14 Ağustos 2013

"SEVENİN"TASVİRE İHTİYACI YOK

"Seven"in Tasvire İhtiyacı Yok



Onu tek bir bakışın biçimlendirmesine, tanımlamasına izin verilmemiş olması (ve genel olarak suret yasağı) bu sayede onu herkes için kendi bakışında biricik hale getiriyor.
Yıllar önce, bana Kur’ân’ı Kerîm okumayı öğreten hocamın etrafına halka olmuş, Efendimiz’in çocukluğunu konuşuyorduk. Hocam, küçük Hazreti Muhammed (sav)’in yaşadığı zorlukları anlatırken yüzünde öylesine duygulu, şefkat dolu bir ifade belirmişti ki! O gün anladım: En Sevgili’nin “mahrem” yüzü onu seven herkesin yüzünde aşikâr oluyordu. Her âşıkta, güzel Efendimiz (sav)’in nurlu çehresi tecelli ediyordu. Bir şeyi daha anladım o gün hocamın anlattıklarını (Allah ondan razı olsun) hayranlıkla dinlerken: Seven kalbin tasvire ihtiyacı kalmıyordu. Tahayyül etmesi yeterliydi.
Müslümanlığı pek bilmeyenlerin sık sık merak ettiği şey tam da budur işte: “Yüz yıllar önce ölmüş gitmiş birini nasıl sevebilirsiniz?” İslam’ın kalbinde soluk almayanlarla ve özellikle de Hazreti Muhammed (sav) hakkında kulaktan dolma bilgilerle ve önyargılarla yetinenlerle paylaşılabilecek en sahici şeyin Efendimiz’e duyduğumuz aşkla, sevgiyle dolu böyle yüzler olduğunu düşünüyorum. Aşk’ın en açık delili seven yüzler değil midir?..
Hakikatin geçmiş ve gelecek zamanı olmayacağını, tüm zamanları kuşattığını hissettirmenin yolu, seven yüzün hakikatidir. Sevgili olmaya devam etmek; mecazi aşkların geçiciliğini idrak etmekle mümkündür çünkü. İşte bu, sevginin ilahi niteliğine açıyor kalplerimizi. Varlığın Efendisi (sav)’nin güzelliğini sadece dünyevi –ve nazari- tanımlarla ifade etmek bu yüzden imkânsızdır. Bu çok indirgemeci bir tanım olurdu.
Efendimiz (sav)’in yaratılmışlar içerisinde zirvedeki güzelliği bu anlamda onu sevenlerin ona kattığı güzellikle tamamlanır. Ona yolladığımız salat ve selamlarla Allah’ın ona vaat ettiği Makam-ı Mahmud’u lütfetmesi için dua ederiz. Böylelikle Efendimiz (sav)’e duyduğumuz sevgi düşüncelerden ve akıldan dile, dilden kalbe dikey bir eksenle derinlerimize işler.
Onu sevmenin zevkine vardıkça bir müjde taşırız başkalarına. Henüz onu tanımayanlara, bilmeyenlere. Onlara sonsuz zevki, mecazi olmayan aşkı işaret ederiz. Efendimiz (sav) bu yüzlerde canlıdır, bu kalplerde canlıdır. Böylelikle kalpten kalbe geçeriz, yüzden yüze, dilden dile geçeriz. Kesintisiz bir biçimde yayarız, yaydıkça yaşatırız sevgimizi. Seven ve sevilen oluruz. Her şey “âlemlere rahmet olarak gönderilen” Efendimiz (sav)’le başlıyor ve O’nunla nihayete eriyorsa, biz de her şeyle her şey arasındaki bağı böyle kurarız. Bizi ilahi ipe sıkı sıkı bağlayan bir bağlılıktır bu aynı zamanda.
Kaynak..Leyla İpekçi
Leyla İpekçi, 1966 İstanbul doğumlu. Saint-Michel Fransız Lisesi’ni, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. 1985–1998 yılları arasında çeşitli gazete ve dergilerde muhabirlik ve editörlük yaptı. Edebiyat ve siyaset üzerine çeşitli mecralarda yazılar yazdı. Film senaryolarına katkıda bulundu. Yazılarına Radikal İki ve Taraf gazetelerinden sonra, Zaman’da devam ediyor.
İlk romanı Maya 1998’de Milliyet Sanat dergisi “İlk Kitap, İlk Baskı”ödülünü alarak basıldı. (Doğan Kitap 1998, Timaş 2011) Onu 1999 ve 2000’de iki roman ve bir deneme kitabı izledi. Başkası Olduğun Yer adlı romanı 2005‘de Kanat Yayınları’ndan, 2012’de Timaş’tan yayınlandı. 2007’de Timaş’tan Bir ‘Sevgili’ Gibi Yaşamak adlı deneme kitabı yayınlandı. 2007 TYB Basın fikir dalında“Yılın Yazarı” ödülünü aldı. 2008’da Hayy Kitap tarafından yayınlanan 5 Vakit İstanbul adlı kitabın beş yazarından biridir. 2011’de Ateş ve Bahçe adlı romanı Timaş tarafından yayınlandı. Timaş etiketli “Gecenin İkinci Rüyası” adlı kitabı 2011 ESKADER “En İyi Deneme” ödülünü aldı. 

Müminlerin Bilge Annesi ve Fakih Kadınların Öncüsü: Hz. Aişe (ra)

Müminlerin Bilge Annesi
ve Fakih Kadınların Öncüsü:
Hz. Aişe (ra)
Kur’an’a göre Hz. Peygamber’in hanımları müminlerin anneleridir. Peygamber hanımı olmanın da farklı bir sorumluluğu vardır. Hz. Peygamber’in hanımları arasında Hz. Aişe müstesna bir yere sahiptir. O, ilmî şahsiyeti ve sosyal faaliyetleriyle ön plana çıkmış, müminlerin bilge annesi ve fıkıhçı kadınların öncüsü olmuştur.
İlim ve İrfan Yolunda Bir Peygamber Hanımı
Bi’setin 4. yılında (614) Mekke’de doğan Hz. Aişe, babası Hz. Ebû Bekir’in “es-Sıddîk” lakabıyla tanınması dolayısıyla “Aişe es-Sıddîka”, Hz. Peygamber’in hanımı olma şerefine nail olması dolayısıyla da “ümmü’l-müminîn” (müminlerin annesi) diye anılmıştır. Esas mevkiini ve şöhretini de Hz. Peygamberle evlendikten sonra elde etmiştir. Temellerini babasının evinde attığı ilmî seviyesini Hz. Peygamber’le beraber olduğu yıllarda geliştirmiş ve kadınlar arasında ilmî bakımdan haklı ve müstesna bir yer elde etmiştir. Evlilik yaşı etrafında çeşitli tartışmalar bulunmaktadır. Onun Hz. Peygamber’le evlendiğinde dokuz yaşında olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi, on dört, on yedi ve on sekiz yaşlarında olduğu kanaatini taşıyanlar da bulunmaktadır. Konuyu tartışmalı hale getirip bunu vesile edinerek Hz. Peygamber’e saldırı yapanlar Batılı müsteşriklerle onlardan etkilenenlerdir.
Onun önemli katkılarıyla Medine ilim merkezi olma özelliğini devam ettirmiş ve onun ilmî faaliyetleri sonucunda hadis ve fıkıh sahasında Medine ekolü teşekkül etmişti. Sadece şifahî sorulara cevap vermekle yetinmeyen Hz. Aişe, muhtelif şehir ve bölgelerde yaşayan Müslümanlardan gelen mektuplar vasıtasıyla sorulan dinî sorulara da cevaplar vermiş, böylece hadislerin ve bazı fıkhî meselelerin yazılmasında öncü olmuştur.
Hz. Aişe, Hz. Peygamberle bazı gazvelere katılmış, Benî Mustalik Gazvesi’nde çirkin bir iftiraya maruz kalmış, bu olay tarihe İfk hadisesi olarakgeçmiştir. Yüce Allah, onun iftiraya uğradığını ifade etmek, temize çıkarmak ve masum olduğunu ortaya koymak için ayetler indirmiştir. Hz. Peygamber onu Hz. Hatice’nin haricindeki hanımlarından daha çok sever, bunu da hissettirirdi. O, zekâsı, derin anlayışı, güçlü hafızası, güzel konuşması, ilme olan düşkünlüğü, Kur’an-ı Kerim’i ve Hz. Peygamber’i en iyi şekilde anlamaya çalışmasıyla dikkat çekiyordu. Nihayet Hz. Peygamber’in vefatı onun odasında, onun kucağında olmuş ve onun odasına defnedilmiştir. O, Kur’an ile Hz. Peygamber’in hadisleri arasında kendi anlayışına göre farklılık arzeden hususları Hz. Peygamber’e sorar ve onunla müzakere ederdi. Aynı zamanda kadınların bizzat Hz. Peygamber’e soramadıkları meselelerde aracılık vazifesi yapar, zaman zaman kadınlara namaz kıldırırdı. Hz. Peygamber’e derinden sevgi beslemesinin yanında, ona itaat ve emirlerine dikkat konusunda da diğer eşlerine göre farklılık arzederdi. Geceleri namaz kılan, gündüzleri genelde oruçlu olan Hz. Aişe, aynı zamanda bir ahlak abidesiydi. Kimsenin aleyhinde konuşmayı sevmez, kanaatkâr, mütevazı, vakarlı ve cömert birkişiliğe sahipti. En önemli özelliklerinden biri de, öksüz ve fakir çocuklarla yakından ilgilenmesi idi. Onları himayesine alır, terbiye ve eğitimleriyle ilgilenir sonra da evlendirirdi. Altmıştan fazla köle ve cariyeyi hürriyetine kavuşturmuş, bunların bir kısmı ilim ve hadisle meşgul olan alimler arasında yer almıştır.
İlmi Siyasete Tercih Etmesi
Hz. Aişe, Hz. Osman’ın hilafetinin ikinci döneminde, bazı icraat ve atamalarının isabetsiz olduğuna kanaat getirmesi sebebiyle siyasete bulaştı ve onun sert muhalifleri arasında yer aldı. Ancak Peygamber’in hanımlarının vakarlarını korumak adına evlerinde oturmalarını emreden ayete muhalif davrandığını düşündü. Bu ayeti her okuduğunda gözyaşı döktü, bir daha siyasi olaylara karışmadı, Medine’de sakin bir hayat yaşadı, kendisini ilme ve dini anlatmaya adadı. 17 Ramazan 58 (678) tarihinde vitir namazını kıldıktan sonra altmış beş yaşında vefat etti, namazını Ebû Hüreyre kıldırdı ve Baki’ mezarlığına defnedildi.
Onun ilmî seviyesinin en önemli göstergeleri, Kur’an’ı tefsir etmesi, sünnetin anlaşılmasında ilmî tenkit zihniyetini ortaya koyması ve dinî hükümlerin elde edilmesinde kıyas başta olmak üzere bazı akli yöntemleri kullanması gelmektedir. Ayetlerin kıraat vecihlerini, nüzul sebeplerini ve kelimelerin delaletlerini bilmesi, Kur’an’ı tefsir etmesine büyük katkı sağlamıştır.
İlim Yolunda Ulaştığı Nokta
Hz. Peygamber’in hanımları arasında ilmiyle ön plana çıkan Hz. Aişe’dir. İlmî şahsiyetinin oluşmasında o günün Arap toplumunda özellikle nesep ilmi gibi bazı konularda bilgisine başvurulan alim bir babanın evinde doğup büyümesinin,Hz. Peygamber’le beraber olmasının, şahsi kabiliyet ve zekâsının büyük rolü vardır. Maddi bakımdan varlıklı olması, çocuğunun olmayışı, uzun süre Medine’de ashabın önde gelenlerinin bulunduğu ortamı paylaşması ve Cemel vakasından sonra siyasî olaylardan çekilip kendini tamamen ilim ve irşada vermesinin de ilmî gelişiminde önemli bir yeri olmalıdır. Arap dilini maharetle kullanan Hz. Aişe, Arap şiirini, tarihi ve nesep ilmini, bu konularda uzman olan babasından öğrenmişti. Cahiliye döneminin sosyal durumunu, örf ve âdetlerini de çok iyi biliyordu. Zekâsı,kabiliyeti, merakı ve Hz. Peygamber’le olan beraberliği sayesinde, Kur’an’ı ve sünneti en iyi bilen, anlayan ve muhafaza eden sahabilerin başında yer alıyordu. Onun ilmî seviyesinin enönemli göstergeleri, Kur’an’ı tefsir etmesi, sünnetin anlaşılmasında ilmî tenkit zihniyetini ortaya koyması ve dinî hükümlerin elde edilmesinde kıyas başta olmak üzere bazı akli yöntemleri kullanması gelmektedir. Ayetlerin kıraat vecihlerini,nüzul sebeplerini ve kelimelerin delaletlerini bilmesi, Kur’an’ı tefsir etmesine büyük katkı sağlamıştır. Aynı zamanda bu birikimi sayesinde ayetlerden nasıl hüküm çıkarılacağını biliyordu. Fıkha olan vukufiyeti sebebiyle Medine’de fetva veren yedi fakihten birisi idi. Onun ictihat ve fetvaları, fakih ve müçtehitler arasında yer almasını sağladı. Verdiği fetvalar incelendiğinde onun sadece furû-ı fıkıh sahasında değil, hüküm çıkarma yöntemi (bir anlamda fıkıh usulü) ve hikmet-i teşri konularında da derin bir anlayış ve kültüre sahip olduğu görülür. Gerek bu konulara gerekse ferâize olan derin vukufiyeti dolayısıyla tâbiûn fakihlerinin birçoğu ona müracaat eder ve yüksek seviyedeki fıkıh bilgisinden faydalanmak üzere onunla istişare ederlerdi. Bu yüzden Ata b. Ebî Rabah gibi tabiûn fakihleri fıkhı ondan daha iyi bilen kimseyi görmediklerini ifade etmişlerdir.

Müminlerin Bilge Annesi ve Fakih Kadınların Öncüsü: Hz. Aişe (ra)

Hz. Peygamber’in hanımları arasında ilmiyle ön plana çıkan Hz. Aişe’dir. İlmî şahsiyetinin oluşmasında o günün Arap toplumunda özellikle nesep ilmi gibi bazı konularda bilgisine başvurulan alim bir babanın evinde doğup büyümesinin, Hz. Peygamber’le beraber olmasının, şahsi kabiliyet ve zekâsının büyük rolü vardır.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Aişe’nin evi tam anlamıyla bir ilim ve irfan ocağı haline gelmişti. Kadın erkek, büyük küçük birçok kimse gelip kendisini dinlemek suretiyle veya soru sorarak ilminden yararlanıyordu. Onun önemli katkılarıyla Medine ilim merkezi olma özelliğini devam ettirmiş ve onun ilmî faaliyetleri sonucunda hadis ve fıkıh sahasında Medine ekolü teşekkül etmişti. Sadece şifahî sorulara cevap vermekle yetinmeyen Hz. Aişe, muhtelif şehir ve bölgelerde yaşayan Müslümanlardan gelen mektuplar vasıtasıyla sorulan dinî sorulara da cevaplar vermiş, böylece hadislerin ve bazı fıkhî meselelerin yazılmasında öncü olmuştur.
Sonuç
Hz. Aişe, gerek baba evinde ve gerekse Hz.Peygamber’le evlendikten sonra ilim için elverişli ortamlarda bulunmuş, zekası, merakı ve kabiliyeti ile bu ortamdan gerektiği gibi yararlanmıştır.Gerek Kur’an’ı anlama, gerekse hadisleri kavrama ve değerlendirme konusunda ashabın diğer âlimlerine göre farklı bir noktada olduğunu yaptığı yerinde müdahalelerle ispat etmiştir. Onun birçok hadisle ilgili olarak sahabeye yaptığı itiraz ve düzeltme bunun en önemli delilidir. Kur’an ve sünnete olan vukufiyeti yanında ince anlayış sahibi olması fıkhî konularda öne çıkmasını vefetvalarda müracat edilen kişi olmasını sağlamıştır. Verdiği fetvalar ve çözüme kavuşturduğu fıkhî hükümler tabiûn fakîhleri ve mezhep imamları tarafından yol gösterici olmuş ve genel olarakbenimsenmiştir. Fetvalarının tamamı birkaç cilt kitap oluşturacak kadar çoktur. Fıkhî görüşleri bir bütünlük içinde değerlendirildiği zaman, onun Kur’an’ı, sünneti, Hz. Peygamber’i, toplumu, kadını ve dolayısıyla dinî gayet iyi anladığı, nasların mana ve maksadına âşina olduğu görülür. Sorulan sorulara verdiği cevaplarda farklı ayetleri dikkate alıp yorumlaması ve ayetlere parçacı bir anlayışla yaklaşmaması, konuyla ilgili hadislerin söyleniş sebeplerine işaret etmesi, hadislerde arz yöntemini kullanması, kadın şahsiyetini inciten rivayetlere itiraz etmesi, fetvalarında toplumun örf ve âdetine ve tecrübeye atıfta bulunması bu âşinalığın sonucu olmalıdır.
Prof. Dr. Abdullah Kahraman

HAZRETİ AİŞE İFK VAKASI


“Vallahi senin söylediğin şeyden dolayı Allah’a tevbe etmem. Vallahi biliyorum ki insanların söylediğini ikrar etsem -ki ben bundan beriyim- olmamış bir şeyi kabul etmiş olurum. Söylediklerini inkâr etsem, siz kabul etmezsiniz. Ben Yusuf’un babası Yakup gibi, ‘Artık bana düşen bir güzel sabırdır. Anlatılanlara karşı sığınağım sadece Allah’tır’, derim.”
 Bir açıdan bakıldığında vahyin ışığında yetişmiş bütün Müslüman kadınlar tek kişi gibi görünüyorlar. Daha yakın bir incelemede her birinin yetişme şartlarından, mizaçlarından kaynaklanan kişilik özelliklerini ayırt edebiliyoruz. Hazreti Hatice (r.anha)’yi, kendinden on beş yaş küçük bir erkeğe evlenme teklifi edebilecek kadar kendine güvenen, dulluk kimliğinin sırtında kambur oluşturmasına izin vermeyen onurlu bir iş kadını olarak seçiyor, Hazreti Fatıma (r.anha)’yı Fedek bahçeleri ihtilafında muhtaçlar lehine oluşturduğu yapıyı Medine karşısında savunurken görüyor, Hazreti Aişe (r.anha)’yi İfk vakasında, yalnız bırakıldığı halde Allah’a duyduğu güvenle direncini koruyan bir genç kadın olarak tanıyoruz.
Fitne-fesat söylemleriyle lekelenme korkusu yaşayan her kadın, Aişe (r.anha)’nin İfk vakası sırasındaki metanetinden ve genel tutumdan dersler çıkarabilir. Masumiyet lekenemez; İfk (İftira) Hadisesi’nin öteki açıklaması da bu.
Rasûlullah (sav) sefere çıkmak istediğinde eşleri arasında kura çeker, kura hangisine isabet ederse, yanında onu sefere götürürmüş. Beni Mustalik Seferi sırasında kura Aişe (r.anha)’ye çıkıyor. O zamanlarda kadınlar şişmanlamamak için az yerlermiş ve Aişe de buna dikkat ettiği için vücudunun bir hayli hafif olduğu belirtiliyor rivayetlerde. İçinde bulunduğu hevdeçte varlığıyla yokluğu birmiş.
Rasûlullah (sav), Beni Mustalik Seferinden geri dönerken Medine’ye yakın bir yerde konakladı ve gecenin bir bölümünü o konak yerinde geçirdi. Münadi, yola çıkılacağını duyurduğunda kafile toparlanmaya başladı. Tam o sırada Aişe (r.anha) tuvalete gitmek üzere ordu yerinden ayrıldı. Tuvalet olarak belirlenen yerde her zaman boynunda asılı duran kolyenin yerinde olmadığını gördü. Karargâha koştu, gerdanlığı kendi konakladığı alanda aradı, bulamadı. O sırada karargâhta bulunanlar hazırlanmış, yola düşmeye başlamışlardı. Aişe (r.anha) bir telaş içinde gerdanlığını bulmak için tuvalet noktasına geri döndü, gerdanlığı o civarda aradı ve buldu. Kısa yokluğu sırasında hevdecinden sorumlu olanlar, kendisini içinde sanarak hevdeci alıp deveye yüklemişlerdi. Aişe (r.anha) bir kez daha geriye döndüğünde karargâh yerinde kimsenin bulunmadığını gördü. Çarşafına sarınıp uzandı bir yere. Nasılsa hevdeçte bulunmadığı anlaşılacak ve dönüp onu alacaklardı. Bu güven içinde beklemeyi sürdürürken, Safvan b. Muttal es-Sülemi geldi konaklama yerine. Onu gördüğünde, örtünme emri gelmeden önce karşılaştıkları için tanıdı ve “İnnalillahi ve inna ileyhi raciun” ayetini okudu.
“Rasûlullah’ın eşi!” dedi ardından. “Allah merhamet etsin, seni böyle geride bırakan nedir?”
Çarşafına bürünmüş olan Aişe (r.anha) cevap vermedi. Safvan devesini yaklaştırarak binmesini söyledi, kendisi uzaklaştı. Aişe (r.anha) deveye bindi, Safvan devenin yularını tuttu ve gece boyunca süratle yol alarak, sabah saatlerinde orduya yetiştiler. Konaklama yerine vardıklarında, Aişe (r.anha)’yi hevdecin içinde sanan devesinin sürücüsüyle karşılaştılar. “İşte o zaman iftiracılar dediklerini demişler, karargâh çalkalanmış, benim ise vallahi bunların hiçbirinden haberim yoktu” diye anlatıyor Aişe (r.anha).
Zayıf bünyeli genç kadın sefer dönüşü Medine’de hastalanıp yatağa düştü. Dedikodulardan henüz haberdar değildi. Abdullah b. Übeyy gibi münafıklar dışında bu dedikodulara kendini kaptıran az sayıda Müslüman da vardı. Safvan’dan hoşlanmayan Hasan bin Sabit, Peygamberimiz’in eşlerinden Zeyneb (r.anha)’in kız kardeşi Hamne ve Hz. Ebu Bekir (ra)’in yardımıyla geçinen Mistah b. Üsâse, onu zor duruma düşürmek için bu dedikoduların yayılmasına katkıda bulundular. Aişe, Hamne bt. Cahş’ın iftiracılar korosuna katılmasını, kız kardeşi Zeyneb binti Cahş (r.anha)’ın  Peygamberimiz’in eşleri arasında kendisine makam itibarıyla rakip olabilecek tek kadın  olmasına bağlıyor. Bu konuda Zeyneb (r.anha) tek kelime etmezken, Hamne’nin kız kardeşine destek sunduğu inancıyla iftiraların yayılmasına destek sunması ilginçtir.  İftiraları duyduğunda büyük bir öfkeye kapılan Safvan, kılıcıyla Hasan’a saldırdı ve yaraladı. Haber Peygamberimiz’e ulaşınca, Safvan’ın tutuklanmasını istedi. İftira karşısında duyulan öfke, ölümcül eylemlere sebep olmamalıydı. (İbni Hişam’ın rivayet ettiğine göre baskı altında kalan Safvan nihayet, kadınlara ilgi duymadığını açıklamak zorunda kalacaktı.)

Aişe (r.anha) muhterem eşinden başka bir söz bekliyordu o sırada, güçlü bir teselli, her şeye rağmen güvenini bildiren bir açıklama. O’nu dinlerken gözyaşlarının kuruduğunu ve artık bir şey hissedemez olduğunu fark etti. Kendisi yerine cevap verecekleri beklentisiyle annesiyle babasının yüzüne baktı. Sessiz kaldıklarını görünce bocaladı. Farklı bir şeyler umuyordu, bir ayet değilse de bir rüya...
Annesi, babası ve Muhammed (sav) neler olup bittiğini bilseler de Aişe (r.anha)’ye bildirmekten kaçınıyorlardı. Yine de Aişe (r.anha) hasta yatağında Peygamberimiz’in kendisine yönelik tutumunda bir tuhaflık olduğunu sezdi. Eskiden hastalandığında üzerine titreyen eşi, odaya girdiğinde onunla pek muhatap olmuyor, halini hatırını, bakımı için yanında olan annesi Ümmü Ruman (r.anha)’a soruyordu. Aişe  (r.anha) bu durumu içerleyerek, O’ndan annesinin evine gitmek üzere izin istedi.  Anne ve babasının evinde kaldığı yirmi gün içinde toparlandı, ayağa kalktı, ama hakkındaki söylentilerden hâlâ haberdar değildi. O tarihlerde Medine evlerinde tuvalet yoktu, insanlar tuvalet yerine Medine’nin dışına gidiyorlardı. Aişe (r.anha) de bir gece yanında Ümmü Mistah olduğu halde tuvalete gitmek üzere evden ayrıldı. Yan yana giderken ayağı Aişe (r.anha)’nin çarşafına takıldı Ümmü Mistah’ın, tökezledi ve bunun üzerine “Mistah kahrolsun” diye söylendi. Aişe (r.anha) onun oğluna karşı fazlasıyla öfkeli olduğunu görünce sebebini anlamak istedi, sorular sordu. Nihayet Mistah iftiracıların şehre yayılan sözlerini aktardı.  Aişe (r.anha)’ye duydukları çok fazla geldi,  üzüntüden öylesine ağladı ki “ciğerlerimin parçalanacağını zannettim” diye anlatıyor. Perişan bir halde eve geri döndü.  Ortalıkta dolaşan iftiraları kendisinden gizlediği için annesine sitem etti. Annesi,“Kızım” dedi. “Biraz az ağla! Vallahi erkeğinin sevdiği güzel bir kadının haset eden akranları çok olur. İnsanlar da onun hakkında olur olmaz çok şey söylerler.”
Aişe (r.anha) daha sonra Rasûlullah (sav)’ın bu konuda mescitte bir hutbe irad ettiğini de öğrendi. Hutbe sırasında Allah’a hamd ve senanın ardından sitemkâr ve olabildiğince yatıştırıcı, fitneyi bertarafa dönük açıklamalarda bulunmuştu Peygamberimiz: “Ey Müslümanlar! Kimi insanlara ne oluyor da ailem hakkında bana eziyet ediyor ve doğruluktan uzak şeyler söylüyorlar? Vallahi ben onlar hakkında hayırdan başka bir şey bilmem. Ayrıca işe bir adamı da karıştırıyorlar ki onun hakkında da hayırdan başka bir şey görmedim. O benim evlerimden hiçbirine ben olmadan girmez.”
Hutbesinin ardından cemaat Peygamberimiz’e güven ve desteğini bildirdi. Mescitten evine geçen Peygamberimiz, orada Ali b. Ebi Talib (ra) ve Üsame b. Zeyd (ra) ile istişarede bulundu. Ali (ra)’nin tavsiyeleri şu şekilde kaydediliyor:“Ya Rasûlullah! Dünyada kadın çoktur. Onun yerine başka bir kadın alabilirsin. Bir de cariyeye sor, o sana doğruyu söyler.” Daha sonra Ali (ra)’nin, doğru konuşması için cariye Berire’yi fena halde dövdüğünü anlatıyor Aişe (r.anha). Berire ise hanımını şöyle savunuyor: “Vallahi hayırdan başka bir şey bilmem. Aişe’nin hiçbir kusur yoktu. Ancak ben hamur yoğurur, ona beklemesini tembih ederdim.  O ise uyurdu. Koyunlar da gelip hamuru yerdi.”
Aişe (r.anha)’nin annesi ve babasının tesellisine sığındığı günlerden birinde Peygamberimiz onu ziyarete geldi. O sırada Aişe (r.anha), yanlarında bulunan ensardan bir kadınla ağlıyordu. Peygamberimiz Allah’a hamd ve senadan sonra eşine şunları söyledi:  “Ey Aişe, halkın söylediklerini işittin. Allah’tan kork. Eğer söylendiği gibi bir fenalık yaptıysan Allah’a tevbe et. O, kullarının tevbesini kabul eder.”
Aişe (r.anha) muhterem eşinden başka bir söz bekliyordu o sırada, güçlü bir teselli, her şeye rağmen güvenini bildiren bir açıklama. O’nu dinlerken gözyaşlarının kuruduğunu ve artık bir şey hissedemez olduğunu fark etti. Kendisi yerine cevap verecekleri beklentisiyle annesiyle babasının yüzüne baktı. Sessiz kaldıklarını görünce bocaladı. Farklı bir şeyler umuyordu, bir ayet değilse de bir rüya... “...Allah’ın benim hakkımda ayet indirmesine layık görmüyordum kendimi, bunun için hakir ve küçük olduğumu düşünüyordum.” Bununla birlikte, Peygamber’in bir rüya göreceğini ve bu rüyada Allah’ın onu temize çıkartacağını umuyordu. Anne ve babasına, Peygamberimiz’e cevap verip vermeyeceklerini sordu. Onlar, ne cevap vereceklerini bilemediklerini söylediler.
Ebeveynlerinin suskunluğu üzerine Aişe (r.anha) bir yandan ağlarken Peygamberimiz’e şunları söyledi: “Vallahi senin söylediğin şeyden dolayı Allah’a tevbe etmem. Vallahi biliyorum ki insanların söylediğini ikrar etsem -ki ben bundan beriyim- olmamış bir şeyi kabul etmiş olurum. Söylediklerini inkâr etsem, siz kabul etmezsiniz. Ben Yusuf’un babası Yakup gibi, ‘Artık bana düşen bir güzel sabırdır. Anlatılanlara karşı sığınağım sadece Allah’tır’, derim.”
Bu sözlerin ardından çok geçmedi, Hazreti Peygamber’e, vahiy geldiğinde gördüğü halin arız olduğunu fark etti Aişe (r.anha). Yerinde oturamadı Peygamberimiz, elbisesine sarınarak uzandı;  başının altına bir yastık yerleştirdiler. Vahyin iftira üzerine ineceğini düşünüyordu odadakiler. Hz. Ebu Bekir (ra) ile eşi Ümmü Ruman (r.anha), vahyin iftirayı doğrulayacağı konusunda öylesine endişeli görünüyorlardı ki Aişe, “vallahi neredeyse canları çıkacak zannettim” diye anlatıyor. Kendisi ise suçsuz olduğunu bilmenin güveniyle korku ve endişeden uzaktı. Yine de vahyin beklendiği anlara tanıklığın, tam o sırada olağanüstü etkileyici olduğu açık. Odada bulunan herkes, inmekte olan vahiy karşısında duygu ve düşünceleriyle yüzleşiyor. Aişe (r.anha) bilmeden istemeden bir tuzağa düşürülmüş ve gençliğinin yol açtığı endişelerle bunları gizliyor olabilir mi... Anne ve baba kızlarına ne denli güveniyor olsalar da Her Şeyi Gören ve Bilen’in sınırsız tanıklığına hazırlanırken iftiracıların yaydığı cümleleri bir parça bile olsa ihtimal vererek hatırlarına getirmenin mahcubiyet ve korkusunu yaşıyor olmalılar... İftiranın yol açtığı yıkıcı sorularla kuşatılmış olan aile fertleri vahyin açıklamalarına ihtiyaç duyuyordu. Bununla beraber belki de doğruluğundan şüphe edilemeyecek ayetleri karşılamaya henüz hazır değillerdi... Herkesten önce Peygamberimiz, inanmaktan uzak durmasının sebeplerini mesciddeki hutbesinde dile getirdiği iftira karşısında vahyin tanıklığının gizli endişesini yaşamıyor olabilir miydi?

Odada vahyin indirilişine tanık olan herkesten daha farklı duygular ve düşünceler içindeydi Aişe (r.anha). Bir bakıma yalnızdı, kendi başınaydı. Endişeli değil de kırgın olabilirdi. Suçsuzluğuna emin olduğuna göre, Allah biliyordu bunu, öyleyse niye endişelenecekti? “Allah bana zulmedecek değildi” diye anlatıyor.
O hep olduğu gibi nazik davranıyordu Aişe (r.anha)’ye, ancak fıtratına yedirilmiş Peygamber ahlâkıyla iftiralar karşısında bir eşin kuşku ve endişelerini yansıtmaktan uzak dursa da her zamankine göre mesafeli olduğu söylenilebilirdi. Ne suskunlukla karşılayabilirdi iftiraları, ne örtbas edebilirdi. Tersine Aişe (r.anha)’nin zan altında kalmaması için hadiseyi her açıdan açık açık konuşması ve karşılaştığı soruları cevaplandırması gerekiyordu. İftira hadisesi yeni toplumun kadın-erkek ilişkileri, iffet ve namus telakkisi açısından da ayrıca açıklık kazanmalıydı. Bir taraftan Peygamber, diğer taraftan eş olarak Muhammed (sav) iftiraların amaçladığı fitne dalgasına karşı sorumlu bir yaklaşım sergileme gayretini sürdürürken, Aişe (r.anha)’nin maruz kaldığı toplumsal baskı karşısında vahyin tanıklığını bekliyor olmanın gerilimini yansıtıyordu. Duymak istemediği kelimeler ayet halinde inebilir mi, sevgili bu denli yakın ve açık seçikken bir yabancıya dönüşmüş olabilir mi... Aişe (r.anha) ile arasında oluşan mesafe muhakkak ki O’na acı veriyordu. Kişisel duyguları tarafından yönlendirmekten uzak durduğu sorunun çözümü için bütün kalbiyle vahiyden yardım umuyor olmalıydı.
Ensar’dan kadın o sırada hâlâ odada mı bilemiyoruz, eğer odadaysa, Ebu Bekir (ra) ve Ümmü Ruman (r.anha) gibi kaygıya düşmüş olabilir. Çünkü uğradığı iftira karşısında birlikte ağlayacak kadar yakındı Aişe (r.anha)’ye ve biz bu yakınlığın, ayetle bildirilecek olanın apaçık doğruluğuyla sınanmaya hazır olup olmadığını bilmiyoruz. Aişe (r.anha)’yi inciten, kıran, iftiracılar karşısında bu koca dünyada yapayalnız olduğunu ve sadece kendisine Şah Damarından Daha Yakın Olan Rabbi’ne güvenebileceğini duyurtan ağır, zor bir tecrübeydi bu.
Odada vahyin indirilişine tanık olan herkesten daha farklı duygular ve düşünceler içindeydi Aişe (r.anha). Bir bakıma yalnızdı, kendi başınaydı. Endişeli değil de kırgın olabilirdi. Suçsuzluğuna emin olduğuna göre, Allah biliyordu bunu, öyleyse niye endişelenecekti? “Allah bana zulmedecek değildi” diye anlatıyor.
Sonra Muhammed (sav) vahiy halinden uzaklaştı, uzandığı yerden doğrulup oturdu. Mevsim kış olduğu halde yüzünden terler akıyordu. Odadaki endişeli bekleyişi yatıştıran bir rahatlığı hissettirdiği söylenilebilir. Yüzünden akan terleri sildikten sonra Aişe (r.anha)’ye döndü, “Müjde Aişe! Allah senin suçsuzluğunu inzal buyurdu” diye bildirdi. Aişe (r.anha), “Elhamdülillah” diyerek karşıladı müjdeyi. Peygamberimiz mescide gitti, hutbe sırasında kendisine inen ayet-i kerimeyi okudu: “Başkalarını yalan yere iffetsizlikle suçlayanlar içinizden bir güruhtur; (fakat siz, bu haksız suçlamaya maruz kalanlar) bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın; tersine bu sizin için hayırdır! (İftiracılara gelince,) onların her biri (böyle yaparak) işledikleri günahın yükünü taşıyacaklardır ve onlardan bu (günahın) işlenmesinde başı çekenleri vahim bir azap beklemektedir.”  (Nûr, 11)
Zor bir tecrübeydi. Hz. Aişe (r.anha)’nin yaşadığı ve bu tecrübe üzerinden Allah, namuslu kadınlara kara çalmakta tereddüt etmeyen günahkârları uyarırken, Müslüman toplumun yeni ahlâk anlayışını da pekiştiren ayetlerle müminleri sorumlu olmaya çağırıyordu. Bu süre içinde suçluluk duygusuyla kuşatıldığı söylenemezdi Aişe (r.anha)’nin, mahcup düşmüş de değildi. Ailesi ve çevresinin, Peygamber (sav)’in iftiralarla yıpratılmak istenmesi karşısında kendi açıklamalarının yeterli bir tanıklık ifade etmeyişi yüzünden aşırı üzülmüştü elbet. İftira dünyayla ve insanlarla ilişkilerini başka bir gözle görmesini sağlamıştı. Dostlarını yanlış mı seçmişti, düşmanları düşündüğünden daha mı kara kalpliymiş? Bu bir iman –bir kişilik– sınavıydı ve Aişe (r.anha) sınavdan lâyıkıyla çıkmayı başardı.

Cari Açık Büyüyor



Cari Açık Büyüyor 
Cari Açık Büyüyor Türkiye dünyada en fazla cari açık veren 

7. ülke konumunda.




Türkiye ekonomisinin dengesi bozulmaya devam ediyor. Türkiye ekonomik krizlere sürükleyen cari açığın son aylarda tekrar tırmanışa geçmesi dikkat çekiyor. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na göre, Türkiye’nin Ocak - Mayıs 2013 dönemi cari işlemler (döviz) açığı geçen yılın aynı dönemine göre, 5 milyar 847 milyon dolar artarak 31 milyar 920 milyon dolara yükseldi. Cari işlemler açığının artmasında, ilk beş aylık dış ticaret açığının 4 milyar 947 milyon dolar artarak 33 milyar 811 milyon dolara yükselmesinin yanı sıra, gelir dengesi kalemi altında kar transferlerini içeren doğrudan yatırım/gider kaleminde mayıs ayında gerçekleşen 1 milyar 553 milyon dolarlık çıkış etkili oldu. Türkiye’nin mayıs ayında cari işlemler açığı 7 milyar 524 milyon dolar olurken, yıllık bazda cari işlemler açığı 53 milyar 595 milyon dolar oldu. 

Dünyada üst sıralarda yer alıyoruz 

Türkiye, dünyada en fazla cari açık veren ülkelerden biri olarak dikkat çekiyor. Dünya cari açık süper liginin tepesinde 425.7 milyar dolarla ABD yer alıyor. ABD’yi 96.7 milyar dolarla İngiltere, 87.8 milyar dolarla Hindistan, 73 milyar dolarla Brezilya, 62.3 milyar dolarla Kanada, 59.6 milyar dolarla Fransa izliyor. Türkiye ise 53.5 milyar dolarla 7. sırada yer alıyor. 

Cari açık geçen yılı geçecek 

Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan da, yaptığı açıklamada, cari açığın 2013 yılında 2012’den daha yüksek olacağını açıkladı. Mayıs ayında cari açığın 7 milyar 524 milyon dolar olarak gerçekleştiğini ifade eden Çağlayan, şunları söyledi: “Geçen yıla göre 2.2 milyar dolar artış var. 2013’te açık 2012’nin bir miktar üzerinde olacaktır. Özellikle Nisan ve Mayıs aylarında önceki aylara göre bir sıçrama var. Ancak bu bir trend değişimi anlamına gelmiyor; artışta artan altın ithalatının önemli bir etkisi var. Mayıs ayında 2.2 milyar doların üzerinde, Nisan - Mayıs toplamında 4.8 milyar dolar altın ithalatı yapıldı. Altın ithalatındaki artışın kalıcı olmasını beklemiyoruz. Küresel fiyatlardaki düşüşün etkisiyle talep artısı oldu ancak bu uzun sürecek gibi görünmüyor.”

LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RASÜLULLAH


"LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RASÜLULLAH"
           



Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...