Dünyada iken şer kapısını açıp onun tellallığını yapan,
kendilerine tâbi olanları yoldan çıkarıp saptıran küfür liderleri; kendilerine
uymalarından gurur duydukları kimselerle beraber o gün cehenneme atılırlar.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Allah’ın nimetini nankörlükle karşılayanları ve (peşlerine
taktıkları) toplulukları helâk olacakları yere, yaslanacakları cehenneme
götürenleri görmedin mi?” (İbrahim: 28)
“Allah ‘Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları ile
beraber ateşe girin!’ der.” (A’raf: 38)
Allah-u Teâlâ şeytanı ve onun şaşırtıp yoldan çıkardıkları
kimseleri cehenneme koyacağını vâdetmişti.
Öncekiler ve sonrakiler hepsi birleşirler. Hep beraber
cehenneme girdiklerinde birbirlerinden son derece nefret duyarlar, birbirlerine
lânet yağdırırlar.
“Her ümmet (topluluk) girdikçe kardeşine (kendini saptıran
yoldaşına) lânet eder.” (A’raf: 38)
Saptırıcı önderlerle onlara şuursuzca uyan şakşakçılar bir
araya gelince husumet ve karşılıklı tartışmalar başlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler
öncekiler için ‘Ey Rabbimiz! Bizi saptıranlar işte bunlardır. Bunlara ateşten
bir kat daha fazla azab ver!’ derler.” (A’raf: 38)
Hırlaşmalar ve ithamlar işte böyle başlar. Körükörüne
peşlerinden sürüklendikleri ve felâket-i ebediyeye düşmelerine sebep oldukları
önderlerine Allah-u Teâlâ’dan “Ey Rabbimiz!” diye başlayarak, kat kat cezalar
vermesini isterler.
Çünkü onlara uydukları ve kafirlikte peşlerinden gittikleri
için sapıklığa düşmüşler, onların açtığı çığırda yürüdükleri için cehenneme
müstehak olmuşlar.
Allah-u Teâlâ onların bu isteklerine şu şekilde mukabele
eder:
“Zaten hepsinin azabı kat kattır, fakat siz bilmezsiniz!”
(A’raf: 38)
İstedikleri kat kat azap hem kendileri için hem de onlar
içindir. İki taraf da sapıklıkta ortaktır. Kitleleri bâtıl yollara sürükleyen
küfür liderleri hem kendi kâfirliklerinden, hem de başkalarını doğru yoldan
saptırdıklarından ötürü; körü körüne bunların peşinden sürüklenenlere de hem
kâfir olduklarından, hem de gönül rızası ile sapık liderleri taklit etmelerinden
dolayı iki kat azap edilecektir.
Uyan da uyulan da birbirlerinden karşılıklı kuvvet almışlar,
şirretliklerini beraberce yapmışlardır. Şimdi ise hem kendileri için hem de
şuursuzca kabullendikleri fırkalar için ne kadar acıklı azaplar karşılarına
çıkmıştır.
Allah-u Teâlâ’nın bu beyanı üzerine öncekiler sonrakilere şöyle
derler:
“Sizin bizden üstünlüğünüz yoktur, kazandığınıza karşılık
azabı tadın!” (A’raf: 39)
Sapık önderler bunu tâbilerine yürek soğutma yoluyla söylerler.
Çünkü onlar liderlerinin azaplarının iki kat olmasını istemişlerdi.
Orada buna benzer suçlamalar ve lânetleşmeler sürüp gider. Hiç
birisi suçu üzerine almak istemez. Ceza yapılan işin cinsinden olduğu için,
dünyadaki mâlâyâni tartışma ve suçlamalar orada da devam eder.
•
Allah-u Teâlâ saptıranlarla sapanların cehennemdeki pek hazin
manzaralarını tasvir edip, ibretli bir tablo halinde akl-ı selim sahiplerinin
gözleri önüne sermektedir.
Allah’ı ve O’nun dinini bırakıp bâtıl sistemlerin kurbanı
olanlar cehennemin alt derecelerinde birbirleriyle hasımlaşır, mesuliyeti
birbirine atmaya çalışırlar.
Âyet-i kerime’de:
“Onlar birbirlerini suçlayıp çekişirler.” buyuruluyor.
(Saffat: 27)
Öyle suçlayıcı iddiâlarda bulunurlar ki, maksatları suçu
üzerlerinden atmak ve kurtulmak. Fakat ne mümkün! “Sen bizim buraya girmemize
sebep oldun!” diyerek, leş üzerine üşüşen kargalar gibi üzerlerine
üşüşürler.
İleri gelenlerine:
“Siz bize sağdan gelir, sûret-i haktan görünürdünüz!”
derler. (Saffat: 28)
Bâtılı süslerler hak diye gösterirlerdi. Günahları sevap
diyerek onlara işlettirirlerdi. Kendilerini hayrat ve hasenâta sevketmek, doğru
yolu göstermek istediklerini söyleyerek onları kandırıp Allah yolundan
alıkoyarlardı. En güvendikleri noktalardan yanlarına sokulur, onları ayartmaya
çalışırlardı.
Kimileri de kuvvet ve tahakküm ile, sahip olduğu makamın
forsunu kullanarak, halkı Allah’ın dininden uzaklaştırmak isterdi.
Bu sefer kodamanlar ileri atılırlar, haklarındaki ithamları
reddederek, mesuliyeti onlara yüklemek isterler.
Ve derler ki:
“Hayır! Zaten siz inanan kimseler değildiniz.” (Saffat:
29)
Ki, sizi imandan küfre çevirdiğimize dair iddiâlarınız doğru
sayılsın. İman etmek imkânınız olduğu halde yüz çevirmiştiniz, kendi isteğinizle
küfrü tercih etmiştiniz.
“Bizim sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu, siz kendiniz azgın
bir topluluk idiniz.” (Saffat: 30)
Serbest iradenizle sapıklığı tercih ettiniz. Bizim sizi dâvet
ettiğimiz yolun doğruluğuna dair elinizde kesin bir delil de bulunmuyordu.
Tercihinizi kötülüğe kullandığınız için davetimizi kabul ettiniz ve bize
uydunuz.
“Artık Rabbimizin sözü bize hak oldu. Azabımızı muhakkak
tadacağız.” (Saffat: 31)
Hepimiz O’nun tehdit ettiği azaba mahkum olduk, kesinlikle bu
azabı tadacağız, hiç kurtuluş imkanımız yok.
“Evet biz sizi kışkırttık. Çünkü kendimiz azgındık.”
(Saffat: 32)
Bizim gibi olmanız için sizi azdırmak istemiştik. Siz de
sapıklığa meyliniz sebebiyle bize uydunuz. Bu hususta bizi kınamayın.
Dünyada yaptıklarının karşılığı olarak, Allah-u Teâlâ’nın kesin
hükmü ahirette gerçekleşmiş olur:
“O halde o gün hepsi azapta müşterektirler. Biz suçlulara
böyle yaparız.” (Saffat: 33-34)
•
Tâbiler cehennemde lâyık oldukları cezalarını çekerlerken
zebaniler saptırıcı önderlere şöyle seslenirler:
“İşte şunlar peşinize düşüp sizinle beraber gerçeğe karşı
direnenlerdir.” (Sâd: 59)
Onlar da son derece öfkeyle cevap verirler:
“Onlara merhaba yok, rahat yüzü görmesinler. Çünkü onlar da
ateşe girmişlerdir.” (Sâd: 59)
Dünyada iken kendilerine uymalarından gurur duydukları
kimseleri artık görmek istemiyorlar.
Buna mukabil uyruklar da onlara cevap vermekten geri
kalmazlar:
“Asıl size merhaba yok! Siz rahat yüzü görmeyin! Bunu
başımıza getiren sizsiniz.
Ne kötü bir durak!” (Sâd: 60)
Saptırıcı önderlere uymanın acı ızdırabını çok acı bir şekilde
çeken uyruklar güruhu, kin ve intikam duyguları ile dolup taşarak Allah-u
Teâlâ’ya yönelirler.
Derler ki:
“Ey Rabbimiz! Bunu bizim başımıza kim getirdiyse, ateşte
azabını kat kat artır.” (Sâd: 61)
Aslında burada onlara karşı duydukları kin ve nefreti dünyada
iken duymaları gerekiyordu. Onlara uydukları takdirde başlarına böyle bir
felaketin geleceği apaçık belli idi. Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’inde Resulullah
Aleyhisselâm Hadis-i şerif’lerinde açık açık ferman buyurmuştur. İnananlar
işitmişler, itaat etmişler, onlardan irtibatlarını tamamen kesmişler, Hazret-i
Allah ve Resulü’nün yoluna koyulmuşlardır. Şimdi onların böyle bir sıkıntı ve
dertleri yok. Şimdi onlar cennetlerde mutluluk içinde yaşıyorlar. Hakk’a ve
hakikata sarılmanın, Allah yolunun yolcularının izini takip etmenin mükâfatını
bol bol alıyorlar.
Onlar ise bütün uyarılara rağmen gerçeğe karşı direnmişler,
hakikata kulak tıkamışlar, gözü yumuk bakmışlar. Ecel onları tam bu hallerinde
iken yakalamış.
İş işten geçtikten sonra yalvarıp yakarıyorlar:
“Ey Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi yoldan çıkarıp
sapıtanları bize göster. Onları ayaklarımızın altına alalım da en alçaklardan
olsunlar!” (Fussilet: 29)
İnsanları saptırıp yoldan çıkaranların, dinden diyanetten,
ahlâk ve fazilet değerlerinden mahrum bırakanların büyük bir azaba
uğrayacaklarında şüphe yoktur. Fakat Allah-u Teâlâ’nın kendilerine verdiği aklı
kullanmayıp, dinin ilâhi beyanlarını dinlemeyip, bu gibi saptırıcıların
gösterdikleri çıkmaz yollara sapan kimseler de onlar gibi azaba müstehak
olmuşlardır. Kendilerini mazur göstermeye asla salâhiyetleri olamaz.
İçleri intikam ateşiyle yanıp tutuşmaktadır. Kahırlarından ne
yapacaklarını ne söyleyeceklerini bilemezler. Bir netice vermeyeceğini
bildikleri halde, değişik ifadelerle tekrar tekrar ilticâ ederler:
“Ey Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize
uymuştuk, onlar da bizi yoldan saptırdılar.” (Ahzab: 67)
“Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver. Onları büyük bir
lânete uğrat!” (Ahzab: 68)
Halbuki kendilerine ne emretmişlerse yapmışlar, onlara
uydukları için zaten bu hale düşmüşlerdi. Şimdi ise pişmanlıklarına pişmanlık
katıyorlar, Allah’a ve Resulü’ne itaat etmediklerine nedamet ediyorlar. Fakat
hiç faydası yok.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde onların bu tartışmasının
kesinlikle olacağını beyan buyuruyor:
“İşte cehennemliklerin birbirleriyle bu şekilde tartışmaları
gerçektir, muhakkak olacaktır.” (Sâd: 64)
•
Gözleriyle ayan-beyan gördükleri bu azap gibi, Allah-u Teâlâ
onlara amellerinin cezasını pişmanlık ve kahırla ödetecektir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O zaman küfür öncüleri azabı görünce kendilerine uyanlardan
hızla uzaklaşıp giderler ve aralarındaki bütün bağlar kopar.” (Bakara:
166)
Herkes kendi derdine düşer. Hepsi de aynı girdabın içindeler.
Ektiklerini biçip ettiklerini buluyorlar.
Körü körüne uydukları sapık liderler onları yüzüstü bırakır
giderler. Dünyadaki gibi baş olmak iddiasında bulunamazlar. Her şeyden
vazgeçerler. Aralarındaki bütün ülfet ve muhabbet sebepleri ortadan kalkar.
İttifak etmek üzere yaptıkları yeminleri ve anlaşmaları bozulur.
“Onlara uyup arkalarından gidenler ‘Ah ne olurdu, bir daha
dünyaya gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi,
biz de onlardan uzaklaşmış olsaydık!’ derler.” (Bakara: 167)
Fakat ne çare ki, o sözleri olmayacak bir şeyi temenni etmek
kabilindendir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Böylece Allah onlara bütün yaptıklarını hasretler ve
pişmanlıklar halinde gösterecektir.
Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.” (Bakara: 167)
“Tat bakalım! Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir
kimse idin!” (Duhan: 49)
İkaz edildikleri halde bu ikazlardan nefret duyanlar var ya,
iman ettikleri saptırıcı imamlarla cehenneme girdikleri zaman ne kadar pişmanlık
duyacaklar.
“Ah keşke dinleseydik! Hazret-i Allah’a ve Resulü’ne iman
etseydik. Allah-u Teâlâ’nın dâvetçisi bize hep O’nun kelâmını önümüze
çıkarıyordu. Fakat biz azgınlar bu âyetlerden ikrah ederdik. Çünkü sizin
dininize girmiştik. Meğer o ne güzel bir dâvetçiymiş, keşke uysaydık! Şimdi ise
sizden ikrah ediyoruz. Bu azgın ve alevli ateşler içerisine, size uymamız,
yolunuzda bulunmamız ve çalışmamız sebebiyle girdik.” diyecekler.
Onların boyunlarına demir halkalar takılır, yetmiş arşın
uzunluğunda zincirlere vurulur. O bir lânet halkasıdır, o lânet halkası ile
kaynar suya da atılırlar.
Aslında o lânet halkası onlara daha dünyada iken takılmıştır.
Zira onlara Allah-u Teâlâ ve melekler, peygamberler ve salih kullar kıyamete
kadar lânet etmişlerdi.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lânet taktık
(daima lanetle anılacaklardır.)
Kıyamet gününde ise onlar çirkinleştirilip iğrenç kimselerden
olacaklardır.” (Kasas: 42)
Zira onlar İslâm dininden çıktılar, din kurucu oldular.