23 Haziran 2018

"İNSANI HAM MADDE OLARAK ELE ALMAK"



"İNSANI HAM MADDE OLARAK ELE ALMAK"

“Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık.” Tin / 4 
“Doğrusu insan çok zalim,çok nankördür.” İbrahim / 34 
“İnsan pek acelecidir.” İsra / 11 
”Tartışmaya en çok düşkün varlık insandır.” Kehf/54 
“Doğrusu o,çok zalim çok cahildir.” Ahzab/72 
“İnsanoğlu çok nankördür.”İsra/67 

“İnsan gerçekten ziyan içindedir.” Asr/2 
“İnsan kendini kendine yeterli görerek azar.”Alak/6 
“Gerçekten insan, pek hırslı yaratılmıştır.” Mearic/19 
“Biz insanı zorluklar içinde yarattık.” Beled/4 
İnsanoğlu da pek eli sıkıdır.”İsra/100 
“İnsan Rabbine karşı pek nankördür.”Adiyat/6 
“Hakikat o(insan) mal sevgisine de aşırı derecede düşkündür.” Adiyat/8 

“İNSAN ZAYIF YARATILMIŞTIR.” Nisa / 28 
BU HALİYLE , BÖYLE BİR İNSANI EĞİTMEDEN, TERBİYE ETMEDEN YERYÜZÜNE SALARSANIZ,NETİCENİN NEREYE VARACAĞINI TAHMİN ETMEK O KADAR ZOR OLMAYACAKTIR. 
NE YAZIK Kİ BUGÜN SİYASİ,İKTİSADİ VE İCTİMAİ SAHALARDA AT OYNATANLAR, BAŞKALARI DEĞİL, HAMMADDE KALMIŞ İNSANLARDIR. 
BİRBİRİNE MÜSAVİ OLMAYAN İKİ İNSAN 

1. “Bu iki zümrenin(Mü’minlerle-kafirlerin) durumu, kör ve sağır ile, gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumu hiç eşit Olur mu? Halâ ibret almıyor musunuz?”Hud/24  
2. “Öyle ya, mü’min olan, yoldan çıkmış kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olmazlar.”Secde/18  
3. “De ki: Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir. Pis ve kötünün çokluğu hoşunuza gitse de..”Maide/95  
4. “Körle gören, inanıp iyi amellerde bulunanla, kötülük yapan bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz?” Mü’min/58  
5. “Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler bir olmaz.” Fatır/19-22  
6. “Mü’minlerden(özür sahibi olanlar hariç) oturanlar ile, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler bir olmaz.” Nisa/95 Advertisements 

 İYİLİKLE KÖTÜLÜK BİR OLMAZ 
“Mü’min erkeklerle, mü’min kadınlar birbirlerinin velileridir. 
Onlar, iyiliği emreder, kötülükten alı korlar. 
Namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler. 
Allah ve Resulüne itaat ederler. 

İşte onlara Allah rahmet edecektir.” 
Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir. 
Onlar kötülüğü emreder iyilikten alıkor ve cimrilik ederler. 
Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. 
Çünkü münafıklar fasıkların ta kendileridir.” Tevbe/67 

 İKİ TİP İNSANIN TEMEL FARKLARI 
“İnsanın başına bir sıkıntı gelince: 
-Rabbine yönelerek O’na yalvarır. 
Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince: 
-Önceden yalvarmış olduğunu unutur. 
-Allah’ın yolundan saptırmak O’na eşler koyar. 
Küfrünle biraz eğlene dur. 
Çünkü sen Cehennem ehlindensin.” Zümer/8 “
Yoksa: -Geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, 
-ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dinleyen kimse (o inkarcı gibi)midir? De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? 
Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür” Zümer/9
Allah bozgunculuğu sevmez.” 

İKTİDAR OLMADA TEMEL BİR ZITLIK 
“Onlar(o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek: - namazı kılar -zekatı verirler -iyiliği emreder ve -kötülükte nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” Hac/41 

“O bir iş başına geçti mi, yeryüzünde; 
-Ortalığı fesada vermek, -ekinlerin tahrip edip, -nesilleri bozmak için çalışır, Allah bozgunculuğu sevmez.” 
Bakara/205 
 "İNSANI HAM MADDE OLARAK ELE ALMAK"

"İlk İhtilaflar Hz. Peygamber’in vefatı esnasında vuku bulan kırtas hadisesi, Hz. Peygamber’in vefatı,"



"İlk İhtilaflar Hz. Peygamber’in vefatı esnasında vuku bulan kırtas hadisesi, Hz. Peygamber’in vefatı,"



1 İlk İhtilaflar
Hz. Peygamber’in vefatı esnasında vuku bulan kırtas hadisesi,Hz. Peygamber’in vefatı,Hz. Peygamber’in gömüleceği yer,Hz. Peygamber’in mirası,Üsâme ordusunun sefere çıkmasının gecikmesi gibi konular Şîîler tarafından Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın lehine, Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’in aleyhine ve yorumlanmıştır.Esasen bu konular, Müslümanlar arasında ayrılmayı gerektirecek boyutlara asla ulaşmamıştır.Bununla birlikte gelişen olayların Hz. Ali lehine kullanılması gibi Müslümanlar arasında hilafet sıralamasını fazilet sıralaması olarak kabul edildiği dönemlerden itibaren Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’in hilafetinin meşrûluğuyla ilgili de çeşitli deliller üretilmiştir.
2 Devlet reisliği tartışmaları
Hz. Peygamber’in sağlığında iki görevi vardı:Dinî tebliğ ve tebyin,Medine’de şehrin idaresi.Nübüvvet görevi onun vefatıyla sona erdi, devlet reisliği ise, vefatından sonra Müslümanlar arasında ciddi bir problem oldu.Şehristânî “Ümmet arasında en büyük anlaşmazlık, imamet konusundaki anlaşmazlıktır. Çünkü İslâm’da dini bir esas için çekilen kılıç, hiçbir zaman imamet için çekilen kılıç gibi olmadı”, demektedir.“İmâmet” ve “hilâfet” terimleri fırkaların konuya bakış açılarıyla belirlenmiştir.İmâmet teriminin içeriğine Şîa çeşitli anlamlar yükleyerek konuyu iman boyutuna taşımış;Ehl-i Sünnet meseleyi Rasulüllah’tan intikal eden bir sosyal problemi gibi görüp, bu çerçevede açıklamalar yapmışlardır.

3 Benî Saîde Sakîfesi
İlk Müslüman toplumu problemi kendi siyasî kültür ve geleneklerinden taşıdıkları birikimle çözmeye çalışmışlardır.Tartışmalar önce Sa’d b. Ubâde’nin evinde, Benî Saîde Sakife(avlu)’sinde toplanan Ensar Hz. Muhammed’in yerini kimin alacağını tartışmıştır.Ensar: Hazrec ve EvsTartışmalardan haberdar olan Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekr ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrah ile beraber Sa’d’ın evine gitmiş ve tartışmalara iştirak etmiştir.MuhacirûnHz. Ebû Bekr: “Hilafet için insanların itaat edecekleri bir şahıs lazımdır. Siz Evs ve Hazreçlilersiniz. Cahiliyyeden beri sizin üstünlüğünüzü bütün Araplar tanımamıştır. Halbuki Araplar eskiden beri Kureyş’in üstünlüğünü kabul etmişler ve onların riyasetine ses çıkarmamışlardır; Araplar Kureyş’in dışında birinin emirliğini kabul etmez” demiştir.Yapılan tartışmaların neticesi Hz. Ebû Bekr’e biat edilir. Daha sonra durum mescitte ilan edilerek bu biat genelleştirilir.Hz. Ali ve Haşimoğullarının ileri gelenleri Rasulüllah’ın techiz ve tekfiniyle meşgul oldukları için bu tartışmalarda yer almamışlardır.HaşimoğullarıHz. Ali’nin yanında Abbas b. Abdulmuttalip, Zübeyr b. Avvam, Selman-ı Fârisî, Ebû Zeri’l-Ğıffârî, Ammar b. Yâsir, Mikdat b. Esved, Ubey b. Ka’b gibi sahabeler vardı.Muhtemelen onlar da Hz. Ebû Bekr’in delillerine paralel olarak, bu işte Haşimoğullarının öncelikleri olduğunu düşünüyorlardı.Ümeyyeoğulları Tulekâdan oldukları için ilk toplantılarda birincil söz hakkı elde edememişlerdir.
4 Devlet reisliği tartışmaları
Tartışmaların İslâm Mezhepleri Tarihi bakımından değerlendirilmesi:Tartışmalar Ensar arasında başlamış, Muhacirûn tartışmalara bilahare iştirak etmiş; üçüncü taraf konumundaki Haşimoğulları ilk tartışmalarda yer almamakla birlikte ilerleyen günlerde tavırlarını ızhar etmişlerdir.Tartışmalarda delil olarak her hangi bir nass zikredilmemiştir. Konuyla ilgili rivayetler, sonraki dönemlerde Müslümanlar arasında oluşan kanaatlerin hadis rivayeti şeklinde algılanmasıyla oluşmuştur.Konu üzerinde teorik bir çerçeve çizilmeksizin konu tartışılmış ve dönemin Arap siyasî geleneğine uygun olarak kabileler arası denge gözetilerek problem çözümlenmeye çalışılmıştır.Ensar arasında fikir birliğinin oluşmamasında Hazrec-Evs kabileleri arasındaki husumet etkisi olmuş; İslâm’ın henüz daha asabiyet faktörünü ortadan kaldıramadığı anlaşılmıştır.Tartışmalar neticesi halife seçilen Hz. Ebûbekr kendisine biat konusunda oldukça hoşgörülü davranmış, karşı görüşlere müsamaha göstermiştir.Çünkü biatı geciktirdiği için Hz. Ali, biat etmediği için Sa’d b. Ubâde takip edilmemiş, kendi hallerine bırakılmıştır.
5 Ridde Savaşları, Yalancı Peygamberlik
Ridde Savaşları, tamamen Kureyş’in otoritesini, Kureyşin kendilerinden öşür ve zekat gibi vergiler almalarını sindiremeyen Arap kabilelerinin Hz. Peygamber’in vefatını fırsat bilip, giriştikleri isyanlardır.“Zekat vermeme” ısrarıyla dinî muhtevalı gibi görünen bu savaşlarda, Arap kabilelerinin Kureyş’e karşı takındıkları menfî tavır ve asabiyet yeniden canlanmıştır.Hz. Peygamber’in vefatından hemen önce türemeye başlayan yalancı peygamberlerin ortaya çıkışında da Kureyş’in otoritesini tanımamaya yönelik asabiyet anlayışı vardır.Müseyleme’ye hitaben Talha en-Nemîrî’nin söylediği şu söz, bunu açıkça irdelemektedir: “Ben şahitlik ederim ki sen yalancısın Muhammed ise doğrudur; fakat Rabîa’nın yalancısı Mudar’ın doğru sözlüsünden bizim için daha sevimlidir.”Hz. Ebûbekr’in kararlı tavrı, Mekke, Medine ve Taiflilerin işbirliğiyle bu isyanların üstesinden gelinmiş, merkezî otorite sağlanmıştır.
6 Hz. Ebubekir sonrası Hz. Ebûbekr’in vefatını takiben
Hz.Ömer, onun tavsiyesi ve umumi kabulle;Hz. Osman aşere-i mübeşşirenin sağ kalanlarından oluşturulan altı kişilik şûranın seçimi ve umûmi kabulle devlet başkanı olmuşlardır.Hz. Ömer’in seçimi veraset değildir.Hz. Osman’ın seçimi meşrutî idareler, ehlü’l-hal ve’l akd için temel referans olmuştur.Hz. Ebûbekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın halife seçim şekilleri sonraki Müslümanlar için örnek teşkil etmiştir.

7 Hz. Osman
Hz. Osman döneminde bazı problemlerin ortaya çıkmasının temelinde sosyal mobilite ve sosyal değişme yer alır.Gerçekten Mekke Medine gibi şehirlerde, site devleti şartlarında; çöllerde, sonsuz bir hürriyetle aşiret hayatı yaşamaya alışık Araplar, Hz. Peygamberle başlayan toplumsal değişmeyi hazmedememişlerdir. Arap bedevîleri bir anda kendilerini şehir hayatının içinde bulmuşlar ve bu hayatın karmaşık yapısından şikayetçi olmaya başlamışlardı. Muaviye’nin hanımı Meysun’un bir beyti bu şikayet ve pişmanlığı çok güzel dile getirmektedir:İçinde rüzgârların çarptığı bir çadır, bana muazzam saraydan daha değerlidir.Yabancı kültürlerle etkileşim.Bu şehir hayatı beraberinde Müslüman Arapların, kendilerinin dışındaki Müslüman ve gayr-i müslimlerle bir arada yaşama tecrübesini getirmişti. Yeni mühtedilerin dini henüz öğrenme aşamasında oluşları ve dini hayatlarındaki boşlukları eski inanç, kültür ve gelenekleriyle doldurmaları, Müslümanlığın Hz. Peygamber zamanında yaşanan şeklini bir hayli değiştirmişti. Arap Müslümanlar, değişen hayat biçiminin dinîliğini sorgulamakta gecikmediler.Gayr-i müslim unsurların gerek münafık bir görünümle sergiledikleri nifak hareketleri, gerekse sinsice düşmanlıkları bu gelişmelerin tuzu biberi oldu.Büyük sahabenin yeni coğrafyalardaki mühtedilere İslâm’ı öğretmek için ileri gelen sahabe Medine dışına göçmüşlerdi.İlk halifeler zamanında bunların Medine’de ikameti, gerektiğinde halifelerin onlara danışmalarına ve böylece Peygamberin ilk tilmizlerin birlikte verdikleri kararların devletin diğer coğrafyasında kalan Müslümanlar tarafından itirazsız kabul edilmesine ve merkezî otoritenin kabulüne mazhar oluyordu. İleri gelen sahabenin Medine dışına hicretleri, hem Medine’de daha geniş katılımlı sağlıklı kararların alınmasını engelliyor, hem de merkezin icraatlarının zaman zaman çevrede kalan sahabe tarafından eleştirilmesine, bu da merkezî otoritenin zaafa uğrasına yol açıyordu.Akrabalarına düşkünlüğüyle tanınan Hz. Osman’ın önemli görevlere onları getirmesi ve bazen bu görevlerin belirgin bir şekilde kötüye kullanılması faturayı halifeye çıkardı.

8 Hz. Osman
Bu şartlar altında oluşan muhalefet hareketi hac mevsiminde Mısır, Kûfe ve Basra’dan hareketle Medine önlerine geldi.Çeşitli muhavereler yapıldı. Ancak niyetlerinin halifeyi azl veya katl olduğu anlaşılan bu isyankar güruh, Hz. Osman’ı şehid etti(18 Zilhicce 35/656).Bunların ileri gelenleri arasında;Gafikî b. Harb,Abdurrahman b. Udeys el-Belevî,Ziyad b. en-Nadr el-Harisî,Abdullah b Âsâmm,Hurkus b. Züheyr es-Sâdî,Bişr b. Şureyh,Sa’d b Humrân el-Murâdî,Kinâne b. Bişr,Hakim b. Cebele el-Abdî,Malik b. Haris en-Nehaî.Bu isimlerden bazıları, daha sonra Hâricî hareketi içinde yer alacaklardır.

9 Hz.Ali
Hz. Osman’ın şehadetini müteakip şehre hakim olan asiler, halka yeni başkanlarını seçmeleri için baskı yapmışlardır.Bu olağanüstü şartlarda Hz. Ali’ye biat edilmiştir.Ancak Medinelilerin tamamen biat etmediklerine dair rivayetler bulunmaktadır.Hz. Ali’nin önündeki en önemli problem Hz. Osman’ın, katillerinin yakalanıp, cezalandırılmasıydı.O, öncelikle merkezî otoritenin tesis edilip daha sonra mevcut asilerin te’dîp edilmesinden yanaydı.Kendisine yapılan bazı uyarılara rağmen valileri değiştirmekle işe başladı ve en sert tepkiyi, Şam valisi Muaviye’den gördü. O, gönderdiği bir elçiyle Hz. Ali’ye açıkça cephe aldığını ilan etti. Muaviye, Hz. Osman’a olan sıhrıyeti dolayısıyla geleneğe uygun olarak onun kanını talep ediyor ve onun mirasının kendi hakkı olduğunu ilan ediyordu.Medineliler Hz. Ali’nin tavrını merakla beklemeye başlamışlardı. Çünkü sahabe ilk defa ayrı cephelerde karşı karşıya gelmişti. Hz. Ali kendisine yapılan sabır ve sühûlet telkinlerine rağmen savaş kararı aldı.

10 Cemel Vak’ası 36/656
İşte bu sırada Hz. Ali’ye biatları konusunda farklı rivayet ve kanaatler olan, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm umre bahanesiyle Mekke’ye gelip Hz. Aişe ile görüştüler ve bir durum değerlendirmesi yaptılar.Eski Basra vali Abdullah b. Amir ve Yemen valisi Ya’la b. Münye beytü’l-mâlden yüklü miktarda para ve malla onlara iştirak ettiler.Onların görünen gayeleri, mazlum olarak öldürüldüğüne inandıkları Osman’ın katillerinin yakalanması ve kısas cezasının tatbikini sağlamaktı.Olaylara Hz. Aişe bir deve üzerinde iştirak ettiği için, kaynaklar hadiseleri “Cemel Vak’ası” başlığıyla nakletmişlerdir.Bu üçlü etraflarına topladıkları yirmi bin savaşçıyla Basraya yürüdüler. Hz. Ali’nin valisi Osman b. Huneyf karşı koyması yetmedi ve şehri ele geçirdiler. Basra’da Osman’ın katline karışanlardan ele geçirdiklerini öldürdüler. Ancak Hurkus b. Züheyr kabilesi tarafından korundu.Bunun üzerine Şam seferine niyetlenen Hz. Ali kendisi için tehdit teşkil eden bu grupla karşılaşmak üzere dört bin kişiyle Basra’ya hareket etti. Kendisine Zûkar mevkiinde Kûfeli on iki bin kişi iştirak etti. Yolda Abdikays oğullarından katılan savaşçılarla yirmi bin kişi civarında bir sayıya ulaştılar.Aynı gaye ve niyetlere sahip iki ordu savaştan öte barış için karşı karşıya gelmişlerdi.

11 Cemel Vak’ası 36/656
Hz. Ali Ka’ka’ b. Amr’ı elçi olarak gönderdi. el-Ka’ka’ şöyle konuştu: “Ben müminlerin annesine buraya neden geldiğini sorduğumda Müslümanların arasını bulmaya geldiğini söyledi. Siz ne dersiniz? Tâbi mi olacaksınız, yoksa muhalif misiniz?”Talha ve Zübeyr tâbi olacaklarını söylediler bunun üzerine el-Ka’ka’ şöyle dedi: “Bana söyler misiniz: Bu ıslah yoluna nasıl gideriz? Vallahi ıslah edilmesini uygun gördüğünüz şeyi ıslah eder, hoş karşılanmayan şeyi de reddederiz.” Talha ve Zübeyr şöyle cevap verdiler: “Osman’ın katilleri... Eğer bunlar terk edilecek olursa vallahi bu Kur’an’ın terki demektir.”el-Ka’ka’ bunun üzerine şöyle konuştu: “Siz Basra halkından Osman’ın katilleri olan bir sürü kimse öldürdünüz. Bugün doğruluğa herkesten daha önce sizin yönelmeniz gerekir. Altı yüz adam öldürdünüz, altı bin kişi size karşı çıktı, sizi terk edip gittiler, yanınızdan ayrıldılar. Hurkus b. Züheyr’i öldürmek istediniz, altı bin kişi onu size karşı korudu. Eğer onları kendi haline terk ederseniz bu söylediğinize de terk etmiş olursunuz. Eğer onlarla çarpışacak ve sizden ayrılan bu adamlara karşı koyacak olursanız hoş karşılamadığınız bu olaylardan daha büyüğüyle karşılaşırsınız...”Hz. Aişe’nin ne yapılması gerektiği sorusu üzerine el-Ka’ka özetle, “bu olayların ilacının hadiseleri ve insanları teskin etmek olduğunu; kendilerine biat etmeleri halinde hayırlı bir iş yapacaklarını; bu işlerin bir adamın bir başkasını öldürmesi veya bir kabilenin bir adamı öldürüp ondan nefret etmesi gibi değerlendirilemeyeceğini söyledi.”Böylece taraflar anlaşmış ve el-Ka’ka’ gidip durumu Hz. Ali’ye haber vermiştir. Hz. Ali’de durumdan memnun olarak, “Hz. Osman’ın katli ile ilgisi olanların ordudan ayrılmasını ve kendileriyle gelmemesini isteyen” bir konuşma yaptı.
12 Cemel Vak’ası 36/656Tarihi kaynaklar, iki taraf konuşup anlaşınca, Hz. Osman’ı öldürenlerin kendi hayatlarından endişe ile gizli bir toplantı yaptıklarını ve gece iki tarafa birden saldırarak savaşı başlattıklarını naklederler.
Gerçekten de ne olduğu anlaşılmadan iki taraf birbirine girmiştir (14 Cemaziyelahir 36/656).Hz. Ali komutanlık dehasıyla savaşı kazanır. Aralarında Talha ve Zübeyr’in de bulunduğu on bin Müslüman ölmüştür.Yaralılar tedavi edilir, sağ kalanlar esir edilmez. Hz. Aişe emniyetle Medine’ye gönderilmiş; ve o, bir daha gündelik politikaya karışmamıştır.

13 Sıffin Savaşı (37/656) İki ordu Sıffin ovasında karşı karşıya gelmişlerdir. Savaş meydanındaki görüşmeler de sonuçsuz kalınca;
iki taraf mübareze tarzında küçük gruplar halinde bir kaç ay savaşırlar.Özellikle Leyletü’l-Harîr günü ve gecesi şiddetlenen çarpışmalar sonucu Muaviye yenilmek üzere olduğunu anlayınca kaçmayı düşünür.Ancak Amr ibnü’l-As’ın tavsiyesiyle askerlerine yanlarındaki Kur’an sayfalarını mızraklarının ucuna takmalarını söyler.Şamlılar “Allah’ın Kitab’ı sizinle aramızda hakemdir” diye bağırırlar.Ön saflarda yer alan Iraklılar “Onlar Kur’an’a razı oldularsa biz de razı olduk” diye karşılık verip savaşı bırakırlar.Hz. Ali: “Ey Allah’ın kulları! Hakkınızı almaya ve doğru olan işinize devam edin. Zira Muaviye, Amr b. el As, İbn Ebî Muayt, Habib b. Mesleme, İbn Ebî Serh ve Dahhak b. Kays dine ve Kur’an’a ciddi ve samimi insanlar değillerdir. Ben onları sizden daha iyi bilirim. Onlarla, çocukluklarında ve gençliklerinde arkadaşlığım olmuştur. Onlar yaramaz çocuklar ve şerli insanlar idi. Yazıklar olsun size! Onlar mushafı yüceltmediler ve daha sonra da yüceltmeyeceklerdir. O mushafta mevcut olanı bilmezler. Onlar, bu mushafları, sadece sizi aldatmak için bir kurnazlık ve hile olarak kaldırıyorlar.” demişse de;askerler: “Allah’ın Kitab’ına davet edilip de ona icabet etmemek bize yakışmaz ve bunu kabul edemeyiz” derler.
14 Sıffin Savaşı (37/656) Hz. Ali’nin onları ikna çabalarına,
Mis’ar b. Fedekî et-Temîmî ve Zeyd b. Husayn et-Tâî ve onlara tâbi Kurra’dan bazıları “Allah’ın Kitabına çağrıldığın zaman buna uy. Eğer buna razı olmazsan İbn Affân’a yaptığımızı sana da yaparız...”diye karşılık verir.Hz. Ali istemediği halde savaşı kesmek zorunda kalır.Kaynaklar iki tarafın toplam kaybı konusunda, yetmiş ila doksan bin arasında farklı rakamlar verirler.Gerçek şudur ki Hz. Peygamberin sağlığında yapılan savaşlar da dahil Müslümanların gayr-i müslimlerle yaptıkları savaşlarda verdikleri şehit sayısından daha fazlası bu savaşta ölmüştür.Hz. Ali’nin savaşı kesmesine sebep olan Kûfeliler, hakem seçiminde de bütün bu olayların Ebu Musa’yı dinlemedikleri için başlarına geldiklerini ifade ederek, sadece onun hakemliğini kabul edeceklerini söylemişler ve Hz. Ali’nin karşı koymasına rağmen Ebû Musa el-Eş’arî’yi hakem olarak seçmişlerdir.Muaviye’nin hakemi ise Amr b. el-As’dır.

15 Tahkim Hakemler öncelikle “Kur’an’ın dirilttiğini diriltmek ve onunla hükmetmek” üzere bir ateşkes metni hazırlayıp imzalamışlardır (13 Safer 37/656).
Bu metnin Hz. Ali tarafında okunması esnasında Urve b. Adiyy;“Siz Allah’ın emrine ve verdiği hükümlere ortak mı koştunuz. Hayır hüküm yalnızca Allah’ındır ve ondan başkası hüküm veremez,” diyerek itiraz etmiş ve Temimoğulları ve kendisine katılanlarla birlikte ordudan ayrılmıştır.Bunlar İslâm tarihinde ortaya çıkan ilk fırkadır ve bilâhare Haricîler diye adlandırılmışlardır.Hakemler Ramazan ayında Dûmetü’l-Cendel’de yeniden buluşmuşlardır. Burada yapılan toplantıda Hz. Ali ve Muaviye’nin bu işe layık olmadıkları ve ümmeti fitneye soktukları için, ikisinde azledilip, yeni devlet reisi seçiminin ümmete bırakılması gerektiğine dair görüş birliğine varmışlardır.Ancak Amr, Ebû Musa’ya önce konuşma hakkı verip, daha sonra meşhur hilesini yaparak Muaviye’yi bu işe nasb ettiğini ilan etmiştir.Mes’ûdî’nin rivayetine göre ise konuşma yapılmamış varılan kararlar yazılı metin halinde taraflara bildirilmiştir.Ancak bu kararlar Hz. Ali tarafından Kitab’a uyulmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.Muaviye’ye gelince, o, hakkı olmayan bir meselede, önce kan davası bağlı olarak Hz. Osman’ın varisi olduğunu iddia ederken Sıffîn savaşının sonunda potansiyel devlet başkanı olma hakkına erişmiş; hakemler de âdeta, onun bu hakkını tespit etmişlerdir.

16 Abdullah b. Sebe’ Onun varlığı ve onunla ilgili rivayetler hakkında ciddi şüpheler vardır. Kısaca hülasa edersek;
1- Abdullah b. Sebe’ ile ilgili rivayetler Taberî kaynaklı olarak tek bir raviye, Seyf b. Ömer’e dayanır. Seyf ise, cerh edilen bir ravidir. Kaldı ki bu rivayetlerde İbn Sebe’nin kimliği belirgin değildir ve bazen İbn Ammâr ile karıştırılır.2- İlk dönem fitne hareketlerinin vebali hemen tamamen İbn Sebe’ye yüklenerek, sahabe tenzih edilirken, akıl ve izan sahibi sahabenin nasıl olup da bir Yahudi’nin oyununa alet olduğu gerçeği çoğu kere göz ardı edilir.3- Kaynaklarda Hz. Osman’ı şehid eden grupların Sebeiyye diye adlandırılması, onların çoğunlukla güneyli Arap kabilelerinden oluşlarındandır. Bu adlandırma muhtemelen Sebe’ kabilesine nispetle yapılmıştır.4- Mezhepler Tarihi kaynaklarında İbn Sebe’ye nispet edilen “vasıyye” ve “recat” görüşleri için h ’lı yıllar, henüz daha çok erken bir dönemdir. Yani fikir-hadise irtibatı içinde değerlendirdiğimizde, sahih kaynaklar, Hz. Ali’nin sağlığında bu fikirleri söz konusu etmez. Bunlar için en erken, Muhammed b.el- Hanefiyye’nin vefatı sonrası, yani h.81 sonrasının tarihlenmesi gerekir.

17 Fırkaların Görüşleri
Hariciler katı bir tavırla fitne hareketlerine karışanları küfürle itham edip cehenneme gönderirken;Şîa Hz. Ali’nin bütün eylemlerinde haklılığını iddia ile onun yanında yer alan beş on sahabenin dışındakilere cehennemi uygun görmüşlerdir.Mutezile tıpkı Haricîler gibi, olaylara karışanların şahadetlerini reddederken, onlara ahirette ateşi münasip görürler.Ehl-i Sünnet tarafları haklı görüp, onların cennete gideceklerine dair bir kanaate sahiptirler. Sünnîler görüşlerini çoğu kere “içtihad” anlayışıyla izah etmektedirler.Ancak el-Ka’ka’nın Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr ile konuşması hatırlanırsa mesele basit bir adam öldürme ve kısas uygulamasının çok ötesindedir.Kaldı ki insan hayatını her şeyden aziz bilen bir dinin mensupları, Müslümanların kanı üzerine doğru veya yanlış ictihadda bulunmazlar.Sünnî anlayışın çıkmazı, sahabe kavramına yüklenen anlam ve buna binaen onların etrafında oluşturulan tabudur.Esasen sahabe anlayışı, Sünnîliği diğer fırkalardan ayıran tipik bir hususiyettir.Ancak Sünnîlikte kabul ve teslim edilen sahabenin adaleti, zamanla sahabenin günahsızlığı gibi algılanmış ve aralarındaki olaylarla ilgili her iki tarafın tavrının doğruluğuna dair bir anlayış geliştirilmiştir.Mürcie onların imanını teslimle beraber haklarındaki hükmü Allah’a havale eder."İlk İhtilaflar Hz. Peygamber’in vefatı esnasında vuku bulan kırtas hadisesi, Hz. Peygamber’in vefatı, Hz. Peygamber’in gömüleceği yer, Hz. Peygamber’in." 

HAZRETİ OSMAN


HAZRETİ OSMAN

Osman bin Affan (r.a.)
Peygamberimizin üçüncü halifesi, hayâ ve edep numunesi Hz. Osman, hayatta iken cennetle müjdelenen bahtiyarlardan biriydi. Hz. Ebû Bekir, ilk defa eski samimi dostlarını ziyaret ederek hak dini onlara anlatmaya başlamıştı. Bu dost­larından biri de Hz. Osman’dı. Hz. Osman yaradılıştan halim selim, iyi ahlaklı ve dürüst bir şahsiyetti. İslam’ı kabule müsait bir mizaca sahipti. Hz. Ebû Bekir’i dikkatle dinledi ve anlattıklarına büyük bir alaka duydu. Sonra da birlikte Re­sû­lul­lah’ın huzuruna gittiler.
Peygamberimiz (a.s.m.), Hz. Osman’a:
“Allah’ın ihsanı olan cennete rağbet et. Ben sana ve bütün insanlara hidayet rehberi olarak gönderildim. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.” dedi. Kur’ân-ı Kerim okudu.

Hz. Osman İlahî kelamın cazibesine kapıldı. Hemen Kelime-i Şehadet getire­rek Müslüman oldu. Hz. Osman, daha sonraları bu hissiyatını şöyle dile geti­rir:

“Re­sû­lul­lah’ın lisanından duyduğum o ilk sözler, o kadar saf ve sade, o kadar tesirli idi ki, âdeta Kelime-i Şehadet ihtiyarsız olarak dudaklarımdan dökülüverdi.”

Hz. Osman, İslam’la şereflendiği sırada 34 yaşında idi. Genç, nüfuzlu bir tüc­cardı. Hâli vakti yerinde bir kimseydi. Müslüman olduğunu öğrenen amcası Hakem bin Ebi’l-As öfkesinden çıldıracak gibi olmuştu. Osman’ı bir direğe bağladı ve:

“Bu dini terk etmedikçe sana hiç yiyecek vermeyeceğim!” dedi. Fakat ölüm pahasına da olsa, onun dininden dönmeyeceğini anlayan diğer akraba­sı araya girerek serbest bıraktırdılar.[1]

İslamiyet gelmeden önce Ebû Leheb’in oğlu Utbe, Peygamberimizin kızı Rukiyye ile evliydi. Utbe, Peygamberimizin yeni bir dini tebliğ ettiğini öğre­nince gelip Peygamber Efendimize (a.s.m.) hitaben:

“Senin kızını da, tebliğ et­tiğin dini de istemiyorum!” demiş ve Hz. Rukiyye’yi boşamıştı. Bunun üzerine Hz. Osman, Rukiyye’ye talip olmuş ve onunla evlenmişti.

Müşriklerin zulmünden dolayı Habeşistan’a hicret eden 15 kişilik kafile ara­sında Hz. Osman ve Rukiyye de bulunuyordu. Re­sû­lul­lah (a.s.m.), Hz. Os­man’ın herkesten önce yola çıktığını duyunca şöyle buyurdu:

“Onların dostu ve hâkimi Allah’tır. Osman, Lût’tan (a.s.) sonra ailesiyle bir­likte ilk hicret eden kimsedir.”[2]

Hz. Osman, bir müddet Habeşistan’da kaldıktan sonra tekrar hanımıyla birlik­te Mekke’ye döndü. Daha sonra da oradan Medine’ye hicret etti.

Hz. Osman’ın en bariz vasfı, edep ve hayâsı idi. Hz. Âişe’nin rivayetine göre, bir gün Re­sû­lul­lah, üzerine bir örtü çekmiş olduğu hâlde istirahat ediyordu. O sırada Hz. Ebû Bekir kapıya geldi, içeri girmek için izin istedi. Re­sû­lul­lah tav­rında bir değişiklik yap­madan içeri girmesine izin verdi. Sonra soracağını sorup gitti. Daha sonra Hz. Ömer geldi, ona da aynı şekilde hâlini değiştirmeden izin verdi. Ondan sonra Hz. Osman, huzura girmek için izin istedi. Bu defa Re­sû­lul­lah hemen doğruldu, toparlandı.

Bunun üzerine Hz. Âişe:

“Ey Allah’ın Resûl’ü!” dedi, “Ebû Bekir ve Ömer için toparlanmadığınız hâlde, neden Osman gelince hâlinizi değiştirdiniz?”

Allah Resûlü şöyle cevap verdi:

“Çünkü Osman çok hayâlı birisidir. Kendisinden meleklerin bile hayâ ettiği bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?!”[3]

Ebû Mûse’l-Eş’arî anlatıyor:

Re­sû­lul­lah ile birlikte bir eve gelmiştik. Bana:

“Kapıda dur ve kimseyi izinsiz içeri alma!” buyurdu.

Biraz sonra Ebû Bekir çıkageldi.

“Ey Allah’ın Resûl’ü!” dedim, “Gelen, Ebû Bekir’dir.” Buyurdu ki:

“İçeri al ve kendisini cennetle müjdele.”

Sonra Ömer geldi. Ona da aynı şeyi söylememi emretti.

Daha sonra Osman geldi. Onun için şöyle buyurdu:

“İçeri al ve onu da başına gelecek belalardan dolayı cennetle müjdele!” buyurdu. Böylece, Hz. Osman’ın hem cennetle müjdelenenlerden, hem de ilerde başına pek çok musibet gelecek birisi olduğunu ifade etmiş oldu.[4]

Hz. Osman, bütün arzusuna rağmen Bedir Savaşı’na katılamamıştı. Zira ha­nımı Hz. Rukiyye ağır hasta idi. Peygamber Efendimiz mazeretini kabul ettiği hâlde, o, kalbinde Bedir’e iştirak edememenin üzüntüsünü hissediyordu. Hz. Rukiyye yakalandığı hastalıktan kurtulamadı, vefat etti. Bedir’de Müslümanla­rın zaferi Hz. Osman’ın bu derin üzüntüsünü sevince çevirdi.

Re­sû­lul­lah (a.s.m.), Bedir’den döndükten sonra Hz. Osman’a bir müjde daha verdi:

“Sen Bedir’e katılmadığın hâlde bir şehit ecri aldın.”

Daha sonra Peygamberimiz, diğer kızı Ümmü Gülsüm’ü de Hz. Osman’a nikâhladı. Bundan sonra Hz. Osman “iki nur sahibi” manasında “Zinnûreyn” la­kabıyla anıldı.

Ümmü Gülsüm’ün vefatından sonra da Peygamberimiz, “Eğer 40 tane kı­zım olsaydı, onları birer birer Osman’la evlendirirdim!” buyurarak, hayâ timsali olan damadını teselli etti.[5]

Uhud Gazası’na katılan Hz. Osman (r.a.), orada Peygamberimizin (a.s.m.) vefat haberinin yayılması üzerine duyduğu üzüntüyü zaman zaman hatırlar ve o sırada çektiği ıstırabın şiddetini dile getirirdi.

Hicret’in 4. yılında yapılan Zâtürrikâ Gazvesi’nde Peygamberimiz, kendisini Medine’de vekil olarak bırakmıştı. Bundan sonra yapılan bütün gazalara katılan Hz. Osman, Hudeybiye Sulhü sırasında da Resûl-i Ekrem Efendimiz tarafından Kureyş’e elçi olarak gönderilmişti. Hz. Osman, Mekke’ye gidip, geliş maksatla­rının sadece umre haccı yapmak olduğunu anlattıysa da, müşrikler direnmeye devam ediyor, şöyle diyorlardı:

“Git, seni gönderene söyle. O hiçbir zaman Mekke’ye girip Kâbe’yi tavaf edemeyecek! Ama sen Kâbe’yi tavaf etmek istersen, edebilirsin.”

Hz. Osman ise onlara şöyle cevap vermişti:

“Ben Re­sû­lul­lah olmaksızın Kâbe’yi tavaf etmem!”

Kureyşliler, Hz. Os­man’ın bu sözünden çok rahatsız oldular ve bir müddet kendisini göz hapsinde tuttular.

Müşriklerin sözleri boşa çıkacak ve Re­sû­lul­lah çok kısa bir zaman sonra gele­rek Kâbe’yi tavaf edecekti.

Hz. Osman’ın göz hapsinde tutuluşu, Müslümanlara “şehit edildiği” şeklinde ulaştı. Bu­nun üzerine galeyana gelen Müslümanlar savaştan başka çare görmüyorlardı. Heyecan son safhasındaydı. İlahî vahiy “Re­sû­lul­lah’a biat yapılması” şeklinde tecelli etti. Bü­tün Müslümanlar, Re­sû­lul­lah’a itaat edeceklerine, Al­lah ve Resûlü yolunda canlarını feda edinceye kadar savaşacaklarına söz verdi­ler. Re­sû­lul­lah bir eliyle kendisi için, diğer eliyle de Hz. Osman için biat alıyor­du. Bu biat, İslam tarihine “Rıdvan Biatı” olarak geçti.

Müşrikler bunu haber alınca endişeye kapıldılar ve Hz. Osman’ı serbest bı­raktılar. Bir müddet sonra Hz. Osman’ın çıkıp gelmesi Müslümanları çok sevin­dirdi. Kendisine, “Her hâlde Kâbeyi tavaf etmişsindir” dediler. Hz. Osman’ın cevabı ise şu idi:

“Allah’a yemin ederim ki, Mekke’de bir yıl kalsaydım ve Re­sû­lul­lah da Hu-dey­bi­ye’de bulunsaydı, o Kâbe’yi tavaf etmedikçe, ben yine tek başıma tavaf et­mezdim.”[6]

Hz. Osman daha sonra yapılan Hayber Gazası’na, Mekke’nin Fethi’ne ve Hevazin Harbi’ne iştirak etti. Huneyn Gazası’nda, etten bir kale gibi Re­sû­lul­lah’ı ko­ruyan ve müdafaa edenler arasında Hz. Osman da (r.a.) vardı.

Hz. Osman, Tebük Gazvesi’nde 1000 dinar para, 50 at ve 100 adet deve yardı­mında bulundu. Peygamberimiz onun bu cömertliği karşısında:

“Bundan sonra yapacağı hataların hiçbirisi Osman’a zarar vermez.” buyurarak onu müjdele­di.[7]

Hz. Osman, zenginliğin şükrünü eda etmek için muhtaçlara bol bol ikramda bulunur, fakat kendisi gayet mütevazi yaşardı.

Medine’de kıtlık olduğu bir sırada Hz. Osman, Şam’dan 100 deve yükü buğ­day getirtmişti. Sahabe-i Kirâm, satın almak için yanına koştular. Ancak o:

“Siz­den daha iyi alıcım var. Sizden daha fazla kâr veren var.” dedi. Sahabiler bunu Hz. Ebû Bekir’e bildirip üzüldüklerini ifade ettiler. Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman’ı herkesten iyi tanıdığı için onlara şöyle dedi:

“O, Re­sû­lul­lah’ın damadı olmakla şeref kazanmıştır. Cennette de onun arkada­şıdır. Siz onun sözünü yanlış anlamışsınızdır. Buyurun, beraber gidelim ve du­rumu kendisinden öğrenelim.”

Hz. Osman’ın yanına vardıklarında Hz. Ebû Bekir:

“Ey Osman, sahabiler sözlerine üzülmüşler. Ne dersin? Meselenin aslı nedir?”

Hz. Osman şöyle cevap verdi:

“Ey Re­sû­lul­lah’ın halifesi! Onlardan daha iyi alıcı olan biri, 1’e 700 veriyor. Biz de buğdayı 1’e 700 verene sattık.”

Hz. Osman bu sözleriyle, kervandaki malını Allah yolunda sadaka olarak verdiğini ifade ediyordu.

Nitekim az sonra 100 deve yükü buğdayı Medine’de bulunan fakir sahabilere karşılık­sız olarak dağıtıverdi. Hz. Ebû Bekir buna çok sevindi ve Hz. Os­man’ı alnından öptü.

Hz. Osman, bir defasında Re­sû­lul­lah’ın evinde yiyecek kalmadığını haber almıştı. Derhâl semiz bir koyun, bir miktar un ve yağ alarak Hz. Âişe’nin kal­dığı eve götürdü ve şöyle dedi:

“Ey müminlerin annesi! Re­sû­lul­lah’ın bunu diğer hanımları arasında pay­laştıra­ca­ğı­nı sanıyorum. Asla yapmasın. Çünkü ben onlara da bunların aynı­sını göndereceğim.”

Peygamberimiz (a.s.m.) eve gelip durumu öğrenince:

“Yâ Rabbi! Osman’ın geçmiş, gelecek, açık ve gizli bütün günahlarını bağışla!” diye dua etti.

Hz. Ali, Hz. Fatıma’yla evleneceği zaman, düğün masrafı yapmak için zır­hını satılı­ğa çıkartmıştı. Pazarda Hz. Osman’la karşılaştı. Hemen müjdeyi verdi. Sonra da me­hir parası için zırhını satmak istediğini söyledi. Osman (r.a.) 480 dirheme zırhı satın aldı, parasını ödedi. Sonra Hz. Ali’ye döndü ve şöyle dedi:

“Yâ Ali, Allah yolunda hizmet etmen için bu zırhı sana düğün hediyesi olarak veriyorum. Bu zırh ancak senin gibi bir İslam kahramanına layıktır.”

Hz. Osman’ın en büyük hususiyetlerinden birisi de cömertliğiydi. Hz. Osman, servetini Allah yolunda harcamaktan çekinmezdi. Bir defasında Müslümanlar içecek su bulmakta sıkıntı çekiyorlardı. Rûme Kuyusu’nun suyundan başka tatlı su bulamıyorlardı. Bu kuyu ise bir Yahudi’ye aitti. Suyu Müslümanlara çok pahalı­ya satıyordu. Bu durum Peygamberimizi (a.s.m.) çok üzüyordu. Sahabilerle be­raber olduğu bir sırada:

“Rûme Kuyusu’nu kim satın alırsa, cennette de onun benzer bir kuyusu olacaktır.” buyurdu.

Hz. Osman da oradaydı. Hemen harekete geçti. Yahudi’yi buldu. Kuyuyu satın almak istediğini söyledi. Yahudi kuyunun tamamını satmaya yanaşmadı. Çok yüksek bir fiyata yarısını sattı. Hz. Osman sevinçle Peygamberimizin huzuruna çıktı. Kuyunun yarısını satın aldığını ve Müslümanlara vakfettiğini söyledi. Re­sû­lul­lah (a.s.m.):

“Osman’ın hayrı ne güzel hayırdır!” buyurarak onu taltif etti. Hz. Osman bilahare kuyunun diğer yarısı­nı da satın alarak tasadduk etti.[8]

Hz. Ebû Bekir’in, halifeliği sırasında istişare ettiği ve görüşüne başvurduğu sahabi­lerin başında Hz. Osman gelirdi.

Hz. Ebû Bekir ölüm döşeğinde iken, kendisinden sonra halife olacak zatın va­sıf­la­rı­nı Hz. Osman’a anlatıyordu. Hz. Osman da bunları kaydediyordu. Hz. Ebû Bekir, tarif ettiği zatın ismini anmadan bayılmıştı. Hz. Osman “vefat ettiği” zannıyla Hz. Ömer’in ismini yazdı.

Biraz sonra Hz. Ebû Bekir ayıldı, kimi yazdığını sordu. Hz. Osman, “Ruhunu teslim ettiğini sanmıştım. Tefrika çıkmasından korktuğum için Ömer bin Hattab’ı yazdım, ey müminlerin emîri!” dedi.

Hz. Ebû Bekir, onun bu hassasiyetine çok sevindi ve memnuniyetini şöyle di­le getirdi:

“İslam’a ve Müslümanlara yaptığın bu iyiliğinden dolayı Allah seni hayırla mükâfatlandırsın! Şayet kendini de yazmış olsaydın, yine isabetli hareket etmiş olurdun.”[9]

Hz. Osman, Hz. Ömer devrinde de bütün gücüyle ona destek olmuş ve önemli hizmetlerin tedvirinde görev almıştı. Vefatını müteakip Hz. Ömer’in tayin ettiği şûra meclisi, Hz. Osman’ı halife seçti.

Şûra şu zatlardan meydana geliyordu:

Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebî Vakkas, Talha, Zübeyr, Osman ve Ali (r.a.)…

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah da bu heyette bulunuyordu. Hz. Ömer, vefatını müteakip bu şûranın, içlerinden birisi­ni üç gün içinde halife seçmesini vasiyet etmişti.

Hz. Ömer’in teçhiz ve tekfininden sonra, heyet durumu iki gün boyunca müzakere ettiği hâlde bir türlü karara varamadı. Üçüncü gün Abdurrahman bin Avf, altı adaydan üçünün adaylıktan çekilmesini, geri kalan üçü üzerinde tercih yapılmasını teklif etti. Bunun üzerine Hz. Zübeyr Hz. Ali’yi, Hz. Sa’d da Abdur­rahman bin Avf’ı, Hz. Talha ise Hz. Osman’ı aday gösterdi. Abdurrahman bin Avf (r.a.) adaylıktan feragat ettiğini açıkladı. Bunun üzerine seçim Hz. Osman ile Hz. Ali arasında kaldı.

Daha sonra Hz. Abdurrahman her ikisiyle görüşmeler yaptı. Bu arada, sokak­taki adama, evdeki kadına ve mektepteki çocuğa varıncaya kadar herkesin görüşünü aldı Çoğunluk Hz. Osman’ı tercih ediyordu.

Hz. Abdurrahman daha sonra halkı mescide davet etti. Halifeliğe Hz. Os­man’ı müna­­sip gördüğünü açıkladı ve ona biat etti. Hz. Abdurrahman’dan sonra Hz. Osman’a biat eden ikinci şahıs Hz. Ali oldu. Bunları diğer Müslümanlar ta­kip etti. Hepsi de biat et­­tiler. Hz. Osman böylece 644 tarihinde halife seçildi.[10]

Hz. Osman’ın hilafetinin ilk altı yılı fetihlerle geçti. Bu zaman içinde Afri­ka’nın mühim bir kısmı fethedildi. İspanya’ya ilk Müslüman akınları başlatıldı. Kıbrıs fethedil­di. Ayrıca Hz. Ömer’in vefatını fırsat bilerek isyan eden Ermenis­tan ahalisi itaat altı­na alındı, Taberistan fethedildi. Bu yılın en mühim bir hadi­sesi, İslam donanmasıyla Bi­­zans donanmasının Akdeniz’de karşı karşıya gelme­si ve İslam donanmasının 500 par­­çalık Bizans donanmasını bozguna uğratmasıdır. Bu zafer, Müslümanlara Akdeniz’de rahat manevra yapma imkânını ka­zandırdı. Müslümanlar, Malta ve Girit adaları­na çıktılar. Bu arada bir grup Müs­lüman, Anadolu sahillerine çıkarken, diğer bir grup da İstanbul surlarına dayan­dı. Peygamber Efendimizin müjdesine layık olabilmek için gayret göstermiş­lerdi.

Yine bu zaman zarfında idarede eyalet sistemi kökleştirildi. İslam ülkesi mülki ve idari olmak üzere iki sisteme ayrıldı.

* * *

Hz. Osman’ın gerçekleştirdiği büyük ve tarihî hizmetlerinden birisi ve en mühimi, şüphesiz “Kur’ân-ı Kerim nüshalarının çoğaltılması” işidir. O sıralar Erme­nistan ve Azerbaycan fethine katılmış olan sahabiler arasında Kur’ân-ı Kerim’i okuma hususunda bazı farklı görüşler ortaya çıkmıştı. Çünkü Irak ordusunda bulunanlar İbni Mes’ud’dan, Şam ordusunda bulunanlar da Ubey bin Kâb’dan Kur’ân okumayı öğrenmişlerdi. Aradaki küçük farklılıklar sebebiyle Huzeyfetü’l-Yemanî, Hz. Osman’a gelmiş:

“Bu ümmet, Yahudi ve Hıristiyanlar gibi ih­tilafa düşmeden önce onların imdadına yetiş!” demişti.

Bu müracaat üzerine Hz. Osman, hemen bir istişare meclisi topladı. Bu he­yet, yardımcılarıyla birlikte 12 kişiden müteşekkildi. İleri gelenleri Zeyd bin Sâbit, Abdullah bin Zübeyr, Sâid bin Âs ve Abdurrahman bin Hâris (r.a.) idi. Heyet, Hz. Ömer’in evinde ve Hz. Hafsa’nın himayesinde olan Kur’ân nüshasını, Hz. Ebû Bekir zamanında toplatılan nüsha esas alınarak beş (veya yedi) nüs­ha olarak çoğalttı. Çoğaltılan bu nüshalar Kûfe, Basra, Şam, Mekke, Yemen ve Bahreyn’e gönderildi. Bir nüsha da Medine’de bırakıldı. Bu nüshaya “imam” adı verildi.

* * *

Hz. Osman’ın halifeliğinin son dönemi fitne ve karışıklıklarla geçmiştir. Hz. Osman (r.a.) ve daha sonra Hz. Ali (r.a.) devrinde meydana gelen üzücü fitne ve fesat hadiselerinin sebep ve amilleri olarak İslam tarihçileri ittifakla aşağıdaki hususları zikrederler:

1- İki Cihan Serveri Re­sû­lul­lah’a yetişme bahtiyarlığına erişerek ondan feyiz ve nur alan bahtiyar Sahabe neslinin mühim bir kısmının vefat etmiş olması, ge­ride kalanların da yaşlanarak kendi köşelerine çekilmek durumunda kalması. Bu itibarla idareye tam layık kimseler bulunamıyor, mevcutların ihmalleri ve dirayetsizlikleri de zamanla karışık­lıklara sebebiyet verebiliyordu. Şüphesiz ki, Sahabe-i Kirâm’dan feyiz alan Tâbiîn nes­li de insanlık tarihinin mümtaz ne­sillerinden birisiydi. Ancak onların, adalet, dirayet ve hakkaniyette sahabiler kadar hassas olduklarını söylemek mümkün değildi.

2- Cahiliyet devrinde en önemli gurur ve iftihar sebebi olarak kabul edilen ka­vim ve kabile duyguları, İslam’ın ilk devirlerinde kutsi emirlere sadakatle uyul­masından dolayı yerini ulvi seciye ve duygulara terk etmişti. Ancak Peygambe­rimizin vefatından sonra kazanılmış olan fetih ve zaferlerde Kureyş kabilesi gençlerinin mühim payeler edinmiş olması, onların kabile gururlarını bir dere­ce uyandırmıştı. Kureyş kabilesine mensubiyet bir imtiyaz ve üstünlük vesilesi sayılmaya ve Müslümanlar arasında rahatsızlık meydana getirmeye başlamış­tı.

3- Fetihlerle İslam Devleti’nin hudutları bir taraftan Kuzey Afrika’da Mer’akeş’e, diğer taraftan Asya ortalarına Kabil’e kadar dayanmıştı. Bu durum, aynı zamanda muhtelif din, dil, ırk ve kabilelere mensup milletlerin ya Müslüman olması veya Müslüman­ların hâkimiyeti altına girmesi demekti. Bu millet­lerden bazılarının, bilhassa İranlıların milli gururları fazlaca incinmiş olduğun­dan, merkezî İslam otoritesine karşı yavaş yavaş bir başkaldırma ve muhalefet hareketi baş göstermişti.

4- Hz. Osman’ın (r.a.) yaradılıştan yumuşak huylu, halim selim oluşu, insanları cezalandırmaktan ziyade affı tercih etmesi, bazılarının bunu istismar etmesi­ni netice vermiş ve bu da suiistimallere ve idarenin zaafa uğramasına sebebiyet vermişti. Zaafa uğrayan bir idarede ise, maksatlı kimseler fitne ve fesat hareket­lerine rahatlıkla devam edebilmişlerdir.

5- Hz. Osman (r.a.), Müslüman olmadan önce de gayet zengin, iyiliksever ve cömertti. Akrabasına düşkündü; onlara daima iyilik yapar, korur gözetirdi. Müslüman olduktan sonra ise bu duyguları ve iyilikseverliği daha da inkişaf et­miş ve akrabasını çok­ça gözetir olmuştu. Onun kendi malından ve kesesinden yaptığı yardımlar hazineden imiş gibi gösterilerek aleyhinde propagandalar yapılmış ve bu şekilde fitne ve fesat körüklenmiştir.

6- Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.a.) zamanlarında idareciler gayet dirayetli ve oto­riter, zemin ise fitne ve fesat hareketlerinden uzaktı. Hz. Osman (r.a.) ise şartların hassasiyeti do­layısıyla kimseye itimat edemez olmuş ve mühim idarecilikle­re, her zaman iyilikleriy­le kendisine bağlamış olduğu akrabasını getirmeyi tercih etmişti. O böyle hareket et­mekle otoriteyi sağlamaya çalışıyordu. Şüphe­siz ki bu idareciler de gayet liyakatli ve dü­rüst kimselerdi. Ancak bu durum, mu­halifler tarafından, “akrabanın kayırılması” ve “mühim idareciliklere akrabanın getirilmesi” şeklinde propaganda edilmiştir.

7- Fetihlerle birlikte Arap toplumu değişik milletlerle münasebetler içine gir­miş, bu şekilde kurulan evliliklerle ya yeni Müslüman veya henüz Hıristiyan ve Yahudi ailelerinden meydana gelen çocuklar ahlakta ve dinde zayıf yetişmiş­tir.. Bu da fitne ve fesat için müsait bir zemin teşkil etmiştir.

Bütün bu sebeplere, Yahudi asıllı Abdullah ibni Sebe’nin de gayretleri ekle­nince, önü alınamaz bir fitne ateşi ortaya çıkmıştı.

Nihayet Hicret’in 35., Hz. Osman’ın hilafetinin de 12. yılında Kûfe, Basra ve Mısır gibi bölgelerden gelen bozguncular, Hz. Osman’ın evini muha­sara altına aldılar. Başta Hz. Ali olmak üzere ileri gelen sahabiler muhasarayı kaldırmak için gayret gösterdiyse de, buna bir türlü muvaffak olamadılar. Ka­der hükmünü yerine getirecekti. Bozguncular bu edep ve hayâ abidesi, masum ve mazlum halifeyi şehit etmeye kararlıydılar. Hz. Osman, gözü dönmüş cani­lere son defa hitap ederek şöyle dedi:

“Beni niçin öldürmek istiyorsunuz?! Hâlbuki ben, Re­sû­lul­lah’ın şöyle buyur­duğunu işitmişim: ‘Şu üç hâlin dışında Müslüman’ı öldürmek haramdır: Evliy­ken zina eden, kasten adam öldüren, Müslüman olduktan sonra dinden dönen…’ Allah’a yemin ederim ki, ben ne Cahiliye döneminde, ne de Müslüman olduk­tan sonra zina etmedim. Hiç kimseyi öldürmedim. Müslüman olduktan sonra da bu dinden asla ayrılmadım... O hâlde beni neye dayanarak öldürmek istiyorsu­nuz?!”[11]

Fakat fitne ağları örülmüş, tahrikler yatıştırılamayacak noktaya varmıştı. Hz. Ali (r.a.), iki oğlunu, Hasan ve Hüseyin’i halifeye nöbetçi bırakmıştı. Abdullah bin Ömer ve bazı sahabiler de aynı şekilde halifeyi bekliyorlardı. Bu arada bozgun­culara karşı koyacak kuvvet vardı. Abdullah bin Zübeyr, Zeyd bin Sâbit, Ebû Hüreyre (r.a.) ve diğer sahabiler, Allah’ın dinine yardım etmeye hazır oldukla­rını, halife izin verirse bozguncularla savaşmak istediklerini söylediler. Fakat Hz. Osman, Müslüman kanı akmasını asla istemiyordu. Bu istekleri hep geri çe­viriyordu:

“Ben hiçbir zaman ‘Müslüman kanı döken bir halife’ olarak anılmak istemem. Tek bir kişinin kanının dökülmesinden bile Allah’a sığınırım! Ben savaşsam on­lara galip geleceğimi gayet iyi biliyorum. Fakat ben onları da, onları aleyhimde kışkırtanları da Allah’a havale ediyorum…”[12]

Edep, hayâ ve fazilet timsali, İslam’ın üçüncü halifesi, şehadetinden bir gün önce rüyasında, Peygamber Efendimizle (a.s.m.) birlikte Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’i gördü. Peygamberimiz kendisine hitaben:

“Biz oruçluyuz, seni de iftara bekliyoruz.” buyurmuştu. Hz. Osman uyandıktan sonra o gece hemen oruca ni­yet etti.

Sevinçliydi. Çünkü artık Allah ve Resûl’üne kavuşma günü gelmişti. O gün cuma idi. Kur’ân okumaya başladı. Bozgunculardan birkaçı tam bu sırada fırsat bulup içeri daldılar ve Hz. Osman’ı şehit ettiler. Hz. Osman’dan akan kanlar, okuduğu Kur’ân’ın üzerine damladı. Böylece, Peygamber Efendimizin istikbale ait bir mucizesi daha gerçekleşmiş oluyordu. Çünkü onun “haksız yere şehit edi­leceği”ni haber vermişti.

Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle alakalı olarak Bediüzzaman Hazretleri’nin, “Neden Sahabiler veli oldukları hâlde bu fitneleri keşfedip, çıkaranlara karşı tedbir almadılar?” şeklindeki suale verdiği cevap, aynı zamanda bu cinayetin se­beplerine de ışık tutmaktadır: “O hadisata sebebiyet veren ve fesadı çeviren birkaç Yahudi’den ibaret değil­dir ki, onları keşfetmekle fesadın önü alınsın… Çünkü pek çok milletlerin İslamiyet’e gir­meleriyle birbirine zıt ve muhalif çok cereyanlar ve efkâr karıştı. Bahu­sus bazıların gurur-u millileri Hz. Ömer’in darbeleriyle dehşetli yaralandığın­dan, seciyyeten intikama fırsat beklerlerdi. Çünkü onların hem eski dini iptal edilmiş, hem medar-ı şerefi olan eski hükûmeti ve saltanatı tahrip edilmiş. İnti­kamını bilerek veya bilmeyerek hâkimiyet-i İslamiyeden almaya hissen taraftar bir suret almış. Onun için Yahudi gibi zeki ve dessas bir kısım münafıklar, o hâlet-i içtimaiyeden istifade ettiler, denilmiş. Demek o hadisatın önünü almak o vakitteki hayat-ı içtimaiyeyi ve muhtelif efkârı ıslahla olurdu. Yoksa bir iki müfsidin keşfedilmesiyle olmazdı.”[13]

* * *

Hz. Osman, Re­sû­lul­lah’tan 146 hadis rivayet etmiştir. Bunlardan Ahmed bin Hanbel’in “Müsned”inde yer alanlarından bazıları şunlardır:

“Kabir, ahiret yurtlarının ilkidir. Bir kimse eğer orada kurtuluşa ererse ondan sonrası daha kolaylaşır. Eğer orada kurtuluşa eremezse, ondan sonrası daha da zorlaşır.”

“Bir Müslüman, yolculuk veya başka bir maksatla evden çıkar ve ‘Allah’a iman ettim. Allah’a dayandım. Allah’a tevekkül ettim. Allah’ın güç ve kuvveti dışında hiçbir güç ve kudret yoktur.’ diye dua ederse, evden bu şekilde ayrılışı iyiliklere kavuşmasına vesile olduğu gibi, kötülüklerden de uzaklaşmasına se­bep olur.”

“Lâilâhe illallah gerçeğini bilerek ve ona inanarak ölen kimse cennete gi­der.”

“Yatsı ile sabah namazını cemaatle kılan kimse, bütün geceyi ibadetle geçir­miş olur.”

“Kim güzel bir şekilde abdest alır, mescide girer ve namazını kılarsa, diğer namaz vaktine kadar arada geçen günahlarını Allah affeder.”[14]

____________________________________

[1]Tabakât, 3: 55; İnsânü’l-Uyûn, 1: 446; İstiâb, 4: 221
[2]age.
[3]Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 26-27.
[4]Tirmizî, Menâkıb: 19.
[5]Üsdü’l-Gàbe, 3: 378.
[6]Sîre, 3: 330; Zâdü’l-Mead, 3: 290-291.
[7]Tirmizî, Menâkıb: 19; Hayâtü’s-Sahâbe, 2: 97.
[8]Tirmizî, Menâkıb: 19.
[9]Hayâtü’s-Sahâbe, 2: 14.
[10]Asr-ı Saadet, 1: 293-294
[11]Asr-ı Saadet, 1: 293-294
[12]Tirmizî, Menâkıb: 19; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 28.
[13]Mektûbât, s. 48.
[14]Müsned, 1: 57-75.
Yazar:
Sahabeler Ansiklopedisi

RESULULLAH.ORG

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...