18 Mart 2013

Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet


Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet 

Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem kendimi bahtiyar sayacağım. 

Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. 

Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. 
=============================
Bu sonucu, `Türk gençliğine emanet ediyorum. 

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti`ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet`i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir.

İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!





NE MUTLU TÜRK'üm DİYENE!!!!










 bu VATAN bizim 




burası TÜRKİYE bizde TÜRK'üz TÜRK




bu MEMLEKET bizim bu VATAN bizim




bu toprakta doğduk burda büyüdük




bu MEMLEKET bizim bu VATAN bizim







eeee herbişem bağzısı demiyor ama.....>>>


dert etme GARDAŞ


seve seve dedirtiriz ADAMA !!!....




BU MEMLEKET BİZİM BU VATAN BİZİM


NE MUTLU TÜRK'üm DİYENE!!!!






BAĞIMSIZLIĞIMIZIN İLK ADIMI FLAŞ SLAYT




EMPERYALİSTLERE
ÇANAKKALE GEÇİT VERMEDİ



BEN SENi GiZLi SEVDiM…



BeN SeNi GiZLi SeVDiM… 
gerçek aşk nedir !… gerçek aşk, her an birlikte olmak değildir, uzaklardan sevmektir, gerçek aşk, özlem duymaktır, sevdiğine, rüyalarda kavuşmaktır, hayallerde ********tir, gercek aşk, gerçek anlamda yaşayamadığın, asla tadamadığındır… BeN SeNi GiZLi SeVDiM… Ben seni, hep senin bilmedigin zamanlarda, senin bilmedigin mekanlarda sevdim… Bunu sana hiç bir zaman söyleyemedim… Anlatabilecek kelime bulamayacağımı sanmadım… Düşlerimdeydin hep… Öyle büyüktü ki varlığın aştı ama sana ulaşmadı… Ben seni, hep uzak sevdim… Sessiz, sakin benden uzaklaşma diye usulca sevdim… Her nefesim senindi… Çünkü, sen nefes alıp verdikce vardım… Ama sana ne sesimi, ne nefesimi duyuramadım… Çığlık oldu sevgim, çarptı herkese… Bir sana teget geçti… Ögrenemedin… Söyleyemedim… BeN SeNi GiZLi SeVDiM… Her kalemin ucuna düşen harf sendin… Her dilimin ucuna gelen kelime sendin… Ben her yazdığım kelimede seni büyüttüm, her kurduğum cümlede seni büyüttüm… Sen bilmedin, söyleyemedim… Bahar sen varsan gelirdi, yaz sen varsan güzeldi… Her gelişin bahar, her dokunuşun yazdı bana… Ben her bahar hüzün kaplar, her yaz yaşlar akıtırdım yokluğunda… Ben her bahari sen diye bekledim, her yazi sen diye gecirdim… Butun guzelliklerini sana buyutum… Sen bilmedin soyleyemedim… BeN SeNi GiZLi SeVDiM… Aşkın… En güzeli, belkide en büyüğü sanaydı… Gizli gizli yanardı yüreğimde… Aşkım büyüktü, ateşi büyüktü, giz’i hepsinden büyüktü… Gösteremedim… Nasıl yakıp, erittiğini bilemedin… Oysa sen buz gibiydin… Yine de gelmedin… Nasıl bir yürek büyüttüm sana gizli gizli… Sen bilmedin, söyleyemedim… BeN SeNi GiZLi SeVDiM… Hayallerimdin işte sen, bütün düşlerimdin… İyiye, kötüye akan her damla yaş sanaydı, sensiz olmazdı… Ateş gibiydi işte aşkın, dedim ya yakardı, söndüremezdim… Ama sen hiç birini bilmedin Ben de Söyleyemedim… BeN SeNi GiZLi SeVDiM… Her şarkıya seni koydum, her şarkıyı sana yakıştırdım… Sen varsın diye söyledim hepsini ama sana duyuramadım… Hep içimde olduğunu hiç bilmedin. Hayalinle yatar hayalinle kalkardım anlamadın. Anlamadığın hissetmedigin için dokunamazdım sana, duvarların öyle kalındı ki, yapamadım… BeN SeNi GiZLi SeVDiM… Hayallerimdin işte sen, bütün düşlerimdin… İyiye, kötuye akan her damla yaş sanaydı, sensiz olmazdı… Ateş gibiydi işte aşkın,dedim ya yakardı, söndüremezdim… Ama sen hiç birini bilmedin, Ben de Söyleyemedim… sensiz buralarda yapayalnızım

AYRILIK ACISI




İnsanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır”, der Dostoyevski…
Veda acısı, kabuğunu soyar insanın; yıldızını kazıyıp çırılçıplak ortaya serer.
Birlikteliğin örttüğü tüm kusurları ayrılık sergiler.
Bir ayrılık arifesinde helalleşilir ve o an hakiki tabiatlarıyla yüzleşilir.
“Ölene kadar” diye söz verilmiştir, ama “ölüm yolunda” başka tercihler belirmiştir.
Kararsız prensesin vicdanı azap çekerken 7 cücelerin somurtkanı “aklını başına al” diye fısıldar kulağına; haytası ise “kalbinin sesini dinle” diye cekiştirir eteğinden.
Hep hayran bakan gözlere, hatalar takılmaya başlar.
“Ama”yla biter alelade iltifat cümleleri: “Sen iyi bir insansın, ama arkadaşlarin kötü”, “Seni seviyorum, ama bu ilişkide mutlu değilim”, “Ben başka türlü bir beraberlik düşlemiştim” vs..vs..
Sonra gelsin uykusuz geceler… bir türlü karar verememeler… Ruhen gidip gelmeler… “Hele biraz daha zaman geçsin” diye nikah ertelemeler…
Birlikteymiş gibi yaparken, sevecek başka yüzler, yüzecek başka denizler kollamalar..

“Aslında bütün bunlar bizim iyiliğimiz için”e kendini kandırmalar.
Sonrası hep aynı:
Bekleyenin “Hani sonbaharda buluşacaktık. Hazan geldi geçti, sen gelmez oldun” sızlanmaları…
Bekleyenin “Geliyorum az kaldı” oyalamaları…
Bittiğini bile bile işi uzatmalar; söyleyemedikçe hepten batağa saplanmalar… Terke makul bir gerekçe ararken hepten çarşafa dolanmalar… Veda konuşmasında süslü iltifat cümlelerinin arasına, o cümleleri
hiçleştiren mayınlar serpiştirmeler…
Üzgün görünmeler… bağış dilenmeler… “…ama kaçınılmazdı” demeler…
“Sözünden caydın” yakınmalarını “Sen de eski sen değilsin. Degişmişsin” diye göğüslemeler…
…asıl kendinin değiştiğini bilmezden gelmeler…
Ve son sahne:
Terk edenin o mahçup “Gönlüm başkasında” itirafına karşılık terk edilenin kırık çalımı:
“uğurlar olsun! Ben yoluma devam ediyorum”.
İhanetler hep böyledir: İlki, bir yenisine gebedir; ikincisi daha az acı verir.
Ondan sonra dur durak yoktur: Güvenilmez aşık, sevdikçe kıran, gezdikçe ardında bir kırık kalpler mezarlığı bırakan bir dervişe döner.
Artık acılara hapsolmuştur: Buluşmak istedikçe ayrılacak, birleşmeye çalıştıkça parçalanacak, sonunda terk ettiklerinin “ah”ı tutup terk edildiğinde mukadder yalnızlığına kapanacaktır.

KİMSE FARKINDA DEĞİL GİTTİĞİNİN


Sen gittin.. Bir zifiri karanlık, bir zindan yalnızlığı, ağır bir boşluk bıraktın geride. Gittin ve dönmeyeceksin bir daha. Haklısın gidişinde, bu aşkı bitirmekte haklısın. Tek söz söyleyemedim. Yüzüne bakamadım. Karşında ağlamadım. Eridim, tükendim, bittim. Sonsuzlukta bir insan nasıl olur.. sesi soluğu nasıl duyulur?Elveda aşkım.. Elveda sevgilim. Sen kendini hiç böyle gereksiz, böyle değersiz, böyle yapayalnız hissettin mi? Ayrılık ölüm kadar acı ve soğuk.Aynalara bakıyorum. Aynada gördüğüm ben değilim. Gözlerim cehennem ateşi.. dudaklarım mühürlenmiş. Ellerim titriyor. Yüreğim kızgın demirlerle dağlandı. Yokluğunun bedeli çok ağır sevgilim.Sevinçlerim, hayallerim, umutlarım, renkli dünyam elveda.. Elveda yaşamak.. Yaşamın anlamı elveda. Kimse farkında değil yokluğunun. Sensiz ne hallerde olduğumu kimse bilmiyor. Anlamıyor yitip giden bir aşkın kederini.Düne kadar en yücesini yaşadım mutluluğun, ayaklarımın altından kayıp gidiyordu toprak, denizlerin ovaların üstünde uçuyordum. Güneş kadar yakındı bana aşk. Güneş kadar sıcak ve parlak. Bıraktın birdenbire, kanatlarım kesildi. Hızla çakıldım yere, boşluğun içindeyim, şimdi hiçbir şeyim.Oysa dünyanın en zenginiydim. Bütün çiçekler bizim için açardı, bizim için ballanırdı meyveler, ekinler bizim için bereketli, sular bizim için çağlardı. Şimdi toz duman içinde kızgın bir çöldeyim. Yönümü yolumu şaşırdım. Sam rüzgarlarına bıraktım gövdemi, sürüklenmekteyim.Sen bensiz nasılsın, bilmiyorum. Rahat mısın, mutlu musun, bu kadar çabuk beni unutur musun?.. Nasıl birden mazi olursun?Düne kadar gözlerinden aşkı içtiğim, dudaklarında yüreğimi erittiğim, uğruna bıçaklar çekip dünyaya meydan okuduğum ey sevgili nerdesin? Kimlesin?.. Kimlerlesin?.. Kimlerle gönül eğlersin? Ben burada, terk edip gittiğin yerdeyim.Elveda aşkım.. Elveda birtanem.. Elveda sevgilim! Elveda sana..

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ




ÇANAKKALE DESTANI
Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmaraya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle bu: bir Avrupalı
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralyayla beraber bakıyorsun ; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,
Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
Sonra melundaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor amakı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kala mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?
Çünkü tesis-i ilahi o metin istihkam.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun-i beşer;
Bir göğüslerse Hudanın edebi serhaddi;
O benim sun-i bediim, onu çiğnetme dedi.
Asımın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhidi...
Bedrin aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
Bu, taşındır diyerek Kabeyi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyyayı uzatsan oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddini,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslamı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, asara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz bu cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.


Mehmet Akif ERSOY
 




ÇANAKKALE CEPHESİNDE ŞEHİT OLAN

 BU EŞSİZ ÜLKEMİZİN DESTAN YAZAN ATALARIMIZ

BİZLER İÇİN CANLARINI VEREREK
VATAN UĞRUNDA ALLAH'IMIN RAHMETİNE KAVUŞUP ŞEHİT OLDULAR

VATANIMIZI CANLARI PAHASINA SAVUNUP 

ŞEHİT OLAN ATALARIMIZI VE ÇANAKKALE KAHRAMANLARIMIZINI MİNNETLE ANIYORUZ 

ALLAH'IMINDAN BU VATAN UĞRUNDA ŞEHİT OLAN BÜTÜN ŞEHİTLERİMİZE YÜCE RABBİM GANİ, GANİ RAHMET EYLESİN

RUHLARI ŞAD  MEKANLARI CENNET OLSUN 

İNŞALLAH AMİNNNNNNNN

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...