29 Ekim 2012

ASLA ARKANA BAKMA


ASLA ARKANA BAKMA 

Bir kral bir ermişin basit ve masum yaşantısından çok etkilenmişti. 
Onu kendi ustası olarak kabul etmek istiyordu.
 Ama çok hesapçı bir adam olduğundan ermişi izlettirdi ve araştırttı. 
Görevliler, Bu adamın hayatında hiç bir kara leke yok, o tamamen saf ve basit, o gerçekten büyük bir aziz o bir ermiş diye bilgilendirdiler Kralı. 
Kral ermişin yanına gitti, önünde eğildi ve Efendim sizi sarayıma gelip benimle yaşamanız için davet ediyorumdedi. 
İçinden ne kadar ermişi davet ediyor olsa da onun bu teklifi reddetmesini ve hayır ben basit bir adamım nasıl olur da bir sarayda yaşarım? demesini bekliyordu. 
Onu davet etmiş olmasına rağmen insan zihninin karmaşıklığına iyi bak! onu davet ediyor eğer daveti kabul edilirse büyük bir mutluluk hissetmeyi umuyor ve hala zihninn içinde birşeyler var. Eğer o gerçekten büyük bir ermişse reddedecektir. “Hayır, ben basit bir adamım ben bir barakada yaşarım, bu benim basit yaşamımdır. Tüm dünyayı terkettim, dünyadan vazgeçtim ona geri dönemem” demesini bekliyor. 
Ama ermiş;  Tamam.  tahtırevanını getir seninle saraya geleceğim dedi. Elbette kişi saraya gidiyorsa tarzına uygun davranmalı tahtırevanı getirin”. Kral çok şaşırdı, Bu adam bir sahtekâr bir yalancı olmalı görünen o ki tüm basitliği beni tuzağa düşürmek için bir rolmuş.  Ancak artık çok geçti onu davet etmişti ve sözünden geri dönemezdi. Tahtırevanı getirtmek zorunda kaldı. Ermiş çok mutluydu, tahtırevana bir kral gibi oturdu. Son derece neşeliydi, Kral saraydaki en iyi odayı ona hazırlatmıştı. Yıllardır barakada yaşayan ermiş, saraya varır varmaz şunu getirin bunu getirin şayet sarayda yaşamak zorundaysan bir kral gibi yaşamalısın  diye talimatlar yağdırmaya başladı. Kralın kafası giderek daha çok karışmıştı. 
Elbette onu kendisi davet etmişti bunun için istediği herşeyi getirttirdi. Fakat ermişin bu davranışları Kralın ağırına gidiyor ve her gün daha da ağır bir hale geliyordu. Çünkü Ermiş bir kral gibi yaşamaya başlamıştı. Aslında Kraldan daha iyi. Çünkü Kralın kendi endişeleri vardı ama Ermişin hiç bir endişesi yoktu. Ve Kral şöyle düşündü.  Bu adam bir parazit.
Bir gün artık dayanamadı. Ermişe;  Size birşey söylemek istiyorum  dedi.
Ermiş, Evet, ne soracağını biliyorum. Niçin bu kadar uzun süre bekledin? Boşuna acı çekiyorsun. Senin üzüldüğünü görebiliyorum. Artık bana gelmiyorsun. Ben barakada yaşarken bana sorduğun dini ve felsefik soruları artık sormuyorsun. Niçin altı ayı boşuna harcadın? Sarayına geldiğim o an sormalıydın. Ne soracağını biliyorum ama yine de sor.  dedi. Kral,  Sadece bir tek şey sormak istiyorum. Artık sizinle benim aramda ne fark var? Siz benden daha lüks yaşıyorsunuz ve ben çalışmak zorundayım ülkem için her türlü sorumluluğu taşımak zorundayım ve sizin işiniz yok endişeniz yok sorumluluğunuz yok, artık çıplak olmayı bıraktınız en iyi elbiseleri kullanıyorsunuz o zaman sizinle benim aramdaki fark ne?  diye sordu. Ermiş güldü ve şöyle dedi:  Benimle birlikte gelebilirsen cevaplıyabilirim. 
Başkentin dışına gidelim. Kral, ermişi takip etti. Nehri geçtiler ve uzun bir süre yürümeye devam ettiler. Kral, sürekli olarak daha ileri gitmenin anlamı nedir niye şimdi cevaplamıyorsunuz? diye tekrar etti. Ermiş,  Biraz bekle cevap vermek için doğru noktayı arıyorum dedi. Krallığın sınırına geldiklerinde Kral; Sanırım zamanı geldi sınıra ulaştık.  dedi. Ermiş de:  Aradığım şey buydu ben artık geri dönmüyorum benimle geliyormusun yoksa geri mi dönüyorsun? dedi. Sizinle nasıl gelebilirim? Benim Krallığım, mallarım, karılarım, çocuklarım var.  dedi Kral. Ermiş;  Şimdi farkı görebiliyormusun? Ben gidiyorum ve geriye bir kez bile bakmayacağım. Saraydaydım her türlü zenginliği yaşadım ama onları sahiplenmedim. Sen sahipleniyorsun fark bu.  dedi, Elbiselerini çıkarttı. Çıplak hale geldi. Elbiseleri Krala verdi ve şöyle dedi:  Şimdi, mutlu ol.
Aradaki farkı hatırla! Fark mal, mülk sahibi olmakta değil, mala mülke düşkün olmamaktadır. Ermiş bir kimse hiç bir şeye sahip olmayan kişi değildir. Ermiş, mala mülke düşkün olmayan asla arkasına bakmayan kişidir.     

GÖNÜLDEN SÜZÜLENLER


İçinde " umut " olan bir masal anlat bana, 
Bilmediğimiz bir köyün şiir yüzlü çocuklarına götür sonra. 
Ve masalından uyandırmadan önce 
Gözlerime " gül’üşünü " 
Yüreğime rengarenk " gökkuşağını " giyindir. 
Ve gece uyku tutmayıp 
Bir duvar sonrası nakışlanan ölümde 
Korkularıma inat varlığınla beni cesaretlendir sevgili.

" Zaman aleyhimize olsa da 
Bilmediğimiz bir köyün 
Şiir yüzlü çocuklarına 
Kutu kutu çikolota dağıtmaya geç kalmadık sevgili. "

" Şiir yüzlü çocukların duasını almış bir sevda bizimkisi sevgili. 
Yetimhane köşelerinde annesiz babasızlığına büyüttükleri özlemlerin, 
içinden geçirdik birbirimize olan özlemi. 
Bayram sabahı bir elbise bile alınmayacak kadar büyük yalnızlığı olan, 
çocukların yüreklerinde asılı bir muskanın içinde saklıydık biz. "

Bir kır düğününde ellerimizden gökyüzüne hediye edilmiş binlerce balon olmalı. 
Nihavent sesinden düşen bir hayata eşlik etmeliyim sonra. 
Saçlarının kokusu için kelebekler birbirleriyle yarışmalı ve biz dans kalktığımızda, 
yıldızlar gökten gökyüzüne kaymalı ve her bir yıldız kaydığında, 
binlerce şiir yüzlü çocuk yüreğinde Cennet kapıları sonuna kadar açılmalı sevgili.

Birbirimize sarılmayı özlerken kaç tane taştan bebeği avuttuk bağrımızda, kaç gecenin katline soyunduk. 
Acıyı ateş diye yakıp umudu demleyip hayat çaydanlığında. 
Uçurum öncesi fırtınalara kafa tutup sevdaya binlerce hasret cümlesi bıraktık biz.

" Gül’üşlerindeki umuttan nasiplenip Afrika çöllerini bile çiçek bahçesine çevirebilecek kadar sevdalı tüm hücrelerim. Ömrüm ömrüne feda olsun sevgili. "
Gül’ümsediklerinde her iki yanağında Peygamber çicekleri açan çocukların dualarında büyüyen sevdayız biz. 
Açlığını bir cami avlusundaki çeşmeden içtiği bir avuç su ile gideren bir çocuğun gözleri şahit sevdamıza sevgili.

Terlemiş ömrüme yanaştırdım ılık nefesini. 
Varlığından bir umudu çocukluğumun yalnızlığa serpiştirdim. 
Rastgele bir sözcükler savurmadım saçlarına. 
Yüreğimin en yeşil bahçelerinden koparıp sesinin nihavent sesine gelin ettim yarı aksak mutluluğumu. 
Sen en büyük duamsın ey sevgili. 
Gökyüzünün iki kenarına açtığın ellerinde uyumayı diliyorum. 
Bir daha gözlerimi açmamak üzere. 
Sağıma seni, soluma yıldızları aldım sana geliyorum sevgili. 
Elimde masal kitapları, yüreğimde özlemin ve dudaklarımda ıslanmış bir mutluluk masalım. 
Kan ter içinde, gece dağ tepeyi aşıp sana varacağım. 
Bir bozkır kuraklığından soyunup bir deniz bereketini giyineceğim. 
Kendimin katili olup sende yeniden doğacağım.

Sonu gözükmeyen bir bozkırın yüzyıllık uykusunu uyandırdı bir gül sağnağı. 
Bir fincan umudun ateşlediği ve hasretle yoğrulmuş hayat hamuruna sevdayı mayaladık. 
Sabırla ve özlemle harelendirip Elif kadar dimdik mutlulukları serpiştirdik. 
Bir cümle içinde sırtlarını birbirine dayamış iki kelime olabilmenin hazzında hayata bir Elif miktarı gül’ümsedik sevgili.

Yüreklerimize sürgülenmiş hasrete inat geleceğimize bir sevdayı dua dua nakışladık biz.
Utangaçtı düşlerimiz, sargısızdı özlemlerimiz. 
Sarıldık mı birbirimize, acıya bir tabut daha ayarlardık. 
Ellerimiz avuç içlerimizde yanarken dışarıda sağnak halinde güller yağardı Elif tadında.

” Senden başka hangi yürek 
Kadavra hükmündeki bedenimi tazelerdi ki… 
Hangi göz, 
Bir kez bile dokunmadığı kirpiklerim için 
İsmail’in boğazına sürülen bıçağa canını sürerdi ki …” 
Ey dilsizliğimin dile gelen sevda cümlesi…

Saksılara ellerimizle ektiğimiz ve gözümüzün nuru baktığımız umutlar bak yeşermiş sevgili. 
Umutlanmış tahta beşikte uyuyan Elif. 
Bak beyaz badanalı evimizin önünde bize gülümsemekte. 
Ayakları çıplak yine. 
Haydi Elif’in ayaklarına yüreklerimizi giydirelim. 
Üzerindeki beyaz elbisesine mutluluklarımızı yazmaya gidelim. 
Bir ezan vakti koşalım sana. 
Senin ellerinde deniz kabukları, benim ellerimde cam bilyelerim.. 
Kum saatine baktım da geldim şimdi; vakitlerden kavuşma, günlerden Elif..

Sarı saçlı bir çocuğun gözlerine serdim mavi bilyelerimi. 
Güneşi yüzlerine çizdiğim kız çocuklarına masallar anlatıyorum küçük bir kasabanın tarih kokan sokaklarında. 
Yalın ayak ayaklarımla koşuşturduğum veresiye aldığım şekerleri delik ceplerimden döke döke o sarı saçlı kız çocuklarına koşuyorum. 
Sonra gülüşlerinden kanayan yaralarıma şifalar diliyorum. 
Benek benek çiçekli elbiselerinden kara kışlarıma baharlar serpiştiriyorum. 
Sonra dağın eteklerinden bir rüzgar esiyor gülüşü Cennet kız çocuğu düşlerime. 
Bir umut doğuyor bulutların arasında. 
Gülüyorum, gülümsüyorum. 
Sarı saçların altındaki tebessümleri çalıp bir mutluluğa filiz oluyorum.

Omuzlarımın eğikliğine denk gelmedi mi hiç gözlerin. 
Sana gelen yolları aşındırdı o omuzlar. 
Ve kaç yol üstü molası çığlığı saklıdır üstünde ve kaç suskun tabuta omuz verdi omuzlarım. 
Uzaklığı hiç aldırış etmedim ben. 
Gelecektim sana, bir gün kavuşacak için varacaktım sana / gitmek için değil. 
Ayaklarımın yavanlığından, tahta arabalı çocukluğumun hiç anlamı yok sana gelen yolculuklarıma denk gelen. 
Bastırdıkça özlemlerimi, küllerini derime enjekte etmekten bir tahta kovuğuna gelin ettim. 
Eğiktim, büzüldüm ama hiçbir zaman eğilmedim yokluğuna. 
Ve hiçbir zaman uzaklığına yokluğunu karıştırmadım. 
Bensizliğin, bir günlük insan yürüyüşü kadardı. 
Yokluğun adınla başlayıp gözlerinin güzelliğiyle bitirdiğim cümle kadardı işte. 
Varlığın ise bende koca ömür..

Sevda için bir umut için savaşmak bu. 
Kaybettiğin sadece o savaşın hüznü için kendini boğduğun ve umutsuzluğa gebe kaldığın an’dır. 
Tıpkı elindeki ekmeği yere düşürdüğünde onu yerden kaldırıp alnına sürüp bereketine şükretmektir. Hayatın içinde hepimizin bir savaşı var hem de amansız belki de kimilerinin bu savaşı tek başına. Yenilecekleri aşikar olsa da savaşmak. 
Elinde silah, teçhizat olması gerekmiyor bunu yapabilmek için. 
Her şeye inat her olumsuzluğa inat nefes almaktır savaşmak. 
Gelemeyeceğini bilsen de dört gözle beklemektir savaşmak. 
Ne olur savaşın aşk için. 
Saflarınızı mutlulukla ve umutla sıklaştırın ve kaybetseniz de sadece içinizdeki hayata bir şey olmayacak. 
Biraz hüzün biraz gözyaşı. 
Bırakın her sabah yatağınız tek başınıza kalabiliyor olmak, isteklerinizi dertlerini ve çığlıklarınızı anlatabiliyor olmak, ellerinizi ve ayaklarınızı istediğiniz gibi oynatabiliyor olmak ve dilediğiniz süre gülümseyebilmek. 
Bırakın hayat size istediğiniz ya da hayal ettiğiniz hiçbir şeyi vermemiş olsun ama siz olursa olsun hayata dair bir miktar umut besleyin. Nefes aldığınızı bir tebessüm ile şükrediniz. 
Biliniz ki herkesin bir derdi var dertler bitmez. 
Ama umut ve mutluluk bugün yanınızda olmasa da bir gün mutlaka sizinle olacaktır. 
" Hayat umut ettiğin kadardır."

Suretini unuttuğum bir masalın ayak uçlarından sesleniyorum şehrine. 
Bir dakika önce senin ayak basma ihtimalinin var olduğu sokaklarda yalpalayan rüzgara inat bir deniz kokusu. Kalabalıkların içindeki tenhalığa zorlanmış bir geminin gökyüzüne değen alnında vuruyorum sözleri ayak ucundan. Sıkıyorum en namert yerinden cümleleri acıya. 
Geçer bu da geçer diyerek kanamalı bir acına ortak ediyorum kendime. 
Payıma mutluluk düşmüşken , bu fakir adama sevdan bir paye edilmişken seni seviyorum diye avazım çıktığı kadar bağırıyorum.

Yüzünün utangaç yanında birikmiş binlerce çocuğun bayramlık elbise düşü saklı. 
Plastik oyuncakların bile içini ısıtacak gül’üşünü dua diye saklayıp yüzyıllık uykularından uyunan sevdalıların tercümanı olduk biz sevgili. Geceyi aydınlatan gözlerinden bir ışık hüzmesi yolla, tüm karanlıklarım firar etsin.

Acılarımızdan ayıkladığımız bir fincan umutla sarıp küçücük mutluluklardı bizim bayramlarımız. 
Ne zaman hüzün perdelese gözlerimizin iç yazgısını, sesimizdeki ince bir gül’üş yeterdi bir ömür boyu düşsüzlüğümüze. Sade ve birkaç cümleye sığacak kadar kısaydı birbirimize olan sevdamız ama aldığımız her nefeste yeniden tazelenen bir ömür kadar kocamandı yüreklerimiz.

Her bir gül’üşünde şiir yüzlü çocukların yüzüne bir mutluluk kipi serpiştiriyorum. 
Sesinin ince nağmesiyle avutuyorum dilsizliğimi. 
Nefesini yağdırıyorum sağnak sağnak, sol yanıma umutlarının felcini indiriyorum ve şah damarıma yazıyorum adının tüm harflerini. Adına sevda diyorum; günlerden umut. 
Sana sevda / umut dedikçe, ölümlerden ayıklanmış bir hayat diliyorum sana sevgili.

Her bir gül’üşünde yeniden ölümü kefenliyorum sevgili. 
Varlığına binlerce umudu paylayıp ellerinde balonlarla bir deniz kıyısında kavuşacağımızı günü ilmekliyorum gözlerime. 
Harf harf işliyorum yüreğimin mutluluk coğrafyasına. 
Ve ne zaman adın bir cümlenin içinde mutluluğa yaslansa, nihavent sesine uzanıp Cennete yalın ayak koşuyorum sevgili.

Kağıttan evlerimiz, güllerden gökyüzümüz vardı sevgili. 
Acıdan olma, umuttan doğma " mutluluklarımız " vardı yüzümüzde beliren her bir gül’üşümüzde. Sarıldık mı birbirimize, tek bir alfabe düşmezdi satırlara. 
Saçlarının kokusuna sarhoş olur, ellerini tuttuğumda karanlıklarıma " aydınlık " doğardı.

Bir luna parkın içinde kaybettiğim pamuk şekerlerimi gözlerinin kahverengi gözlerinde buldum. 
Bir kargo poşetinin içinde sakladığım mavi bilyelerime nefes oldun sen. 
Bir kum saatini elinden alan yüreğim küçük bir çakının şahitliğinde sana özlem yangınları büyütüyor. 
Bir iskelenin kenarında yüreğime dayadığım ahizenin arkasındaki yüreğimi yüreğimden yakala. 
Ve sesini ararken bir sahilde, sen soluk soluğa koş ve bir Elif miktarı sarıl bana. Ve hiç bırakma..

Sevdamıza tanık binlerce rengarenk balonlar getirdim. 
Hafiften yağmur düşerken uzaklığımıza, acılarımıza bir şemşiye ile değil sevdamızla göğüs gerdik değil mi sevgili. 
Birazdan dilimizden düşürmediğimiz şarkı çalınan radyoda. 
Hadi sesini aç yüreğinin de, dolayım nefesinin hayat gözeneklerine. 
Saçlarını da çöz de sevgili, yıldızları öreyim köklerine.. 
Elif elinde rengarenk balonlarıyla beklerken, sevdanın uzaklığına aldırış etme.

Tekil bir yalnızlığın içinden uzat ellerini. 
Utangaç yanaklarında bir tebessüm belirse üşengeç yaralarıma şifa diye sürüyorum gözlerini. 
Ellerini ellerimle yakalayıp avuçlarından kayıp giden bir terin akıbetine aldırış etmeden koca gövdeme 
umutlar serpiştiriyorum. 
Belirtisiz ya da yeknesak bir cümlenin içinden geçip sen’li bir varlığına nüfuz ediyorum. 
Soyunuyorum, üryanlığıma bir yangın bileyip azı dişlerimin sancısından bir sevda doğuruyorum. 
Doğan her düş’e bir kurban veriyorum. Azat ediyorum tüm gurbet kuşlarını. 
Ve sana gelirken tüm yollara en sevdiğin çiçeği ekiyorum sevgili.

Ekmeğimden, terimden sakınıp bir uçurtmalar alamadım sana. 
Oysa baba yadigarıydı marangozluk. 
O tahtaya yüreğini katıp tahtaya işlerdi içini. 
Ve ben onun kocaman ellerin tersine küçük ellerimden bir mürekkebe yaslıyorum düşlerimi. 
Sana gelirken ki cam kenarı biletleri biriktirip kağıttan gemiler bıraktım avuçlarına. 
Sokağına bir söz bıraktım karanlıkta üşüme diye. 
Sabahı müjdeleyen vapurların içine ıslak mektuplar bıraktım. 
Ne zaman umutsuzluğun bir iskeleye vurursa o el yazması mektuplardan mutluluğu ayağa kaldırır diye. Ve bir yürek bıraktım. 
İhmal ettiğin öğle yemeği vaktinde iştahsızlığına ve yalnızlığına bir mutluluk besini olsun diye.

Gökyüzünden mutluluk sağnağı, elllerimizle umuda bir ağ atıyoruz yürüdüğümüzün yüreğine denk gelecek şekilde. 
Acıya tek bir zırnık vermiyoruz. 
Acıya tokuz biz. 
Mutluluğa, umuda aç iki nefesli bir dünyanın sevdasıyız biz. 
Sonra bir ekmek arası huzur niyetine yolcu ediyoruz göçmen kuşları. Bir küçük balıkçı kulübesinden yıldızlara selam yolluyoruz. 
Ateşe yarenlik, suya mahzenlik ediyor gönüllerimiz. 
Velhasıl sevgili, bir sen bir ben ve biz koca bir ömür oluyoruz. 
Ölümü öldürmekten vazgeçiyoruz. 
Ölümü avuçlarımızda açmış bir gül tezahür ediyoruz, umudu ise hayat diye geçiriyoruz nüfusumuza. 
Ve güller yağarken saçlarımıza bir kır düğünü başlıyoruz el ele yüz yüze koşa koşa ölüme gittiğimiz yerde..

Bir düş düştü düşsüzlüğüme. 
İlkin taş bebeklerin susuz çığlığında aradım seni, sonra bezden yapılmış kız çocuğunun saçlarında. 
Tel tel döktüm yüreğimi avuçlarına. 
Nadasa bırakılmış bozkır gibiydi yüzüm, hiçbir tebessüm çiçek vermezdi bahçelerimdi. 
Yavandım, yalandım ve koca bir yandım kısırlığın yüzüne aşikar. 
Ama sen geldin, umut dedim sana. Yar edindim kendime pay edilmiş paydan. 
Kısır gövdeme inat bir düş yeşerttim. 
Bir iskelenin aydınlık yüzünde bezden bebeklerle bekliyorum seni.. 
Sende bana gelirken kargo paketiyle yolladığım mavi bilyeleri getirmeyi unutma emi.

" Morglardan ayıkladığımız her bir cümleye 
İlmek ilmek hayatı yüklüyorduk 
Onca yükü taşımayan her bir aşkın tabutuna 
Omuz veriyorduk sonra. 
Uzayıp giden ayrılık mezarını gördükçe, 
Seccade aramadan, 
Olduğu yerde 
Varlığımızın şükrüne duruyordu alnımız. 
Ayrı ayrı gökyüzünden nasiplense de gözlerimiz, 
Aynı yola çıkıyorduk istikametlerimiz. 
Sen sevda yolundan koşarken bana, 
Ben tali bir yoldan çıkıyordum yüreğine."

Orta Anadolu’ da yaz ortasında geçiştiren yağmurlar gibi 
Geçiştirildi kır düğünü özlemlerim. 
Yetimhane çocuklarının sevinçleri gibi yavandı dudak kenarlarım. 
Yaşadığım iklim gibi karasal ve kuraktı gülüşlerim. 
İç kanamalarım vardı gece 
sancılanıp, 
Gündüzleri tok karnına unutulan. 
Dizlerimin üstüne düşmelerim vardı çocukluktan kalma, 
Hep körpe ve hep sargısız. 
Umutlarım vardı, duvağı hiç açılmamış. 
Bir de gözlerimin içinde saklı nikahsız mutluluklarım.

Dilini yitirmiş bir cümleyim. 
İçimde birikmiş nice söz var şimdi. 
Sıraya geçmiş bir kalabalık herşey, her söz. 
Avazım çıktığı kadar sarılmak istiyorum sana. 
Bağırmak delice. Duvarlara vurup vurup geri dönecek kuvvetli bir nefesin içinde pey 
…dalanmış bir söz dizimlerim var içimde. 
Yakılmış, yaralanmış ama içimde bir sus’ku. 
İçimde bir yanardağ var ama kusamıyorum. 
Dışımda közler birikmiş yanıyorum diyemiyorum. 
Susuyorum, gözyaşlarımı bile haykıramıyorum. 
Sessizlik ne zormuş Ya Rab. 
İçime, dilime dolanmış düğümleri çöz. 
Bir alfabeyi bağışla bana. 
Doya doya içeyim cümleleri sonra da dudaklarımdan bir hayata sürgün edeyim sözleri. 
Biliyorum ben harfleri ilkokul terkten bıraktım ama içimdeki sözleri şimdi haykıramıyorum. 
Şimdi konuşamadığım dudaklarımı sadece ısırıp ağlamak için kullanıyorum. 
Ne acı cümle cümle susmak içinde.. 
Ya Rab kanatma dudaklarımı. 
Bu sessizlikle imtihan etme beni. Beni bir cümleye bağışla. 
Konuşamayan Nineciğime ses oldum

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...