05 Ekim 2017

Aç Kal, Uzun Yaşa; Nobel Ödülü


Acim[1]

Aç Kal, Uzun Yaşa; Nobel Ödülü

Neden hastalanınca iştahımız kesilir hiç düşündünüz mü?
 Acaba vücudumuz, sindirim sistemini kapatarak hastalıkla tüm gücüyle ilgilenebilmek için bize işaret mi veriyor?
Uzun süreli açlık diyetlerinde hiçbir şey yenmez ancak bolca SU içilir. SU seçerken sodyum oranı düşük suları seçmeniz gerekmektedir. Yapılan araştırmalar, 3 gün aç kalmanın, vücudun savunma mekanizmasını yenilediğini ortaya koyuyor. Bu araştırmalar, özellikle savunma mekanizması ağır hasar görmüş kanser hastaları ve yaşlılıkla mücadelede çığır açacak nitelikte. Açlık ve vücudumuzdaki sonuçlarıyla ilgili bir araştırma geçtiğimiz günlerde Nobel Tıp Ödülü kazandı.

AÇLIK ÜZERİNE ARAŞTIRMA NOBEL KAZANDI
Nobel Tıp ödülü 3 gün önce açlık ya da hücrenin kendi kendini yemesi ve gereksiz parçaları atarak, otofaji adı verilen savunma mekanizmasını yenilemesi sisteminin nasıl çalıştığını ortaya çıkaran Japon bilim insanı Yoshinori Ohsumi’ye verildi.

Nobel’den yapılan açıklamada, “Ohsumi’nin keşifleri, hücrenin içeriğini nasıl ayrıştırdığını anlamamızı sağladı. Keşifler, otofajinin açlığa adapte olma ya da enfeksiyonlara verilen yanıt gibi birçok fizyolojik süreçteki temel önemini anlamamıza da yardımcı oldu. Otofaji genlerindeki mutasyonlar, hastalıklara neden olurken otofajik süreçler, kanser ve nörolojik hastalıklar gibi bazı vakalarda önemli rol oynamaktadır” denildi.

Hücrenin kendi kendini yemesi olarak da bilinen otofaji alanındaki çalışmalarıyla ödülü alan Ohsumi, 8 milyon İsveç Kronu (1 milyon dolar) para ödülünün de sahibi oldu. Japon bilim insanı Yoshinori Ohsumi’ye Alfred Nobel’in ölüm yıldönümü 10 Aralık’ta düzenlenecek ödül töreninde diploma ve altın madalya da verilecek.
Yoshinori Osumi Japonya’dan bir hücre biyoloğu.

OTOFAJİ BİR ANLAMDA ÇÖP TEMİZLİĞİ

Otofaji- hücrelerin içlerindeki gereksiz parçalardan kurtularak temizlenmesi. Bir anlamda çöpü yok etmesi.
Aslında otofaji 1960’larda keşfedilmiş, ancak bilim adamları mekanizmanın nasıl çalıştığını anlAyamamıştı. Nobel kazanan Oshumi araştırmasıyla otofaji’den sorumlu olan genleri ortaya çıkarıyor, ve 39. Nobel ödülünü bu sayede kazanıyor.
Otofaji insanlar da dahil olmak üzere canlıların hepsinde mevcut. Ve bu sayede hücreler ihtiyaç duymadıkları maddelerden ve hatta vücut ihtiyaç duymadığı hücrelerden temizleniyor.

Hücreler bize benzemeseler bile bazı durumlarda aynı insanlar gibi hareket ediyorlar. Çöplerini özel torbalara dolduruyorlar (otofagozomlar), ve konteynerlere depoluyorlar (lizozomlar). En kirli olanları yokedilip sindiriliyor, bazıları da yeniden dönüştürülerek enerji üretiminde kullanılıyor.

Otofaji vücut stres altındayken çok daha fazla çalışıyor. Mesela oruç tutarken ya da açlık sırasında. Bu durumda hücre enerji üretimini kendi iç imkanlarını kullanarak yapmaya çalışıyor ve tabii ki ilk olarak çöpünü ve patojen bakterileri sindirerek başlıyor.
Nobel komitesinin de onayladığına göre açlık ve bazen oruç hala faydalı olabiliyor.
Ohsumi’ye göre otofaji vücudu erken yaşlanmadan da koruyor.

İŞTE BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR: 
3 GÜNLÜK AÇLIK ORUCU NE YAPAR

Uzun süreli açlığın savunma mekanizmasını yenilediğine yönelik geniş bir bilimsel araştırma yazısı da İngiliz The Telegraph gazetesinde yayınlandı. Yazıda en büyük uyarı, açlık diyetinin doktor kontrolünde yapılması yönünde.

İşte bu araştırma yazısına göre, 3 günlük oruçtan sonra vücudun bağışıklık mekanizması yeni akyuvar oluşumunu tetikleyerek vücudun bağışıklık sistemini tamamiyle yeniliyor.

Çığır açan bir araştırmaya göre 3 günlük oruç yaşlılarda bile vücudun bağışıklık mekanizmasını komple yenileyerek vücudun dinçleşmesini sağlıyor.

DİYETİSYENLER ELEŞTİRİYOR AMA…
Diyet uzmanları tarafından oruç diyetleri sıkı bir şekilde eleştirilse de, araştırmaya göre vücudu aç bırakmak kök hücreleri tetikleyerek yeni akyuvar üretilmesine yol açıyor.

Güney Kaliforniya üniversitesindeki bilim adamları bu bulgunun bağışıklık sistemi zarar görmüş hastalarda mesela kemoterapi gören kanser hastalarında çığır açabileceğini belirttiler.

Ayriyeten bağışıklık sistemleri yaşlılık nedeniyle zayıflamış,ve basit hastalıklara karşı bile dirençsiz kalmış yaşlılarda da bu oruç faydalı oluyor.

Açlık vücuttaki kök hücrelerindeki bir düğmeyi aktif hale getirerek vücudun bağışıklık sisteminin kendini yenilemesini gerçekleştiriyor.

KÖK HÜCRELERE ‘AKTİF OL’ EMRİ

Kaliforniya Üniversitesi’ndeki gerontoloji ve biyolojik bilimler profösörü Walter Longo’ya göre oruç kök hücrelere ‘AKTİF OL’ emri vererek onların bağışıklık sistemini yenilemesine neden oluyor.
Ve işin güzel tarafı vücut bu bağışıklık sistemini yenilemek için gereksiz ve hasarlı parçaları yokederek bunlardan elde ettiği malzemeyle yeni sistemi oluşturuyor.

Kemoterapi yada yaşlanma nedeniyle aşırı şekilde hasar görmüş bir sistemle başlasanız bile oruç döngüleri kelimenin tam anlamıyla yeni bir bağışıklık sistemi oluşturulmasına neden oluyor.
Uzun süreli açlık, glikoz ve yağ depolarını kullanmak için vücudu zorlar ama aynı zamanda beyaz kan hücrelerinin de önemli bir bölümünü yokeder. 

Beyaz kan hücrelerindeki bu azalma kök hücre bazlı rejenerasyonu tetikler ve bu da yeni bağışıklık sistemi hücrelerinin değişimini gerçekleştirir.
Yapılan testlerde insanlardan altı ayı aşan sürelerde 2 ile 4 gün arasında oruç tutmaları istendi.

KANSER HÜCRELERİ DE AZALIYOR
Uzun süreli oruç sırasında yaşlanma ve kanser riskini ve tümör büyümesini artıran bir hormon olan enzim PKA da azalmış bulundu.
Doktor Longo’ya göre, uzun süreli açlık süresince vücut hücreleri azalan enerjiyi korumaya çalıştıkları için öncelikli olarak hasarlı ve çok verimli olmayan bağışıklık hücrelerini yok etti.

Dr. Longo, “Hem insan hem hayvanlarda ölçümlerimize göre akyuvar sayısı kayda değer miktarda azaldı. Ardından kişi tekrar yemeye başlayınca tüm akyuvarlar tekrar yerine geldi. Biz acaba nereden ortaya çıktı, nereden üredi bu akyuvarlar diye merak ettik. Kök hücrelerinin aktifleşip bunları ürettiğini sonradan bulduk” dedi.

72 saat tutulan oruç aynı zamanda kemoterapi gören kanser hastalarına da faydalı oldu.Araştırmanın yazarlarından olan USC Norris Kanser merkezi asistan profösör Tanya Dorff’a göre, kemoterapi hayat kurtarmasına rağmen vücudun bağışıklık sistemini önemli miktarda çökertir. Bu araştırmanın sonuçlarına göre uzun süreli açlık kemoterapinin zararlı etkilerini büyük miktarda azaltıyor.
Profosör Longo ayrıca “Daha fazla klinik deneyler yapılırsa ve sadece bağışıklık sistemi değil diğer organ ve sistemlerin de olumlu olarak etkilendiği bulunabilir” görüşünde.

UCL’de yeniden oluşturma ilaçları Profösörü Chris Mason’a göre: Çok ilginç sonuçlar bulunmuş. Bu araştırmaya göre 72 saatlik bir açlık sırasında vücudun akyuvar ve diğer bağışıklık hücresi sayısı hatırı sayılır miktarda azalıyor, ardından tekrar yemek yenildiğinde bu sefer hücre sayısı eskisinden de yüksek miktarda geri geliyor. Potansiyel olarak faydalı olabilir, çünkü 72 saat çok uzun bir süre değil, kanser hastalarını geri dönüşü olmayacak şekilde zarar verdirecek kadar bir süre değil. Bence en doğru devam yolu bir şekilde ilaçlarla birlikte oruç tutturmak hastalara. Ayrıca oruç konusunda kesin olarak emin olduğumu söyleyemem insanlar düzenli yemek yiyerek savaşıyorlar hep hastalıklarıyla.

Doktor Longo’ya göre oruç zarar vermiyor, tam tersine bulgulara göre fayda sağlıyor.
Kanser hastalarından yüzlerce e-mail aldım. Onkolojistleri gözetiminde oruç tutuyorlar ve çoğunda ilerleyiş olumlu yönde. Sadece az sayıda yan etki görüldü bayılma ve karaciğer işaretleyici testlerinde kötü sonuç tespit edildi. Bunun dışında herhangi bir yan etkiye rastlanmadı.

George Bernard Shaw’dan Sizi Kendinize Getirecek 10 Söz


George Bernard Shaw’dan Sizi Kendinize Getirecek 10 Söz
George-Bernard-Shaw1-e1488714077687[1]
Öncelikle bu ünlü İrlandalı yazar hakkında kısa bir bilgi vermek isterim. Resmi eğitime karşı bir tutum sergileyen Bernard Shaw, sigaraya ve alkole karşı hayatı boyunca uzak bir tutum sergilemiş aynı zamanda vejetaryen bir yaşam biçimini benimsemiştir. Hayatı boyunca 60’dan fazla oyuna imza atmıştır. 1925’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü, 1938’de Pygmalion ile Oscar’ı alarak, bu iki ödülü de alabilen ilk ve tek insan olmuştur. Sosyalizm ve kadın haklarının koyu bir savunucusu olmuştur.1950 yılında yani 94 yaşına geldiğinde ise talihsiz bir kaza sonucu oluşan yaralarının iyileşmemesinden dolayı birkaç gün sonra vefat etmiştir.

Onun anısına bazı güzel sözlerini sizinle paylaşmak isterim.

1. Bazı insanlarla yüzleşmek zordur, haksız çıkarsın. 
Çünkü onların galip gelecekleri ikinci bir yüzleri daha vardır.
2. Suskunluk, aşağılamanın en iyi anlatım biçimidir.
3. Bir kez kalp kırıldı mı, geriye dönüş yoktur bunun. Hiçbir şeye aldırmaz olursunuz. Mutluluğun sonu, huzurun başlangıcıdır bu.
4. Eğer yürüdüğün yolda engeller yoksa o yol seni bir yere götürmez.
5. Dünyada iki tane trajedi vardır. Biri kalbinizdeki tutkuyu yitirmek, diğeri ise kaybettiğiniz tutkuyu geri kazanmaktır.
6. Attığınız tokada karşılık vermeyen kişiden sakının: o hem sizi bağışlamaz hem de kendinizi bağışlamanıza olanak bırakmaz.
7. Yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmayız, oyun oynamayı bıraktığımız için yaşlanırız
8. Benim şaka tarzım doğruyu söylemektir. Doğru dünyadaki en komik şakadır.
9. Biz iki hırsız arasında kendimizi ifade ederiz. Düne ait üzüntüler ve yarına ait korkular.

10. Bütün zekâmı, yeteneğimi, şöhretimi, eserlerimi akşam eve zamanında gelip gelmeyeceğimi merak eden bir kadın için feda edebilirim!

ULUSLARARASI MEHMET AKİF ERSOY MİLLİ BİRLİK ve BÜTÜNLÜK SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ SABAHATTİN ZAİM ÜNİVERSİTESİ...

Elmalili Hamdi Yazir Hak Dini Kuran Dili Tam Tefsiri Pdf e-kitap


hak dini kur'an dili elmalılı hamdi yazır ile ilgili görsel sonucu

İBLİS

İBLİS ile ilgili görsel sonucu
İBLİS 
Bir kaç gün önceki (Utanmazlığın böylesi) başlıklı yazımda AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’dan kadınlardan özür dilemesini istemiştim. Halen ses seda çıkmadı… 
 Aslında o ve onun gibilerin anladıkları dilden konuşup yazmak gerekli ama bunu yapamam… 
Çünkü ailem beni yetiştirirken “sana taş atana sen ekmekle mukabele et kızım” diye yetiştirdi. Sana kötülük yapan birine karşı sen iyilik yap, kötülük yapan kişinin mahcup olmasına neden olur anlamındaki sözcükler, zamanımızda görüyoruz ki pek işe yaramıyor. Bazılarının yüzüne tükürsen “yarabbi şükür” diyen pişkin kişiler. 
TBMM’nde yumruklaşmaların yanı sıra AKP’li vekillerin bazılarının nasıl küfürler ettiklerini gördükçe izleyenlere, bilhassa çocuklara nasıl kötü örnek olduklarını üzülerek izliyoruz. Orası yetmiyor sosyal medyada da yazıyorlar. 
 Kadınlar adeta ortaçağda ki gibi hakir görülüyor ve hakaretlere uğruyorlar. Otobüste kıyafetini beğenmiyor yumrukluyor. Kendisinden boşanmak isteyen kadını öldürüyor. VS VS… Benim çocukluğumda mebus derlerdi milletvekillerine. 
 Devlet adamı derlerdi. Bir ağırlıkları, efendilikleri vardı. Şimdi öyle mi? Sokak serserilerinden farkları yok bazılarının. Hani bir hikâye vardır “padişah olmuş ama adam olamamış” derler ya… Birbirini kovalayan olaylar, sözler öylesine şişirmişti ki beni Şamil efendinin Sn.Ömerağaoğlu’na ettiği söz bardağı taşırmıştı. Kısa adı YARSAV olan Birliğin kurucu başkanlığını ve bir dönem de başkanlığını yapan ve YARSAV’ın Uluslararası Yargıçlar Birliği dâhil birçok uluslararası örgüte üyeliğinin gerçekleşmesini sağlayan, ülkemizdeki yargıçlık ve savcılık mesleği ile ilgili konuların ilk kez uluslararası alana taşıyan, YARGI-SEN’in kurucu başkanlığını ve bir dönem de başkanlığını yapan şimdilerde serbest avukatlık yapan değerli bir kişinin elbette sözcülüğünü asla yapamam ve haddim değildir ama ne dedim bardak taşmıştı bende… O şahıstan tüm analar ve kadınlardan özür dilemesini bekliyorum. O, özür dileyene kadar da yazacağım. 
 *** Gelelim kendisini tarihçi sanan bir zavallı budalaya. Yani Kadir Mısırlıoğlu denen herife. Türkün Atası olan Atatürk’e hakaretleri ile tanıdık onu. Şimdi bakın neler demiş. “Demokrasiye geçişten beri sapa sapa kötülük azalmakta iyilik çoğalmaktadır.” Yarı yoldayız. Nasıl buluğ çağına ermemiş çocuğa evlenmiyorsun diyemezsen hükümete de niye şeriat ilan etmiyorsun diyemezsin. 
 Vakti var. Sizin nesliniz İslamın mutlak galebisini, küfrün mutlak yıkılışını, heykellerin köpek leşi gibi sürüklendiğini göreceksiniz” . Sizin nesliniz derken kimi,kimleri ima ettiği açıkça meyanda. Bu tescilli herif İslamın mutlak galebisini, küfrün mutlak yıkılışının diyor ya, günümüze baktığımızda bir zamanlar toplumun en güvenilen, saygı duyulan insanlarından olan imamların bir kısmının bugün siyasete nasıl bulaştıkları ve nasıl kötü olaylarla adlarını duyurduklarını görmekteyiz. Resmen sapıklaştılar. 
Din kisvesi altında apuk sabuk beyanları bir yana küçük çocuklara tecavüzleri ile anılmaya başladılar. (Kadınlar pantolon giymesinler, kaşlarını almasınlar, “Babanın kızını kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duyması, bu tür bir haramlık oluşturmaz” gibi…) Gerek küçük erkek çocuklara, gerekse küçük kızlara kuran kurslarında, İmam Hatip Liselerinde yapılan cinsel istismarları yazmaya kalksak inanın kocaman bir kitap olur. Daha geçtiğimiz Temmuz ayında Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde imam olan Y.Ö.nün 5 kız çocuğuna cinsel tacizde bulunması gibi. 
 Karaman’da sekiz 10 yaşlarında 45 erkek öğrenciye dini vakıf yurdunda cinsel istismarda bulunan sınıf öğretmeni Muharrem B. Gibi… 
 AKP den önce de belki böyle sapıklıklar mutlaka vardı ama bu kadar su yüzüne çıkmamış böylesine salgın hale gelmemişti. Sebebi siyasi iradenin engelleyici olmak ve yaptırım uygulamak yerine cesaret verici tavra bürünmesidir. Not: Bu arada saygın sadece görevini yapan imamları tenzih ederim. 
 *** Gelelim heykellerin yerlerde süründürülmesine. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Atatürk heykellerine saldırıların yapılması karşısında da siyasi irade yukarıda dediğim üzere aynı cinsel istismarda olduğu gibi cesaret verici tutum takınmaktadır. Ne hikmetse saldırıları yapanların hepsi de akıl dengesi bozuk kişiler oluveriyorlar.(!) Akıl hastanesinde tedavi görmüş, Erdoğan’a yakınlığı ve Atatürk’e saldırıları ile tanınan, kafasında fesle dolaşan bu yobazın Cumhurbaşkanlığı Sarayında ağırlanması bir skandaldır. 
 Çünkü adı geçen ve davet edilen adam olsa, olsa bir saray soytarısıdır. Bu durum Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hiç yakışmamaktadır. Üstelik kendisinin de Atatürk’ü silme amacında olduğunun beyanıdır. Unuttukları veya görmedikleri bir hususu buradan hatırlatmak isterim 
SN. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a. Altın yere düşmekle pas tutmaz. Heykelleri kırılsa ama asla yerlerde sürüklenemez. Türk Milleti buna izin vermez… O iblis Saddam ile karıştırıyor sanırım. Atatürk’e saldırılar Türk Milletini daha çok ona bağlıyor ve sevgisi katlanıyor. 
 Atatürk ilke ve İnkılâplarına daha çok sarılıyor. Çünkü Atatürk, bu millet ve devleti için sevgi, özgürlük, bilim ve tam bağımsızlık demektir. Tünay Süer 5 Ekim 2017

BETER OLSUN


BETER OLSUN
İlgili resim
BETER OLSUN
BANA SÖZ VERİPTE SÖZDEN
DÖNEN BENDEN BETER OLSUN 
ARKAMDAN KONUŞUP YÜZE 
GÜLEN BENDEN BETER OLSUN
BETER OLSUN BETER OLSUN 
ŞU OLANLAR YETER OLSUN 
GÜLÜPTE PEŞİMDEN BANA 
BAKAN BENDEN BETER OLSUN
ZEHİRDE İÇİRİP BALDA 
AKILLI OLURLAR MALDA 
DÖNÜPTE TAM YARI YOLDA 
KOYAN BENDEN BETER OLSUN
KİMSE GÖRMEZ HİÇ ACIMI 
İÇTE DUYARIM SANCIMI 
OKULDA,DERSTE BACIMI 
ÜZEN BENDEN BETER OLSUN
İNSAN SANIP DOST BİLDİĞİM 
KARDAŞ DEYİP ÇOK SEVDİĞİM 
SIRDAŞ BİLİP SIR VERDİĞİM 
İNSAN BENDEN BETER OLSUN
DELİ GÖNLÜM KABA SIĞMAZ 
YİĞİT ERLER DAHA DOĞMAZ 
BU DEVİRDE HALA BAĞNAZ 
OLAN BENDEN BETER OLSUN
DOSTLAR GİBİ GÖRÜNÜPTE 
YILAN GİBİ SOKULUPTA 
EN ZOR GÜNDE BIRAKIPTA 
GİDEN BENDEN BETER OLSUN
SEVER DURUR HEP HUYUMU 
HER ZAMAN İÇİP SUYUMU 
MEĞER ARKAMDAN KUYUMU 
KAZAN BENDEN BETER OLSUN
NE İÇİ BELLİ NE ZAHİR 
NE TEMBEL OLUR,NE MAHİR 
EKMEK DEĞİL,BANA ZEHİR 
VEREN BENDEN BETER OLSUN
YAZDIM YETMEDİ KELİME 
TUZ BASTILAR ŞU DERİME 
BENİ ŞİMDİKİ HALİME 
KOYAN BENDEN BETER OLSUN
ANLAR BİLE DESEM TAŞA 
İNSANMISINIZ SİZ HAŞA 
İYİLİK YAPIPTA BAŞA 
KAKAN BENDEN BETER OLSUN
YA ONLAR SALAK,YA BEN SAF 
YETER BUNCA YANLIŞLIK GAF 
DİN,KUR’AN,EZANIMA LAF 
EDEN BENDEN BETER OLSUN
SEVMEK NEDİR HİÇ BİLMEYEN 
SIRTIMIZDAN HİÇ İNMEYEN 
YALAN YANLIŞ SÖZ SÖYLEYEN 
AZAN BENDEN BETER OLSUN
GİTTİ DİZİMDEKİ DERMAN 
NE DİN KALDI NEDE İMAN 
İSLAM’I YIKMAYA FERMAN 
VEREN BENDEN BETER OLSUN
SOLDU DAHA AÇMAZ GÜLÜM 
DOSDOĞRUDUR BENİM YOLUM 
GARİBE MAZLUMA ZÜLÜM 
EDEN BENDEN BETER OLSUN
KÜFREDER HEP SANA BANA 
NE BABA DİNLER NE ANA 
HİÇ ACIMADAN İNSANA 
KIYAN BENDEN BETER OLSUN
TOPRAK AYRILDI ZEMİNDEN 
UMUT KALMADI YARINDAN 
YEMİN EDİPTE YEMİNDEN 
DÖNEN BENDEN BETER OLSUN
KALMADI ARTIK GÖZDE YAŞ 
KARDEŞLE YAPTILAR SAVAŞ 
SİNSİ SİNSİ YAVAŞ YAVAŞ 
SOKAN BENDEN BETER OLSUN
GEZDİM,GÖRDÜM PAZAR,ÇARŞI 
ZALİMLER KAPLAMIŞ ARŞI 
DURUPTA HAKSIZLIĞA KARŞI 
SUSAN BENDEN BETER OLSUN
MÜZİK DİNLE AZ OYALAN 
TELEVİZYON YALAN DOLAN 
GAZETEDE YANLIŞ YALAN 
YAZAN BENDEN BETER OLSUN
İPLİK BULUNMAZ YIRTIĞA 
GÖZ YUMULURDA SÜRTÜĞE 
ŞU ZAMANDA BAŞ ÖRTÜYE 
TAKAN BENDEN BETER OLSUN
AHMET DERKİ ŞU DERDİME 
BOYUN EĞMEM HİÇ ZALİME 
AĞU, ZEHİRİ DİLİME 
SÜREN BENDEN BETER OLSUN


AHMET BAL

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Lut Ve Lut Kıssası ..


Kur’an-ı Kerim’de Hz. Lut Ve Lut Kıssası ..


Kur’an-ı Kerim’de Hz. Lut Ve Lut Kıssası ..

Yazı Sahibi: Cemaleddin Cuma Atay

Hz. Lut’un Soyu

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Lut’un kimliği, doğum yeri, yaşadığı zaman dilimi ve babasının kim olduğu hakkında detaylı bilgi yoktur. Kur’an-ı Kerim’e göre, kıssaların meydana geldiği yıl ve gün, şahısların kimlikleri ve bunların tarihi kronolojik sıraya göre verilmesi önemli değil, olayın ibret ve öğüt alınacak noktaları önemlidir. Bizler Hz. Lut’un künyesi hakkındaki ayrıntılı bilgileri bazı tefsir kaynaklarından ve tarih kitaplarından öğrenebilmekteyiz. İslami kaynaklarda geçtiği üzere Terah’ın üç tane oğlu vardır. Haran, İbrahim ve Nahor. Hz. Lut, Haran’ın oğlu, (Azer)Terah’ın torunu ve Hz. İbrahim’in yeğenidir. Bu bilgiler Kitab-ı Mukaddes’teki bilgilerle de örtüşmektedir. Hz. Lut, babası Haran’ı küçük yaşlarda kaybetmiş ve belli bir dönem için amcası Hz. İbrahim’in himayesi altına girmiştir. Bu meyanda Muhammed Esed Kuran Mesajı kitabında Hz. Lut’un peygamberlerin atası olan Hz. İbrahim’in soyundan gelmemesine rağmen iki sebepten ötürü Hz. İbrahim’in zürriyetinden sayıldığını ifade etmektedir. Birincisi, Hz. Lut’un babası Haran’ın ölmesiyle birlikte ilk gençlik yıllarından itibaren belli bir döneme kadar Hz. İbrahim’i babasının ardından giden bir çocuk gibi takip etmesi ve Hz. İbrahim’in himayesi altına girmesi. İkincisi, eski Arapça kullanımında amcanın çoğunlukla “baba” olarak ve yeğenin de “oğul” olarak tanımlanmasıdır. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de genelde Hz. İbrahim ile ilgili ayetlerin devamında Hz. Lut’un isminin zikredilmesi de Hz. İbrahim ile Hz. Lut arasında bir kan ve dil bağının olduğunu göstermektedir.
Hz. Lut’un soyunu araştırırken peygamberlerin atası olan ve Hz. Lut’un amcası İbrahim (a.s) hakkında da kısaca bilgi vermek istiyoruz. Hz. İbrahim, En’am suresinde anlatıldığı üzere kendi toplumunun putperestlik paralelinde gelişmiş değerlerini kabul etmeyerek tek başına put yapan ve puta tapan babası Azer  dâhil tüm putperest kavmini karşısına almış ve tevhit mücadelesini korkusuzca yerine getirmiştir. Bu çerçevede daha küçük yaşlarda babasını kaybeden ve amcası Hz. İbrahim’in himayesinde yaşayan Lut (a.s), Hz. İbrahim’in Allah Teâlâ’nın kâinatın yegâne hâkimi ve yaratıcısı olduğuna dair sözlerini işitmiş ve ona ilk iman eden kişi olmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu husus şu şekilde ifade edilmektedir :
“ Lut ona (Hz. İbrahim’e) iman etti. Doğrusu ben Rabbime hicret ediciyim. O şüphesiz Azizdir, Hakimdir dedi.”
Rivayetlere göre Lut (a.s) ve kavminin yaşamış olduğu yer günümüzde Ürdün olarak bilinen Irak ile Filistin arasındaki topraklardır. Kur’an-ı Kerim, Lut (a.s) kavminin yaşadığı yerin cahiliye Arapları tarafından gerçekleştirilen ticaret kervanlarının yolu üzerinde olduğunu şu ayetlerle anlatır :
“Siz sabah akşam, onların yaşadıkları yerlerden geçmektesiniz. Düşünmeyecek misiniz?”, “O şehrin kalıntıları işlek yollar üzerinde hala durmaktadır . Bunda iman edenler için bir ibret vardır.”

Hz. Lut’un Hz. İbrahim İle Yolculuğu

Hz. İbrahim, kendisinin kâinatın yaratıcısı ile ilgili söylediği sözlerini dinlemeyen kavmini uyarmış, babasının ve kavminin putlarını kırmış ve tek bir

Allah’a yönelmelerini sağlamaya çalışmıştır. Fakat kavmi, onun davetini dinlemeyerek onu ateşe atıp yakmak istemiştir. Hz. İbrahim, bu olaylar üzerine evini ve yurdunu terk ederek Milattan önce 1800 yılları civarında Allah Teâlâ’nın emir ve işaret buyurduğu topraklara hicret etmiştir. İbrahim (a.s), bu yolculuğunda Hz. Lut’u, eşi Sara’yı ve kendisine tâbi olan sahabileri yanına alıp ilk önce Harran şehrine gitmiştir. Bir müddet burada ikamet ettikten sonra buradan Şam şehrine; fakat burada da kıtlık baş gösterince Mısır’a hicret etmiştir. Mısır’da Allah, Hz. İbrahim ailesine ve Hz. Lut’a geçim bolluğu, servet ve hizmetçiler ihsan etmiş; ancak, Firavun’un saldırısı ve zulmünden dolayı Hz. İbrahim, yanındakilerle birlikte buradan ayrılmak zorunda kalmıştır. Hz. İbrahim, tekrar Şam’a doğru hareket ederek Filistin toprağındaki Seb’ denilen yerde konaklamış ve buranın yöneticisi olmuştur. Hz. Lut ise vaaz ve tebliğin inceliklerini, davetin zorluklarını bu yolculukla amcasından öğrenmesiyle birlikte Allahın emriyle kavmini irşat etmek üzere Ürdün topraklarında Ölü Deniz kıyısındaki Sedum (Sodom) bölgesine yerleşmiştir. Böylece Hz. Lut bu topraklardaki insanların hem yöneticisi hem de peygamberi olmuştur.

Adsız
Hz. Lut’un Sodom bölgesine hicretiyle alakalı İslami kaynaklarda muhtelif görüşler yer almaktadır. Asım Köksal Peygamberler Tarihi kitabında Hz. İbrahim’in Hz. Lut’a, sahip oldukları malların, küçük ve büyük baş hayvanların çokluğu ve otlatılacak alanların eksikliği nedeniyle Sodom ve Gomora bölgesine yerleşmesi gerektiğini belirtmesi nedeniyle yani tavsiye üzere Hz. Lut’un Hz. İbrahim’in yanından ayrılarak Sodom bölgesine yerleştiğini ve daha sonra burada görevlendirildiğini ifade etmektedir. Burhanoğlu Kadı Nasıruddin Rabguzi Kısasu’l Enbiya adlı eserinde ise bu konuyu şu şekilde açıklamıştır: Hz. Lut, İbrahim (a.s) ile birlikte Mısır’dan döndükten sonra Mukaddes topraklarda çiftçilikle uğraşıyordu. Bir gün Cebrail (a.s) kendisine görünüp Sodom bölgesine Allah tarafından peygamber olarak tayin edildiğini belirtti. Lut (a.s) da “Acaba bu işi yapabilir miyim?” diye endişelendi ve gidip durumu amcası Hz. İbrahim’e bildirdi. Hz. İbrahim her ne olursa olsun ilahi emre boyun eğmesi gerektiğini Hz. Lut’a tavsiye etti. Hz. Lut ilahi emir üzere Sodom bölgesine hicret etti.
Mevdudi Tefhimu’l- Kur’ân kitabında şöyle der :
“Ne yazık ki, Yahudiler tarafından tahrif edilmiş olan eldeki Kitab-ı Mukaddes’te Hz. Lût’un şahsiyeti lekelenmiştir. Başka hususlar bir tarafa Ürdün topraklarında icra ettiği vazife, İbrahim’in sığır sürüleri ile arasında çıkan bir anlaşmazlık sonunda mümbit bir toprağa göç olarak tanımlanmıştır. Fakat Kur’ân bu iddiayı çürütür ve Hz. Lût’un bir Resul olarak tayin edilmiş olduğunu ve oraya halkı ıslah etmek için gönderildiğini söyler.”
Biz bu konuda Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ’nın “Şüphesiz Lut da gönderilmiş peygamberlerdendir” sözünden hareketle Hz. Lut’un Kitab-ı Mukaddes’te iddia edildiği gibi amcası Hz. İbrahim’in çobanlarıyla kendi çobanları arasında çıkan bir anlaşmazlık nedeniyle mümbit toprakları tercih ettiği için değil, hakeza mallarının çokluğu nedeniyle amcası Hz. İbrahim’in tavsiyesi üzere değil, sadece Allah’ın emri ve dilemesi nedeniyle amcası Hz. İbrahim’den ayrılarak Sodom bölgesine hicret ettiğini düşünmekteyiz.

Hz. Lut’un Peygamberliği

Kur’an’a göre Peygamberler, Allah’ın dinini yeryüzünde temsil eden, Allah’ın mesajını insanlara ulaştıran, hak ile batıl arasında müjdeleyici ve sakındırıcı olarak hayatlarını cihada adayan, insanlar arasından Allah tarafından seçilmiş günahsız kişilerdir. Nitekim Lut (a.s) da kaynaklarda ifade edildiği üzere şirke, delalete, cehalete, çirkin bir fuhşa bulaşmış kavme doğru yolu gösterici olarak Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Lut’un kavmini hakka davet etmesi için resul olarak tayin edildiği aşağıdaki ayetlerde açıkça ifade

edilmektedir.

“ Süphesiz Lut da gönderilmiş peygamberlerdendir.”
“ Kardesleri Lut, onlara şöyle demişti: Allah’a karsı gelmekten sakınmıyor musunuz? Şüphesiz ben sizin için emin bir peygamberim.”
“ Lut’u da peygamber olarak gönderdik. O vakit kavmine şöyle demişti. Siz görüp durduğunuz halde hala bu çirkin işi mi yapıyorsunuz?”
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Lut’un peygamberlik vasfına ilaveten kendisine verilen ilim, hikmet ve hidayet gibi bir takım üstünlük ve faziletlerin de olduğunu görmekteyiz. Bu noktada En’am suresinde, Allah Teâlâ’nın Hz. Muhammet’e örnek olarak sunduğu on sekiz peygamber anlatılırken şöyle denilmektedir .
“İsmail’e, Elyasa’ya, Yunus’a ve Lut’a da hidayet verdik. Hepsini âlemlere üstün kıldık.”
Enbiya suresinde Hz. Lut’a verilen nimetler şöyle sıralanmaktadır.
“Lût’a da hüküm ve ilim verdik. O’nu çirkin isler yapan bir kentten kurtardık. Gerçekten onlar kötü bir kavimdiler. Ve onu rahmetimizin içine soktuk. Çünkü o Salihlerden birisiydi”
Bu ayetlerde Hz. Lut’a dört farklı nimet verildiği zikredilmektedir. Müfessirlere göre bu nimetler ve ihtiva ettikleri manalar şu şekildedir.
a. Hüküm ve Hikmet: Adaletle hüküm vermeyi ve hikmetli davranmayı sağlayan bilgi.
b. İlim: Vahiy bilgisine sahip olup din işlerini kavramak.
c. Lut kavminin yaptığı kötülüklerden ve azaptan kurtulması.
d. Rahmete dâhil edilip salihler zümresine nail olması. Buradaki rahmetten maksadın İslam, sevap veya cennet olduğu belirtilmiştir .
Kaynaklarda geçtiği üzere Hz. Lut, Semud ile Medyen arasında yaşayan bir millete Hz. İbrahim’in şeriatı üzerine peygamber olarak görevlendirilmiştir . Bu bölge Kur’an-ı Kerim’de altı üstüne getirilen, tersyüz edilen bölge manasında el- Mü’tefikat olarak isimlendirilmektedir. Kaynaklarda Hz. Lut’un peygamberlik yaptığı el-Mü’tefikat bölgesinde beş şehrin bulunduğu rivayet edilmektedir. Bu şehirler: Sodom, Admah, Sebaim, Soar ve Amora’dır.

KUR’AN-I KERİM’DE LUT KISSASI

Lut Kavmini Helake Götüren Sebepler

Kur’an-ı Kerim’de Lut (a.s) kavminin helakine sebep teşkil eden en belirgin günahın cinsi sapıklık olan homoseksüellik olduğu çeşitli ayeti kerimelerde anlatılır.
“Hani Lut kavmine şöyle demişti: Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayâsızlığı mı yapıyorsunuz? Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.”
“Lut kavmine şöyle demişti: Gerçekten siz kendinizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı çirkin işi yapıyorsunuz.
“Lut’u da Peygamber olarak gönderdik. O zaman kavmine şöyle demişti: Siz görüp durduğunuz halde hala bu çirkin işi mi yapıyorsunuz.”
joseph_find_cup1
Ayet meallerinde ifade edildiği üzere eşcinsel ilişki ilk defa Lut (a.s) kavmiyle birlikte başlamıştır. Fahreddin Razi bu konuda şu şekilde bir izahta bulunmuştur. Lut kavmi öncesinde de bireysel olarak bu çirkin iş yapılmış olabilir. Fakat ayette kastedildiği üzere kavmin çoğunun birlikte bu çirkin işi yapması, aynı zamanda bu kötü fiili işlemek suretiyle haddi aşarak ısrar etmesi bu manada bir ilk olmuştur. Ali Bulaç Din ve Modernizm kitabında ise eşcinselliğin ilk önce Lut kavmiyle birlikte Mezopotamya’da daha sonra da Yunan’da görüldüğünü ve bunun da Kur’an’ın dediğine uygun olduğunu ifade etmektedir.
Allah Teâlâ, bize göre burada “Sizden önce âlemlerden hiç kimse bunu yapmamıştır.”sözüyle bu olayın insanlık tarihi açısından korkunç bir suç, çok adi bir başlangıç olduğunu vurgulamaktadır. Aynı zamanda böyle kötü bir işte öncülük yapmanın vebalinin çok ağır olacağına dikkat çekmektedir. Nitekim Nisa suresinde ifade edildiği üzere iyiliğe öncü olanlar ondan bir sevap kötülüğe öncülük edenler de ondan bir pay alırlar. Yukarıdaki ayetlerde Lut (a.s) kavminin en kötü illeti olan eşcinselliğe değinilmiştir. Lut kavminin adı homoseksüellikle özdeşleşmiş, homoseksüellik Lut

kavminin bir simgesi haline gelmiştir. Nitekim Şuara suresinde şöyle denilmiştir:

“Rabbinizin sizin için helal yarattığı eşlerinizi bırakıyor, erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz haddi aşan bir kavimsiniz.”
Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ, erkek ve dişiyi tek bir parçanın birbirini tamamlayan iki öğesi olarak yaratmış, üreme yoluyla bu iki cinsin hayatını

sürdürmesini ve üremenin de erkek ve dişinin birleşmesiyle olmasını dilemiştir. Fakat Lut kavmi Allah’ın koyduğu bu düzene karşı çıkmış ve haddi aşmıştır. Sadece eşcinsel ilişkiye girmeleri bir yana kendileri için doğal yolun tamamen kapalı olduğunu söyleyerek kadınlardan uzak durmuşlar, ahlaksızlığın ve hayâsızlığın son haddine ulaşmışlardır. Nitekim tarihçilerin ve müfessirlerin beyanına göre bu insanlar arasında erkekler, cinsel ilişkiye girmeleri bir yana birbirleriyle de evlenip nikâhlanıyorlardı.

Kur’an- Kerim’de Araf suresinde Allah Teâlâ “Doğrusu siz ölçüyü aşan müsrif bir kavimsiniz.” demektedir. Buradan hareketle Lut kavminin verilen cinsel güç nimetini amacı dışında kullanarak toplum içinde önemli bir yere sahip olan aile kurumunu zedelemesi ulaştıkları israf boyutunu da bizlere göstermektedir. Kur’an’a göre Lut kavminin haddi aşarak eşcinsel ilişkiye girmesi cahil bir topluluk olduğunu da ortaya koymaktadır. Lut kavminin cahilliği, müfessirlere göre iki anlam ihtiva etmektedir. Fakat akla gelen ilk anlamda burada vurgulanan cahillik, Lut kavmi insanlarının güzel ve çirkini ayıramayacak derecede, yaptığı işin sonunu kestiremeyecek kadar ilimden yoksun ve bilgisiz olması değildir. Esas itibariyle Lut kavminin cahilliği homoseksüelliğin bir fuhuş ve hayâsızlık olduğunu bilip ahmaklıkları ve taşkınlıkları nedeniyle bu işi yapmalarıdır. Daha değişik bir ifadeyle Lut kavmi insanları, güzel ile çirkin arasındaki farkı ayırt edemeyen ve düşünemeyen beyinsiz cahillerin davranışıyla davrandıkları için ve bunda da ısrar ettikleri için cahil bir topluluk olmuşlardır. Lut kavminin cahil bir topluluk oluşunu ilk etapta bir helak nedeni olarak göremeyiz. Ancak, Hz. Lut’un cahilliklerinden vazgeçmeleri için yaptığı uğraşı sonucunda kavmin cehalette ısrar etmesini helake sebep teşkil edecek önemli bir faktör olarak görebiliriz.
Lut kavmini helake götürecek özelliklerinden bahseden bir diğer ayet de şudur:
“Siz kadınları bırakıp erkeklere gidecek, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizce şeyler yapacak mısınız?…”
Bu ayette Lut kavminin eşcinsellik yanında yol kesmek, toplantılarda edebe aykırı fiiller işlemek gibi günahlarından bahsedilmiştir. İslam tarihçilerine göre Lut kavminin yol kesmesi konusu şu şekilde açıklanmıştır. Sodom ve çevresinde yaşayan Lut kavmi insanlarının kendilerine ait yol üzerinde

meyve bahçeleri ve bostanları bulunmaktaydı. Yağmursuzluktan kuraklık ve kıtlığa uğradıkları zaman bahçelerini dışarıdan gelecek yabancı kişilere karşı korumak için şehirlerine gelen misafirlerin geçtikleri yolu kesip elbiselerini soymuşlar, mallarını almışlar hatta erkek ve kadın dinlemeden ırzlarına geçip öldürmüşler ve bunu da adet edinmişlerdi. Bunun yanında Lut kavmi erkekleri yol kenarında oturup yoldan geçenlere yanlarında bulundurdukları kaptaki taşlardan atıyorlar ve bu taş kime isabet ederse o kişiyi kendisiyle fuhuş yapılmaya daha layık görüyorlardı. Zorla fuhuş yaptıkları kişiyi de kendilerine borçlu çıkarıyorlardı. Fuhuş yaptıkları kişi şikâyetçi olması durumunda ise hâkim ters bir hukuk mantığı ile hareket ederek fail lehine karar veriyordu. Lut kavminin yol kesmesi konusuna Muhammed Esed ise farklı bir bakış açısı getirmiştir. Esed’e göre Lut kavminin erkekleri, kadınları bırakıp azgın bir şehvetle erkeklere yaklaşmakta ve bu yolla neslin meydana gelmesi için gereken normal yoldan cinsel ilişkiyi bırakıp üremeye elverişsiz bir yönde şehveti kullanarak neslin devamını engellemiş oluyorlardı. Dolayısıyla Lut kavminin yol kesmesinden maksat Esed’e göre neslin sağlıklı bir şekilde sürdürebilirliğinin kesilmesi olarak anlaşılmıştır. Yukarıdaki ayet mealinde ifade ettiğimiz helake götürecek Lut kavminin başka bir günahı ise toplantılarında, bir araya geldiklerinde edebe aykırı fiiller işlemeleridir.

Rivayetlere göre Lut kavminin günahkâr erkekleri, toplanmakta oldukları oturma yerlerinde birbirlerine karşı galiz sözler söyleyip kendilerine

yakışmayacak fiiller işliyorlardı. Bunlardan hiçbirisinde de birbirlerini ayıplamıyorlardı. Onlar meclislerinde birbirlerinin elbiselerini açıp mahrem yerlerini teşhir ediyor, birbirlerine karşı müstehcen şakalar yapıyor, erkek erkeğe ve açıktan açığa hep beraber birbirlerinden utanmadan cinsel ilişkiye giriyorlardı. Tefsir kitaplarında yapılan yorumlara göre Lut kavmindeki erkeklerin homoseksüel bir ilişki içerisinde olmaları neticesinde kavimdeki kadınlar, cinsel ihtiyaçlarını kocalarından karşılayamamışlar ve bunun sonucunda da kocalarına karşı duydukları nefretin bir yansıması olarak cinsel arzularını hemcinsleriyle giderme yolunu seçmişlerdir. Yani kavimde erkek erkeğe bir homoseksüel bir ilişki olmakla beraber kadınlar arasında da eşcinsel bir ilişki meydana gelmiştir. Dolayısıyla bu durum ahlaki değerlerini kaybetmiş bir toplumun yok edilmesine önemli bir sebep teşkil edecektir. Ayetlerde bu kavme yönelik eleştiri ve tenkitler genelde aynı mahiyette olsa da tefsir kitaplarında yapılan yorumlarda bu kavmin diğer özellikleriyle alakalı helak sebebi sayılan bir takım bilgiler bulabilmekteyiz. Bu çerçevede toplantı yerlerinde bulunurken yanlarından geçenlere taşlar atıp alay ve hakaret etmeleri, sesli bir şekilde karşılıklı yellenmeleri, birbirlerine yuvarlak hale getirilmiş çamurları atmaları, parmaklarını boyamaları ve kıtlatmaları, ıslık çalmaları, güvercinle oynamaları, boyanmış kadın elbisesine benzer kıyafetler giymeleri aynı zamanda kadınların da erkek elbisesine benzer kıyafetler giymeleri, horoz ve koçları dövüştürmeleri, yoldan geçen herkesten tayin edilmiş bir vergi toplamaları Lut kavminin zikredilen diğer günahlarıdır. Hicr suresinde anlatılan Lut kavminin bir diğer günahı, Hz. Lut’un evine genç ve yakışıklı suretinde gelen konukları, toplumun ortasında şehvet ve şiddetli cinsi arzulardan gözleri dönmüş bir şekilde ve cinsi açıklarını gidermek amacıyla Hz.

Lut’tan talepte bulunmalarıdır. Hz. Lut her ne kadar bu hareketlerinden vazgeçirmeye çalışsa da kavim, Hz. Lut’un sözlerini dinlememiş yani zulümde ısrar etmiştir. Ayrıca Lut kavminin peygamberlerini yani Hz. Lut’u yalanlamaları ve tebliğini engellemek amacıyla onu şehirlerinden kovmakla tehdit etmeleri helake götürecek kavmin son hareketleri olmuştur.

Hz. Lut’un Kavmine Tebliği ve Tebliğinde Karşılaştığı Zorluklar

Hz. Lut, tebliğle görevli bir peygamber olarak Sodom bölgesine gittiğinde öncelikle Allah tarafından görevlendirilen bir peygamber olduğunu kavmine

açıklamıştır. Lut (a.s) kırk yıl süren peygamberlik döneminde peygamberlik görevini açıkladıktan sonra kavmini hak yola çağırırken bütün peygamberler gibi ilk tebliğ ettiği husus takva olmuştur. Takva, lügatte, korkulacak şeylerden kendini korumak, şer’i manada ise mahsurlu şeyleri terk etmek suretiyle nefsi günahlardan korumak manasındadır. Hz. Lut, günahkâr olan ve hiçbir edepsizlikten çekinmeyen, kötülükler işleyen kavmini takvaya yani Allah’a karsı gelmekten sakınmaya, kulluk bilincine ve kendisine itaate çağırarak peygamberlik görevine başlamıştır.
Kur’an-ı Kerim, Hz. Lut’un kavmini Allah’a davetini şöyle açıklamaktadır:

” Hani kardeşleri Lut, onlara dedi ki; Siz hiç Allah’tan korkmaz mısınız? Gerçekten ben, size gönderilen güvenilir bir peygamberim. Öyleyse Allah’tan korkunuz da çağrıma uyunuz. Ben bu çağrı hizmetime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum , benim çabalarımın karşılığını verecek olan âlemlerin Rabb’idir ”
181068_oe03d
Burada dikkat çekmek istediğimiz önemli bir husus vardır. Hz. Lut kavmini Allah’a davet ederken, Siz hiç Allah’tan korkmaz mısınız? Allah’tan korkunuz da çağrıma uyunuz demektedir. Lut kavmi ise bu sözleri işittikten sonra Hz. Lut’a, “Allah nedir?”, “O’nun âlemlerin yaratıcısı oluşu nereden çıktı?” veya “Bizim ve bütün yaratılmışların Rabbi oluşu nereden geliyor?” şeklinde bir söz söylemiyor. Dolayısıyla burada açık bir şekilde söyleyebiliriz ki, Hz. Lut, kavmine Allah’ın varlığını ve birliğini anlatmaya, onu tanıtıp ispat etmeye çalışmamıştır. Bilakis Lut (a.s), Allah’ın varlığını, O’nun yaratıcı ve Rab olduğunu bilen topluma muttaki olmayı ve yaptıkları çirkin işten vazgeçmelerini öğütlemiştir. Mevdudi bu konuda şu şekilde bir izahta bulunuyor: Lut kavminin asıl suçu Allah Teâlâ’nın ilâhlık ve rabliğini inkâr değildir. Onlar Allah Teâlâ’nın tabiat âlemi üstünde bir ilâh ve Rab

olduğuna inanmaktadırlar. Fakat O’na itaat etmemekte, ahlâkî, medenî ve toplumsal yaşayışlarında O’nun kanunlarına uymamakta ve O’nun elçisi Lût (a.s)’un hidayet çağrısına kulak asmamaktadırlar. Bu çerçevede Lut kavminin Allah’ın varlığı ve birliğini, Hz. Lut’un kavmine peygamber olarak gönderilmeden önce Mezopotamya yöresindeki Allah’a inanan kişilerin tebliği sayesinde öğrenmiş olabileceğini düşünmekteyiz. Fahreddin Razi ise bu konuda farklı bir düşünce ortaya koymuştur. Razi’ye göre Hz. Lut’un Kur’an’da tevhidi emrettiğinden bahsedilmemesi kavmine tevhidi emretmediğini göstermez. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de her peygamberin ön plana çıkartılan tayin edilmiş bir görevi vardır. Bu noktada Hz. İbrahim ve Hz. Lut’un birbirlerine yakın coğrafyada yaşamaları hasebiyle Hz. İbrahim’in Kur’an’da ön plana çıkartılan, Hz. İbrahim’e has olan görevi şirk ile mücadele, Hz. Lut’a ait olan Allah tarafından tayin edilmiş, Kur’an’da ön plana çıkartılan Hz. Lut’un görevi ise çirkin bir fuhşa bulaşmış kavmi doğru yola iletmektir.

Hz. Lut, kavmine gönderilen güvenilir bir peygamber olduğunu açıkladıktan sonra tebliğ vazifesinde kavmini, mücrim, hayâsız, günahkâr ve fasık, fuhuş işleyen, yol kesen, cehalette ısrar eden, haddi aşan insanlar olarak nitelendirerek kınamış ve azgınlıklarında ısrar ettikleri takdirde kendilerine Allah’ın azabının geleceğini söyleyerek yaptıkları bu çirkin işlerden vazgeçmelerini öğütlemiştir. Fakat günahkâr kavim, Hz. Lut’u ilk fırsatta yalancılıkla itham etmiştir. Buradaki yalancılıkla suçlama konusunu biraz açmamız gerekiyor. Çünkü Lut kavmi, Hz. Lut’un söylediklerinin yanlış ve yalan olduğuna gerçekten inandıkları için Hz. Lut’u yalancılıkla suçlamamıştır. Lut kavmi bu çirkin işin fıtratı bozma mahiyetinde olduğunun idrakindeydi. Dolayısıyla Lut kavmi, erkeklere karşı duydukları kuvvetli şehvetin bir gereği olarak bu duygularını bırakmak istemedikleri için ve mutlak bir hürriyete sahip olmayı istedikleri için Hz. Lut’un söylediklerini yalan ve yanlış olarak nitelendirmiştir. Daha önce de açıkladığımız gibi Lut kavmi cahillik eden bir kavimdi. Buradaki cahilliği tıpkı peygamberi yalanlamaları gibi ahmaklıkları ve budalalıkları nedeniyledir. Yani cinsel arzularına kapılıp ve hiçbir şeyi düşünmeyip günahta ısrar etmeleri sebebiyledir.
Lut (a.s), her ne kadar kavmi tarafından yalanlansa da yılmadan Allah’tan aldığı tebliğ görevini yerine getirmeye devam etmiştir. Fakat Lut kavmi yalanlamanın ötesine geçip
“Lut’u ve arkadaşlarını kentinizden sürünüz, çünkü onlar temizliğe pek meraklı kimselermiş ve Yaptıklarımızın kötülüğü ve azaba uğrayacağımız konusunda eğer doğru söylüyorsan hadi Allah’ın azabını getir de görelim”
diyerek Hz. Lut’u ve kendisine inananları alaya almaya ve aşağılamaya çalışmıştır. Yaptıkları bütün yalanlamalara ve hakaretlere rağmen Hz. Lut’u tebliğ görevinden vazgeçiremeyen Lut kavmi, bu sefer de bu davadan vazgeçmemesi durumunda daha önce kendilerini uyarmaya çalışan kişilere yaptıkları gibi onu da memleketlerinden kovmakla tehdit etmişlerdir. Bu tehditten önce Hz. Lut’un kavmi tarafından kendisine bir tebliğ yasağı da koyulduğunu görmekteyiz. Hicr suresinde bu duruma, kavmin Hz. Lut’a olan “Biz sana insanların işine karışmayacaksın dememiş miydik?” sözüyle işaret edilmektedir. Lut (a.s), kavmindeki insanların içinde bulundukları durumdan çekinmemeleri ve sapıklıkları üzerine devam etmeleri sebebiyle kendisini uzaklaştırmalarının onları yadırgamasına ve onlardan uzak olduğunu bildirmesine engel olmayacağını kendilerine bildirdi. Bu çerçevede devamında Hz. Lut, kavmine “Doğrusu ben bu işinize kızanlardanım. Ben hiç şüphesiz sizin bu amelinize şiddetle buğzediyorum. Bundan razı değilim. Bu ameli sevmiyorum. Beni kovmakla korkutup tehdit etseniz de ben sizden uzağım” diyerek onların ahlâksızlıklarının kötü etkilerinden korunmak amacıyla ve onların yokluklarının, varlıklarından daha hayırlı olacağını düşünerek Allah’a “Rabbim beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar” şeklinde dua etmiştir. Allah Teâlâ, Hz. Lut’un duasını kabul ederek helakle görevlendirdiği meleklerini yeryüzüne göndermiştir.

Meleklerin Hz. İbrahim ve Hz. Lut’u Ziyareti

Kur’an-ı Kerim’de helak ile görevlendirilen meleklerin İbrahim (a.s) ve Hz. Lut’u ziyareti, dört farklı surede anlatılmaktadır. En kapsamlı şekliyle bu konu Hicr suresinde şu şekilde anlatılmıştır:
“İbrahim’e elçilerimiz müjdeyle geldiler ve ‘ Sana Selam olsun’ dediler; o da (onlara) ‘Size de selâm olsun’ diye karşılık verdi ve sonra da onların önüne kızarmış bir buzağıyı getirip koymakta gecikmedi. Fakat ellerinin yemeğe gitmediğini görünce onların bu davranışı İbrahim’in tuhafına gitti; onlardan yana içine bir korku düştü. Ama onlar, ‘Korkma biz Lut kavmine gönderildik’ dediler. Yanlarında ayaküstü bekleyen karısı, orada öyle sevinçle gülümsüyordu . İşte bu haldeyken o’na İshak’ın doğumunu müjdeledik ve İshak’ın ardından da O’nun oğlu Yakub’un doğumunu. (İbrahim’in karısı) ‘Vah bana! Ben yaşlı bir kadın, kocam da yaşlı bir adam iken, hâlâ çocuk mu doğuracağım? Doğrusu, yadırganacak bir şey bu!’ dedi. (Melekler) ‘Allah’ın dilediğini gerçekleştirmesini mi yadırgıyorsun?’ dediler. Allah’ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun ey bu evin insanları, (hemen hatırlayın ki) her zaman her övgüye layık olan O’dur; şanı çok yüce olan O! Böylece İbrahim’in korkusu geçtikten ve kendisine (sözü geçen) müjde verildikten sonra Lut kavmi hakkında Bize yakarmaya başladı. Çünkü İbrahim ince ruhlu, yumuşak başlı, çok içli, merhametli ve dönüp Rabbine yönelmek, O’na yakın olmak isteyen biriydi. (Elçiler) ‘Ey İbrahim, vazgeç bu yakarıştan!’ dediler, “Rabbinin hükmü bir kere gelmiş bulunuyor: artık onlara geri çevrilmez bir azap vaki olacak!”
Kur’an’da elçiler olarak ifade edilen bu melekler kaynaklarda belirtildiği üzere insan suretinde, genç, daha önce benzerleri görülmemiş kadar yakışıklı, beyaz çehreli ve hoş kokulu olarak Hz. İbrahim ve Hz. Lut’u ziyaret etmiştir. Meleklerin sayıları ve kimler olduğu hakkında ayetlerde herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Tefsir ve İslam tarihi kaynaklarında ise meleklerin sayısı konusunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. Bazı kaynaklarda âlimler Hz. İbrahim’i ziyarete gelen bu meleklerin sayısının on dört, on bir, dokuz ya da üç olabileceğini ifade etmektedirler. Fakat başta Taberi olmak üzere birçok tarih ve tefsir kitabında elçi meleklerin sayısının üç olduğu ve bu meleklerin isimlerinin de Cebrail, İsrafil ve Mikail olduğu belirtilmektedir.
Hz. Lut’un duası üzerine gönderilen melekler ilk olarak ayet mealinde anlatıldığı üzere Filistin bölgesinde peygamberlik görevinde bulunan Hz. İbrahim’in evine misafir olmuşlardır. Lut kavmini helak ile görevli elçi meleklerin Hz. Lut’tan önce Hz. İbrahim’in evine konuk olmalarıyla alakalı olarak Fahreddin Razi tefsirinde farklı bir yorum getirmiştir. Razi’ye göre, Allah gönderdiği melekleri sadece helak ile görevlendirmemiştir. Onları müjdeci ve azap ile uyarıcı olarak görevlendirmiştir. Ancak müjde rahmetin, azap ile uyarı ise gazabın eseridir. Allah’ın rahmeti gazabını seçmiştir. Bu nedenle melekler öncelikle Hz. İbrahim’in evini ziyaret ederek eşine İshak adında bir oğlu olacağı müjdesini vermiştir. Bu nedenle ilk önce Hz. İbrahim’i ziyaret etme gereği duymuşlardır. Lut kavminin helakini ise müjdeden sonraya bırakmışlardır.
HZ-IBRAHIM-KURBAN-KONULU-KARTPOSTAL__18367803_0
Hz. İbrahim, kimliklerini gizleyip insan suretinde evine misafir olan bu yabancı misafirlere (elçi melekler) semiz bir buzağıyı kesip kızartmış ve ikram etmiştir. Fakat melekler, yemeğe ellerini uzatmayınca Hz. İbrahim’in içine bir korku düşmüştür. Hz. İbrahim’in korkması konusunda müfessirler muhtelif görüşler ortaya koymuşlardır. Bazı müfessirlere göre, Hz. İbrahim’in (a.s) korkusu, meleklerin ete elini uzatmamalarından kaynaklanmaktadır . Onlara göre, Hz. İbrahim misafirlerin et yemediklerini görünce kötü bir niyetle geldikleri sonucuna varmıştır. Çünkü Arap

geleneğine göre eğer bir yabancı, ağırlanmayı reddediyorsa bu misafir olarak değil, yağmacı olarak geldiği anlamı taşırdı. Fakat bize göre bu görüş müteakip ayetlerle desteklenmemektedir. Ayetleri bir bütün olarak incelediğimizde ulaştığımız sonuca göre Hz. İbrahim, yemeği reddetmelerinden onların melek olduklarını anlamıştı. Korkusu ziyaretlerindendi. Çünkü meleklerin insan kılığında gelmesi hayra alamet değildi ve bunu biliyordu. Korkmuştu çünkü melekler ailesinden yahut hemşerilerinden birinin veyahut da bizzat kendisinin işlediği bir kusurun hesabını sormaya gelmiş olabilirlerdi. Eğer mesele söz konusu müfessirlerin görüşleri doğrultusunda olsaydı meleklerin cevabı şöyle olurdu:

“Bizden korkma! Çünkü biz Rabbinden gelen melekleriz.” Ancak korkusunu gidermek için verdikleri cevabın “Herhangi bir korkuya kapılma! Biz (sana değil) Lut kavmine gönderildik” şeklinde olması, Hz. İbrahim’in onların melek olduklarını anladığını fakat insan şeklindeki ziyaretlerinin onu korkuya sevk ettiğini göstermektedir. Zira melekler rivayetlere göre ya bir kimseyi sert bir şekilde hesaba çekmek yahut da bir suçtan ötürü şiddetle

cezalandırmak için geldiklerinde, insan kılığında gelirlerdi.

Melekler, kimliklerini açıklayıp Hz. İbrahim’in korkusunu giderdikten sonra Lut kavmini helak etmek üzere gönderildiklerini Hz. İbrahim’e bildirmişlerdir. Bunun üzerine Hz. İbrahim, içerisinde Hz. Lut’un da bulunduğu şehirleri yok etmemeleri için meleklerle mücadele içerisine girmiştir.

Kur’an ayetlerini incelediğimizde Hz. İbrahim’in meleklerle tartışma olayı sadece iki surede anlatılmaktadır. Bunlardan Hud suresinin mealini yukarıda verdik. Ankebut suresinde ise bu husus şu şekilde geçmektedir:

“Elçilerimiz İbrahim’e oğlu olacağına ilişkin müjde ile geldiklerinde biz şu kentin halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalimdir dediler. İbrahim, ama orada Lut var deyince, elçiler şöyle dediler: Biz orada kimlerin olduğunu herkesten iyi biliyoruz. Lut’u ve yakınlarını kurtaracağız. Yalnız eşi orada kalarak azaba çarpılanlardan olacaktır.”
Hud suresinde Hz. İbrahim meleklerle tartışıyor, biraz daha mühlet verilmesi durumunda kavmin doğru yola gelebileceğini düşünüyor ve azabın ertelenmesini istiyor; ancak bu isteği kabul edilmiyor. Ankebut suresinde ise Hz. İbrahim, itiraz gerekçesini yani Hz. Lut’un helak edilecek yerde yaşadığını meleklere bildiriyor. Buna karşılık da melekler “Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz…” cevabını veriyorlar. Bunun üzerine Hz. İbrahim bir daha itiraz etmiyor. Ayetler ışığında incelediğimizde Hz. İbrahim’in meleklerle Hz. Lut için tartışması onun Allah’ın koyduğu hükümlere karşı geldiği veya hükümleri tartıştığı anlamına gelmemektedir. Hz. İbrahim’in meleklerle tartışması, Allah’a karşı yapılan dua, yalvarma ve yakarış niteliğindedir. Mevdudi, Tefhim’ul Kur’an’da ayette geçen “Bizimle tartışmaya koyuldu” ifadesinin meveddet ve muhabbet dolu bir söz olduğunu ve bu durumun Hz. İbrahim’in (a.s) Rabbiyle olan yakın ilişkisinin boyutunu gösterdiğini ifade etmektedir. Nitekim müteakip ayette de Hz. İbrahim’in nasıl bir kişiliğe ve karakter yapısına sahip olduğu anlatılmaktadır. Yüce Allah, insanların affı için kendisine yalvaran İbrahim’i ” İbrahim, gerçekten hoşgörülü, yumuşak kalpli ve kendini Allah’a adamış bir kimse idi” diyerek övmektedir.
Kaynaklara göre Hz. İbrahim’in meleklerle şöyle bir tartışma yaptığı rivayet edilmektedir:
Hz. İbrahim: İçinde üç yüz Müslüman olan bir yeri helak eder misiniz?
Melekler: Hayır.
– İki yüz mümin olsa helak eder misiniz?
– Hayır.
– Ya bir mümin olsa?
– Hayır.
– Hz. İbrahim: Ama orada Lut var.
-Melekler: Ey İbrahim, bu mücadeleden vazgeç! Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve karısı dışında ailesini kurtaracağız.
Melekler İbrahim (a.s) ile konuşmalarını bitirince oradan ayrılıp Hz. Lut’un yanına gittiler. Kur’an-ı Kerim meleklerin yolculuklarıyla alakalı arada geçen detaylardan bahsetmez. Fakat İslam tarihi kaynakları bu konuyu teferruatıyla birlikte anlatır. Bazı kaynaklarda genç ve yakışıklı delikanlılar kılığına girmiş meleklerin Hz. Lut ile şehrin kapısında ya da tarlada çalışmakta iken karşılaştıkları anlatılır. Bazı kaynaklarda ise ifade edildiği üzere melekler ırmağın kenarında su almakta olan Hz. Lut’un iki kızıyla karşılaşırlar ve kendilerinden kalacakları güvenli bir yer sorarlar. Bunun üzerine onlar da şehirlerine konuk olan bu elçileri alıp gizlice babaları Hz. Lut’a getirirler. Lut (a.s), evine gelen bu yabancıların ilk önce melek olduğunu anlayamaz ve kavminin kötü huyunu ve sapıklığını düşünerek onlar hakkında endişelenip, canı sıkılır, kavminin onlara bir kötülük yapmasından ve misafirlerinin kavmi tarafından duyulmasından korkar ve “Bugün benim için çetin bir gündür” diyerek içine düştüğü sıkıntılı hali dile getirir. Daha önce açıkladığımız gibi Lut kavmi, Hz. Lut’a evine misafir getirmesi konusunda yasak koymuş ve Hz. Lut’u tehdit etmişti. Kaynaklarda anlatıldığı üzere Hz. Lut’un evine kızları tarafından gizlice getirilen melekler hakkında kavmin herhangi bir bilgisi yoktu. Fakat kısa bir zaman içerisinde Hz. Lut’un misafirlerinden bütün kavmin haberi olmuştur. Rivayetlere göre Hz. Lut’un evine gelen misafirler hakkındaki bilgiyi Sodom şehrine geldiği ilk yıllarda evlendiği Vahile adındaki kadının kavmine “Lut’un evine bugüne kadar emsali görülmemiş kadar yakışıklı gençler geldi” diyerek yaydığı anlatılmaktadır.
Burada Hz. Lut’un karısı için bir parantez açmamız gerekiyor. Hz. Lut’un karısı tarihte kocaları peygamber olduğu halde kocalarına iman etmeyip ihanet eden iki kadından biridir. Zira Nuh’un(a.s) hanımının düştüğü inançsızlık batağına Lut’un (a.s) karısı da düşmüştür. Kur’an-ı Kerim’de Allah kâfirlere darbı mesel olarak Nuh’un(a.s) ve Lut’un(a.s) hanımlarından bahsederek şöyle buyurur :
” Allah inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Onlar, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhında iken onlara hainlik ettiler: Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Bu iki kadına: “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.
nuh-2
Görüldüğü üzere Nuh(a.s) ve Lut (a.s), Peygamber olmalarına rağmen eşlerini helâk olmaktan kurtaramamışlardır. Hz. Lut’un karısıyla ilgili yanlış yorumların önüne geçebilmek için önemle üzerinde durmak istediğimiz hususlardan birisi de ihanet konusudur. Günümüzde eşlerin birbirlerine karşı ihanetlerinden söz edildiğinde, hemen cinsel yönden birbirlerini aldattıkları akla gelmektedir. Ancak ayette geçen iki peygamberin hanımlarının kocalarına ihanetlerinin bir iffetsizlik ve yatak ihaneti olmadığını kesin olarak belirtmeliyiz. Tefsirlere baktığımızda, onların ihanetlerinin din konusunda bir ihanetle, yani kocalarına ve onların dinlerine sadakatsizlik göstererek kâfir veya münafık olmalarıyla açıklandığını görmekteyiz. Temel kaynaklar incelendiğinde bu hanımların ihanetlerinin içerikleri hakkında da bilgi bulmak mümkündür. Hz. Nuh’un karısı olan Valiha, kocası hakkında müşriklerle işbirliği yaparak “Bu adam deli” ifadesini kullanmış ve onun tebliğinin gücünün zayıflamasına çalışmıştır. Hz. Lut’un hanımı olan Vahile ise evlerine bir misafir geldiğinde gündüzleri duman çıkararak, geceleri de ateş yakarak sapık kavme haber vermiştir. Hatta onlarla bizzat

görüşerek “Kocam Lut’un evine bugüne kadar görmediğim güzel yüzlü ve güzel kokulu genç adamlar geldi” diyerek haber vermiş ve kocasını zor duruma düşürmüştür.

Lut’un(a.s) misafirlerini haber alan kavmin azgınlaşan insanları, sevinç içinde ve koşarak Lut’un (a.s) evine gelmişlerdir. Hz. Lut, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle evinin önüne toplanan kavmiyle şu şekilde bir diyalogda bulunmuştur:
“Bunlar benim konuklarımdır, beni onlar karşısında rezil etmeyiniz. Allah’tan korkunuz ve beni utandırmayınız. Hemşerileri ona İnsanlar ile ilişki kurmayı biz sana yasaklamamış mıydık? dediler. Lut ise onlara eğer bir şey yapacaksanız, işte size kızlarım dedi. Hemşerileri,‘Biliyorsun ki, bizim kızlarınla bir işimiz, onlara yönelik bir amacımız yok. Sen bizim ne istediğimizi iyi bilirsin’ dediler.”
Tarih ve tefsir yorumcuları yaptıkları değerlendirmelerde Hz. Lut’un kızlarını “işte kızlarım” diyerek azgın kavme teklif etmesini iki farklı bakış açısıyla ortaya koymuşlardır. Bir kısım yorumcular Hz. Lut’un doğrudan öz kızlarını teklif ettiğini ifade ederken bir kısım yorumcular da topluluğun içinde yaşayan kavminin kızlarını teklif ettiğini iddia etmektedirler. İlk görüşte Lut(a.s), “iste kızlarım” diyerek azgın kavme karşı doğrudan kendi kızlarını teklif etmiştir. Ancak bu durumda Hz. Lut’un herhangi bir surette zina teklifinde bulunmuş olması mümkün değildir. Çünkü bu ifadeyi takip eden “bunlar sizin için daha temizdir” ifadesi bu türden bir yanlış anlamaya imkân bırakmamaktadır. Hz. Lut’un (a.s) bu tür ifade tarzıyla onların cinsel arzularını gayri tabii yollar yerine şer’i yollardan tatmin etmek üzere kadınlara yönelmeleri gereğini yani onları nikâhla almaları gerektiğini işaret ettiği açıktır.
İkinci görüşe göre Lut(a.s), “iste kızlarım” derken bizzat kendi kızlarını değil de, kavminin bayanlarını kastetmiştir. Çünkü bir kavmin peygamberine nispeti evlatların babaya nispeti gibidir. Her peygamber kavminin babası mesabesindedir. Nitekim Hz. Muhammet (S.A.V) hitap alınarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle deniliyor:
“Peygamber müminlere canlarından ileridir. O’nun eşleri de mü’minlerin anneleridir…”
Aynı zamanda bu ifade mecazi bir ifadedir. Lut(a.s), onların hanımlarını kendi kızları gibi düşünerek, hanımlarınız varken niye bunları istiyorsunuz demek istemiştir. Hz. Lut, evine gelen misafirlerini korumak için kapısının önünde toplanan ve eve girmeye çalışan kalabalığı çeşitli yollara başvurup engellemeye çalışmış; fakat başarılı olamamıştır. Tamamen çaresiz kalıp ne yapacağını bilemeyen Lut(a.s), Kur’an’da geçtiği üzere
“ Keşke benim size karşı koyacak bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim”
diyerek Allah’a dua etmiş ve bu sözüyle o an Allah’ın himayesini istemiştir. Hz. Lut’un içine düştüğü bu karamsarlığı gören Allah’ın elçileri, Hz. Lut’u fazla üzmeden ve teskin etmek için ona kendilerinin Allah’ın elçileri olduklarını, kavminin ona zarar veremeyeceğini bilakis, onların şüphe ettikleri azabı getirdiklerini söylemişlerdir. Ardından rivayetlere göre gözü dönmüş kavim kapıyı kırıp Lut’un (a.s) evine girmiş ve melekler içeri giren azgın kavmin gözlerini kör etmiştir. Kamer suresinde bu konu şu şekilde anlatılır:
“And olsun ki Lut, bizim cezalandırma gücümüz konusunda onları uyarmıştı; fakat onlar uyarılara hep şüpheyle baktılar ve hatta ondan misafirlerini kendilerine teslim etmesini istediler. Bunun üzerine onların gözlerini göremez ettik. Uyarılarım göz ardı edildiğinde başınıza gelen azabı tadın bakalım diye seslendik.”
Kavmi Hz. Lut’un evinden uzaklaştıktan sonra melekler, Lut’a (a.s) karısı dışında ailesini ve inananlarını yanına alıp gecenin belli bir vaktinde şehri terk etmek üzere yola çıkmasını, kendisinin de ailesinin gerisinden onları takip etmesini söylemişlerdir. Ayrıca yürüyüşleri esnasında kimsenin geride kalmamasını , emredilen yere doğru gitmelerini ve şehir halkının sabaha doğru büyük bir azaba çarptırılacağını açıklamışlardır. Meleklerden geceleyin yola çıkma emrini alan Hz. Lut’un bu emre uyarak Kur’an-ı Kerim’de açık bir ifade olmamakla beraber rivayetlere göre kendisine inanan iki tane kızıyla birlikte Şam’a doğru yola çıktığı ve Şam ve civarında halkı hakka davet eden amcası Hz. İbrahim’in yanına gittiği ifade edilmektedir.

Lut Kavminin Helaki

Kur’an-ı Kerim’de Lut kavminin helaki kronolojik bir seyir halinde ve tamamı tek bir surede veya ayette anlatılmamaktadır. Farklı surelerde ve ayetlerde anlatılan helak olayında ilgili ayetleri bir araya topladığımızda helakin yaşanılan şehirlerin altüst olması ve gökyüzünden felaket yağmurlarının yağması gibi iki safhadan meydana geldiğini görmekteyiz. Kur’an-ı Kerim’de Lut kavminin yaşadığı Sodom ve Gomora bölgesinin alt-üst olması ve yağmurların yağması olayını Hud ve Hicr surelerinde şu şekilde anlatılmaktadır:
” Emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık. O taşlar rabbin katında işaretlenerek yağdırılmıştır. Onlar zalimlerden uzak değildir . Tan yerinin ağarma vaktine girdiklerinde onları o korkunç ve dayanılmaz çığlık yakalayıverdi. Anında yurtlarının altını üstüne çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık.”
Lut kavminin genel olarak cezalandırılma seklini anlatan ayetler yanında Kur’anı Kerim, suçları sebebiyle cezalandırılan her şehir halkının, değişik bir şekilde cezalandırıldığını haber vermektedir .
“ Nitekim onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taslar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı.”
Gökyüzünden yağan helak edici taşlar rivayetlere göre Allah katında kimin başına isabet edeceği belirlenip işaretlenmiş, küçük çakıl taşı ve çamur karışımından oluşmuş, tuğla ve kiremit gibi ateşte pişirilmiş, yağmur şeklinde ve sağanak halinde bolca ve düzenli bir şekilde yağan ve isabet ettiği kişiyi parçalayıp öldüren taşlardır. Bazı tarih ve tefsir kaynakları, yerin alt-üst olma olayının mucizevî bir şekilde Cebrail’in (a.s) kanadını şehirlerin altından takıp yükseklere kaldırmasıyla birlikte meydana geldiğini söylemektedirler. Bu çerçevede Cebrail (a.s), yeri iyice havaya kaldırdıktan sonra şehri ters çevirip altını üstüne getirdi. Şehir yerin içine gömüldü. Sonra da üzerlerine pişmiş taşlar yağdı. Allah o şehirlerin bulunduğu bölgeyi etrafına fayda vermeyen bir göle çevirdi.
Son dönem müfessirlerden biri olan Mevdudi ise helak olayını, günün şartlarında akli ve bilimsel bir süzgeç dâhilinde açıklanabilecek gerçeklik boyutuna indirgeyerek izah etmeye çalışmıştır. Mevdudi’ye göre helak olayı, bir yanardağ patlaması ve şiddetli bir deprem şeklinde meydana geldi. Şiddetli deprem Sodomluları ve çevresinde yaşayan insanları yerle bir etti. Yanardağın patlaması yüzünden de sıcak ve kaynayan taşlar yağdı. Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen balçıktan pişirilmiş taşlarla da muhtemelen volkanın bünyesindeki buhar ve kaynayan maddelerin karışımıyla ortaya çıkan lav ve taşlar kastedilmiştir. Mevdudi, bu deprem ve volkanik patlamanın belirtilerinin halen günümüzde Lut gölünün çevresinde bulunduğu ifade

etmektedir.

Seyyid Kutup ise Fi zilalil Kur’an adlı tefsirinde helakin şiddetli deprem ve volkanik püskürmeyle meydana gelebileceğini açıklayarak Mevdudi’ye benzer bir görüş ortaya koymuştur. Ancak Seyyid Kutup imani yöntemi esas alarak helak şeklinin bir deprem ve volkanik patlama olmasının zorunlu olmadığını tamamen mucizevî bir şekilde de olabileceğini ifade etmektedir. Helakin bazı müfessirlerin anlattığı gibi tabiatüstü bir şekilde ya da son dönem müfessirlerin anlattığı gibi tabii felaket şeklinde olması aslında küçük bir yorum farkını ortaya koymaktadır. Netice itibariyle Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın bilgisi ve izni dışında küçük bir yaprağın bile yerinden oynayamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Bu noktada tabiat Allah’ın emrindedir. Allah dilediği şekilde ol emrini tabiata verebilir.
İbn Kesir el-Bidaye ve’n Nihaye adlı eserinde felaketle birlikte tamamen yok olan şehirlerdeki insan sayısının 400 veya 4000 civarında olduğunu söylemektedir. İslami kaynaklarda ifade edildiği üzere yaşanılan felaketten sadece Hz. Lut ve iki kızı Allah’ın inayetiyle kurtulmuştur. Taberi, Hz. Lut ile birlikte on dört kişinin kurtulduğunu iddia etmektedir. Bu çerçevede Taberi, Hz. Lut’un helak olayı olduktan ve gün aydınlandıktan sonra beraberindekilerle birlikte Filistin bölgesine doğru yola çıktığını ve burada Hz. İbrahim’in yanına gelip yerleştiğini, Hz. İbrahim’in de tüm malının yarısını Hz. Lut’a verdiğini ve ölünceye kadar beraber yaşadıklarını ifade etmektedir.
  • Yazının tüm hakları Cemaleddin Cuma Atay adlı kişiye aittir…

Yararlanılan Kaynaklar :

Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi
Taberi, Tarih-i Taberi Tercemesi
İbn Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye
Seyyid Kutub, Fizilali’l-Kur’an
İmam Kurtubi, el-Cami’ li-Ahkami’l-Kur’an
Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Gayb
Mevdudi, Tefhimü’l-Kur’an
Burhan Sümertaş , Kur’an’da Hıyanet Kavramı
İsmail Lütfi Çakan, Kur’ân -ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhit Mücadelesi
Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi
Atasoy Müftüoğlu, Kuran’da Hz. Lut ve Kavmi
Asım Köksal, Peygamberler Tarihi
Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l Münir
Mevdudi, Kur’an’a Göre Dört Terim
Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar
Cemaleddin Cuma Atay , Kitab-ı Mukaddes Ve Kur’an-ı Kerim ‘ de Lut Ve Lut Kıssası

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...