Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ırmağı boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak beyinin kızıdır. Zaten türkü adını da bey kızının sarışın olmasından alır. Erzurumlu bir delikanlı sarısın Kıpçak beyinin kızına aşık olur ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın Kıpçak kızının arasında büyük bir aşk başlar. Günümüzde türkünün hem Ermenice hem Türkçe versiyonları mevcut olmakla beraber, türkünün Anadolu'nun bağrından çıkan Türkçe bir türkü olduğu yönünde görüşler ağır basmaktadır. Bu iddia ise, Türk kültüründen etkilenen Ermeniler arasında birçok şifahî halk edebiyatı ürünümüzün yasıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Sarışın kıpçak kızına aşık olan delikanlının ailesi kız ile evlenmesine karşı çıkar Delikanlı ise kıza deli gibi aşık olur ve askını şiirle mırıldanarak söyler. Kız bey kızıdır. Kıpçak beyi kızını bu delikanlıya vermez. Delikanlı sarışın güzel kızı kaçırmağa karar verir ve nihayet kaçırır. Kıpçak beyinin adamları iki kaçak asığın peşine düşer ve uzun bir takipten sonra bulurlar ve delikanlıyı öldürürler. Aslında bu hikâyeye konu olan kızın Gürcü olduğu yönünde de iddialar vardır. Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Gürsoy Solmaz, Sarı Gelin türküsünün kahramanı olan genç kızın 1130'lu yıllarda yörede hüküm süren Gürcü Penek Kralı’nın kızı olduğunu ileri sürmektedir. Solmaz, ''Türkünün kahramanı kız ne Türk ne de Ermeni'dir. Sarı Gelin aslında Gürcü kızıdır'' demiştir. Ancak Sarı Gelin türküsünün dilden dile dolaşmasının, acılı ve hüzünlü bir askın hikâyesi olmasından kaynaklandığı muhakkaktır…
Erzurum çarşı pazar Leylim aman aman leylim aman aman Leylim aman aman sarı gelin
İçinde bir kız gezer Hop ninen ölsün sarı gelin aman Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Elinde divit kalem Leylim aman aman leylim aman aman Leylim aman aman sarı gelin
Katlime ferman yazar Hop ninen ölsün sarı gelin aman Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Palandöken yüce dağ Leylim aman aman leylim aman aman Leylim aman aman sarı gelin
Altı mor sümbüllü bağ Hop ninen ölsün sarı gelin aman Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Seni vermem yadlara Leylim aman aman leylim aman aman Leylim aman aman sarı gelin
Nice ki bu canım sağ Hop ninen ölsün sarı gelin aman Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
___________________________ Önce insan olmalı, insan...
Sana Ait Bu Yalnızlık Gece, Bugün bir başka sessiz sanki. Yüreğime çarpan sesler mi çok yalnız? Yoksa ben miyim her nefeste bu denli yalnızlığı soluyan! Duyulması zor bir yokluğun ayak sesleri içimde. Senin bu yalnızlık. Senin bu yokluk. Benim varlığına dair hiçbirşeyim yok ki, Bir kuru sessizlikten başka. ‘’Hiç’’ olanlar bile sende tutuklu. Oysa, kendime ait bir yalnızlığım bile yok! Tüm yokluklar sana dair. Varlığını “ses” sayma, hiç olmadı ki konuşsun! Anla yada anlama. Unuttuğun bir çerçeve de silindi hayallerim! Bir çizgi çektim gerçeklerin üzerine. Karaladım kendimi, duygularım konuştu! Sustu korkularım, seni “hayat” bildi tüm çığlıklarım. Oysa ki, ben duymak istememişim! Onlar hiç susmamış. Gece, Bugün bir başka hüzne dayalı sanki. Sensizlik koyu bir sessizlik bıraktı avuçlarıma. Düz gittim, yoruldum. Eğri gittim, yoruldun. Bulamadım ben senin yolunu! Savruldum sessizliğimin haklı\haksız savaşının içinde. Ve gece, çok fazla ağladı bugün. Biraz da ağlattı! Korkma/düşünme. Sana sığındım ama Sen yine bilmedin! “Ah yüreğim” sus. Bu gece de ölmedi ruhum.
Başlamışsa kırgınlıklar bir yerden sonra aşkın acı yüzüyle karşılaşmışsın demektir. Tüketmek biz insanların en kötü yanı olsa gerek.. İlk başlarda aşkın alevinin çok yanmasından mıdır bilinmez kusur kavramı çok uzak bir düşüncedir hepimiz için,karşımızdakini kusursuz kılan nedir acaba? Zaman dilimleri arasına sıkıştırılmış birkaç tatlı söz mü? Yoksa sokak arası aşıklarının gizlice buluştuğunu gördüğümüz anlar mı ya da bir film karesinin aşkı gözümüzde yüceleştirdiği anlık görüntüler mi? Aşkın gözü kör derler; çok düşündüm aşk mıydı kör olan yoksa biz görmek istemediğimiz şeylerden kaçmak içi aşkı mı suçluyorduk?
Kim bilir belki de ne aşk kördü ne de biz.. Sadece görmek istemediklerimiz için bu tatlı yalana kendimizi inandırmış olabilir miyiz? Aşk;tek kelime,tek hece. Ne acıdır ki tek kelimelik tek hecelik aşk bir insan ömrünün tümünü alt üst edebilecek kadar tehlikeli bir duyguydu. Yaralansan da bırakamazsın, acı çeksen de suçu aşkta değil karşındakinde ararsın. Aşk güzel bir şeydi sonuçta öyle öğrenmiştik anlatılanlardan ya da yaşadıklarımızdan. Neden aşk suçlu olsun ki? Hazin hikayeler hep güzel başlangıçlara tanık olmuştur ama adı üstünde zaten her güzel başlayan şey güzel sonuçlanmıyor yoksa hazin kelimesinin aşkın içinde işi nedir. Kış gibidir bazen insan hayatı, yağan kar taneleri başını döndürür beyazların kapladığı her yan gözünde büyür büyür ,gördüğün güzellik seni hülyalara daldırır ama sonunda her yanı buz tutar güzellikler yerini korkulara, iç karartıcı düşüncelere bırakır. Tıpkı bir yerden sonra kalbin buz tuttuğu gibi o soğukluk bütün evi bütün vücudunu kaplar. Eksik olan bir şeylerin varlığı sarar vücudunun her zerresini. İnsan o anlarda kendisini mutsuz kılan,zevk alma duygularını öldüren adı konulamayan bir ruh kararmasını andıran bir hisse bürünür.
Oysa aşk bahar gibidir; gelmeye görsün çiçeklenirsin,gözlerin kendi dünyanın güneşi olur,hayata baktığın pencerenin bile manzarası değişir.. Dalsız budaksız ağaçlar yeşillenir,dallarında sana aşkı anlatmaya gelen kuşların cıvıltısı sarar odanın her yanını.. Sadece kocaman bir umman büyük bir su kütlesi gibi görülen deniz bile sana mavisiyle başka görünür..
Mavi adı üstünde umudun rengidir,aşk da çoğumuz için karanlık dünyamızdan kurtulmak için sığındığımız bir umuttur… Sensiz olamam, yaşayamam, seni kimse üzemez, ben yaşadıkça saçının tek teli için bu dünyayı yakarım,seni canımdan çok seviyorum ve bunun gibi birbirini sıralayan coşku esnasında duyduğumuz gerçekleşmesi zor cümleler…
Tanıdık geldi değilmi bu sözler.. Her birimiz kullandık ya da bizim için kullanıldı bu cümleler ama işin kötü tarafı yaşanılan şeyler hazin sonla bitince acı bir gülümseme bırakıyor hem yazanın hem okuyanın hem de aşkı dolu dolu yaşayanın yüzünde. Aslına çok sevmişizdir karşımızdakini ama bitince bazı şeyler insan çok sevdiğini bile inkar ediyor.. Ah aşk bir ömre bedelsin… bir ömrü tüketensin… Kavanozdaki şeker gibi bitiyor bir yerden sonra aşk.. Siz bakmayın bitmiyor diyenlere, her aşk biter… Kimileri aşkın kalıbını değiştirir aşkın yerini alışkanlık alır ama onlar bu aşktır diyip hem kendilerini kandırırlar hem de başkalarını.. Bu yalanı söylerken yürekleri ne kadar acırsa acısın aşk acının bile üstündedir konuşturmaz, dile getirtmez bazı gerçekleri. Aşk bir günah değildir ; meyvesi Adem ile Havva’ ya verilen ceza gibi de değildir.
Sadece iki damla gözyaşıdır meyvesi… Nelere ağlıyoruz oysa ömrümüz boyunca. Aşk için dökülen iki damla gözyaşını abartmamak lazım. O gitti yüreğinde onun ayak izleri kaldı ve o giderken ona bir şey vermen gerektiğini düşündüğün, bugüne kadar vermediğin hediyeni de verirsin artık.. İki damla gözyaşını… Aşk, çoğu zaman esen bir meltemle dile gelir, insan duymak istediğinde duyar bunu..
Dile geldi aşk: Çok sevmedin mi,onun için ne fedakarlıklar yapmadın mı? Peki ya onun sana yaptığı fedakarlıklar.. O, gelip bahar gibi hayatını değiştirmedi mi? Ne olmuş gidiyorsa her güzel şey bitmedi mi? Kızmamak lazım sevgiliye eğer başka şansı olsaydı zaten bırakıp gitmezdi. Seni bırakıp gitmek onun için bu kadar kolay değil inan ama bana(aşka) olan inancını kaybetti..
Aşk son sözü söylemişti kabuslar eşliğinde.. Bir gece yatağından fırladığında açık pencere aralığından esen rüzgarın dile gelip bunları sana söylediğini hissettiğinde ve rüzgarın aşkın habercisi olduğuna inanıp aşkın bunları sana duyurmak için rüzgarı yolladığını gördüğünde bilmelisin ki aşk hazin sona yenilmiştir. Bu yüzden kızmamak lazım aşka. Ondandır ben hiç kızamadım aşka. Rüzgar fısıldarken o sözleri anladım ki benim çektiğim acının aynısını aşk da çekiyormuş. Kendini suçlu hissedermiş neden benim çocuklarım beni terk ediyor diye. Her giden, bir sevgilidir aşıklar için ama giden her sevgili bir çocuğudur aşk için. Bu yüzdendir ki aşk bir ömre bedeldir her seven için…
Tıpkı şarkıda dediği gibi..(soner arıca-dön) denize karşı bir bankta oturmuştu yalnızlık…
çağırsa gelir miydi peşinden onu en çok seven.. sevgi emekti hani. Gelmeliydi,affetmeliydi.. Yanarsa pişmanlıktan, kendi karanlığında kaybolursa insan ne verilen selamı anlar ne de bir ışık görür gönül gözü. O çok sevendir,tek çare yalnızlık..acı … sözün özü…
Hıçkırıklarımı tutup da yalvarmıştım Hep yanımda kal istemiştim Bir şeyi çok istersen olur derler ya İşte öyle istemiştim seni. Kaybetmekten çok korkmuştum Kimselere anlatamamıştım derdimi. Ben basit bir mutlu ol dilemiştim Sensiz bir sonsuzluk değil. Sana gitmemeni söylemiştim ! Sözcükleri yüreğimle heceleyerek Gözyaşlarımı gizleyerek İçimden gelerek... Gözlerimdeki acıyı gördüğün halde Döndün arkanı gidiyordun... Gitme dedim her harfi vurgulayarak Bırakma sakın bırakma dedim. Beni bıraktın kendi halime Bıraktın ki ağlayayım doya doya. Dönmeni istesem tekrar Gelir misin koşa koşa ? Şimdi rüya bütün geçmişim Oysa ben seni her şeyden çok sevmiştim. Madem gitme dediğim halde gittin...Gelme desem gelir misin ?
Ettiğimiz cesaretler urganımız oldu zamansız mekanlarda bizi boğdu..
seslerimiz gurabanın çığlıklarına karışıyor kara kartalların süzülüşünde ve bir "s"likte yakalıyor bizi hicranlı seslenişlerimiz ve serzenişlerimiz…
ufukta süzülen kara kartallar kanatlarını patlatırcasına gererken bu süzülüşün avları, mazlumca bir çığlık savuruyor ufkumuza…
karanlık kapalı bir havada, çakan şimşeklere aşina kulaklarımız sakalları kanlı beyaz çakallara inanıyorlar bu kasırgada… kuzu kılığında kurtlar koyun leşlerinin kanlarını taşıyor bıyıklarında…
sevdiğim sen yoksun bense, inanıyorum tüm yırtıcılara… harikalar diyarında değilim, sevdiğim buranın adı dünya…
ve seni unutmak mümkün mü sevdiğim üç bir taraf maviyken, seni unutmak mümkün mü sevdiğim dünya pervasızca bu kadar maviyken…
ve kara kartallar, kuzu kılığında kurtlar ve beyaz çakallar ne kadar kanlı olurlarsa olsunlar her mavi gibi, mavi gözleriyle bana seni haykırıyorlar…
inemiyorum sahile gidemiyorum bir yeşile her mavide sen her "s"te biraz sen…
unutmak mümkün mü sevdiğim seni unutmak mümkün mü sevdiğim…
urgan olmuş cesaretlerimiz unutamamayı boğsun tüm mekanlar zamansızlığa doysun ve sevdiğim artık ne sen incin, ne de ben incinmişliğimi şiirlere dökeyim…
guraba gibi sessiz çığlıklarımız, "s"lerde boğulsun… mümkün olmayan tüm unutuşlar son bulsun ve artık mümkün olsun…
unutmak mümkün mü sevdiğim demeyeyim sen unut, bende unutayım ne sen hatırla, ne ben ve ben sevdiğimin sen olduğunu bile unutayım bu mümkün mü sevdiğim?
üç bir taraf maviyken, seni unutmak mümkün mü sevdiğim dünya pervasızca bu kadar maviyken?
Ahsenul-kasas değildi hikayemiz, bilinen kıssalardan da değildi kısa ve hazin bir hikayemiz vardı.
Bülbülüm içimdeki his bebelerine masal okuyamadım hiç çünkü, o kadar yorgun olurlardı ki bir hikaye bile dinleyemezlerdi. Ben onlar uyurken anlatırdım kısa ve hazin hikayemizi. Kısa ve zamansız kıssamız uykularından zaman çalardı bu yüzden his bebelerim bir deliksiz uyku uyumamışlardır. Hep hazin hikayemizden bir hicran bulaşırdı ağlamalarına ve kör gecede bağıra bağıra ağlarlardı… Ne de olsa sesleri duyulmuyor, kimse kulak asmıyor bir sağır bülbül, bir solmuş gül ve dikenli uzun bahçe aşinadır haykırışlarına ve ağlamalarına ama duymazlar, duymazlar… Bülbül sağırdır, sağır olmayı seçmiştir ve ötemez, ötmemektedir gülse, solmuştur bülbülsüz-şarkısız bir gün batımında… Dikenli uzun bahçeyi terketmiştir bahar ve solan gül, diğer güllerin soluşuna zemin hazırlamıştır. Çalılar sarmıştır heryeri, heryeri dikenli çalılar kaplamıştır ve yaralanmamak için kimse uğramaz bu terkedilmiş dikenli uzun bahçeye…
Bülbülüm işte bizim hikayemiz bu, kısa ve öz kıssamız iç burkan hicranımızdır bu…
Bülbülüm oysa sen sağırlığı seçmek istemezdin şakımak varken ömrünün baharında. Sen sûkutlara gömülmek istemezdin, bende solmayı hiç istememiştim bu efkarlı gün batımında… İsterdim ki, senin bir şarkınla kapatayım gözlerimi, senin bir namenle bükeyim boynumu ve yapraklarım sesini getiren rüzgarla düşsün yere… İşte böyle olsun isterdim, ecelime karışan sesin yapraklarımı okşasın isterdim. Ve de bir gonca olsun bir dalımda sana emanet edeyim isterdim… Olmadı, olmadı bülbülüm sen sağır olmayı seçtin, şakımayı bıraktın sesimi duymadığın gibi sûkutlara gömüldün zamansız tabutlarda…
Bülbülüm sen susmasaydın, sağırlığı seçmeseydin uzun bahçenin adı dikenli olmayacaktı ve bahar terketmeyecekti bahçemizi. Bense solmayacaktım ve sebeb olmayacaktım dikenli çalıların bahçemizi sarmasına sadece, narin küçük dikenlerim tırnaklarına batacaktı çok acımayacaktı canın. Bunu göze almadın bülbülüm, almadın… Bende göz yumdum çalıların sarmasına ve senin batmasını göze almadığın küçük dikenlerim çalıların altında kurudu-çürüdü…
Kimse uğramasın diye mezarım olan bahçeme, kaplayan çalıları budatmadım ama yine misafirlerim vardı, hep olacaktı… Yaralanmayı göze alan kararlı misafirler…
Fakat ben senden sonrasını anlatmadım his bebelerine bu yüzden bilmezler kimin geldiğini, kimin yaralanmayı göze aldığını. Çünkü artık gerek yok bilmelerine, zaten anlatsamda duyamazlar artık. Nedeni ne biliyor musun bülbülüm? His bebelerimi toprağa vereli tam sekseniki gün olmuş… Mezarlarına küçük kulaklar yerleştirdiğimde duyacaklarını bilsem, onlara öldükleri için çok üzülmediğimi söylerdim. Ve suçlunun ben olmadığımı bir kez daha kısa hikayemizle anlatırdım. Bülbüllerin seslerini kaybetmesi kendi ellerinde değildir diye eklerdim ama, isteseler son güçleriyle bir şarkı daha söylerlerdi derdim…
İşte kısa-öz kıssamız bülbülüm…
Sen yeni bir bahçe bulana dek, zamansız tabutunda gömüldüğün sûkutlardan çıkma, bende gelecek olan baharla yeniden açmayı ve beni duyan bir bülbüle aşık olmayı bekleyeceğim…
Yokluğunda ne ateşleri hasretinle yaktım da Bir seni yakamadım,beni yaktığın gibi Çölde su,mahpusta gün,oruçta Ekmek gibi bekledim seni. Sense araya korkular koydun Yasaklar koydun Şimdi neredesin diye sorma! Sen çağırdın da ben gelmedim mi? Sen varken darılmazdım çiçeksiz baharlara, Yağmurlu havalara,kasvetli akşamlara Sen varken, Bakıp iç çekmezdim tren istasyonlarına, Otobüs duraklarına Sen varken ayrılanlara ağlamazdım. Yıkılmazdım biten sevdaların ardından Gidenlere küsmezdim,kalanlara acımazdım Sen varken böyle üşümezdim,titremezdim. Masumdum,çocuklar gibi Böyle delirmezdim,küfretmezdim Hele ölmeyi hiç düşünmezdim Şimdi soruyorum sana Adı sevmekse bu cehennemin, Sen yaktın da ben yanmadım mı? Biliyorsun, Bütün acılarına "yeşil ışık" yaktım olmadı, Bütün korkularına "arka çıktım" olmadı, Dağlara merdiven dayadım, olmadı. Haziranôda Kar oldum yağdım avuçlarına,olmadı. Sevdim olmadı,yandım olmadı,taptım olmadı Artık benden pes! Bu aşkın biletini istediğin gibi kes! Nasılsa gidiyorsun Biliyorum,git! Ama ardında, Ağlayan bir çift göz, Paramparça bir yürek, Ve yıkılmış bir dağ görmek istemiyorsan; Çek silahını daya sırtıma! Titrersem namerdim
Ben ayrılıkların şairi, Yalnızların ozanıyım. Sen, sen masallar okurken daha, Ben acıların yazarıyım.
Haklısın, aramızda dağlar, denizler var, Haklısın, aramızda uçurumlar. Senin sevdaların,üç günlük masal, Benim sevdalarım,Allah'ına kadar.
Elma şekeri mi sandın aşkı, Ne şiirin şiir, ne şarkın şarkı. Hele bir kırılsın,hele bir kırılsın feleğin çarkı, İşte ben o zaman görürüm seni.
Halâ tahta masalara yazıyorsam adını, Aşk kitaplarında arıyorsam tarifini aşkın, Kahır mektuplarında yeniden buluyorsam seni, Islak mendillere siliyorsam gözyaşlarımı, Eyvahlar çekiyorsam her biten aşkın ardından, Bana sor yalnızlığı, Ayrılığı bana sor diye haykırıyorsam, Ve sabahçı kahvelerinde bir çay gibi demliyorsam hasretini, Ve inadına özlüyorsam, o çay karası gözlerini, Bil ki, bu seni erkekçe sevdiğimdendir.
Bu benim ilk aldanışım değil, Bu benim son yıkılışım değil, Bırak bu sahte gözyaşlarını, Bırak bu masum bakışlarını. Üzülme, benim için üzülme, Üzülme bu son için üzülme, Ben, ben, ben yeterim kendime
Varsın da bir dağ gibi büyüsün hasretin içimde, Varsın da her gece Bir kemanın tellerinde ezilsin kalbim, Varsın da bir daha değmesin ellerim ellerine, Asla pişman degilim.
Hatırla, bir adam diyordun hatırla, Ömür boyu sevsin beni ömür boyu, İşte o deli, işte o çılgın, işte o adam benim. Çünkü ben, Çünkü ben aşkı ölümsüz bilenlerdenim.
“Sıtma cehennemin hararetindendir, onu su ile söndürünüz.” Ahmet ve Buharî bu hadisi İbn-i Abbâs'tan rivayet etmişlerdir.[1316]
2- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sıtma, cehennemden bir körüktür. Mü'min sıtmaya yakalanırsa bu sıtma onun cehennem ateşinden payı olur (artık cehennem ateşi ona değmez).”[1317]
3- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sıtma, cehennem körüklerinden bir körüktür, onu soğuk su ile kendinizden uzaklaştırınız.”[1318]
4- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sıtma, ağacın yapraklarını dökmesi gibi hataları döker.”[1319]
5- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“En iyi tedavi vasıtanız hacamat ve topalaktır.” Hadisin tamamı şöyledir: “Boğak (anjin) hastalığından parmak bastırmak usulüyle çocuklarınızı incitmeyiniz.”[1320]
6- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Böğür sancısı, böbrek damarındandır; kımıldadığı zaman sahibini incitir. Onu kaynamış su ile tedavi ediniz.”[1321]
7- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kabak, beyni geliştirir ve zekâyı artırır.”[1322]
8- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Dünya ve âhirette katıkların efendisi ettir. Dünya ve âhırette içeceklerin efendisi sudur. Dünya ve âhırette güzel kokuların efendisi de kınaçiçeğidir.”[1323]
9- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Çörekotu sâm'dan başka her derde devadır; sâm da ölümdür.”[1324]
10- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sürmeden şaşmayınız; kirpikleri besler, çapağı giderir ve gözü keskinleştirir.”[1325]
11- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ense üstündeki yumruda hacamattan şaşmayınız. Çünkü bu hacamat yetmiş iki derde ve beş hastalığa devadır: Akıl hastalığına, cüzama, alaca hastalığına ve diş ağrılarına.”[1326]
Hadisin râvisî, beş hastalıktan birini düşürmüştür.[1327]
12- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kuru üzümden şaşmayınız. Çünkü o, safrayı açar, balgama giderir, sinirleri kuvvetlendirir, zafiyeti önler, deriyi güzelleştirir, gönlü ferahlatır ve tasayı giderir.”[1328]
13- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her derdin başı oburluktur.”[1329]
14- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Çörek otunda, ölümden başka her derda şifa vardır.”[1330]
15- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sineğin iki kanadından birinde hastalık ve diğerinde şifa vardır. Kabın içine düştüğü zaman onu dilbe çöktürünüz. Bu durumda onun taşıdığı şifa getirdiği hastalığı önler.”[1331]
16- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sabahın erken saatinde aç karnına yiyilen El-Âliye hurmasında her büyüye veya her zehire karşı şifa vardır.”[1332]
17- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Zeytinyağını yiyiniz ve sürününüz. Çün'kü o, mübarek bir ağacın ürünüdür.”[1333]
18- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Zeytinyağını yiyiniz ve sürünüz. Çünkü zeytin yağında yetmiş derde karşı şifa vardır ve bunlardan biri de cüzam (miskin hastalığı) dır.”
19- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz; ancak israf etmeksizin ve çalım satmaksızın.”[1334]
20- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kem'e (ak mantar), kudret helvasındandır ve kudret helvası da cennettendir ve bu mantarın suyu göze şifadır.”[1335]
21- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Başından ve omuzları arasından hacamat olur ve şöyle buyururdu: Her kim bu hacamat kanlarını akıtırsa başka tedavi görmese de olur.”[1336]
22- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Faydalı sevimsizden şaşmayınız: Sütlü bulamaç. Benliğime hakim olan Zat'a yemin ederim ki, bu aş, tıpkı kirin su ile yıkanması gibi herhangi birinizin karnını yıkar.”[1337]
23- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sena (müshil otu) ve senût (kimyon) dan şaşmayınız! sâm'dan başka her derde karşı şifa vardır ve sâm, ölümdür.”[1338]
24- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Misvak kullanınız ve misvak ne güzel şeydir! Dişin pasını giderir, balgamı söker, gözü keskinleştirir, diş etlerini kuvvetlendirir, ağız kokusunu önler, mideyi onarır, cennetin derecelerini artırır, meleklerin övgüsünü kazanır, Rabb'in rızasını elde eder ve Şeytan'ı kızdırır.”[1339]
25- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şu dilcik iltihabı yüzünden ne diye çocuklarınızın boğazına parmak sokuyorsunuz? Şu öd ağacından şaşmayınız. Çünkü bundan, yedi hastalığa karşı yedi şifa elde edilir. Zatülcenp bunlardan biridir. Anjin (boğak) hastalığına karşı bundan buruna çekilir ve zatülcenp hastalığına karşı ondan ağızdan verilir.”[1340]
26- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Herhangi biriniz, neden bir (din) kardeşini (göz değdirerek) öldürüyor? İçinizden biri, kardeşinden hoşuna giden bir şey gördüğü zaman ona, mübarek olsun duasında bulunsun.”[1341]
27- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İlâçlarınızın herhangi birinde fayda varsa mutlaka hacamat şişesinde, bal şerbetinde ve hastalığa uygun düşen dağlamada vardır; ancak ben dağlanmayı sevmem.”[1342]
28- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Soğan, pırasa ve sarmısak yemeyi menetti.”[1343]
29- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kişinin ayakta içmesini menetti.”[1344]
30- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Güneş ile gölge arasında oturmayı menetti ve şöyle buyurdu: Bu, Şeytan'ın oturuşudur!.”[1345]
31- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hastalarınızı yemeye ve içmeye zorlamayınız! Allah, onları yedirir ve içirir.”[1346]
32- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İçinde hurma bulunmayan evin halkı aç sayılır.”[1347]
33- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sütlü bulamaç, hastanın içine rahatlık verir ve tasanın bir kısmını kaldırır.”[1348]
34- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Üç şey vardır ki bunlarda, ölümdün başkasına karşı şifa vardır: Sena (müshil otu) ve kimyon...”[1349]
Üçüncüsü, hadisin râvisi tarafından düşürülmüştür.[1350]
35- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ayın onyedisine rastlayan Salı gününde hacamat, bir senelik derde devadır.”[1351]
36- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ailesi sıtmaya yakalandığı zaman kaynatılmış arpa suyu getirilmesini emreder, bu hazırlanır ve sonra onlara bu arpa suyunu içmelerini emrederek şöyle buyururdu: O, üzüntülü kişinin gönlünü ferahlatır ve hasta kişinin içini temizler. Tıpkı siz kadınlardan birinizin su ile yüzünden kiri temizlemesi gibi.”[1352]
37- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İki en acı bitki olan Sarısabır ve hardal'da ne var?”[1353]
38- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her gün, yedi olgun hurma ile sabahlayan kişiye, o gün zarfında ne zehir, ne de büyü tesir eder.”[1354]
39- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her ayın üç sabahında bal yalayan kişiye büyük bir belâ (hastalık) isabet etmez.”[1355]
40- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sirke, ne iyi katıktır!”[1356]
Bu hadisin sebebi şöyle anlatılmaktadır. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, ailesinden katık istemişlerdi. Kendilerine, “yanımızda sirkeden başka bir şey yok!” denildi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, sirkenin getirilmesini emir buyurdular, ondan yemeye başladılar ve bu esnada bu hadisi buyurdular.[1357]
41- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Boğak yüzünden parmak bastırmakla çocuklarınızı incitmeyiniz ve topalaktan şaşmayınız.”[1358]
42- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İki şifa (kaynağın) dan şaşmayınız: Bal ve Kur'an.”[1359]
43- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kabaktan şaşmayınız. Çünkü o, zekâyı artırır ve beyni geliştirir.”[1360]
44- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Merzengûş (mercanköşk) den şaşmayınız ve onu koklayınız; çünkü nezle için iyidir.”[1361]
45- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Deve ve inek sütlerinden şaşmayınız! Bu hayvanlar bütün bitkilerden yerler ve onların sütü her derde karşı devadır.”[1362]
46- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İnek sütlerinden şaşmayınız, bunlar devadır ve inek yağlarından da şaşmayınız, bunlar da şifadır. Ancak inek etlerinden sakınınız; çünkü bunlar derttir.”[1363]
47- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Zeytinyağından şaşmayınız. Onu yiyiniz ve sürününüz; çünkü o, basur'a karşı faydalıdır.”[1364]
48- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sırt etinden şaşmayınız; çünkü o, etin en iyi tarafıdır.”[1365]
49- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yaş keme'n-in (mantarın) suyundan şaşmayınız. Çünkü kem’e kudret helvasmdandır ve onun suyu göze şifadır.”[1366]
50- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hurma, Kudüs'teki taş ve ağaç cennettendir.”[1367]
51- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hurma cennettendir ve onda zehire karşı şifa vardır.
Siyah Arağ koçu da siyatiğe karşı şifadır.
Eti yiyilir ve çorbası içilir.”[1368]
52- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Afyon içersem, nazarlık takarsam,
kendi nazmım olarak şiir söylersem artık yaptıklarıma aldırmam
(diğer yaptıklarımın hepsi bunların yanında hiç kalır).”[1369]
Tövbe İle İlgili Ayet Ve Hadisler Hikâyeler
Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ey iman edenler!.. Gerek kendinizi, gerekse ailelerinizi öylesine bir ateşten koruyunuz ki, onun yakacağı insanlarla taşlardır. O cehennemi iri gövdeli sert tabiatlı bir takım (azap) melekleri memur edilmiştir ki, Onlar Allah'ın emirlerini yerine getirmekte (asla) kusur etmezler ve emredileni (noksansızca) tatbik ederler. (Cehennem'e giderken dünyada Allah'ın emirlerine yüz çeviren kimselere):
“Ey kâfirler, bu gün (boşuna yere) özür dileyip yakınmayın. Siz bugün sadece (dünyada iken) yapmış o olduklarınızın cezasını göreceksiniz.”
“Ey İman edenler!.. İşlediğiniz günahlardan hiç bir zaman bozmaya cağınız bir tövbe ederek Allah'a dönün. Olur ki Allah, günahlarınızı örterek altından ırmaklar akan Cennetlere kor. O gün Allah, Peygamberi ve O'nunla beraber olanları utandırmaz. Onların nurları, önlerinde ve sağ taraflarında koşar. Onlar; “ey Allah'ım” derler “nurumuzu tamamla ve günahlarımızı bağışla, şüphesiz sen her şeye kadirsin.”[63]
1- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şüphesiz ki Ulu Allah kulunun, işlediği günahlara pişmanlı duyarak tevbe etmesine şimdi okuyacağınız hikâyedeki adamdan daha çok sevinir:
İçinizden biri üzerindeki yiyecek ve içeceği ile birlikte binek hayvanını kaybetmiştir. (Aklına gelen her tarafı aradıktan sonra) adam, hayvanını bulmaktan ümidini kesmiş bir halde bir ağacın gölgesine uzan mı dinlenirken bir de bakar ki (kaybolan binek hayvanı) yanı başına dikilmiştir.
Adam hemencecik yerinden doğrularak binek hayvanını yularından tutar ve ölçüsüz sevinci içinde ne söyleyeceğini şaşırarak (“Allah'ım!.. Sen benim Allah!ım, ben de senin kulunum” diyeceği yerde) dili sürçüp “Allahım! Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim” der. (İşte kulunun öz yürekli tevbesi karşısında Allah bu kulunkinden daha derin bir sevinç duyar.)[64]
anında hiç kalır).”[1369]
Tövbenin Geciktirilmesinden Doğacak Olan Zararlar
Tövbenin geciktirilmesi korkunç tehlikeler arz eder. Günah ilk işlendiği anlarda kalb kararır. Bir an önce tövbe edilerek kalb o manevi kirden arıtılmazsa -Allah korusun- sonu uçurumdur. İnsanı hızla bedbahtlığa doğru sürükler.
Lânetlik şeytan ile Bel'am İbni Bâûrâ'nın durumlarını hatırlatalım. Bunlar önce günaha daldılar, sonunda da îmandan çıkarak küfür ve inkârın koyu karanlığına saptılar, ebediyyen bedbaht oldular.
Ey mü'min, gaflet uykusundan uyan, durmadan Hak yolda ilerlemeğe çalış! Ola ki yüreğindeki o kalın isyan damarını koparıp atar da, boynunu ağır günah yükünün altında kopmaktan kurtarırsın. Her günah siyah bir lekedir, kalbi karartır. Bunu hiç hatırından çıkarma. Kendini iyice tart. 'Bak bazı ermişler ne diyorlar:
“Günahlar gönülleri karartır. Kalbin kararmağa yüz tuttuğu da şundan anlaşılır: Eğer işlediğin günahların sana yükleyeceği ağır cezadan korkmuyorsan, ibadet etmeğe zaman ayıramıyorsan, daha başka bir deyişle doğru yola gelmiyorsan gönlün kararmış ve katılaşmış demektir.
Ey mü'min! Hiç bir günahı küçük görme. Sonra büyük günahlara daldığın halde kendini pak ve günahsız sanırsın. Kelmes İbni Hasan anlatıyor:
“Öyle bir günah işledim ki kırk yıldır affı için ağlıyorum.” Yanımda bulunanlar Kelmes'e
“Nedir o günah?” diye sorarlar, O da şu olayı anlatır:
“Günlerden bir gün bir din kardeşimiz ziyaretime gelmişti. Ona hususi bir balık alıp kızartarak ikram ettim. Afiyetle yedi. Yemek bittikten sonra komşunun duvarından bir parça çamur aldım. Misafirim bununla ellerini yıkadı, işte bu bir günahtır!..
Ey mü'min!.. Nefsini hesaba çek, bir an önce tövbe etmeye bak. Çünkü ecel saati meçhuldür, ne zaman çalacağı belli olmaz, her an kapını çalabilir. Dünya renk renk nimetleri, çeşit çeşit güzellikleriyle geçici ve aldatıcıdır. Nefs ve Şeytan aman tanımaz baş düşmanlarındır. Etrafını- çepeçevre kuşatan bu hain düşmanlardan kurtulabilmek için Allah'a sığın, O'na dön, O'na yalvar yakar. Âdem babamızı düşün.. Ulu Allah onu nihayetsiz kudretiyle yaratmış, ona can vermiş, sonra da meleklerinin omuzlarında Cennetine koymuştu. Sonra ne oldu? Âdem babamız orada bir günah işledi; Cennetten sürüldü. Bunun üzerine Ulu Allah Âdem'e şöyle hitap etti:
“Ey Âdem, ben sana nasıl komşuluk ettim, söyler misin?” Âdem de:
“İyi komşuluk ettin, ey Rabbim!” diye cevap verince Ulu Yaratan şu emri verdi:
“Ey Âdem, keramet tacımı bırak, benden uzaklaş. Bana isyan eden kimse, bana komşuluk edemez.
Rivayete göre Âdem babamız bu günahından ötürü eksiksiz iki yüz yıl iki gözü iki çeşme ağladı. Bunun üzerine Ulu Allah tövbesini kabul ederek onun günahını bağışladı.
İşte Âdem babamızın gerçek hikâyesi bu! Üstelik peygamber olan Hz. Âdem, bir günah yüzünden bu acı durumlara düşer ve dayanılmaz azarlara muhatap olursa, sayısız kötülükler işleyenlerin sonları ne olacaktır? Bir peygamber bunca yıl yalvarıp yakararak Allah'a tövbe ederse, Allah'a karşı isyan bayrağını çekmekte ayak direten zâlimler ne yapmalıdır?
Şair ne güzel söylüyor:
“Tövbe eden, tövbe ettiğine göre yine de içinde Allah'a karşı bir korku barındırıyor, demektir. Ya hiç tövbe etmeye yanaşmayan bedbahtların hâli ne olacak?”
Eğer tövbe ettikten sonra tövbeni bozar da ikinci kere günah işler sen yine tövbe et. Ama bu kere “İnşaallah bir daha ölünceye kadar günah işlemeyeceğim!” diyerek kararlı ol. Eğer günah işlemeyi huy edinmişçesine üçüncü, dördüncü kere tekrarlarsan, peşinden yine tövbe et. Günah işlemekten nasıl bıkmıyorsan, tövbe etmekten de bıkma. Umutsuzluğa düşme. Tekrar tekrar günah işledim diye tövbe etmeyi elden bırakma- Lânetlik şeytan sakın seni aldatıp da tövbe etmene engel olmasın. Çünkü tövbe etmeye heveslenmen, bir gün doğru yola girebileceğine alâmettir. Allah resulü diyor ki:
“İçinizden en iyileriniz, günahı çok olduğu halde umutsuzluğa kapılmayıp da bol bol tövbe eden; Ulu Allah'a yönelerek O'na yalvarıp yakaranınızdır.”
Ey mü'min!.. Şu İbret dolu Allah kelâmını düşün:
“Kötülük işleyenler veya kendi kendilerine yazık edenler, bu har ketlerinden sonra Allah'a tövbe ederlerse, Allah'ın çok bağışlayıcı ve esirgeyici olduğunu görürler.” [61]
Ey mü'min!.. Bir daha asla günah işlemeyeceğine kalbinin bütün samimiyetiyle karar verip and iç. -Yalnız Allah'ın takdir ettiklerinden kurtuluş mümkün değildir.- İmkân ve şartlarının elverdiği nispette hak hukukunu çiğnediğin kimselerle helâlleşmeğe bak. Helâlliklerini alamadıklarından ötürü de affetmesi için Ulu Allah'a yalvar. Ola ki haksızlığa uğrattıklarını senden hoşnut eder.
Vaktinde yerine getiremediğin üzerine borç olan kalmış ibadetleri kaza et. Sonra tüm vücudunu temizle, ellerini yıka, abdest al, dört ret namaz kıl. Namaz bittikten sonra Allah'tan başka her hangi bir fani varlığın göremeyeceği bir yere git ve orada yüzünü toprağa sür. Sonra baş toprak serp. En değerli uzvun olan yüzünü toprağa öylesine sür ki, iki gözün iki çeşme ırmak ırmak yaş akıtsın, gönlün hüzün ve yalnızlık türküleri yaksın, hakir olan kısık sesin hıçkırıklara karışsın. İşlediğin günahla bir bir ortaya dök. İsyan bayrağını çeken nefsinin azgın başını ez. Ve şu sözleri söyleyerek tepelemeğe bak:
“Ey utanmaz nefs! Artık daha günah işlemeğe son vermenin zamanı gelmedi mi, daha günaha doymadın mı? Bunca günahtan sonra Allah'ın gazabı karşısında durabilecek ve ağır azabına dayanabilecek gücün kaldı mı?
Daha buna benzer birçok şeyleri hatırında canlandır. Bol bol gözyaşları dökerek gönül kirlerini pakla. Bunlardan sonra da iki elini göğe doğru kaldırarak Allah'ına şu yakıcı sözlerle yakar:
“Allah'ım, kaçak kulun yine kapma döndü. Âsi kulun barışmak istiyor. Günahkâr kulun özür diliyor. Ne olur beni-affet, özrümü kabul et. Bana rahmet nazarınla bak, bana merhamet et.
Allah'ım, geçmiş günahlarımı yargıla. Âhir ömrümde sana karşı isyan etmekten beni muhafaza et. Çünkü her şey senin kudret elinin altındadır. Sen biz âciz kullarına karşı çok esirgeyen ve bağışlayansın.”
Sonra şu duayı okursun:
“Ey büyük - küçük tüm işlerin en sonunda baş vuracağı son kapı; ey gamlıların son dayanağı; ey “Ol!” deyince olduran, “Öl!” deyince de öldüren Ulu Allah!.. Her yanımızı, günahlar sardı. Ey sıkıntıları gideren Allah'ım, bizi bu günahların ağır sıkıntısından kurtar. Ben o günde yalnız sana güveniyorum. Tövbemi kabul et, ey gerçek tövbeleri kabul eden Allah'ım!.
Daha sonra da bol bol ağlayarak, feryad figân ederek şu sözleri haykır:
“Ey bir işi diğer işine sekte vurmayan; ey bir duyuşu, diğer duyuşu, diğer duyuşuna engel olmayan; ey yığın yığın isteyicilerin isteklerinden usanmayan; ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'ım.. Sen dilediğin her şey yapmağa kaadirsin. Ne olur, bizi atfınla rızıklandır, bize rahmet ve mağfiretinin nihayetsiz tadını taddır.”
En sonunda da sevgili Peygamberimize salâvat getir, O'nun pak soyundan gelenlere, yolundan gidenlere rahmet oku.
Ey mü'min!.. Ayrıca Allah'tan bütün mü'minleri affetmesini dile, O'nun aydınlık yolunda yürü. Artık sen hiç caymamak üzere gerçek bir tövbe ettin Anadan yeni doğmuş bir çocuk gibi günahlardan arınmış bulunuyorsun Allah'ın gözdesi ve sevgilisisin. Tarifsiz sevaplar, ölçüsüz rahmet ve hareketler sana! Sana emniyet ve kurtuluşun engin ufku açıldı. Allah'ın gazabına uğramaktan, günahların boğucu sıkıntısından ve tasasından kurtuldun. Allah'ın izniyle böylece de Tövbe geçidini geçtin.
Geniş lûtfu ve yaygın rahmet iyi e doğru yolu gösteren yalnız Ulu Allah'tır.[62]
Tövbenin Kabul Şartları:
Tövbenin kabul olması için yerine getirilmesi gereken dört şartı vardır. Şimdi bu dört şartı bir bir inceliyelim:
1. Günah işlememeğe kesin karar vermek: Kul günahından tövbe etmeğe kalkıştığı zaman bir daha asla günah işlemeyeceğine (kalbiyle Allah'a karşı kesin söz vermelidir. Bir daha da aynı günahı işlemeye yanaşmamalıdır. Eğer, günahı terk ettiği halde içinde bazen işlemek arzusu kımıldanıyorsa, o kimse tövbe etmiş sayılmaz; o günaha karşı içinden geçen bütün en ufak arzu kırıntılarını bile söküp atmaya çalışmalı ve bunun kesin kararını vermeğe bakmalıdır.
2. İşlenmiş olan bir günahtan tövbe etmek: Kul daha önce işlemiş bulunduğu bir günah için tövbe etmeli, pişmanlık duymalıdır. Daha önce işlemediği bir günah 'için tövbe etmemelidir. Çünkü o günahsızdır. Neye tövbe edecek? Meselâ sevgili Peygamberimiz (s.a.a.) hakkında:
“O, küfürden uzaktı.” diyebiliriz fakat:
“O, küfürden tövbe etti.” diyemeyiz. Dense bile çok yersiz ve manasız bir söz olur. Çünkü Peygamberimiz hiç bir zaman küfür üzere olmamıştır.
“Hz. Ömer küfürden döndü, tövbe etti.” diyebiliriz. Böyle bir söz gerçeği söylemekten başka bir şey değildir. Çünkü Halife Ömer daha önce kâfir idi. İslâmiyete sonradan girdi.
3. Daha önce işlenilen günah, bundan sonra işlenmeye kesin karar verilen günah şiddet ve derecesinde olmalıdır. Kul günahından tövbe ederken işlemiş olduğu günahının, bir daha işlememek üzere karar verdiği günahın dengi olması gerekir. Ancak tövbesi o vakit kabul görür. Meselâ yaşlı bir kimse güçlü kuvvetli olduğu gençlik yıllarının heyecanı ile zina suçu işleyerek namusa göz dikmiş olabilir veya yine kanının kaynadığı o yıllarda yol keserek adam soyabilir. İhtiyarlayınca bir gün bu işlediği ağır suçlarından ötürü tövbe ve istiğfar getirebilir.
Bu ağır suçlardan ötürü tövbe eden ihtiyar adama tövbe kapıları açıktır. Gerçekten tövbe etmişse kabul de görür. Yalnız şu farkla ki, bir daha zina suçu işlememeğe veya yol kesip insan soymamağa karar vermek şeklinde değildir. Çünkü artık zaten bunları işleyecek güç ve tâkattan düşmüştür; istese de yapacak durumu yoktur. Fakat bununla birlikte yalan söyleyebilir, bir başkasını çirkin iftiralarına kurban edebilir veya onu bunu çekiştirerek müslümanları birbirine düşürebilir. Bunlar ve bunlara benzer aynı derece ve şiddette suç ve günahlar işleyebilir. Ki bunlar da zina ve yol kesicilik derecesinde ağır ve çirkin birer günahtır. İşte bu yönden zinadan veya yol kesicilikten tövbe eden bir ihtiyarın tövbesi caizdir ve Allah katında da kabul görür.
Günahlar derece derecedir. Fakat aslında tüm günahlar bir nokta etrafında toplanıyor. Derece bakımından bid'atın altında kalanlar veya küfre sokanlar... Bid'at ise küfrün bir derece daha altında kalan günah çeşididir.
4. Tövbe sırf Allah için yapılmalıdır. Tövbenin kabul edilmesi için dördüncü şart da onu sadece Allah'a yapmaktır. Tövbe eden kimse, tövbe ederken daima Allah'ı düşünmeli, O'nun gazabını, acı azabını gözleri önüne getirmelidir. Yoksa dünyalık bir çıkar sağlamak niyetiyle, şehvet hırsıyla, makam ve mevki düşüncesiyle yapılan tövbeler Allah katında kabul görmeyecektir. Yoksulluktan kurtularak mal ve servete kavuşmak için tövbe etmek yahut işlemeğe gücü yetmediği bir fiilden veyahut da etrafındaki insanlardan korktuğundan dolayı tövbe etmek kabul değildir. Böylesine bir harekete girişen kimse tövbe etmiş sayılmaz.
İşte (buraya kadar verdiğimiz izahlar tövbenin kabul olmasını temin eden başlıca şartlardır. Bu şartları eksiksiz olarak yerine getiren mü'min tam manasıyla bir tövbe etmiş ve gerçekten Allah'a yönelmiş demektir.
Bir mü'mîni tövbe, etmeye zorlayan bir takım sebepler vardır. Bu sebepler başlıca üçe ayrılır. Şimdi de bunlar üzerinde biraz kalem gezdirelim:
1- Günahların doğuracağı kötü sonuçları göz önüne getirmek,
2- Allah azabının güç yetmez, takat getirilmez derecede çetin ve ağır olduğunu düşünmek,
3- Sınırsız kudret sahibi olan Ulu Allah karşısında kendi zavallı varlığını hatırlamak.
Düşünün bir kere!.. Dünyada güneşin yakıcı sıcağına ve hafif bir kaç kırbaç darbesine bile dayanamayan insanoğlu, acaba cehennemin kavurucu ateşine ve zebanilerin ağır topuz darbelerine nasıl katlanacak?
Yine zararsız bir sineğin vurmasından bile incinen zavallı insan, öte dünyada ateşten yaratılmış koskocaman akreplerin, deveboynu kalınlığında azılı yılanların sokuşlarına nasıl dayanacak? Cenabı Hakk'ın gazabına uğramaktan ve cezasına çarpılmaktan yine kendisine sığınırız.
Bütün bunlar, onları bir film makinasının şeridi gibi, gece gündüz gözleri önünden geçiren uyanık mü'mini tövbe etmeye ve sımsıkı Allah yoluna sarılmaya iten başlıca sebeplerdir. Başarı Allah'tandır.
Soru: Sevgili Peygamberimiz, “Günahlar karşısında derinden pişmanlık duymak tövbe etmek demektir,” diye buyurdular. Bunun dışında başka bir şart koşmadılar. Buna ne dersiniz?
Cevap: Şunu iyi bilmek gerekir ki, pişmanlık duymak kulun iradesine bağlı değildir. Öyle bir an gelir ki kul, ansızın pişmanlık duyabilir. Ama bu tövbe etmek demek değildir. Daha açıkçası şunu demek istiyoruz. Tövbe kulun irade ve isteğine bağlı bir pişmanlık halidir. Hatta o tövbe etmekle emredilmiştir. İşlediği günahları ve kötülükleri yüzünden mal ve servetinden makam ve rütbesinden olanların pişmanlığı tövbe mi sayılacak? Asla! O halde Peygamberimiz ne demek istiyor?
Bizim anladığımız kadarıyla “Pişmanlık, tövbedir” diyen Peygamberimizin bu sözünde ilk bakışta anlaşılması güç olan bir husus var. O da şudur:
“Pişmanlık Ulu Allah'a hürmet ve saygı besleyen, O'nun azabının korkusunu taşıyan bir hareket olmalıdır. Böyle bir pişmanlık sahibini gerçek tövbeye sevk eder. Tövbeye iten sebepleri düşünen kimse içten bir pişmanlık duyar ve bir daha günah işlemekten cayar. Bunun manası kulun bir daha işlememek üzere günahları terk etmesi ve bütün varlığıyla Allah'a yönelmesi demektir.
Soru: Tövbenin, bir daha işlememek üzere günahlara kesin bir son vermek demek olduğu iyice anlaşılmış bulunuyor. İnsanın küçük olsun, büyük olsun (hiç günah işlememesi mümkün mü? Kaldı ki Allah'ın en seçkin kulları olan peygamberlerin bile günah işleyip işlemedikleri hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı vardır.
Cevap: İnsanın hiç günah işlememiş olması mümkündür; imkânsız bir şey değildir. Aslında günahsız, tertemiz olmak o kadar zor bir şey de sayılmamalıdır. Ulu Allah yaygın rahmeti ve nihayetsiz kudretiyle dilediği kullarını seçkin kılar, onlara tüm günahlarından arınmış lekesiz bir hayat sürdürür. Peygamberler bu sınıfa girerler.
Ayrıca insanoğlunun günaha girmesi için o suçu bilerek ve isteyerek işlemesi şarttır. Yanılarak işlenen günahlar yüce Allah tarafından affedilir.
Soru: Tövbe ettikten sonra tövbemi bozup yine günah işleyeceğimden korkuyorum. İşte bu korku tövbe etmeme engel oluyor. Tövbesine bağlı kalamayacak olan bir kimsenin tövbe etmesi bir fayda sağlar mı?
Cevap: Lânetlik şeytanın oyalama ve aldatmacasından başka bir şey olmayan bu zehirli fikirleri sana kim aşılıyor? Ya tövbe ettikten sonra b daha hiç günah işlemeden ölüp gidiversen!.. İşte imanını kurtardın ve lekesiz kurtuluşa eriştin demektir.
Tekrar günah işlemekten korkmaya gelince, tövbeni içten gelen kesin bir (kararlılıkla ve bağlılıkla etmeli; bu konuda iradeni terbiye ederek çelik gibi sağlamlaştırmalısın. Eğer bu kesin kararlılık ve bağlılıkta ayak diretebilirsen, hedefine varmış olursun. Ya ayak diretemez de kesin kararlılık ve bağlılıktan ayrılırsan!. O vakit üzerinde sadece yeni işlediğin günahlar leke olarak kalır. Geçmiş günahlarından arınmış ve kurtulmuş olursun. İşte kul hesabına bu bile büyük bir kazançtır. Demek oluyor ki tekrar günah işlemekten korkmak tövbe etmeğe engel değildir. Ve geçmişteki tüm günahları silip süpürür.[58]
Tövbenin Önemi
Ey ibadet yolunun yolcusu!.. -Allah seni muvaffak etsin- İlim Geçidi'ni aştıktan sonra tövbe geçidine vardın demektir. Hak yolunda ilerliyebilmen için bu geçitten de geçmen, bu engeli de aşman gerekir. İki sebep yüzünden Ulu Allah'ın merhamet kapısına yüz sürüp günahlarına bir daha geri dönmemek üzere tövbe etmelisin. Şimdi bu iki sebebi tek tek açıklamaya koyulalım:
1. Başarısızlığa düşmemek: İşlediği günahlarına tövbe etmeyen mü'min, ibadet etmeye muvaffak olamaz. Çünkü günahlarının çöktürdüğü uğursuzluk sahibini manevî mahrumiyet ve perişanlığa sürükler, ibadet etmesine engel teşkil eder. Günahlar öylesine birer ayak bağıdırlar ki mü'minin Allah'a itaat yolunda yürümesine, hizmetine koşmasına engel olurlar. Allah'a yönelmesini frenlerler. Zaten aslında günahların ağır yükü altında ezilmekte olan mü'minin bunlardan tövbe ederek sıyrılıp hafiflemedikçe, iyilik yapması, içinden gelerek ibadet etmesi mümkün değildir.
Fakat insanın günah işlemekte ayak diretmesi ise başlı başına bir felâkettir; gönlü karartır. Kararan gönlü de yoğun bir zulmet ve kasvetin bürüdüğü, inkâr kabul etmez bir gerçektir. Böylesine bir kalb samimiyet ve ihlâs, şefkat ve merhamet, saflık ve temizlik gibi üstün insanî duygulan içinden söküp atar. Hatta eğer Allah'ın rahmet ve mağfireti yetişmezse mü'mini küfre ve kötülüklerin içine iter. İçinde merhamet taşımayan ve kötü duygu ve düşüncelerle dolup taşan bir kalb nasıl Allah'a ibadet edebilir? Bir yandan günah işlemeğe, ötekine berikine halksızlık etmeğe devam eden bir kimse, ben Allah'a ibadet ediyorum, iddiasında nasıl bulunabilir? Üzerine pislikler sıvaşmış birisi Allah'a yalvarıp yakarmak için hiç nuruna çıkabilir mi? Sevgili Peygamberimiz diyor ki:
“İnsan yalan söylediği vakit, ağzından etrafa öylesine manevî manada pis kokular yayılır ki, iki yazıcı melek bile ağır ve pis koku yüzünden hemen oradan uzaklaşırlar.”
Böyle kötü bir dil Allah'ın ulu adını anmağa lâyık mıdır? Hemen cevap vererek söyleyelim ki günah işlemekte ayak direterek her an Allah'a isyan eden kul aydınlık yolu bulamaz, Allah'a karşı olan ibadet vazifesini yapamaz, yapsa da bu ibadet onda hiç bir zaman köklü insanî duygular meydana getirmez. Bütün bunlar kulun başına benliğine saran ağır ve çirkin günahlar yüzünden ve bunlara karşı bir daha dönmemek üzere tövbe etmemesinden ileri gelmektedir.
Şu sözleri söyleyen, gerçeği ne güzel dile getirmiştir: -Ey insanoğlu, eğer içinden gündüzleri oruç tutmak, geceleri de namaz kılmak gelmiyorsa, bil ki günahların seni sımsıkı bağlamış, bir yere kıpırdatmam aktadır.
2. Düzen ve kararlılığa kavuşmak: Mü'min tüm geçmiş günahlarına, bir daha işlememek üzere kesin olarak karar vermek ve bu kararlılık içinde Allah'tan günahlarının affını dilemek zorundadır. Bu hareket şekli onun hayatına düzen ve kararlılık getirecek, ona mutluluk ve kurtuluş sunacaktır. Yoksa günahlarından kesin bir tövbe ile arınmayan kulun işleyeceği ibadetler Allah katında kabul ve itibar görmeyecektir.
Ayrıca kulun günahlarına kesin olarak tövbe ederken, üzerinde kul hakkı varsa gidip davacıların gönül rızasını alması şarttır. Kulun günahlarından tövbe etmesi nasıl farz derecesinde üzerine borç ise, aynı şekilde hakkını yediği kimseye de varıp gönül rızasıyla hakkını helâl ettirmesi boynuna borçtur. Günahlarına tövbe etmeyen kul Ulu Allah'a karşı borçlu durumundadır. Böylesine bir durumda da yapılan çoğu ibadetler nafile, hediye mânasını taşımaktadır. Bu durum tıpkı şuna benzer: Borcunu ödememekte ayak direten bir kimse düşününüz. Bu kimse alacaklıya götüreceği ufak-tefek hediyelerle borcunu ödemiş olabilir mi? Olamaz. Hatta borcunu ödemediği için, alacaklı kimse, getirdiği hediyeleri geri çevirir.
Ey insan, bir yandan günah işlemeğe ve haram yemeğe devam ederken diğer yandan da helâl ve mubahı terk ederek ne kazanıyorsun? Hangi yüz ve suratla Allah'a yalvarıp yakarıyor, O'nu medh-i sena ediyorsun? Oysak Rabbin sana dargın ve kırgındır, öfkelidir, kızgındır. İşte günah üstüne günah işleyenlerin durumu bundan ibarettir.
Ulu Allah'tan bize yardım elini uzatmasını dileriz.
Soru: Tövbe ne demektir? Tüm günahlarından arınmak İsteyen kimse ne yapmalıdır?
Cevap: Tövbe kalb ile ilgili bir konudur. Ve kalbi günahlardan arıtarak orada Allah sevgisinden başka herhangi bir fanî varlığın sevgisinin kök salmasına müsade etmemek demektir.
Dîn ulularımız tövbeyi şöyle tarif ediyorlar:
“Sadece Ulu Allah'a hürmet ve saygı gayesi taşımak suretiyle O'nun gazabından korkarak daha önce işlenen bir günahı ikinci bir kere daha işlememeğe karar ve Yemeğin Adabı (Kuralları)
1- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şeytan, sizden birinizin her bir işi esnasında yanına gelir; hatta yemeği esnasında da yanına gelir. Birinizin elinden lokma düşünce ona bulaşan tozu kaldırarak lokmayı yesin ve onu şeytana bırakmasın. Yemeği bitirdiği zaman da parmaklarını yalasın. Çünkü bereketin, yemeğinin hangi kısmında olduğunu bilemez.”[1105]
2- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her derdin esası oburluktur.”[1106]
3- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Cafer'in ailesi için yemek yapınız! Çünkü başlarına, kendilerini meşgul edecek bir durum geldi.”[1107]
Cafer, Rasûl-i Ekrem Efendimizin amcazadesi ve Hz. Ali'nin kardeşidir. Cenâb-ı Peygamber bu sözü, onun vefatında söylemişlerdir. Bir ailede cenaze olduğu zaman yakınlarının onlara yemek hazırlayıp getirmeleri çok yerinde bir hareket olur. Çünkü kendileri, ölüleriyle meşgul bulunurlar.[1108]
4- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yemeğinizi dindar kişilere yediriniz ve iyiliklerinizi mü'minlere yapınız!.”[1109]
5- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her günde bir yemekten fazlası israftır.”[1110]
6- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bereket, yemeğin ortasına iner; siz yemeğin kenarlarından yiyiniz, ortasından yemeyiniz.”[1111]
7- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yarayı dağlamayı ve sıcak yemeği sevmezdi ve şöyle buyururdu: Soğuk yiyiniz, soğuk yemek bereketlidir. Dikkat ediniz, sıcak yemekte bereket yoktur!.”[1112]
8- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yiyecek ve içeceği üflemezdi ve kab ağzında iken nefes almazdı.”[1113]
9- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hurmayı yer ve çekirdeği tabağa atardı.”[1114]
10- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Biriniz yemek yediği zaman, “Allahım! “Bu yemeği 'bizim için faydalı kıl ve onun yerine bize daha iyisini ver!” desin. Süt içtiği zaman da “Allahım! Bu sütü bizim için faydalı kıl ve bize ondan daha ver!” diye dua etsin. Çünkü yiyecek ve içeceğin yerini sütten başka hiç bir şey tutmaz.”[1115]
11- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Herhangi biriniz yemek yediği zaman parmaklarını yalasın; çünkü yemeğinin hangi bölümünde bereketin olduğunu bilemez.”[1116]
12- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sizden biriniz yemek yediği zaman sağ eliyle yesin, sağ eliyle içsin, sağiyle alsın ve sağıyle versin. Çünkü şeytan sol eliyle yer, sol eliyle içer, soluyle alır ve soluyle verir.”[1117]
13- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sizden biriniz yemek yerken elinden lokması düşerse lokmadan şüphelendiği tarafı attıktan sonra yesin ve onu şeytana bırakmasın.”[1118]
14- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yemeğe oturacağınız zaman ayakkabılarınızı çıkarınız; çünkü bu, ayaklarınız için daha rahatlıktır.”[1119]
15- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Herhangi biriniz bir yemeğe çağrıldığı zaman gitsin. Eğer oruçsuz ise yesin ve şayet oruçlu, ise bereket duasında bulunsun bereketli olsun, desin.”[1120]
16- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Oruçlu olduğu zaman içecekle başlar (orucunu içecekle açar) idi. İçeceği bir nefeste içmez, iki defada veya üç defada içerdi.”[1121]
17- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yiyeceğe, içeceğe ve hurmaya üflemeyi menetti.”[1122]
18- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bu kabakla yemeğimizi çoğaltırız.”[1123]
Bu hadisin söyleniş sebebini, hadisin râvisi olan Câbir, babası Tarık'tan şöyle anlatmaktadır:
“Peygamber (s.a.v.) in evine girdi. Yanında bir kabak vardı. Bu nedir? Diye sordum. Rasûl-i Ekrem:
“Bu kabaktır, onunla yemeklerimizi çoğaltırız,” buyurdu.[1124]
19- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Tek parmakla yiyiş şeytanın yiyişi, iki parmakla yiyiş zorbaların yiyişi ve üç parmakla yiyiş peygamberlerin yiyişidir.”[1125]
20- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Koundan yedi şeyi (parçayı) sevmezdi: Öt kesesi, mesane, dişilik uzvu, erkeklik uzvu, yumurtalar, gudde ve kan. Koyunun en çok sevdiği tarafı göğüs etiydi.”[1126]
21- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Böbrekleri, sidikle olan münasebeti yüzünden sevmezdi.”[1127]
Bilindiği üzer eböbrekler, karın boşluğunda omurganın yanıbaşin-da yer alan sağlı sollu iki organdan ibarettir. Bu organların görevi, sidiği ayırmak ve kanı temizlemektir.[1128]
22- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kendisine yemek verildiği zaman “'Bismillah” der ve yemeği bitirdiği zaman şöyle dua ederdi: Allahım! Sen yedirdin, Sen içirdin, ihtiyaçları Sen giderirsin, biriktirileni sen verdin, doğru yolu sen gösterdin ve seçkin kişilerden sen kıldın. Allah’ım! Verdiklerine karşılık sana hamd olsun.”[1129]
23- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Allah'ın ismi anılmadan (besmele çekilmeden) yiyilen her yemek ancak bir derttir ve o yemekte bereket yoktur. Bunun keffâreti ise, şayet sofra hâlâ kurulu bulunuyorsa besmele çekerek elini tekrar uzatmaklığın ve eğer kaldmlmışsa (yine) besmele çekerek parmaklarını yalamaklığındır.”[1130]
24- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Sofrası kaldırıldığı zaman şöyle dua ederdi: Sayısız, güzel ve mübarek (devamlı artan) şekilde Allah'a hamd olsun. Kimseye ihtiyacı olmayan, nimetine nankörlük edilmeyen, bırakılmayan ve kendinden asla geçilmeyen Rabbimiz olarak ihtiyaçlarımıza yeten ve bizi barındıran Allah'a hamd olsun.”[1131]
İmanlı kişi, Cenâb-ı Allah'ın kendisine ihsan buyurduğu güzel nimetler için şükür vazifesini yerine getirir. Bu yüzden kıyamette herhangi bir güçlükle karşılaşmayacaktır. Ancak kâfir, dünyada sahip olduğu nimetlerin hesabını kıyamette acı bir şekilde verecektir. Buradaki kâfir kelimesinden, lügat manâsının kasdedilmiş olması da muhtemeldir. Bu durumda güzel güzel nimetleri yiyip ve tüketip de bu nimetlerin şükrünü eda etmeyenler, küfran-i nimette bulunanlar kıyamet gününde bunun hesabını vereceklerdir. Bu takdirde kâfir kelimesinin manâsı, nimeti örten, nankörlük eden kişi demektir.[1132]
25- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Dünyada payına düşen (yiyip tükettiği veya giyip eskittiği) şey için mü'min kişinin ıbaşına kakılmaz, ancak kâfirin başına kakılır.”[1133]
26- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İçerken üç kere nefes alır ve şöyle buyururdu: Bu (suyun üç nefeste içilmesi) daha rahat, daha sağlıklı ve daha kandırıcıdır.”[1134]
27- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yemeğini bitirdiği zaman şöyle dua ederdi: Bizi yediren, bizi içiren ve bizi müslüman kılan Allah'a hamd olsun.”[1135]
28- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kavunu hurma ile beraber yerdi.”[1136]
29- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Üç parmağı ile yer ve dördüncüsünden yararlanırdı.”
30- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Üç parmağıyle yer ve elini silmeden evvel parmaklarını yalardı.”[1137]
31- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hasta ziyaretlerini gün aşırı veya dört günde bir yapınız.”[1138]
rmek ve tam manasiyle Allah'a yönelmektir.”[57]
“Kibirli kişi, hakkı tanımayan ve halkı hor gören kimsedir.”[704]
2- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İnsanlar, Adem'in çocuklarıdır ve Adem de topraktan (yaratılmış)dır.”[705]
Bütün ırklar, bir anne ve babadan türemişlerdir. O halde aralarında nesap bakımından bir üstünlük yoktur. Üstünlük, ancak takva ve amel-i salihledir. Kimin ameli daha iyiyse, Allah katında daha makbul olan odur. Nitekim Resulüllah efendimizin amcası olduğu halde, Ebu Leheb'i alçaltan ve ebedi bedbahtlığa mahkum eden, onun kendi ameli olduğu gibi, bir İranlı olduğu halde Selman'ı ehl-i beyt dercesine yükselten de onun amelidir.[706]
3- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bana, başkalarına karşı övünmemeniz ve hiç kimsenin hakkına tecavüz etmemeniz konusunda mütevazi olmanız bildirildi.”[707]
Allah'ın salih kullarından biri şöyle diyor:
“İnsanlar arasında kendisinden daha kötü bir kimsenin bulunabileceğine ihtimal veren kişide kibir vardır.”[708]
4- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her kim Allalh için alçak gönüllülük yaparsa, Yüce Allah onun derecesini yükseltir.”[709]
5- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her kim böbürlenerek giysisinin eteklerini yerden çekerse, Cenâb-i Hâk, kıyamet günü ona rahmet nazarıyla bakmaz.”[710]
6- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Herkim (parmağıyla sildiği) tabağını ve parmaklarını yalarsa, Hz. Allalh o kimseyi hem dünya da hem de ahirette doyurur.”[711]
7- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Terazi, Rahman (olan Allah)'ın elindedir. Kimi milletleri yüceltir, kimilerini ise alçaltır.”[712]
7- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“O öylesine sonsuz bir kudret sahibidir ki; dilediğine izzet, şeref, devlet ve yüksek mevki verir. Dilediğini de hor ve hakir kılar. Mülk ancak O'nundur. Gücünü O'ndan almayanlar, güçlü görünseler bile, sonunda tarumar olacaklardır.”[713]
8- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bana ulaşmak istiyorsan dünyada bir atlının azığı kadar bir şey sana yeter. Zenginlerle oturup kalkmaktan sakın. Elbiseni eskimiş diye atma. Onu yamalar!”[714]
Bu hadisde sevgili peygamber efendimizin muhatabı Hz. Ayşe dolayısıyle kadın veya erkek samimi olan her müslümandır. Cennette Rasulüllah efendimiz ile beraber olmak isteyenler hadisde olduğu gibi davranmalıdırlar. Dünyada ki azıkları, bir yolcunun azığı kadar olmalı, ihtiyaçlarından artanı almamalıdırlar. Zenginlerle oturup kalmamalıdırlar. Çünkü onların görkemli yaşantıları gönlünün çekebilir ve kendisini yanlış yollara sürükleyebilir. Elbiseyi yırtıldı veya yıprandı diyerekten atmamalı, yamalanıp giyilmesi gerekir. Bu şekilde tasarruf edilen para, Allah yolunda harcanan muhtaçlara dağıtılmalıdır.[715]
9- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Eğer Allah'ın kulu, isen izarını (belden aşağıya mahsus giysini) yerden kaldır!”[716]
Elbisenin eteklerini yerden çekmek, kibirlilik alemetidir. Bu yüzden belden aşağıya mahsus giysilerin veya kaftan gibi uzun üstlüklerin eteklerinin yere düşürülmemesi tavsiye edilmiştir.[717]
10- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Geçmiş milletlerden bir adam, içinde kurularak yürüdüğü bir elbise ile dışarı çıkmıştı. Yüce Allah'ın emri üzerine toprak onu içine aldı ve o, kıyamete kadar sürecek bir azap içinde toprağın içinde tepinip durmaktadır.”[718]
11- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ben ancak bir kulum; kulun yediği gibi yer, içtiği gibi içerim.”[719]
12- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Küfrün başı, Meşrik yönündedir. Övünmek ve çalım satmak, atçılık ve devecilik yapanlarda; acaz avaz bağırmak, göçebelerde; vakar ise koyun sahiplerindedir.”[720]
Meşrik'ten, İran ülkesi kastedilmektedir.[721]
13- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Cenâb-i Allah güzeldir. Bu yüzden güzelliği sever.”[722]
Hadisin sebebi: İbn-i Mesur'un peygamberimizden rivayetine göre, Resulüllah (s.a.s.) efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse, cennete giremez.” Bunun üzerine bir adam:
“İnsan, elbise ve ayakkabısının güzel olmasını arzu eder.” dedi. Resulülülah efendimiz de:
“Allah güzeldir ve güzelliği sever.” diye yukarıdaki hadîsi buyurdular. Hz. Allah, zat ve sıfatlar bakımından güzeldir. Bu yüzden kullarının da kılık ve kıyafetlerinin güzel olmasından hoşlanır. Kılık ve kıyafetin yerinde olması, kibirlilik değildir.[723]
14- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Allah için tevazu göstermenin çeşitlerinden biri de, meclislerdeki şerefin aşağı mertebesine razı olmaktır.”[724]
15- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hepiniz Adem'in çocuklarısınız ve Adem de topraktan yaratılmıştır, Atalariyle övünen kişiler, (bu hareketlerinden) hemen vaz geçmelidirler; aksi takdirde Allah katında mayıs böceğinden daha değersiz olacaklardır.”[725]
16- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Firavun'un söylediği iki söz: “Sizin için kendim daha başka bir tanrı bilmiyorum.” sözü ile “ben sizin en yüce tanrınızım,” sözü arasında fark vardı. Cenâb-i Hak, ilk ve son sözünün cezası olarak onu helak etti.”[726]
Firavun'un söylemiş olduğu sözler Kur'an-ı Kerimde de geçer.[727]
17- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir kişinin din ve dünya hususunda parmakla gösterilmesi, kötülük bakımından kendisine kafidir. Ancak Allah-ü Taâlâ'nın koruduğu kişi başkadır.”[728]
Kıskançlık Ve Kindarlık
1- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Geçmiş ümmetlerin hastalıklarından olan haset (kıskançlık) ve kincilik size de geçti. Bu iki afet kökden kazır. Tabi ki sacı değil, dini kökünden kazır. Benliğime hakim olan o yüce zat (Allah)'a yemin derim ki, mümin olmayınca cennete giremez, birbirinizi sevmeyince de mümin olamazsınız. Dikkat ediniz!. Size uyguladığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? O da; Aranızda selamlaşmayı yaymanızda.”[729]
Bu hadisde şöhretin bir afet olduğu belirtilmektedir. Mal, makam, ilim ve takvada parmakla gösterilecek duruma gelenlerden birçokları mağrur olarak kendilerini ebedî bedbahtlığa maruz bıraktıkları halde, bir kısmı da Cenab-ı Allah'ın himaye ve muhafazası sayesinde değişmemiş ve ruhlarındaki safiyeti kaybetmemişlerdir. İstisnalar kaideyi bozmaz fetvasınca, şöhret her insan için afet olma niteliğini korumaktadır.[730]
Umrâ Ve Rukbâ
1- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Umrâ, ehli için caiz ve rukbâ, ehli için caizdir.”[1232]
Umrâ: Bir kimseye, ömrü boyunca, bir şeyin yararını mülk olarak vermektir. Hayatı boyunca bu şeyden yararlanır ve Ölümünden sonra o şey sahibine veya onun vârislerine döner.
Rukbâ: Bir kimsenin, “bu malı hayatın boyunca sana hibe ettim. Eğer benden evvel ölürsen bana döner ve eğer ben senden önce ölürsem sana kalsın.” diyerek bir şeyi bağışlamasrdır. Bu bağış doğrudur. Şart hükümsüz kabul edilerek mal hibe edilen kişinin olur.[1233]
Yetimi Korumak
1- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir veya iki yetimi evine alarak yediren içiren ve onun meşakkatlarına sabır eden kimseyle cennette işaret ve orta parmak gibi bir arada olacağız.”[614]
2- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ben, yetime bakan kimseyle cennette iki parmak gibi oluruz.”[615]
Zulüm Ve İhanet
1- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ey Ebe! Velid! Allah'dan kork. Çünkü sen, ihanet ederek milletden aldığın deve, sığır ve koyunları kıyamet günü, bağrıştıkları halde yüklenip haşır meydanına geleceksin.”[432]
2- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Mazlumun bedduasından sakınınız. Çünkü o, kendisinden zulmen alınan hakkını Allah'dan istemekte ve Hz. Allah'da hak sahibinin hakkını mutlaka verir.”[433]
3- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Zulüm yapmaktan kaçınınız. Zira zulümler, kıyamet gönü yapanın bir daha çıkamayacağı bir karanlığa girmesine sebeb olur.”
Cimrilikten sakınınız. Sizden önceki ümmetleri helak etmiş ve böylece birbirlerinin kanlarını dökmesine, haram olan şeyleri de helâl saymalarına cimrilik neden olmuştur.[434]
4- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Saltanatını Allah'a karşı gelmekle sağlamlaştırmaya çalışan kimseyi Hz. Allah kıyamet günü bütün hilelerini hiçe sayarak cezalandırır.”[435]
Günümüzün devlet adamları gibi, birçok kimse, kendi saltanatlarını sürdürmek ve garantilemek için, haram olan nedenlere başvurur. İnan öldürmek, İslâm kanunu çiğnemek ya da değiştirmek, yolunu sapıtmış hakimleri bir araya getirip kendi davasının çözümü için mahkeme kurmak gibi dinle ilgisi olmayan şeyleri yapan kimseler, yarın kıyamet günü Allah'ın huzurunda kurulacak mahkemeye geldiklerinde herhangi bir hile gösterip kendisini Allah'ın kuvvet ve kudret elinden kurtaramayacaklardır-Dünyada birtakım dolaplar çevirmek kolay olabilir belki, ama kıyamet gününde böyle bir şeyin olması düşünülemez dahi.[436]
5- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Mazlumun bedduasından sakınınız. Çünkü onun bedduası bulutların üzerine çıkarak Allah'ın huzuruna varır. (Bedduasını dinleyen) Hz. Allah söyle der: “İzzet ve azametim üzerine yemin ederim ki, geç de olsa sana yardım ederim.”[437]
6- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Allah'dan başka yardımcı bulamayan çaresiz kimselere zulüm edenlere karış Allah'ın gazabı daha şiddetlidir.”[438]
7- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İnsanlara eziyeti en çok olan kimsenin kıyamet günü, azabı insanlar arasında en şiddetli olan kişidir.”[439]
8- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şüphesiz Hz. Allah sizin (erkek kız ayırımı yapmadan) çocuklarınız arasında yanaklarından öpmeye varıncaya kadar adaletli davranmanızı sever.”[440]
10- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Verdiği sözü bozan her hain, kıyamet günü boynuna sancakla tanıtılıp rezil edilir."[441]
Hain olan her insanın kıyamet, günü, eline “bu falanca kimseye aittir” yazılı bir sancak verilir. Yaptığı hainliği simgeleyen sancakla birlikte tüm insanlara teşhir edilip rezil ve rüsva kılınır.[442]
11- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kim (iyi veya kötü) bir kabileye yardım edip onları desteklerse, onlardan olur. Bir zorbayı memnun etmek için, bir müslümanı tehdit ederek kötülük yapan bir kimse, kıyamet günü zorbayla birlikte cezalandırılacaktır.”[443]
12- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Hak sahibi bir kimsenin gösterdiği delilleri bozup hakkını elinden alan zalime yardım eden kişi, Allah'ın rahmetinden ve Peygamberin şefaatından mahrum kalır.”[444]
Cami, medrese, köprü gibi amme yararına işler yapan kimseler ne kadar sevap kazanırsa, bunların yapımında çalışıp yardımcı olanlar da o kadar sevap kazanırlar. Oysa gerek din, gerekse amme1 zararına olan meyhane, pavyon ve içki imal eden fabrikaların yapımında çalışıp yardımcı olan kimseler yapan veya yaptıran kimsenin kazandığı günah kadar günah kazanmakta.
Yine mahkemelerde davacı veya davalı hak sahibi bir kimsenin aleyhine yalancı şahitlik yapmakla zalime yardım eden bir kimse de dehşetli o kıyamet gününde herkesin muhtaç olacağı Allah'ın rahmetinden, peygamberinse şefaatından mahrum kalacaktır. Gerçek dışı kararlar veren hakimler için de hüküm aynıdır.[445]
13- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Açılan bir dava için (yalancı şahitlik yapmak gibi) zalime yardım eden bir kimse, o işten vazgeçinceye kadar Allah'ın gazabı altındadır.”[446]
14- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Başkasına ait bir toprağın bir karışına zulmen tecavüz eden herhangi bir kimsenin, Hz. Allah toprağın yedi tabakasına varıncaya kadar kazdırıp çıkardığı topraktan yapılan bir halka boynuna geçirilir ve o kimse insanlar arasında davalar bitinceye kadar teşhir edilip bekletilir.”[447]
15- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ey insanlar! Allah'ın gazabından (korkunuz. Allah'ın birliğine yemin ederim ki, Hz. Allah mümine zulüm eden bir kimseden kıyamet günü müminin intikamını muhakkak alacaktır.”[448]
16- Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Her biriniz koltuğuna oturup dayandığı halde Hz. Allah'ın, Kur'anın içinde bulunan haram şeylerden daha başka şeyleri de haram kılmadığını mı zannediyorsunuz. Böyle düşünmeyiniz. Çünkü muhakkak ki ben, hadislerle bazı şeyleri emir eder, bazı şeyleri vaaz ve nasihatlarla bildirir, bazı şeyleri de yasaklarım. Bunlar, Kur'anda bulunanlar kadar, belki daha da çoklar. Şüphesiz Hz. Allah (memleketinizde bulunan yahudi ve hıristiyan gibi) kitap ehlilerinin evlerine "izinleriyle 'girmenizin dışında gitmenizi haram kılmıştır- Yine Hz. Allah onların ailelerine vurmanızı ve mallarından yemenizi de haram kılmıştır.”[449]
Hz. Allah, bütün dinlerin arasından seçtiği İslâm dininin hükümlerinden bir kısmını Kur'an yoluyla, diğer bir kısmını da Hz. Muhammed'in aracılığıyla (hadislerle) insanlara bildirmiştir. Hadislerle insanlara bildirilen kısım, Kur'andaki hükümlerden daha çoktur.
Kitap ehlinin evine izinsiz girmenin, kadınlarına hakaret veya zina etmenin, ya da mallarından yemenin haram olduğu hadislerle bildirilen, fakat Kur'an’da yer almayan hükümlerdendir. Devletimize vergi dedikleri, ihanette bulunmadıkları müddetçe bunlara hakaret etmek haramdır. İhanet ettiklerinde ise, bizimle savaş yapmış gibi olurlar ki, bizimle savaşanların malları ganimet olduğundan bize helâldir.
Kör Yılanla Ona Hurma Taşıyan Kuş
Sonradan iyi amel ve temiz ahlâkı ile kendisini tanıyan müslümanların kanaatına göre veliler mertebesine yükselmiş olan bir zat doğru yola girmeden önceki halini bize şu ibret dolu sözlerle anlatıyor:
“Ben eskiden bir eşkıya idim. Dağ başında gelip geçenlerin yolunu keser; silâh ucu ile zorla aldığım yolcu malları ile geçimimi temin ederdim. Bir çete arkadaşımla Dicle nehri'nin kenarından geçerken iki hurma ağacı gördüm. Ağaçlardan biri meyveli öbürü de kupkuru idi. Ağaçlara yakından dikkatle bakarken iki ağaç arasında gidip gelen bir kuş gözüme ilişti.
Kuş, önce meyveleri salkım salkım sarkan yaş hurma ağacına varıyor; gagasına bir iki hurma takarak kuru hurma ağacına varıyor. Kuru dallar arasında bir müddet kaldıktan sonra, tekrar dönüp meyveli hurma ağacına geliyor ve arkasından yaş ve olgun hurmaları gagasına aldıktan sonra yine kuru ağacın dalları arasında bir yere uçuyordu.
Kuşun ağaçtan ağaca durmadan uçması ve meyveli ağaçtan aldığı hurmaları kuru ağacın dalları arasına taşıması merakımı çekti. Acaba bu işin sebebi ne olabilir diye düşünerek kuru hurma ağacına tırmandım. Ağaca çıkınca gördüm ki kuru ağacın dalları arasında kör bir yılan yatmaktadır. Ağaçtan ağaca uçan kuş da, ona meyveli hurma ağacından hurma taşımakta ve kuru ağacın çıplak dalları arasında kör ve çaresiz yılanın gıdasını temin etmektedir.
Bunun üzerine içimden şöyle düşündüm. Bu kuru dallar arasında yatan canlı varlık kör bir yılandır. İnsanlara zararlı olduğu için Peygamberimizin görüldüğü yerde öldürülmesine müsaade etmiş, izin vermiştir. Böyle iken Ulu Allah onun bile rızkını vermiş. Ağaçtan ağaca durmadan uçan kuşun yardımı ile meyveli ağacın hurmalarını yanı başına getirmiştir. Ben ise şükürler olsun, Allah'ın ortaksız varlığına samimi yürekle inanan bir kimseyim. Buna rağmen varlığı zararlı kör bir yılana bile kuru dallar arasında rızık veren esirgeyici bir Allah'ın kulu olduğumu unutmuş gibi kendimi kötü yollara kaptırarak geçimimi haram ve haksız yerlerden temin ediyorum. Ne kadar yanlış yola kapılmışım. Şu andan itibaren bütün yaptığım günahlara kırk bin kere tevbeler olsun, artık ben eşkiyalığı bırakarak geçimimi helâl yollardan kazanacağım.
“Ey Rahmeti bol esirgeyici Allah'ım! Yığın yığın geçmiş günahlarımı bana lütfederek sen bağışla! Senin dosdoğru yolunu gönlüme sindirip sana lâyık bir kul olmamı nasip eyle” diyerek yalvararak, eşkıyalığı bırakmaya kesinlikle karar verdim. Çete arkadaşlarım hafif sesle bir şeyler söylediğimi işitmiş; yanıma sokulmuşlar. Neler söylediğimi soruyorlardı.
Kuru ağacın dallan arasında gördüğüm çaresiz kör yılanı ve ona hurma taşıyan kuşu onlara bir bir anlattım ve gördüklerim karşısında eşkiyalığı tamamen bırakıp helâl yollardan rızkımı kazanmaya karar verdiğimi arkadaşlara bildirdim. Anlattıklarımın tesiri ile onlar da gözyaşlarını tutamamışlardı. Hepsi de bana uyarak eşkiyalıktan ayrılmaya karar verdiler. Böylece çete arkadaşlarımla birlikte yol kesiciliği bırakmış; Allah'ın serbest kıldığı yollardan geçimimizi tayin etmek üzere vedalaşarak yıllardan beri uğramadığımız evlerimize döndük.
Allah hepimizi yaptığı günahlara karşı tevbe ederek doğru yola giren kullarından eylesin. Amin...[65]
Tevbesinde Durmayan Kulun Allah'a Seslenişi
Hz. Musa zamanında bir adam vardı; bu adam sık sık günahlarına pişman olur, kesin ifadeli tevbeler eder; fakat aradan çok geçmeden sözünden cayarak eski günahlarını tekrar işlemeye dönerdi.
Bir gün her zamanki bin bir cümlelilik konuşmasını yaptıktan sonra Ulu Allah Hz. Musa'ya ettiği tövbeleri tutmayan kulu hatırlatarak şöyle buyurdu. “O'na benim tarafımdan de ki; yaptığı tövbeleri böyle sık sık bozmasın. Bana el kaldırarak gözyaşları dökerek verdiği sözleri aklı ermez bir bebek gevşekliği ile çiğnemesin. Sonra tütün tevbelerini kabul etmemi de yaptığı bütün eski yeni günahlar üzerinde kalır ve huzuruma yüklü günahlarının altında ezile ezile çıkar.”
Hz. Musa (a.s.) bin bir cümlelik konuşmasından döner dönmez o kulu çağırarak, Ulu Allah'ın buyurduklarını ona anlatır. Adam sonuncu defa niyetiyle kesin bir tevbe daha yaparak huy edindiği günahlara son verir, Fakat söz verirken gönülden pişmanlık duyduğu halde iradesi zayıf olduğu için bir kaç gün sonra yine eski günahları işlemeye döner
Hz. Musa (a.s.) tekrar bin bir cümlelik konuşmasına çıktığı zaman Allah Musa'ya yine o kulu hatırlatarak şöyle buyurdu.
“O kuluma benden yana de ki, ona artık iyice küstüm. Vermiş olduğu son sözü de çiğnedi. Artık benden rahmet ve mağfiret dilemesin.”
Hz. Musa (a.s.) dönünce o kulu çağırarak Allah'ın buyurduklarını ona bir bir tekrar eder. Yüce Allah'ın Musa vasıtası ile yolladığı bu haberi duyan kul hemen bir dağa çıkar ve Allah'a şöyle seslenir. “Yüce Allah'ım; bana Hz. Musa ile göndermiş olduğun haber nedir? -O kuluma bildir; beni küstürdü; artık duasını dinlemem- buyuruyorsun. Yüce Allah'ım; senin ulu rahmet ve mağfiret hazinen mi tükenmiştir? Yoksa benim gibi zayıf bir kulun günahı senin affediciliğine üstün gelebilir ki artık o kulumu affetmem buyuruyorsun?
Şerrin kapından boş çevrilince benim ulu kapından başkaca hangi kapım vardır? -Haşa- senden başka benim yalvaran sesime cevap verecek bir Allah mı vardır? Senden başka hiç bir Allahın var olabileceğine asla inanmamış olan bir mü'minin senin esirgeyiciliğinden ümit kesince hali nice olur? Cömertlik ve esirgeyiciliğinden ümit kesince halim nice olur? Cömertlik ve esirgeyicilik senin sayılmaz sıfatlarından değil midir? Bu sıfatların üstünlük ve zenginliği karşısında sinek kadar varlığımla benim işlediğim günahlar ne manâ ifade edebilir?
Eğer senin ululuğuna ve tükenmezliğine gönülden inanıp güvendiğim rahmetin tükendi ise beni azabına çarptır. Senden geleceği için ben azabına da razıyım. Benim için senin azabın da rahmetin gibi hoştur. Değil mi ki sayısız varlıkların arasında beni hususi olarak hatırlayıp bana haber gönderdin. İnanmış, varlığını bir ve ortaksız bildiği Allah'a adamış bir kul olarak bu benim için her şeyin üstünde değer taşıyan bir lütuftur.”
Tevbelerini tutmayan kulun bu samimi seslenişleri üzerine günahlı günahsız bütün kullarını sevgisi ile bürüyen Allah, Musa’ya şöyle seslenmiş.
“O, kuluma de ki benim için mühim olan kulumun her adımda beni gereken şekilde bilmesi ve üstünlüğümü tanımasıdır. Dağ başındaki gönülden seslenişleri ile bana olan gevşemez bağlılığını yeterince isbat etmiştir. Ona git ve benden yana müjdele ki böylesine sarsılmaz bir imanın sahibi oldukça, günahları yer ile göğün arasını bile doldurup taşırsa ben onu yine affederim. Çünkü kulumun dediği gibi ben sonsuz esirgeyici ve bağışlayıcı mutlak Bir'im.”[66]