbetine ermenin tadı yanında bu tadlar, tat bile değildir. Hepimize hidayte ve yardım  ve başarı Allahu tealadandır.  

       V E S İ L E:
  “ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ “

   “Ey îmân edenler! Allâh’tan korkun ve O’na yaklaşmak için vesîle (sebep) arayın ve O’nun yolunda mücadele veriniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (Maide Sûresi-35)buyurulmaktadır.

     Bu ayeti kerime de inanan bir kulun, Allah’ın rızasının yolunu öğrenip kazanabilmesi için vesile aramasının gerekliliği ifade edilmektedir. Bu vesile, dinimizi bize doğru öğretecek alim ve takva ehl-i alimlerdir.  Böyle bir kimse, ilmi ile amel eden bir rehber öğretmen veya mürşid-i kâmil ve mükemmil bir zatta olabilir.
     Vesile ile hırıstiyanlıktaki ruhbanlığı birbirine karıştıranlar kasıtlı ve art niyetli kimselerdir. Zira, ruhbanlıkta bir kimse papaz olmadan ne Allah’a ibadet edebilir, ne de Allah’tan günahlarının affını isteyebilir. İslam tasavvufunda ise, kul ile Allah arasına kimse giremez ancak kul, bir başka kulun hidayetine ve islahına vesile olmaktadır. Dua ettiğinde ise, salih kulları vesile edebilir. Bunu Peygamber efendimiz de  yapmıştır.
      Vesselam.

İBN ÂBİDİN'İN KAYNAKLARI İKİNCİ BÖLÜM

İBN ÂBİDİN'İN KAYNAKLARI İKİNCİ BÖLÜM
34 - Ebu'l-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhim es-Semerkandî.
v.393/1003 (373,375.376.383).
İbn Kutlûbuğâ, s. 79; Taşköprüzâde, v. 26 b; el-Kefevî, v. 43 a; el-Kârî. v. 82 a; el-Leknevî. s. 221;
İzmiri, v. 43 b; Bilmen. I. 357; Ziriklî. VIII, 348; Kahhâle. XIII. 91
Ebu Ca'fer el-Hindevanî'den ilim tahsil etmiştir.
K. Eserleri :
Sarkis. I, 1045; Sezgin, 1, 445-450
1 - Bustânu'l-Ârrfîn. 150 babdan meydana gelmiş olup bazı şeri ahkamı ahlak ve adaba dair hadis
ve asarı muhtevîdir. Bulak 1289, İstanbul 1289, Calcutta 1868, Bombay 1304.
Hâcı Halife. I, 243
2 - Tenbihu'l-Ğarfilîn. Mevaıze dair bir eser olup 94 babdan müte-şekkildir. Bombay 1884, 1304.
Kahire 1279, 1302, 1306, 1313, 1322, 1326, 1333, 1344, 1282; Hamişinde «Bustanu'I-Ârifin» olduğu
halde Calcutta 1829, Bombay 1304, Bulak 1289 ve muhtelif matbaalarda 1297, 1300, 1304, 1307,
1308, 1311, 1319 yıllarında basılmıştır.
a.g.e., I. 487
3 - Uyûnu'l-Mesâil fi'l-Furû. Mezhep ashabının görüşlerine de bu eserde yer verilmiştir. Haydarabad
1960; el- Alâ' es-Semerkandî M. b. Abdulhamîd (v. 553/1158) ve M. b. Umer b. Arabî el-Câvî (v. 1888)
tarafından şerhedildi. Bu sonuncu şerh Kahire 1301, 1303, 1308, Mekke 1311 yıllarında basıldı.
Hâcı Halife, II. 1981
4 - en-Nevâzil fi'l-Furû. Meşayih ve kitaplarda kendilerinden rivayet bulunmayan mezheb
ashabından bazı görüşleri alır
a.g.e., II, 1981
5 - el-Mukaddime fi's-Salât. Türkçe tercümesi ve birçok şerhleri vardır.
6 - el-Fetâvâ.
a.g.e., II, 1220
Müellifin ayrıca, «et-Tetimme, Hizânetu'l-Fıkh, Tefsîru'l-Kur'ân, Te'si-su'n-Nezâir,
Şerhu'l-Cami'i's-Sağir ve hilafa dair el-Muhtelef» adlı eserleri vardır.
35 - Ebul-Huseyn Ahmed b. Fâris b. Zekeriyâ b. Habîb el-Hemeanî el-Kazvinî er-Râzî el-Malikî.
v. 395/1005. Rey.
İbn Hall.. I. 118; el-Bağdadî,Hediyye.I, 67



Hemadan'da yaşamakta iken daha sonra Rey'e geçen İbn Faris, Şâfii mezhebinden Malikî
mezhebine dönmüştür.
K. Eseri :
Mekâyisu'l-Luğa : Şahitlere pek yer verilmeyen, mümkün mertebe icmalen sözedilen ve harf
sırasına göre tertip edilmiş bir eserdir. Abdus-selâm Hârun'un tahkikiyle 6 cilt halinde basılmıştır.
Müellifin «el-Mücmel fi'l-Luğa» adlı diğer eserinin 1. cildi Kahire'de 1332/1914 (dipnotgoster62078)
yılında basılmıştır.
Brockelmann, S, 1, 197 Sarkis. I. 199; Zeydân. IV. 311; İbn Fâris, Mucmelu'l-Luga, Esad Ef.
(Süleymaniye), Nu : 3269-70
V/XI. ASIR KAYNAKLARI
36 - Ebu Ali Hüseyîn b. Yahyab. Ali el-Buhâri ez-Zendusti el- Hanefi.
v. 400/1009
el Bağdadi, Hediyye. I. 307
K. Eserleri :
1. Ravdatu'l-Ulemâ.
H. Halife. I, 928
2. Nazmu'I-Fıkh.
H. Halife. II, 1964
Ayrıca, Şerhu'l-Cami'il-Kebîr Ii'ş-Şeybânî adlı eseri vardır.
36 - Ebu'l-Kâsım İsmâîl b. Huseyn (Hasan) b. Abdullâh el-Beyhakî el-Hanefî.
d. 328/939 v. 402/1011
K. Eseri :
el-Kifaye (Kıfayetu'l-Fukaha).
el-Beyhakî'nin ayrıca, «elHilâfiyat, el-Mücerred fi'l-Furû ve Mebsût ile Ziyâdât'daki mesele ve
fetvaları cemettiği (dipnotgoster62095) «eş-Şamil» adlı eserleri vardır.
Bilmen. I, 340 el-Bağdadi, Hediyye. I, 209; Brockelmann, G, I. 183, S. I. 295
37 - Ebû Abdullâh Muhammed b. Abdultâh b. Hamdeveyh ed-Dabbî el-Hâkim en-Nîsâbûrî.
d. 321/933, Nîsâbûr. v. 404/1014, Nîsâbûr.
K. Eseri :
Târihu Nîsâbûr. Persien 1961 yılında basıldı. Eserin Zehebî'ye ait bir muhtasarı ile Abdulğâfir b.
İsmâ'il el-Fârisî'ye ait bir zeyli vardır.
H. Halife, I, 308; el Bağdâdî. a.e., II, 59;Brockelmann, S, I, 276. Sezgin. I, 221
Müellifin, «Erba'in fi'l-Hadîs, el-Müstedrek ala's-Sahîhayn, (Haydarabad 1334-1342), «es-Siyak
fi'z-Zeyli Târîhi Nîsâbûr» adlı eserleri de vardır.
38 - Ali b. Ubeydullâh b. Abdulğaffâr el-Bağdâdî Ebu'l-Kâsım ed-Dekkâk (?)
bk. İbn Abidîn, V, 44
d. 345/957 v. 415/1024
Nahivci olan bu zat, nahve dair Ebû Ali el-Fârisi'nin «el-İzah» adlı eseriyle «Muhtasaru'l-Curmi» adlı
eserini şerhetmiştir.
el-Bağdâdi. a.e., I, 686
39 - Ebu'l-Hasan Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Kâsım ed-Dabbî el-Bağdadî, ibnu'l- Mehâmilî
eş-Şâfi'î.
d. 368/978, Bağdad. v. 415/1024
K. Eseri :
Lubâbu'l-Fıkh, Kahire 1274, 1286, 1298, 1305-6, 1309, 1315 yıllarında basıldı. Veliyyüddîn el-İrâkî (v.
826/1423) bu eseri «Tenkîhu'l-Lubâb» diye şerhetti. Burhânuddîn el-Kerekî (v. 853/1449) de bu şerhi
şerhetti. Kadı Zekeriyâ el-Ensârî (v. 926/1520) «Tenkîh»i «Tahrîru Tenkîhi'l-Lubâb» ayla ihtisar



edip daha sonra da bu eseri «Tuhfetu't-Tullâb» adıyla şerhetti. «Lubâb» ayrıca el-Celâl el-Bekri (v.
891/1486) ve İbnu'l-Hanbeli el-Halebi (v. 971/1563) de şerhetmiştir.
el Bağdadî, Hediyye, I, 72; H. Ali e, II, 1541; Br-., S. I, 307; Sezgin, I, 409-500
Müellifin, «et-Tecrîd fi'l-Furû, İddetu'l-Musâfir ve Kifâyetu'l-Hâdir fi'l-Hilâf, el-Mecmû, el-Muknî
fi'l-Furû» adlı eserleri de vardır.
40 - Huseyn b. Hıdr Ebû Alî en-Nesefî. v.424/1033, Buhara.
Ebû Cafer Usruşenî'den sonra kadı olan müellif, Ebubekr Muhammed b. el-Fadl'den fıkıh okumuş,
kendisinden de Şemsu'l-Eimme el-Hal-vani ve Ca'fer b. Muhammed en-Nesefî ders almışlardır.
K. Eseri :
el-Fetâvâ.
En-Nesefî'nin bundan başka «el-Fevaid» adlı eseri de vardır.
el Beknevî, s. 55
41 - Ebu'l-Huseyn Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Cafer el-Kuduri.
d. 362/972 v. 428/1037,Bağdâd.
el-Kudurî, kazan, tencere v.s. sanatına, veya Bağdat köylerinden el-Kudara'ya nisbettir.
Ebû Abdullah Muhammed b. Yahya el-Cürcanî'den fıkıh öğrenen Kudûrî, zamanında Irak hanefi
ulemasının riyasetine sahipti.
İbn Kutlubuğâ, s. 7; el-Kâri. Esmâru'l-Ceniyye, va. 67 b; İbn İmad III. 233; Taşköprüzâde, Miftâh. II.
280; el-Leknevî s. 25; Sarkis, II. 1497; Kehhâle. II. 60
el-Kudûrî. «Ashâbu't-Tercih» dendir
Taşköprüzâde Ahmed, Tabakât, Va. 28 a; el-Kevserî. Hüsnu't-Tekâdi s. 104
K. Eseri :
el-Muhtasar: Dehlî 1847. Lahor 1870, Kâsan 1890, 1909, Bombay 1303, İstanbul 1310, 1317-18 (Taş
basması) Kahire 1957.
Fransızca tercümesi: Ch. Solvet. Paris 1829, Bir bölümün tercümesi: G.H. Bousquet et L. Bercher,
«le Statut personnel en drcit musulman hanefite» (Hanefi müslüman hukukunda ahkâmı şahsiyye),
metin ve tercüme Paris 1952
Şerhleri: el-Akta u'l-Bağdâdî (v. 474/1081), Hâherzâde (v. 483/1090), el-Kirmânî (v. 543/1149),
el-İsbîcâbî (v. 6. h.). ez-Zâhîdî (v. 658/1260), el Habbâzi (v. 691/1292); el-Haddâdî (v. 800/1397), Bu
şerh İstanbul 1301, 1316, 1323, Delhî 1327, Lahor 1S28; yıllarında basıldı. ibn Kutlûbuğâ (v.
879/1474)'nın (kiritiği). Tashîhu'l-Kudûrî Mağribîzâde tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.
Taşköprüzâde Ahmed, Tabakat, va. 28 a; H. Halife, II, 1632; Schacht s. 261; el-Kevserî.
Husnu't-Tekâdi, s. 104; Br., S. I, 295; Sarkis. II, 1497; Sezgin, I. 454-55.
Ayrıca Şerhu Muhtasari'l-Kerhi, Ebu Hanife ashabı ve Şafii arasındaki ihtilafları delilsiz serdeden
et-Tecrid, et-Takrib ayla Ebu Hanife ve ashabı arasındaki ihtilafları delilli ve delilsiz veren iki adet
eser.
42 - Ebû Mansûr Abdu'l-Melik b. Muhammed b. İsmâil en-Nisabûri es-Saâlebi.
d.350/961 Nisâbûr. v. 429/1038
Zeydân. IV ,287; Br., S, I, 499. G, I. 337; Sarkis. 1, 660
K. Eseri :
Yetimetu'd-Dehr fi Mehâsini ehli'l-Asr. (h. 4. asrın şuarasına dair ahbarı muhtevidir.)
Ebu'l-Hasan el-Baherzi (v. 467) nin bir zeyli vardır. Dımaşk 1304, Kahire 1934 (4 c.) Ebû Mûsâ
Ahmed el-Hakk tarafından Fâidâtül-Asr ismiyle, kitap, şahıs ye yer indeksi yapılmıştır. (Calcutta
1915). Tetimmetu'l-yetim adlı eser de Ahmed Eghbal tarafından basılmıştır (Tahran 1934).
43 - Ebû zeyd Abdullâh (Ubeydullâh) b. Ömer b. İsâ el-Debbûsî.
v. 430/1039 Buhara (63 yaşında)
Debusa, Buhara ve Semerkand arasında bir köydür. ed-Debbusi, ilk defa Hilaf ilmini ortaya atan
kimsedir.



İbn Kutlubuğa. s. 36; Esmâru'l-Ceniyye va. 93 a; Br.. S. I, 296; Sezgin, I. 450
Eserleri: Takvimu'L-Edifle fî usûli'l-Fıkh, Te'sîsu'n-Nazar, Kahire, 1320, el-Esrâr fi'l-Furû, et-Tâli kât
fi Mesâili'-Hilâf beyne'l-Eimme v.s.
44 - Ebû'l-Abbâs Cafer b. Muhammed el-Mustağfirî en-Nesefî (?)
d. 350/961 v. 432/1040
Eserleri; Târihu Nesef ve Keş, Delâilu'n-Nubuvve, Fedâilu'l-Kur'ân, Marifetu's Sahâbe,
Kitâbu'l-Münâsebât, Hutebu'n-Nebi
el-Bagdâdî. Hediyye. I. 253; Br.. S. I, 617
45 - Ebû Abdullâh Huseyn b. Ali b. Muhammed b. Cafer es-Saymerî
d. 351/962 v. 436/1045
Vefat ettiği zaman Kerh'de kadı idi. Ebî Bekir Hilâl, Ebû Hafs b. Şâ-hîn, ed-Dârekutnî'den rivayet etti.
Ebû Bekr Muhammed el-Harezmî'den ders aldı. Ebû Abdullâh Muhammed b. Muhammed b.
ed-Dâmğânî el-Ke-bîr ve Ebûl-Hasan Ali b. Ali en-Nisâbûrî de ondan ders almışlardır.
Eserleri : Şerhu Muhtasari't-Tahâvî, Ebû Hanife ve Ashabının ahbarına dair bir eseri de vardır.
el-Bagdâdî, Hediyye. I, 253; Br.. S, I, 617
46 - Ahmed b. Muhammed b. Ömer en-Nâtifî et-Taberî Ebu'l-Abbas.
v. 446/1054 Rey
Ebû Abdillâh el-Cürcânî'nin talebelerinden olup büyük hanefi fukahasındandır. en-Natifî, bir nevi
helva yapıp satma sanatına nispettir.
K. Eserleri :
1 - el-Ecnâs fi'l-Furû. el-Kâfi'nin tertibi üzere müretteptir.
bk. İbn Âbidin. III. 264;
2 - Vâkıatu'n-Nâtıfî.
İbn Kutlubugâ, s..9; İbn Kemâl, Tabakât, va. 156 b; Hacı Halife, I, 11; a.e. II, 1909; İzmîrî, va 3 b;
el-Leknevî. s. 2ü; Br., S. I. 636; a.e., G. I, 459
Ayrıca «elFurûk» adlı eseri vardır.
47 - Abdulâziz b. Ahmed b. Nasr b. Sâlih Şemsu'l-Eimme el-Halvâ-nî el Buhârî.
v. 448/1050 Buhara. (v. tarihı 449, 452, 456 olarak geçtiği gibi, Keş'de vefat edip Buhara'ya
defnedildiği de söylenmektedir).
Ali Huseyn b. Hıdr en-Nesefî'den fıkıh okudu. Şemsu'l-Eimme es-Serahsî, Fahru'l-İslam Ali b.
Muhammed el-Pezdevî ve kardeşi Ebû'l-Yusr Muhammed b. Muhammed, Kâdi Cemâlu'd-Dîn Ebû
Nasr Ahmed b. Abdurrâhmân, Şemsu'l-Eimme Ebû Bekr Muhammed b. Ali ez-Zerencerî gibi zevat
el-Halvâni'nin talebisidirler. el-Hûlvânî (veya el-Halvâi) helva yapım satımına nisbettir. el-Halvânî
Müctehid fi'l-Mesâildendir.
K. Eseri :
el-Mebsût.
Kuraşî, Tabakat, va. 94 a; İbn Kutlubuğâ, s.. 35; İbn İmâd.III, 283; el-Kefevî. va. 47 a; Hacı Halife, H.
1580; el-Leknevi, s.. 82; Kehhâle. VII. 87; Br.. S, I, 632
48 - Ebû'l Hasan Ali b. Halef b. Abdulmelik b. Battâl el-Bekri el-Kurtubî el-Mâlikî.
v. 449/1057
K. Eseri :
Şerhu'l-Câmii's-Sahîh li'l-Buhârî (dipnotgoster62172) Ayrıca el-İtişâm fi'l-Hadis adlı eseri vardır.
bk. İbn Âbidîn. II. 67; İbn İmâd. III, 283; Kehhâle. VII, 87. Br., S, I, 261
49 - Muhammed b. el-Velid Ebû Ali es-Semerkandî
v. 450/1058 (yılından sonra vefat etmiştir.)
K. Eseri :
Mecmuu'l-Fetâvâ. Ayrıca el-Câmiu'l-Esğar isimli başka bir eseri de vardır.



el-Bagdâdi, Hediyye. II, 71
50 - Ebû Muhammed Abdultâh b. el-Huseyn en-Nâsıhi. v. 447/1055 (Vefatında Buhara'da Kadı idi.)
Cem (Muhtasar) vakfey el-Hilâl ve'l-Hassâf, Edebu'l-Kâdi adlı eserleri vardır.
Br., S, I, 073; a.e., G,I. 459;
51 - Ebû Şekûr Muhammed b. Abdu's-Seyyid b. Şu'ayb el-Keşşî es-Sâlimî el-Hanefî.
K. Eseri :
et-Temhid fi Beyâni't-Tevhîd ve Hidâye li Kulli Müsterşid ve Reşîd.
(dipnotgoster62186) Kelâm ve rûha dair bilgileri muhtevidir, Kahire, 1338de basılmıştır.
bk. İbn Âbidîn, III, 269 Hâcı Halife. 1. 484; Br., S, I, 744; Br.. C, I, 535
52 - Ebû'l-Hasen Ali b. Huseyn Ali es-Suğdî v. 461/1069 Buhara.
Buhara'da Şeyhulislâm olan es-Suğdî'den, Şemsu'l-Eimme es-Serahsi es-Siyeru'l-Kebîr'i rivayet
etmiştir.
İbn Kullubûğâ, s., 43; Hâcı Halife, II, 1925; Taşköprüzâde Ahmed, Tabakât va. 26 a; İzmîrî, va. 16 a;
Br., G, I. 460; Br.. G. II, 254; Br., S, I, 637; Br, S, II. 270;
es-Suğd, suyu ve ağaçları bol Semerkand nahiyelerinden biridir.
Kuraşı. 104 b
K. Eser :
en-Nutefu'l-Hisân fi'l-Fetâvâ. Bu eser, Şerefu'd-dîn el-Kâsım b. Hüseyn el-Gaznevi (v. 854/1459)'ye
nisbet edilmektedir. Müellifin ayrıca «Şerhu's-Siyeri'I-Kebir adlı eseri vardır.
53 - Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Şâhit el-Hatib el-Bağdâdî.
d. 392/1002 v. 463/1071 Bağdât
Basra, Kûfe, Nisâbûr, Sûr, Trablus, Haleb, İsfahân, Şam gibi yerleri dolaştı ve Bağdât'da ikamet etti.
K. Eseri :
Târîhu'l-Bağdât. Kahire 1349/1931 (14 c.) Eserin mukaddimesi Paris'te basılmıştır: G. Salman.
İntroduction topographique âl'histoire de Bagdat, texte arabe accompagne de la trad. franç.
(Bağdat tarihine topoğrafik giriş, arapça metinle birlikte fransızca tercüme), Bibi. de 1ec. Des
hautes etuddes fs. 180, Paris 1904.
Zeydan, IV. 32G; Sarkis. I, 827; Br...S, I, 563: Br., G. I. 400
Müellifin, el-Kifâye (rivayet ilmine dair), Şerefu Ashâbi'l-Hadis, Takyî-du'l-İlm, el-Mutenef
Tekmiletu'l-Mu'telef ve'l-Muhtelef adlı eserleri de vardır.
53 - Ebû Alî Huseyn b. M. b. Ahmed el-Merverruzî eş-Şâfiî el-ma'ruf bi'l-Kâdi.
v. 462/1070. Merverruz.
İbn Abidin'de şafiî olduğu belirtilerek zikredilen «Kâdî Huseyn»in bu zat olduğunu tahmin ediyoruz.
bk. İbn Âbidin, I. 459
Ebubekr el-Kaffâl el-Mervezî'den fıkıh okuyan Kâdî Huseyn, el-Farra el-Beğavi'nin hocasıdır.
İmâmu'l-Haremeyn «N.hâyetu'l-Mctlab» adlı eserde, el-Ğazzâli de «el-Vasît ve'l-Basît» adlı eserde
«kâle'l-Kâdî» derken bu zatı kasdederler. Kâdî Huseyn'in «et-Ta'lîka» adlı fıkha dair eseri vardır.
İbn Hall.. II. 134
54 - Ebû'l-Kâsım Abdu'l-Kerîm b. Hevâzin b. Abdu'l-Melik el Kuseyrî en-Nisâbûrî eş-Şâfiî
d. 376/986 v. 465/1072 Nisabur
K. Eserleri :
1 - er-Risâletu'l-Kuşeyriyye. (Tasavvufa dairdir). Bulak 1284, 1287 Kahire 1304, 1318, 1330, Numân
Paşa Köprülüzade (v. 1132/1720) tarafından ihtisar edilen risalenin, Zekeriyâ el-Ensari (v. 926/1520)
tarafından ihkâmu'd-Detâle ûla Tahriri'r-Rivâye adlı Kahire 1304, Bulak 1284 1290, Kahire 1248,
1319 yıllarında basılan şerhi; Muhyiddîn b. Muhammad el-Halebî (v. 954/1547) tarafından Muhtasarı
ve ayrıca Türkçe Farsça yazma tercümeleri bulunan risale Fransızcaya da tercüme edilmiştir: O de
Lebedin, Traite sur le soufizme, Roma 1911 ve yine R. Hartmann, al-Kuşayri'S Darstellung des
Sûfitûms. TB. XVIII, Berlin 1914 tab'ı vardır. Ne-tâu'l-Efkâr el-Kudsiyye fî Meani



Şarhı'r-Risâleti'l-Kuşeyriyye adlı Bulak 1290 (2 c.) halinde basılan şerhi Mustafa Muhammed Arûsî
yapmıştır.
2 - Şikayetu Ehli's-Sünne.
bk. İbn Âbidîn. III. 237
Müellifin ayrıca el-Fusul fî'l-Usûl, Erbaûn fi'l-Hadîs, Letâifu'l-İşârat fi tefsîri'l-Kur'ân adlı eserleri
vardır.
55 - Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed b. el-Akta el-Bağdâdî.
v. 474/1081 Ramahurmuz
el-Kudûri'nin talebesi olan bu zat, başlangıçta Bağdat'da ikamet ederken daha sonra el-Ahvaz'a
gidip Ramahurmuz'da ölünceye kadar ikamet etti.
Kuraşî, va. 28 b; İbn Kemal, va. 157 a; Edirnevî, va. 52 a; İbn Kutlubugâ,s., 9; Hâc Halife, II, Itül. Br..
S. I. 295; Sezgin. I. 454-55
K. Eseri :
Şerhu Muhtasari'l-Kudûri
56 - Ebû Nasr Ahmed b. Mansûr el-İsbîcâ
v. 480/1087
Memleketinde tahsil gördü, sonraSemerkand'a gitti. Tedris ve iftayla meşgul oldu.
K. Eseri :
Şerhu Kâfı'l-Hâkim.
Müellifin Şerhu'l-Câmi il Kebîrli'ş-Şeybânî ve Şerhu edebi'lKâdi
isimli eserleri de vardır.
Alâmu'l-Ahyâr, va. 59 b; Hâcı Halife, II. 1378; Br., S, I, 289-294 Laknevi, s.. 34 Sezgin, I, 443;
57 - Ebû'I-Hasan Ali b. Muhammed b. Huseyn Fâhru'l-İslam el-Pezdevî Ebû'l-Usr
d. 400/1009 v. 482/1089 Semerkand
el-Bezdevi, Nesef'e 6 fersah mesafede Bezde kalesine nispettir. Büyük hanefi fukahasından olan bu
zat, müçtehid fi'l-mesaildendir.
K. Eseri :
Kenzu'l-Vusûl itâ Marifeti'l-Usûl. Usûlu'l-Pezdevî diye marufdur.
Şerhleri :
a - Keşfu'l-Esrâr, Abdulâzîz el-Buhâri (v. 730/1329) Kahire 1307 ve metinle birlikte İstanbul 1307 (4
c.)
b - et-Takrîr, el-Bâbertî (v. 786/1384)
c - Tenkihu'l-Usûl. Sadri'ş.Şerla el-Mahbûbî (v. 747/1346)
d - Emîr Kâtib el-İtkâni (v. 758/1357)
e - Heseyn b. Âli es-Semanî (v. 704/1304)
f- el-Kâfî, Huseyn b. Ali es-Sâğânî (v.710/1310)
g - Ahmed b. Hasan el-Çarpurdî eş-Şafiî (v. 746/1346)
h - Muhammed b. Ahmed b. ed-Diyâ el-Mekkî (854/1450)
i - Molla Hüsrev (v. 885/1480)
Ayrıca, İbn Kutlûbuğâ (v. 879) nın ve Tahrîcu Ehâdisi'l-Usûli'l-Pezdevî ve diğer bazı şerh ve talikleri
mevcuttur.
Kuraşi, va. 107 b; va. 107 b; el-Kârî va. 92 a; Ibn Kutlûbu&â. s.. 41; Taşköprüzâde Ahmed. Tabakât,
Va. 29 b; Hâcı Halife, I. 112; el-Leknevî, s.. 105; Lubâb. I. 41; Sarkis, I. 554; Br.. G, I, 460; Br.. S. I,
637-38
Pezdevî'nin diğer eserleri : el.Mebsût, Şerhu'l-Câmii'l-Kebîr, şerhu'l-Câmii's-Sağîr, Kitâb fî
Tefsîrl'l-Kur'ûn.
58 - Ebû Bekr Muhammed b. Hasan (Huseyn) b. Muhammed b.Hasan el-Buhâri Bekr Hâherzâde.



İbn Kutlubuğâ, s., 62; Taşköprüzâde. Miftâh, II. 276; Haci Hallfe I, 352; el-Bağdâdî. Hediyye, II, 76;
İzmîri, v., 22 b; Bilmen, I, 368; Zlriklî. VI, 332; Kehhâle. IX, 253.
v. 483/1090
K. Eseri :
1 - Tecnîs fi'l-Furû
2 - el-Mebsût fi'l-Furû
Ayrıca, şerhu Edebi'l-Kâdî li Ebî Yûsuf, Şerhu'l-Câmiu'l-Kebir li'ş-şeybânî, Şerhu Muhtasari'l-Kudûrî,
el-Fetâvâ adlı eserleri vardır.
59 - Ebû Bekr Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed Şemsu'l-Eimme es-Serahsî.
v. 483/1090 (490 ve 500 yılları olarak da geçer.)
Şemsu'l-Eimme el-Halvânî'nin talebesi olup, Burhanu'l-Eimme Abdulazîz b. Ömer b. Mâze, Mahmûd
b. Abdulazîz el-Uzcendî, Ruknu'd-Dîn Mesûd b. Hasan Ebûbekir Muhammed b. İbrâhîm el-Hâsîrî'nin
de hocasıdır. Serahs, Horasan beldelerindendir.
Fıkıh kitaplarında Şemsu'l-Eimme ve Mebsût itlak olununca bu zat ve eseri sözkonusudur.
Müctehid fi'l-Mesail'dendir.
K. Eserleri :
1 - el-Mebsût. el-Hâkim eş-Şehîd (v. 334/945) 'in, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî'nin
Zâhiru'r-Rivâye eserlerini cemettiği «el-Kâfî» adlı eserin müdellel şerhidir ki hapiste talebelerine
imla ettirdiği rivayet edilir. 30 cüz halinde Mısır 1324-31 baskısı vardır.
2 - Şerhu's-Siyeri'l-Kebir. Haydarabad 1335-6 (4 c.). Muhammed Munib el-Ayintabı tarafından
yapılan Türkçe tercümesi 1241 yılında İstanbul'da basıldı. Yeni arapça tabı da 5 cilt halinde
yapılmıştır. (Kahire 1971)
3 - Şerhu'z-Ziyâdât.
Ayrıca Şerhu Muhtasari't-Tahavî ve Usûlu's-Serahsî adlı eserleri vardır.
İbn Kutbuğâ. s.. 52; el-Kârî, v.. 68 a; el-Leknevi. s., 130; el-Kevserî, H. Tekâdi, s., 103; Sarkis, I.
1016; Br.. G. I. 460; Br., S, I. 291. 638; Bilmen, I, 456; Ziriklî, VI. 208
60 - Ebû Abdullâh Muhammed b. Ahmed (Hüseyin b. Ahmed) ez-Zevzenî.
v. 486/1093
K. Eseri :
el-Mesâdir. Şiir ve emsal şevahidinden tecrid edilmiş olarak, her baba bir sahih fiil mastarıyla
başlanmış olup daha sonra mu'tel mastarlar zikredilmiştir.
Hâcı Halife. II, 1703; Kehhale. III, 309; el-Bagdâdî, Hediyye, I, 310
61 - Ebû Muhammed Abdullâh b. Yûsuf el-Cürcânî.
v. 489/1096
Şafii ve muhaddis olan bu zatın, İbn Âbidin'de «Menâkibu'l-Curcânî» diye geçen eserin müellifi
olduğu kanaatindeyiz.
Eserleri : Tabakâtu'l-Fukahâ, Menâkibu'l-İmâm eş-Şâfiî, Menâkibu'l İmâm Ahmed b. Hanbel.
el-Bağdâdî. Hediyye. I, 453
VI/XII. ASIR KAYNAKLARI
62 - Tâhir b. Burhâni'd-Dîn Mahmûd b. Tâci'd-Dîn Ahmed b. Bur-hâni'd-Dîn el-Kebîr Abdulazîz
el-Buhârî, Sadru'l-islâm el-Hanefî
d. 442/1050 v. 504/1110, Serahs
el-Bağdadî, Hediyye, I, 430;
K. Eserleri :
1 - el-Fetâva'l-Buhâriyye
2 - el-Fevâid fi'I.Fıkh
63 - Ebû Hâmid Muhammed b. M. b.M. b. Ahmed el-Ğazzâlî et- Tûsî.



d. 450/1058. Tus v. 505/1111, Taberân
Dînî ilimler ve felsefe tahsilinden sonra Nizamiye Medresesi'nde ders veren imam Gazzalî, 488 h. de
tedrisi bırakıp tasavvuf yoluna sülûk etti. 10 yıl kadar Şam, Hicaz ve Kudüs arasında dolaşıp
tasavvufla iştiğal etti. Felsefecilerin dalalette oldukları kendisi için büsbütün tebeyyün edince
bütün gücüyle, münazara ve eserleriyle onlara hücum edip fikirlerini çürüttü. Bu sebepten dolayı
«Huccetu'l-islam» diye anılmaktadır.
İbn Esîr. Lübâb. II. 379; İbn Hall.. III. 216; es-Subkî. VI .191; İbn İmâd. IV. 10; el-Bağdâdi. a. e.. II. 79;
Zirikli. VII, 247;
K. Eseri :
İhyâu Ulûmi'd-Dîn. Eser her biri 10 kitaptan müteşekkil 4 kısımdan meydana gelmiştir.
Eserin baskı yer ve yılları : Bulak 1269, hamişinde Suhreverdî'nin «Avârifu'l-Meârif» adlı eseri
olarak 1289/1302, 1279, 1282, Kahire 1334, 1346, 1348, hamişinde mezkur eser ve Aydunus'un
«Tarîfu'l-İhyâ» olarak 1306, 1316, 1324, mezkur iki eserle birlikte Zeynuddîn el-irâkî'nin «el-Muğnî an
Hamli'l-Esfâr fi'l-Esfâr fî Tahrîci mâ fi'İhYâ mine'l-Ahbâr» adlı eseri ve «el-İmlâ- an İşkâlâti'l-İhyâ»
adlı eser olarak Dâru'l-Kutubi'l-Arabiyye 1332; İstanbul 1321, Fas 1302, Teheran 1293, Nawalkişor
1281, Lucknow 1864 ve Madak el-Arif'în urduca tercümesi 1331 yılında basıldı. el-İhyâ'nın çeşitli
bölümlerinin muhtelif dillere tercümeleri, şerh ve haşiyeleri de vardır.
Hâcı Halile, I, 23; Sarkis. 1409; Br., G. I, 539, S, I. 748; Zeydân III, 105
İmam Gazzali'nin, «Hulâsatu'-Fıkh, el-Fetâvâ, el-Mustasfâ fî usûlin'l-Fıkh, el-Vecîz, el-Vasît, el-Basit»
adlı fıkha dair eserleri de vardır.
64 - Muhannmed b. ibrâhim b. Anûş el-Hasîrî.
v. 500/1107
K. Eseri :
Hâvî'l-Hasîrî fi'l-Furû. Bir çok fetvayı muhtevi olan bu eser hanefi fıkhının temel ve mutemet
kitaplarından biridir.
Hâcı Halife, I, 624; Br.. G. I. 461; Zirikli. VI. 185
65 - Ebû'l-Muîn Meymûn b. M. b. M. en-Nesefî el-Mekhûlî. d. 418/1027 v. 508/ 1114
K. Eserleri :
1 - şerhu'l-Câmii'l-Kebir.
2 - el-Umde fî Usûli'd-Dîn. (?)
Müellifin ayrıca «et-Temhîd li Kavaidi't-Tevhîd, Tabsiretu'l-Edille fî İlmi'l-Kelam, Menâhicu'I.Eimme
fi'l-Furu» adlı eserleri vardır.
el-Kârî. v.. 94 b; el-Bağdâdî, Hediyye .II. 487; Sarkis. II, 1854; Br., S. I. 757; Zirikli, VIII. 301; Kehhâle.
XIII. 66
66 - Ebû Amr Osmân b. İbrâhim b. Muhammed el-Esedî el-Maruf bi'l-Fadlî
v. 508/1114
K. Eseri :
Fetava'l-Fudlî. Hanefi fukahasından olan müellifin bu eseri meşhur kitaplardandır.
Hâcı Halife. II. 1227; el-Baâdâdî, Hediyye. I, 653
67 - Ebû Muhammed Huseyn b. Mesûd. b. M.el-Ferrâ el-Beğavî eş-Şafiî.
v. 510/1117 (516/1122), Merverrûz
İbn Hall., II. 136; et-Bağdâdî. a.e., I. 312
K. Eseri : (?)
Mesâbihu's-Sunne. Bu eserde 4719 hadis sayıldığı ve bunlardan 325'inin Buhari'ye. 875'inin
Müslime ait olduğu 1051'inin de müttefak olduğu söylenmektedir.
Baskı yer ve yılları: Bulak 1294, Kahire 1318 (el-Muvatta ile) 1935, Calcutta 1257, 1319, Dehlî 1300,
1890, Amritsar 1313-14, Bombay 1271, 1282, 1289, 1307, Lahor 1902 (M. Kutbu'd-Din Han
Dehlevî'nin hintçe tercümesiyle), Petersburg 1898-99, Kasan 1909 (el-Karî'nin «Mirkâtu'l-Mefâ-tih»
adlı eseriyle), Kahire 1309; Calcutta 1809 ve 1810 eserin İngilizce tercümesi: A.N. Watthews; The



sayings of Hazrat M. chosen from the M. al-M. vvith a short Life of the Prophet etc. A.A.K.
Muhammed tarafından Calcutta 1918.
Sarkis. I, 573; Br., G. I. 448; G, II. 248; S. I, 621; S. II, 620; Zeydân. III. 108
Müellifin ayrıca «Tercumetu'l-Ahkâm, et-Tehzîb, el-Kifâye «adlı fıkha dair eserleriyle» el-Cem
beyne's-Sahîhayn el-Buhâri ve'I-Müslim, Meâlimu't-Tenzil fî Tefsiri'l-Kur'ân» adlı eserleri vardır
68 - Ebû Muhammed el-Kâsım b. Ali b. M. b. Osmân el-Harîrî el-Basrî.
d. 446/1054, Basra v. 516/1122, Basra
İbn Hall. III, 63; es-Suyûtî, Buğye, 378. İbn İmâd, IV. 50; Ziriklî, VI, 12; Kehhâle, VIII, 108
K. Eseri :
el-Makâmât. Arapların söz, luğat ve emsalini muhtevi 50 kıssa ve hitabeden meydana gelmiştir.
Bulak 1266, 1288, 1307, 1317; Kahire 1277, 1279, 1313, 1326, Hugli 1875, Luknow 1263, 1869, 1873,
Kahire 1339 (Şerhlerle beraber) yıllarında basılan «el-Makûmât» ın Farsça, Fransızca ve İngilizce
çeşitli tercümeleri muhtelif yer ve yıllarda basılmıştır.
Sarkis, I. 748; Br., G. I. 326, S, I, 486; Zeydân, III, 40
69 - Mesûd b. Huseyn b. Hasan b. M.b. İbrâhim el-Kuşânî.
v. 520/1126. 73 yaşlarında iken
el Leknevi, s., 170;
K. Eseri :
el-Muhtasaru'l-Mesûdî. Aynı isimde İbn Âbidîn'de geçen eserin bu olduğu kanaatindeyiz.
70 - Huseyn b. Ali b. ebi'l-Kâsım İmâdî'd-Din Ebû Ali el-Lâmişî el-Hanefî.
v. 522/1128.
Ferğane köylerinden olan müellif eş-Şakıy'den ders almıştır.
K. Eseri :
Vâkiartu'l-Lâmişî.
Ayrıca, «ez-Zivâdât fi'l-Furû, el-Fetâvâ» adlı eserleri vardır.
Edirnevî, v. 26 b; el-Bağdâdi, Hediyye. I. 312
71 - Ebûl-Mehâmid Bedruddin Mahmûd b. Zeyd el-Lâmişî, el-Hanefî.
Vefat tarihi bilinmeyen müellif, el-Kuraşî (v. 775/1373) tarafından zikr edildiğine göre ondan önce
yaşamış olmalıdır.
K. Eşeri :
Usûlu'l-Lâmişî. Fıkıh usulüne dair bir eser olup 40 varak kadardır.
Kuraçî. v.. 161 b; İbn Kutlubuğâ. s., 71; Hâcı Halife. I. 114; Br.. S. II, 053.
72 - Ebû Abdullah Yûsuf b. Ali b. Muhammed el-Cürcânî. 522/1128 yılında yaşıyor idi. Ebu'l-Hasan
el-Kerhî'den fıkıh okudu.
Ziriklî. IX. 319
K. Eseri :
Hızânetu'l-Ekmel. (6 ciltlik büyük bir eserdir) Bu eser, Kâfi'l-Hâkîm eş-Şehid, el-Câmîu's-Sağîr ve
el-Câmiu'l-Kebîr, Ziyâdât, İbn Ziyâd'ın Mü-cerredi, el-Muntekâ, Muhtesaru'l-Kerhî, Şerhu't-Tahâvî
Uyûnu'l-Mesâil gibi asarı muhtevidir.
Ebu'l-Leys es-Semerkandî'ye ve bir başkasına da nispet edilen bu eser, bu zata aittir. (Allah'u
alem).
İbn Kutlubugâ. s.. 44; Hâcı Halife. I. 702; Br., G, I, 461. S, I, 639;
72/a - Ahmed b. Muhammed b. Ebîbekr el-Hanefî. v. 522/1128
K. Eseri :
Mecma'u'l-Fetâvâ ile bunun muhtasarı Hizânetu'l-Fetâvâ. Bu eser, el-Fetâvâ'l-Kübrâ,
el-Fetâvâ's-Suğrâ, Fetâvâ Ebîbekr el-Hanefî, Fetâvâ Muhammed b. el-Velîd es-Semerkandî,
Fetâvâ'r'Rusteğfenî, Fetâvâ Atâ b. Hamza, el-Multekat, Tuhfetu'l'Fukahâ ve diğer bazı eserlerden



cemedilmiştir.
H. Halife, II, 1603
Tâhir b. Ahmed'in (bk. v. 542/1147) de Hizânetu'l-Fetâvâ adlı bir eseri vardır ki, ibn Âbidin'in kaynağı
hangisidir bilemiyoruz.
73 - Ebû'l-Hasan Rezzîn b. Muâviye b. Ammâr el-Abderî es-Semer-kandî el-Malikî el-Hâfız. (?)
v. 524/1130
Bu zatın «Tecrîdu's-Sihâhi's-Sunne fi'l-Hadîs» adlı eseri vardır.
el-Bağdâdî, Hediyye. I. 367
74 - Ali b. Muhammed b. İsmâil b. Ali b. Ahmed b. M.b. İshâk el-Isbîcabî es-Semerkandî.
d. 454/1062 v. 535/1140. Semerkand
el-Merğinanî (v. 593)'nin hocası olan bu zat. zamanında Maveraunnehir'in en büyük alimi idi.
İsbîcâb, Taşkend ve Seyrâm arasında bir beldedir.
Kuraşî. v., 107 a; İbn Kutlubugâ, u., 44;Taşköprüzade, Miftâh, II, 282; el-Leknevi, s., 105; Ziriklî. V.
149 (X) Hacı Halife, II. 1627
K. Eserleri :
1 - Şerhu Muhtasari't- Tahâvi. Brockelmann bu eseri Ahmed b. Mansûr el-isbîcâbî (v. 480)'ye ait
olarak verirken, (dipnotgoster62359) el-Leknevî de bir yerde asıl müellife (dipnotgoster62360), bir
yerde de A.b. MansÛr'a nispet etmektedir .
Br.. S, I. 294 el-Leknevî, s.. 105 el-Leknevî. s.. 34
2 - el-Mebsût.
75 - Husamu'd-Dîn Umer b. Abdulaziz b. Ömer b. Mâze el-Marûf bi's-Sadri'ş-Şehîd
(el-Husâmu'ş-Şehîd)..
d. 483/1090 v. 536/1141, Semerkand'da katledilip Buhara'ya götürüldü.
Babası Burhanu'd-Din el-Kebir Abdulaziz'den fıkıh okuyan müellif büyük hanefî ulemasındandır.
İbn Kutlubuğa. s.. 46; Taşköprüzâde, Miftah II, 277; İzmiri, v., 17 a; el-Leknevî. s.. 122; el-Bagdâdî.
Hediyye I, 783.
K. Eserleri :
Br., G. I, 462. S. I. 640; Bilmen. I. 453
1 - el-Fetâvâ'l-Kübrâ. Ebu'l-Leys'in «en- Nevâzil», en-Nâtıfî'nin «el-Vâkrât» adlı eserleriyle
«Fetâvâ'l-Fudlî ve «Fetâvâ Ehli Semerkand»ın me-sailini muhtevîdir. Ebü'l-Mehâmid Mahmûd b.
Ahmed b. Mesûd el-Konevî bunu hulasa ederek faydalı bilgiler ekledi.
Hacı Halife. II, 1228
2 - el-Fetâvâ's-Suğrâ. Yûsuf es-Sicistânî bu eserden seçmeler yapıp bazı eklemeler yapmış ve
eserine Munyetu'l-Müftî adını vermiştir.
Hacı Halife. II. 1224
Yukarıdaki iki fetva kitabını da Necmu'd-Din Yûsuf b. Ahmed el-Hâsi bablara ayırarak tertip etmiştir.
İbn Abidîn'de el-Haşîye nispet edilen fetva kitapları bunlar olmalılar.
bk. İbn Abidin. II. 434
3 - Vâkıâtu'l-Husâmî. (el-Musemma bi'l-Ecnâs). el-Fetâvâ'l-Kübrâ gibi aynı eserleri muhtevidir. Her
eser onda olduğu gibi birer harfle belirtilmiştir. el-Hâsî bu eseri de tertip etmiştir. Muhammed b. M.
er-Reşîd
el-Kaşgarî (v. 687) bundan Tehzîbu'l-vâkıât adıyla seçmeler yapmıştır.
Hacı Halife. Hediyye. II. 1998, Vakıatu'l-Husâmi, bk. Bağdatlı Vehbi (Süleymaniye) No : 575, 138. V
4 - Şerhu Edebi'l-Kâdı ti'l-Hassâf. Meşhur ve mütedavil olan bu eserde her meseleden sonra
lüzumlu bilgileri şerhle metin arasında herhangi bir ayırım yapmaksızın eklemiştir.
Hacı Halife, I, 46; Br.. S, I. 292
5 - Umdetu'l-Fetâvâ. Kitab iki kısım halinde 33 bölüme ayrılmış olup en çok vuku bulan meseleleri almıştır.
Hâcı Halîfe, II, 1189
6 - Umdetu'l-Müftî ve'l-Müsteftî.
el-Bagdâdî. İzâhu'l-Meknûn, II, 124
76 - Necmu'd-Dîn Ebû Hafs Umer b. Muhammed b. Ahmed b. İsmâ'îl b. Muhammed en-Nesefî
es-Semerkandî el-Mâturidî.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...