20 Şubat 2012

TÜRKİSTAN SAVAŞCILARINA,

  
TÜRKİSTAN SAVAŞCILARINA,
"BEN CAN VEREBİLİRİM,MİLLETİM,
DÜNYA DURDUKÇA MÜCADELEYE,
DEVAM EDECEKTİR"
"İSLAMOĞLU  OSMAN BATUR"     
 sesimin ulaştığı tüm cephede hür sözüm. bıçkın göğüslaerde uzun karlı akşamlar kayda geçirilirken Altay yanığı yüzüm semayı omuzlayan her yaramdan gül damlar. yürürüm şu sipersiz coğrafyam dar içimde,
EY TÜRKİSTAN, yürürüm; bir seyir var içimde.  yağar bozkurtlarımın çelik temren pençesi sabır taşında obam inler Rus'a, Çin'liye ve kuşluk vaktine dek bütün kuşların sesi, bir ağız Tanrı birler solgun kara dinliye yurdumda zürriyetim köşe bucak, ay hüday ne kaçak eyle beni ne de yüke say hüday  

Elbette ki bağ boğum kavmime dolanda toy, şahlanır, say atlarım saylarda misil misil.. orta kuşak yuğlarda alazlanır cümle huy, gözyaşlarımla büyür ala yunak bir nesil, andolsun yedi göbek, yedi düğüm o güne,

Böke Batur öğüdü öğüttüğüm o güne   hırsımla secdelerim anamın ak sütüne gürlerim

Köktogay'da ümitler gülüştükçe asrı ekmekler cengim, kara örtüsü tünü, kara saçımdan çekip toprakla bölüştükçe nice tohum çatlatır kıra yatık kaşlarım, nice düşman eceli kara çatık kaşlarım.  

pusularım puslanır avuç içim bembeyaz ölümler beğenirim bin yıllık betiklerden takvimsiz renklerimi şakırdatır da ayaz tutunurum sabrıma sabırsız tetiklerden düşen benim kalkan ben delik deşik gövdemle dağları kürür gölgem bala-beşik gövdemle  

EY TÜRKİSTAN,yürürüm; damar, damar narına kanımla imzaladım ben kayıtsız kinleri yarına sere serpe bir tomurcuk karına adak verdim adadım, kadın erkek binleri hürriyetim imanım, düşse sızım kaldırır imanım; düşsem bir gün, oğlum kızım kaldırır  

Gez Kurt'ta ekimlerim tutanaksız ve koçak evime evdeşime çekik gözlerim pusat göç yollarımı tutar kır soluyan her saçak ve kıpkırmızı tuğum baskınlarımdan hasat zeytin, zeytin yeşerir meş'aleler yağıya, rüzgar yalayan atlar al yeleler yağıya,   avuçlarım uzanır aksungur tüneğine yaslanır çiçeklere koynumun sapakları yer yatağı düşlerden her taşın beneğine bir ok gibi saplanır yorgun dizkapakları bin yadıma bir adım, yurdumu alır adım,

Ey TÜRKİSTAN, yurdumda isyancı kalır adım.  
 kurt ulumalarından başım esrik ve aylak günbatımını bekler ayağı yalın yamaç sallar ufku kökünden gözlerime basarak çifte büklüm yapraklar yeşil dallar gür ağaç kanat açarım vakte

Han-Saraylar ardımda çoğul söylencesinde dolunaylar ardımda   ala sayvan avlakta nimetim süreğime yıldırım gibi inip diz çöktürdüğüm bela devranı yazıt yazıt işlerken ereğime kolumu kulağımı doğrar sarı istila cihana açan benim bende açan kamambal boyun verdiğim halde benden kaçan kamambal   odlanır yüreğimde akar da billür, billür,

Tarih boyu eziyet bitmek bilmeyen kıyım bilmem hangi atlasın ortasına düşen nür bilmem hangi böceğin taptezecik rızkıyım? urunçi sokakları kokumdan tanır beni ölmedim ben ölmedim, öldü mü sanır beni?
 Hakan ilhan Kurt

Oy men ölmüşem Gavim Gardaş Nerdesen..sesli şiir

Oy men ölmüşem.Gavim Gardaş Nerdesen....

Oğuzam, Türkmenem, Bayatlardan Türkmenem... Damarlarımdaki kan, aslına çektiğin kavim menem...
Yaprağın asılı dallar, Gövdeni taşıyan kök menem,
Yolunu gözleyen yar, Aşkınla çarpan yürek menem,  
Can içre canan bilmişem, gavim gardaş, nerdesen,
Yedi koldan, yirmi dört boydan, gelmişem
Orta asyadan,
Yayından fırlayan ok, hududdan hududa atılan mızrak,
Deli havalar soluyan kısrak gibi esmişem.....  
Az gitmişem, uz gitmişem, dere tepe düz gitmişem,
Kuş uçmaz, kervan geçmez dağları göçebe adımlarla gezmişem.....
Irağı yakın, yurdumu IRAK eylemişem......
Tırnaklarımla oymuşam,tortu kayaları, kıraç toprakları, Gözyaşlarımla sulak etmişem....  
Kızgın tohumlar serpmişem, emek vermişem,
Aşa getirmişem,
Türk ellerine haber salmışam.gavim gardaş, nerdesen,
 Selçuklu şah-ı sultanlarım adım atmış otağıma,
Kapıda karşılamışam civa mert erlerimi,
Başım gözüm üstüne berhudar ağırlamışam...  
Musul'da Zengi'ler, Kerkük'te Kıpçak'lar,
 Erbil'de Beg Tegin'liler, Yiğit yatağı,
 Atabegler kurmuşam.....
Dokuz başlı tuğlar aparmışam yad ellere.....
Türk'ün adını alemlere duyurmuşam,  
Bayındır kızanı, torunlarımı, kucaklamışam........
Bahar coşkusu AKKOYUNLAR gibi ovalara yayılmışam.... Sultan CİNED'in emaneti,
Şah İSMAİL'imle pişirmişem ham yanlarımı...  
Ocağımda tüten SAFEVİ ateşiyle alev, alev yanmışam,
Genç osmanlıyla açmışam BAĞDAT'ın kapısını,
Cahiliye devrini hepten kapatmışam,
Dil, Din ve kavim özgürlüğüyle donatmışam halklarIa,  
Çıra gibi aydınlatmışam kör karanlık Tarihi,
Çevreme ilim, irfan, ışık saçmışam,
 Derin hülyalara dalmışam gavim, gardaş, nerdesen...
Ne zaman ki Türk birliğine diş bilemiş düşman,  
Çapraz fişek silahıma davranmışam,
Zırnık ödün vermemişem haaa..sevgimden..
Korkmamışam, heçç ölümleri kuşanmışam.....
Yalın ayak koşmuşam Kafkas cephelerine..  
Sarıkamış haraketına katılmışam....
Buz kesmiş yüreğim..ALLAH-U EKBER dağlarında..
 Katmer, katmer kefensiz donmuşam..
 Çanakkale'de etten duvar olmuşam....
Göğüs, göğüse çarpışmışam Allah Vekil..
Bir adım geçirmemişem gavuru öteye...
Üst, üste cansız yığılmışam....
Nasıl ki Harb-i Cihanlarla zayıflamışam...
Güçten kudretten düşmüşüm heyhat...
Yer altı kaya yağlarım sulandırmış ağızları...
Hemhal, manda. manda paylaşılmışam öyle ki..
Et ve tırnak misali ayrılmışam...
Süt kuzu yavru gibi  koparılmışam.ANADOLU'dan..
Yılanlar tıslamış, köpekler hırlamış ardımdan...
 Sahipsiz kalmışam, gavim gardaş NERDESEN.....  
Lord planları tayin etmiş, kaderimi..
Misak-i milli sınırlar dışına çıkarılmışam...
İtilmişem, kakılmışam, horlanmışam külliyen...
Tekme tokat yerlere yatırılmışam,
Dağ ayılarının önüne atılmışam yaralı..
Çöl develerinin hörgücüne tepe taklak asılmışam...  
Türk menem demişem, Türkçe söylemişem...
Eskiyaka'da kurşunlara dizilmişem..
Emeğimin hakkını istemişem..
Gavurbağ'da linç edilmişem, adalet beklemişem,
İplere gerilmişem, eşitlik yeğlemişem...  
Zap suyu kana bulanmış,
Altunköprü'de ekin gibi biçilmişem....
El insaf vicdan dilemişem, zindanlara sürülmüşem..
Çığlıklarım katliamın salası....
Diri gömülmüşem gavim gardaş nerdesen......  
Duy hele, kimliğim değiştirilmiş..
El-Temim olmuş..
Türkmen Kerkük hafızalardan kazımışam.....
Baas, Baas bağırmışlar partizanca,
Kin kusmuşlar yüzüm barabarı...
Evimden yurdumdan göçe zorlanmışam...  
 Kollarım kırılmış omuzlarımdan,
İşkencelerle yoğrulmuşam...
Gözlerim kan çanağı...
Fincan fincan oyulmuşam...
Ölmem yetmemiş kafire, ip sarılmış cesedime..
Sokaklarda dolaştırılmışam..
Cıncık gibi ortalığa saçılmış cism-i bedenim...
 Lime lime dağılmışam Gavim Gardaş Nerdesen...  
Beterin beteri var,
Biri getmiş Ötekiler gelmiş..
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşam....
Mavzerler çevrilmiş üzerime,
Tetiklere sarılmış PUŞTLAR..
Merhamet beklerken zülüm bulmuşam..
Büyük devletlerin büyük oyunu...
 Yok etmek TÜRK'ün soyunu, çoraplar örülmüş...  
Çuvallar geçirilmiş başıma...
Aslanım Kediye boğulmuşum.okumak, yazmak yok...
Dilim damağıma bağlanmış,
Düşünmem, konuşmam, kızmam yasak..
Başını kaldırıp bakmak...
Gözün ucuyla süzmek ne cüret...
 Elim ayağıma dolanmış,oturmam,yürümem,gezmek yasak...
Taş kesilmişem, gavim gardaş nerdesen...  
Di gah gel..di gel ölem..di gel...
Adına gurban olam di gel...
Alnına kanım çalam di gel...
Bayrağım göğün mavi gülü, ay yıdızım sen...
 Yurdum Türkmen eli, can özüm sen...
Soyum, sopum Türkoğlu,
Yüzüm sürdüğüm izim sen...
Oy men ölmüşem..gavim gardaş nerdesen..  
TÜRK MİLLETİ YANINDA GAVİM GARDAŞ...
SEN AĞLAMA ....SEN ÖLME.. S.S

Camiu`s-Sagir 2.cilt 1 NCİ BÖLÜM-2000 HADİS

CAMİU’S-SAĞİR VE TERCÜMESİ İZAHLI 2000 HADİS -I
Konu: Şehidliği Gerektiren Sebepler
1- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şehidliği gerektiren dört sebep vardır. Bu sebeplerden birisiyi ölen bir kimse şehid olur:
a) Allah yolunda savaşarak öldürülen bir kimse, bu hakiki bir şehiddir.
b) Suda boğularak ölen bir kimse,
c) Karın ağrısından ölen bir kimse,
d) Veba hastalığına tutularak ölen kimselerdir. Bunlar hakiki şehit değil, hükmi şehiddir.”[1]
2- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Dul (ve kimsesiz) kadınlar ve günlük yiyeceklerini sağlamaktan, aciz olan fakirlere yardım edip bakan bir kimse, Allah yolunda cihad eden veya gecelerini namazla, gündüzlerini de oruçla geçiren bir kimse gibidir.”[2]
3- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Böbrek hastalığıyla ölen kimseler, (hükmen) şehiddirler.”[3]
4- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şehidlik, Allah yolunda yapılan savaş neticesinde ölmenin dı­şında başlica yedi kısma ayrılır:
a) (Cihadın dışında ilim tahsili ve camiyegitmek gibi) dinin her­hangi bir vazifesini yaparken Allah yolunda ölen,
b) Veba hastalığına yakalanarak ölen,
c) Suda boğularak ölen,
ç) Ciğer hastalığına yakalanarak ölen,
d) Karın ağrısından dolayı ölen,
e) (Allah rızası için düşman cephesinde) nöbet tutarken ölen,
f) (Duvar gibi) her hangi bir şeyin altında kalarak ölen,
h) Hamileyken ölen kimseler.”[4]
5- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
a) Derecesi en yüksek olan şehiddir. (Yüreğinde) temiz bir -imanı barındırmaktadır; düşmanla karşılaştığı vakit Allah'a olan bağlılığı uğru­na can verir. Kıyamet günü, insanlar o kimseyi görebilmek için (ayak parmakları üzerine dikilerek) boyunlarını yukarıya doğru kaldıracaklardır.
b) Bu da (yüreğinde) temiz bir iman barındırmakta olan bir müslümandır. Fakat düşmanla karşılaştığı vakit, içine düşen korku nedeniyle, sanki derisine muz dikeni batırılmış gibi ürküntü duyar. (Bu sırada) bek­lenmediği taraftan gelen bir düşman oku vücuduna saplanarak ölümüne sebeb olur. Bu kimse de, ikinci dereceden bir şehiddir.
c) Bu da kötü amelleri birbirine karıştıran (sevab kadar günahta iş­lemekten geri durmayan) bir müslümandır. Din uğrunda düşmanla çarpı­şarak canını feda eden bir kimsedir ki, bu üçüncü dereceden bir şehid­dir.
ç) Sevabtan çok kötü amel işleyen âsi, fakat düşmanla karşılaşın­ca, Allah'a karşı olan bağlılığını, dine karşı da doğruluğunu ortaya koya­rak canını feda eden bir kimsedir. Bu da dördüncü dereceden bir şehid­dir.[5]
6- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şehidler, (öldüğü andan kıyamet kopuncaya kadar geçen zaman içersinde) cennet kapısında suyu berrak gibi olan bir nehrin kenarında yeşil bir kubbe içinde bulunurlar. (Bunlar şehidlik hallerine uygun bir ha­yat sürerlerken) sabah ile akşam yiyecekleri cennetten başuçlarına ge­tirilecektir.”[6]
7- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şehidler, Allah'ın nezdinde hiç bir gölgenin bulunmadığı bir günde Allah'ın arşının gölgesi altında misk tepelerinin üzerinde bulunan yakut taşlarından yapılmış minberler üzerindedir. Bu duruma karşı Hz. Allah kendilerine şöyle buyururlar:
“Ben, şehidlik mükafatını size verip doğru olan vaadimi yerine getirmedim mi?” Şehidler:
“Evet Yarab!.. verdiniz...
Doğru olan sözünüzü de yerine getirdiniz...”[7]
8- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ciğer hastalığından ölen bir kimse, hükmen şehiddir.”[8]
9- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hakkını veya malını müdafaa ederken ölen bir kimse bir şehiddir.”[9]
10- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Taun hastalığı her müslüman için bir şehidlik vesilesidir.” [10]
11- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
Taun hastalığı İsrailoğullarından bir gurubun yaptığı (zina, iç­ki gibi Allah'ın azabını gerektiren kötülüklerin yüzünden) başlarına inen bir azabın kalıntısıdır.
Ey müminler!... Bulunduğunuz yere bu hastalık gelirse, yerinizden ay­rılmayınız. (Kurtulmak ümidiyle memleketinizden ayrılıp başka yere göç etmeyiniz. Çünkü muhtemel olarak size bulaşan bu hastalığın başkalarına da bulaşmasına sebep olursunuz.)
Taun hastalığının bulunduğu yere de girmeyiniz. (Çünkü size bulaşa­bilmesi muhtemel olduğundan kendinizi ölümün eşiğine atmış olursunuz.”[11]
12- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Taun hastalığı öylesine bir azabdır ki, Hz. Allah o hastalığı dilediği herhangi (dinsiz) bir milletin başına musallat eder. Şüphesiz Hz. Allah bu hastalığı müslümanlar arasında bir rahmet olarak yaratmıştır. Çünkü taunun olduğu şehir veya kasabada sabır ederek Allah'a karşı olan bağlılığını en samimi bir yürekle gösterip orada kalır ve Allah'ın takdir etiğinden başka herhangi bir ona isabet etmeyeceğini bilerek inanan bir kimse için, hakiki bir şehidin sevabı vardır.”[12]
13- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Taun hastalığı, (insan vücudunun çeşitli yerlerinde) devenin ağzından çıkan yara gibi yara çıkarır. Taun hastalığı bulunduğu veya gir­diği yerde kaçmayıp sabır gösteren kimseler için, şehidlerin kazandığı kadar sevab vardır. (Çünkü -bulaşan hastalığın diğer yerlere yayılmasına engel olur.) Taun hastalığının bulunduğu yerden kaçan bir kimse, düşman cephesinden kaçan kimse gibidir.”[13]
14- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Taun hastalığı, şehidlik vesilesi, aynı zamanda kâfir düşman­larınız olan cinler içinde bir azabdır. Devenin ağzından çıkan yaralar gi­bi, insanların koltuk altlarında ve derisi ince olan yerlerinde çıkar. Bulun­duğu yerden kaçmayan bir kimse, Allah'ın yolunda düşman cephesinde nöbet bekleyen bir kimse gibidir. Kaçan kimse de, düşman cephesinden kaçan kimse gibidir.”[14

Cennet Ve Cehennem
Cennet, Allah nimetlerinin en seçkinlerini barındıran bir mükâfat, bir huzur ve safa diyarıdır. Oraya girenler gözlerinin görmediği, kulaklarının işitmediği ve hayallerinin canlandıramadığı zenginlik ve bollukta Allah nimetleri ile karşılaşacaklar ve hallerinden sonsuz derecede memnun kala­rak Allah'a ölçüsüz derecede şükredeceklerdir. Fakat Cennetliklerin kaza­nacakları en büyük derece bizzat Ulu Allah'ın cemâlini görmek şerefine kavuşmak olacaktır. Bu kelimelere sığmaz derecede ulu mazhariyet her türlü nimeti gölgede (bırakacak ve Cennetlik kullara dünyada iken Allah'a bağlı kalmış olmanın en şerefli rütbesi olarak bağışlanacaktır.
Cehennem ise kâfirlerin ve kötülük işleyenlerin atılacağı bir âzab ve ıstırap çekme âlemidir. Oraya atılanlar, dünyada iken derece derece Al­lah'a karşı çıkmanın, dünyalık 'mal ve servet biriktirmenin peşinde koşa­rak boşu boşuna ömür tüketmenin cezasını çekecekler, O'nun azgın alev­leri arasında boy vereceklerdir. Yüreğinde iman nuru taşıyan hiçbir mü'min ebediyyen Cehennemde kalmıyacaktır. Cezasını çeken, cezası bitince Cennete yerleştirilecektir.
Ey Allah yolunun durmaz yolcusu!.. Cennetlikler ile Cehennemlikler hakkında inen şu iki âyetin manâlarını düşün. Bak ulu Allah Cennetlikler hakkında ne buyurmaktadır:
1. “Cennetliklerin üzerlerinde ince ve kalın yeşil ipekten yapılmış elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takarlar. Rableri onlara tertemiz bir şa­rap içirmiştir. Ve onlara “Şüphesiz ki işte bu, sizin mükâfatınızdır. Ameli­niz makbul olmuştur.” denir. [1134]
Cenabı Hak Cehennemlikler 'hakkında da şöyle buyurmaktadır:
2. “(Cehennemlikler Allah'a yalvaracaklar) Ey rabbimiz, bizi bu Cehennem ateşinden çıkar (tekrar dünyaya gönder). Yine küfre dönersek gerçekten kendimize yazık etmişlerden oluruz. Ulu Allah da onları şu ce­vabı verir: Susun, sizin orada! Bana bir şey söylemeyin.” [1135]
Ulu Allah Cehennemliklere yukarki hitapta bulunurken onlar da köpek suretine girerek Cehennemde ulumağa başlıyacaklardır. Allah'ın böy­lesine acı azabından O'nun yaygın merhametine sığınırız.- Çünkü Meâz Oğlu Yahya'nın da dediği gibi bu iki hâl, yani Cennet'e girmekten mahrurr kalmakla Cehennemi boylamak birbirinden baskın çıkan iki felâkettir. Ne Cennetten ayrı ve uzak kalmağa sabredilir, ne de Cehennem ateşinde yanmağa tahammül edilir. Açıkçası her ikisine de dayanılamaz.
Bununla birlikte rengârenk Cennet nimetlerifvden uzak kalmağa kat­lanmak, Cehennemin o tüyler ürpertici korkunç azabına çarpmaktan dans kolaydır. En büyük felâket, küfür ve inkâra saplanarak İmanından olup ebe dî Cehennemde kalmaktır. Bir süre azab çektikten sonra kurtulma ümidi olursa iş kolay demektir. Bütün düğüm noktası, imanı kurtarabilmekte Yoksa temelli bir azaba hangi yürek, hangi insan dayanabilir? Bu yüzder İsâ Peygamber demiştir ki:
“Cennet veya Cehennemde temelli kalma fikri, yüreğinde korku duygusu taşıyan insanların yüreklerini parçalar.”
Bir gün Hasan Basrî'nin yanında bir hikâye anlatırlar. Cehennemde “Ey Hannân (çok veren), ey Mennân (minnet eden)” diye ağlayıp sızlaya rak bin yıl azab çektikten sonra en son çıkanın “Hinâd” adında birisi olduğunu söylerler. Sözün burasında oluk oluk gözyaşı akıtarak ağlamaya başlıyan Hasan Basrî:
“Keşke” der “Ben Hinâd olsaydım.”
Bu sözleri üzerine yanında bulunanların hayretten dona kaldıkların gören Hasan Basrî şu ibretli konuşmayı yapar:
“Neden dona kaldınız? Hinâd denilen adam nasıl olsa bir gün Cehennemden çıkmayacak mı? Çıkacak. Benim ise çıkacağım da belli değil.”
Bütün iş; bellerimizi büken, benizlerimizi solduran, ciğerlerimizi dağ layan, yüreklerimizi parçalayan, gözlerimizden kanlı yaşlar akıtan bir tel noktada düğümlenmektedir. Bu nokta da, “son nefeste imansız gitme korkusu” dur.
Yüreklerinde Allah korkusu taşıyanların yüreklerini parçalayan korku nun asıl gayesi budur. Yine gece gündüz oluk oluk gözyaşı akıtanların ası ağlayıp sızlamaları bu yüzdendir. Bütün gaye, “son nefeste imanı kurtarmak”tır.
Din ulularımızdan bazıları derler ki, gam ve keder şu üç şey yüzün den doğar:
1. Yapılan ibadetin kabul edilmeme ihtimalinden;
2. İşlenen günahın bağışlanmama ihtimalinden;
3. Son nefeste imansız gitme ihtimalinden.
Büyük ihlâs sahibi 'kimseler, tek ve gerçek gam ve kederin “Son ne­feste imansız gitme korkusu” nun olması gerektiğini söylemişlerdir. Çün­kü bunun dışında kalan gam ve kederler örtülebilir, giderilebilir. Sebebi de onların bir sonu, bir 'bitiş noktası olmalarındadır. Ama imansız gitmenin gam ve ıkederi Cehennemi boylayarak temelli azâb çekmektir.
Es'bât Oğlu Yusuf anlatıyor:
Bir gün Süfyan Sevrî'ye uğramıştım. Onu öylesine ağlamış, öylesine gam ve kedere kapılmış gördüm ki, ikendimi tutamayarak:
“Nedir bu hali­niz?” dedim.
“Bu derece ağlamanızın sebebi günahlarınızın çokluğu mu?”
“Hayır” diye cevap verdi ve ardından şu sözleri ekledi:
“Allah'a karşı iş­lediğimiz günahlar benim korktuğumun yanında çok hafif kalır. Benim korktuğum son nefeste imansız gitme ihtimalidir!”
Ulu Allah'tan tek dileğimiz, bizi böyle bir felâkete uğratmaması, biz­den rengârenk nimetlerini esirgememesi ve hepsinden önemlisi de son nefesimizde cümlemize tam imanla gitmek nasip etmesidir, âmin...
Soru: Korku Yolu'na mı, yoksa Umut Yolu'na mı gireyim?
Cevap: Her ikisine birden... Sadece birisi yeterli değildir. Esas ola­rak gerçek umut, kofku ile birlikte beslenilir. Yine aynı şekilde gerçek kor­ku da, umut ile birlikte duyulur. Açıkçası umutsuz korku olmadığı gibi, korkusuz da umut olmaz. Gerçek mü'min hem Allah'ın ululuğu karşısında kork duyar, hem de bol ve yaygın rahmetinden umudunu kesmez. Bu yüz­den denilir ki:
“Umut bağlayanlar, aynı zamanda korku duyarlar. Korku duyanlar da aynı zamanda umut beslerler.”
Soru: Bu iki yoldan birinin, az da olsa diğeri üzerine üstünlüğü ola­bilir mi?
Cevap: Esas itibariyle olamaz. Yani korku ile umut birlikte duyulma­lıdır. Fakat bazı durumlarda birinin diğeri üzerine ağır bastığı olabilir. Me­selâ, kişioğlu sağlam, güçlü ve varlıklı olduğu zamanlar, korku başta gel­melidir. Hasta ve güçsüz olduğu zamanlar ise umut önde gelmelidir. Âlim­lerimiz bu ıkonuyu böyle açıklamakta ve çözümlemektedirler.
Hastalık ve güçsüzlük zamanlarında Allah'ın bol ve yaygın rahmetine karşı daha çok umut bağlamak şu kudsî hadise dayanmaktadır. Ulu Allah diyor ki:
“Ben, benim korkumdan gönülleri kırık olanların yanındayım.”
Sağlıklı, güçlü ve geniş imkânlara sahip olduğu zamanlarda gönlün de Allah korkusu taşıyan kimsenin, hastalık ve zayıflık anlarında Allah'ı yaygın merhametine sığınması daha çok yerinde olur. Nitekim bu konuda Kur'ani Kerim'de şöyle buyurulmaktadır:
“Gerçekten (Rabbimiz Allah'tır) deyip, sonra da dosdoğru yolda sebs edenler yok mu? Onların üzerine ölüm veya dehşet anında (korkmayın üzülmeyin, size va'dedilen Cennet'le sevinin) diye Melekler inecektir.”[1136]
Soru: Ulu Allah'ın daima iyilik etme yolunu benimsediği hususund iyi niyet sahibi olmamızı gerektiren ve bizi buna teşvik eden birçok deliller vardır. Buna göre Umut Yolu'nun ağır basması gerekmez mi, ne dersiniz?
Cevap: Evet, doğrudur. Ulu Allah'ın daima iyilik-etme yolunu benin sedîği iyi niyetini gütmek gerekir. Fakat Yüce Allah'a karşı gelmekten sakınmak, azabından korkmak ve O'nun hizmetine kendimizi adamak da iyi niyet sahibi olmak demektir.
Bu konuda, yani iyi zan, iyi niyet sahibi olmak hususunda birçok kin seferin yanılgıya düştükleri önemli bir nokta vardır. Hemen belirterek söyleyelim ki bu önemli nokta, umut ile temenniyi birbirine karıştırmaktır.
Yine hemen söyliyelim ki bunlar farklı şeylerdir. Umut, bir ana teme le dayanır. Temenni'de ise böyle bir şey yoktur. Şimdi bunu bir örnek ve rerek açıklamıya çalışalım.
Meselâ, iki çiftçi düşününüz. Bunlardan biri, zamanında tarlasını iyice sürmekte, tohumunu ekmekte ve gayet normal olarak da mahsûller alınırken; “Şu kadar mahsul alabilirim.” diye beklemektedir. Bu, çalışkan çiftçinin hakkıdır. İşte buna umut adı verilir. Burada umut, bir ana temele dayanmaktadır ki o da çiftçinin daha önceden tarlasını iyice sürüp, zamanıt da tohumunu ekmiş olmasıdır.
Bir de diğer öbür çiftçiyi göz önüne getirelim. Zamanında tarlası; sürmemiş, tohumunu ekmemiştir; hiç bir gün çalışmamış, bütün bir yıhr derin ibir uyku ve gaflet içinde tüketmiştir. Veya yapsa da hiç bir işini vaktinde yapmamıştır. Ondan sonra da mahsûl zamanı gelince, “Şu kade mahsul alabilirim” diye beklemektedir. İşte bu hiç bir temele dayanmıya bir umuttur ki, bunun adına temenni diyoruz. Kaldı ki buna da ancak boş bir temenni diyebiliriz.
İşte Allah'a kulluk ve ibadet ıkonusunda kisioğlunun durumu da tipi bu verdiğimiz örneğe benzer. Allah'a ibadete kendini adayarak tüm kötülüklere paydos diyen bir kimse, İbadetinin kabul edilmesini, ufak tefek kusurlarının bağışlanmasını, üstün sevap ve derecelere yükseltilmesini Allah'tan bekliyebilir. Onun bu hareketi iyi niyet sahîbi oluşu manâsını ta­şır. Ana dayanağı olan bir umuttur. Birinci çalışkan çiftçi misâli o, tarla­sını zamanında ve tavında sürmüş, tohumunu atmıştır. Mahsûl alma zama­nında da, “Şu kadar mahsûl alabilirim.” diye bir umut beslemek artık hak­kıdır.
Yok eğer kişi bu ana dayanak noktasından gafil kalır, ibadete sırt çe­virerek alabildiğine günah işler. Allah'ın gazabına çarpmaya 'boş verir, hoş-nudluğu kazanmaya aldırış etmez, azabına uğramaktan, korku duymaz, üs­telik de Cennete girmeyi umar, Cehennemden kurtulmayı beklerse O'nun bu hareketi safdilliktir; hiç bif dayanak noktası bulunmayan boş ve kuru bir temenniden ibarettir. Böylesine bir harekete iyi niyet güden bir hare­ket gözüyle ıbakamayız; buna iyi zan da diyemeyiz. Bu doğrudan doğruya katıksız bir sapıklık ve eşsiz bir hatadır. Haylaz çiftçi misâli tarlasını za­manında sürüp ekmiyen ıbu kişinin mahsûl zamanı, “şu kadar mahsûl ala­bilirim” demeye hakkı yoktur. Bu konuyu şaif şu veciz ifadesiyle ne güzel dile getirmiştir;
“Kurtuluş istersin, fakat kurtuluşa götüren yollara da girmezsin. Hiç karada gemi yürür mü?”
Peygamberimiz (s.a.s.) şu sözleriyle bu gerçeği daha güzel açıklığa kavuşturmaktadır:
“Akıllı insan, kendini bilen ve ölümden sonrası için hazırlık yapan kimsedir. Âciz insan ise nefsinin sonu gelmez arzu ve istekleri peşinde koşan; her kötülüğü işleyen; sonra da Allah'tan Cennet'e girmeyi, Cehennem'den kurtulmayı temenni eden kimsedir.”
Hasan Basrî, diyor ki:
“Bazı insanlar vardır ki, hiç bir dayanakları olmadan Ulu Allah'ın ken­dilerini yarlıgamasım temenni ederler. Hatta o dereec umutlu görünürler ki, hiç bir iyilikleri olmadığı halde bu hareketlerinde ayak diretirler. Ve bu yüzden de iflâs etmiş, sevapsız insanlar olarak dünyadan ayrılırlar. İçlerin­den birine “nenize güveniyorsunuz?” diye bir soru sorsanız şu cevabı ve­rirler:
“Rabbimiz hakkında iyi zan, iyi niyet sahibiyiz; bize iyi muamele ede­cektir.”
Bunlar düpedüz yalan söylemektedirler. Eğer Ulu Allah hakkında iyi niyet sahibi olsalardı, şüphesiz nefislerinin sonu gelmez arzu ve istekleri peşinde koşmıyacaklar, tersine kâinatın ortaksiz yaratıcısına ibadet ve taât edecekler, en güzel amelleri işlemekten geri kalmıyacaklardı.
Bunları belirttikten sonra Hasan Basrî şu âyetleri okur:
“Rabbine kavuşmayı arzu ve umut eden kimse, iyi ameller işlesin. O'na ibadet ve tâatte hiç kimseyi ortak tutmasın. [1137]
“Rabbine karşı beslediğiniz şu iyi zannınız yok mu? İşte sizi o helak etti; bu yüzden hüsrana düşenlerden oldunuz.”[1138]
Cafer Dab'î anlatıyor:
Bir gün Ebu Meysere'yi gördüm. Fazla ibadet ve tâate düşmekten öylesine zayıflamıştı ki, hiç sormayın. Nerede ise Kaburga kemikleri sayılıyordu. Kendisine dayanamayıp su soruyu yönelttim:
“Ey Meysere -Allah'ın yaygın rahmeti üzerinize olsun- Kendini niçin bu kadar sıkıntıya sokuyorsunuz? Rabbinizin rahmeti bol değil mi?
Benim bu sözlerim karşısında kızan Meysere şu ibret dolu cevabı verdi.
“Bende, Allah'ın bol ve yaygın rahmetinden umut kestiğime dair bir alâmet, bir belirti görebiliyor masunuz? Unutma ki -Allah'ın bol rahımeti, O'nun yolundan gidenlere yatkındır- Cafer diyor ki, sözlerinin burasında ırmak ırmak gözyaşları akıtmaya başlayarak Meysere şöyle anlatmağa devam etti:
“Bütün Peygamberler, bütün ermişler Allah'ın rahmetinin bolluğun herkesten daha iyi bildikleri halde gece gündüz O'nun yolundan çıkmamışlar; ibadet etmişler, günah işlemekten şiddetle kaçınmışlardır. Onları bu yola sevk eden nedir? Bunlara ne dersin, ey Cafer? Onlar böyle hareke etmekle Allah'ın rahmeti hakkında iyi zan beslememiş mi oluyorlar? Hayır, tam tersine! Onların Allah'ın cömertliğine, yaygın rahmetine karşı iyi niyet ve iyi zanları tamdır. Fakat onlar esas önemli olan şu noktayı bilmektedirler ki, Allah'a karşı ibadet ve tâat borcunu yerine getirmeden, bu yo da çile çekmeden sadece iyi zan, iyi niyet sahibi olmak, derin bir aldanıştan, boş bir temenniden başka bir şey değildir.
Ey saadet yolunun yılmaz yolcusu!.. İşte bu ince noktayı göz önündeı kaçırma. Peygamberin, ermişlerin ve daha nice Allah yolunda çile çekmiş insanların bu durumlarını düşün. Artık derin gaflet uykusundan uyan, silkin, bir diriliş yap.
Muvaffakiyet, çalışanın hakikini dalma gözeten Ulu Allah'tandır, âmin.[1139]

Camiu`s-Sagir 1.cilt.4 ncü BÖLÜM..NİKAH KIYMAK

NİKAH KIYMAK
1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Evlendirmek istediğiniz kadınlarla damsınız. Evlenmek için mü­saadesi istenilen kadın dulsa, izni açık sözle olur. Bakire ise, suku­tu yeterlidir.”[106]
2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Tarlanız olan hanımlarınıza dilediğiniz taraftan, fakat genellikle ön yolunu kullanmak şartıyla yanaşabilirsiniz. Yediğinizden yedirebilir, giydiğinizden de giydirebilirsiniz. Emriniz dışına çıkan hanımınızı ( yola getirmek ve tehdid etmek gayesiyle ) kötü söz söyleyip yüzüne vurmayınız.” [107]
Hadisin sebebi; adamın biri sevgili peygamberimizin huzuruna gelerek,
"Hanımlarımızın bizim olduğunu biliyoruz. Bize yanaşma yollarını öğretir misiniz?" Bunun üzerine sevgili peygamberimiz;
"Kadınlar kocalarına karşı birer tarla gibidirler. Ama tohum ziyan etmeyecek yerini kullanmak, yani arka yönünü değil, ön yo­lunu kullanmak şartıyla işe başlayabilirsiniz. Çünkü ön yolu çocuğu geliştirme yeridir. Kocaların hanımlarına yedirmek, içirmek, giy­dirmek ve diliyle eziyet verip dövmemek gerekir. Dövülmek bir ha­dise oluyorsa, yüzüne değil, başka yerlerine vurabilirler. Fakat kör etmek, kırmak gibi herhangi bir yerini sakatlamak haraketlerinde bulunmamalıdır.”[108]
Nikâh
3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Şüphesiz Hz. Allah (c.c) her nesilden (kız, anne, teyze, halâ, nine gibi ) yakın akrabalarıyla erkeğin nikah kayıp evlenmesini haram kıldığı gibi, sütten de aynı kimsenin evlenmesini haram kılmıştır.”[109]
4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Sevgili peygamberimiz ( bir ay gibi ) muayyen bir vakit için nikahlanmayı yasak kılmıştır.”[110]
5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“(Allah'ın nezdinde ) helallerin en çirkini, sebepsiz yere kadın boşamaktır.”[111]
6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Biriniz ailesinin yatağına girerken, örtüsüz ve açık olarak iki merkebin birbirlerine yanaştığı gibi, yanaşmasın.”[112]
7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Biriniz hanımına yanaşmak istediği zaman, tandırda ekmek pişirmek gibi, önemli bir işi olsa bile, yine yanaşsın. (Çünkü bunun aksinde herhangi bir şey olabilir.)”[113]
8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“(Arzu eden ) kocasının yatağını terk eden bir kadına, melekler sabaha kadar lanet eder.”[114]
9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Biriniz, hanımına yanaşmak istediği zaman, isteyerek yanaşsın, kadının arzusunu temin etmeden de yanından ayrılmasın.”[115]
10- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Erkek hanımına su verdiği zaman sevap kazanır.”[116]
11- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Kadın kocasına: " Senden ne hayır gördüm ki, sanki bana neler yaptın. " derse, bütün işlediği iyi amelleri ( kayıt defterinden ) silinir.”[117]
12- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Evlenmek istediğiniz kadınları, malınızın en iyisinden mehirlerini vererek kendinize helal ediniz.”[118]
13- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Kadınlarınızı tatlı sözle iyiliğe çağırınız. Çünkü kadın kaburga kemiği gibi, eğri tabiatlı olarak yaratılmıştır. ( Onu istediğiniz şe­kilde doğrultamazsınız.) Doğrultmaya çalışırsanız, onu kırmış (bo­şamaya yol açmış) olursunuz. (Tatlı sözle doğru yola çağırmayı.. ) terk ederseniz, Öyle eğri yarım huylu olarak kalır, O halde tatlı dille doğru yola ve iyiliklere sokmaya çalışınız.”[119]
14- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Düşmanlarının en kötüsü, yatağında yatan hanımın ile cariyendir. Çünkü dininde samimi olan erkekleri yoldan çıkarmak için şeytanın en sağlam aracı ve ipi kadınlardır. Şeytanlar; tuzağı olarak ka­dınları, bir ip gibi erkeklerin kafasına geçirir ve böylece tehlikeden tehlikeye sürüklerler.”[120]
15- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Dilersen meniyi ta1 zil edersin. (Rahmine değil, başka tarafa dökersin.) Fakat kadın için kader yazısında çocuk yapmak yetkisi eğer varsa, muhakkak olacaktır.”[121]
16- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Meniyi ister ta'zil edin, ister etmeyin. Bunun fazla bir etkisi yoktur. Çünkü Allah'ın takdir ettiği bir nesil, kıyamete kadar mutlaka yeryüzüne üreyip gelecektir.”[122]
17- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“(İnsanların arasında) kadınların üzerinde en büyük hak sahibi erkeklerdir. Erkeklerin üzerinde en büyük hak sahibi annelerdir.”[123]
18- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Kadınların en değerlisi mesrafı en az olanıdır.”[124]
19- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Kadınların evlenme yetkisi, babasının hakkıdır. (Kadınların, evlendirme konusunda izin vermeleri ) dulun açık sözüyle, bakire­nin ise sükutuyla olur.”[125]
20- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Çirkin bile olsa çocuk doğuran bir kadın, çocuk doğurmayan, güzel bir kadından daha sevimlidir. Çünkü ben, kıyamet günü diğer ümmetlere karşı çokluğumuzla övünürüm.”[126]
21- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Eve uğuru getirecek olan bir kadın, nişanlanırken mehrinde ko­laylık gösteren ve erkence gebe olup çocuk doğurandır.”[127]
22- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Musa peygamber namusunu korumak, midesine helal lokmayı koymak için sekiz sene ücretle işçilik yapmıştır. ( Öyleyse her müslüman, hem kendi ağzına, hem de çoluk ve çocuklarının ağzına helal lokma yedirmek için kibir taslamadan, işlerinin arasında bir tefrika yapmadan karşılaştığı her işte çalışmalıdır.)”[128]
23- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Nikahsız kadınlarla evleniniz. Kızla erkeğin tarafları rıza gösterdikleri takdirde, az da olsa mehirlerini veriniz.”[129]
Ulu Allah buyuruyor ki:
1. “İçinizdeki bekârları, köle ve cariyelerinizden iyi amel işleyen­leri evlendiriniz. Eğer fakir iseler, Allah fazilet ve keremi ile onları zengin eder. Allah'ın lütfü geniştir ve her şeyi bilir. Evlenmeye gücü yetmeyenler Allah onları zengin edinceye kadar namuslu kalsınlar.”[130]
2. “And olsun ki Biz senden önce de Peygamber'ler gönderdik. On­lara eşler ve evlâtlar verdik.”[131]
24- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Çocuk yapan kızlarla evlenin. Çünkü ben, kıyamet günü, şüphesiz sizinle iftihar ederim.”[132]
25- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“(Düğün yaptığınız zaman) bir koyunla olsa bile, ziyafet veri­niz.”[133]
26- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
Şüphesiz "Ey erkek Hz. Allah, kadını sana ayıp ve kusurları­nı örtecek bir elbise kıldığı gibi, seni de ona ( ayıp ve kusurlarını örtecek ) bir elbise gibi kılmıştır." Çünkü benim ailelerim, ( başka­larına yasak olan ) averet yerlerini gördüğü zaman, ben de onların avret yerlerini görebiliyorum.”[134]
27- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Şüphesiz kadın, kaburga kemiği gibi, eğri bir karakterde yaratılmıştır. Sen o kaburgayı düzeltemezsin. O halde, onunla yaşaya­bilmen için güzel geçin.”[135]
28- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Şüphesiz kadın, dindarlığı, zenginliği veya güzelliği için evle­nilir. Sen dindar olanını seç ki, perişan ve sefil olmayasın”.[136]
29- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Sülaleden, erkeğe (kızı, annesi, teyzesi gibi) yakın akrabalarıyla evlenmek haram olduğu gibi, ayın süt akrabalarında da haramdır.”[137]
30- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Sürüp giden dedikodular varken, süt kız kardeşin ile ) nasıl evlenebilirsin?”[138]
31- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Sevgili peygamberimiz kadını evlendirmek isteğinde olduğunda, yanına vararak perde arkasından şöyle seslenirdi: "Kızım, seni falan erkeğe istiyorum. Eğer hoşuna gitmiyorsa, hayır, diyebilirsin.
Çünkü hiç bir kimse hayır demekten utanmamalıdır. Şayet seviyorsan sukut et. Zira susman senin için "evet" yerine geçer.”[139]
32- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Sevgili peygamberimiz kendisi için bir kız istediği zaman da, kendisine şöyle derdi: "Şu kadar elbise ve zinetlerim senindir. Ne dersin? "[140]
33- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Allah'ın kendisine dindar bir kadın nasib ettiği bir kimse, dininin yansım muhafaza altına almıştır. Diğer yarısında ise Allah'dan korksun.”[141]
34- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Ben, şayet bir kimsenin başkasına secde etmesini emretseydim. (kocanın kadının üzerindeki hakkının büyüklüğünden dolayı ) kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”[142]
35- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“(Zina gibi boşanmayı gerektiren hareketlerden dolayı) üç talakla boşanan bir kadın için, (iddetleri sona erinceye kadar ) evvel nafakasının verilmesi gerekli değildir.”[143]
36- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Kavminden bir kızla evlenen bir erkek, evinin içersinde hayvanlarının yemini temin eden bir kimse gibidir. (iyi ve kolay bir iş yapmış olur.)”[144]
37- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Kadının doğurduğu çocuk, nikahı bulunan kocasınındır. Nikahı olmadığı halde: "Çocuk benimdir." iddiasında bulunan başka bir erkeğin cezası, evliyse öldürmek, bekar ise, yüz sopa vurmaktır” (Zira, dolayı yollarla zina ettiğini ikrar etmiş olur.)[145]

1- Evlâd Yetiştirmek:

Birinci fayda, evlât yetiştirmektir. Asıl fayda da budur. Evlenmek bunun içindir. Çünkü gaye, nesli yaşatmak ve âlemi, insanoğlundan boş bırakmamaktır. Şehvet, bunu te'mîn için yaratılmıştır.
Bu şehvet, döl sağlamak maksadıyle tohumunu çıkarmakta aygıra ve tohumu korumakta da kısrağa iyi bakan seyis veya yakalan­ması için, kuşun sevdiği dâneleri tuzağın etrafına serpmekte kuş'a, lütuf ta bulunan avcı gibidir. Gerçi ezelî kudret, evlenmeden ve sebebsiz insanları yaratmaktan âciz değildir. Fakat hikmet-i İlâhî kudretini açıklamak, bedii san'atını göstermek ve geçim saikasını tahakkuk ettirmek için -kendisi müstağni olduğu hâlde- her şeyi bir sebebe bağlamıştır.
Evlât yetiştirmekte dört vecihten Allah'a yakınlık vardır. Zâten şehvetten emîn olunduğu zaman, yine evlenmeyi teşvik eden ve bekâr olarak ölmekten sakındıran da bu sebeblerdir.
a) İnsan neslinin bekaası için evlâd yetiştirmekle Allahu Teâlâ'nın sevgisine uygun hareket etmek.
b) Resûl-i Ekrem'in, çokluğu ile iftihar edeceği ümmetini çoğaltmak yoluna gitmekle, Resûlullah'ın sevgisini kazanmak.
c) Öldükten sonra kendisine hayır dua edecek bir kimsenin bu­lunmasını sağlamak.
d) Kendisinden evvel ölen küçük çocuğundan şefaat taleb et­mek.
Peygamberimiz diyor ki:
“İki çocuğu ölen kimse, Cehennem ateşinden bir duvar perde ile siperlenmiş olur.”
Yine Resûl-i Ekrem (s.a.v.):
“Baliğ olmadan üç çocuğu ölen kimseyi, Allahu Teâlâ -çocuk­lara rahmetinden dolayı- Cennete koyar.”
“İki çocuğu ölürse?” diye sorana, Resûl-i Ekrem:
“İki çocuğu da ölürse (aynıdır.)” (95) buyurmuştur. Hikâye olunduğuna göre, sâlihlerden bir zât, uzun zaman evlenme teklifini reddetmişti. Günün birinde, uyumakta olduğu uy­kudan uyandı ve “Beni everin, beni everin” diye bağırdı. Kendisinden sebebini sorduklarında,
“Umulur ki Allahu Teâlâ, bana bir evlad verir. Bu çocuk ölür de kıyamette bana şefaatçi olur.” dedikten sonra, gördüğü rüyayı şöyle anlattı: “Rüyamda, kıyamet koptu. Bütün in­sanlar gibi benim de susuzluktan dilim damağıma yapıştı. Biz, bu sı­kıntı içerisinde kıvranırken, bir de baktım ki, minicik yavrular baş­larında nurdan mendiller ellerinde kulplu ve kulpsuz altun ve gü­müşten mâmûl sürahiler, insanları yararak bâzı kimselere su dağıtıyorlar. Yanımdan geçerlerken: “Ben de çok susadım, bana da su ye­rin!” dedimse de, onlar:
“Aramızda senin çocuğun yok, biz ancak kendi ana ve babalarımıza su verebiliriz” dediler. Bunun üzerine, kendilerine kim olduklarını sordum, onlar “Müslüman çocuklarıyız” de­diler.
Allahu Teâlâ'nın:
“Ekeneğinize istediğiniz şekilde yaklaşın ve kendiniz için takdim edin”[190] Âyet-i Celîlesindeki “Nefsiniz için takdim edin”den murâd olunan bir mânâ, âhiret azığı olacak çocuklarınızı takdim edersiniz demektir.
İşte bu dört vecihten, evlenmenin faziletinin, çocuk yetiştirmeye sebeb olması bakımından olduğu anlaşıldı.[191]

2- Şehveti Teskin Etmek:

İkinci fayda, şehveti kırarak şeytandan korunmak, gözünü ve kendini nâmahremden muhafazadır,
Resûl-i Ekrem'in:
“Evlenen dininin yarısını muhafaza altına almıştır. Diğer yarısında Allah'tan korksun.”
“Evlenin! Evlenmeyenler oruç tutsun. Çünkü oruçta şehveti kı­ran bir hassa vardır.” hadîsleri, buna işarettir.
Ârab kavminde, şehvet gaalip olduğu için, sâlih olanları da daha çok evlenme ihtiyâcı duyarlar. (Acem ve mağrib sofilerinde bunun aksinedir.) Kalbin huzurunu sağlamak ve zinayı önlemek için, câriye ile evlenmek mübâh olmuştur. Halbuki doğan çocuk, annesine tâbi olduğu için, köle oluyor. Bu, bir nevi çocuğu helak etmektir. Hür ka­dın ile evlenebilenler için bu haramdır. Çocuğun köle olması, dinin mahvolmasından ehvendir. Çünkü burada ancak bir müddet çocuğun yaşayışını tedirgin etmek var. Fakat zina etmekte uzun müddet âhiret saadetini kaybetmek vardır.
Rivayet olundu ki: Bir gün İbn Abbâs'ın sohbetinde bulunanlar dağıldı. İçeride tek bir genç kaldı. İbn Abbâs:
“Oğlum! Bir ihtiyacın mı var, ne bekliyorsun? Diye sorunca genç:
“Evet, soracağım bir mes'ele var; fakat insanlardan utandığım için onların yanında soramadım. Mamafih zâtıâlinizden de sıkılıyor ve haya ediyorum,” dedi. İbn Abbâs:
“Alim, baba menzilesindedir. İnsan babasına söyleyebileceği her sözü âlime söyleyebilir, söyle bakalım derdin nedir?” Genç:
“Ben bekâr bir gencim, zinadan korunmak için elimle istimna ediyorum, bunda da günah var mı? Dedi. İbn Abbâs yüzünü yana çe­virerek:
“Yazıklar olsun sana. Çirkin bir hareket, gerçi zinadan ehven­dir. Fakat cariye ile evlenmek bundan daha iyidir, dedi. Bu rivayet bize şunu ifade ediyor. Şehveti gâlib olan bekârlar, üç kötülük arasında tereddüt ederler. Bunların en ehveni, câriye nikahlamak ki, burada, doğan çocuğun köle olması vardır. Bundan ağırı el ile istimna, en ağırı da zina etmektir. İbn Abbâs bunların hiç birine mutlak ola­rak mübâh dememiştir. Çünkü gerek câriye nikâh etmek ve gerek is­timna mahzurlu ve kaçınılacak, hareketlerdir. Ancak zina tehlikesinde bu mahzurlar sırasıyle irtikâb edilebilir.
Nitekim ölümden kurtulmak için ölü hayvan etinin yenebilmesi gibi. Bu serlerin ehvenini tercih etmek, mutlak mübâh olmaları mâ­nâsına gelmez. Bütün bedene sirayet edip insanı öldürtmemek için el ve ayağın kesilmesine müsâade edilmesi, mutlak bir hayır olmayıp ehven-i seri tercih olduğu gibi burada da hüküm aynıdır.[192]
3- Ev İdare Etmek:

Üçüncü, fayda: Bakmak, oturmak, oynamak ve şakalaşmakla gö­nül eğlendirmek, kalb huzurunu sağlamak ve ibâdetini onunla tak­viye etmektir. İnsanın pek çok sıkıntıları olduğu için, daima huzur ve neşat içinde ibâdete devam edemez. Yaradılış itibariyle böyledir. Eğer arzularının hilâfına olarak ibadete devama zorlansa da yapmamakta ısrar eder. Ancak ara sıra zevkini okşayan şeylerle dinlendiği vakit, yeniden kuvvetlenir ve hevesle ibâdete yönelir. İşte aile ile düşüp kalk­mak, bu ciheti sağlar. Müttakilerin de bâzı mübâh olan şeylerle eğlenmeleri münâsibtir.
Zikir, fikir ve diğer ibadetlerle yorulan kimse birinci ve ikinci şıkkın dışında bu üçüncü şıkkın da fayda sağladığını anlar. Hatta bundan, oturup sohbet etmek ve oynaşmaktan burulmuş hünsâlar da zevk alır ve kendilerini dinlendirmiş olurlar. Aynı zamanda evlenir­ken bu ciheti de nazarı itibara almak evlenmeğe ayrı bir fazilet bah­şeder. Fakat çokları bu niyetten habersizdirler. Ekseriyetle evlenmek­te nazarı itibara alman, evlad yetiştirmek ve şehveti teskindir. Bu­nunla beraber çokları gönüllerini dinlendirmek için kadınlarla eğlen­mekten ziyâde, akar sulara ve yeşilliklere bakmaktan zevk alırlar. Bu, şahsiyet ve vazıyet itibariyle değişir. Herkes kendi arzusuna göre kendisini dinlendirir.[193]
4- Yakınları Çoğaltmak:
Dördüncü fayda: Evlenmekteki dördüncü fayda, evi süpürmek, kaplan temizlemek, yatak sermek, yemek pişirmek gibi ev işlerinden kurtulmaktır. İnsanoğlunun şehvet hissi olmasa da ev işleri ile uğ­raşması çok zordur. Çünkü bu gibi zarurî işler, zamanının çoğunu alır. İlim, amel ve benzeri işlerine mâni olurdu. İyi bir kadın bu bakımdan ev işlerinde dine yardımcıdır. Bu işlerin bozulup gayri mun­tazam bir şekilde yürümesi, insanın huzurunu kaçırır ve geçimi zor­laştırır. Bunun için Ebû Süleyman Dârânî:
“İyi bir kadın, dünyâ metaı değil, âhiret saadetidir. Çünkü erkeğin, şehevî hissini tatmin ye ev işlerini tedvir etmekle, onun huzur içinde hem diğer işlerini ve hem de Allah'a karşı kulluk ve ibâdetini yapabilmesini te'mîn eder.” demiştir.
Muhammed bin Ka'b el-Kurzî Allahu Teâlâ'nın:
“Rabbimiz bize dünyâda hasene ver”[194] Âyetindeki “Hasene” den muradı, sâliha (iyi) kadındır, dedi. Resûl-i Ekrem de bir hadîs-i şerifinde:
“Sizler şükreden kalbe, zikreden lisâna ve âhiret hususunda siz­lere yardımcı olacak sâliha mü'min bir kadına sâhib olmağa çalışın” buyurmuştur.[195]
5- Nefis Mücâhedesî Yapmak:
Beşinci fayda: Büyüklük vazifesini yerine getirmek, aile hakkı­na riâyet etmek, onların hûy ve tabiatlarına tahammül etmek, sıkın­tılarını gidermek, kusurlarını düzeltmek, dinî bilgilerini kuvvetlen­dirmek, helâlinden maişetlerini te'mîn için çalışmak ve evlâd terbi­yesine ehemmiyet vermek suretiyle nefis mücâhedesi ve riyazetidir. Bütün bunlar büyük kıymeti hâiz faziletli işlerdir. Zira bunlarda riâ­yet, korumak, velayet, yakınlık, sevk ve idare vardır. Aile ve evlâd, kişinin, koruyacağı ve onlara adaletle muamele ederek haklarına riâ­yet edeceği kimselerdir. Hakka riâyetin fazileti büyüktür. Bundan ancak uhdesinden gelemeyenler kaçınır. Yoksa Resûl-i Ekrem (s.a.v.):
“Bir gün adaletle valilik yapmak, yetmiş senelik (nafile) ibâdet­ten hayırlıdır” buyurmuştur. Sonra da Resûl-i Ekrem:
“Dikkat edin, hepiniz çoban ve hepiniz çobanlığınızdan mes'ulsünüz.” (112) buyurmuştur. Hem kendisini ve hem de başkasını ıslah ile meşgul olan kimse, yalnız kendisini düzeltmekle uğraşandan da­ha hayırlıdır. Bunun gibi, başkasının eziyetine katlanan, huzur için­de yaşayıp kimse için sıkıntı çekmeyen gibi değildir. Aile ve çocukları uğrunda zahmet çeken, Allah rızası uğrunda mücâhede eden gibidir. Bunun için Bişr:
Ahmed bin Hanbel beni üç yönden geçmiştir; Bunlardan birisi, kendisinin ve başkalarının nafakalarını helâlden te'mîndir” dedi.[196]
Evlenmede Denklik
“Allah'a es koşan kadınlarla iman etmedikçe evlenmeyiniz, İman eden bir cariye hoşunuza giden müşrik bir kadından daha hayırlıdır. İman etmiş bir kadını, iman etmedikçe Allah'a eş koşan erkeklerle evlen­dirmeyiniz. Mü'min bir köle hoşunuza giden müşrik bir kuldan daha ha­yırlıdır. Onlar sizi Cehenneme çağırırlar. Allah ise sizi kendi iradesiyle Cennet ve mağfirete çağırmaktadır.”[187] Bu âyette evlenecek olan kadın ve erkek arasında eşitlik ve denklik olması ge­rektiği ileri sürülmektedir, İslâm hukukunda bu konuda kadının lehine bazı kayıtların var olduğu göze çarpmaktadır. Kadın veya velisi, damat olacak olan erkekte bazı şartlar arayabilir. Denklik ve eşitlik sağlayacak olan bu kayıtların ne olacağı konusu, İslâm âlimlerinin ayrı ayrı görüş­ler ileriye sürmesine sebep olmuştur.
Mezhepler evlenecek çiftler arasında dindarlık bakımından eşitlik ve denlik bulunmasının gerekli olduğu noktasında görüş birliği etmiş­lerdir. Bunun dışında bazı görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Meselâ Hanefiler erkeğin soyluluğunun kadından daha üstün olmasını şart koş­muşlardır. Hanefi'lere göre kureyş Arapları kendi aralarında, diğer Araplar yine kendi aralarında, Arapların dışında kalanlar da kendi araların­da denktirler, evlenebilirler. Bir de erkeğin, kadının mehrini (evlenme parasını) verebilecek durumda olması ayrıca onun altı aylık veya bir yıllık nafakasını temin edebilecek malî kudrete sahip olması lâzımdır. Sanatı ve mesleği itibariyle yaşadığı cemiyete göre kadının şeref ve hay­siyetine leke düşürecek bir durumda olmaması gerekir.
Şafiilere göre, erkek kadından hasep nesepçe, din ve ahlakça, sa­nat ve hürriyet (köle olmamak) yönlerinden daha aşağı derecede ol­maması icap eder. Hanbeliler de buna yakın bir görüşün sahibidirler.
Maliki'ler bu konuda çok daha serbest düşünmüşler ve görüşlerini de sağlam temellere oturtmuşlardır. Bunlara göre evlenecek olan çiftler arasında denklik, sadece dindarlıkla vücut ve diğer azaların eksiksiz ve kusursuz oluşunda aranır.
Mezheplerin görüşlerine kısaca dokunduktan sonra şimdide bu ko­nuyu daha derinliğine incelemeye koyulalım.
Açıkça anlaşılmaktadır ki iyi kocada aranan vasıflar ve evlenmede denklik hakkında İslâm bilginleri ayrı görüşlerin sahibidirler. Bir kısmı­na göre evlenmede denklik sadece dinde ve ahlakta aranmalıdır. Nitekim bahsin başında sunduğumuz hadisi şerif de bunu açıkça ifade etmekte­dir. Çiftler arasında soy eşitliği aramaya dair olan hadisler ise ya doğ­rudan doğruya uydurulmuş hadislerdir veya zayıf olmaktan kurtul­mayan hadislerdir. Soyluluk meselesi dışındaki sanat ve meslek eşitliği zamana ve çev­reye göre değişen bir durumdur. Bazı sanatlar vardır ki zaman ve yeri­ne göre aşağı ve geri kabul edildiği halde diğer bir başka zaman ve ye­re göre ise en değer verilen bir durum arz edebilir.
Soyluluk meselesine gelince dinimiz bunu kökünden reddeder. “Şüp­hesiz ki sizin Allah katanda en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır” diyen Allah kelâmı insanlar arasındaki üstünlüğün sadece, herkes ta­rafından elde edimlesi mümkün plan dindarlıkta aranması gerektiğini di­le getirmektedir. Yoksa Allah'tan uzaklaştıran bir soyluluğun içi boş bir söz olarak kalmaktan öte ne değeri olabilir? Bu konuda sevgili Pey­gamberimiz de aşağıdaki şaşmaz sözleriyle bize ışık tutmaktadır:
“İnsanlar tarak dişleri gibi (birbirlerine) eşittir. Hiç bir Arabın Arap olmayana baskın ve üstün tarafı yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.”
“İnsanlar, muhakkak ki Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Ademin çocuklarısınız. Âdem de topraktandır. Allah katında en kıy­metliniz ona en çok saygı göstereninizdir. Arabın arap olmayana (Al­lah'a saygı göstermek dışında) hiç bir üstünlüğü yoktur.” Bu mübarek sözlerin gözler önüne serdiği gerçek apaçık meydandadır. Dinimize göre iyi bir kocada aranacak baş vasıf, dindar olmasıdır. Soylu olması, mal ve servet biriktirmiş bulunması yakışıklılığı son plânda kalan hususlardır. Yalnız bunlar da dindarlığına yardımcı olur da lekesiz Allah sistemine sırt çevirmezse böylesine bir kimse iyi bir koca vasfını daha da çok hak­k etmiş sayılmalıdır.
Şunu da söyleyelim. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) en meşhur ve en şerefli kabile olarak tanınan Kureyş kabilesinden zeki ve güzel kızı Fatma’yı bir köle âzadlısınıb oğlu olan Üsame ile evlendirmiştir. Ayrıca yine Hz. Peygamber (s.a.s.) devrinde Kureyş'ten Abdurrahman bin Avf'ın kız kardeşi yine bir köle âzadlısı olan Bilâli Habeşî ile evlenmiştir. Ebu Huzeyfe, kardeşinin kızı Fatma’yı kendi kölesi Salime vermiştir. Bütün bunlar şu gerçeği dile getiriyor: Dinimiz sınıf ayırımı ve soy sop gibi katı kalıpları kökünden kazıyıp atarak müslümanları Allah birliğinin potasında eritmek istemektedir.
İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem'den günümüze kadar uzanan insanlık tarihi boyunca kıyasıya bir mücadele seyri takip eden ve zamanımızda ise son şiddetine varan Hak-batıl, eğri-doğru-mücadelesinde |hak tavafının büyük kayıplarının başında İslâm ailesi gelmektedir. Bü­tün bu uzun insanlık tarih çizgisi boyunca İslâm ailesi imanından, gele­nek ve göreneklerinden her geçen gün bir şeyler kaybede kaybede bugüne gelmiştir. Günümüzde nerede ise İslâmiyet ile olan bağlarını büs­bütün koparacağı günlerin arefesini yaşar gibi görülmektedir.
Bize göre bunun temel sebebi din ve iman zayıflığı, dolayısı ile evlenmelerdeki ölçü ve değerlerin bozukluğudur. Evlenmelere göz önüne getirilen mal ve servet, mevki ve rütbeler, mesûd ve uzun ömürlü sıcak bir aile yuvası kurmanın çıkar yolu değildir. Ama zamanımızda herkes de bunlara göz koymuş ve seçeceği hayat arkadaşında mal veya rüt­beden birinin olmasını şart koşmaktadır. Müslüman bir ailenin din ter­biyesi almış olan kızı, doktor, mühendis, avukat veya bir fabrikatörle ev­lenmek için can atmaktadır. Halbuki çoğu zaman bu kalburüstü kişilerin din ve imanları elinden gitmiş, âdeta dinimize yabancılaşmışlardır. Dinî bütün erkekler de yine sırf yukarıda saydığımız dünyalık geçici nimet ve rütbelerin sahibi olan kızlarla hiç de dinlerine bağlı olmadıkları halde, evlenebilmektedirler. Çoğu zaman dindar ana-baba da çocuklarının bu gibi kimselerle evlenmelerine engel olacağı yerde daha da teşvik eder görünmektedirler. Dindar arıyoruz diyerek daima aradıkları, dinine sırt çevirmiş de olsa, zengin damatlardır, Kalıplarıyle kıbleye, fakat kalbleriyle maddeye dönük olan bu insanlar; “Her ümmetin bir fitnesi olmuş­tur, benim ümmetimin baş fitnesi de mal ve servettir” diyen Peygamber sözünün şümulüne giren bozuk insanlardır. Aslında bu, İslama hem müslümanlardan, hem de dine yabancılaşmış kimselerden yöneltilen iki yön­lü bir tecâvüzdür.
Sahabilerden Sahi bin Sa'd es-Sâidi anlatıyor:
Sevgili Peygamberi­miz sahabilerle otururken yanlarından birisi geçer. Hazreti Peygamber (s.a.s.) de yanında oturanlardan birine;
“Şu geçen hakkında ne düşü­nürsün?” diye sorar. Adam da;
“Ey Allah'ın elçisi, o, eşraftan biridir; Kız alınıp verilir, sözü sohbeti dinlenir” diye cevap verdi. Bir müddet sonra bir başkası daha geçti: Peygamberimiz (s.a.s.) yine sorar:
“Bunun hak­kında ne düşünürsün?” diye. Adam yine cevap verir:
“Ey Allah'ın elçi­si!... Bu adam, fakir müslümanlardan biridir. Ne kız alıp verilir, ne de sözü sohbeti dinlenir.” Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Bu, yeryüzü dolusunca öbüründen hayırlıdır.”
Ben, Allah resulünün bildirdiklerinin ötesinde bir gerçek tanımı­yorum.
Demek oluyor ki iyi bir kocada soy sop ve endam güzelliği dışında dine ve ahlâka bağlılığı aranmalıdır. Bir de iyi bir kocada, eşine ve ço­cuklarına bağlılık göstermesi aranan başlıca şartlardandır, işinden dön­dükten sonra ya kahvehaneye, ya meyhaneye yahut da bilmem nereye giden bir ev erkeğinden, kocalık vazifesini iyi yapıyor, diye söz etmek her halde gerçeğe aykırı düşer. Ve böylesine bir ailede fertlerin birbirine sı­kı sıkıya bağlılığı diye de bir şey yoktur. Ana bir tarafa, koca bir tara­fa, çocuklar bir tarafa çekerek evin huzursuzluğunu arttırırlar.[188]
Evlenmenin (Nikâhın) Faydaları
Nikâhta beş fayda vardır:
1. Evlâd yetiştirmek.
2. Şehveti teskin etmek.
3. Ev idare etmek.
4. Yakınları çoğaltmak.
5. Nefis mücâhedesi yapmak.[189]

Evlenmek İçin Erkek İle Kadının Görüşmeleri
Kadın ve erkekten her biri bir yarım dairedir, şu varlık deryasın­da yüzer durur. Kendisine uygun olan diğer yarım daireyi bulunca onunla birleşir ve böylece tam daire meydana gelmiş olur. İşte bu daire, bir milletin temel müessesesini ve hayatında bel kemiğini teşkil eder.
Bu hayat temelinin iyi atılabilmesi için her şeyden önce sevilen bir hayat arkadaşı arayıp bulmak lâzımdır. Dinimiz müstakbel karı ve ko­canın önceden birbirlerini görmelerine izin verir, hatta bunu emreder. Medine’li müslüman kadınlardan (Ensar’dan) biriyle evlenmek istediğini söyleyen Sahabiye Resülullah (s.a.s.):
“Ona baktın mı?” diye sormuş, O da:
“Hayır” deyince şöyle buyurmuştur:
“Git ve ona bak. Çünkü ensar kadınlarının gözlerinde kusurları bulunabilir.” Evlenmek isteyen bir başkasına da Hz. Peygamber (s.a.s.);
“Onu bir veya iki kere görün, çünkü bu, evliliğin devamlı oluşuna vesile olur.” Buyurmuşlardır.
Bilindiği gibi güzellik, çirkinlik umumi değildir, şahıstan şahsa de­ğişen bir hususiyettir. Birinin güzel dediğine bir başkası çirkin diyebilir, çirkin dediğine de güzel diyebilir. Yani çoğu zaman bu mefhumlar in­sandan insana değişebilir. Bunun için herkes hayat arkadaşı olarak se­veceği kimseyi bizzat gidip kendisi görmeli, başkalarının tavsiyelerine kulak asmamalıdır. Bunda isabet vardır.
Ancak şunu söyleyelim ki bu görüşme ölçülü ve sınırlıdır. Çünkü arada hiç bir bağ yoktur. Her iki taraf da birbirine haramdır. Bu görüş­mede iki taraf ancak birbirinin yüzünü ve ellerini görebilir. Vücud ve en­dam belli olmalıdır. Bu kadarı da mahrem olan üçüncü bir şahsın yanın­da olmalıdır.
Müstakbel eşler birbirinin ahlâkî durumunu, fikri seviyesini öğren­mek istiyorsa (ki bu da çok önemlidir) bu konu komşu ve tanıdıklar vasıtasıyla gerçekleştirilir. Nikâh kıyılmadan bir arada yaşamaları dininize göre yasaktır. Aslında birlikte gezip yaşayarak iki tarafın birbirini yakından tanımasına imkân da yok gibidir. Çünkü böyle zamanlarda her­kes gerçek hüviyetini saklayıp nazik ve olgun davranmaya bakacaktır. Bir de buna şehevî heyecanları ekleyiniz, göreceksiniz ki akıldan çok hisler karar vermeye kalkışmıştır. Tabii ki bu da bir ömür boyu birlikte sürdürülecek bir hayatın temel unsurları olan müstakbel karı ve koca için yeterli sayılmasa gerekir.
Şunu bir daha belirtelim. Birbirlerini yakından tanımak için bir süre bir arada gezen genç delikanlı ve genç kız, şehevî arzuların bunal­tıcı pençesi altında bulunarak birbirlerini, hiç de anlayamayacakları hal­de, sevebilirler. Bu yüzden de birbirlerinin kusurlarını bile iyi karşılamaya kalkışabilirler. Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) “Bir şeyi sevmen seni kör ve sağır yapar” demekle bu gerçeği dile getirmiştir.
Bu konuda büyük Fransız yazarlarından Moliere (Molyer okunur), de şu sözleri söylemiştir:
“Âşıklar sevdikleri vücudun her şeyini sevimli bulurlar, sevdikleri sevgililerinin kusurlarını bir meziyet kabul ederek onlara hoş ve uygun adlar takmasını bilirler. Artık bir benzi yasemin kadar beyaz, korkunç siyahlığı yapacak kadar tatlı esmer, hilekârı ze­ki, aptalı iyi kalpli görürler.”
Zamanımızda “sözlü” ve “nişanlı” adı altında birçok genç çiftler gö­rülmektedir. Bunlar geziyor, tozuyor, eğleniyor, zevk ediyor, artık bir­birlerinden bıkınca da hemen ayrılıyorlar. Çoğu zaman da bundan zarar gören kız oluyor. Kanunlarımıza göre de nişanlılar evlenmeye zorlana­mıyor. Bunlar böylece bir kaç kere tekrar edince başta kızın adı kötüye çıkıyor. Artık o kız ya kötü yola düşecektir, ya da kendisini anlayan bir erkek çıkana kadar dişini sıkıp bekleyecektir. Bunun dışında bir di­ğer mahzur da şudur ki insanlığa sığar tarafı yoktur. Nişanlı çiftler bir süre gezip tozduktan sonra anlaşamayınca dargın olarak ayrılırlar, bir­birlerinin kusurlarını ortaya dökmeye başlalar ve böylece de istikballe­rini baltalamış olurlar. Bütün bunlar dinimizin şiddette reddettiği ve ha­ram kıldığı hususlardır ve bu anlatılanlar karşısında da reddetmeye hak­kı vardır.[185]Evlenmenin Zararları
Evlenmenin zararları üçtür:
Birinci Zarar: Helâl kazanmaktan âciz olabilir: bilhassa böyle bir zamanda. Çoluk çocuk sebebiyle şübhelilere yahud harama düşebilir. Bu ise kendinin ve çoluk çocuğunun din bakımından helakine sebeb olur.
Evlenmenin hiçbir üstünlüğü buna mecbur etmez. Hadîs-i Şerifte buyuruldu:
“Kulu daha yakın getirirler. Onun her biri birkaç dağ büyüklü­ğünde iyi amelleri bulunur. Ona çoluk çocuğunun nafakasını nereden ka­zandığı sorulur. Onu bununla mes'ul tutarlar. Bu yüzden bütün iyi ame­li gider. Sonra bir ses; Bu o kimsedir ki çoluk çocuğu bütün iyiliklerini yedi, hesabı bundan soruldu der” Bildirildi ki: Kıyamette, bir kim­senin ilk davacısı çoluk çocuğu olur. Derler ki:
“Yâ Rabbî, ondan hakkı­mızı sen al, bize haram yedirdi, bizim ise bundan haberimiz yoktu. Bize öğrenmesi gereken şeyleri öğretmeyip, bizi câhil bıraktı. O halde, mîras mâlı olmayan yâhud helâlden kazanmayan kimsenin evlenmesi doğru de­ğildir. Ancak, evlenmezse, zina yapacağını yakinen biliyorsa evlenebilir.
İkinci Zarar: Çoluk çocuğunun hakkını, iyi huylu olmadan, on­ların olmayacak işlerine sabretmeden, onlara gelecek sıkıntılara katlanma­dan ve onların işlerini yerine getirmeden, ödemiş olamaz. Bunu da her­kes yapamaz. Onları üzüp günaha girmiş veya onlardan uzak durmuş olabilir. Hadîs-i Şerîf'te buyuruldu:
“Çoluk çocuğundan kaçan, firar eden köle gibidir. Yanlarına dönmedikçe namaz ve orucu makbul olmaz” Velhâsıl her insanın bir nefsi vardır. Kendi nefsine hâkim olmayanın, emri altına bir başkasını almaması daha iyidir.
Bişr-i Hâfî'ye niçin evlenmiyorsun? Dediler. Buyurdu ki:
“Erkekle­rin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerin­de hakları vardır”, âyet-i kerîmesinden korkuyorum. İbrahim Edhem buyurdu:
“Kadına ihtiyâcım olmayınca, niye evleneyim. Bir kadını ken­dime niçin söyleteyim?”
Üçüncü Zarar: Çoluk çocuğun işlerini düşünme ve çare arama­ya kendini çok verip, Allahü Teâlâ'yı, ahireti ve kıyamet ve âhiret azı­ğını hatırlayamaz olur. Allahü Teâlâ'yı anmaktan "seni alıkoyan her şey helakine sebeb olur. Bunun için Allahü Teâiâ buyurdu:
“Ey imân eden­ler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın”[197]Evlenmeye Dair Bazı Meseleler
İyi bir zevcenin vasıfları: Evlenmek ve bir yuva kurmak hem tabiî ve medenî bir ihtiyaçtır, hem de dinî bir vazifedir. Kurulan sıcak aile yuvasının temel taşların­dan birini kadın, diğerini de erkek teşkil ettiğine göre bunlarda bir ta­kım iyi vasıflar aramak gerekir. Her alanda şaşmaz prensipleriyle or­taya çıkan dinimiz bu konuda da bize ışık tutmakta ve yol göstermek­tedir. Biz bu konuda daha Önceki satarlarda epey bilgi vermiştik. Şimdi bazı Peygamber sözleri ve eksik kalan noktalan ifadeyle bu konuyu ka­patacağız.
Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) tavsiyeleri şunlardır:
“Kadınlarla yalnız güzellikleri için evlenmeyin. Çünkü güzellikleri onları ahlâkî bakımdan düşürebilir. Onlarla mal ve servetleri yüzünden de evlenmeyin. Çünkü malları onları azgınlığa sürükleyebilir. Şüphe yok ki yırtık elbiseli, siyah, fakat dindar bir kadın ( hepsinden) daha değer­lidir.”
“Kendisine dört şey verilen kimseye dünya ve âhiretin iyiliği bahşedilmiş olur: Şükreden kalb, Allah'ı ana dil, belâ ve felâketlere sab­reden beden namusuna ve kocasının mahna ihanet etmeyen kadın.”
“Kadınla (şu) dört şey (meziyet) için evlenilir. Malı (serveti), soyluluğu, gü­zelliği ve dindarlığı için kadınların dindar olanını seç, yoksa sefil ve pe­rişan olursun.”
Bu konuda bir de evlenmek için seçilecek zevcenin bekâr olması du­rumu söz konusu edilmelidir. Her bakımdan bekâr bir kadınla evlenmek bir dula tercih edilmelidir. Çünkü her erkek eli değmemiş bir genç kızı hayat arkadaşı seçerek onunla bir yuva kurmak, sevgi, saygı ve onu kendine bağlamak bakımından daha avantajlıdır. Her şeyi erkeğinde gö­receği için kanaatkar olacaktır. Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) tavsi­yeleri de bu yöndedir. Ama bu demek değildir ki dul bir kadınla evlenilemez. Tersine, ev, işleri çok olan, çocukları kalabalık bulunan bir erkek pek âla dul bir kadınla evlenerek mesud bir yuva kurabilir. Böyle yapan­lara Peygamberimiz (s.a.s.) hayır duada bulunmuşlardır.
İyi bir kocanın vasıfları: Sarsılmaz bir aile yuvası kurabilmek için aile reisi olan erkekte kadına nisbetle daha da ağır bir takım vasıflar aramak gerekir. Tabii ki bu hususta dinimiz şaşmaz prensiplerini orta­ya koymakta ve bize ışık tutmaktadır. Evlenme konusuna giriş yapar­ken evlenmenin lüzumu bahsinde naklettiğimiz bir hadisi burada da tek­rar edelim:
“Size dininden ve huyundan memnun olduğunuz biri gelince ona kızınızı veriniz. Eğer böyle yapmazsanız yeryüzünde büyük bir boz­gun ve kargaşalık çıkar.”
“Ey Allah elçisi dediler, eğer o fakir ve asil de­ğilse?”
“Size dindarlığını ve huyunu beğendiğiniz biri (kız istemeye) ge­lince onu evlendirin” buyurdu ve bunu üç kere tekrar etti.[186]
Evlilik
Evlilik nedir ve hangi gayeyi güder? Önce bunun âyet ve hadislerin ışığı altında bir tarifini sunmaya çalışalım. Evlilik hayatı üç büyük hu­susiyet taşır. Bunlardan ilki, erkeğin kadında maddi ve manevi bakımdan tam bir sükûnet bulmasıdır. Buna aynı ölçüde kadının da muhtaç olduğu unutulmamalıdır. Kadın olsun, erkek olsun, her iki taraf birbi­rini tamamlar ve birbirlerine huzur ve sükun verirler. İkinci olarak da çiftler arasında sevgi bağları meydana gelir. Ve son olarak iki cins ara­sındaki şefkat. Bu sonuncu hepsini içine alan bir incelik ve derinliğe sahiptir. Bir âyette erkeklere hitap ederek Ulu Allah şöyle buyurur:
“Ka­dınlar sizin için, siz de kadınlar için birer elbisesiniz.” Bunun mânâsı açık ve kolaydır.[146]
38- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Çocuk, cennetin reyhan çiçeğidir.”[147]
39- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Ey erkekler. Sizlere itaat eden kadınlarınızı dövmeyiniz.”[148]
40- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Şüphesiz Hz. Allah hakkı söylemekten haya edip çekinmez. Zaten hak da bu değil midir? Karılarınıza arka yoldan yanaşmayınız. Çünkü her canlı varlık böyle yapanlara lanet eder.”[149]
41- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Şüphesiz hanımlarına karşı, erkeğin kalbinde beslenen öylesine bir sevgi vardır ki, bu sevgi, diğer hiç bir varlıklarda yoktur.”[150]
42- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Sevgili peygamberimiz kadınla ilgisini keserek bir kenara çekilmeyi şiddetle yasaklardı.(Çünkü bu, hristiyanlara ait bir gelenektir,)”[151]
43- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Dul bir kadının üzerinde (baba gibi) velinin kendisinden izini almadan, evlenmek yetkisi yoktur. Kızın durumu yetim olsun veya olmasın, evlendirmek konusunda müsaadesi istenilir. Buna karşılık susması, izin vermesi demektir. Fakat babası, kızdan hiç bir izin istemeden de evlendirebilir. Çünkü babası kızı için daha iyi düşünebilir.”[152]
44- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Kadın, kocasından izin almadan hiç bir kimseyi evine girmesine müsaade edemez. Sünnet namazını kılmak için kocasından müsaade almadan yatağından kalkamaz.”[153]
45- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Velinin izni olmadan kızın yaptığı nikah caiz değildir.”[154]
46- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Velisiz ve şahidsiz olarak kıyılan her türlü nikah fasıktır.”[155]
47- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Ey erkekler, ihtiyar ve kısır kadınlarla evlenmeyiniz. Çünkü ben, diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla iftihar ederim”.[156]
48- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Bir defacık çocuğunu başka bir kadından süt emmesi, evlenmesine engel değildir. (Bu hadis, şafi mezhebine ait bir delildir. Zira henefi mezhebine göre yalnız bir kerecik olsa bile çocuğun süt emmesi kardeşile evlenmesine engel olur. Şafiye göre de ancak bu süt emme, beş kere vuku bulursa, evlenmek için engelleme hükmünü gerektirir.)”[157]
49- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Çocuk yapan kızlarla evleniniz. Zira ben kıyamet günü, diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla övünürüm.”[158]
50- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Evleniniz. Fakat boşanmayınız. Çünkü Hz. Allah (çok evlenip, sonradan boşamak suretiyle ) zevklerini sağlayan erkek ve kadınları sevmez.”[159]
51- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Velisinin iznini almadan evlenen kadının nihahı batıldır. Buna rağmen cinsi temasta bulunan erkeğin, kızın namusuna karşı mehrini vermesi gerekir. (Ve sonradan birbirlerinden ayrılırlar.)”[160]
52- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Kızın evlenme hususunda fikir birliğine varmayan, aynı seviyede-bir kaç veli münakaşa ettikleri takdirde, kızın velisi hakim ola­caktır”.[161]
53- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Zinadan doğan çocuğunu, kocasına isnad eden bir kadın, Allah ile hiç bir ilgisi kalmayacaktır. Hz. Allah da onu cennetine koymaya­caktır. Karısından doğan çocuğunu kendisinden olduğunu bildiği halde, benden değil diye inkar etmeye kalkışan koca ile Allah'ın rahme­ti arasına bir perde girer. Ve Hz. Allah kıyamet günü, mahşerde gelmiş ve gelecek bütün insanların huzurunda onu rezil eder.
Evli çiftler birbirine örtü vazifesi görmekle cinsi arzularının açığa çıkıp kötü yollara düğmesini önlemek ve çiftlerden her birinin diğe­rine muhtaç olmasından dolayı birbirlerini tamamlamak mânâsı taşır. Ni­tekim, “şüphe yok ki damlar erkeklerin dengi, benzeri ve tara bir esi­dir” diyen peygamber sözü de erkekle kadının birbirlerini tamamlayan unsurlar olduğunu ifade etmiyor mu? Demek ki insan tek başına eksik­tir. Evlenerek kendisini tamamlaması gerekir. Bu bakımdan da evlenmek hayatın kaçınılmaz tabiî şartlarından olmaktadır.”[162]
54- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Kocası kendisinden memnun olduğu bir halde ölen bir kadın mutlaka cennete gerecektir.”[163]
55- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Kocasından izin almadan nafile (sünnet) orucunu tutan ve kocası yatağına girmek istediği halde, buna engel olmaya çalışan bir kadın için, üç büyük günah yazılır.”[164]
56- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Esaleti temiz olan evin kızlarıyla evlenin. Çünkü doğacak olan çocuk, daha ziyade annesinin akrabalarına benzer”.[165]
57- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“(İffetli olmak ve iyi bir çocuğunu dünyaya gelmesi niyetiyle..) evleniniz. (Çünkü bu gaye ile evlendiğiniz ) karınız eve gelirken beraberinde bol bir rızıkla gelir.”[166]
58- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Bakire kızlarla evleniniz. Çünkü ağızlarının kokusu tatlı ve te­miz, rahimleri sağlam, aynı zamanda da az nafakaya razı olurlar.”[167]
59- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Kadınların en iyisi, iffetli, kocasına düşkün ve namusunu ko­ruyandır.”[168]
60- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“En kötüleriniz sebepsiz olarak evlenmeyenlerdir. Evlenmele­rin kıldıkları iki rekatlık namaz, evlenmeyenlerin kıldıkları 70 rekat namazdan daha üstündür.”[169]

İyi bir zevcenin vasıfları:
Evlenmek ve bir yuva kurmak her genç için tabiî ve medenî bir ihtiyaç olmakla beraber, aynı zamanda dinî bir vazifedir. Önemli bir özrü olmadan bu vazifeden kaçınmak, sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) sünnetine karşı gelmek olur. Bir insan için hayatının en önemli dönüm noktalarından biri olan evlilik de eşini seçmeyi birtakım tesadüfler veya bazı zorlamalara bırakmamalıdır. Çünkü kurulan yeni yuvanın sağlam, mesud ve uzun ömürlü olmasında ev hanımının inkâr edilmeyecek kadar büyük bir rolü vardır. Bu yüzden insan hayat arkadaşım seçerken bazı husus­lara dikkat etmek zorundadır. Her alanda şaşmaz prensipler koyan yü­ce dinimiz, bu konuda da bizlere ışık tutmakta ve sevgili Peygamberimi­zin hadis-i şerifleri iyi bir zevcenin vasıflarım bize açık-seçik ortaya koy maktadır.[170]
61- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Güzel fakat çocuk yapmayan kadınlarla evlenmeyiniz. Çocuk ya­pan kadınları tercih ediniz. Çünkü ben, kıyamet günü, sizinle çoklu­ğunuzla diğer ümmetlere karşı övünürüm.”[171]
62- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Doğumdan dolayı nikahı haram olan kimseler, sütten de haramdır.”[172]
63- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Bakireyi tercih ediniz. Çünkü ağızlarının tadı temiz, rahimleri sağlam ve az nafakaya da razı olurlar.”[173]
64- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“(İslam hukukunun birçoklarında kadın ile erkek eşittirler...) Çünkü kadın erkeklerin kardeşidir.”[174]
65- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Kadın ile dört şeyden biri için evlenilir: Malı, güzelliği, asaleti ve dindarlığı için. Sen dindar olanını seç ki, perişan ve sefil olmayasın.”[175]
66- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Evleniniz ki, çoğalabilesiniz. Çünkü ben, kıyamet günü diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim.”[176]
Nitekim Peygamberimiz, “Ey Allah'ın resulü!.. Kadınların en hayırlısı hangisidir?” şeklindeki bir soruya verdiği cevap şu oluyor:
“Ba­kınca kocasını sevindiren, kocasının dediklerine uyan nefsi ve malı konu­sunda kocasını gücendirecek şekilde reddetmeyen ve oma hiç bir şekilde ihanet etmeyen kadındır.” Bu ve buna benzer birçok hadis-i şerifin ışığı altında dinîmize göre iyi bir zevcenin vasıflarını şöylece sıralayabiliriz:
a) Kadın her şeyden önce aile yuvasının iki temel taşından birisi­dir. Evde huzur ve sükûn olabilmesi için kadın kocasına karşı derin bir sevgi duymalıdır. Bunun nişanesi olarak ev hanımı daima tatlı sözlü ve güler yüzlü olmalıdır.
Dışarıda hayatın bin bir güçlükleri ile mücadele eden yıpranan ve bu­nalan erkek, evine gelince daima gülümseyen bir yüz bulmak ve günün yorgunluklarını eşi ve yavruları ile konuşarak gidermek ister. Kocasına karşı her zaman sert ve asık suratlı olan bir kadın, İslâmî Ölçülere göre hareket etmiyor demektir.
b) Yüce Dinimizin esaslarına uygun olarak meydana getirilen aile yuvasında reislik vazifesi erkeğindir. Başta evin hanımı olmak üzere bütün aile fertleri buna uymakla mükelleftirler.[177]
67- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“(Babası olmayan bir kızın kardeş gibi ) iki velinin onu ayrı erkeklerle evlendirdikleri takdirde, nikahı ilk önce kıyılan erkeğe verilir.”[178]
68- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Nikahı kıyılmadan önce nişanlı bulunan kocasına verilen mehir (ve hediyeler onun olacaktır. Nikahı koyuldıktan sonra akrabaları tarafından getirilen hediyeler, kimin için getirilmişse onun olacaklardır.”[179]
69- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Velisinin izni olmadan evlenen bir kadın, zina etmiş olur. ( Bu hadis şafi mezhebinin delillerinden biridir. Hanefi mezhebine göre erginlik çağına girmiş aklı başında olan bir kadın babasından izin almadan evlenebilir.)”[180]
70- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Takma saç takan bir kadının yaptığı iş haramdır. (Çünkü bu saç, başkalarının aldanmasına sebep olur.)”[181]
Dışarıda çalışarak ailenin geçiminde en büyük payı üzerine alan erkeğin bu durumu gayet normal ve tabiîdir. En küçük canlı birliklerden olan karıncalardan tutun da en bü­yük imparatorluklara kadar bütün topluluklarda görülen üstün nizam ve ahenk, her varlığın daha büyüğüne olan itaatiyle gerçekleşir. Aynen öylede aile içindeki nizam kocanın emirlerine uymağa bağlıdır. Bu konu­da dinimiz o kadar ileri gitmiştir ki, bir kadın kocasının izni olmadan nafile oruç tutamaz ve evine başka birisim dahi alamaz.
c) Peygamberimiz yukarıdaki hadis-i şerifte iyi bir zevcenin vasıflarını sayarken üçüncü olarak kocasının nefsi üzerindeki arzularını reddetmeyen kadınlar şeklinde buyuruyor. Nikâhtaki asıl gaye neslin deva­mını te'min etmek olmakla beraber, haram yollara sapmadan nefsin tat­mini de vardır. Dinimiz yaratılışımızın gereği olarak karşı cinse olan il­giyi hiçbir zaman inkâr etmez, önemli olan bunu yok etmek değil, meşru yollardan bu ihtiyacı gidermektir. Bunun için de en uygun yol evlen­mektir. Evlenince de kadının kocasına karşı direnmesi ve onun arzularını yerine getirmemesi evlilik kaidelerine uymadığı gibi aynı zamanda dini­mize göre büyük bir suçtur. Çünkü bu takdirde erkek başka yollara baş­vurarak doğru yoldan ayrılma ihtimali vardır.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.); “Kocası tarafından yatağa da­vet edildiği halde bu teklifi reddeden kadına bütün melekler sabaha kadar lanet okurlar.” diye buyurmuştur. Buradaki lanetin Allah'ın rah­metinden koyulmak mânasını taşımakla birlikte dünyada da boşanma­ya varan bir takını felâketlere çarpmak mânasına da geldiği muhakkak­tır.
ç) Adı geçen hadiste iyi bir ev hanımının dördüncü vasfının da ma­lı üzerinde kocasının isteklerini reddetmeyen kadın olduğunu görüyoruz. Hepimiz biliriz ki insan hayatında iyi günler olduğu gibi zaman zaman bazı hastalıklara tutulma ve bir takım büyük felâketlerle karşılaşma ih­timali de vardır. Bu gibi zamanlarda kadın kocasına manen destek ol­duğu gibi; elindeki bütün maddî imkânları da kullanarak aile yuvasının yıkılmasına ve dağılmasına engel olmağa çalışmalıdır.
Evin geçimini sağlamak erkeğin vazifesidir, diyerek bir köşeye çe­kilen ve bu acıklı manzaralar karşısında sadece seyirci kalan bir kadın, insanlık vazifesini yapmadığı gibi en büyük dinî bir suç işlemiştir.
d) İyi bir zevcenin diğer bir vasfı da aile içindeki aile sırlarını baş­kalarına söylememek ve onları yaymamaktır. Bu da aile hayatının hu­zur ve sükûn içinde sürdürebilmesi için çok önemli bir noktadır. İnsan olarak hepimizin bazı kusur ve eksiklikleri olabilir, bu normaldir. Ama karı-koca arasında gizli kalması gereken bazı hususları bir kaç ka­dının bir araya toplanıp birbirlerine anlatmaları ve bunu bir eğlence konusu yapmaları çirkin bir davranış olduğu gibi, dinimize göre de bü­yük bir günah işlemek demektir. Çünkü bu, aile şeref ve itibarına leke düşürmek olur.
e) İyi bir ev hanımında aranması gereken diğer bir vasıf çocuk yap­ma kabiliyetidir. Bir gün Peygamberimize (s.a.s.) biri gelerek:
“Ey Allah'ın elçisi, güzel ve asil bir kadınlar tanıştım, yalnız çocuk yapmıyor, kısırdır. Onunla evleneyim mi? diye sorunca Peygamberimiz (s.a.s.):
“Hayır, evlenme” diye cevap verdi. Adam aynı soruyu üçüncü defa so­runca Peygamberimiz bu defa şu cevabı verdi:
“Bol çocuk doğurabilecek sevdiğiniz kadınlarla evleniniz, çünkü ben sizin diğer ümmetlerden çok olmanızı isterim.”
f) Kanaatimizce iyi bir ev hanımının en önemli vasıflarından biri de çocuklarını iyi yetiştirmektir. Ayrı bir kitap hacmini dolduracak kadar geniş olan bu konunun bütün yönleriyle burada işlenmesine imkân yok­tur. Ancak şu kadarını söyleyelim ki anne bir milletin geleceğinin mi­marıdır. Çocuğun yetişmesinde çevrenin, okulun ve daha birçok unsu­run rolü olmakla birlikte ilk ve en önemli vazife anneye düşmektedir. Çocuk daha çevreye ve okula mal olmadan, anne ve baba ona her türlü dini bilgi yanında, millî ve ahlâkî duyguları aşılamakla sorumludurlar. Sevgili Peygamberimiz daha önce de birçok yerde geçen şu hadislerin­den;
“Hepiniz çobansınız ve maiyetinizden sorumlusunuz” diyerek bu vazifeyi bizlere bildirmiştir. Yine çocuklara verilmesi gereken terbiyenin ne olduğunu Peygamberimizin (s.a.s.) bir başka mübarek süslerinden öğreniyoruz. Peygamberimiz, çocukların terbiyesi konusunda şöyle buyuruyor:
“Çocuklarınızı şu üç huyu aşılayacak şekilde terbiye ediniz: Peygamberini, O'nun ehli beytini sevdiriniz ve Kur'an-i Kerim'i okutunuz. Çünkü Kur'an okuyanlar hiçbir gölgenin bulunmadığı mahşer günü Peygamber ve evliyalarla beraber Allah'ın (rahmet) gölgesinde bulunacaklardır.”
Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Beş vakit namazını kılan, Ramazan orucunu tutan, namusunu koruyan ve kocasını itaat her kadına (mahşer günü) şöyle denilecek; Dilediğin kapıdan Cennete gir.” Şimdi bu saydığımız vasıflar hangi kadında bulunabilir, diye kafaları kurcalayan bir sorunun ortaya atıldığını kabul ederek buna cevap verelim. Peygamberimiz evlenmek için bir kadında aranacak dört vasıf saymaktadır; ama bunlardan mallısını, soylusunu, güzelliği bir yana iterek bu meziyetlerin en üstününün dindarlık ve namus sağlamlığı olduğunu da belirtiyor. Nitekim şu sözler de Allah Resulü'ne aittir.
“Kadının güzelliğine aldanarak onunla evlenmeyiniz. Çünkü güzellik kadını yoldan çıkararak meşru olmayan münasebetlere sürükleyici bir sebep olabilir. Yine kadının servet ve zenginliğine tama ederek de onunla evlenmeyiniz. Çünkü böyle bir kadın servet ve zenginliği içinde erkeği küçük görerek azabilir. Kadının dine bağlılığı ve namusluluğuna bakarak evleniniz. En sağlam ve doğru yol da budur.”
Sıcak bir aile yuvası kurmak herkesin gayesidir. Zaten ne derece mesud ve istikrarlı bir aile yuvası kurulursa, böylesine ailelerin çoğun­luğu teşkil ettiği bir cemiyet geleceğine o derece güvenle bakabilir. Böy­lesine mesud bir yuvanın temellerini sağlam atabilmek için, yuvanın te­mel taşlarını teşkil eden erkek ve kadının evlenmeden önce birbirlerini görüp tanımaları gerekir. Evlenmede kadın ve erkeğin her biri eşini seç­mekte serbest midir? Bu konuda ayrı ayrı görüşler vardır. İmam-ı Malik ve İmam-ı Şafii'ye göre kadın çoğu zaman hislerinin tesiri altında kaldı­ğından, müstakbel hayat arkadaşını seçmekte serbesttir, izni ve müsaa­desi alınmadan evlendirilemez, evlendirildiği takdirde, dilerse nikâhı bo­zabilir. Bu konuda iki örnek sunabiliriz.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) zamanında sahabelerden Hansa istemeyerek babası tarafından evlendirilmiştir. Dul olan Hansa Peygam­berimize başvurarak durumu izah etmiş ve nikâhını bozdurmuştur. Ay­nı şekilde bekâr olan bir kız da Peygambere (s.a.s.) başvurmuş, Pey­gamberimiz onu ise nikâhı kabul veya red konusunda serbest bırakmış­tır. Demek oluyor ki dinimiz ailenin temel taşlarını teşkil edecek olan eşlerin birbirlerini görüp tanımalarına izin vererek yuvanın sağlam te­meller üzerine oturmasını şart koşmuştur. Gerçek de budur. Çünkü bir ömür boyu aynı yastıkta kocayacak olan iki insanın birbirlerini meşru ölçüler içinde görüp tanıması en normal haklarıdır. Fakat bu beraberlik Hiçbir zaman bir-iki seferi geçmemeli sadece bir tanışma mahiyetinde olmalıdır.[182]Müslüman Olmayan Erkekle Evlenmek
Dinimiz, evlenecek olan çiftlerin birbirini görerek karar vermesine izin vermiştir. Yalnız bunun belirli sınırlar içinde kalması gerektiğini hatırdan çıkarmamak gerekir. Müslüman olan bir kadının, gayri müslim bir erkekle evlenmesine dinimiz izin vermez. Çünkü böylesine bir durum­da müslüman olan bir kadın, gayri müslimle evlenerek, İslâmî çevreden çıkmakta ve dinimize ters düşen bir muhite girmektedir. Burada kadı­nın dini, gelenek ve görenekleri, tehlike ile yüz yüze gelmekte ve bu durumda dünyaya gelecek çocukların da İslâm terbiyesinden uzak bir havaya girmeleri söz konusu olmaktadır. Bu, dinimizin yayılma ve insanoğlunu Allah'a vardıran insanca yaşama sistemini getirme siyasetine aykırı düşer.
Şunu bir daha tekrar edelim. İslâmiyette mü'minin her hareketi Allah'a yönelmiştir. Ve Allah'a karşı sorumluluk taşımaktadır. Kur'an evliliği bile “Allah'ın tayin ettiği sınırlar” diye adlandırmaktadır. Bun­dan anlaşılan mânâ şudur: Mü'min bütün söz ve hareketleriyle İslâmiyete yürekten hizmet eden, daha açıkçası insanları din yoluyla Allah'ın; saadet ülkesine çağıran kimsedir.
Mü'min kadın hiçbir gayri müslim erkek ile evlenemez demiştik. Bunun yanında dıştan müslüman görünüp de söz ve hareketleriyle İslâm inançlarını baltalayan, tek kelimeyle münafık olan erkek ile de evlenemez. Böyle bir evlenme olsa bile buna dinimizce son vermek gerekir. Hattâ nikâhı yapanlar, araya girenler bile uygun bir takım cezalara çarptılırlar. Çünkü evlenmenin bir gayesi de İslâmiyeti ve imanı daha da güçlendirmektir. Hatta dine bir davettir. Bu konuda güzel bir olayı buraya aktaralım:
Peygamberimiz (s.a.s.) zamanında Ebu Talha daha henüz müslüman olmadan önce, müslüman olan Ümmü Süleym'e (îmana gelmeden önceki adı Rumeysa'dır) evlenme teklifinde bulunur. Ümmü Süleym Ebu Talhaya:
“Doğrusunu istersen ben de seninle evlenmeyi arzu ediyorum, senin gibisi kaçırılmaz. Ama ne yazık ki sen İslâmiyete sırt çevirmiş bir insansın, ben ise müslüman bir kadınım. Bu yüzden seninle evlenmem doğ­ru değildir” der.
Bunun üzerine aralarında şöyle bir konuşma olur: Ebu Talha:
“Sana ne oldu, Rumeysa?”
“Ne olmuş bana?”
“Sarı ve kırmızıdan (altın ve gümüşten, yani paradan) ne haber?”
“Ben altın ve gümüş aramıyorum. Sen öyle bir insansın ki işitmeyen, görmeyen ve sana hiç bir faydası dokunmayan şeye tapıyorsun. Falan kimselerin siyah kölesinin dağdan sürükleyip de getirdiği, yerden biten bir odun parçasına, puta tapmaktan hiç sıkılmıyor musun? Eğer iman edersen, işte o put benim mehrim olsun, evlenelim başka bir şey talep etmeyeceğim.”
“Müslümanlığı bana kim öğretir, Rumeysa?”
“Allah'ın Resulü öğretir. O'na git.”
Bunun üzerine Ebu Talha sevgili Peygamberimize (s.a.s.) doğru ilerleyerek onu sahabelerin içinde otururken bulur ve yanına yanaşır. Pey­gamberimiz (s.a.s.) onu daha uzaktan gördü ve sahabelere Ebu Talha'nın müslümanlığını şu sözleriyle müjdeledi:
“Ebu Talha, iki gözü ara­sında parlayan İslâmiyet aydınlığı ile geliyor.” Ebu Talha Hz. Peygamber'in (s.a.s.) huzurunda imana gelir ve Rumeysa'nın kendisine söyledikle­rini de nakleder. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de Rumeysa'nın şartı üzere nikâhlarını kıyarak birbirini seven bu iki kişinin hayatlarını bir­leştirir.
Peygamberimiz (s.a.s.) Ümmü Süleym hakkında şu müjdeyi verir:
“Cennete girdiğimi gördüm, önümde bir ayak sesi (duyuluyor). Bir de baktım ki, Rumeysa!”[183]Müslüman Olmayan Kadınla Evlenmek
Müslüman olmayan bir erkekle müslüman olan bir kadının evlenemeyeceğini daha önce söylemiştik. Buna karşılık müslüman bir erkek gayri müslim bir kadınla evlenebilir. Ancak, bu kadının kitap ehlinden, yani hristiyan veya yahudi olması şarttır. Ateşe, güneşe, yıldızlara putlara tapan müşrik kadınla evlenilmez. Dıştan müslüman görünen, fa­kat söz ve davranışları ile dinimizin emir ve yasaklarına karşı koyan meselâ, haramı helâl kabul eden bir kadınla da evlenilmez.
Kitaplı kadınlarla evlenmek konusunda İslâm âlimleri arasında ba­zı görüş ayrılıkları vardır. Çoğu âlimler gayri müslim bir kadınla evlen­menin caiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yalnız Hz. Ömer bunu doğru görmez.
Hz. Ömer'in Halifeliği sırasında İslâm orduları birçok yerleri fet­hediyor, yeni yeni ülkeleri İslâm devletine katıyordu. Bu arada İslâmın yiğit kahramanları ve bazı sahabiler kitap ehlinden kadınlarla evleniyor­lardı, İslâm ailesi ve müslüman nesli bakımından bunu tehlikeli gören Halife Hz. Ömer gayri müslim kadınlarla olan evlenmeleri hoş karşıla­mıyordu. Sahabelerden Hz. Huzeyfe bir yahudi kadınla evlenmiş, Halife Ömer kendisine:
“Onu salıver.” diye yazmıştı. Huzeyfe’nin
“O haram mıdır?” diye sorması ürerine Hz. Ömer şöyle cevap vermişti:
“Hayır, fakat onların ahlâk bakımından mazbut olmayanlarına tesadüf edece­ğimizden korkuyorum”.
Açıkça anlaşılmaktadır ki, Hz. Ömer, müslüman olmayan bir kadın­la evlenmeyi haram görmemiş, fakat İslâm ailesi ve müslüman neslin ge­leceği bakımından tehlikeli bulmuştur. Hz. Ömer'e hristiyan veya yahudi olan bir kadınla evlenmenin hükmü sorulur. O da;
“Allah müşrik kadınları müslüman erkeklere haram kılmıştır. Ben, bir kadının; Rabbim İsa'dır veya (Allah'ın kullarından biri için) falandır, demesinden da­ha büyük bir şirk tanımıyorum”şeklinde cevap verir. İslâm hukukuna göre din ayrılığı verasete engel teşkil eder. Buna gayri müslim bir ka­dın müslüman kocasından miras alamaz. Bu yüzden de onunla evlenmek mahzurludur.
Günümüz Türkiye’sinde yabancılarla evlenmeler yaygınlaşmış nerde ise moda haline gelmeye yüz tutmuştur. Burada şu noktayı belirtelim ki, müslüman olmayan erkeklerle evlenen Türk kızlarının çoktan müslümanlıktan ve Türklükten çıktığını kabul ediyor ve bu noktayı bir kena­ra bırakıyoruz. Yalnız şunu söyleyelim. Bu hususta İslâm ailelerinin uyanık olmaları gerekir. Hatta etraflarından olan böylesine din dışı na­hoş olayların kahramanlarını yola getirmeye çalışmaları üzerlerine düşen dinî birer borçtur. Konumuz bu değildir. Konumuz kızların müslüman er­keklerle hayatlarını birleştirmeleridir. Bu ne olacaktır? Gerçi yabancı kızlar, usûlüne uyarak, müftülük dairelerine uğrayarak müslüman ol­duklarını ilân ediyorlar. Fakat bu, çoğu zaman bir formaliteden, usûl­den öte bir mânâ taşımıyor. Çünkü gerçekte müslüman olmayan bir kız­la evlenen bir müslüman erkeğin kurduğu aile yuvasında İslâmın şaşmaz prensipleri hüküm sürmüyor, bu yüzden de o yabancı kız İslâmiyeti ka-: bul etmekle birlikte İslâmın potasında erimiyor. Evlerinde tipik bir Al­man veya Yahudi gibi yaşıyorlar. Çocuklarına müslüman babanın dilini öğretmiyorlar. Bunun yanında müslüman koca da din ve milliyet ile birlikte günden güne artan bir hızla erimektedir. Ve geleceğimiz bakı­mından büyük bir tehlike işareti gösteren bu duruma biç bir yetkili ma­kam da tedbir arıyor değildir.
Düşününüz bir kere ki, Halife Hz. Ömer Allah Resulünün sahabele­rinden o derece endişe duyunca her geçen gün daha fazlası ile gönüllerden imanın silinmeye yüz tuttuğu zamanımızda artık bizim endişemizin derecesi ne olmalıdır. Elbette bu istikametteki olumsuz gelişmeler dinimiz hesabına büyük bir darbedir. Bu konuda yine müslüman kardeşlerimize kendi çaplarında ağır sorumluluk ve vazifeler düşmektedir. Biri yandan İslâmî aşıyı gönüllere zerk etmeye çalışırken, Öte yandan da İs­lâm ailelerinin İslâmiyeti bütün prensipleriyle kendi aralarında tatbik alanına koymaları gerekir.
Yabancı memleketlere gönderilen işçilerin evlenme durumu:
Bir acıklı manzara daha var ki o, iyiden iyiye büyük bir bozgunun kucağına atılışımızın benzersiz örneğidir. Günümüzde Avrupa memle­ketlerine işçi gönderiyoruz. Bunun mânâsı, müslüman kardeşlerimizin; hıristiyanlığın kucağına ve yaygın fuhuşun girdabına düşmesi ve atılması demektir. Bunlardan evli olanların bir kısmı oralarda evlenmekte ve buradaki çoluk çocuğundan ayrılmaktadır. Kendisi, Avrupa’nın Allah tanımaz maddî yükselişlerinin içinde bunalıp kalmakta, çoluk çocuğu da Türkiye'de dağılıp perişan olmaktadır. Bu iki taraf için de büyük bir yı­kımdır. Çünkü erkek Avrupa’nın kadınlı içkili eğlence âlemlerinin büyü­süne kapılarak müslümanlığını küçük görmeye başlamakta; kadın da ço­ğu kere ya başka biriyle evlenerek çocuklarının perişan olmasına ortam hazırlamakta, ya da çoluk çocuğunun geçim derdine düşerek belki de kötü yola düşmektedir. Hele Avrupa’ya ihraç ettiğimiz kadın işçilerimizin durumu ise hiç de iç açıcı bir manzara göstermiyor. Bir kadının yaban­cı bir memlekete iş aramak için gitmesi kadar korkunç bir şey düşünül­mez. Sonra orada Alman erkekleri ile olan münasebetleri ise duyduğu­muz günlük haberler arasına girmiştir. Bu konuda daha fazla söz etmek istemiyoruz. Yalnız devlet ve millet olarak bütün manevî değerlerimizi kaybetmeğe doğru hızla yol aldığımızı hatırlamalıyız.
Tabii ki bu arada hayat şartlarında da birçok değişikliklerin ola­cağını söylemek gerekir. Meselâ Almanya'da su kıttır. Su yerine daima bira kullanılır. Halbuki bira dinimize göre içki sayıldığından haramdır. Bunu içen müslüman işçi kardeşlerimiz Allah emirlerine ve Kur'ân ya­saklarına karşı gelmiş oluyorlar. Et meselesi de böyledir. Oralarda do­muz eti kullanmak normal karşılanır, ama İslâmiyet birçok haklı se­beplere dayanarak domuz etini müslümanlara yasaklamıştır. Bütün bun­lar bir mü'minin üzerinde titizlikle durması gereken önemli meselelerdir.
Yukardan beri söylediklerimiz coşkun iman taşıyan gönüller içindir. O yüzden zaten İslâm çizgisinden ayrılmış, olanlar, sözlerimizi içi boş bir takım kelime ve lâflardan ibaret karşılayabilir. Ama tekrar edelim ki İslâm dini insanlık dinidir. İnsanoğlunun maddi ve mânevi lekesiz kur­tuluşa kavuşmasının mücadele bayrağını açmıştır. Bu yolda dizi dizi şe­hitler vermiş bir milletin torunları servet biriktireceğim para yapaca­ğım, diye yabancı ülkelerde din ve ahlâkını bırakıp üç buçuk günlük fâni hayatı uğruna ebedî olan âhiretini feda etmemelidir.[184]Netice
Herhangi bir adam için mutlak olarak evlenmek veya evlenme­mek hayırlıdır demek, bu saydıklarımızı etraflıca bilmemekten doğar. İşin doğrusu, bu fayda ve âfetleri bir mihenk olarak ele almalı ve âhiret yolcusu kendini bunlara vurmalıdır. Âfetlerden kurtarmış, he­lâl nafaka ve güzel ahlâka sâhib, evlenmesi ibâdetine mâni olmayacak, yalnız olup dahilî işlerde yardımcıya muhtaç genç kimsenin şeh­vetini teskin etmek ve çocuk yetiştirmek için evlenmesi, kendi hak­kında hayırlı olacağında şübhe etmesin. Yok, eğer, bu faydaları kay­betmiş ve saydığımız âfetler mevcûd ise, o zaman da bekâr kalması­nın daha efdal olacakında tereddüt etmesin. Şayet iki taraf müsavi olursa -ki ekseriyetle insanlar böyledir- bu takdirde kendine ya­kışan, bu faydaların dîninde neler arttırdığını ve o âfetlerin dîninde neler eksilteceğini, adalet mîzânı ile tartmaktır. Bu karşılaştırmada hangi tarafı tercih ederse onunla hükmetmelidir. Faydaların en açığı, evlâd yetiştirmek ve şehveti teskindir. Âfetlerin en aşikâre olanı da, haram kazanca sürüklenmek ve ibâdetten geri kalmaktır. Şimdi biz bunların iki tarafını karşılaştıralım.
Meselâ: Şehvetten sıkıntısı olmayıp, yalnız evlâd yetiştirmek ga­yesiyle evlenmek isteyenler, haram kazanca mecbur kalacak ve Al­lah'a kulluktan uzaklaşmak tehlikesiyle karşılaşacaklarsa, bekâr kal­maları daha evlâdır. Çünkü Allah'a zikirden geri kalmakta ve haram kazançta hayır yoktur. Yalnız evlâd yetiştirmek gayesi, bu iki nok­sanı telâfi etmez. Çünkü çocuk için evlenmek, mevhum olan bir ço­cuğun hayatını istemektir. Lâkin haramı irtikâb ve ibadette kusur, açıkça görülen ve şu anda mevcut olan bir noksanlıktır. Mevhum olan evlâdı yetiştirmek için uğraşmaktansa, ortada bulunan kendi hayatını korumak ve helakten muhafaza etmek elbette daha mühim­dir. Zira evlad, ticârette kazanç ve kârdır. Din ise sermaye ve bas pa­radır. Dinin bozulmasında sermayenin elden gitmesi ve uhrevî haya­tın bozulması vardır. Yalnız evlâd yetiştirme gayesi, şu iki âfetten bi­risi ile de karşılaşamaz. Fakat evlâd yetiştirmeğe bir de şehvet gale­besi eklenirse, o zaman bakılır; şayet takvası dizginlerini toplamağa kâfi gelmez ve zinaya düşmek tehlikesi varsa, o zaman evlenmeyi tercîh eder. Çünkü bu adam zina ile veya şübheli ve haram kazanç ile karşı karşıyadır. Bunun için ehven-i seri tercih eder.
İsâ aleyhisselâm'a gelince: O, tevazu' gösterip ihtiyatlı olan tarafı tercih etmiştir. Evlenseydi belki ailesi kendisini meşgul edebilirdi ve­yahut da helâl nafaka te'mîninde güçlük çekerdi. Bunun için ibadeti tercih etmiştir. Onlar, kendi hâllerini ve helâl kazançta zamanlarının icablarını, kadınların ahlâkını, nikâhın zarar ve faydalarını daha iyi bilirler. Mademki, evlenmenin bazıları için makbul, bâzıları için de mahzurlu olduğunu bildik, Peygamberlerin her hareketlerini efdal olarak bilmemiz, en doğrusudur. Her şeyi olduğu gibi Allah bilir.[198]
71- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Allah'ın yardın ettiği üç kimse vardır:
a) Allah yolunda savaşan bir kimse,
b) Borcunu ödemek isteyen kimseler,
c) İffet ve namuslu olmak maksadıyla evlenenler.”[199]

ÖNSÖZ

İmami Suyûtî'yi, İslam dünyasında tanımayan yoktur. Güneş semanın içindeki milyonlarca yıldızlar, gezegenler arasında en parlak bir varlık olduğu gibi, Suyûtî’de İslam dünyasında alimler arasında en parlak bir alimdir.
Eserleri
Suyütî, 600 gibi büyük bir değere ulaşan eserleriyle gerçekten İslam dünyası içinde sönmez bir yıldızdır. O, yalnız şarkın değil, garbın da gözlerini kamaştıran eşsiz bir alimdir. Eserlerinden bazıları birçok garb dillerinde tercüme edilmiştir. Hakkında birçok kitap yazılmıştır. Eserleriyle, cehalet oranlığı içinde dolaşan birçok insanları hidayete eriştirmiş ve ardından, kendisini kı­yamete dek yaşatacak ölümsüz bir isim bırakmıştır.
Gelmiş geçmiş alimler arasında sahip olduğu büyük ilme rağmen gösterdiği tevazuu ile gerek alim, gerekse cahil olsun tüm insanların kalblerini fethetmiş ve kendisinde büyük bir hayranlık uyandırmıştır.
İmam Suyûtî, ömrünün bir kısmını, sürgün sırasında inziva ve ruhunu yükseltecek ibadetleriyle Kur'an-ı Kerim'i okumakla geçirmiştir.
En Büyük Eseri
Suyuti'nin en mühim eserlerinden olan Cami - Ussağır, zahiri ve batını ilimlerin kaynağı ve en faydalısıdır. Çünkü bütün kainat: rahmet olarak gönderilen ve İslam alemini iman güneşine kavuşturan Hz. Muhammedin mübarek dilinden dökülen gerçek sözlerdir.
Bu kitap vaiz yapılan kitapların en büyükler indendir. Bütün İslam kitapları yanında gerçek ve ayrı bir değer taşıyan kitaptır.
Cami - Ussağır ile bir çok din alimleri meşgul olmuş ve şerhları yapılmıştır.
Eserin Şekilleri
İmami Suyûtî'nin derlediği Cami - Ussağır adlı eserin iki şekli vardır:
a ) Harf sırasıyla yazılmış olan, Aynı zamanda dip kısmında açıklayıcı bilgiler konulmuştur. Yaptığımız bu tercüme, Feyzül Kadir tarafından son sisteme kavuşturularak konular haline getirilen Cami' - Ussağır’ın tercümesidir. Bu eser, "Nur'a Doğru, İslam’da Aile Hayatı, Büyük İslam Dini” gibi birçok büyük eserlerin sahibi olan Abdullah Aydın, tarafından tercüme edilmiş ve Aydın Yayınevi tarafından da bastırılmış­tır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...