25 Ağustos 2017

TARİHTE KURULMUŞ BÜTÜN İSLAM DEVLETLERİ


TARİHTE KURULMUŞ BÜTÜN İSLAM DEVLETLERİ ile ilgili görsel sonucu

İSLAM DEVLETİ (622-912)

GÖK-TÜRK DEVLETİ (650)

EMEVÎ DEVLETİ 

İSLAM'IN BATI AVRUPA'DAKİ YAYILIŞI ENDÜLÜS EMEVİLERİ 

ENDÜLÜS EMEVİLERİ ve İDRİSÎLER, 9. asır 

ENDÜLÜS EMEVİLERİ ve İDRİSÎLER, 10. asır 

ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ'NİN BÖLÜNMÜŞ HALİ 

ENDÜLÜS'TE BERBERÎ MURAVİDLER 1061-1147 

ENDÜLÜS'ÜN ELDEN ÇIKIŞI
MUHADLAR 1147-1269, KIRNATA SULTANLIĞI 1232-1492 


ABBASİ DÖNEMİ İSLAM DEVLETLERİ

AVRUPA'NIN DOĞUSUNDAKİ İSLAM
HARZEMŞAHLAR DEVLETİ, EYYÜBÎLER, MEMLÛKLER (MISIR), DELHİ KÖLEMEN DEVLETİ (TÜRK), ANADOLU SELÇUKLULARI 


İSLAM'IN DÜNYAYA YAYILIŞI, TÜRK MUSEVİ HAZAR HANLIĞI 

İSLAM'IN DÜNYAYA YAYILIŞI - 2
GAZNELİLER, SELÇUKLULAR, KARMATİLER, FATIMİLER VE AFRİKA 


İSLAM'IN DÜNYAYA YAYILIŞI - 3
KIPÇAK ALTINORDU DEVLETİ, GÜNEYDOĞU ASYA 


İSLAM'IN DÜNYAYA YAYILIŞI - 4
AFRİKA, GÜNEYDOĞU ASYA , MALEZYA 


CENGİZ TORUNU İLHANLAR DEVLETİ 

BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ 

TİMUR DEVLETİ 

ŞAH İSMAİL'İN SAFEVÎ DEVLETİ,
TİMUR TORUNU ŞEYBANÎLER, VE DELHİ TÜRK DEVLETİ 


OSMANLI DEVLETİ 1400-1512 

OSMANLI DEVLETİ 1512-1699 

YENİ ORTA DOĞU: İSLAMSIZ DÜNYA Yrd. Doç. Dr. Sait YILMAZ


YENİ ORTA DOĞU: İSLAMSIZ DÜNYA 
Yrd. Doç. Dr. Sait YILMAZ 
YENİ ORTA DOĞU: İSLAMSIZ DÜNYA ile ilgili görsel sonucu
Orta Doğu‟da harita değişiklikleri için saatler hızla çalışmaktadır. Orta Doğu‟da son birkaç haftadır meydana gelen ve özellikle Mısır‟da doruğa ulaşan gelişmeler yıllardır öngördüğümüz radikal değişimlerin ayak sesleridir. Henüz resim tam netleşmese de Henry Kissinger‟ın da dediği gibi artık bu coğrafyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı kesindir. 
Gözlerin görmediğini akıl görür, bundan sonra olacakların önüne geçmek artık mümkün değildir. 

Gelişmeler “Yeni Orta Doğu” diye adlandıracağımız siyasi coğrafya ve İslamsız Dünya[1] olarak tanımlanan bir kültürel devrim sürecinde ilerlemektedir. Bu oyunun arkasında ABD ve başta onun akıl hocası İngiltere olmak üzere Avrupalı işbirlikçileri bulunmaktadır. Batının şaşkın ve hazırlıkmış gibi göründüğüne aldanmayalım, bu sadece ayaklanmaların Batı dizaynı olduğu şüphesini yok etmek için hazırlanan sahnenin kurgusudur. 

ABD kamuoyu diplomasisinin yaydığı Obama‟nın Mısır için dua ettiği gibi haberlerden, Youtube videolarına, Twitter gruplarına hatta TESEV‟in Türkiye‟nin model olduğu dair sıcak (!) araştırmasına kadar son derece kontrollü bir kriz yönetimi izliyoruz. Arkasında Batılı istihbarat örgütlerinin olduğu sivil toplum örgütleri, vakıflar, medya unsurları on yıllardır kurdukları ağların arkasından yarattıkları sahnede rollerini oynuyorlar. Büyük Orta Doğu Projesi ile başlayan bu sürecin hedefi; ne mezarlığa gönderdiği yönetimler, ne de sadece Orta Doğu‟dur. 

Hedef İslam dünyası ve onun da içinde olan Türk dünyasıdır. Yaklaşık 10 yıl içinde bu sel Orta Asya‟ya da varacaktır. Kısaca Batı ve Doğu uygarlıkları arasında beklenen çatışmadan önce enerji savaşları uğruna önce İslam dünyası aradan çıkarılacak, onun yerine ılımlı İslam ile simgelenen yozlaşmış Batı yanlısı yeni bir müvekkil devletler topluluğu ortaya çıkarılacaktır. Sonunda Irak‟ta olduğu gibi tüm bu coğrafya petrol karşılığı demokrasiye kavuşmuş kabul edilecektir. 

Bu projede başından beri Türkiye ve İsrail “iç kolaylaştırıcı (facilitator)” roller edindiler. Aralarında son yıllarda yaratılan suni gerilimler rol paylaşımında işe yaramış gözüküyor. Oyun devam ediyor ama peki Türkiye ne kazanıyor? Şimdi önce bugüne nasıl geldiğimiz ile başlayalım sonra neler oldu ve olacak ona bakalım. Büyük Orta Doğu Projesi ölmemiş, düğmeye basmıştı… 11 Eylül 2011‟e kadar olan 50 yıllık süreçte ABD‟nin Arap dünyasına yönelik politikası büyük ölçüde bölgedeki statükonun korunmasının kendi çıkarlarına en iyi hizmet edeceği yönündeydi. 

Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Bahreyn, Kuveyt ve Fas gibi ülkeler ABD ile iyi ilişkiler içinde idi. 11 Eylül saldırıları, ABD‟nin Orta Doğu politikası için de yeni bir dönem başlattı. Bush yönetimi terörizmin kaynağı olan siyasi olguları ortadan kaldırmak için en iyi yolun bölge ülkelerine demokrasi getirmek olduğuna inanmaktaydı. Irak harekâtı ile birlikte “demokratikleştirme” iddiası Washington‟un Orta Doğu‟da sürdürdüğü hegemonya mücadelesinin başlıca ideolojik bahanesi haline geldi. 

Hâlbuki bugün de olduğu gibi ABD‟nin Orta Doğu ile ilgili demokrasi talepleri daha özgür bir yaşamı teşvik etmek için değil iki amaçla yapılmaktadır. 
Birincisi mevcut siyasi kadroların el değiştirmesi, ikincisi buradaki demokrasilerin gelecekte ideolojik faklılıklara değil ırk ve din temeline dayanacak olması. Böylece bir yandan organize olan, parası olan, medyayı kontrol eden seçilme şansını kavuşurken diğer yandan ırk ve din temelinde farklılaşma ve ayrışan toplum nedeni ile o ülkeye has güçlerin oluşması mümkün olmadığından dışarının manipülasyonu kolaylaşacaktır. 

Batılılara göre; Orta Doğu‟da mevcut otoriter ve totaliter devlet yapılarının dönüşümünü zorlaştıran direnç faktörlerinin başında demokrasiyle uzlaşması zor, Batı karşıtlığını kimlik formu haline getiren İslam dini gelmektedir[2]. Dolayısıyla İslam‟ın “ılımlı” hale getirilerek demokrasiyle uzlaştırılması yani Batı karşıtlığından arındırılması gerekmektedir. “Ilımlı İslam” fikri İslam dininin özünün şiddete, totalitarizme eğimli olduğu düşüncesinden hareket etmektedir. 

Kendilerini ılımlı İslam olarak gören Post-İslamcı çevrelerin, iddiası, birçok liberal demokratın algıladığı türden „demokrasi‟ değil, kendi algıladıkları çerçevede İslami kuralları dayatan ve sadece siyasi iktidarın seçimle belirlendiği „İslami demokrasi‟lerdir[3]. Onyıllardır Orta Doğu‟da seküler (laik) ulusalcılık onu düşman gören ABD tarafından zayıflatılmaktadır. İsrail ile savaşlardaki başarısızlık da laik modernleşme akımlarının kaybetmesine ve tepkisel siyasi İslami akımların güçlenmesine neden olmuştur. Seküler ulusalcılığın yeri ise gene Amerikan icadı olan İslami köktencilik ile doldurulmaktadır[4]. Cezayir, Tunus ve Mısır‟da ise İslamcı muhalefet radikal bir şekil almıştı. 

Öte yandan İslamcı akımlar özellikle Libya, Türkiye, Ürdün ve İran gibi anahtar ülkelerde önemli değişimlere yol açabilecek bir potansiyele erişmiştir. Orta Doğu coğrafyasında bugün İslamcı ve milliyetçi akımlar yetersiz ve yabancı baskısı altında çaresiz gördükleri hükümetlerini by-pass edecek arayışlar içindedir. Radikal İslam ve yabancı düşmanlığından beslenen milliyetçilik, hızlı şehirleşme ve gelişen varoşlar, ülke içi istikrasızlıklar, artan refah olgusu insanları yeni arayışlara iterken terör ve göç havuzunu beslemektedir. 

Artan umutsuzluk insanları ayaklanma, terör ve göçe zorlamaktadır. Batılı güçler, ülke yönetimleri üzerinde baskı unsuru olarak ekonomik vasıtalar dışında medya ve sivil toplum baskısı da uygulamakta ve bugün kurdukları vakıf-sivil toplum örgütü-medya ağı ile olayları kendince yönlendirmektedirler. Hiç şüphesiz Orta Doğu bir istihbarat, propaganda ve örtülü operasyon cennetidir ve hesaplar bir ülke içinde bile bir servisten diğerine değişmektedir. 

Bugün ABD‟nin en az İsrail kadar önemli bir müttefiki olan Suudi krallığı, bir kabile yapısı içinde kemikleşmiş, gayet karanlıkçı bir dini köktenci denetime maruz, bütünüyle geri bir toplumdur. 
Ancak ABD için demokrat olmak, Batılı güçlerin müvekkili olmanızı gerektirir. Seçimleri kötü adamların kazanma şansı olduğundan; Türkiye, İsrail ve Lübnan‟ın dışında Orta Doğu‟da devam eden otoriter rejimlere bugüne kadar ses çıkarmamaktadır. Orta Doğu’da harita değişiklikleri için saatler hızla çalışmaktadır. Batılı politikacılar ve istihbarat teşkilleri uzun zamandır muhtemel bir İran operasyonu için çalışmaktadır. 

Orta Doğu‟nun her yerini Batılı istihbarat teşkilleri ve özel kuvvetleri sarmıştır. 11 Eylül saldırıları sonrası yanlış adımlar atan ABD, psikolojik harekât timlerinden, CIA‟nın örtülü operasyoncularına, açıkça finanse edilen medya ve think-tank kuruluşlarına kadar bir yapılanma içinde, Orta Doğu‟da Müslüman toplumların çehresini değiştirmek için on milyonlarca doların harcanmakta olduğu bir kampanya başlatmıştır. 
Amerika‟nın “Müslüman Dünyaya Erişim Stratejisi (MWOS)[5]”, Müslüman devletler, özel vakıflar ve sivil toplum örgütleri-NGO‟lar ile işbirliğini öngörüyordu. ABD; İslamcı radyoları, TV şovlarını hatta okul müfredatlarını değiştirmek, İslamcı think-tank kuruluşlarını ve politik atölye çalışmalarını desteklemek için fonlar kullanmaktadır[6]. 

ABD paraları camilerin onarılmasını, dini kurumlara, hatta İslamcı okulların inşasına harcanmaktadır. Bütün bunlar, bizzat ABD‟liler tarafından “dolar ile kalpleri ve düşünceleri satın almak” olarak özetlenmektedir. ABD'nin bölgesel çıkarları için engel oluşturmayacak tarzda bir İslam anlayışının yaygınlaştırılması için CIA (Türkiye‟de de olduğu gibi); toplantılar, sempozyumlar düzenlenmekte, yeni tür İslamcı aydınlar yetiştirilmekte ve piyasaya sürülmektedir. 

ABD, Türkiye‟nin de dâhil olduğu bu coğrafyada güç merkezleri ve direnç noktalarını yok etmeye çalışan bir süreç içindedir. Rejim değişiklikleri yanında harita değişiklikleri için de sular ısınmaktadır. Başlangıçta son 60 yıldır sürekli petrolü ve parasını soydukları Suudi Arabistan‟da başlayacak bir isyanın Orta Doğu‟yu kâğıttan kaleler gibi bir seri harita ve rejim değişikliğine götüreceğini hesaplamakta idiler. 

Ancak, Suudiler bu aşamada İran‟a karşı koalisyonun bir arada tutulması yanında üç şey için önemli olmaya devam etmektedir: para (Çek Defteri Diplomasisi); Afganistan‟da Taliban‟ın etkisinin azaltılması, Pakistan ordusunun donatımı ve Yemen‟deki cihadist hareket ile mücadele. Uzun zamandır ABD ve İngiliz istihbarat ve özel kuvvetlerinin cenneti olan Yemen, tıpkı Mısır gibi Batı dostluğunun ne anlama geldiğini yeni öğrenmektedir. 

Orta Doğu‟nun sonunu getirecek en büyük iç savaş alanı Suudi Arabistan olacaktır. Bu ülkenin parçalanması Mısır‟dan çok daha kolay olmakla birlikte, ortada bir ulus-devlet olmadığı için kaça bölüneceği -İran faktörü nedeni ile- ayrı bir kriz yönetimi için zamanlama gerektirmektedir. Orta Doğu‟da fonksiyonel olmayan devlet yapıları içinde yarı uykuda olan halk, bastırılmış devrimlerini karşıtı olduğu Batının tetiklemesiyle hayata geçirmektedir. 

Ancak Batının bu coğrafyadaki niyetleri sadece bu ülkelere demokrasi getirmek görüntüsü altında yeni müvekkil yönetimlerini kurmak ile sınırlı değildir. Bu oyunda birkaç tane daha büyük halka bulunmaktadır. Suudi Arabistan ve diğerlerinin de oyuna sokulmasının ortaya çıkaracağı istikrarsızlık ortamında harita değişiklikleri ile „Yeni Orta Doğu‟ yaratılırken tüm güç merkezleri ufalanacak, Orta Doğu savaşmadan yeniden işgal edilecektir. 

Bunu İran ve Orta Asya‟da diktatörlük olarak tanımladıkları daha çok Türk Cumhuriyetlerinin oluşturduğu coğrafyanın dönüştürülmesi izleyecektir. Yeni Orta-Doğu için en büyük tehdit olarak görülen İran ile yaklaşan savaş Orta Asya‟daki dönüşüm için de gereklidir. Kuzey Afrika‟dan Moğolistan‟a kadar olan bölgede yaratılan ikinci sınıf milletler topluluğuna liderlik edeceği için iştahlandırılan Ankara‟nın da hevesi kursağında kalacak, demokrasi projelerinden o da bölünerek yararlanacaktır (!). 

Ancak, iş bununla da bitmemekte, nasıl yaşamamız ya da uysal olmamız için geliştirilen ılımlı İslam bize öğretilecek, İslam‟ın içi ve enerjisi boşaltılırken uyum sağlayamayanları Irak‟ın kuzeyine yerleştirilmekte olduğu gibi CIA Tugayları hizaya getirecektir. Batı için Yeni Orta Doğu; radikal İslam ve İslami terörü besleyen kaynakların ve nihayet İslam‟ın sonu anlamına gelmektedir. Yeni Orta Doğu ve Türkiye’yi bekleyen tehlikeler.. Yeni Orta-Doğu‟da Şii, Sünni başta olmak üzere çok seslilik adına pek çok yeni devlet ve grup baş gösterecek, bunlara saklı Hıristiyan ve Yahudi gruplar katılacak, böylece dinlerarası diyalog projesi amacına ulaşacaktır. 

Müslüman devletler mezheplerine ve radikallik ölçülerine göre Batının gözünde iyi ya da kötü kategoride yer alacaktır. Bu aynı zamanda Orta Doğu‟nun Müslüman hâkim kimliğini yok etmenin bir vasıtası olacaktır. Ortaya çıkacak yeni Mekke Şerifi Hüseyin‟ler küçük devletlere lider olmak için Batılılarla işbirliği yapacak, suni devletler birbirini izleyecektir. Bu durumdan sadece Orta Doğu değil dünya Müslümanlığı da bunalıma girecektir. 

Özetle Orta Doğu‟da yaklaşık bir 30 yıl sonra ne eski Orta Doğu ne de bildiğimiz İslam kalacak, Orta Doğu ve İslam tasfiye edilirken geride yabancıların tamamen güdümünde bir araya hiçbir zaman gelemeyecek küçük devletçiklerin oluşturduğu bir yığın kalacaktır. Kısaca Batı yeni harita ve yeni çatışma bölgeleri ile istikrarsız ve İslamsız bir Orta Doğu‟ya karar vermiştir. 
Bu coğrafyada ABD ve İsrail dilediğini yapacak, Cumhuriyetçi evangelistlerin edindikleri kutsal görev yerine getirilecek yani Kudüs‟e dönülecektir. Artık ne Arap ülkeleri ne de diğerleri biraya gelerek, İsrail‟e karşı bir askeri koalisyon oluşturamayacaktır. Bugün Orta Doğu‟da yaşanan gelişmeler için en önemli yanılgı; bunun demokrasi isteyen bir halk hareketi olduğu, sonunda demokrasinin kazanacağı ve Batının bunu yürekten istediği illüzyonudur. Büyük Orta Doğu projesinde gelinen aşamada Mısır ve Tunus ile başlayan rejim değişiklikleri ile Kuzey Afrika için öngörülen rejim değişiklikleri hayata geçirilmektedir. Bu ülkelerde radikal İslamcıların seçimleri kazanma riski vardır ama yaşama şansı yoktur. 

İster Mısır‟da Müslüman Kardeşler, Tunus‟ta da Nahda hareketi iktidara gelsin, durumları Hamas‟tan farklı olmayacak, halk gene ayaklanacaktır. Zaten lideri, örgütü ve hedefi olmadan sadece ekonomik kaygılar için ayaklanmış bu halk kitleleri üzerinden yapılan pazarlığın arkasında demokrasinin değil Batı müvekkili bir yönetimin nasıl geleceği yatmaktadır. 

Bu coğrafyaya kimse demokrasi gelmesini beklememektedir. Demokrasi, Orta Doğu‟da ılımlı İslam denilen kültürel devrimi için gereken toplumsal şartları yaratma argumanı olmaya devam edecektir. Mısır‟da bir an önce Mübarek‟in iktidarı bırakması için yapılan Batı baskısı aslında Mübarek varken bu oluşumların hızla ve özgürce yapılamayacağı öngörüsünden kaynaklanmaktadır. 

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ırk ve din temeline dayalı harita değişiklikleri Yeni Orta Doğu‟yu şekillendirecektir. Orta Doğu‟da güç dengesi diye bir şey kalmayacak, Türkiye dâhil tüm güç unsurları ufalanacak, bölünecek ve kontrol altına alınacaktır. Gelişen süreçte Türkiye‟ye meydan doğmamakta, sıra bize de gelmektedir. Yeni harita değişikliklerinin en önemlisi Irak‟ın kuzeyinde bizi beklemektedir. Orta Doğu için gerçekten yapılması gerekenlerin başında gerek bölge halkına bakışımız gerekse parçası olduğumuz İslam ve Türk dünyası için radikal bir politika değişikliğine gitmemiz gelmektedir. 

Bu coğrafyadaki bütün sorunların temelinde tarihsel olarak yabancı güçlerin etki ve kontrol mücadelesi yatmaktadır. Önceliğimizin tüm bu coğrafyanın iç işlerinden İran ve Türkiye‟de dâhil olmak üzere tedricen tüm „yabancıların tasfiyesi‟ olmalıdır. Yeni süreçte orduların rolü daha önemli hale gelecektir. Türkiye‟nin taraf olsun ya da olmasın Arap dünyasında bulacağı ne siyasi ne de askeri bir müttefik vardır. Arap dünyasının tetikleyici gücü ve ağırlık merkezi ancak Mısır olabilirdi ama artık o da bu işlevini tamamen yitirmektedir. 
Sonuç Yerine Orta Doğu‟daki büyük bir çatışmanın iç çatışmalar şeklinde başlayıp, tüm bölgeyi sarma riski vardır. Bölgedeki dinamiti ateşleyecek olan Irak‟ın bölünmesi kadar başta Suudi Krallığı‟nın sonunun gelmesi olmak üzere diğer rejim değişiklikleri olacaktır. Çünkü rejim değişiklikleri 20. yüzyılın başında suni olarak çizilmiş, aşiretlere dayalı sınır ve petrol paylaşımlarının iflasını getirecek ve ortaya çıkacak kaostan pek çok yeni denklem üreyecektir. 

Uluslararası ilişkilerin terazisi ülke çıkarlarıdır bu nedenle Türkiye bölgede taraf olmak yerine önceliğini Irak‟ın kuzeyine vermelidir. Türkiye‟nin demokratik bir özgürlükler ülkesi olarak Orta Doğu‟ya örnek ya da model olacağı sadece kendimizin inandığı ve zaten bunun için uydurulan yabancılar tarafından pompalanan bir illüzyondan başka bir şey değildir. Türkiye‟nin askeri maceralara, yeni belalara ve kağıttan dostlara değil güçlü ve faydalı aktörlerle işbirliğine ihtiyacı vardır. 
İsrail ile ilişkilerimizin düzeltilmesi, ABD ile ilişkilerin karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan bir çerçeveye oturması gerekmektedir. Kısaca Türkiye, başkalarının değil kendi oyununun aktörü olmalıdır. Türkiye, sert gücü yanında yumuşak gücünü onu tamamlayacak şekilde kurgulamalı ve bu coğrafyadaki muhtemel oldu-bittilere hazır olmalıdır. 

Bunun için entelektüel çeşitli kriz senaryoları çerçevesinde ülkenin tüm kurum ve kuruluşları gerekli rolleri edinmelidir. [1] ‘İslamsız Dünya’ tanımlamasını tıpkı ‘Ilımlı İslam’ gibi ilk defa kullanan Graham E.Fuller oldu. (Graham E.Fuller: A World Without Islam, Little Brown & Company, 2010). Her ne kadar Fuller kitabında bu kavramı Orta Doğu’da olan bitenler hakkında İslam’ı aklamak için kullanmış için olsa da bu makalede Ilımlı İslam ile gerçekleştirilmek istenen düzenin gerçek anlamı olarak kullanılmaktadır. [2] 

Çetin Güney: Büyük Orta Doğu Çerçevesinde İslam ve Demokrasi, ASAM Yayınları, Avrasya Dosyası; İslam ve Demokrasi, Cilt: 11, Sayı:3, (Ankara, 2005), 6. [3] Nuray Mert: Demokrasi hayalleri ve ‘Post-İslamizm’, Milliyet, (04 Şubat 2011). [4] Noam Chomsky and Gibret Achcar: Tehlikeli Güç, İthaki Yayınları, Edt.: Stephen R. Shalom, Çev.: Yavuz Alogan, (İstanbul, 2007), 59. [5] MWOS: Muslim World Outreach Strategy. [6] Bakınız: Sait Yılmaz: Güç ve Politika, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2008), 3.Bölüm. 10.02.2011

Abbas Bin Abdülmuttalip Kimdir? ABDULLAH bin ABBAS, Kimdir

Abbasiler Dönemi,

Abbasi Devleti İle İlgili

Konu Anlatımlar


ABBASİLER DÖNEMİ, ABBASİ DEVLETİ İLE İLGİLİ GENEL BİLGİ (1)
(750 - 1258)

-Abbasiler, Emevilerde olduğu gibi Arap olan olmayan ayrımı yapmadılar.

-Emeviler, Arap devletiyken, Abbasiler İslam devleti olmuştur. 
Bu durum Arap olmayan kitlelerin örneğin Türklerin, İslamiyeti benimsemelerinde etkili oldu. 

Bu nedenle bir İslam devleti sayılır.

-Başkenti Bağdat’tır.

-Abbasiler’in iktidara geçmesinden hemen sonra gerçekleşen Talas Savaşı’nda (751), Araplar Türklerle birlikte Çinlilere karşı savaştılar.

-Abbasi hizmetine giren Türkler giderek ön plana çıktılar.

-Türkler için Avasım denilen savunma şehirleri kuruldu. Böylece Bizans'a karşı önlem alınmış olundu.

-Bilim ve uygarlığa önem vermişler, tarihte ilk çağdaş öğretim başlamıştır.

-Askeri ağırlıklı samerra şehri kurularak vezirlik, komutanlık, valilikler Türklere verilmiştir.

-Türkler kitleler halinde İslam ülkelerine geldiler.

-Me’mun zamanında dünyanın yuvarlaklığı ispatlandı.

-Vezirlik makamı ve divan oluşturuldu.

-Tımarın ilk şekli olan ikta sistemi ilk defa Abbasiler döneminde uygulanmıştır.

-1258’de Moğollarca yıkılmıştır.

-En parlak dönem Harun Reşit devridir.

-Mansur zamanında Yunanca ve Hellence klasikler Arapça’ya çevrildi ve bir İslam Rönesans’ı yaşandı.

-Bağdat kuruldu ve bu şehir bilim-kültür merkezi haline geldi.
-Abbasiler;

a- İslamiyetin ilk heyecanının azalması

b- Yeteneksiz halifelerin işbaşına gelmesi
c- XI yüzyıldan itibaren Ön Asya 'nın Selçuklu Türkleri’nin egemenliğine girmesi

d- Merkezi otoritenin zayıflaması ile halifeye ait topraklar üzerinde 

''Tevaifül Mülük'' denilen devletlerin kurulması 
(örn: Mısır'da Tulunoğulları ve Akiştler,  Irak'ta Büveyhiler, İran’da Tahiriler, Maveraünnehir'de Samanoğulları) sonucu yıkılmışlardır.

-Abbasilere 1258 de Moğollardan Cengiz Han'ın torunu Hülagu Han, Bağdat'ı alarak son darbeyi vurmuştur.

-Emeviler yıkıldıktan sonra İspanya Abbasiler'e bağlanmadı.

-Endülüs Emevileri ayrı bir devlet olarak yaşadı.

-Daha sonra Beni Ahmer Devleti (Gırnata Devleti) varlığını XV. yüzyıla kadar korudu

-Abbasi hanedanlığı Osmanlılardan sonra en uzun egemenlik sürdüren hanedanlıktır.

ABBASİLER DÖNEMİ, ABBASİ DEVLETİ İLE İLGİLİ GENEL BİLGİ (2)
(750 - 1258)

-751’de Talas Savaşı yapılmıştır. Bu savaşta Türklerin Karluk, Yağma ve Çiğil boyları Abbasilere yardım etmiş, savaştan sonra da İslâmiyet’i kabul etmişlerdir.

-Halife Mansur döneminde ilk kez eski Yunan ve Hellenistik medeniyetine ait eserler tercüme edilmeye başlanmıştır.

-Abbasilerin en parlak dönemi Harun Reşid’in halifeliği sırasında yaşanmıştır. 
Bu dönemde halkın yaşam standardı yükselmiş, kültür ve mimari alanda çalışmalar yapılmıştır.

-Harun Reşid döneminde Bizans sınırında “Avasım” eyaleti kuruldu. Anadolu’da Tarsus’tan doğu yönüne uzanan bir hat boyunca kurulan bu şehirlere Türkler yerleştirilmiştir.

-Harun Reşid’in oğullarından Memun zamanında Türkler devlet kademelerinde ve orduda yer aldılar. Sadece Türkler için kurulan Samerra şehri kısa bir süre devletin yönetim merkezi olmuştur.

EBUL ABBAS DÖNEMİ, ÖZELLİKLERİ 
(ABBASİLER DÖNEMİ, ABBASİ DEVLETİ İLE İLGİLİ KONU ANLATIM)

-Abbasi Devleti, Hz. Muhammed'in amcası Abbas'ın torunlarından Ebu'l Abbas tarafından 750 tarihinde kuruldu.
-Abbasi hükümdarları, Emeviler gibi Arap üstünlüğüne dayalı bir devlet kurmadılar.
-Ebu'l Musa, Haşimiye şehrini devlet merkezi yaptı, iç karışıklıklarla uğraştı, kanlı bir şekilde siyasi birliği sağladı.

UYARI : 
Ebu'l Abbas, siyasi birliği sağlarken yaptığı çalışmalar yüzünden "Seffah" (kan dökücü) lakabını almıştır.

EBU CAFER EL MANSUR DÖNEMİ, ÖZELLİKLERİ 
(ABBASİLER DÖNEMİ, ABBASİ DEVLETİ İLE İLGİLİ KONU ANLATIM)

-Ebu Cafer El-Mansur, 754 yılında halife oldu.

-754 yılında Abbasi Devleti'nin başkenti Bağdat'a taşındı.

-751 yılında Çinlilerle Talas savaşı yapıldı.

-Bu dönemde kültür hareketleri oldukça ilerledi.

HARUN REŞİT DÖNEMİ, ÖZELLİKLERİ 
(ABBASİLER DÖNEMİ, ABBASİ DEVLETİ İLE İLGİLİ KONU ANLATIM)

-Harun Reşit, 786 yılında Abbasi Devleti'nin başına geçti.

-Bu dönem Abbasilerin en parlak dönemi oldu.

UYARI: 
Binbir Gece Masalları'nda geçen Bağdat halifesi Harun Reşit'tir. Binbir Gece Masalları'nda özellikle bu dönemdeki İslam hazinesinin zenginliği vurgulanır.

-Anadolu'ya akınlar yapıldı, İstanbul kuşatıldı fakat başarılı olunamadı.
-Bu dönemde de iç isyanlar sürdü.

MEMUN DÖNEMİ, ÖZELLİKLERİ 
(ABBASİLER DÖNEMİ, 
ABBASİ DEVLETİ İLE İLGİLİ KONU ANLATIM)

-Harun Reşit'in ölümü üzerine yerine oğlu Emin geçti.

-Kısa süre sonra yerine Harun Reşit'in diğer oğlu Me'mun geçti.

-Mu'tezile Mezhebi bu dönemde ortaya çıktı.

-Bu dönemde Antik Çağ Yunan eserleri Arapça'ya çevrildi.

UYARI: 
Arap-İslam Devleti kültür ve sanat alanında dışarıdan (Helenizm'den) en çok bu dönemde etkilenmiştir.

MUTASIM DÖNEMİ, ÖZELLİKLERİ 
(ABBASİLER DÖNEMİ, ABBASİ DEVLETİ İLE İLGİLİ KONU ANLATIM)

-Me'mun'un ölümü üzerine 833 yılında kardeşi Mu'tasım halife oldu.

-Bizans sınırlarında "Avasım" denilen Türk ordugahları kurdurdu.

UYARI: 
Avasım kentlerinin oluşturulma nedeni; İslam dünyasına karşı Bizans saldırılarını kırmaktır.

-Mu'tasım'ın ölümü üzerine merkez otorite zayıfladı.

UYARI: 
Türkler'in sınır boylarında, yerleşim yerlerinden uzak bölgelerde Emir'ül Ümera görevi verilerek merkezden uzaklaştırılmasının ve ordugahlarda toplanmasının nedenleri savaşçı özelliklerini kaybetmelerini önlemek ve merkezde tehlike oluşturmalarını engellemekti.

-Devlete bağlı Tavaif-i Mülk'ler bağımsızlıklarını ilan etti.

ABBASİ DEVLETİ’NİN, ABBASİLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ 
(ABBASİLER DÖNEMİ, ABBASİ DEVLETİ İLE İLGİLİ KONU ANLATIM)

-Abbasiler Arap olmayan uluslara hoşgörüyle yaklaşmış ve İslâmiyet’in daha fazla yayılmasını sağlamışlardır.

-Bu dönemde Emevilere göre bilim – kültür alanında daha çok gelişme gözlenmiştir.

-Türkler ilk kez bu dönemde İslâmiyet’i kitleler halinde benimsemişlerdir.

-Abbasilerin denizciliğe önem vermemeleri ticari ve askeri alanda gelişmelerini engellemiştir.

ABBASİ DEVLETİ'NİN YIKILMA NEDENLERİ (1) 
(ABBASİLER DÖNEMİ, ABBASİ DEVLETİ İLE İLGİLİ KONU ANLATIM)

-Abbasi Devleti, Mu'tasım'ın ölümü ile zayıfladı ve Moğollar'ın Bağdat'ı istilası ile yıkıldı.

-Selçukluların yıkılması ile koruyucuları ortadan kalktı.

-Şiilerin ve Emevilerin olumsuz çalışmalarından zarar gördü.

-Zayıflama döneminde fetihlerin durgun geçmesi nedeniyle ekonomi zayıfladı.

-Moğol Hükümdarı Hülagu'nun Bağdat'ı istilası ile Abbasi Devleti ortadan kalktı.

ABBASİ DEVLETİ'NİN YIKILMA NEDENLERİ (2) (ABBASİLER DÖNEMİ, ABBASİ DEVLETİ İLE İLGİLİ KONU ANLATIM)

a- İslamiyet’in ilk heyecanının azalması

b- Yeteneksiz halifelerin işbaşına gelmesi

c- XI yüzyıldan itibaren Ön Asya 'nın Selçuklu Türkleri’nin egemenliğine girmesi

d- Merkezi otoritenin zayıflaması ile halifeye ait topraklar üzerinde '
'Tevaifül Mülük'' denilen devletlerin kurulması 
(örn: Mısır'da Tulunoğulları ve Akiştler, Irak'ta Büveyhiler, 
İran’da Tahiriler, Maveraünnehir'de Samanoğulları) sonucu yıkılmışlardır.


ABBAS bin ABDÜLMUTTALİP;  KİMDİR

 Hz. Muhammet’in amcasıdır. (?-Medine 653). Mekke’nin önde gelen tüccarlarındandı. Büyük bir servete sahipti ve faiz karşılığı borç para verirdi. Mekke’de hacılara su dağıtma (sikaye) görevi ona verilmişti. Hz. Muhammet peygamberliğinin ilk yıllarında İslâmlığa yaptığı çağrıları kabul etmemekle beraber karşı da çıkmadı. 

Ebu Talip ölünce Hz. Muhammet’in koruyuculuğunu üstlendi ve ikinci Akabe biatında Hz. Muhammet ile birlikte bulundu. Bedir Savaşı’nda (624) Müslümanlara tutsak düştü. Fidyesi ödenerek serbest bırakıldı. Bazı söylentilere göre bu sırada İslamlığı kabul etmiş, ancak bunu bir süre gizlemiş ve Hz. Muhammet’in ısrarı üzerine de Mekke’ye geri dönmüştür. 

Mekke’de kaldığı sürece boş durmadı ve Kureyş’in savaş planlarını yeğenine bildirdi. Mekke’nin fethinden önce Müslümanlığını açığa vurdu ve Hz. Muhammet’e katıldı, Mekke Reisi Ebu Süfyan’ı Hz. Muhammet’in yanına götürdü, o da İslâm Ordusu’nun gücünü anlayıp Mekkelilerin boş yere savunma savaşına girişmelerine engel oldu. 

Böylece Mekke kan dökülmeden alındı (630). Huneyn Savaşı’nda da Hz. Muhammet ile birlikte bulundu. Hz. Muhammet Veda Haccı sırasında faizin yasaklandığını duyururken kaldırdığı ilk faizin de amcası Abbas’a ait olduğunu belirtti. Abbasi Devleti’nin halifeleri onun soyundan geldiler. İlk müslümanlardan Abdullah bin Abbas hayatı hakkında kısa bilgi. 

 ABDULLAH bin ABBAS, KİMDİR

 Hz. Muhammet’in amcası Abbas’ın oğlu (Mekke 619-Taif 688). 
Annesi ve babası Abbas’tan önce Müslüman oldular. Huneyn’de, Taif’te, Mekke’nin fethinde ve Veda Haccı’nda bulundu. îbn Ebi Serh ile birlikte Afrika’nın fethine katıldı. 

Halife Osman döneminde hac işlerini düzenlemekle görevlendirildi. Onun ölümü üzerine Hz. Ali ile çalıştı ve Basra Valiliği’ne atandı. Cemel Savaşı’na katıldı. Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali’nin ordusunun bir bölümüne komuta etti. Halifelik işi hakemlerin vereceği karara bırakılınca Hz. Ali onu hakem seçmek istediyse de yandaşları bunu kabul etmediler. 

Ancak Dumetu’l-Cendel’deki toplantıda hakem Ebu Musa el-Eşari ile birlikte bulundu. Yaşamının son yıllarında gözleri kör oldu. En çok hadis toplayan sahabelerden biri sayılır. Kuran bilimlerine ilişkin bilgisi nedeniyle Hz. Muhammet tarafından kendisine Tercümanu’l Kuran (Kuranın tercümanı) sıfatı verilmişti.

(ABBASİLER DÖNEMİ, ABBASİ DEVLETİ İLE İLGİLİ KONU ANLATIM)

Abbasiler Dönemi, Abbasi Devleti ile ilgili görsel sonucu


Abbasiler: Hz. Muhammet’in amcası Abbas’ın soyundan gelen ve Emevilerin yerini alan İslâm hanedanı ve devletidir (Bağdat 750-1258; Mısır 1261-1517). 750’ye doğru Emevi hanedanının yönetiminden hoşnut olmayanları çevrelerinde toplayarak, onların yerine iktidarı ele geçiren bir hanedandır. 
Emevilere karşı başlatılan harekette, Hz. Muhammet’in kızı Fatma’nın soyundan gelenlerle Hz. Muhammet’in amcası Abbas’ın torunları yer aldılar. Sonraları Fatma’nın soyundan gelenleri de saf dışı bırakarak Emevilere karşı olanları kendi güçleri yararına yönlendirmeyi başardılar. Emevi valilerinin bu girişimleri zor kullanarak bastırmaya kalkışmaları, halkın Abbasiler için yapılan propagandaları daha yoğun bir biçimde desteklemesine neden oldu. 

Emevilere karşı bu hareketin gizli önderi olan Abdullah bin Abbas’ın torunu Muhammet bin Ali’nin 744’te ölümü üzerine yerine geçen oğlu İbrahim hareketi daha da güçlendirdi. Bir süre sonra hareketin başına geçen Ebu Müslim Horasani, büyük bir kitleyi kendi çevresinde topladı ve çoktan beri tasarlanan ayaklanmayı başlattı. 

Emevi Halifesi II. Mervan’ın üzerlerine gönderdiği ordu yenildi (747). Bu arada Abbasi önderi İbrahim’in II. Mervan tarafından öldürtülmesi üzerine hareket daha da şiddetlendi ve başa kardeşi Ebu’l Abbas geçti. 749’da Küfe’yi ele geçiren Ebu Müslim’in önerisiyle Ebu’l Abbas’ı halife ilân ettiler (30 Ekim 749). Emevi Halifesi II. Mervan son bir direnişle 12 bin askerden oluşan ordusuyla Harran’dan hareket ederek Dicle Irmağı’nın kollarından biri olan Büyük Zap Suyu’nun kıyısında, Ebu’l Abbas’ın amcalarından biri olan Abdullah bin Ali’nin ordusuyla yaptığı savaşı kaybetti ve Musul’a sığındı (Ocak 750). 

Musul halkı II. Mervan’ı kente sokmayınca Harran, Humus, Şam ve Filistin üzerinden Mısır’a gitti. Abdullah bin Ali’nin kardeşi Salih, Mervan’ı Mısır’da Busirıs Kenti’ nde sığındığı bir kilisede ele geçirdi ve öldürdü (5 Ağustos 750). Halifelik simgeleri de Ebu’l Abbas’a gönderildi. Böylece Emevi Halifeliği tarihe karışırken, Abbasiler İslâm dünyasınm yönetimine ele geçirdiler. Abbasiler bu başarılarından sonra Emevi soyundan gelenlere karşı korkunç bir öldürme ve sindirme politikası izlediler. 

Bu soykırımdan pek az kişi kurtulabildi. Kurtulanlardan biri de Halife Hişam’ın torunu olan Abdurrahman bin Muaviye oldu. Abdurrahman bin Muaviye bundan 6 yıl sonra 756’da İspanya’da Endülüs Emevi Devleti’ni kuracaktır. İlk Abbasi halifesi olan Ebu’l Abbas Abdullah (750-754) döneminde Şam, İslâm dünyasının merkezi olmaktan çıktı, onun yerini Küfe aldı. Ebu’l Abbas halife olarak okuttuğu ilk hutbede kendisine es-Saffah “kan dökücü” sıfatını verdi. Es-Saffah imparatorluk içinde birliği sağladıktan sonra Emevi Halifeliği döneminde bir Arap imparatorluğu olan devleti bir İslâm imparatorluğu haline sokmak için çaba harcamaya başladı ve bu amaçla yönetsel kademelerde değişikliklere gitti. 

Ebu’l Abbas, el-Enbar Kenti’nde Haşimiye adını taşıyan bir imparatorluk sarayı yaptırdı. Başkenti buraya taşımayı düşünürken, henüz 30 yaşındayken çiçek hastalığına yakalanarak bu kentte öldü (754). Ebu’l Abbas’ın ölümü üzerine halifeliğe kardeşi Ebu Cafer el-Mansur (754-775) geçince, imparatorluğun Abbasilere geçmesinde önemli rol oynayan Abdullah bin Ali, hilafet konusunda anlaşmazlık çıkardı. Ancak Ebu Müslim tarafından Nisibis’te yenilgiye uğratılarak bir kaleye hapsedildi (754) ve 7 yıl sonra burada bir tutsak olarak öldü. Bu başarıyla gücü giderek artan Ebu Müslim de bağımsız bir biçimde yönettiği Horasan’a giderken Hilafet Sarayı’na uğrayınca öldürüldü (755). Böylece Halife el-Mansur, kendisi için engel oluşturan bir başka güçlü adamı da ortadan kaldırmış oldu. 

Ebu Müslim’in öcünü almak için Horasan’da başlatılan bir ayaklanma da bastırıldı (755). Bu olayın ardından İran tam anlamıyla boyun eğmiş oldu. Hz. Ali’nin torunlarından İbrahim ve Muhammet’in başlatmış oldukları bir ayaklanma da her ikisinin de öldürülmesiyle bastırıldı (763). Sözü edilen ayaklanmaların bastırılmasından sonra, Emeviler dönemindeki Arap İmparatorluğu’nun sınırları, İspanya dışında, yeniden sağlandı. Abbasi Hanedanı ‘nın gerçek kurucusu olan el-Mansur, hükümet merkezini Bağdat’a taşıdı (762). Bu tarihten sonra Bağdat, giderek İslam dünyasının merkezi olacağı gibi, bilim edebiyat ve sanatın gelişmesinde de önderlik edecektir. Yapımı dört yıl süren Bağdat’a halife tarafından Medinet üs-Selam adı verildi. 

Bayındır bir duruma getirilen Bağdat’ta bir hilafet sarayı, yanına da bir Ulu Cami yapıldı. El-Mansur başarılı bir saltanattan sonra, Hac için gittiği Mekke’de öldü (7 Ekim 775). Yerine geçen el-Mehdi (775-785) ve el-Hadi (785-786) dönemleri devletin kuruluş dönemlerini oluşturur. Daha sonra tahta geçen el-Mehdi’nin oğlu Harun ür-Reşit (786-809) dönemi Abbasi İmparatorluğu’nun en parlak dönemidir. 

İşbaşına getirdiği Bermeki ailesinden baba Yahya ve oğulları el Fadıl ile Cafer, 786-803 arasında devletin yönetimini ellerinde tuttular. Özellikle Bağdat’ı bayındır hale getiren Bermeki ailesinin giderek yükselen güçleri, 803’te Harun ür-Reşit’in kız kardeşi Abbase ile Cafer arasında geçen bir yasak aşk üzerine kırıldı ve Cafer öldürüldü. Babası ve kardeşi hapse atıldı. Sahip oldukları büyük servet ve taşınmaz mallara el konuldu. Harun ür-Reşit, Avrupa’da güçlü bir devlet kuran Charlemagne ile iyi ilişkiler kurarken başlıca düşmanı saydığı Bizans İmparatorluğu üzerine de seferler düzenledi. 

Bu seferler sırasında Herakleia ve Tyana fethedildiği gibi, Bizans’tan alınmakta olan vergiler de artırıldı. Harun ür-Reşit’in 809’ da ölümü üzerine yerine geçen oğullan el-Emin (809-813) ve el-Memun (813-833) dönemlerinde de Abbasiler, Bizans İmparatorluğu’na karşı seferler düzenlediler. Fakat daha sonra 10. ve 11. yüzyıllarda Bizans’ın yönetimini elinde tutan güçlü Makedonya hanedanı karşısında savunmaya çekilmek zorunda kaldılar. 

Gerçekte daha 8. ve 9. yüzyıllardan başlayarak Abbasi İmparatorluğumda bir çözülme başlamıştı. İdris bin Abdullah Fas’ta bağımsız bir devlet kurarken Kuzey Afrika denetimden uzaklaştı ve Kayrevan’daki karışıklıklar ancak İbrahim bin Aglep tarafından bastırıldı ve Halife Harun ür-Reşit 800’de babadan oğula geçmek üzere buranın yönetimini ona verdi. 

Horasan’da Tahiriler, Mısır’da Tolunoğulları bağımsızlık isteklerini açığa vururken, Samaniler ve Saffariler gibi İranlı hanedanlar da Bağdat’a yıllık vergi ödeme dışmda serbestçe hareket edebiliyorlardı. Halife Mutasım (833-842) ücretli Türk askerlerinden bir ordu kurarak yabancılara cesaret ve yetki verdi. Sonunda 908’de Halife el-Muktedir bu ordunun komutanı olan Munis’e emirul-ümera (beylerbeyi) unvanıyla birlikte sınırsız yetkiler tanımak zorunda kaldı. Öte yandan Şiilik İslâm dünyasında hızla yayılıyordu. Fatımiler önce Kuzey Afrika’yı sonra Mısır ve Suriye’yi ele geçirerek kendilerini rakip halifeler ilân ettiler. Büveyhiler 945’te Bağdat’ı işgal ederek Abbasi halifesini bir kukla durumuna düşürdüler. 

Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Bağdat Seferi ile (1055) Abbasiler Büveyhilerin elinde oyuncak olmaktan kurtulduysa da Selçuklular da onların politik güçlerinin yeniden canlanmasına izin vermediler. Bununla birlikte Abbasiler, Selçuklular döneminde rahat bir nefes aldılar. Egemenlikleriyse yalnız Bağdat ve çevresiyle sınırlı kaldı. Selçukluların zayıfladığı dönemlerde el-Muktefi ve en-Nasır gibi yetenekli halifeler sayesinde Abbasilerin yıldızı yeniden parlamaya başladı. Bu toparlanmayı Moğol saldırıları engelledi. 1258’de son Abbasi Halifesi el-Mustasım’ı öldürttü. Böylece Bağdat’taki Abbasi Halifeliği tarihe karıştı. Ancak hanedan üyelerinden bazıları Hülagu’nun elinden kaçmayı başardılar ve bunlardan 36. Abbasi halifesi el-Mustansır’ın kardeşi Ahmet, Memluk Sultanı Baybars tarafından 1261’de Kahire’de el-Mustansır billah Ebu’l Kasım unvanıyla halife ilân edildi. 

Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethine kadar süren Mısır Abbasi Halifeliği, son Abbasi Halifesi III. Mütevekkil’in ruhani ve cismani halifelik yetkilerini İstanbul’a Yavuz Sultan Selim’e devretmesiyle son buldu (1517). Abbasi İmparatorluğu’nun ilk 300 yılı (8-11. yüzyıllar) ortaçağ İslâm dünyasının en parlak dönemlerinden birini oluşturur. Halifelik merkezi Bağdat bu dönemde edebiyat, ilâhiyat, felsefe ve pozitif bilimler alanında önemli gelişmelere sahne oldu. Ekonomi ve ticaret alanındaki gelişmeler halkın refah düzeyini yükseltti. İsviçreli doğubilimci Adam Mez bu dönemi, İslamın Rönesansı adıyla İslam tarihinin en parlak dönemi olarak niteler.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...