ÂDÂB
Ahlâk, terbiye ve nezâket kuralları. Birini ziyafete davet etme
mânâsını ifade eden edep, İslâm'ın güzel saydığı söz ve davranışlardır. Bu
itibarla edep, insanların kendisine davet olunan bilumum hayır, zarâfet, usluluk
ve güzel ahlâk demektir. Seyyid Şerîf, (et-Tarifât) adlı eserinde edebi, "bütün
hatâ türlerinden kendisiyle korunulan şeyi bilmekten ibarettir" diye tarif
etmektedir. Edeb, insanı ayıplanma ve kötülenme sebeplerinden koruyan nefsin
köklü bir kuvvetidir. "Nefs edebi" ve "ders edebi" olmak üzere ikiye ayrılan
edeb'in birincisi acelecilik ve sinirlilik gibi doğuştan olan edeb, ikincisi ise
daha sonra elde edilen ve "mekârim-i ahlâk"* (güzel ahlâk) olarak da
isimlendirilen edebtir .
Ayrıca münazara-mübahase ilmini içine alan bir edeb türü daha
vardır ki, âlimler bunu "edeb-i bahs" diye isimlendirirler. Edeb'in bu türü ilmî
münazaralarda tarafların birbirlerine karşı gösterecekleri ahlâkî kaideleri
ihtiva etmektedir. Yakın zamanlara kadar medreselerde bir ilim dalı olarak
okutulagelmiştir.
Fıkıh ıstılahına göre ise edeb, "Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
sünnetine uygun olarak yapılan hareketlerdir." Daha geniş ifadesiyle Allah'ın ve
Peygamber'in emir ve yasaklarına uygun biçimde hareket etmektir.
Âdâb fıkhî terim olarak ele alındığında 'sünnet-i gayr-i
müekkede' hükmündedir. Onun için bu davranışta bulunana sevap yazılır, yapmayana
ise günah yoktur. O yüzden âdâb bazen nafile, * bazen müstehap, bazen mendub,
bazen de tatavvu' ve fazilet kavramlarıyla eş anlamda kullanılır. Âdâb kaideleri
Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından tavsiye ve teşvik edildiği için yapılan bu
davranışa müstehab adı verilir. Yapıldığında bir sevap kazanmak söz konusu
olduğundan buna mendub denir. Yapılırken bir zorunluluk olmadan yapıldığı için
buna tatavvu' adı verilmiştir. Fıkhî bir terim olarak farz ve sünnetlerden sonra
ibâdetlerin âdâbı anlamında bu anlamlarda kullanıldığı bilinmektedir. Meselâ
abdestin farz ve sünnetleri sayıldıktan sonra "Âdâbu'l vudû", namaz için
"Âdâbu's-salât" terimleri kullanılmıştır.
Edeb'in çoğulu âdâb'tır. En güzel ve hiçbir zaman eskimeyecek
olan edeb ve ahlâk, Kur'an'da öğretilen ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünneti ile
tatbik edilip yaşanan âdâbtır.
Kâinatı en mükemmel bir düzen ve intizam üzere yaratan Allah,
yaratıkları içinde insanı en güzel bir kıvamda yaratmıştır. (et-En, 95/4) Diğer
yaratıkları da onun istifadesine vermiştir. Böylece insanı âlem için hâkim
duruma getirerek onu muhatab ve mükellef kılmıştır. Peygamberleri vasıtasıyla
saadet yollarını göstermiş, iyi ve güzeli, kötü ve çirkini öğretmiştir. Her şeyi
mükemmel olarak yaratan Allah, insanlara da kendileri için en doğru olan yaşayış
ve hareket yollarını bildirmiştir. Dolayısıyla Allah'ın bize öğrettiği edeb ve
ahlâk, değişmeyen en güzel ve doğru ahlâktır. Bu ahlâkı en güzel şekilde yaşayan
da Hz. Peygamberdir (s.a.s.): "Gerçekten sen, çok büyük bir ahlâk üzeresin."
(Kalem, 68/5) âyeti ile Allah'ın iltifatına mazhar olan Hz. Peygamber kendi
hakkında "Ben, ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim." (Muvattâ,
Hüsnü'l-Hulk, 8) buyurmuş ve Kur'an'dan ibaret olan güzel ahlâkını hayatında
yaptığı tatbikatı ve tavsiyeleri ile ümmetine tebliğ etmiştir. "Onun şahsında
Allah'ı ve Âhiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça hatırlayanlar için güzel edeb
ve ahlâk numuneleri vardır. " (Ahzab, 33/21).
Her konuda olduğu gibi, güzel ahlâk konusunda da örneğimiz olan
Hz. Peygamber (s.a.s.) ahlâkça insanların en güzeli idi. Peygamberimiz güzel
ahlâkı tarif ederken şöyle buyurmuştur: "İyilik güzel ahlâktır; fenalık da,
kalbin yatışmadığı ve halkın duymasını hoş görmediğin şeydir." buyurmuştur.
"İnsanların en hayırlısı ahlâkça en güzel olanıdır." "Kıyâmet
günü müminin mîzanında güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz ve her halde
Allah, çirkin ve kötü sözlü kimseyi sevmez. " "İmânı en olgun kimseler, en güzel
ahlâklılardır. En hayırlılarınız, kadınlarına hayırlı olanlardır."
"Bir mümin güzel ahlâkıyla gece ibâdet eden, gündüz oruç tutan
kimselerin derecelerine erişir.", "Güzel ahlâk güler yüz hayırlı işlerde el
açıklığı, bir de kimseye eziyet etmemektir. " buyuran Hz. Peygamber (s.a.s.),
Ebû Hureyre'nin (r.a.) bir sorusu üzerine, Allah'tan korkmanın ve güzel ahlâklı
olmanın Cennet'e girmeye sebep olacağını, güzel ahlâklı bir insana Cennet'in
yukarı kısmında bir ev verileceğini, Peygamber'e en sevgili olan insanın ve
Kıyâmet'te onun meclisine en yakın olacak insanın ahlâkı güzel olan kişi
olacağını bildirmiştir. (Riyazu's-Sâlihîn, 1/49-54).
Muhaddisler, Hz. Peygamber'in bizzat yaşadığı ve ümmetine
tavsiye ettiği edeb ve ahlâk kaidelerini ihtiva eden hadîsleri, tasnîf ettikleri
hadîs kitaplarında "Kitâbu'l Edeb", "Bâbu'l Edeb" gibi başlıklar altında
toplamışlardır. (bk. Buhârî Edeb; Müslim Edeb, Muvattâ Hulk...) Buna ilâveten
İmam Buhârî "El-Edebu'l Müfred" isimli kitabını, Hz. Peygamber'in (s.a.s.)
ahlâkî yaşayış ve emirleri ile ilgili hadîslerini derleyerek meydana
getirmiştir.
Edeb, insanlara karşı bütün davranış ve muamelelerinde
terbiyeli ve ahlâklı olmaktır. Selâm vermek, güler yüz göstermek, tırnak kesmek,
sakal* bırakmak gibi nice İslâmî edebler vardır ki, bunlar Hz. Peygamber'in
birer sünneti olduğu gibi, daha önce geçen peygamberlerin de sünnetidir.
Rivâyetlerle sabit olan edeb ve güzel ahlâk hakkındaki
Peygamberî emirler bütün ümmeti ilgilendirdiği için edeb verme ve terbiye etme
konumunda olan her kişinin bu emirleri önce şahsında tatbik etmesi, daha sonra
da terbiyesi altında bulundurduğu kişileri bu güzel ahlâk ile ahlâklandırmaya
çalışması gerekir. "Ey inananlar, nefsinizi ve ehlinizi tutuşturucusu taşlar ve
insanlar olan ve kâfirler için hazırlanmış bulunan Cehennem ateşinden
koruyunuz." (Tahrim, 66/6) buyuran Cenâb-ı Allah hem nefsimizi hem de elimiz
altında yetiştirmekle mükellef bulunduğumuz çoluk çocuğumuzu Allah ve
Peygamberi'nin razı olduğu güzel ahlâk ile ahlâklandırarak bu suretle
Cehennem'in azâbından korumamız gerektiğini ifâde etmiştir.
Her insan, elinin altında bulundurduğu kimselerin her türlü hak
ve hukukundan eğitim ve öğretiminden, terbiyesinden, sorumludur. (Tecrîd-i Sarih
trc., Hadis no: 487) Ebeveynin evlâd üzerindeki eğitiminin önemi hakkında
Allah'ın Rasûlü: "Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Bundan sonra anası,
babası onu Yahudi yaparlar, Nasrânî yaparlar, Mecusî yaparlar. Nitekim behîme,
derli toplu bir behîme olarak doğurulur. Siz kusursuz doğan bu hayvan
yavrularının içinde kulağı, dudağı, burnu, ayağı, kesik olanını hiç görüyor
musunuz? " buyurmuştur. (Müslim, Kader, 25) Hadîsi rivâyet eden Ebû Hureyre
devamla: "İsterseniz şu âyeti okuyunuz" dedi. "O halde sen yüzünü bir muvahhîd*
olarak dîne, Allah'ın o fıtratına çevir ki, insanları bunun üzerine
yaratmıştır..." (er-Rûm, 30/30) Zikredilen âyet ve hadîsi şerif, insanın
fıtraten temiz ve saf olduğunu, ahlâkın en güzeli olan İslâm'ı kabule kabiliyet
ve istidatlı bulunduğunu ortaya koyar. Ancak, insana verilen yanlış bir eğitim
onu kötü ahlâk sahibi ve inançsız bir insan durumuna getirir. Bu nedenle
çevrenin ve ebeveynin çocuk üzerindeki te'dib terbiyesi tartışılmayacak kadar
önemlidir. (Müslim, Kader, 22) Allah insanı fıtraten temiz yarattığı halde onun
fıtratına uygun edebi verme işini babaya havale etmiştir. Babanın evlâda en
güzel ve kalıcı hediyesi, onu iyi terbiye etmesidir. Terbiye edilmiş sâlih bir
evlâd ölümünden sonra da baba için hayırlı amellerin yazılmasına sebep olur.
Ebû Hüreyre, Allah Rasûlü'nün şöyle dediğini nakletmiştir:
"Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Ona rastladığın zaman kendisine
selâm ver, seni yemeğe davet ederse icâbet et. Senden öğüt isterse öğüt ver.
Aksırır da Allah'a hamd ederse "yerhamükellah" (Allah sana merhamet etsin) de.
Hastalanırsa kendisini ziyaret et. Ölürse cenazesinde hazır bulun." (Buhârî,
Cenâiz, 2; Müslim, Selâm, 4-6).
Hadiste yer alan edebler:
1) Rastladığı zaman din kardeşine selâm vermek. İslâm
âlimlerinin çoğuna göre selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. Başka hadislerde
selâmın yaygınlaştırılması ve bunun toplumda karşılıklı sevgi ve muhabbetin
artmasına sebep olacağı bildirilmiştir.
2) Davete icâbet etmek. Bu davet düğün, sünnet cemiyeti ve
benzerlerini kapsamına alır. Düğün davetine "velîme" * denir ki, buna icabet
vacibtir. Çünkü hadiste "Her kim velîme davetine icabet etmezse Allah'a ve
Resûlü'ne isyan etmiş olur." (el-Askalâni, Buluğu'l-Meram Trc. A. Davudoğlu, IV,
315) buyurulmaktadır. Diğer davetlere icabet menduptur. Çünkü onlar hakkında
velîmede olduğu gibi tahdîd yoktur.
3) Öğüt isteyene öğüt vermek. İstemeden nasihatta bulunmak
menduptur. Çünkü hayra ve iyiliğe delâlettir.
4) Aksırır da "elhamdülillah" derse, bunu işiten
"yerhamükellah" der. Hadiste: "Biriniz aksıracağı zaman hemen iki avucunu yüzüne
koysun ve bunlarla sesini kıssın." (Ebû Davûd, Edeb, 90) buyurulur. Aksırık
tekerrür ederse, üç defaya kadar "yerhamükellah" (teşmit) da tekrarlanır.
Aksırık insan için bir nimettir.
5) Hasta ziyareti yapmak. Hasta ziyaretini farz-ı kifâye
sayanlar varsa da, İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre menduptur. Bunda
hastayı tanımakla tanımamak ve hısım olmakla olmamak aynıdır. Hz. Peygamber
(s.a.s.) müslüman hastalar yanında gayr-ı müslim hizmetkârını ve amcası Ebû
Tâlib'i ölüm döşeğinde ziyaret etmiştir. Hizmetçi, bu ziyaret bereketiyle
İslâm'a girmiştir.
6) Cenazede bulunmak. Cenaze tanıdık olsun veya olmasın hazır
bulunmaya çalışmak gerekir.
Ebu Hüreyre'den rivâyet edilen başka bir hadis şöyledir:
"Kendinizden aşağı olana bakın. Sizden daha üstün olana
bakmayın. Çünkü bu türlü hareket Allah'ın size olan nimetini küçümsememeniz için
daha uygundur."
İnsanoğlu genellikle kendisinden üstün bir kimse görünce onun
gibi olmak ister ve Allah'ın kendisine verdiği nimetleri küçümser. Ötekine
yetişmek için bu nimetlerin artmasını diler. Fakat dünya işlerinde kendisinden
aşağı olanların durumuna bakarsa, elindeki nimetin kadrini bilir ve şükreder.
Başka bir hadiste "Biriniz mal ve yaratılış (hilkât)ça kendinden üstün birini
gördü mü, kendinden aşağı olana bakıversin." (Buhârî, Rikâk, 30; Müslim, Zühd,
8; Tirmizî, Libas, 38)
Nevvâs b. Sem'ân (r.a.) Allah Rasûlü'ne birr ve ism'in anlamını
sormuş, o, şu cevabı vermiştir: "Birr, ahlâk güzelliğidir. İsm ise, kalbini
rahatsız eden ve başkalarının bilmesini istemediğin şeylerdir."
Güzel ahlâk şu hadiste tarif edilir: "Güzel ahlâk, güler yüzlü
olmak ve eziyet etmemektir." (el-Askalâni, a.g.e., IV, 321)
İbn Mes'ud (r.a.) Allah Rasûlü'nün şöyle dediğini nakletmiştir:
"Eğer bir yerde üç kişi iseniz, kalabalığa karışmadıkça, ikiniz ötekini
bırakarak gizli bir şey konuşmasın. Çünkü bu, onu üzer." (Müslim, Selâm, 26, 27,
28; İbn Mâce, Edeb, 50).
İbn Ömer, Rasûlullah'ın şöyle dediğini nakleder: "Bir kimse
birini yerinden kaldırarak oraya kendisi oturamaz. Lâkin açılın ve genişleyin.
", "Bir kimse yerinden kalkar da sonra o yere dönerse, orası için başkasından
daha fazla hak sahibidir." (Müslim Edeb, 21; Ebû Dâvûd, Edeb, 28-139).
İsraftan sakınma ve nimetin kadrini bilme ile ilgili bir hadis
şöyledir: "Birinizin lokması yemekte yere düşerse, üzerindeki bulaşığı gidersin
ve yesin, onu şeytana bırakmasın."
Selâmlaşmada âdâb: Ebû Hüreyre'den, Allah Rasûlü şöyle
buyurmuştur: "Küçük büyüğe, yürüyen oturana ve sayıları az olanlar çok olanlara
selâm versin. " (Buhârî, İsti'zân, 4-7; Müslim, Selâm, 1, Edeb, 46; İbn Hanbel,
III, 444) Hz. Câbir (r.a.)'den: "Yaya giden iki kişi karşılaştıklarında hangisi
önce selâm verirse o daha fazla ecir kazanır" hadisi rivâyet edilmektedir .
Ahlâk, hulk kelimesinin çoğuludur ve Arapça bir kelimedir. Huy,
tabiat mânasında kullanılır. İnsanın yaradılışından gelen ve cemiyet içinde
yaşanarak kazanılan iyi ve güzel huylar, insanın yaradılışından gelen bu
hususiyetler, Kur'an'ı Kerim ve Sünnet'te sınırları çizilen, insanların
iyiliğini ve mutluluğunu hedef alan kaidelerin hayata geçirilmesiyle kazanılan
iyi ve güzel davranışların bütünü. Zıddı, ahlâksızlıktır .
Her toplumun kendi sosyal yapısına göre ahlâk anlayışı vardır.
Bir topluma göre ahlâkî bir davranış kabul edilen bir fiil bir başka topluma
göre ahlâksızlık olarak kabul edilebilir. İslâm dışı toplumlarda flört ve zina
gibi fiiller normal bir olay kabul edildiği halde, İslâmî toplumlarda bu durum,
Allah'ın emri ile haram kılınmış, en büyük ahlâksızlıktır. Öyleyse müslüman
toplumumuza göre ahlâk ve ahlâksızlığın ölçüsünü Allah'ın yasakladığı ve
yasaklamadığı fiiller olarak kabul ederiz.
Şamil İA
Âyet ve Hadisler Işığında Âdâb-ı Muâşeretten Örnekler
-Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü açık kalbli olmak.
Allah iyi huylu güler yüzlü kimseyi sever.
-Herkes ile güzel görüşmek, halka eziyet vermekten sakınmak.
"Müslüman diğer müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kişidir."
-Kötülüğe karşı iyilikte bulunmak ve halkın eziyetlerine karşı
sabırlı olmak. Allah katında sıddîkların mertebelerine erişmek için zulmedeni
affetmek, irtibatı kesenle irtibat kurmak esirgeyene esirgemeden vermek
gerekir.
-Küskünlüğe, dargınlığa, düşmanlığa son vermek. Müslümanın
müslümanla üç günden fazla dargın durması helâl değildir.
-Dargın iki müslümanın arasını bulmaya çalışmak. Yalan
söylemenin câiz olduğu yerlerden biri, dargınların barışmalarını sağlamak için
söylenen yalandır. Bu da sadaka vermek kadar hayırlı bir iştir.
-İnsanların kusurlarını araştırmamak, bilakis bu kusurları
örtmeye çalışmak. Başkasının kusurunu arayan, önce kendi kusurunu görmelidir.
Başkasının kusurunu örten bir müslümanın kusurunu da Allah örter ve onu
affeder.
- Dostlar birbirlerini arkalarından müdafaa etmelidir,
haklarındaki yanlış fikirleri düzeltmelidirler. Kardeşine yardımda bulunana
Allah da yardım eder.
-İnsanlara karşı kötü zan ve töhmette bulunmamak, nefret
uyandırmamak, dedikodu yapmamak. Bu sözlerin konuşulduğu yerleri terketmek.
-Her insanla, kapasite ve mevkilerine göre konuşmak. Câhille
ilmî konuşma yapılamayacağı gibi, âlimle de câhille konuşulduğu gibi konuşulmaz.
İnsanlara akıllarına göre hitap edilmelidir.
-Büyüklere hürmet ve saygı; küçüklere, düşkünlere şefkat ve
merhamet; özellikle aile arasındaki fertlere iyi muamele etmek İslâm'ın
esaslarındandır. Allah ana babaya saygısızlık bir tarafa "öf " demeyi dahi
yasaklamıştır. Başkasına merhamet etmeyene merhamet olunmaz.
-Herkes hakkında hayır dilemek ve, yardımda bulunmak müslüman
kardeşliğinin bir özelliğidir. Ancak bu yardımlaşma kötülükte değil, iyilikte
olmalıdır. Mümin kendisi için arzu ettiği güzel şeyleri Müslüman kardeşi için de
arzu etmelidir. Kendini kötülüklerden koruduğu gibi etrafındakileri de korumaya
çalışmalıdır.
-Selâm, müslümanlar arasında sevgi bağlarının kurulmasında
önemli bir araçtır. Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. Peygamberimiz
(s.a.s.) selâmı yaymamızı, tanısak da tanımasak da her müslümana selâm vermemiz
gerektiğini bununla da imanımız olgunluğa erdiği için Cennet'e gireceğimizi
müjdelemiştir. Bu nedenle gençler ihtiyarlara, binek üzerinde olanlar
yürüyenlere, yürüyenler oturanlara, arkadan gelenler önden gidenlere, bir kişi
çok kişiye selâm vermelidir. Selâma daha güzel bir şekil de karşılık vermek
gerekir. "es-Selâmu aleykum" diyene "ve aleykumu'sselâm ve rahmetullâhi ve
berekatuhu" denmelidir. Verilen selâmı alma durumunda olmayana selâm vermek
mekruhtur. Yemek yiyene, namaz kılana, Kur'an okuyana, hutbe dinleyene selâm
verilmemelidir. Kâfirlere selâm verilmez. Açıktan açığa Allah'ın emrini çiğneyen
ve bu hâlinde ısrarlı olana da selâm verilmez. Topluma verilen selâma bir kişi
karşılık verirse, diğerlerinin selâm alma sorumluluğu kalkar. Selâm getiren
birinden selâmı almak, mektupta yazılı selâma ya mektupla ya da o anda sözle
karşılık vermek gerekir. Eve girerken ev halkına selâm verildiği gibi ayrılırken
de selâm vererek ayrılmak faziletli bir iştir. Boş bir yere girilirken de "es
selâmu aleyna ve alâ ibâdillahi's-Sâlihîn" diyerek selâm verilir. Selâm, müminin
mümine yaptığı hayırlı bir duadır. "Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine
olsun. " Mânasına gelen selâmlaşmanın yerini basit kelimeler tutmaz.
-Karşılaşan iki müslüman birbirlerinin ellerini tutarak
müsafaha* eder, Peygamber'e (s.a.s.) salavât okur, hal hatır sorarlar. Bu
durumda olan kişiler henüz birbirlerinden ayrılmadan Allah onlara mağfiret
eder.
-Aksırana karşı hayır dua etmek. Aksıran kişi
"elhamdülillah"der, yanındaki müslüman "yerhamükellah" yani "Allah sana merhamet
etsin " diye dua eder, aksıran kişi de "yehdîna ve yehdîkumullah " yani Allah
bizi de sizleri de hidâyete dâim kılsın" diye karşı duada bulunur. Buna "teşmît"
denir.
Müddessir sûresi 4. âyetinde "Giydiklerini temizle. Kötü
şeylerden sakın" şeklinde temizlik emredilmektedir. Giydiklerini temizlemek
kalbi, ahlâkı ve ameli temizlemeden kinâye olarak kullanılmaktadır. Elbiseyi
giyen şahsın ve onun dokunduğu her şeyin temizliği Kur'an ahlâkına uymanın
gerektirdiği bir temizliktir. Her türlü nefsânî arzulara, şeytânî hileler ve
alışkanlıklara mârûz kalan bir ortamda Kur'an'ın öngördüğü temizliğe dikkat
etmek ve onu gerçekleştirmek insana büyük bir izzet kazandıracağından maddî ve
manevî yönden temiz olmayan kimselerin kirlerine bulaşmadan ayrılmak mümin için
önemli bir davranıştır. Bâtıl inanışları, kötü âdet ve alışkanlıkları câhiliyyet
halkının daldığı ve insanı lekeleyen ve âhirette sorumlu tutacak her türlü
bâtılı terketmek Kur'an ahlâkının istediği muaşeret edeplerindendir.
Gönlün temiz tutulması da Kur'an-ı Kerim'de emredilmiştir.
"Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu, kulak göz ve kalb bunların hepsi o
şeyden sorumludur."(el-İsrâ, 17/36) buyrulması bunun açık delillerindendir.
-Müslüman gittiği meclise temiz elbiseyle gitmelidir. Yaşlı ve
bilgili kimselerden üstte oturmamalı, kendine söz düşmedikçe konuşmamalı,
söylenilen faydalı şeyleri dinlemelidir. Sonradan gelenlere yer vermeli,
birbirlerine karşı güler yüzlü, tatlı sözlü olmalıdır. Meclisten ayrılırken
arkadaşlarından izin alarak ve selâm vererek ayrılmalıdır.
"Ey inananlar, toplantılarda size 'yer açın' denince yer açın
ki Allah da size genişlik versin. 'Kalkın' dendiği zaman da hemen kalkın ki
Allah içinizde inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle
yükseltsin. Allah, işlediklerinizden haberdardır." (el-Mücadele, 59/11)
buyrularak bir toplum kuralı belirtilmiş olmaktadır. Bu kural cemiyet ve cemaat
muaşeretindendir.
- Müslümanlar uygun zamanlarda mümin kardeşlerini, büyüklerini
ve yakın akrabalarını ziyaret etmeli, onların gönüllerini hoş etmeye
çalışmalıdır. Ancak ziyâretin, çok uzun ve usandırıcı olmamasına özen
göstermelidir. Ziyârete gelenlere imkân nisbetinde ikram etmelidir. Allah'a ve
âhirete inanan, misâfirine izzet ve ikramda bulunmalıdır.
- Müslüman, din kardeşinin davetine icabet eder, ziyâretinde
bulunur. Böylece aralarında muhabbet artmış olur. Peygamber (s.a.s.), "Sizden
birinizi kardeşi düğün yemeğine veya benzer bir ziyâfete davet edince icabet
etsin." buyurmuştur. Ancak bu tür yerlerde Allah'ın yasakladığı içki ve benzeri
şeyler bulunuyorsa oraya gitmemelidir. Kötülükleri engelleyeceğine kanaat
getirirse, gidebilir. Merâsimler külfetten ve gösterişten uzak olmalıdır.
- Müslümanlar, din kardeşleri yanlarına geldiklerinde, hürmet
olsun diye ayağa kalkabilirler.Âlim zatların ellerini öpmek câizdir. Ancak
dünyalık bir menfaat elde etmek için el öpmek, boyun bükmek, hele hele
dalkavukluk yapmak asla doğru değildir. Büyüklerin huzurunda yerlere kadar
eğilmek ve yeri öpmek haramdır.
-Müslümanlıkta komşuluğun büyük ehemmiyeti vardır. Komşu
haklarına son derece riayet etmeli, onlara zarar verecek her türlü hareketlerden
kaçınmalıdır. Kötülüklerinden, komşusu emin olmayan kimse gerçek mümin
olamaz.
- Hastaları ziyârette bulunmak, onların afiyetlerine dua etmek
dinî bir görevdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde: "Beş şey vardır ki,
kardeşine karşı müslümana vazife olur. Bunlar da, verilen selâmı iâde, aksırana
hayır dua, davete icâbet, hastayı ziyâret ve cenazeleri mezara kadar takip
etmektir. " buyurmuştur. Müslümanlar, vefat eden din kardeşlerinin cenazelerini
kabirlerine kadar üzüntülü ve düşünceli götürür kabre defnederler, haklarında
rahmetle duada bulunurlar. İmkân buldukça müslümanın cenaze namazını da
kılmalıdır. Kabirlerini ziyâret ederek haklarında hayır duada bulunmak bir vefa
borcudur. Ancak kabir ziyâretleri İslâmî ölçüler içerisinde olmalı, aşırı ta'zim
hareketlerinden sakınmalıdır. Kabir ziyâreti insana ölümü ve geleceğini
hatırlatır, uyanmaya vesile olur.
- Evlere ve odalara girerken usule riayet etmek gerekir.
Cahiliye devrinde evlere hücum edilircesine girilirdi. Ziyâretçi eve girer ve
girdikten sonra da 'girdim' diye seslenirdi. Çok defa, ev sahibinin ailesiyle
onları başkasının görmesi doğru olmayan hâlde, kadın veya erkeğin avret
yerlerinin açık olduğu olurdu. Bu hâl, üzüntü verip gönülleri yaraladığı gibi
evleri emniyet ve huzurdan yoksun bırakırdı. Ayrıca gözler tahrik edici yerlere
takıldığı zaman nefisleri bu şekilde fitneye sürüklerdi. İşte bu sebepten dolayı
Allah müslümanları yüksek bir âdâb-ı muaşeretle terbiye etmiştir. Evlere
girmeden izin isteme âdâbı ve ev halkına güven verip onlardan kuşkuyu gidermek
için girmezden evvel selâm verme âdâbını getirmiştir.
"Ey inananlar, kendi evlerinizden başka evlere, izin alıp
halkına selâm vermeden girmeyiniz. Herhalde bunun, sizin için daha iyi olduğunu
düşünüp anlarsınız." "Eğer orda kimseyi bulamazsanız size izin verilinceye kadar
içeri girmeyin. Bu sizin için daha iyidir..." (en-Nur, 24/27-28). Aynı şekilde
erginlik çağına erişmemiş çocuklarla hizmetçilerin başkalarının odalarına
girerken izin almaları yolunda eğitilmeleriyle bunların girmesinin ancak hangi
vakitlerde olabileceği de belirtilmiştir:
"...Sizden henüz erginlik çağına erişmemiş çocuklar üç vakitte
sizden izin istesinler. Sabah namazından önce, öğlenden sonra elbisenizi çıkarıp
yatacağınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bunlar, sizin üstünüzün
açılabileceği üç vakittir. Bunun dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur.
" (en-Nur, 24/58).
İşte böylece İslâm, gerek başkaları için gerek ev halkı için
çiğnenmesi asla doğru olmayan özel bir dokunulmazlık koymuştur. İslâm'da
devletin temeli aile olduğundan, insanlar evlerinde yabancı kimselerin anî
baskınlarına maruz bırakılmaz. Ancak ev sahiplerinden izin isteyip, onların
müsâadesi alındıktan sonra girilebilir.
-Müslümanın davranışları yumuşak ve yavaş olmalıdır. Bu
muaşeret kuralı için Kur'an-ı Kerim'de tavsiye ve emir buyrulan açık ve
anlaşılır şu âyet ne güzeldir:
"İnsanları küçümseyip yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek
yürüme. Zira Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez. Yürüyüşünde mutedil
ol, sesini de kıs. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir." (Lokman,
31/18-19).
-Müslüman doğru sözlü olmalıdır. Kur'an-ı Kerim, Müminlerin
doğru ve dikkatli konuşmasını, söyleyecekleri sözü ölçülü ve bu sözün nereye
varacağını düşünerek söylemelerini emretmekte ve onları sâlih amele yol açan
güzel söz söylemeye yönlendirmektedir. Çünkü Allah, doğruların, doğru sözlülerin
yardımcısıdır. Doğru sözlülerin hareketlerini hatadan korumayı, işlerini
düzeltip yoluna koymayı kendilerine bir mükâfat olarak vâdetmiştir. Bu güzel
davranışı yerine getiren müminin hatalarını Allah'u Teâlâ'nın bağışlaması ne
engin bir rahmettir. İnsanoğlunu da ancak Allah'ın bu bağış ve rahmeti
kurtarabilir:
"Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah
işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat
ederse büyük bir başarıya erişmiş olur. " (elAhzab, 33/71)
- Müslüman israf etmemelidir. İsrâf, herhangi bir şeyi
gereğinden fazla kullanmak demektir. "...Yeyin, için fakat israf etmeyin, Allah
israf edenleri sevmez." (el-A'raf, 7/31) buyurulmaktadır. Yine "...Allah,
israfçı ve yalancı kişiyi hidâyete erdirmez. " (el-Mü'min, 40/28) düsturu yer
almaktadır. En'am Sûresi 141. âyeti de yine bu hükmü beyan etmektedir: "..İsraf
etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez."
İnsan iyilik yaparken de isrâf yapmamalıdır. "..onlar infak
ettikleri zaman bile israf etmezler." (el-Furkan, 25/67)
Ayrıca kusurları bağışlamak her işi güzel bir niyetle ve saf
bir kalb ile yapmak, işlerinde doğruluktan ayrılmayıp dirayet ve akıl dairesi
içinde yürütmek, büyüklerin dine uygun emirlerine itaat etmek, halkın itimadını
ve güvenini kazanmak, her işte aşırı gitmemek, münasip kişilerle güzel bir
sûrette görüşüp konuşmak, kendisine emânet edilen sırlara ve eşyaya hainlik
etmemek, zulümden uzaklaşarak insafla hareket etmek, insanlara karşı mütevâzî
olmak, sözünde durarak ahdine vefa göstermek, ihtiyaç sahiplerine karşı cömertçe
davranmak, insanlar hakkında daima iyi zan beslemek, lüzumsuz ve kalb kırıcı
sözlerden sakınmak, her yaptığı işi hakkâniyet ölçüleri içinde yapmak, kızgınlık
ve şiddetten sakınarak yumuşak huylu olmak, namusu, haysiyeti ve mukaddes
değerleri korumak, daima hayır ve iyilik yolunu tutmak, dostluğa önem vermek,
hakkına razı olmak, vaktini boşa geçirmeden çalışmak, korkaklığı terkederek
yiğit ve cesur olmak, yapılan iyiliklere karşı teşekkür etmek, şehevî
duygularına hakim olmak her türlü belâ ve musîbetlere sabretmek, bir işte azim
ve sebat sahibi olmak, günahlardan kaçınmak, herkesin mertebesini bilip hakkında
ona göre muamele etmek, kanaat sahibi olmak, şaka ve nüktelerinde bile ahlâk
dışı olmamak, başkalarını kötülemekten kaçınmak, kendini yüksek görmemek, içi
başka dışı başka olmamak, insanlığa ve inançlarına uygun olan her şeyi yapmak,
bu işi yapmadan evvel o işin ehli ile istişâre'de bulunmak, yaptığı iyilikleri
başa kakmamak, ağır başlı ve vakur olmak, koğuculuk yapmamak gibi güzel
meziyetler insanlar arasında saygınlık ve muhabbet doğurur. Bunlara riayet etmek
İslâm'ın ortaya koyduğu muaşeret âdâbındandır.