23 Nisan 2014

İLK KAN





İLK KAN

Tarihçiler gerçeği sevmelidir. Bir tarihçi sadece gerçeği yazmakla yüküm­lüdür. Tarihçiler yazmadan önce tüm ilgili kaynaklara bakmak zorundadırlar. Ken­di önyargılarını gözden geçirmeli ve bunların gerçeği etkilememesi için ellerinden geleni yapmalıdırlar. Ancak bundan sonra tarih yazmalıdırlar. Tarihçilerin temel ilkesi şudur: “Bir konuyu bütün yönleriyle ele al; önyargılarını bir kenara bırak. İşte o zaman gerçeği bulmayı ümit edebilirsin.”
Tarihçiler her zaman bu ilkeyi izlerler mi? Hayır, fakat iyi tarihçiler gayret gösterirler.
Bir tarihçinin görevinin gereğini yerine getirip getirmediğini anlamanın yolları vardır. Tüm önemli ilgili kaynakları incelemelidir. Amerikan tarihi ile ilgili bir kitap sadece Fransızca kaynaklara dayanıyor, Amerikan kaynaklarından fayda­lanmıyorsa gerçek tarih olamaz. Önemli olayların hepsi dikkate alınmalıdır. Alman ve Yahudi tarihi ile ilgili bir kitap Holocaust’ta öldürülen Yahudilerden bahsetmi­yorsa gerçek kabul edilemez. İnsana rahatsızlık veren olaylar, yanlış düşünce ve önyargılarla uyuşmayan olaylar bir tarafa bırakılmak ve göz ardı edilmek yerine ele alınmalıdır. Türk ve Ermeni tarihi ile ilgili yazılmış bir kitap Ermeniler tarafından öldürülen Türklerin tarihini ihtiva etmezse gerçek sayılamaz.
Bu gayet açık. O kadar açık ki zikretmek bile gereksiz. Fakat biz bunun zikredilmesinin gerekli olduğuna inanıyoruz, çünkü bir çok tarihçi doğru tarih yazmanın ilkelerini unutmuş.
Siyasetçilerin de tarihçiler gibi gerçeğe ulaşma görevleri vardır. Siyasetçi­ler tarihle ilgili bir açıklama yaparlarsa, tarihçilerin görev ve yükümlülüklerini de üzerlerine almış olurlar. Tarihsel kayıtları, hatta kayıtların tümünü dürüstçe ince­lemek zorundadırlar. Siyasal baskı gruplarının söylediklerini doğru kabul etmeme­lidirler. Başkalarının doğru kabul ettiği şeyi doğru kabul etmemelidirler. Kendi
Bu yazı, Amerika’lı Profesör Justin McCarthy’nin 2002 yılında vermiş olduğu “First Shot” adlı konferansın çevirisidir.
Önyargılarından hareketle herhangi bir şeyi kabul etmemelidirler. Siyasetçiler tarih konusunda beyanda bulunacaksa, tarihle ilgili konularda kararname çıkaracaklarsa, tarihin ilkelerine uymak zorundadırlar. Aksi takdirde, siyasetçilerin açıklamaları gerçeği yansıtmayacaktır. Böyle davranmak siyasi açıdan kendilerine faydalı olabi­lir. Belki oylarını da artırabilir. Ama bu, hiçbir zaman gerçek olamaz.
Şu tekrar açıkça ifade edilmelidir. Şayet siyasetçiler kendilerini tarihçi sa­nıyorlarsa, tarihçilerin de ilkelerine uymak zorundadırlar. ‘Sözde Ermeni Soykırımı’ konusunda karar çıkaran parlamentolar derslerini maalesef iyi öğrenememişler. Bu parlamenterlerin tarih konusunda insanı dehşete düşüren açıklamaları kötü tarihçi­liğin örneklerindendir. Ermenilerle ilgili karar alan Fransız veya Avrupa Birliği Parlamentosu önyargılarıyla çelişen herhangi bir kanıtı göz önünde bulundurmuşlar mıdır? Asla. Başkan Jacques Chirac kısa bir süre önce tüm hükümetlerin Ermeni Soykırımını kabul etmelerinin gerektiğini söylerken, Osmanlı arşivleri dahil tüm kaynakları detaylı olarak incelemiş midir? Hayır. Amerikan Kongresine ‘Ermeni Soykırımını’ kabul ettirmeye çalışanlar bu çatışmalarda milyonlarca Türk’ün öldü­ğünü kabul etmişler midir? Asla. Bu önyargılı tarihçilerin düzmece tarihinde ölen­ler sadece Ermenilerdir.
Fransız Parlamentosu veya Avrupa Birliği Hükümet üyelerinin hiçbir za­man tarihçilerin prensiplerine uymadıkları iddia edilir. Tarihsel konularla ilgili kapsamlı araştırma yapmaya vakitleri yoktur. Tarihle ilgili hemen hemen hiçbir eğitim almamışlardır. Arzu etmeseler de onlara şunu salık veririm: Gerçeğe ulaş­mak için gayret göstermiyorsanız, hiçbir şey söylemeyin.
Şunu itiraf etmeliyim ki, bir tarihçi olarak meseleyi tüm yönleriyle incele­meyi bir tarafa bırakıp ön yargılarıyla ve politik çıkarları için konuşanlara kızıyo­rum. Ayrıca, beni Ermeni meselesini tüm yönleriyle incelediklerini söyleyen ancak böyle bir şeyi yapmayan insanların iki yüzlülükleri de kızdırıyor.
ERMENİ SOYKIRIM YALANI
Tarihsel bilgi tartışmaya dayanır. Bir meseleyi tüm yönleriyle anlayabil­mek için gayret göstersek de hepimiz yanılabiliriz. Bütün tarihçiler hata yapabilir. Hatalarımızı tartışma ile anlayabiliriz. Bizden farklı düşünenleri dinler, delillerimiz değerlendirir, bazen de fikirlerimizi değiştirebiliriz. Başkalarının delillerini hesaba katmayanlar bilim adamı olamazlar. Başkalarının değerlendirmelerini görmezlikten gelenler gerçek tarihçi değildir.
Son günlerde Almanya ve Amerika’ da Ermeni meselesi ile ilgili çeşitli toplantılar düzenlendi. Amerika’dakiler genellikle kapalı kapılar ardında yapıldı. Gizliydi. Toplantılara katılanlar dışında, hiç kimse bu toplantılarda ne olup bittiğini bilmiyor. Bazı toplantılara az sayıda izleyici kabul edildi, ama ‘Ermeni Soykırımına’ şüpheyle bakan konuşmacılara hiç yer verilmedi. Buna rağmen bu toplantılara hem Ermenilerin hem de Türklerin katıldığı ilan edildi. Ermeni milli­yetçiler, “gördüğünüz gibi Türk bilim adamları da bizimle aynı görüşte”, dediler.
Kim bu Türkler? Topluluklarına katılmalarına izin verilmeden bir testten geçen insanlar. Bu topluluğun bir üyesi olmadan önce Türklerin ‘Ermeni
Soykırımını’ kabul etmeleri gerekir. Ermeni milliyetçileri kendileriyle aynı fikirde olmayanlarla asla bir araya gelmezler; hatta konuşmazlar. Bunun için, bu toplantı­ların bilimsel niteliği yoktur; bunlar olsa olsa Türkleri mahkûm etmek isteyen kişi­lerin bir araya geldiği siyasi toplantılardır. Maalesef Türkleri mahkûm etmeye çalı­şanların bazıları da Türk.
Burada şaşılacak bir şey yok. Size ideolojilerini, tarihsel muhakemelerini bir yana bırakan Türklerin de olduğunu hatırlatmama gerek yok. Fikir ayrılığı iyi bir şeydir, çünkü bilgelik tartışmaktan doğar. Ancak bu tür tartışmaların ana mese­lesi de işte budur. Bunlar tartışmak için düzenlenmemişlerdir.
Son zamanlarda Ermenilerle görüşen Türkleri kınayan birçok elektronik posta ve mektup okudum. Diğer Türkler de onları bir yönüyle ülkelerine ihanetle itham ediyorlar. Bu asla doğru değil. Hiçbir bilim adamı çoğunluğun paylaşmadığı şeyleri söyledikleri için suçlanmamalıdır. Özgürlük bilimselliğin temelidir ve yan­lış yapma özgürlüğünü de kapsar. Kendileriyle aynı fikri paylaşmayanları suçla­mak, profesörlerin evlerini bombalayan, öldüren, bilim adamlarını tehdit eden ve adaletten uzak Fransız yasalarından yararlanarak konuşmaya cesaret eden profesör­lere dava açan Ermeni milliyetçilerinin takip ettiği bir yoldur.
Umarım Türkler hiçbir zaman bu yolu takip etmezler. İstanbul ve Ankara’­da kitapçıları dolaştığımda, Türkler tarafından yazılmış Türkçe kitaplar görüyorum. Bu kitaplar Türklerin soykırım yaptıklarını iddia ediyor. Ermeni milliyetçileri tara­fından yazılmış gibi gözüken röportajlar içeren Türk gazeteleri okuyorum. Yazılan­lara gülüyorum. Bazen de kızıyorum. Ama yazmanın ve konuşmanın güzel bir şey olduğuna inanıyorum. Bu tür yazılar Türkiye’nin farklı görüşlere izin verecek kadar olgun ve özgüvene sahip bir ülke olduğunun kanıtıdır.
Peki, bu nedenle bilim adamları eleştirilmeyecek mi? Evet. Onları hiçbir şekilde tasvip etmiyorum; benimle aynı fikirde olmadıkları, yanlış yaptıkları ve Türkiye’ye ihanet ettikleri için değil, onları bilimselliğe ihanet ettikleri için suçlu­yorum. Gizli toplantıları kınıyorum. Aralarında konuşup bunu diyalog şeklinde göstermeye çalışan herkesi suçluyorum. Farklılıkları reddedenleri onaylamıyorum.
Gizli toplantıları sürdüren Türk ve Ermenilere tek bir sorum olacak. Yalnız ideolojik dostlarıyla konuşan Türk veya Ermenilere tek bir sorum var. Her türlü bilimsel tartışmayı reddeden Türk veya Ermenilere bir sorum var. Niçin korkuyor­sunuz?
Dürüst bir tartışma için davetimi tekrarlıyorum. Davalarına inananlar sa­vunmalarını da sözleriyle yapmak mecburiyetindedirler; tartışmak için istekli olma­lı ve sadece kendileriyle aynı fikri paylaşanlarla konuşmamalıdırlar.
Parlamenter ve tarihçilere bir önerim daha var: Siyaseti bir tarafa bırakın ve tarihle ilgili sorular sorun. Ermeni ve Türk tarih çalışması şu asli soru sorulma­dıkça incelenemez: Türklerin yaptıkları, soykırım veya müdafaa, nasıl ifade edilirse edilsin Türkler bunu niçin yapmış olabilir?
ERMENİ SOYKIRIM YALANI
Ermeni milliyetçilerinin beyanlarındaki en önemli meselelerinden biri Türklerin Ermenilere neden saldırdığı sorusudur. Türkler ve öteki Müslümanlar, Müslüman bir imparatorlukta çoğunluktaydılar. Asırlarca Ermenilerle beraber ya­şamışlar ve Ermenilerin dinlerini ve geleneklerini sürdürmelerine izin vermişlerdir. Fakat, Ermeni milliyetçilerine göre, Türkler aniden Ermenilere saldırmaya karar vermişler. Bundan da kötüsü, Türkler planlı bir soykırımla tüm Ermenileri yok etmeye karar vermişler. Ermeni milliyetçileri Türkler için atfettikleri bir sürü hayali planla birçok neden üretmişlerdir. Türkler Ermenilerin mallarını çalmayı düşünüyorlarmış. Anadolu Türklerini Orta Asya’ya birleştireceklermiş fakat Ermeniler yollarının üzerinde bulunuyormuş. Osmanlıların Balkan savaşlarından gelen mülte­cileri yerleştirmek için Ermenilerin yaşadığı topraklara ihtiyacı varmış. Daha duy­gusal nedenler de uydurulmuş: Türkler Ermenileri kıskançlık sebebiyle öldürmek istiyorlarmış, çünkü Ermenilerin üstün olduğuna inanıyorlarmış. Yoksa Türklerin din düşmanlığından kaynaklanan sebepleri mi var?
Türkler Ermenilerin mallarını gasp etmek istemişler midir? Şayet öyle ol­muşsa, İstanbul, Edirne ve İzmir’deki zengin Ermenilerin mallarına dokunmayıp, Doğu Anadolu’daki yoksul Ermenilere karşı savaş açmaları bir hayli tuhaf. Türkle­rin Ermenilerin mallarına imrendiklerini hiçbir zaman ispat edemeyiz. Fakat malla­rını kimin çaldığını sorabiliriz. Hırsız kimdi? Mağdur kimdi? Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman Ermeniler Erivan, Karabağ ve Kars’ta Türklerden ele geçirdikleri topraklarda yaşıyorlardı. Türkler Ermenilerin topraklarını değil, Ermeniler Türkle­rin topraklarını çalmışlardı. 1. Dünya Savaşı esnasında, Ruslar Doğu Anadolu’yu işgal ettiklerinde bir kez daha Türklerin ve Kürtlerin mallarını talan eden Ermenilerdi. Anadolu Müslümanları evlerini ve çiftliklerini kaybettikten 100 yıl sonra intikamlarını alır ve Ermeni topraklarını ele geçirirler.
Orta Asya Türkleriyle birleşme arzusu başta Enver Paşa olmak üzere bazı Osmanlı liderlerinin ilginç ülkülerinden biriydi. Bu, Azerbaycan hariç hiçbir zaman ciddi bir şekilde düşünülmemiştir. Ermeniler böyle bir plan için nasıl engel olabilir­ler ki? Orta Asya’ya giden yol Ermenistan’dan değil İran’dan geçiyordu. Ermenistan üzerinden geçmeyi düşünmeleri için çılgın olmaları gerekir. Bunu ispatlamak için haritaya bakmak kâfidir. Orta Asya’ya varmak için kuzeye ilerleyen Türk Ordusu Kafkas dağlarının zirvesinden, çöl ve step alanından geçmek zorunda kalacak, so­nunda Aral Denizi’nden güneye ulaşacak. Bunu Enver Paşa bile deneyemezdi. Cengiz Han bile kıyı şeridinden gitmişti. Osmanlı Anadolu’sunda yaşayan öteki Ermeniler Osmanlıların doğu çıkartması esnasında yollarını keser miydi? İlerleme­yi engellemek için orduları harekete geçirseler mesele oluştururlardı. Gerçekten de Osmanlılara karşı silahlandılar, fakat Ermeni ayaklanmasının Orta Asya ile hiçbir alakası yoktu.
Osmanlıların Balkan savaşı mültecilerine yer bulmak maksadıyla Ermeni topraklarına göz diktiği iddiası tamamen yanlıştır. Mültecilerin tamamı 1. Dünya Savaşından önce yerleştirilmişti. Hepsinin yerleştirildikleri yerler Trakya ve Batı Anadolu idi, Doğu Anadolu değil.
Türkler kendilerinden üstün olduklarını düşündükleri için mi Ermenilerden nefret edip, onları öldürmeye kalkıştılar? Hiçbir Osmanlı arşivinde veya beyanında böyle bir kanıt yoktur, fakat benim tercih ettiğim kanıt Türklerle yaşamış olan her­kesin kanıtıdır. Son 35 yıl içinde birçok Türk’le tanıştım. Bu Türklerin çoğu insan­ların eşit olduğunu düşünüyorlardı. Türklerin hiçbirisi Türklerin herhangi birinden aşağı olduklarını düşünmüyordu. Osmanlı Türklerinin de farklı düşündüklerini sanmıyorum.
‘Dini nefretle’ alakalı iddialara gelince, tarih bunun gülünecek bir yalan ol­duğuna işaret ediyor. Müslümanların, Ermenileri 700 yıl boyunca kabul ettikten sonra, İslam’ın hükümlerini bir kenara bırakarak Hıristiyanların haklarını reddede­ceklerine kim inanır? Osmanlı tarihinin hoşgörü konusunda örnek olduğu ve Hıris­tiyan devletlerden çok daha iyi bir geçmişe sahip olduğunu kim unutabilir? Hayır, Doğudaki Müslümanlar Ermenilerden nefret etmeye ve korkmaya başlamışlardı, fakat bu, Ermenilerin ve Rusların yaptıklarından dolayıydı.
Ermeni milliyetçilerinin tartışmaları son tahlilde tek bir iddiaya dayanır: Türkler delidirler. 700 yıl boyunca birlikte yaşadıktan sonra Türkler bir anda Er­menilerden nefret etmeye başlamış ve onları öldürmeye karar vermişlerdir. Bundan başka hiçbir açıklama Ermeni milliyetçilerinin Türkleri suçlama isteğini tatmin edemez. Sözde soykırım için yapılan tüm açıklamalar Türklerin tamamen akıl dışı hareket ettikleri iddiası üzerine kurulmuştur.
Bu açıklamaların mantıklı olduğuna dair tartışmalar da duydum. Neticede, Almanlar da Yahudileri öldürdüklerinde akıl dışı hareket etmişlerdir. Aralarındaki farklar araştırılmaya değer. Nazilerin Yahudi düşmanlığı konusunda uzun gelenek­leri var. Avrupa tarihi Yahudilere yapılan saldırılarla doludur. Aynı zamanda, Al­manların Yahudilere karşı karalayıcı ve şeytani bir edebiyat geleneği vardır. Bu nedenle Hitler ve yandaşları uzun bir nefret geleneğinden yararlandılar. Yahudilere karşı iktidara gelmek için önyargıları bir araç olarak kullandılar.
ERMENİ SOYKIRIM YALANI
Benzeri bir durum Osmanlı İmparatorluğu’nda görülmüş müdür? Ermeni ayaklanmaları başlamadan önce, Ermenilere, Almanların Yahudilere yönelik saldı­rılarına benzer saldırılar yapılmış mıdır? Hayır. Osmanlı popüler edebiyat gelenek­lerinde Ermeni karşıtlığı mevcut mudur? Hayır. Herhangi bir Türk siyasi partisi kampanyasını Ermeni düşmanlığı fikrine dayandırmış mıdır? Hayır. Esasında, Er­meni milliyetçiler Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanıyorken bile, diğer Er­meniler Osmanlı devletine memnuniyetle kabul ediliyorlardı. Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu’nda yüksek mevkilere gelmişlerdi. Avrupa tarzı ırksal düşmanlık Osmanlı İmparatorluğu’na yabancı bir konuydu. Alman Yahudilerinin ölümü ile sonuçlanan bir önyargı Osmanlı İmparatorluğu’nda hiçbir zaman gerçekleşmedi. ‘Irksal düşmanlığın’ Ermenilere karşı saldırganlığa yol açtığına dair iddialar tama­men hayal ürünüdür.
Türkler ve Ermeniler arasında ortaya çıkan çatışma için geleneksel sebep­ler bulmaya çalışmak daha anlamlıdır. Türklerin Ermenilerle savaşmalarının gerçek sebebi kolayca açıklanabilir ve tamamen makuldür: Türkler, kendilerini savunuyor­lardı.
Bu, bir diğer soruyu beraberinde getirir: Türkler ve Ermeniler arasındaki savaşı kim başlatmıştır? Saldıran taraf kimdir? Kendini savunan taraf kimdir?
Diğer tarihçiler ve ben genellikle bu sorulardan kaçınmışızdır. Türklerin ve Ermenilerin tarihi üzerine düşüncelerimi dile getirirken ve yazarken, bu savaşı insanlık tarihinin talihsiz bir dönemi olarak nitelendirmişimdir. Hatta, asıl konunun kimin haksız olduğu değil, Türkler ya da Ermeniler olsa da, insanlığın acı çektiğini söylemişimdir. Bu, hala en önemli husustur. Fakat, saldıran tarafın kim olduğu sorusu şu anda göz önünde bulundurulmalıdır, çünkü tüm insanlığın acısına merhamet etmek, Türkleri suçlayan siyasileri hiçbir zaman tatmin etmemiştir. Ermeni milliyetçileri herhangi bir biçimde Türklerin acılarından bahsederken, Türklerin ölüm nedeninin savaş, Ermenilerin ölüm nedeninin ise soykırım olduğunu belirt­mişlerdir. Önce Türklerin Ermenilere zulmettiklerini, daha sonra da kendi başlattık­larının mağduru olduklarını söylemişlerdir. Bu doğru mudur? Türkler Ermenilere saldırdıkları için mi acı çekmişlerdir? Olanlar Türklerin suçu mudur ve bu yüzden Türklere daha az merhamet mi göstermeliyiz? Bu soruları cevaplamak için Türkler ve Ermeniler arasındaki çatışmaları kimin başlattığını araştırmalıyız.
Genellikle söylenilenlerin aksine, Türkler ve Ermeniler arasındaki çatışma 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nda değil, 18. yüzyılda dönemin İran İmparatorluğu’nda ortaya çıkmıştır. İçlerinde Ermeni Kilisesi yetkililerinin de bulunduğu Ermeniler, Rus istilacılarıyla güç birliği yapmışlardır. 1796′da, Rusların Derbent Hanını mağlup etmesi ve Derbent şehrini ele geçirmesine, o şehirde yaşa­yan Ermeniler aracı olmuştur. 1790′larda, bir Ermeni piskoposu, Ermenilerin ‘ken­dilerini Müslüman himayesinden kurtarmak için’ Rus birliklerine katılmaları gerektiğine dair vaazda bulunmuştur. Azerbaycan Ermenilerinin çoğu tarafsız kalmış­lardır, fakat taraf tutanlar Rusları desteklemiştir. Ermeni gönüllü askerleri, Azer­baycan ve Erivan’ın Ruslar tarafından işgali süresince Ruslarla yan yana savaşmış­lardır.
Ermenilerin Ruslara karşı sadakati, her şeyden ziyade Rus himayesi altında yaşama arzularından bellidir. Ruslar Karabağ ve Erivan’ı ele geçirdiklerinde, ora­larda yaşayan ve çoğu Türk olan Müslümanları öldürmüş ya da tahliye ettirmişler­dir. Müslümanlardan kalan boş ev ve arsaları İran’daki ve Osmanlı Anadolu’sundaki Ermeniler almıştır. Sonraki on yıl boyunca ne kadar Türk tahliye ettirildiyse, o kadar Ermeni onların yerini almıştır. Unutulmamalıdır ki, Rus istilası ger­çekleşmeden önce, bugün Ermeni Cumhuriyeti olan topraklardaki nüfus çoğunlu­ğunu Türkler oluşturmaktaydı. Fakat istiladan kısa bir süre sonra, çoğunluk artık Türklerin değildi.
Ermeniler, Güney Kafkasya bölgesinde 700 yıl boyunca Türklerle beraber yaşamışlardır. Ne Türklerin ne de Ermenilerin yaşamları kusursuz olmuştur, fakat Türklerin o bölgeye gelişinden 700 yıl sonrasında Ermenilerin hala orada yaşıyor oldukları gerçeği, Ermenilere hoşgörü ile muamele edilmiş olduğunun ispatıdır. Ermeniler dağlarda saklanıp ateşli bir şekilde bağımsızlık mücadelesi vermek du­rumunda değillerdi. Bölgenin her kısmında ikamet ediyor ve şehirlerde çalışıyor­lardı ki istenilseydi buralarda kolaylıkla yok edilebilirlerdi. Fakat barış içerisinde yaşadılar. Ermeni toplumu bölgenin her tarafına dağılmış bir toplumdu ve Güney Kafkasya’nın hiçbir vilayetinde çoğunluk değillerdi. Rusların gelişiyle, Ermenilerin çoğu kendi hükümetlerine karşı olup Rus işgalci güçlerine katıldılar. Ruslarla birlik olan bu Ermeniler, Rus ve Ermeni azınlıkların, 700 yıl boyunca egemenlikleri al­tında yaşadıkları Müslüman çoğunluğu yönetmesini istiyordu. Bu demokrasi isteği değildi. Bu halk iradesi isteği de değildi. Onlar yönetimi ele geçirmek istiyorlardı. Ve bu yolda Ermeni milliyetçilerin karşısına çıkan her Müslüman yok edilecekti. Türkler Ermenilere değil, Ermeniler Türklere saldırmışlardır.
Ruslar, 1828-29 yıllarındaki bir savaşla ve (1853-1856 arası) Kırım Sava­şıyla, işgallerini Doğu Anadolu’ya kadar sürdürmüşlerdir. Ruslar Doğu Anado­lu’yu işgal ettiklerinde, Anadolu ve Rus Ermenileri onlarla taraf olmuş ve onlar için casus ve keşif eri olarak vazife görmüşlerdir. Ruslar geri çekilmek zorunda kaldıklarında ise, binlerce Ermeni onlarla birlikte bölgeyi terk etmiştir. Kısacası, Ermeniler kendi ülkelerinin düşmanı ile taraf olmuşlardır.
ERMENİ SOYKIRIM YALANI
1. 1877-78 Rus-Türk Savaşı
1877-78′de Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında ortaya çıkan savaşın başlarında, Osmanlılar, Hıristiyan ya da Müslüman da olsa, kendi tebaalarına itimat edebilmeliydiler. Aslında, Hıristiyanların Osmanlı Ordusu’na kabul edilmelerinin daha ilk gününde, Erzurum’da yaşayan 84 Hıristiyan gönüllü askeri hizmet için Osmanlı Ordusu’na başvurmuştur. Ancak, Erzurum’daki Rus konsolosluğu, Hıris­tiyan piskoposlara, Rusya’nın ülkesi için savaşan Hıristiyanlara iyi gözle bakmadı­ğını bildirmiştir. Böylece, piskoposlar Hıristiyanlara Osmanlı Ordusu’na hizmet etmemelerini söylemiş ve Hıristiyanlar gönüllü askeri hizmet için kaydolmayı bı­rakmışlardır.
Savaş alanında yaşayan her insan acı çeker, fakat Doğu’da yaşayan Erme­niler ne Osmanlı Hükümeti tarafından özellikle seçilmiş, ne de savaş esnasında Osmanlı’nın zulmüne maruz kalmışlardır. Tam aksine, Avrupa kaynaklarında sivil ve Müslüman yetkililerin Ermenileri Kürt saldırılarından koruduklarına dair çok miktarda delil bulunmaktadır. Ne yazık ki Osmanlılar, savaşı kaybettiklerinde, Müslümanları Ermeni saldırılarından koruyamamışlardır.
Kars Rusların eline geçtiğinde, orada yaşayan Ermeniler hem Osmanlı as­kerlerine hem de sivil Türklere saldırmışlardır. İngilizler, Ermenilerin, yaralı Türk­lerin öldürülmesinde Ruslara yardım ettiklerini rapor etmiştir. Erzurum’u işgal eder etmez, Ruslar polis teşkilatının başına bir Ermeni’yi geçirmiştir. Türklere zulme­dilmeye başlanmıştır. 6000 Türk ailesi şehri terk etmeye zorlanmıştır. Bunun üze­rine İngiliz Büyükelçisi şöyle yazmıştır: “Şüphesiz ki Ruslar Erzurum’u işgal ettik­lerinde Ermeniler, elde ettikleri Rus korumasından faydalanarak Müslüman nüfusa zarar verdiler, acımasızca davrandılar ve onları tahkir ettiler.”
Savaş esnasında Osmanlı’nın Doğu bölgesinde yaşayan Ermenilerin çoğu Ruslarla taraf olmuştur. Osmanlı’daki Ermeniler Rus işgalci güçleri için casus ve keşif eri olarak vazife görmüşlerdir. Hiç kimse, Eleşkirt vadisi Ermenilerinin yaptı­ğı kadar candan bir şekilde Ruslarla güç birliği yapmamıştır. Onlar, güven içerisin­de Rusların fethettikleri her yeri ellerinde tutacağını umuyorlardı. Fakat öyle olma­yacaktı. Diğer Avrupa güçleri Rusları Eleşkirt’ten çekilmeye zorladı. Bu geri çe­kilme esnasında 2000-3000 kadar Ermeni ailesi de Ruslara katıldı. Bu Ermenilere verecek ev ya da arsa olamaması gibi bir durum söz konusu değildi, çünkü Ruslar istila ettikleri bölgelerdeki 70.000 Türk ailesini göçe zorlamışlardı.
2. ihtilalci Ermeni Örgütleri
Genelde Taşnaklar olarak bilinen İhtilalci Ermeni Örgütü Taşnak (Dashnaktsuthion) Partisi, 1890 yılında Tiflis’te, Rusya İmparatorluğu’nda kurul­muştur. Bu parti, Anadolu’da Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkma tasarısında daha önce kurulmuş olan Ermeni milliyetçi partileriyle birlik olmuştur. İdeolojik anlam­da, parti sosyalist ve milliyetçiydi. Parti, Manifesto’sunda ‘Ermeni halkının Türk hükümetine karşı Savaşı’nı ilan etmiştir. ‘Ulusal özgürlüğü korumanın ürkütücü külfetinden’ söz etmiştir. 1892 yılının Taşnak Program’ı, toprakların yeniden pay­laştırılması, toplumsal kardeşlik ve iyi bir yönetim gibi çağrıların arasında, aslında ihtilalci eğilimlerini dile getirmiştir. Bu eğilimler, ihtilalci örgütler ile savaş toplu­lukları kurmayı ve ‘halkı’ silahlandırmayı kapsamaktaydı. Taşnaklar, amaçlarının “savaşı teşvik etmek ve hükümet görevlilerine karşı şiddet kullanmak…” ve “hü­kümet kuruluşlarını yağmalama ve yıkılmaya maruz bırakmak” olduğunu resmen bildirmişlerdi.[1] Takip eden yıllarda planlarını gerçekleştirdiler.
Taşnak özdeyişi (1896) şöyleydi: “Silahlara sarılın! Savaşın! Zafer bizim­dir!”[2]
Burada Taşnakların ve diğer ihtilalci Ermeni hareketlerin düzenini ve felse­fesini açıklamaya ne zaman ne de gerek vardır. Kendi sözleri, amaçlarının Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kanlı bir ayaklanma olduğunu açıkça belirtmektedir. Onla­rın eylemlerini incelemek, sözlerini incelemekten daha önemlidir. İhtilalcilerin amaçları hususunda anlaşılması gereken bir gerçek vardır, fakat Ermeni ihtilalcile­rinin amaçları, diğer milliyetçi devrimcilerin amaçlarından oldukça farklıdır. İtal­ya’da yaşayanlar İtalyan’dılar ve İtalyan devrimleri çoğunluğun yönetimde olduğu bir devlet amaçlıyordu. Aynı şekilde, Polonya milliyetçileri, Rus azınlıklar tarafın­dan yönetilen ve ezilen Polonyalı çoğunluğun yönetimde olduğu bir devlet meyda­na getirmeyi amaçlıyorlardı. Aynı durum tüm dünya için geçerliydi. İyi ya da kötü, yöntemleri nasıl olursa olsun, bu milliyetçiler en azından çoğunluğun kendi kendini yöneteceği bir ülke için savaşıyorlardı.
Fakat Ermeni milliyetçileri için durum aynı değildir. Ermeni ihtilalcileri, kendilerinin, nüfusun yüzde yirmisinden az oldukları bir ülkeyi fethetmek için sa­vaşıyorlardı. Üzerinde hak iddia ettikleri ‘Altı Vilayet’ olarak bilinen bölgede, Müslüman halk nüfusu Ermeni halkını dörde katlamaktaydı. Polonyalıların, İtal­yanların, Özbeklerin, Güney Afrikalıların ve Cezayirlilerin aksine, Ermeniler, em­peryalist bir hükümet tarafından yönetilen bir çoğunluk değillerdi. Ermeniler, ülke çoğunluğunu bozguna uğratıp onların topraklarını ellerinden almak isteyen küçük bir topluluktu. Ermeniler ülkelerinin düşmanlarından yardım alan küçük bir azınlık grubuydu, çünkü dışarıdan yardım almadan Müslüman çoğunluğu yenmeleri imkânsızdı.
Eğer Ermeniler amaçlarında başarıya ulaşsalardı ne yaparlardı? Tarih bize Balkanlar’daki Türklerin acı verici akıbetinden dersler vermektedir. Bir ‘Ermenis­tan’ meydana getirmenin tek yolu çoğunluğu ya sürgün etmek ya da öldürmekti. İhtilalciler kendilerini Müslüman egemenliğinden kurtarmadıkları sürece, Anado­lu’da bir Ermeni Devleti asla var olamazdı.
Osmanlının Ermeni ihtilalcilere verdiği karşılık düşünüldüğünde bu gerçek mutlak suretle akılda bulundurulmalıdır. Osmanlılar sadece kendi hükümetlerini savunmuyorlardı. Osmanlılar, Ermeni ihtilalcilerin başarıya ulaştığı takdirde sür­gün edilecek ya da öldürülecek olan kendi halkını savunuyorlardı.
Zeytun ve Maraş bölgesindeki Ermeni isyancıların yaptıkları da neredeyse aynıdır. İsyan, bölgede yaşayan Müslümanların toplu halde katledilmesi olmuştur. Ermeni liderin kendisi 25.000 Müslüman öldürdüğünü belirtmiştir. Osmanlı ordu­sunun bu katilleri cezalandırmaya bile imkânı olmamıştır çünkü Avrupa güçleri onları korumuştur.
Aynı yıl içinde Van’da, Ermeni milliyetçilerin yeniden ayaklanması sonu­cunda, isyancıların kendileri ve birçok masum Müslüman ve Ermeni hayatını kay­betmiştir. 1909 yılında Adana’daki durum da aynıdır: Hiç gelmeyen Avrupa deste­ğine güvenen Ermeniler ayaklanma başlatmışlardır. En çok kaybı Ermeniler vermiş olsa da, şüphesiz ki çatışmayı başlatan Ermeni isyan güçlerinin kendileri olmuştur. Türkler karşılık vermiştir. Çünkü onlar sadece devletlerini değil aynı zamanda halklarını da koruyorlardı.
Samsun’da, Van’da, Maraş’ta ve Adana ‘da katliamı başlatan Ermeniler olmuştur. Kendi ülkelerindeki Osmanlı vatandaşlarını öldürmeye başlayanlar Er­meniler olmuştur. Türkler Ermenilere değil, Ermeniler Türklere saldırmışlardır.
ERMENİ SOYKIRIM YALANI
3. 1890 Ayaklanmaları
Ermeni ayaklanmaları 1860′larda ve daha öncesinde Batı Anadolu’da baş­lamıştır. Fakat 1890′larda ihtilalci Ermeni örgütleri tasarılarını tam anlamıyla uy­gulamaya geçirmişlerdir.
1894′te, Sason bölgesindeki Ermeniler hükümete karşı ayaklanmıştır. Ge­niş isyancı topluluklar saldırılarını Osmanlı Devleti’ni temsil eden vergi toplayıcı­larına, hükümet görevlilerine ve resmi dairelere yöneltmişlerdir. Aynı zamanda, bu topluluklar Kürt aşiretleriyle de savaşmışlardır. Eskiden beri, Ermeniler ve Kürtler arasında bir düşmanlık var olagelmiştir. Bu yüzden, işin bu kısmı anlaşılabilir. Er­meni ayaklanması ister tasvip edilsin ister edilmesin, şu anlaşılmaktadır ki isyancı­lar hükümete ve kendi ezeli düşmanlarına saldırmışlardır. Daha sonra cereyan eden olaylar ise hiçbir şekilde mazur görülemez. Osmanlı ordusu isyancıların üzerlerine gitmiş ve isyancılar geri çekilirken yolları üstündeki köy sakinlerini katletmişlerdir. Ancak buna karşılık olarak, Osmanlı ordusu ve sivil Müslüman halk Ermenileri öldürmüştür.
Önce Müslümanlar Ermenileri değil, önce Ermeniler Müslümanları öldür­meye başlamıştır. Sonuç iki taraf içinde bir felaket olmuştur.
ERMENİ SOYKIRIM YALANI
4. Birinci Dünya Savaşı
Öncelikle 1912 ve 1913 yıllarındaki Balkan Savaşları göz önünde bulundu­rulmadan, Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan olaylar anlaşılamaz. Balkan Savaşla­rı, ihtilalcilere, stratejilerinin başarılı olacağına inanmalarını sağlayan bir sebep sunmuştu. Milliyetçi çeteler Balkanlar’daki Türkleri öldürmüş ve onları evlerini terk etmeye zorlamışlardı. Orduların denetimini ele geçirmek, katliam ve sürgün olaylarının sonuncusu olmuştu. Çoğu Türk olan Müslümanlar, 1912 yılında, Os­manlı İmparatorluğu’nda artık az bir çoğunluğa sahip hale gelmişlerdi. Balkan Savaşları’nın sonlarında ise tamamen azınlık durumundaydılar. Osmanlıların Bal­kanlardaki Müslüman halkının yüzde yirmi yedisi ölmüştü. Geriye kalan ise, kendi­lerini Müslüman nüfusundan arındırmış Bulgar, Yunan, Karadağ ve Sırp Devletle­riydi. Bir zamanlar Müslüman çoğunlukların bulunduğu topraklarda artık Hıristi­yan çoğunluklar bulunmaktaydı. Bu, Ermenilerin daha uzun vadede yapmak iste­dikleri şeyin tamamen aynısıydı ve Balkanlar’da işe yaramıştı.
İki tarafta Balkan Savaşları’ndan bir şeyler öğrenmişti. Türkler, Ermeni ih­tilalcilerin başarıya ulaşması durumunda başlarına ne geleceğini biliyorlardı. Ana­dolu’daki Ermeni ihtilalcilerin amacı, Türkleri Balkanlardan gitmeye zorlayan ihti­lalcilerin amacıyla aynıydı. Batı Anadolu’nun “Ermenileşmesi” için o bölgede ya­şayan Müslüman çoğunluktan kurtulmak istiyorlardı. Bunu yapmak için de, Bal­kanlar’da etkili olan taktiklerin aynılarını uygulayacaklardı.
Henüz Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce bile, Ermeni gerilla örgütleri Rus İmparatorluğu’nda teşkilatlanmaya başlamışlardı. Bu örgütler hem Rusya hem de Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenileri kapsıyordu. Takriben sekiz bin kadar Osmanlı vatandaşı talim görmek ve teşkilatlanmak üzere Kağızman’a gitti. Altı bin kişi Anadolu’dan İğdır’a, daha fazlası da diğer eğitim kamplarına gitti. Türklere karşı savaşmak ve Rusların savaş mücadelesine destek olmak üzere geri döndüler. Çok sayıda silah, cephane, erzak ve hatta üniforma Anadolu’daki ambarlarda kul­lanıma hazır bir şekilde gizlenmişti.
Bu örgütler küçük gerilla birlikleri değillerdi. Belli bir planı olmayan terö­rist saldırılar yapan birkaç kişiden ibaret değillerdi. Aslında bu tarz kişisel saldırıla­rın sayısı da oldukça fazlaydı ancak, asıl Ermeni saldırısı iyi silahlanmış ve iyi eğitilmiş isyancı örgütlerden geldi. Sayıları neredeyse yüz bin kişiye kadar ulaş­maktaydı. Osmanlı yetkilileri sadece Sivas Vilayetinde takriben otuz bin gerilla olduğunu hesaplamışlardı.
Ermeni tarih miti, barışsever Ermenilerin ortada hiçbir kışkırtma olmaksı­zın Türklerin saldırılarına maruz kaldıklarını öne sürmektedir. Gerçek, bundan oldukça farklıydı.
Vaziyeti anlamak için, 1915 baharında Osmanlı-Rus sınırındaki durumu ta­savvur etmeye çalışmak gerekir. Rus cephesindeki Osmanlı ordusu virane durum­daydı. Enver Paşa cesur fakat kötü tasarlanmış bir saldırıyla Rusları Sarıkamış’ta yenmeye çalışmıştı. Fena halde başarısızlığa uğramış, ordusunun dörtte üçünü kay­betmişti. Osmanlı topraklarıyla Rus işgalci güçleri arasındaki tek engel Doğu cep­hesindeki Osmanlı Ordusu’ndan sağ kalanlardı. Bunlardan bazıları oldukça iyi birliklerdi. Araziyi tanıyan ve Doğu’daki jandarmalardan oluşan birlikler bilhassa etkiliydiler. Fakat Osmanlı güçleri sayıca azdı. Ruslar sayıca daha fazlaydı ve daha iyi teçhizatlınmış durumdaydılar. Osmanlı birliklerinin tek şansı savunma duru­munda kalmaktı. Ön cephede herkese ihtiyaç duyuluyordu.
Ancak, binlerce kişi ön cepheye ilerleyememişti. Onların savunma hattının arkasında savaşmaları gerekmekteydi. Aslında iyi askerlerin bazıları ön saflardan çekilip, içteki düşmanlarla, Ermeni isyancılarıyla savaşmaya yollanmıştı. Rus cep­hesi tehlikeliydi. Nihayet çöktü. Sonunda Ruslar beraberlerinde Ermeni isyancıları getirerek Doğu Anadolu’yu istila ettiler.
1915′te, Anadolu’daki Rus istilasına hem Osmanlı Anadolu’sundan hem de Rusya’dan gelen Ermeni birlikleri öncülük ettiler. Ermeniler Rusların rehberli­ğini yaptılar. En önemlisi, Ermeni çeteleri ulaşımı engelleyerek Doğu’daki askeri haberleşmeyi kesti.
Ermeni komitacı ve çetelerinin oluşturduğu tehlike hem Osmanlı İmparatorluğu’nun hem de Anadolu’daki Müslümanların hayatlarını ciddi bir şekilde teh­dit ediyordu.
Ermeni milliyetçileri ayaklanmaları örgütlemeye başlamadan hiçbir Ermeni sürgün edilmemiş, hiçbir Ermeni politikacı idam edilmemiş, hiçbir Ermeni Osmanlı askerleri tarafından öldürülmemiş, hatta resmi olarak savaş ilan edilmemişti. Erme­ni isyancılarının eylemleri yalnız ayaklanmalardan ibaret değildi. Osmanlı Ermeni­leri Rus ordusuna casusluk yapıyorlardı. Kendi ülkeleri olan Osmanlı İmparatorlu­ğu baş düşmanı Rus İmparatorluğu ile savaşırken, Ermeniler Rusya’nın yanında savaştılar. O zaman da itiraf ettikleri gibi, kendi ülkelerinin baş düşmanlarıyla bir olup onlarla birlikte savaşan vatan hainleriydiler.
Ermeni ayaklanmasının etkilerini görmek için haritaya bakmak gerekir. Ayaklanmalarının yalnızca merkezleri gösterilmektedir. Ermeni çeteleri Doğu Anadolu’da faaliyet göstermekte, ulaşımı engellemekte, haberleşme hatlarını kes­mekte ve en ücra Müslüman köylere saldırmaktaydılar. Haritada sadece büyük çetelerin asıl faaliyet alanları gösterilmektedir.
İlk bakışta, bazı ayaklanma bölgelerinin garip bir şekilde seçildiği dikkati çekmektedir. Niçin Sivas? Bir ayaklanma için hiç de müsait bir yere benzememek­tedir. Sivas ilinde nüfusun sadece yüzde on üçü Ermeni’dir. Sivas hem cepheden hem de Rus desteğinden uzaktır. Fakat bir de yollara bakınız. Rus cephesine var­mak için savaş malzemeleri ve taburlar Sivas’tan geçmek zorundadır. Aynı zaman­da, Sivas tüm savaş bölgesine giden telgraf sisteminin de merkezi durumundadır. Sivas, ulaşımın ve haberleşmenin dar kavşağıdır. Sivas’taki herhangi bir kırılma Osmanlı savaş gücüne vurulmuş ağır bir darbe olacaktır. Kilikya ve Urfa’daki Er­meni ayaklanmalarının olduğu yerler de stratejik öneme haiz noktalardır. Toros tünelleri tamamlanmadığı için, Irak cephesine gönderilecek savaş malzemeleri ve askerler Kilikya’dan gemi aktarması yapılarak Urfa’dan geçmek zorundaydılar. İngilizler Gelibolu’ya saldırmak yerine Kilikya’ya saldırmayı ciddi şekilde düşün­müşlerdi (öyle yapsalardı başarılı olurlardı).
Van’daki ve Rus sınır bölgelerindeki Ermeni güçleri de potansiyel stratejik etkiye sahipti. Ruslar Batı İran’ı istila etmişlerdi. Osmanlıların Doğu’daki varlığını tehdit ederek Irak’a saldırıp İngilizlerle birleşmeyi planlıyorlardı. (Hiç kimse Os­manlı’nın İngilizleri yeneceğini beklemiyordu) Rusların ilerlemesini durdurmak için Osmanlılar Doğu’ya hareket etmeliydi. Anadolu’dan İran’a muhtemel iki yol vardı; kuzeyde Beyazıt’tan geçen yol veya güneyde Van’dan geçen yol. Bu iki yolun Ermeni ayaklanmasının ana merkezleri olması sadece bir tesadüf müdür?
Rus ordusunun Ermeni çetelerine verdiği emirler araştırılıp incelenmediği müddetçe, Ermeni ayaklanmalarının ne oranda Rusların amaçlarına hizmet etmek üzere planlandığını öğrenemeyiz. Bu tür stratejik noktaların seçimi asla tesadüfle açıklanamaz. Burada önemli olan neden buraların seçildiği değil, Osmanlı orduları için oluşturdukları ciddi tehlikedir. Osmanlılar ayaklanmaları bastırmak mecburiyetindeydiler, çünkü Ermeni çeteler Müslümanları katlediyordu; fakat Osmanlılar bunu askeri sebeplerden dolayı yapmak zorundaydılar. Ermeni isyancılar, Osmanlıların yenilmesi için Ruslara yardım eden düşman güçleriydi.
Ermenilerin Ruslara en önemli katkısı Osmanlı askerini ayaklanmalarla meşgul ederek Osmanlı’nın savaş gücünü büyük oranda zayıflatmaktı. Fakat olaya insanlık açısından bakılırsa, Ermeni ayaklanmasının en vahim sonucu, masum Müslüman halkının Ermeni çeteleri tarafından öldürülmesidir. Unutulmaması gere­ken diğer bir konu da, masum Ermeni sivillerin de intikam adına öldürülmeleridir. İlk kanı döken Ermeni isyancılardı. Müslümanlar çok daha fazla kayıp verdi.
Osmanlılar Ermenileri neden göçe zorladı? Bunu, daha öncede ispatlandığı gibi, düşmana yardım ve yataklık edeceği belli olan sivillerin yerini değiştirmek için yaptı. Belki Ermenilerin çoğu Osmanlılara karşı gelmeyecekti, fakat Osmanlı­lar, Ruslara, İngilizlere ve Fransızlara kimin yardım edip kimin etmeyeceğini nasıl bileceklerdi? Bence, savaşın kızıştığı anda imparatorluklarını ve halkını korumak için Osmanlılar önlem almak istediler ve isyana karışmayan birçok Ermeni’yi de göç ettirdiler. Fakat şu unutulmamalıdır ki Osmanlıların bu hareketin arkasında geçerli nedenleri vardı ve gene unutulmamalı ki Müslümanları yurtlarını terk et­meye ilk zorlayan Ermeniler ve Ruslardı.
Ortada şüphe kabul etmez bir gerçek var. Birinci Dünya Savaşı esnasında daha önceki yüzyılda olduğu gibi Ermenilere karşı ilk savaşı açan Türkler değildi. Savaşı başlatan Ermenilerdi.
ERMENİ SOYKIRIM YALANI
5. Azerbaycan ve Ermenistan
Birinci Dünya Savaşının sonunda saldırılma sırası Azerbaycan Türklerine gelmişti. Bakü’deki Bolşeviklerle ittifak yapan Ermeni milliyetçileri, Türk nüfusu­nun yarısını şehri terk etmeye zorladı. Sadece Bakü’de, neredeyse hepsi Türk olan, 8 bin ile 10 bin kişi kadar Müslüman öldürüldü. Ermeni gerilla lideri Andranik 60 binden fazla Türk mülteciyi kaçmaya zorlayarak Nahçivan ve Güney Azerbay­can’daki köyleri yakıp yıktı. 420 köy talan edildi. Yüzlerce köy hasar gördü ve binlerce Türk katledildi. Erivan’daki Türklerin üçte ikisi öldürüldü. Türkler Bakü’de ve diğer bazı yerlerde intikam aldılar, fakat öldürülen ve sürülenlerin çoğu Türklerdi.
Erivan, Kars ve Azerbaycan’daki Türkler tamamen Rusların kontrolü al­tındaydı. Hemen hemen hepsi silahsızdı, savaşmak için ne istekleri ne de güçleri vardı. Savaşı başlatan Ermenilerdi. Türkler Ermenilere değil Ermeniler Türklere saldırdı.
6. Ermeni İddiaları
‘Ermeni Soykırımı’ olduğunu iddia edenlerin, meseleleri olduğu gibi ele almak yerine ayıklayarak ve bağlamından çıkararak inceleme alışkanlıkları var.
Bize Osmanlı Devletinin Ermenileri göçe zorladığı ve birçok Ermeni’nin bu sırada öldüğü anlatılıyor. Ölenlerin sayısı abartılmışsa da, doğru yanları var. Fakat hangi nokta göz ardı ediliyor? O da şudur: Göçten sonra Ermenilerin çoğu hayatta kalmıştır. Bu da soykırım planının olmadığının göstergesidir.
Bize 1890′larda on binlerce Ermeni’nin Müslümanlar tarafından öldürüldü­ğü söyleniyor. Bunun doğru tarafı var. Hiç bahsedilmeyen ise on binlerce Müslümanın Ermeniler tarafından öldürüldüğü ve bu katliamı Ermenilerin başlattı­ğıdır.
Birinci Dünya Savaşı ile alakalı hiç bahsedilmeyen bir gerçeği iyi biliyor­sunuz – on binlerce Müslüman öldü. Sadece bir tarafın ölülerinin sayıldığı her sa­vaş soykırımmış gibi görünür.
ERMENİ SOYKIRIM YALANI
Sonuç
Bugün tartıştığımız fakat asla bahsedilmeyen bir gerçek var – Ermeniler kendi başlattıkları savaşlar yüzünden öldüler. Türkler Ermeni saldırılarına karşılık verdi. Türkler bazen aşırı tepki gösterdiler, bazen intikam duygusu ile hareket etti­ler, bazen de Türklerin ve Kürtlerin yaptıkları doğru değildi. Fakat kan dökmeyi Türkler başlatmadı. Türkler ve Ermeniler arasında 1790′larda başlayan çatışmayı Türkler başlatmadı. Türkler ve Ermeniler arasında Birinci Dünya Savaşı esnasında çıkan çatışmayı da Türkler başlatmadı.
1796′da Ermenilere saldıran Türkler miydi? Hayır, kendi ülkelerinin düş­manlarıyla ittifak yapanlar Ermeni isyancılardı.
1828′de Ermenilere saldıran Türkler değildi. Fakat Türklerin evlerine ve arazilerine el koyanlar Ermenilerdi.
1878′de Ermenilere saldıran Türkler miydi? Hayır, Rus istilacılara bir kez daha yardım edenler Ermeni isyancılardı. Erzurum’daki Türklere işkence edenler de Ermenilerdi.
1890′larda Ermenilere ilk saldıran Türkler miydi? Hayır, Türklere ilk saldı­ranlar Ermeni isyancılardı.
1909′da Ermenilere ilk saldıran Türkler miydi? Hayır, fakat Müslümanlara saldırmaya başlayanlar Ermeni ihtilalcileriydi.
1915′de Ermenilere ilk saldıran Türkler miydi? Hayır, Van’ı istila edip oradaki Müslümanları öldürenler Ermeni isyancılardı. Müslüman köylerine baskın düzenleyip Müslümanları yollarda öldürenler Ermenilerdi. Osmanlının memurlarını öldüren, Osmanlı ordusunun haberleşme sistemini tahrip eden, casus, gerilla ve partizan gruplar olarak Rusların yanında yer alanlar Ermenilerdi.
1919′da Ermenilere ilk saldıran Bakü Türkleri miydi? Hayır, Türklere sal­dıran Ermenilerdi.
Bazıları Osmanlılar tarafından iyi yönetilmediklerini bahane ederek, Erme­ni isyancılarının eylemlerinde haklı olduklarını iddia ederler. Tarihteki birçok dö­nemde Osmanlının Doğu Anadolu’yu iyi yönetmediği doğrudur. Fakat Ermeni isyanının başladığı dönemde Osmanlı yönetiminin büyük ölçüde ilerleme kaydetti­ği de bir gerçektir. II. Mahmut’la başlayan, Tanzimat döneminde sürdürülen ve İttihat ve Terakki Partisinin reformlarıyla doruğa çıkan 19. yüzyıl reformları, Os­manlı hükümetinin doğudaki kontrolünü arttırmıştı. Ermenileri, aynı Zeytun’da olduğu gibi, ayaklanmaya sevk eden aslında bu gelişme ve ilerlemeydi; çünkü güç­lü bir merkezi yönetim vergileri daha iyi topluyordu.
Ermeni isyanları sırasında hayat şartları daha iyiye gidiyordu. Rus istilasına uğrayan ve Müslümanların sürüldüğü bölgeler bu iyi şartların dışında kalıyordu. Rus eylemleri de Ermeni milliyetçileri tarafından destekleniyordu. Suçlanması gerekenler Ermeni milliyetçileri ve onların Rus müttefikleriydi.
Ermeni ayaklanmalarının nedeni her ne olursa olsun Osmanlıların ve ora­daki Müslümanların tepkileri haklı görülebilir. Müslümanların aşırılıkları tıpkı Ermenilerin aşırılıkları gibi hiçbir zaman haklı gösterilemez, fakat Ermeni ayak­lanmasına karşı gelmek ahlaki ve politik açıdan elzemdi. Ayaklanan Ermeniler Müslüman çoğunluk üzerinde egemenlik kurmak isteyen bir azınlıktı. Böyle bir adaletsizliğe karşı savaşmak padişah hükümetinin vazifesiydi.
Azınlıkların barış içinde yaşama hakları vardır. Bütün yasal haklarıyla, ya­salar önünde eşit olmalıdırlar. Dini özgürlükler olmalı ve korunmalıdır. Tüm bu haklar azınlıklara garanti edilmelidir. Fakat bir azınlığın çoğunluk üzerinde ege­menlik kurma hakkı asla olmamalıdır. Bir azınlığın çoğunluğu öldürerek ve yur­dundan sürerek çoğunluğu ele geçirme hakkı asla olmamalıdır. Milliyetçi Ermeni isyancılar işte bunları yapmaya çalıştılar.
Ermeni isyancılara karşı duran Türkler ahlaki açıdan doğru olanı yaptılar. Kullandıkları yöntemler her zaman doğru değildir. Savaşın kızıştığı anlarda suçlar işlendi, hatalar yapıldı. Fakat Türkler bir azınlığın egemenliğine karşı koymakta kesinlikle haklıydılar Türklerin kendilerini savunma hakları vardı.
Daha önce ifade etmiştim ama bir kez daha tekrarlamaya değer. Osmanlılar Ermeni asilere karşı koyarken akılcı bir davranış içindeydiler. Ermenilerin öteki asilerden hiçbir farkı yoktu. Osmanlılar Doğu Anadolu, Arabistan ve Bosna’da Müslüman isyancılara, Balkanlarda ise Hıristiyan isyancılara karşı savaşmışlardı. İmparatorluklarını ve halkını korumak için savaşmışlardı. Doğal olarak aynı şekil­de Ermeni isyancılara karşı savaştılar. Birçok hataya karşın, Osmanlılar görevlerini ifa etmeye çalıştılar.
Türkler ve Kürtler kimseyi kırmayan masum kuzular mıydı? Hayır. Fakat saldırıya maruz kaldılar ve karşılık verdiler. Bazen hiddetle öldürdüler ve masum­lar zarar gördü. Her iki tarafta da masum Türkler ve Ermeniler zarar gördü. Bazen Ermeniler Türklerden daha çok mu zarar gördü? Evet. Savaşta geçen bir yüzyılda bazen Türkler daha fazla kaybetti, bazen de Ermeniler: savaş hali.
Bunun yanında savaşı başlatanlarla savaşa karşı duranların eylemleri ara­sında ahlaki bir fark vardır. Masum sivilleri öldürenlerin mazereti olamaz, ancak asıl suçlu katliamı başlatanlardır. Benim ülkem Amerika, Adolf Hitler ve Nazilerin vahşetine Alman şehirlerini bombalayarak karşılık verdi. Bu esnada sivilleri de öldürdü. Bazı eylemler, mesela Drestlen’in bombalanması affedilemez. Ancak asıl suçlunun kim olduğu konusunda şüphesi olan var mı? Suçlu olanlar Hitler ve yan­daşlarıydı. Asıl suçlu olanlar davaları uğruna öldürme eylemini ilk başlatanlardı.
Kimse Türklerin tamamen masum olduğunu iddia etmesin, fakat asıl suçlu masumları öldürmeyi ilk başlatanlardır.
Meseleleri kimin başlattığı sorusu önemlidir. Hem ahlaki, hem tarihî yön­den önemlidir. Yüzyılı aşan bir savaş hali süresince Türkler ve Ermeniler birbirle­rini öldürmüşlerdir. Öldürme eyleminin kimin başlattığı sorusu iyi anlaşılmalıdır, çünkü saldırganlık nadir olarak, fakat savunma hakkı her zaman haklı gösterilebilir. Kendilerini savunanların eylemleri zaman zaman savunma sınırlarını aşabilir ve tam bir intikama dönüşebilir. Bu, savaşta çok sık karşılaşılan bir durumdur ve eleştirilmemelidir. Fakat suçlanması gerekenler, savaşı başlatanlar, ilk vahşeti yapanlar ve kan dökülmesine sebep olanlardır. Meseleleri başlatan her zaman Ermeni milli­yetçileri olmuştur. Ermeni isyancıları olmuştur. Suç daima onların üzerinde kala­caktır.
Prof. Dr. Justin Mc CARTHY

[1] Louise Nalbandian, “Ermeni İhtilalci Hareketi,” Berkeley, 1963, s-156-158.
[2] Nalbandian, s-178.

GELENEG1N İCADI Mehmet Murat Şahin







GELENEG1N İCADI 
Türkçesi: 
Mehmet Murat Şahin 

EMİR TİMUJR "TÜRKİSTAN BAŞBUĞU" 9 NİSAN 1336 - 19 MART 1405




EMİR TİMUJR "TÜRKİSTAN BAŞBUĞU" 
9 NİSAN 1336 - 19 MART 1405

Iranlıların Timur-leng, Türklerin Aksak Timur ve Avrupalıların Tamarlane diye andıkları büyük emir Timur’un doğum tarihi kaynakların hepsinde 9 Nisan 1336 Salı günü olarak verilmektedir. Oniki HayvanlıTürk Takvimi’ne göre Sıçan yılında Keş (Şehr-i Sebz=Yeşil Şehir/Yeşilkent) yakınlarındaki Hoca Ilgar köyünde dünyaya gelmiştir. Babasının adı Turagay, annesinin adı ise Tekina Hatun idi. Babası Türkleşmiş Moğollardan Barlas oymak beği Emir Turagay’dır.1
Timur’un 1360 ile 1370 yılları arasındaki siyasi faaliyetleri hakkında pek fazla bilgi yoktur. Timur’un bu on yıl içinde zaman zaman Çağataylar ile Moğollar arasındaki mücadeleye katılıp duruma göre vaziyet aldığı, ileride yararı dokunacağını ümit ettiği kimselerle akrabalık kurmak suretiyle gayet siyasi davrandığı söylenebilir.
Bu sıralarda Maveraünnehir hakimi olan boy beglerinden Emir Kazagan öldürülünce yerine oğlu Abdullah, o da öldürülünce torunu Hüseyin, Maveraünnehir hakimliğini ele geçirdi. Maveraünnehir’in bu karışık durumundan yararlanmak isteyen Doğu Türkistan’da hüküm süren Çağatay Hanı Tuğluk Timur, Maveraünnehir’e geldiğinde (1360) bazı begler buradan kaçtıkları halde Timur, Tuğluk Timur’a bağlılığını bildirmişti. Bu yüzden atalarının yurdu olan Keş ve yöresi kendisine bırakıldı. Tuğluk Timur, Maveraünnehir’i oğlu Ilyas Hoca Oğlan’a bırakıp, Timur’u da onun hizmetine tayin etti. Fakat Ilyas Hoca’nın yanındaki beglerin zalimce davranışları Timur’u oradan ayrılmasına ve aynı zamanda kayınbiraderi olan Emir Hüseyin’le buluşmasına sebep oldu. Timur, Emir Hüseyin’le düşmanları karşısında zor durumda bulunan Sistan hakimi Fahreddin’e yardımda bulundu. Bu yardım talebini yerine getirip geri dönerlerken önleri kesilip çarpışmaları gerektiğinden bu sırada ömür boyu izini taşıyacağı sağ eline ok isabet etti. Herhalde ayağının sakatlanması da bu çarpışmada olmuştu. Timur ile karınca hakkındaki meşhur hikaye de onun bu zor anında vuku bulmuş olmalıdır.2
Yarasının iyileşmesinden sonra iki emir yeniden Maveraünnehir’e gelip Belh ve Keş şehirlerini ele geçirip Maveraünnehir’e hakim oldular. Ileride azdan çoğa doğru gelişen bir kısım olaylar bu iki arkadaşın yollarını ayıracaktır.
1370 yılında Cengiz Han soyundan Suyurgatmış’ı hanlık tahtına oturtup “han” ve kendisini “ulugbek” yani beğlerbeği ilan etmiştir. Timur’un Kazan Halil Han’ın kızı Saray Melik Hatun’la evlenmesi, bu devreye rastlar ki, Timur bundan sonra “han damadı” mânasına gelen Küreken lakabıyla tanınacaktır. Bunu müteakip Belh’te toplanan kurultayda ise, ülema tarafından Timur’a “Sahip Kıran” ve sonra da Kutbeddin lakabı verilmiştir.3
Sonra Emir Hüseyin’le mücadelesine başlayan Timur, bu mücadeleden galip çıkacaktır. Belh kalesine sığınmış olan Hüseyin’i yakalayıp öldüren Timur onun haremi ve hazinelerini de ele geçirmişti.4 Bu hanımlardan birisi olan Saray Mülk Hanım’ın Han kızı olması sebebiyle Timur “Kürekan” (Han güveyi) ünvanını taşımaya hak kazanmıştır. Belh şehrini tahrip eden Timur Semerkant’a gelerek 9 Nisan 1370 yılında tahta geçmiştir.
Timur hayatının sonuna kadar “hanlık” iddiasına kalkışmayıp “bek” olarak kalmış, tebaası olan Türkler, hatta kendi evladı tarafından ancak “Timur Bek” tesmiye olmuştur.5
Timur’un yaptığı seferler aşağıdaki başlıklar halinde değerlendirilmiştir.
A.  Timur’un Harezm Üzerine Seferleri
Cengiz Han ölmeden önce ülkesini oğul ve torunları arasında pay ederken kuzey ve batı Harezm Cuci’ye, doğu bölgeleri olan Hive ve Kat Çağatay’a verilmişti. Cucioğulları Harezm’in kendilerine ait idaresini Kongrat kabilesi beglerine vermişlerdi. Timur, bir müddet önce Kongratlardan Hüseyin Sufi’nin Harezm’in doğu bölgelerinin idaresini ele geçirmesi üzerine, kendisine elçiler göndererek, burasının eskiden Çağatay ulusuna ait olup, iade etmesini istemişti. Hüseyin Sufi bu teklifi kabul etmeyince Timur, Harezm’e sefer düzenleyerek 1371-1379 yılları arasında dört defa Harezm üzerine yürüyerek Hüseyin Sufi’yi yenmişti. Daha sonra üzüntüsünden ölen Hüseyin Sufi’nin yerine geçen kardeşi Yusuf Sufi ise Timur’a itaat etmiş hatta soyu Özbek hanlarına dayanan ve Hanzâde diye anılan Süyün Beg’i de Timur’un oğlu Cihangir’e vermişti. Ancak Yusuf Sufi sözünde durmayınca Timur buralara yeniden ikinci bir sefere başlayınca Yusuf sözünü yerine getirmeye mecbur olmuş ve yapılan hazırlıklar sonucu 1374 yılında yapılan düğün ile Mirza Cihangir ve Hanzâdenin düğünleri yapılmış ve bu evlilikten Timur’un kendisine veliahd edindiği,6 ancak Ankara Savaşı’ndan sonra Anadolu’da ölen Muhammed Sultan dünyaya gelmiştir.
Timur, 1376 yılında üçüncü defa Harezm’e yürüdükten sonra, durumu gereği Deşt-i Kıpçak meseleleri ile meşgul olmak zorunda kalmış, bundan yararlanan Yusuf Sufi, Buhara ve Hazar ötesi Türkmenleri üzerine yağma seferlerine girişmişti. 1379 yılında Timur, Harezm meselesini kesin olarak halletmek üzere dördüncü defa olarak Harezm üzerine yürüdü. Timur tarafından üç ay kuşatılan ve bu sırada yakalandığı bir hastalıktan kurtulamayan Yusuf Sufi ölünce Timur, Harezm’i kesin olarak ele geçirerek yağmalayıp, ganimetlerle geri dönmüştür.7
B.  Timur’un Moğollar ve Deşt-i Kıpçak Üzerine Seferleri
Timur, Harezm bölgesinde meşgul iken Moğollar bunu fırsat bilerek Maverâünnehr’e gelip yağma hareketlerinde bulunuyorlardı.
1370 yılına gelindiğinde Timur, Maverâünnehr’de hakimiyetini sadece Celayırlılar ve bazı beyler onun hakimiyetini tanımayarak 1375 yılında ayaklanmışlardı. Maverâünnehr’in kuzeydoğusunda Hocend yöresinde yaşayan Celayirlilerin reisi Adilşah Behram ve Kıpçakların reisi Sar Buka anlaşarak birlikte Semerkant üzerine yürüdüler. Ancak Semerkant hakimi Ak Buka, şehri teslim etmediği gibi, biraz sonra yetişen Emirzâde Cihangir’in karşısında tutunamayarak önce Deşt-i Kıpçak’a kaçıp Ak Orda hükümdarı Ulus Han’a sığınmışlar, bir müddet sonra oradan ayrılarak, Duğlat emiri
Kamereddin’in yanına gitmişlerdi. Fakat Celâyır kabilesi bunun cezasını çok şiddetli bir şekilde çekmiş, kabile dağıtılarak diğer beglerin hizmetine verilmiştir.
Timur 1375 yılı sonunda emiri Kamereddin üzerine yürüdü ise de, kışın şiddetinden dolayı Semerkant’a dönüp, kışı çıkardıktan sonra 1376’da hareketini tekrarladı ve Moğol emiri yenilerek kaçtı.
Yukarıda adı geçen Adilşah Behram ve Sar Buka Timur’dan kaçarlarken, Urus Han’ın yanından kaçan Toy Hoca Oğlan’ın oğlu Toktamış ise ilk defa olarak Semerkant’a gelmişti. Toy Hoca, Urus Han’ın kardeşi ve dolayısı ile Ak Orda sülalesinin önde gelen, nüfuzlu bir mensubu idi. Urus Han zamanında Hazar Denizi’nin doğusundaki Mankışlak’ta vali olarak bulunuyordu. Urus Han’ın çağırdığı bir kurultayda onun bazı kararlarına karşı çıktığından öldürülmüştü. Genç, cesur ve enerjik bir kimse olan oğlu Toktamış, babasının öldürülmesinden sonra kendi hayatını da tehlikede gördüğünden 1376 yılında Semarkand’a güçlü hükümdar Timur’un yanına kaçmıştı.
Toktamış Semarkand’a geldiği sırada Timur, Isık Göl yöresinde Çu ırmağı boyunda, Koçkar mevkiinde (Bugünki Kırgızistan Cumhuriyeti) bulunuyordu. Akıllı ve ileriyi gören bir devlet adamı olan Timur, onu desteklemesi gerektiğini anlamıştı. Ak Orda ile Altın Orda’nın birleşmesi ile ortaya çıkacak olan güçlü bir komşu devlet, Timur için tehlikeli de olabilirdi. Bu yüzden o, Deşt-i Kıpçak meselelerinde söz sahibi olmaya çalışıyordu. Bu düşüncelerle Timur Toktamış’ı mümkün olduğunca iyi karşılamaları için emir buyurmuş ve kendisi de Özkent’ten Semarkand’a gelmiştir.
Timur, Toktamış şerefine eğlenceler düzenleyip, kendisine ve adamlarına değerli armağanlar vermişti. Bununla birlikte Toktamış’a Otrar ve Savran’ı hatta Ak Orda’nın Baş şehri Suğnak’ı da vermişti ki, bu sonuncusunu Toktamış’ın gidip, bizzat alması gerekiyordu. Urus Han bu sırada, yerine oğlu Kutluk Buka’yı bırakarak Idil boyunda bir sefere çıkmış bulunuyordu. Timur tarafından desteklenen Toktamış, Ak Orda üzerine yürüdü. Ve ilk savaşta Kutluk Buka öldürüldü ise de, sonunda Toktamış yenilip, kaçarak tekrar Timur’a sığınmıştı. Buna rağmen Timur, Toktamış’ı yeniden silahlandırarak, eskisinden daha güçlü bir ordu ile göndermişti. Bu seferde karşısına Urus Han’ın başka bir oğlu olan Toktakiya çıkmış ve Toktamış yine yenilmişti. Elinden yaralı olarak zorlukla kaçarak yine Timur’un huzuruna gelmişti. Toktamış’ın bu yenilgisinin ardından Timur’un huzuruna Mangıt kabilesine mensup olan ve Rus kroniklerinde Edigey diye adlandırılan Idigu da kaçarak geldi. Idigu üstelik Urus Han’ın asker toplayıp, Toktamış’ı ele geçirmek için gelmekte olduğunu bildirmişti. Gerçekten de Idil boyunda sefere çıkmış bulunan Urus Han, Toktamış’ın faaliyetleri üzerine ülkesine dönmüş ve Timur’a elçi göndererek:” Toktamış benim oğlumu öldürmüş ve sizin ülkenize kaçmıştır. Onu bana teslim edin, yoksa savaşa hazırlanın” diyerek tehditte bulunmuştur. Timur ise cevabında “bize sığınmış olan birkimseyi teslim etmek örf ve adetimize aykırıdır. Eğer bu hususta ısrar edilirse biz savaşa hazırız” dedi.8
Bu sebeple Timur ordusunu hazırlayarak Urus Han’a karşı harekete geçti ise de mevsimin kış olması bu savaşın yapılmasına engel oldu. Timur ordusuyla ülkesine dönerek baharda Urus Han üzerine sefere çıktı. Ancak taraflar arasında bu defa da ciddi bir çarpışma olmadı. Zira bu sırada Urus Han ölmüş ve yerini büyük oğlu Toktaki’ya almıştı. Kısa bir süre sonra o da ölünce yerine Timur Melik Oğlan geçti. Timur, Toktamış’ı Ak Orda’da bırakarak kendisi Semarkand’a dönmüş, fakat ardından Toktamış da Timur Melik Oğlan’a yenilmiş canını zorlukla kurtarmıştı. Bundan sonra Timur Melik Oğlan vaktini içki ve eğlence ile geçirmeye başlayınca bundan istifade eden Timur, Toktamış’ı dördüncü defa olarak göndermiş (1378), Toktamış bu sefer galip gelerek, Ak Orda’da hakimiyeti ele geçirmiş, Suğnak, Savan gibi şehirleri de zapt etmişti. Toktamış, bundan sonra kuvvetli bir ordu toplamış ve ardından İdil ırmağı kıyısındaki şehirleri fethe başlamıştı.
C.  Timur’un Horasan Üzerine Seferleri
Timur, 1370 yılında Maverâünnehr’de hakimiyeti ele geçirdiğinde, İran parçalanmış bir durumda idi. Merkezi Herat olmak üzere Horasan’da Kertler (1245-1383), merkezi Sebzvar olmak üzere Horasan’ın batı taraflarında Serbedarlılar (1337-1381), merkezi Curcan olmak üzere Astarâbâd, Damgan, Bistam ve Simnan taraflarında Toga Timurlular (1337-1410), merkezi Şiraz olmak üzere Fars ve Kirman bölgelerinde Muzafferiler (1294-1393), merkezi Bağdat olmak üzere Irak-ı Arap, Irak-ı Acem ve Azerbaycan bölgelerinde ise Celayirliler (1336-1432) hüküm sürüyorlardı.
1380 yılında Horasan Serbedarlılar, Toga Timurlular, Kertler ve Muzafferiler arasında bitmek bilmeyen mücadeleler dolayısı ile karışık bir durum arz etmekte idi. Timur, Horasan’ın bu durumunu bölgenin ele geçirilmesi için uygun görerek, aynı yılda henüz 14 yaşında bulunan oğlu Miranşah’ı, yanına seçkin begler ve 50 koşunluk bir kuvvet katarak Horasan’a gönderdi. Buyruk gereğince yola çıkan Miranşah, Belh ve Andboy taraflarına gelerek konmuş, Herat’ı ele geçirmek niyetinde olan Timur da arkadan hareket etmişti. Önce Fuşenc Kalesi ele geçirilmiş, ardından Timur Herat üzerine yürümüştü. Daha önce Semarkand’da büyük kurultaya davet edilmediği halde katılmayan Kert hükümdarı Giyaseddin Pir Ali şehrin surlarına güvenerek, hazırlanıp Timur’u bekliyordu. Şehir bir süre kuşatıldıktan sonra nihayet Giyaseddin Pir Ali huzura gelerek 1381 yılı Nisan ayında şehri teslim etti. Bundan dolayı Melik bağışlanarak hazineleri elinden alınmış ve Timur kışı Buhara’da geçirmek üzere dönmüştür.
Timur, Buhara’da kışı geçirirken Serbedarlılardan Hoca Ali Müeyyed’in adamları gelerek Toga Timurlulardan Emir Veli’nin Sebzvar üzerine yürüdüğü haberini getirdiler. Bunun üzerine Timur, 1382 yılında tekrar Horasan üzerine yürüdü. Yolda Serahs’ta bulunan oğlu Miranşah ve Herat’taki Giyasseddin, Kert de orduya katıldılar. Kelât, Kahkaha ve Turşiz kaleleri ele geçirildiği gibi, Muzafferilerden değerli armağanlar göndererek, ayrıca dostluğun pekişmesi için torunu Pir Muhammed’e Muzafferi sülalesinden bir kız isteyerek, Mazenderan taraflarına gitti.
Fakat Emir Veli aman dileyince, Timur Horasan’a dönüp,oradan Gıyasseddin Pir Ali ile oğullarını da beraberinde Semarkand’a götürerek Horasan’ın her tarafına Miranşah’ın beglerini tayin etti. Timur’un ayrılmasından sonra Herat’ta ayaklanma çıkması üzerine Timuroğlu Miranşah’ı ayaklanmayı bastırması için gönderdi. Miranşah gelerek ayaklanmayı şiddetle bastırmış, daha önce Herat’ın tesliminden sonra Semerkant’da oturmak zorunda bırakılan Kert sülalesi mensupları ayaklanma ile ilgili görülerek, başta Gıyaseddin Pir Ali olmak üzere öldürülmüşlerdir. Böylece Herat ve yöresinde yaklaşık 140 yıldan beri hüküm sürmekte olan Kert hanedanı sona erdi. Yine bu sefer sırasında Timur, Serbedarlıların baş şehri Sebzvar üzerine yürüdü. Serbedarlı imamlarından Ali Müeyyed teslim oldu ve 1386 yılına kadar Timur’un yanında kaldıktan sonra, bir bahane ile öldürüldü.
Bundan sonra Sistan üzerine yürüyen Timur, Sistan şahlarından Şah Kutbeddin ile ileri gelenlerini tutsak alıp, Semerkant’a göndermiş (1383 aralık ayı), oradan Bust üzerinden Hilmend suyuna doğru yönelmiştir. Vaktiyle Sistan’da Timur’u elinden okla yaralayan Melik Mamaktu, armağanlarla huzura gelmiş ve kendisini tanıyan Timur, adı geçen Melik huzurdan çıkınca tutuklanıp, okla öldürülmesini buyurmuştur. Timur bundan sonra Kandahar üzerinden Semerkant’a döndü.
Lakin onun Horasan seferi sırasında kendisine boyun eğen Astarâbâd, Damgan, Simnan ve Mâzenderân hakimi Toga Timurlulardan Emir Veli’nin varlığı Timur’u rahatsız ediyordu. 1381 yılında Timur Isferayin’i ele geçirerek, Astarâbâd’a kadar ilerlediğinden Emir Veli kaçmıştı. Timur’un ayrılmasından sonra o ülkesine yeniden hakim oldu ise de, 1384’te Timur’un askerleri tekrar gelince Emir Veli Azerbaycan taraflarına kaçmış, ülkesi ise elden çıkmıştı. 9
Ç. Timur’un Üç Yıllık Seferi (1386-1388)
Timur’un 1386 yılı başında başlayıp, 1388 sonunda sona eren ve birçok muharebeleri içine alan 3  yıllık seferi “Timur’un 3 yıllık seferi” diye bilinir.
Horasana yaptığı seferler sırasında Iran’ı gözden kaçırmayan Timur, çekirge ve karınca sürüsü gibi kalabalık bir orduyla Iran ülkesin’e10 girdi.” Bu ülkeyi de idaresine katmayı planlayarak 1386 yılında Semerkant’dan hareket etti. Mâzenderân’da Firuzkûh’a geldiğinde Sari hâkimi Seyyid Kemaleddin ve oğlu Gıyaseddin huzura gelerek bağlılıklarını bildirdiler. Ardından son yıllarda hac kervanlarına saldırarak yağmaladıkları söylenen Luristan hakimi Melik Izzeddin’i cezalandırmak niyetiyle Hurremâbâd’a gelerek bu yöreyi yağma ve tahrip ettiler. Izzeddin oğullarıyla birlikte ele geçirilip Semerkant ve Türkistan taraflarına gönderildiler.
Timur buradan Azerbaycan’a yöneldi. Çünkü Bağdad’da bulunan Celayırlı Sultan Ahmed’in Tebriz’e doğru ilerlemekte olduğu haberini almıştı. Bir hafta kadar önce Sultan Ahmed’in, Timur’un dönmesi üzerine şehir kolaylıkla ele geçirildi. 1386 yazını Tebriz yöresinde geçiren Timur, bunu takiben Nahcivan üzerinden Gürcistan’a geçti. Gürcüler Hıristiyan oldukları için, Timur bu seferine cihad manzarası verdi. Aynı yılın sonbaharında Nahcivan yanında Ziyaûlmülk Köprüsü’nden Aras’ı geçerek Osman Gazi’nin atası Ertuğrul Gazi ve kardeşlerinin oymaklarıyla birlikte bir müddet kaldıklarını bildiğimiz Sürmeli Çukuru ve Sürmeli Hisarı’na geldi. Kalenin Tuman isimli hakimini esir ederek ve “bunu müteakip oradan göç ederek Kars Kale ve hisarına gelip, buranın da etraf ve civarını ele geçirdiler. Kars Hisarı çok muhkem ve metin idi, onun valisi olan Firûzbaht çok şiddetli bir muharebe yaptıysa da nihayet itaat ederek Emir’e (Timur) geldi; emir kendisini taltif ile in’am ve ihsanda bulunduktan sonra oradan da göç ederek”11Akbuğa (Cavakhet’te Atabekli şehzadesi yurdu) mevkiisinin yukarısına geldi Kar ve yağmur mevsimi olduğundan buradan ayrılıp Kitu, Zerşat, Çildir, Akılkelek yoluyla 1386 kışında Tiflis üzerine vardı.12 Yanındaki begler ve devlet adamlarına:” Bu iş bana acayip geliyor…Eski padişah ve meliklerin ellerinde bu kadar güç ve kudret olduğu halde Müslüman olmayan Gürcülere memleketin ortasında, saltanat iddiasında bulunacak kadar kudret vermişler. O halde Müslümanlık ve dindarlık nerede kaldı? Puta tapanlar bile, bu putlar kendilerine yardım etmeyeceği halde, kendi dinlerinin aleyhinde bulunanları yok etmek için çalışırlar. Müslümanlar, Tanrının kendilerine yardım edeceğine dair vaadine rağmen bu kâfirleri neden hükümdarlıkta bıraktılar? Onlardan sağlanan küçük menfaatler için neden böyle bir harekette bulundular? Şimdi hükümdarlık bize geçmiştir. İslam dünyasını onların kötülüklerinden kurtarmak için bu işi bizim yapmamız gerekir”13 diyerek, Gürcüler üzerine yürüyüp, Tiflis’i kısa bir kuşatmadan sonra ele geçirdi. Bu arada esir düşen Gürcistan kralı Bagrat V da esir alınmıştı. Fakat Gürcü kralı İslâmiyeti kabul etmiş gibi görünerek bir süre sonra esaretten kurtulmuştur. 14 Daha sonra Şirvan ve Gilân meliklerini de tâbı kıldıktan sonra, büyük bir av tertip ederek kışlamak üzere Karabağ’a geldi.
Timur’un Kuzey İran ve Azerbaycan bölgelerini ele geçirmesi vaktiyle XIII. ve XIV. yüzyıllarda Cuci ulusu ile İlhanlılar arasında olduğu gibi Kafkaslarda yeni çatışmalara yol açacaktı.15 Zira Timur’un yardımı ile tahtı ele geçiren Toktamış, ardından Mamay’a karşı harekete geçerek, onu, Kalka ırmağı kıyısında ağır bir yenilgiye uğratmış ve böylelikle bütün Deşt-ı Kıpçak’a hakim olmuştu. Astrahan’dan Bulgar’a kadar uzanan İdil boyları, Kuzey Kafkasya, İdil’in batısındaki sahalar ve Kırım Toktamış’ın hakimiyeti altına girmişti. Eski Altın Orda devletine sadece Harezm dahil değil idi ki, o da az önce Timur’un eline geçmişti. Mamay’ı yendikten sonra ele geçirilen ganimeti askerlerine dağıtan ve ordusunu daha iyi silahlandıran Toktamış, 1382 yılında başarılı Moskova seferinden sonra artık eski efendisine kafa tutmaya başlamıştı. Timur’un yardımı ile tahta oturan Toktamış, Mamay’ı yemiş ve başarılı Moskova seferinden sonra 1383 yılında Harezm’de kendi adına para bastırmıştı. Bu onun Harezm’den vaz geçmek niyetinde olmadığını göstermektedir.
Timur ise bu sıralarda İran işleri ile ciddi olarak uğraşmaya başlamıştı. Kuzey İran’ı ele geçiren Timur, artık Azerbaycan’da yerleşmeye çalışıyordu. İlhanlılardan sonra Azerbaycan’a hakim olan Celâyirlilerden bu sırada hüküm süren Sultan Ahmed zayıf bir şahsiyet olup, bölgede duruma tam olarak hâkim değildi.
Bölgenin içinde bulunduğu durum ve Timur’un Azerbaycan için taşıdığı emelleri öğrenen Toktamış, Tebriz üzerine yürümeye karar vererek, Derbend ve Şirvan bölgesinden geçerek 1385-86 yılı kışında Tebriz’e geldi. O, ancak büyük bir vergi karşılığında anlaşmayı kabul etmiş 250 Tümen altın toplayıp teslim edilmesine rağmen Toktamış, bu büyük ganimetle yetinmeyip anlaşmayı bozarak,Tebriz’e girip, şehri yağmalatmıştı. 1386’da Toktamış büyük bir ganimetle Azerbaycan’dan ayrılmış, çok geçmeden de Timur buraya gelmişti. Tarafların zengin bir bölge ve Altın Orda ile İlhanlılar arasında anlaşmazlık konularından biri olan Azerbaycan’ı kolaylıkla birbirlerine bırakmayacakları muhakkaktı.16
Vaktiyle Altın Orda hanlarıyla Memlûk sultanları arasında Ilhanlılara karşı olduğu gibi, şimdi de Timur’a karşı ittifak teşebbüsleri başlamıştı. Nitekim Toktamış, Kahire’ye bir elçi heyeti göndermiş ve 25  Ocak 1385 günü Kahire’ye gelen elçiler saygı ile karşılanmışlardı.
Farklı taktikler uygulayan taraflardan Timur Iran, Azerbaycan ve Kafkaslarda durumunu sağlamlaştırmak isterken Toktamış, Timur iyice toparlanmadan ve kuvvetlenmeden bir an önce onunla karşılaşmaya çalışıyordu.
1386-87 yılı kışında Timur, Azerbaycan’ın kışlak yeri Karabağ’da bulunurken, Toktamış’ın askerleri Derbend’den geçerek Samur ırmağı kıyısına girmişlerdi. Timur onlara karşı gönderdiği kuvvetleri oğlu Miranşah ile takviye edince zafer Miranşah tarafından kazanılmış ve Toktamış geri çekilerek Derbend’e çekilmişti.17
Timur Karabağ’dan o sıralarda başta Van gölü yöresi olmak üzere Doğu Anadolu’da bir devlet haline gelmeye başlayan Kara Koyunlu Türkmenlerinin reisi Kara Mehmet üzerine yürüdü. (Böylece bugünki milli sınırlarımızı ikinci defa geçen) Timur, Kara Mehmed’i hacc kafilelerine ve ticaret kervanlarına tecavüz etmekle itham ediyordu. Asıl sebep ise Kara Mehmed’in Timur’a itaat etmemesiydi. Timur 1387 yılı baharında Nahcivan’dan kalkarak ağırlığın Aladağ’da kalmasını emretmiş ve bizzat kendisi de ılgarla Karakoyunluların üzerine yürümüştü. Aydın kalesi de denilen Beyazıd (bu günkü Doğu-Beyazıd) kalesine gelen ve Aydın ulusunun istila önünden kaçarken bırakmış olduğu davarları ordusuna yağma ettiren Timur, buradan Kara Mehmed’in oğullarından Mısır Hoca’nın elinde bulunan Avnik Kalesi’ne erişti. Buranın heybet ve metanetini görerek zaptına girişmedi. Avnik önünden geçerek 1385 yıllarına kadar Eretna valisinin hâkim olduğu, o tarihten sonrada Karakoyunlular’ın koruyucusu Kara Mehmet’in eline ve hâkimiyetine geçmiş olan. Erzurum’a” bir gün içinde gelip zapt ve yağma etmiş.18 ve aynı gün (1 Temmuz 1387) almıştı.
Bir günlük bir savaşla kaleyi ve şehri zapt etmiş ve yağmalamış olan Timur’un, Erzurum’a karşı neden bu kadar acımasız davrandığı Saltuknâme’de aşağıdaki gibi hikâye edilmektedir:
“Timur ve dahi Erzenü’r-Rûmi dahi yıktı. Anlarun fesadı ol idi kim götürü ehl-i sûk ve mizan ve hile ve bazar halkı hâkimlerine rüşvet kesim virub, narh’ı eksiğine satarlardı. Fukara hakkını yirlerdi. Hiyânet zür fesad ve birahm idiler. Pes, Timur anları şöyle kırdı kim, beşiğinde oğlancıkları bile öldürdi. Bazılar eyidür. Sivas’da ve Erzenü’r-Rum’da bir zulüm dahi vardı. Kim Hak Te’âlâ helâkına ol kavmin anı sebeb itdi. Buydu kim kaçan kediler ve kelbler yavrılsalar, sokağa bırakurlardı. Kedi ve kelpcügezler çağıru çağıru can virürdü. Temür anı işidüb gazab itmesine ol sebeb oldu, dirler. Zira, Timur, âdillik davasın iderdi. Zerre kadar zulme itâb iderem, deyü söylerdü”.19
Erzurum’dan sonra Ab-ı Çabakcur/Çapakçur suyu (şimdi: Bingöl ili merkezi Çabakçur’dan geçip sağdan Murat nehrine karışan suya) kenarına geldi. Burada karargah kurarak ordusundan seçtiği üç tümeni Kara Mehmed’in üzerine gönderdi. Bu tümenlerden birisine bizzat oğlu Miran Şah kumanda ediyordu. Müdafaaya çekilen Kara Mehmet’in üzerine yürüyen Miran Şah bol ganimetlerle geri dönmüştü. Yine aynı yerde Erzincan idarecisi Taharten’in elçisini kabul etti.
Timur’un bu tarihte Kara Mehmet’le ilgili faaliyetleri için Emeni müverrihi Medzoplu Toma şu ifadede bulunur: “Timurlenk ise, ilkbaharda kendi askeri ile gafilden Türkmen Kara Mehmed’in üstüne yürüdü. O, bu haberi alıp kaçtı. O (Timurlenk) ise, süratle ilerleyerek uzun bir yolu köpker gibi çabuk geçti ve bir nice günden sonra Çapakçur vilayetinde ona (Kara Mehmed’e) yetişti. Bu vakit o (Kara Mehmed) kendi askerlerini geri dönderip mundar müstebiti (Timur’u) mağlup edip kaçmaya mecbur etti. Onun ordu komutanı Lokmakan’ı öldürdü. Askerlerine büyük telefat verdi.”20 diyerek Kara Mehmed’in Timur’a karşı galibiyetinden söz eder. Dağlarda mevki almış olan Kara Mehmed’i ele geçiremeyeceğini anlayan Timur, Muş sahrasına vasıl olmuş ve burada yaylamakta olan oymakları garet ettikten sonra Ahlat önüne gelmiştir. Ahlat’ı ve sonra Adilcevaz’ı zapteden Timur, ağırlığının bulunduğu Aladağ’a yönelmiş ve burada Abaka Sarayı çayırlığında biraz oturduktan sonra, yeniden Van Gölü havzasına inerek, Van şehrini almış ve 1387 güzünde oradan İsfahan’a, haliyle İran’a dönmüştür.21 Fakat, Timur ordusuyla çekildikten sonra Kara Mehmed yine ülkesine sahip olup,Timur’un koruyucularından her yeri geri aldı.
Timur’un geri dönüşünde Merağa yakınlarına gelindiğinde Muzafferilerden Zeynelâbidin’e adamlar göndererek “babasının onu kendisine emanet ettiğini” bu sebeple yanına gelmesini istedi. Zeynelâbidin bu davete aldırmadığı gibi, Timur’un gönderdiği adamları da alıkoydu. Bu yüzden Timur,
1387   yılı güzünde Hemedan üzerinden Isfahan’a geldi. Şehir halkından bir miktar para istemekle yetinecekken tahsildarların halka sert davranıp onların isyan etmelerine sebep olmalarından ötürü Timur hücumla şehri ele geçirerek halkın katledilmesini buyurmuştu. Ardından Şiraz’a gelinmiş, Zeynelabidin’den kaçıp Şuşter’e gittiği için şehir kolayca ele geçirilmişti. (Aralık 1387)22
D.  Timur’un Toktamış Üzerine Seferleri
Azerbaycan’da Mirahşah karşısında başarısızlığa uğramasından sonra Toktamış, Timur’un güney İran’da bulunmasından yararlanıp doğuya doğru yönelerek 1387 yılında Suğnak’tan geçerek Savran şehrine geldi ise de şehre giremedi. Toktamış’a karşı Endican taraflarından gelen Mirza Şeyh Ömer Toktamış ile savaşa girişti ise de yenildi. Böylece Mâveraünnnehr yolu Toktamış’a açılmış oluyordu. Nitekim o Mâveraünnnehr’e girerek yolu üzerindeki pek çok yerleşme yerini yağmalayıp Buhara’ya gelmiş ancak şehri ele geçirememişti. Bu sırada bir taraftan Moğollar öte taraftan Harezm’deki Süleyman Sufi ayaklanarak Toktamış’a katılmışlardı. Durumun vahametini gören Timur, Süleyman Sufi’yi cezalandırmak için Harezm’e gelerek Ürgenç şehrini ele geçirmiş Süleyman Sufi ise kaçarak Toktamış’ın yanına gitmişti. 1388 yılında, Ürgenç ahalisini Semerkant’a sürmüş23 şehri yakıp yıkarak yerine arpa ekilmesini emretmiştir. Bu emrin tamamiyle yerine getirilmesi imkansızdı. 1391’de Timur öfkesini unutarak Harezm’in başşşehri Ürgenç’in kısmen onarılmasına izin vermişti.24
Timur ile Toktamış aralarında er-geç bir savaş olacağını tahmin ettiklerinden karşılıklı olarak savaşa hazırlanıyorlardı. Deşt-i Kıpçak’ın zengin kaynakları ve insan gücüne dayanan Toktamış’ın güçlü bir ordusu vardı. Ordusunda Türk ve Moğollardan başka Rus, Çerkez, Alan Mokşa, Başkurt, Kırım, Kefe ve Azak ahalisinden derlenen birlikler vardı.
1388  yılı sonunda sefere çıkan Toktamış Savran’ı kuşatınca Timur, Endican’dan Ömer Şeyh ile Horasan’daki Miranşah’ı da kendisine katılmaları emrini vererek Meveraünnehr kuvvetleri ile Toktamış üzerine yürüdü. Toktamış öncüleriyle küçük çarpışmalar yaparak başkentine geri döndü. Ertesi 1389 yılı baharında daha iyi bir hazırlık yaparak Toktamış üzerine yürüdü. Fakat Toktamış Savran’ı terk ederek bozkıra çekildi.
Ertesi 1390 yılı güzünde Timur Semerkant’dan Deşt-i Kıpçak’a doğru yola çıktı. Kışı Taşkend’e geçirerek 1391 Ocak ayı sonunda Taşkend’den Otrar’a yönelerek buraya yakın Karasaman denilen yerde Toktamış’ın elçileriyle görüştü. Elçilere “onun sözüne ve işine güvenilmez” diyerek, elçilerin Toktamış’ın özür içeren isteklerine inanmayarak, elçileri kendisine kılavuz olarak kullanıp Toktamış üzerine yürüdü ve nihayet iki ordunun öncü güçleri ırmağının yakın bir mevkiinde karşılaştı. Timur, ordusunu yedi kola ayırarak, yedi kol düzenine göre, muharebe saflarını teşkil etti. 18 Haziran 1391 pazar günü Toktamış, Timur ordusunun zayıf noktasından haberdar olduğu için, Sulduz aşiretinin bulunduğu yere hücum ederek onları geri attı. Sonra da, sol koldaki Ömer Şeyh Mırza’nın üzerine taarruza geçince, Timur da bütün cepheye hücum emrini verdi. Bu savaşın dönüm noktası oldu ve Toktamış bozguna uğrayıp kaçtı.”Kunduzca savaşı”denen bu savaşta zafer kazanan Timur Itil ırmağını geçmeyerek güneye doğru inerek Altın Orda’nın (Altınordu) mühim merkezlerinden Saray ve Astırhan şehirlerini tahrip etti. Bolca ganimet ele geçirerek sonbaharda Taşkent’e vardı. Timur burada iken Toktamış’ın elçisi gelip ubûdiyetini arz etti. Timur Savran ve Otrar üzerinden tekrar Semerkant’a dönmüştü.25
Bu seferden sonra Timur, 1391 kışını dinlenerek ve bundan sonra çıkacağı “beş senelik sefer”diye anılan seferin hazırlıkları ile geçirdi.
Bu yenilgiden sonra yeniden kuvvet toplayan Toktamış ise 1394 ve 1395 yıllarında Memlûk hükümdarı Berkuk ile temasa geçince bunun kendisi için zararlı olacağını anlayan Timur 14 Nisan 1395 tarihinde Terek ırmağı kıyısında Toktamış ile karşı karşıya gelerek onu yenmişti. Timur önünden kaçan Toktamış Bulgar tarafına kaçmış ve bir daha toparlanamamıştır. Toktamış’ın toparlanmasına fırsat vermek istemeyen Timur, Özi ırmağı taraflarına giderek Toktamış’a yardım etmiş olan bazı kabileleri Balkanlara doğru sürmüş sonra Ten ırmağına doğru yönelerek Moskova yakınlarına kadar etrafı yağmalamış, Azak şehrine gelerek burasını da aynı akıbete uğratmıştı.
Timur, birinci Altın Orda seferi ile Idil ırmağı doğusuna sahip olmuşken şimdi ise batı Deşt-ı Kıpçak’ı tamamen ele geçirmiştir.26
Bu savaş sadece Toktamış’ın değil Altın Orda Devleti’nin geleceğini de karartmıştı. 250 yıldan beri Çingizlilerin idaresinde mahkum ve ezgin yaşayan Rusluğun, Moskova Knezliği çevresinde toplanıp gelişerek bir “Moskof” kılığında koca Türk âleminin başına bela kesilmesine yol açmıştır. Bu savaş Orta Asya, Güneydoğu Avrupa ve Rusya bakımından pek önemli bir hadise teşkil eder. Zira Altın Orda hanları, Rus knezleri için bir tehlike olmaktan çıkmış, ikinci derecede bir devlet durumuna düşmüştür. 27
E.  Timur’un 5 Yıllık Seferi (1392-1397)
1392’de başlayıp 1397 yılına kadar ayrı ayrı devam eden bu seferleri, bizzat Timur idare ettiği için “Timur’un beş senelik seferi” denmektedir.
Semarkand’a döndükten Timur Gaznin, Kabil, Kandehar ile Sind ırmağına kadar olan yerlerin zaptı için kuvvetler gönderdi.
Toktamış ile mücadelesi esnasında İran’daki bazı yerli hâkimlerin kendisine yüz çevirmesi üzerine Timur, 1392 yılı Haziran ayında hareket ederek Buhara’ya geldi. Ceyhun ırmağını geçerek Mâzenderân’a gelerek buranın hâkimi şii seyyidlere baş eğdirdi.
Daha sonra Güney İran’a Fars bölgesine giren Timur, Muzefferilerden Şah Mansur’a karşı harekete geçti. Şiraz’a kapanan ve akrabaları tarafından yalnız bırakılan Şah Mansur, Timur hakimiyetini tanımaması üzerine onunla Şiraz civarında savaştı. Şah Mansur yiğitçe savaşmasına ve Timur’un, başında Şahruh’un bulunduğu öncü kuvvetlerini dağıtarak, onun önüne kadar ilerlemesine rağmen 29 Mart 1393 günü cereyan eden muharebede Şahruh’un askerleri tarafından yaralanarak öldürüldü. Bundan sonra Timur bütün Şiraz ve Kirman ülkesini ele geçirdi.28 Timur Şiraz’dan sonra Sultaniye’ye buradan da “gökten inen bir kaza ve ansızın çıkan bir bela gibi”29 ani bir baskın şeklinde Bağdad’a geldi. Burada bulunan Sultan Ahmet Celâyir, Timur’un geldiğini haber aldığı için kaçmıştı. Timur, Bağdad önlerindeki kuvvetinin bir kısmını alarak kuzeye doğru gidip Tekrit kalesini alarak halkını katl, şehri de tahrip etti.
Oğulları Muhammed Sultan Mirza,Vâsit’e kadar Miran Şah ise Basra’ya kadar bölgeyi taradılar. Timur ise Erbil ve Musul itaat ettikleri için Mardin’e doğru ilerleyip alarak oradan Cizre’ye geçerek bu bölgeyi yağma etti. (15 Mart 1394) Buradan Mardin’e dönen Timur, Artukoğlu Melik İsa Bey’in kardeşi Melik Salih’i oraya vali tayin etti. Oradan Urfa üzerine yürüyerek şehri zapt etti. Bu sırada veliahtı Ömer Şeyh Mirza’nın Hurmatu kasabasında Kürtler tarafından öldürülmesi üzerine buraya oğlu Pir Muhammed’i vali tayin etti. Pir Muhammed, babasının katillerini öldürüp, Hurmatu kasabasını yerle bir etti.30
***
O tarihlerde Anadolu’da siyasi bir birlik henüz kurulamamıştı. Henüz Orta Anadolu’da tam hakimiyet sağlayamamış Osmanlı Devleti, Sıvas-Kayseri yöresinde Kadı Buraheddin Ahmed, Osmanlı hakimiyetini tanımış gibi gözüken Karamanoğulları, Erzincan’da Erzincan Emirliği, Doğu Anadolu’da Karakoyunlular, Maraş dolaylarında Dulgadıroğulları, Güneydoğu Anadolu’da Akkoyunlular bulunuyordu. Orta Doğu’da ise tek önemli kuvvet Memlûklülerdi. Timur daha Tekrit’i aldığı sırada bu adı geçenlere haber göndererek itaat etmelerini istemiş ayrıca Memluk Sultanı Beruk’a da kalabalık bir elçi heyeti göndermişti. Görüldüğü gibi gelecek cevapları beklemeden harekatına devam ederek (bugünki milli sınırlarımızı üçüncü olarak geçerek) Güney Doğu Anadolu’ya girmişti.31
Böylece Irak-ı Arab’ın hakimiyetini eline alan Timur, Karakoyunlu, Akkoyunlu beylerine ve diğer Türkmen emirlerine haberler göndererek kendisine itaat etmelerini bildirdi.321394 yılı başında Mardin ve Diyarbekir bölgesinde harekatta bulunan Timur, “duvarları granit taşından yapılmış, hendeği sert taşlarla örülmüş olan oranın kalesini kuşattı. Savaşla vurup kırmayla vakit geçirmesine, bütün gücünü harcamasına rağmen amacına ulaşamadı. Zor ve zorbalıkla işin yürümediğini, kaba gücün ve kuvvetin sonuç vermediğini anlayınca, kötü tabiatının ve çirkin huyunun gereği olarak hile ve düzene yöneldi. Elini ihanet ve kurnazlık eteğine attı. Kale halkına, emniyet ve güven sözü verip onlara dil döktü. Elini Kur’an-ı Kerim’e basıp ilahi kitabın ve ayetlerin üzerine yemin ederek, onlarla “size hiçbir şekilde garaz ve kötülük duymuyorum. Size karşı iyilik ve merhamet yolunda başka yol tutmayacağım. Kelâm-ı Kâdim aramızda adil bir şahit ve emin bir hakem olsun. Bu günden itibaren siz, canınızla, malınızla, çoluk çocuğunuzla benden ve askerimden emin olacaksınız. Benim emrim altına girip şehri teslim ettikten sonra eğer benim tebaamdan size bir kötülük gelirse Allah’a ortak koşmuş ve peygamberi inkar etmiş olayım” dedi.
Emir Timur başlangıçta onlara ilgi ve sevgi gösterdi. Hepsinin renkli sözler ve tatlı cümlelerle gönlünü aldı. Şefkat ve merhametiyle onları ümitlendirdi. Bu şekilde birkaç gün geçince zavallılar kendilerini emniyette hissedip işlerinin başına döndüler. Alışverişte bulunmaya başladılar. Çok geçmeden Emir Timur, zor ve şiddete başvurarak şehri yakıp, altını üstüne getirdikten yaklaşık 10 bin müminin canına kıyarak,33 sonra aynı yılın ortasında Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf’un (1389­1420) bulunduğu Muş ovasına indi.
Fakat Kara Yusuf maiyetindeki Türkmenlerle oradan hızla çekildi. Timur, Kumandanlarına nereye kadar olursa olsun onun takip edilerek yakalanmasını istedi ise de bunda başarılı olunamadı. Sonra Beşari, Karaca Kal’a’yı alarak oradan Aladağ taraflarına gitmeye karar verdiğinden Aladağ’dan Meyyafarikin, Batman ve Aşma’dan, Sıvas yoluyla 15 Mayıs 1394’te Muş ovasına indi. Timur, oradan göç ederek Ahlat tarafına gitti ve 2 Haziran 1394 du burada av yaparak Alıncak Kalesi’ne yöneldi, yolda Aydın Kale (Doğu Beyazıt) ve hisarına uğrayarak oradan da şimdi Ermenistan sınırında olan Üç Kilise’ye (Eçmiyazin) gitti. Bu sırada Emirzâde Mehmet Sultan büyük bir ordu ile Erzurum yakınlarındaki Avnik Kalesi’ne doğru yola çıkmış ve 1 Haziran 1394 itibariyle oraya vasıl olmuştu. Timur’un kendisi de Eleşgirt yoluyla Avnik’e gelip önce “sağlamlığı ve alınmazlığıyla ünlü iki kale olan Micingert ve Erciş’i alıp, o bölgede bulunan diğer birkaç kaleyi fethedip” sonra da Kara Yusuf’un oğlu Mısır Hoca’nın tasarrufundaki Avnik Kalesi üzerine yürüdü. Erzurum’un kuzeydoğusunda bulunan bu kale sarp ve uçurumlara çevrili bir dağın üzerinde bulunuyordu. Timur, Mısır Hoca ve adamlarının şiddetle müdafaa ettikleri bu kaleyi almak için kırk üç gün uğraşmak zorunda kaldı. Kalenin alınmasından sonra 5 gün toy yaparak kutlamada bulunduğu bu olayın tafsilatı şöyledir.
***
Yakut el-Hamevî’de “Erzurum toprağında Pasinler’de müstakil bir kale”34 olarak tanımlanan ve Pasinler’in dağlık arazisinin mühim geçidi üzerinde bulunan Avnik/Abnik kalesi, bu konumda olmasıyla Bingöllerden Kars Aladağ’ı (3135 m) güneyindeki “Kağızman Derbendi/Kağızman Demirkapısı” boğazına varıncaya kadar Aras Boyu’nu içerisine alan bütün Pasinler’in merkezi olmuştur.35
Karakoyunlular’ın üssü durumundaki Pasin Ovası’nın stratejik bir mevkiini teşkil eden Avnik Kalesi önlerine gelmiş olan Timur 1393/94 yılında tekrar Anadolu’ya girdiğinde Aladağ’dan (Ağrı) Avnik üzerine yürümüş, Karakoyunlu Mısır Hoca’nın elinde bulunan Avnik Kalesi önlerine gelerek yakınlarındaki Celikan Çayırı’nda ordugâhını kurmuştur.
Avnik’in alınması için kendinden önce oğlu Mirza Mehmet’i (Muhammet Sultan) mühim bir kuvvetle Avnik üzerine göndererek, Avnik’in tezden alınacağını zannediyordu. Halbuki olaylar umduklarından aksine bir gelişme göstermiş, Avnik Kalesi halkı koca cihangirin ordusuna karşı gelmişti.
15 Mayıs 1394’te Şehzâde Şahrûh ile birlikte zahmetli bir yürüyüşle Muş Ovası’na ulaşan Timur, daha sonra Aydın Kalesi’ne gelmişti. Burası Eleşgert Ovası’nın başlangıcında Selman Mahmut Köyü yakınlarında bir mevki idi. Yöre ahâlisi Timur’un karargâhına gelip itâatlerini arz etmişlerdi. İşte bu sırada oğlu Mehmet Mirza’yı Avnik üzerine gönderen Timur, Erzurum, Erzincan hâkimi Mutahharten’e (1379-1409) de bir elçi göndererek, onu baş eğmeye dâvet etmiştir. Zaten Timur’un yörede görülmesinden ötürü büyük bir korkuya kapılan Mutahharten, bu davete hemen uymuştur. Timur daha Üç Kilise’de iken O’nun huzuruna çıkan Mutahharten Avnik önlerine gelindiğinde Timur’un yanına gitti ve atının üzengisini öptü.36 Aynı günlerde O, Timur ordugâhında, Avnik muhasarasında kaleye çıkarak Karakoyunlu Mısır Hoca ile görüşmüş ve Kale’nin teslimi için nasihatlerde bulunmuştu.
Timur, Avnik’i almak için kale yakınlarında konaklamış iken, Sivas hükümdarı meşhur şâir ve âlim Kadı Burhân ed-Dîn’e (1344-1398) de üç defa elçi göndererek “emir ve fermanıa uymasını, hutbe ve sikkeyi değiştirmesini, asker ve mal göndermesini”37 ve kendisine tâbi olmasını istemiştir. Ancak Kadı Burhâneddin bu teklifleri red ile ikinci elçiyi de tutuklayarak Mısır hükümdarı Barkuk’a göndermiştir.
Kadı Burhâneddin’e elçilerin gidip geldiği süre içerisinde Timur, “sağlamlığı ve alınmazlığıyla ünlü iki kale olan Micingert ve Erciş’i alıp, o bölgede (Zivin, Hasankale gibi) bulunan diğer kalelerin bazısını zorla, bazısını da hile ile ele geçirmiş, onların ileri gelenlerini azap ve işkenceye tâbi tutarak yok etti”kten sonra38 Bezm u Rezm’deki tarifiyle “yüksekliği bakımından Boğa Burcu ile yarışan, İkizler Burcuna eli değen Abinik Kalesi’nin39 kolayca alınmamasına kızan Timur, muharebeyi bizzat idare etmiştir.
Oysa o zamana kadar Timur’un orduları istilâ yolu üzerindeki birçok kaleyi serçe gibi avlamış, bütün kale duvarları ordularının önünde hezârân gibi eğilmişti.
Bütün tarihi boyunca en kuvvetli müdafaasını Timur’a karşı yapan Avnik Kalesi’nin, oldukça müstahkem vaziyetteki iç kalesini düşürmek mümkün olmamıştı. Dış ve iç kalesi kalbura dönen Avnik yakınlarındaki ordugâhında muharebeyi bizzat idare eden Timur’un, muhasarasını ve gelişen olayları Nizâmeddin Şami şu şekilde yazmaktadır:
“Mısır Hoca dağın tepesine kaçtı. Bu dağ yüksekti. Mumâileyh, onun sarp yollarını tahkîm etti. Büyük kayıplar verdi. Emirler ve askerler yüzlerine siperleri tutarak, mukabele için karşı durdular. Bu sırada Mısır, kendi oğlu, naipleri ve tanınmış kişiler ile beraber, uygun hediyeler göndererek, ben bir kulum ve mutî’im. Emir Timur ile muharebe edecek kudret ve kuvvete sahip değilim. Fakat Onun lûtfu büyüktür. Eğer bu defa bana aman bahşederse kul ve muti olurum. Bundan sonra emniyet ile ve ihtiyârım ile arz-ı ubûdiyete gelirim, diye ricâda bulundu. Emir Timur bunlara hil’at ve kemer vermekle taltif edip, geri gönderdi ve biz onun aman istemesini ve özür dilemesini uygun kabul ediyoruz. Ancak kendisi bizzat huzura gelip, yeri öpmez ise bu arzularını yine getirmeyeceğiz, buyurdular. Bunlar döndüler. Bu sözleri Mısır Hoca’ya tebliğ ettikleri zaman, O güvenmeyerek tekrar asi oldu. Ok atmaya başladı. Çatışma yeniden başladı.
Ertesi gün Emir Mutahharten gitti. Mısır ile görüştü. Kendisine nasihat ederek, “seni böyle karşısında yedi iklim pâdişahlarının pes ettiği bir Emir’e muhalefete sevk eden fikir ne kadar basit bir fikirdir. Senin gibilerin mukâvemete çalışmaları akıl kârı değildir. Ona acz ve meskenet göstermekten başka, hiçbir şey seni kurtaramaz”, dedi. Mısır Hoca, oğlu ile bir hey’et daha göndererek aynı ricâda bulundu. Emîr Timur, Onun sığındığı yerden çıkıp gelmek fikri olmadığını anlayınca hemen onun uşaklarını hapsetti. 21 Şaban 796 Pazar günü, Emîrzâde Muhammed Sultan’ın bütün askerleri gelip, o  gece büyük bir kuvvet ile dağa çıktı. Pazartesi günü Emîr, Mısır’ın oğlunu çağırttı. Bu altı yaşında gayet güzel ve tatlı dilli bir çocuk idi. Huzûra geldiği zaman yüzünü yere koydu. Emîr’in ayağını öptü. Güzel bir edâ ile babasının kanının bağışlanmasını ricâ etti. Eğer arzu ederseniz gideyim. Onu kefen ve kılıç ile beraber getireyim, dedi. Emîr, kendisine merhamet ederek hil’atler ve altınlar vererek son derece izâz ü ikrâm ile geri gönderdi. Fakat, Mısır’ı yine bir korku istilâ etti. Aciz ve muzdar kaldı. Ne yapacağını şaşırdı. Çıkıp gitmek cür’et ve metânetini kendisinde göremedi. Itimat edemediğinden yine bahane ileri sürdü. Bunun üzerine Emîr Timur, hücum edilmesini emretti. Ra’ad, arrâde ve tircerh’leri harb ettiler. Kale ahâlisi feryat ve figâna başladı. Bu esnâda, Mısır’ın annesi ortaya çıktı. Aşağı inerek huzura geldi. Atlar getirip hediye etti. Timur’a: Benim oğlumun sana karşı mukavemet haddi değildir. Sen öyle bir emîrsin ki, senin karşında arslanların ödü patlar ve kükremiş kaplanların nefesi tutulur. Böyle iken, eğer benim oğlum senden korkar ise, taaccüb etmemelidir, dedi. Emir Timur, kendisini taltîf ile bir hil’at giydirerek, geri gönderdi. Mısır’a söyle, eğer aman istiyor ise, hemen bizim tarafımıza gelsin, dedi. Bundan başka Saray Melik Hanım ve öteki hanımlar ona elbise ve hil’at verdiler. Bu hatun, geri döndüğünde, olup biteni oğluna anlattı. Ancak Mısır’ın saadeti, kendisinden yüz çevirmişti. Devlet ona arkasını dönmüştü. Üzerine nekbet teveccüh etmişti. Bu yüzden Timur’a gidip, itaat göstermedi. Düşmanlığını devam ettirdi. Bunun üzerine Emîr, Avnik Hisarı’nın yanında büyükçe bir binâ yapılmasını emir buyurdu. Askerler ağaç ve çamur taşıdılar. Bu binayı yapıp bitirdiler. Bu bina, Avnik Hisarı’ndan da daha yüksek oldu. 31 Temmuz 1394 Salı günü, düşmanın vaziyeti çok vahim bir şekle girdi. Susuzluktan pek fenâ bir hâle geldiler.
Bununla beraber, korkusundan yine çalışıp, çabaladılar. Emîrzâde Muhammed Sultan’a iltica ile tazarru ve niyâzda bulundu. Emirzâde bunları, Emîr Timur’a götürerek, sözlerini arz etti. Emîr, önceki şartını tekrarlayarak, eğer gelir ise bağışlanır, dedi. Mısır Hoca, bu defa da boyun eğmedi. Savaşa başladı. Bu sırada Emîr’in askerlerinden birtakım cengâver, Avnik Kalesi ve Dağı’na çıkmayı başardılar. Hoca Şâhin, herkesten önce ateş açtı. Onu Argunşâh, Amânşâh ile diğerleri takip ettiler. Amânşâh yaralanınca geri çekildi. Argunşâh bir hücumda daha bulunabildi. Askerler de dört bir yandan dağın üzerine çıktılar. Kalenin bir burcu altında delik açıldı. Direkler ile tutturuldu. O esnâda Mısır’ın nökerleri yüz çevirip, kendilerini dağın tepesinden atmaya başladılar. Kale dahilindekiler de hep birden feryâd ü figân ederek, kendilerini dışarı atmak, kurtulmak yolunu aradılar. Üstlerindeki silâhlarını, bütün savaş âletlerini de terk etmekte idiler. Mısır Hoca da, kötü vaziyetini anlayarak, Cuma günü, ki bayram idi, oğlunu dışarı gönderdi. Oğlu, Emîr’e gelerek yere kapandı. Rica ve niyâz ile babasının kanının bağışlanmasını istedi. Emîr Timur da, kanını bağışlarım, fakat bir şartla ki, şimdi çıkıp gelsin. Yoksa bu kadar ahâlinin” kanının günahı onun boynundadır”, dedi. Mısır Hoca Emîrzâde Muhammed Sultan’a iltica etti. Şehzâde, Mısır Hoca’nın gönlünü hoş ederek, Emîr Timur’a getirdi. Kanının bağışlanmasını ricâ etti. Merhamet edilerek, şefaati kabul edildi. Beş gün orada top yaptılar, zevk ve sefa ile vakit geçirdiler.”40 Metsoplu Toma’ya göre: Timur “Kaleyi alıp işhanı Mısır’ı zincirletti; ve kale duvarından yüz kişiyi attırıp, öldürttü.”41
Haziran ortalarından Ağustosa kadar 43 gün süren Avnik muhasarası, Karakoyunlular’ın mağlubiyeti ile neticelendi.
Timur, bayramı bu kale yanında geçirdikten sonra hareket emrini verdi. Timur’un yanındaki Erzincan emîri Mutahharten, izin alarak memleketine döndü.
Timur, askerlerine mükâfat dağıttıktan sonra kaleye kumandanlarından Atlamış Koçi’yi tayin ederek, kalenin yıkılan surlarının yeni baştan yaptırmaya başladı. Timur, askerlerini Avnik’e, Karabağ’a ve etrafa dağıtarak kışlattı. Bu zafer sonrası Gürcistan’a giden Timur, Avnik’ten Yıldırım Beyazıd’a çeşitli mektuplar göndermişti. Avnik, bundan sonra Timur’un en önemli üslerinden biri olmuştur.42
Timur, Avnik’ten Aladağ ormanına doğru yola çıktı. O sahralarda ava çıkarak birçok dağ keçisi ve koç vurdu. Tekrar ılgar ederek vilayetleri itaat altına aldıktan sonra kalan ağırlıkları göç ettirerek Kars’a nazil oldu (26 Ağustos 1394) Burada bir şenlik yaptıktan sonra Çıldır-Bingölleri yaylağından 15 Eylül 1394’te Gürcistan’da Tiflis şehrinegeldi.43 Oradan da hareketle Şeki vilayetine giderek çevreyi itaat altına aldı. Bu sırada Toktamış’ın ordusunun Derbend’e eriştiği haberi üzerine hızla ordusunu harekete geçirdi. Toktamış’ın geri çekildiğini duyunca kış mevsimini Kür ırmağı boyunda geçirdikten sonra ertesi 1395 baharında kuzeye hareket etti. Derbend’i geçerek kuzey Kafkasya’da Terek ırmağı boyuna geldi. Toktamış’ın üzerine yaptığı seferler başlığı altında söylediğimiz gibi 14 Nisan 1395 tarihinde Timur galip gelmiştir. 44
Timur’un Avnik’ten ayrılıp Gürcistan oradan da Toktamış üzerine yürüdüğü sıralarda (1395 yılı ortaları) bu sıralarda Kara Yusuf (1389-1420) atalarının yurduna dönerek Erciş’i geri almıştır. Bunu haber alan ve Timur tarafından kendisini metbû tanımak şartıyla, Van ve çevresinin hâkimliğini uhdesinde bırakılmış olan Kürd emiri İzzeddin Şîr, bir kısım Çağataylarla beraber, Karakoyunlu Beyinin üzerine yürümüşse de küçük bir Çarpışmadan sonra barış yapılmıştır. Bu sırada İzzeddin Şîr ve onunla beraber olan Çağataylarla dört yüz atlı ile yardıma gelen Avnik emîri Atlamış, Kalesine avdet ederken Erciş ovasında bir gece Kara Yusuf ile kardeşi Yâr Ali’nin baskınına uğrayarak esir düşer. Askerlerinin bir kısmı öldürülen bir kısmı da esir alınan Atlamış, Timur’un yakın adamlarından ve çok sevdiği emirlerinden biri idi. Kara Yusuf, bu Çağatay emîrini Mısır Hükümdarı Barkuk’a göndermiş ve onun tarafından hapse atılmıştır.
F. Timur’un 7 yıllık seferi (1399-1404)
Timur, Semerkant’da çok kalmamış 11 Eylül 1399’da buradan ayrılarak, yedi yıl süren Ön-Asya seferine çıkmış olup, Timur tarihlerinde “Gürcü ve Ermeni Seferi” diye de anılan bu seferi, Şaraf al-Din Yezdi “Yedi Yıllık Sefer” olarak adlandırmıştır.
Timur, bu hadiseler sırasında Semerkant’dan hareket ederek Hindistan Seferini yapmış ve bunu tam bir başarı ile sonuçlandırarak payitahtına dönmüştü. 1398-1399’da Hindistan üzerine yürümeye karar veren Timur 1398 yılı Mart ayında hareket ederek yolu üzerindeki Kabil yöresinde oturan putperestlere darbeler vurup, fetihlerde bulunduktan sonra Sind ırmağını geçerek Pencap, Sind bölgelerinin merkezi Dehli olmak üzere buraların hakimi Tuğluk hanedanından II. Mahmud’u Delhi yakınlarında yenerek şehri ele geçirip, yağmaladı ve tahrip etti. Bu yöredeki Budist ve Brahmanların yaşadığı bazı yerler de yağmalandıktan sonra Timur Kabil’i de tahrip ederek zengin ganimetler ve savaş filleri elde ederek 29 Nisan 1399 da Semarkand’a geri dönmüştü.45
Kısa bir zaman dinlendikten sonra 802 (1399-1400) yılında Azerbaycan’a gelince bunu duyan Kara Yusuf, Van Gölü çevresindeki atalarından kalma yurdunu tahliye ederek Musul’a çekilir. Timur’un yeniden Batı-İran’da görünmesi, Bağdat hükümdarı Calâyır Sultan Ahmet’i telaş ve kaygı içinde bırakmıştı.46
Kendisini emniyet içinde göremeyen Celâyır hükümdarı gizlice Bağdat’tan ayrılarak Musul’da bulunan Kara Yusuf’un yanına gelmiştir. Bu iki zatın Osmanlı Hükümdarı Yıldırım Bayazıd’a gitmeye karar vermeleri ve onunla bu anlamda ilişki kurmaları, Yıldırım Bayazıd-Timur bozuşmasının da başlıca sebebidir.
Oğlu Miran Şah Mirza, eski İlhanlı Devleti’nin batı kısmını teşkil eden Azerbaycan ve Irak bölgelerinde vali idi. Bir av esnasında attan düşerek sarsıntı geçirmiş ve aklını kaybetmişti. Timur, Azerbaycan üzerine gelmekte iken, Miran Şah babasını yolda hediyelerle karşılamış ise de ilgi görmemişti. Timur kışı Mugan sahrasındaki Koturkent’te geçirmişti47 ve 1400 ilkbaharında burada yapılan kurultayda, ilk olarak Gürcistan’ın ilhakına karar verilmişti. Bu arada Yıldırım Beyazıd’ın taarruzuna maruz bulunan Emir Taharten’in beyliğini de bu tehlikeden korumak için Yıldırım Beyazıd’a karşı bir sefer açılması bile düşünülmüştü. Timur’un ilk işi Gürcistan’ı istila etmek oldu. Daha sonra Ardahan ve Kars üzerinden Bingöl’e geldi. Bu sırada Ahmed Calayır ve Kara Yusuf Bağdad’a gelerek şehri ele geçirmişlerdi. Fakat Timur’un Sıvas üzerine yürüyeceği haberi üzerine telaşa kapılan bu ikili Timur’un Sivas’tan Suriye üzerine gelecek olursa iltica yollarının kapanacağı endişesine kapıldılar. Halep ve Hama naipleri birleşerek ikisinin de Suriye’ye girmesine engel olmak istediler. Ahmed Calayir ve Kara Yusuf bu ikilinin kuvvetlerini mağlup ettiler. Ama Memlûk devletine sığınma ümitleri de kayboldu. Böyle olunca Yıldırım Beyazıd’a sığınmaya karar verdiler. Ancak Kara Yusuf ile Ahmed Calayır’ın arası açılınca Kara Yusuf memleketine dönmeye karar verdi. Ahmed Celâyir ise yoluna devam ederek Yıldırım Beyazıd’a iltica etti. Gerek bu hadise ve gerekse Yıldırım Beyazıd’ın Erzincan emiri Taharten’i yerinden uzaklaştırarak Erzincan’ı ele geçirmiş olması, Osmanlılar ile Timurluların arasının iyice açılmasına sebep olmuş ve yukarıda gördüğümüz gibi Taharten de Timur’a sığınmıştı.
1399-1400 kışını Karabağ’da geçiren Timur 1400 yılı baharında Gürcülerin mecusilerden bir taifenin Panaskerd’te (Olur) olduğunu duyunca birkaç gece yürüyüşü ile (Penek, Panaskert, Ardanuç, Oltu bölgelerinden giderek) beş günde onların yedi kalesini zapt etti. Oradan (Olu üzerinden Pasin’e) muzaffer dönerek48 Aras nehri üzerinde kurulu Çoban Köprüsü üzerinden geçip49 Avnik’te ağırlıklarının bulunduğu yere erişti. Burada bir süre zevk ve sefa ile vakit geçirerek etraftaki meliklerin arz ubudiyetlerini kabul etti. Avnik’ten ayrılıp Pasinlere hareketle Erzurum’a giren Timur, askerlerinin atlarını çalan Abulistan (Elbistan) vilayetine yöneldi. Oradan da Kahta ve civarındaki kaleleri aldırıp Malatya’ya oradan Hısn-ı Mansur’dan ilerleyerek Behisni (Besni) Kalesi’ne yürüdü. Buradan da Antep taraflarına doğru yola revan olarak Halep’e geçti. Burayı üç gün yağmaladıktan sonra Hama, Humus ve Baalbek’i ve sonra Şam’ı alarak tahrip etmiş ve halkını katliama tabi tutmuştur. Mart 1401’de Suriye’den ayrılan Timur, Halep’e ve oradan tekrar Urfa’ya döndü. Urfa’dan da göç ile Mardin şehrine geldi. Buradan Musul ve Bağdad’ı ele geçirip, Tebriz üzerinden Karabağ’a gelip 1401/1402 kışını burada geçirdi. Kendisi Suriye seferi ile meşgulken Yıldırım Beyazıd Sıvas ve Erzincan’ı alıp Erzurum’a kadar ilerleyip geri dönmüştü. Buraya gelen Yıldırım’ın elçisine Kara Yusuf’un öldürülmesini veya Osmanlı sınırlarından öldürülmesini veya kendisine teslim edilmesini istedi.1402 baharında da bu olmayacak işi bahane ederek Yıldırım’ın üzerine yürüdü. Yolda Kars-Erzurum yaylaklarından geçti. Bu sırada Tortum Kalesi’ni 5 günde zapt ederek oradan Erzurum sonra Erzincan’a giderek oraya nazil oldu. Metanet ve hesanetiyle meşhur Kemah kalesini zapt edip buraya geldi. Burayı Erzincan valisi Taharten’e verip Rûm diyarına müteveccihen hareketle o memleketleri ele geçirmeyi kararlaştırdı. Bundan sonra Sıvas sahrasında geçit resmi yapılmasını emretti.50 “Ora alınırsa Mısır, Suriye ve Rûm ülkelerinin tamamı alınır”51 dediği Sivas’tan hareketle beş merhalede Kayseri’ye geldi. Yıldırım Beyazıd, Timur’un Tokat yolundan Ankara üzerine geldiğini haber alınca Tokat’a geldi. Fakat Timur, Kayseri’den yola çıkıp Kızılırmak kıyısını takip ederek Kırşehir havalisine geldi. Sonra Ankara kalesini kuşattı. Timur’un Ankara kalesini kuşatmakta olduğunu öğrenen Yıldırım Beyazıd hızla Ankara üzerine hareket etti. Beyazıd’ın gelmekte olduğunu işiten Timur, kuşatmayı terk ederek Çubuk ovasına ordusunu mevzilendirdi. Nihayet 28 Temmuz 1402 günü iki ordu Çubuk ovasında karşılaştı ve yapılan savaşta Yıldırım Beyazıd yenilerek esir edildi.52 Osmanlı ordusu dağıldı. Yıldırım’a saygı gösteren Timur zaferden sonra Anadolu’da bir yıl kadar kalmıştır.
Timur bu galibiyet sonrası Ankara’dan hareketle 6 merhalede Sivrihisar’a geçti. Buradan da üç günde Gazi Seyyid’e gidip Karahisar’dan geçerek Kütahya’ya indi.53Yazı burada geçiren54 Timur’un namına, kendisi veya Yakup Bey tarafından sikke bastırılmıştır.55 Kütahya’da iken etrafı yağma ve zapt ettiren Timur bu olaylar esnasında Emirzâde Muhammed’e Bursa’yı idare etme emrini verdi.
Bu arada Akşehir, Konya ve Aydın’ı da zapt ettirerek 1402 kışını Aydın’da geçirip56 oradan Kütahya, Domanıç taraflarına teveccüh etti.57 Burada iken Bursa’nın ganimetleri kendisine getirildi. Domaniç’ten Traşlığ ve oradan Saranyus’a oradan da Tığırtaş’a ve sonra da Balat’a vasıl oldu. Burada bir müddet konaklayarak Yıldırım Beyazıd’ın oğlu Süleyman’ın elçisini kabul eden Timur, daha sonra Ayasluğ’a (Selçuk) sonra Donguzluğ’a (Denizli) geldi. Burası Timur’un çok hoşuna gitti. Oradan da hareketle üç yerde konak vererek Güzelcehisar’a geldi. Burada birkaç gün konakladı. Buradan tekrar Ayasluğ’a (Selçuk) ve Tire şehrine geldi. Birkaç gün de burada kaldı. Bu sırada İzmir kalesinden bahsedilip buranın Efrenc’in ileri gelenlerinin merkezi bulunduğu söylenince Timur onları İslâm’a davet etti. Fakat onlar red cevabı verdiler. Üstelik İzmir kalesinin sahibi komşu şehir ve adalardan kuvvet toplayıp karşı koymakistedi.58
Bu fasılada Timur, kışlaktan kalkıp Hamid-iline (İsparta) müteveccih olup ağırlığını şehre göndermiş idi. Sebebi ise İzmir kalesini kış mevsiminde Frenklerin elinden almak gayesiydi.59 Bu yüzden Emir Timur bütün askerlerini harekete geçirip hiç durmadan kaleyi ele geçirmelerini emretti. 15 günlük kuşatmadan sonra galip gelen yine Timur oldu. Timur bu fetihten sonra Foça kalesinin de alınmasını emretti. Emirzade Muhammet Sultan emri yerine getirdi. Böylece bu tarihe kadar alınamamış İzmir ve Foça, zapt edilmiştir. Bu sırada Sakız şehri hâkimi Sete de Timur’a tabiliğini bildirdi. Bundan sonra Timur Ayasluğ’dan (Selçuk) hareketle on yerde konak vererek Sultanhisar’a vasıl oldu. Buradan Uluborlığ (Uluborlu) kalesine doğru yola revan oldu. Buranın kalesini yerle bir edip Eğridür (Eğridir) ve Nis Kalesine (Nis: Eğridir Gölü’nde bir ada. Bugün de Nis veya Yeşilada diye anılır) yürüdü. Böylece bir günde üç kale zaptedildi.60
Bundan sonra Timur Milas yolu ile Akşehir’e gitti. Burada Karamanoğlu Mehmed tabiliğini arz etti. Bu sırada Yıldırım Beyazıd’ın öldüğü haberi ulaştı.61 (7 Mart 1403). Birkaç gün sonra da Timur, Avnik Muhasarasında yararlılığı görülmüş olan Emir-Zâde Muhammet Sultan Karahisar’da vefat etti.62
Bundan sonra Akşehir’den Konya’ya geçip bir süre kalan Timur Amasya’ya yakın Kayseri tarafına doğru gitti.
Kışı Anadolu’da geçiren Timur oğlunun ölümüyle çok sarsıldı. Buradan ayrılırken Tatarları da birlikte götürdü. Timur 1403 baharında doğuya dönüşünde Sultaniye’de bulunan Büyük Hanımı Saray Melik Hanım, merhum şehzadenin annesi Hanzâde, diğer akalar ve hatunlar ile diğer yakınların Avnik sınırına hareket etmelerini istemişti. Mâteme bürünen kadınlar, Sultaniyeden hareket ile Avnik’e muvasalat etmişlerdir. Bu sırada Timur da geri dönmüş Avnik Kalesi’ne gelmişti.63 Ailesiyle orada buluşarak Emirzâde Muhammed Sultan için hayır ve hasenatta bulundu. Ölen oğlu için mâtem merasimi yaptırdı. Taklit olarak yapılmış tabut önünde dini bir merasim yaptırmakla beraber, burada bir müddet eğleşerek, fukaraya çok sadaka vermiştir. Nizam üd-Din Şami, Timur’a çok elem veren bu havayı, şu şekilde anlatmaktadır.
“Merhum Emirzâde Muhammed Sultan’ın mâtemini yenilediler. Yer, mavi elbiselerin çokluğundan göğe benzedi. Gök, yer gibi başına topraklar saçtı. Ay yüzlü kadınlar siyah giyeceklerini giydiler. Zühre alınlı, güneş gibi parlak kadınların tutulmuş güneş gibi günleri kara oldu. Dağlar, sahralar mâtem edenlerin feryât ve figanı ile doldu. Gözlerden akan yaşları ile o yerlerin dağlarında, tepelerinde kan dereleri vücuda geldi. Gerçekten de böyle bir şehzâdenin sonsuz ayrılığından gözlerde yaş yerine kan akması şaşılacak bir şey değildir. Herkes yürekleri yanarak “eğer benim gözlerim, yüreğimin yandığı nispette ağlasa idi, göklerde kuşlar, denizde balıklar benim hâlime ağlardı,” beytinin anlamını gönüle ve hatıra getirdi.
Emîr Hazretleri, Şehzâde merhumun ruhu için müstehak olanlara türlü türlü sadaka verilmesini, hatimler indirilmesini emretti. Sofralar kuruldu. Fakirlere yemek dağıtıldı. Kalb-i Hümâyunlarına rahatlık vermek için âlimler ve sâlihleri topladılar. Onlara birtakım meseleler sorarak, gam ve kederlerini uzaklaştırdılar. Hepsine izaz ve ikrâm, kendilerine hilât ihsan ettikten sona evlerine dönüp gitmelerine izin verdiler.64
Timur, Anadolu’dan, dolayısı ile Erzurum arazisinden ayrılarak kona-göçe Semerkant’a doğru gitmiştir. Doğu Anadolu’daki kale ve kasabaları, Karakoyunlu baskısına karşı korumak için güvenilir kimseleri tâyin ederek Erzurum, Avnik Kars, Ani, Sürmeli, Zivin ve Micingert, bir müddet daha onun nüfuzunda kalacaktır. Ve bugün hala Micingert ve Bardız kalelerinde Timur’un tamgası olan iç içe üç halkadan oluşan izler hala durmaktadır. 65
Buradan Gürcistan’a gitmeye karar veren Timur Kars arazisine girerek şehzâdeleri ve emirlerine hitaben bir konuşma yaptı.
Timur 25 Temmuz 1403’te Gürcistan’a girerek Gürcülerin Kürtin ve Birtvis isimli kalelerini zaptetmiş ve bütün Ermenistan ile Gürcistan’ı tahrip edip,1403 kışını bu bölgede geçirdikten sonra Mart 1404’te Karabağ’a gelmiştir.66 Timur 1403-1404 kışını da son olarak Karabağ’da geçirdi. Aynı sene yazında kuzey Iran yoluyla Semerkant’a dönen Timur yine dinlenmeden aynı yıl Kasım ayı sonlarında Semerkant’dan Aksulat’a doğru hareket ederek Moğollar üzerine yürümek için şehzâdelerden Halil Sultan, Ömer Şeyh oğlu Ahmed ile bazı beyleri sağ kol olarak Taşkent, Şahruhiye; torunu Mirza Sultan Hüseyin’i sol kol askerleri ile Sayram taraflarına gönderdi. Sonra kendisi de Otrar’a doğru hareket etti. Sir Derya’yı buzlar üzerinden geçerek 1405 Ocak ayında Otrar’a vardı. Çin’i Islamlaştırmak amacıyla fetih hareketlerine başlayacağını bildirdiği ve bu maksatla
Otrar’da muazzam bir ordu topladığı sıralarda67 buna fırsat bulamadı. Şubat ayında aniden hastalandı. Rahatsızlığı artınca hanımları ve Emir Şeyh Nuredddin ile Emir Şah Melik’in yanında Cihangir oğlu Pir Muhammed’i kendisine veliaht tayin etti. Sonra 18 Şubat 1405’te 69 yaşında iken vefat etti.68
35  yıl hükümdarlık eden Timur, Altın Orda hanlığına vurduğu darbe ile müstakbel Rus devletinin gelişmesine kolaylık sağlamıştır. Beyazıd’ı mağlubiyeti İstanbul’un alınmasını geciktirmiştir. Delhi Sultanlığı’na vurduğu darbe ile de Hind Müslümanlığının gelişmesini kısa bir müddet de olsa geciktirmiştir.
7  Eylül 1404’te Timur’la Dilkûşa bağında görüşen İspanya kralı Don Henri’nin gönderdiği elçilik heyetinden Ruy Gonzeles de Clavijo’nun yazdığına göre Timur’un sağ ayağı aksak ve sağ elinin iki küçük parmağı da yok idi. Yine aynı kaynağa göre Timur, sade giyinişli, başında kalpak, azametli görünüşe sahip birisiydi. Ulemayı ve şairleri, sanatı ve sanatçıları sever, tarihçilere ve müneccimlere ve seyyidlere hürmet ederdi. Ciddi olmayan şeylerden hoşlanmazdı.
Kurduğu devlet ölümünden kısa bir süre sonra sarsılmış ve dağılmaya yüz tutmuştur. Ölümünden yüz yıl sonrasına kadar Tamur tarafından zapt edilerek bir devlet halinde kurulmuş olan memleketlerde gerek müstakil gerekse bey veya genel vali sıfatıyle Timur’un ahvadına Timurlular denmiştir.
***
Timur rönesansı denebilecek edebiyat, güzel sanatlar ve bilime hız kazandıran faaliyetler onunla başlamış ve ölümünden sonra oğulları tarafından devam ettirilmiştir. Timur’un kendisi bahçe düzenlemelerine çok önem vermişti. Yaptığı seferlerde elde etmiş olduğu bol ganimetler ile hükümet merkezi olan Semerkant’ı ve kendisinin çıktığı Keş şehrini imar etmiştir.
Semerkant’a şehircilik adına yaptığı faaliyetler bilinmektedir. Burada yaptığı saraylardan iz kalmamıştır. Eşi Bibi Hanım veya Bibi Hatun cami yapımını başlatmış ama bitirmeye ömrü yetmemişti. En büyük tutkusu “o güne dek yapılmamış en büyük ve görkemli cami” yapmaktı. Semerkant’daki Gurimir türbesi onun saltanatı sırasında yapılan üçlemenin en güzelidir.69 Ayrıca Şah-ı Zindeh, en yalın haliyle bile mükemmel bir güzelliktedir. Timur’un, “Türkistan’da Zeraf-Şan havzasında, keza Sir Derya ve Çu havzalarında büyük sulama işleri yaptığı gibi, batıda Azerbaycan’daki Mugan’da iki büyük kanal inşa edip bunların boyunca şehir, kasaba ve köyler kurdurduğunu70 biliyoruz. Alırken yıktığı kaleleri aldıktan sonra tamir ve tevsi eden Timur’un bugün hala Micingert ve Bardız Kalelerinde tamgası olan iç içe üç halkadan oluşan izler hala durmaktadır. 7
1           Mustafa Kafalı, ”Timur” İslâm Ansiklopedisi, c. 12/I, s. 336.
2          “Düşmanları karşısında zor duruma düşmüş Sistan hakimi Melik Fahreddin “beni kuvvetli bir düşman rahatsız etmektedir. Eğer o sizin yardımınız ve kahramanlığınız sâyesinde uzaklaştırılırsa, size pek çok mal ve mücevherat verir, ömrüm oldukça bu yardımınıza karşı minnettar kalırım”diyerek Timur’u yardıma çağırması üzerine Timur ve arkadaşı Emir Hüseyin 1000 kişilik bir kuvvetle bu yardım teklifine evet diyerek Sistan hakiminin düşmanını uzaklaştırdılar. Fakat Sistan hakimi Fahreddin’in vaadlerini yerine getirmemesi üzerine buradan ayrıldılar. Ancak yolda önleri kesilmiş, yapılan çarpışmada Timur’un sağ eline ok isabet ederek yaralanmıştı. Herhalde ayağının sakatlanması da bu çarpışmada olmuştu. Timur ile karınca hakkındaki meşhur hikaye de onun bu müşkül zamanlarına aittir. Bu hikaye şudur: Timur yaralı olarak bir gün, duvara dayanmış üzüntü içinde oturuyordu. Eli ve ayağı tutmaz olduğundan, bundan böyle en iyisi mi her şeyden elimi-eteğimi çekip, köşeye çekileyim diye düşünüyordu. O sırada zayıf bir karınca duvara tırmanmaya başladı. Fakat biraz sonra düştü. Karınca birkaç defa düştükten sonra, nihayet duvara tırmanmaya başladı. Timur, karıncanın durumunu kendi durumuna benzeterek, yeniden faaliyete geçmek ve büyük devlet kurmak ümidi ile faaliyete geçti. ” (Ismail Aka, Timur Ve Devleti, Ankara 1991, s. 5-6).
3          Nizamüddin Şami, Zafername, Çvr. Necati Lugal, Ankara 1987, s. 9-10, 68; Mustafa Kafalı, ”Timur”, Islâm Ansiklopedisi, c 12/I, s. 339.
4           Nizamüddin Şami, Zafername, s. 70-71.
5          A. Zeki Velidı Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, c. I, Üçüncü Baskı 1981 Istanbul, s. 64. “Bilginlerden birine Timur’un ortaya çıkış tarihi soruldu. “Azap” cevabı alındı. O kelimenin sayı değeri yani ebced hesabı 773 eder. ”(Ahmed Cevdet Paşa, Peygamberler Ve Halifeler Tarihi, sadeleştiren Muhsin Bozkurt, c. II, Istanbul, ?, s. 1043) Bu tarih Timur’un başa geçiş tarihi 1370 yılına tekabül eder.
6          Tacü’s-Selmânı, Tarihnâme, çvr. Ismail Aka, Ankara 1988, s. 19.
7           Ismail Aka, Timur ve Devleti Ankara 1991, s. 7-8.
8           Ismail Aka, Timur ve Devleti, s. 9-10.
9           Ismail Aka, Timur ve Devleti, s. 11.
10       Aziz Erdeşirî Esterabâdî, Bezm-ü Rezm, çvr: Mürsel Öztürk Ankara 1990, s. 28.
11        Nizamüddin Şami, Zafername, s. 119-120.
12        Nizamüddin Şami, Zafername, s120, Şaraf al-Din Yezdi, Zafername, c. I, Tahran 1336, s., 399-400;                   M. F. Kırzıoğlu, Kars Tarihi, çc. I Istanbul, 1953s., 468, 469.
13        Nizamüddin Şami, Zafername, s. 120.
14        Nizamüddin Şami, Zafername, s. 122.
15        Ismail Aka, Timur ve Devleti, s. 13.
16         İsmail Aka, Timur ve Devleti, s. 14.
17        İsmail Aka, Timur ve Devleti, s. 14.
18        Nizamüddin Şami; Zafername, trc: Necati Lügal, s. 124; O. Turan, İstanbul. Fethinden Önce Yazılmış Tarihi Takvimler, 2. Baskı Ankara 1984, s. 81.
19        Ebû’l Hayri Rumî, Saltuknâme, c. I. çvr: S. H. Akalın, Ankara 1967, s. 157-158.
20        Metzoplu Toma, Timur Ve Haleflerinin Tarihi, cvr: Gürsoy Solmaz, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, s XI. s. 130-131, 1999 Erzurum.
21        Nizamüddin Şami, Zafername, s 124-125; Faruk Sümer, Karakoyunlular, c. I. 3. Baskı, Ankara 1992, s. 50-51.
22        İsmail Aka, Timur ve Devleti, s. 15.
23        Nizamüddin Şami, Zafername, s. 130-131, 139-140.
24       A. Yu. Yakubovskiy, Altınordu ve Çöküşü, çvr. Hasan Eren, İkinci Baskı, Ankara 1976, s. 227; İsmail Aka, Timur ve Devleti, s. 15.
25        Nizamüddin Şami, Zafername, s. 142-151; Mustafa Kafalı “Timur”, s. 12/ı, s. 342.
26        Nizamüddin Şami, Zafername, s192-200; A. Yu. Yakubovskiy, Altınordu ve Çöküşü, s.
253.
27       A. Yu. Yakubovskiy, Altınordu ve Çöküşü, s. 263.
28       Nizamüddin Şami, Zafername, s. 161-166; Şaraf al-Din Yezdi, Zafarname, nşr. Muhammed Abbas Tahran 1336, c. I, 433-438; Mustafa Kafalı “Timur”, s. 12/I, s. 342-343.
29         Aziz bin Aziz Erdeşirî Esterabâdî, Bezm-ü Rezm, s29.
30        Nizamüddin Şami, Zafername, s. 173-179; Şaraf al-Din Yezdi, Zafarname, I, 450-473; Aziz bin Erdeşir-î Esterâbâdî, Bezm ü Rezm, 414 de Timur’un önce Mardin sonra Resul’ayn’a gittiği yazılıdır.
31        İsmail Aka, Doğuştan Günümüze Kadar Büyük İslâm Tarihi, c 9, s. 199-200.
32        Şaraf al-Din Yezdi, Zafarname, I, 658.
33       Aziz bin Erdeşir-î Esterâbâdî, Bezm ü Rezm, s. 417.
34       Yakut el-Hamevî, Mucemü’l Büldân, Beyrut 1957. s. 283.
M. Fahrettin. Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, Ankara 1976, s. 139.
36       Aziz bin Erdeşir-î Esterâbâdî, Bezm ü Rezm, s. 418.
37       Aziz bin Erdeşir-î Esterâbâdî, Bezm ü Rezm, s. 414.
38       Aziz Erdeşirî Esterabâdî, Bezm-ü Rezm, s. 417.
39       Aziz bin Erdeşir-î Esterâbâdî, Bezm ü Rezm, s. 424.
40        Nizamüddin Şami, Zafernâme, s. 187-190.
41        Toma Metsopski; “Timur ve Haleflerinin Tarihi”, s. 15.
42       A. Şerif Beygü, Erzurum Tarihi, Anıtları, Kitabeleri Istanbul 1936, s. 228-229.
43        Nizamüddin Şami, Zafernâme, s. 190.
44        Aziz bin Erdeşir-î Esterâbâdî, Bezm ü Rezm, s. 424; A. Yu. Yakubovskiy, Altınordu ve Çöküşü, s. 253.
45        N. Şami, Zafernâme, s. 250; Şaraf al-Din Yezdi, Zafername, II, s. 134-136.
46        Faruk Sümer, Karakoyunlular, s. 60.
47        “Timur zamanında Mugan kendisinin beğendiği kışlak olan Karabağ bölgesine bağlanmıştır. 804/1401 kışında Timur burada eski bir kanalı yeniden açtırmış ve ona kendi kabilesinin adı olan Barlas adını vermiştir. Kanal Kuşki Çangşi yanında, Aras’tan başlar ve 10 fersah uzaklıkta olan Sarca-pil (Bel)’e kadar gelir. Timur’un emirlerini vermek üzere, nehri geçmiş olmasından (kendisi Aras’ın kuzeyinde bulunuyordu), kanalın Aras’ın güney tarafından, Mugan bozkırında bulunduğu kabul edilebilir. Bu kanal her halde Yegin Gavur-arhı olmalıdır ki, bunun 50 km uzunluğunda izleri hala görülmektedir. ” Bu kanal Timur’un 806/1403 yılında Aras’ın kuzeyinde, Baylakan şehrine doğru açtırmış olduğu kanal olacaktır. V. Minorsky, “Mugan” Islâm Ansıklopedisi, c. 8, s. 447-448.
48        Nizamüddin Şami, Zafernâme, s. 190.
49       Aziz bin Erdeşir-î Esterâbâdî, Bezm ü Rezm, s. 425.
50        Nizamüddin Şami, Zafernâme, s. 276, 301-302.
51       Aziz bin Erdeşir-î Esterâbâdî, Bezm ü Rezm, s. 425.
52        Nizamüddin Şami, Zafernâme, s. 205-306.
53        Nizamüddin Şami, Zafernâme, s. 312.
54        Solak-Zâde; Solazade Tarihi, c. I hzl. Vahid Çabuk, Ankara 1989, s. 110; Hoca Sadettin Efendi, Tac’üt Tevarih, c. I hzl. İsmet Parmaksızoğlu Ankara 1992, s. 296.
55        İ. Hakkı Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, İstanbul 1932, s. 44.
56        Solak-Zâde; Solazade Tarihi, c. I, s110; Hoca Sadettin Efendi, Tac’üt Tevarih, c. I, s. 297.
57        Nizamüddin Şami, Zafernâme, s. 314.
58        Nizamüddin Şami, Zafernâme, s. 318-319.
59        Solak-Zâde; Solazade Tarihi, c. I, s119.
60        Nizamüddin Şami, Zafernâme, s. 321.
61        Yıldırım Bayezid’ın ölüm haberi Timur’a, Akşehir’e bir konak mesafede iken ulaştı. ”Timur, öldüğünü duyunca üzüldü ve tarifsiz bir keder gösterdi. Gözlerinden akan yaşlar yanaklarına döküldü. Üzüntülerini, duyduğu acıyı belirterek, dinimizin direkleri olan Osmanlı padişahlarının, küffar arasında harcadıkları bunca çabaya karşı devletlerini yıkmak fikrinden vazgeçmiştim. Özellikle cennet mekân Sultan Yıldırım Beyazıd’ın aşağılık düşmanlara yılgınlık vermekte, küffarı tepelemekte, yok etmekte, yüce dinimizi yüceltme yolunda eylediği işleri, gösterdiği gayretleri, gördüğümden beri, ona yardım etmek, onu güçlendirmek, mutlu kılmak, gönlünü almak her Müslüman’a düşen bir görev olduğu kadar, bu soyu korumanın da dindarlığın esası olduğunu anlamıştım. Düşüncem, Rum ülkesini bütünüyle ele geçirdikten sonra, durağı yüce padişahı tekrar tahtına oturtmak, gereken saygıyı eksiksiz yerine getirmekti. İslâm serhaddının korunması, gaza ve cihat törelerinin yürütülmesi için, bu ulu Han’a yardım etmekle, kendim için iyi bir ad bırakmak, hayırla anılmak istiyordum. ” Üzüntüsünü bu sözlerle belirttikten sonra sultanın Akşehir’de Şeyh Mahmud-i Hayrani türbesine geçici olarak defnedilmesini buyurdu. Şehre girdiği zaman, Musa Çelebiyi hüzünlü gönlünü alacak güzel sözlerle. iltifatlarla teselli ederek, taziyette bulunmuştu. Bu arada parlak bir kılıç ile değerli bir hil’at vermiş, gönül alıcı bir kimse olduğunu göstermişti. ”62.
62        Nizamüddin Şami, Zafernâme, s. 322; Solakzâde, Solakzâde Tarihi, c. I, s. 119.
63        Nizamüddin Şami, Zafernâme, s. 329.
64        Nizamüddin Şami, Zafername, s. 330.
65        Gürsoy Solmaz, Orta Çağ’da Erzurum Kars Kaleleri, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum 2000, s. 49.
66        Nizamüddin Şami, Zafernâme, s. 343.
67        Rene Grousset, Bozkır İmparatorluğu, çvr. Reşat Uzmen İstanbul 1993, s. 424.
68        Medzoplu Toma’ya göre”Timurlenk, kendi ülkesine giderek orada öldü. O, Meşheddeki makberinin üstünde kurt gibi uluyordu. Onu oradan çıkartıp od’un için ekoydular ve sudan geçirdiler. Lakin sonra da onun menfur sesi uzun zaman kesilmedi. Bu sebeple Timur öldü sanılarak diri diri gömülen hükümdarlardan bir iolarak da bilinir.
69        Jean-Paul Roux, Aksak Timur, çvr. Ali Rıza Yalt, Istanbul, 1994, 259-275.
70        Z. Velidi Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 130; Wilhem Barthold; Uluğ Bey Ve Zamanı (Çev. Ismail Aka) Ankara, 1997, s. 37.
71        Gürsoy Solmaz, Ortaçağda Erzurum Kars Kaleleri, s. 49.
Yrd. Doç. Dr. Gürsoy Solmaz
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...