SAPTIRICI ÖNDERLERİN
VE ONLARA TÂBİ OLANLARIN MAHŞERDEKİ
DURUMLARI
Her asrın insanı yaşadığı devirde kime tâbi olduysa onunla
mahşere çağırılacaktır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla
beraber çağıracağız.” (İsrâ: 71)
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz bu Âyet-i kerime
hakkında “İmamdan murad, herkesin yaşadığı asrın önderidir.”
buyurmuşlardır.
Herkes dünyada kimin bayrağı altında bulunmuşsa, kime uymuş,
kimleri rehber edinmişse, ahirette de onun bayrağı altında bulunacaktır.
Rehber edindiği, peşine düşüp gittiği lideri nereye
götürürlerse onlar da oraya gidecek. Dünyada olduğu gibi ahirette de bir ve
beraberdirler. İyiler iyilerle beraber cennette, kötüler kötülerle birlikte
cehennemde olacaklardır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Firavun kıyamet gününde milletine öncülük eder, onları
cehenneme götürür. Gittikleri yer ne kötü yerdir!” (Hud: 98)
“Onlar bu dünyada da, kıyamet gününde de lânete
uğratılırlar. Ne kötü yerdir onların götürüldükleri yer!” (Hud: 99)
Ne kötü bir ikramdır onlara takdim edilen! Ne kötü bir bağıştır
verilen!
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Onları ateşe çağıran imamlar kıldık. Kıyamet günü onlar
yardım görmeyeceklerdir.” (Kasas: 41)
“Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lânet taktık (daima
lânetle anılacaklardır.) Kıyamet gününde ise onlar çirkinleştirilip iğrenç
kimselerden olacaklardır.” (Kasas: 42)
İyilerin arkasında gidenler, saadet-i ebediyeyi kazanmaya
vesile oldukları için liderlerini överek ve ona dualar ederek büyük bir mutluluk
içinde Cennet-i alâya doğru yürüyeceklerdir. Saptırıcı liderlerin peşine
takılanlar ise felâket-i ebediyeye düşmelerine sebep oldukları için onlara büyük
bir kin ve öfke duyacaklar, düşünmeden körü körüne ardına sürüklendikleri
önderlerine lânetler yağdıracaklar, beddualar edeceklerdir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler
öncekiler için ‘Ey Rabbimiz! Bizi saptıranlar işte bunlardır. Bunlara ateşten
bir kat daha fazla azap ver!’ derler.
Allah da ‘Zaten hepsinin azabı kat kattır, fakat siz
bilmezsiniz.’ buyurur.” (A’raf: 38)
“Öncekiler de sonrakilere derler ki:
Sizin bize hiçbir üstünlüğünüz yok. O halde siz de
kazandıklarınıza karşılık tadın azabı!” (A’raf: 39)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise
Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kıyamet gününde insanlar bir araya toplanır, Rabbimiz ‘Her
kim neye tapmışsa onun ardına düşsün.’ buyurur. Artık kimi güneşin, kimi ayın,
kimi tağutların (kodamanların) peşine düşüp gider.” (Buhari. Rikak: 52)
Allah-u Teâlâ bu gibi kimselere azabını hatırlatarak kendi
katına geldikleri zaman hor ve hakir olarak birbirleri ile çekişip
tartışacaklarını haber vererek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Sen o zâlimleri Rabblerinin huzurunda durduruldukları
zaman, suçu birbirine atıp dururken bir görsen!” (Sebe: 31)
Hep birbirini suçlayacaklar, hep birbirlerini kınayacaklar...
Hiç birisi suçu üzerine almak istemeyecek.
Başkalarının peşlerinde körü körüne giden, bu hususta
kendilerini uyarmak isteyen münevver insanları dinlemeyen kimseler, o gün
hakikatı apaçık gördüklerinde; liderlerinin suret-i haktan görünerek her şeyi
nasıl ters gösterdiklerini, o kodamanlara uydukları için nasıl bir felâkete
düşürüldüklerini ve azabın hazır vaziyette kendilerini beklediğini müşahede
ettiklerinde pek büyük bir hasret çekecekler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“İçlerinde zayıf sayılanlar (tâbi olanlar, peşlerine
takıldıkları o) büyüklük taslayanlara ‘Siz olmasaydınız biz inanmış olacaktık.’
derler.” (Sebe: 31)
Zehirli propagandalarının kendilerinin kâfir olmalarına sebep
olduğunu söylemek isterler.
Fakat onlar da kendilerine uyanlar gibi büyük bir azapla karşı
karşıya bulunuyorlar, hepsi de aynı girdabın içindeler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Büyüklük taslayanlar ise zayıf sayılanlara (kendilerine
tâbi olanlara) ‘Size hidayet geldi de, sizi ondan biz mi çevirdik? Hayır,
kendiniz suçlu idiniz’ derler.” (Sebe: 32)
Yani onlara şunu demek isterler:
Biz sizi sadece davet ettik. Siz ise hiç bir mesned, hiç bir
delil olmaksızın bize uydunuz. Allah’ın dinini, ahkâmını, emir ve yasaklarını
arkanıza ittiniz.
Biz sizin gibi binlerce insanı peşimize takmaya zorlayacak bir
kuvvete sahip değildik. Siz isteseydiniz bizi bu işten alıkoyardınız. Siz bize
bağlılık göstermeseydiniz, bağışlarınızla, yardımlarınızla, hediyelerinizle
desteklemeseydiniz, bizi kimse tanımazdı.
Allah’ın dinini arzu ve heveslerinize uydurmak için değiştirmek
isteyenleri baştacı yapıyordunuz. Size her türlü suç ve günahı işleme ruhsatı
verebilecek, haramı helâl yapacak kimselere yüksek payeler veriyordunuz. Şimdi
ise suçsuz olduğunuzu iddiaya kalkışıyorsunuz. Halbuki bu günah ve isyanda
hepimiz ortağız.
Onların verdiği cevabı da Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde
beyan buyuruyor:
“Zayıf sayılanlar (tâbi olanlar) da (peşlerinden gittikleri)
o büyüklük taslayanlara ‘Hayır, gece gündüz bizi aldatıyordunuz. Bize Allah’ı
inkâr etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı emrediyordunuz.’ derler.” (Sebe:
33)
Gece gündüz kendilerine tuzak kurduklarını, yaldızlı ve parlak
laflarla aldatarak hülyalara daldırdıklarını, doğru yolda olduklarını telkinle
kandırdıklarını söyleyecekler.
Neticede uyanlar da uyulanlar da bu karşılıklı suçlamaların
kendilerine bir fayda sağlayamayacağını anlayacaklar. Aslında her iki taraf da
suçlu. Önderlerin hem kendi günahları var, hem de saptırıp yoldan çıkardıkları
kimselerin günahları var. Diğerleri ise hem kendi günahlarının cezasını
çekecekler, hem de onlara körü körüne uymalarından ötürü mesuldürler.
Kendileri için hazırlanan azabı gördüklerinde kelimelerle ifade
edilemeyen elem ve nedamet duyarlar.
“Bunlar azabı gördüklerinde pişmanlıklarını içlerine
atarlar, ettiklerine içleri yanar.” (Sebe: 33)
Hakk’ı, hakikatı red ve inkâr eden bu nasipsiz mahluklar,
işledikleri günahların cezasını çekecekler, ektiklerini biçip ettiklerini
bulacaklar.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Biz o kafirlerin boyunlarına demir boyunduruklar takarız.
Onlar ancak yapmış olduklarının cezasını çekerler.” (Sebe: 33)
“Onlar hesaba çekileceklerini hiç ummuyorlardı.” (Nebe:
27)
Avam güruhu, dünyada iken lider kabul ederek hayvan sürüsü gibi
körü körüne peşlerinde sürüklendikleri kimselerin ahiretteki zillet ve
meskenetlerini, ne kadar sefil bir duruma düştüklerini gördüklerinde onlara
şöyle derler:
“Biz size uymuştuk, sizin bağlılarınızdık şimdi siz Allah’ın
azabından zerrece bir şey olsun savıp, bizi koruyabilecek misiniz?”
(İbrahim: 21)
Kendilerine ne emretmişlerse emirlerini tutmuşlar, onlara
uydukları için zaten bu acı sonuca varmışlar.
Bütün yetkileri, makam ve mansıpları dünyada kalan, yaptıkları
tahrip ve tahriklerin, sapma ve saptırmaların cezası ile karşı karşıya bulunan
önderler bu sözler karşısında mahçup olurlar, acziyetlerini itiraf ederler ve
derler ki:
“Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de size doğru
yolu gösterirdik.” (İbrahim: 21)
Orada ister istemez Allah-u Teâlâ’nın yüce kudretini kabul ve
itiraf ediyorlar. Halbuki bir imtihan sahnesi olan dünyada iken, hem kendileri
kabul etmiyorlardı, hem de arkalarına taktıkları kimselere kabul etmemelerini
telkin ederek şirke sürüklüyorlardı.
“Şimdi artık sızlansak da sabretsek de birdir, kaçıp
sığınacak bir yerimiz yoktur.” (İbrahim: 21)
Artık iş bitmiş, iş işten geçmiştir.
“O halde o gün hepsi azapta müşterektirler.” (Saffat:
33)