19 Eylül 2017

‘Vahhabilik’ İstanbul’da mı doğdu?



‘Vahhabilik’ İstanbul’da mı doğdu?


Osmanlı idaresindeki Hicaz ve Basra'daki ders halkalarına katılan Abdulvahhab, Türkiyeli İslamcılar arasında sık sık alevlenen tartışmalardan biri de, yerlilik ve millilik. Tartışma sırasında, ‘yerlilik’ vurgusu yapan İslamcıların, Suriye’de var olan savaşın popüleritesinden faydalanan kişilerin ‘yabancı’ bir din algısını Türkiye’de yaymak istediğine dair görüşlerini dillendirdiği görüldü.  Buna göre; çeviri kaynaklar ve gündelik bilgiler ile beslenen gençlerin milli şuurdan uzak kaldığı ve yerli ilim adamlarını tanımadıkları vurgusu yapıldı. Tartışmanın diğer tarafındaki İslamcılar ise, Müslüman milletlerin bir ‘ötekisi’ olmadığını savunarak, bu anlamda evrensel bir din olan İslam’ın ‘millilik ve yerlilik kıskacına sokulamayacağını’ savundu. Son dönemlerde sosyal medyada tekrar gündeme gelen bu tartışmada taraflar kendilerini savunurken çeşitli retorikler kullandı. Birleşme mi ayrışma mı? Bu konudaki görüşlerin şekillenmesinde tarihe olan bakış açısı önemli bir nirengi noktası oldu: Kimlikler üzerinden ayrışma mı, ortak tarih üzerinden birleşme mi? Tarihi metinler ve tecrübeler, toplumlar için harita rolü gören kimliğin hareket noktasıdır. Bu anlamda her yeni kimlik bir ayrışma anlamına gelse de, tarihsel verilerin sadece ‘yıkıcı’ bir rolü olduğunu ifade etmek yanlış olacaktır. Nitekim tartışmalar sırasında en dikkat çeken ayrıntı, İslam dinini benimsemiş farklı milletlerin, aralarına kalın çizgiler konulamayacak kadar ortak bir tarihe ve ciddi bir etkileşime sahip oldukları gerçeği olmuştur. Tarihsel hafıza, siyasal bir sorun alanı ve hatta savaş sahnesidir. Ancak okuyucularına oldukça ilginç kesişim manzaraları da sunabilir. Güncel tartışmanın taraflarından biri olan sosyal medya kullanıcısı serisi belki de bu manzaralardan birini bizlere sunuyor. Mepa News olarak, söz konusu seriyi herhangi bir müdahalede bulunmadan ilginize sunuyoruz: “Günümüzde dinini kavmi ve coğrafyasına göre belirleyenler, “Vehhabilik” bize ait değil diye tezvirat yapıyor. 

Bakalım öylemiymiş. Bilindiği gibi Muhammed bin Abdulvahhab ve onun etkisiyle Necid merkezli oluşan, “Necdi Davet” hareketi, günümüze kadar etkisini sürdürdü. Elbette, Rasulullah(sav)’ın “coğrafyası” Arap Yarımadası’ndan çıkan bu hareket, birilerine göre “bize yabancı” ve “dışarıdan ithaldi”. Ancak hareketin tarihi ve ortaya çıkışına bakıldığında,bugün “Vehhabilik” denilerek karalanan davet hareketinin kökeni “İstanbul”a dayanıyor. Hikayemiz, İslam tarihinde önemli bir yere sahip Osmanlı Devleti döneminde başlıyor. Bu tarihlerde Osmanlı müslümanların lideri konumunda. Osmanlılar, bir taraftan cihad ve gaza ile meşgul olurken, öbür taraftan alim ve fakihlerin davet çalışmalarının önünü açıyordu. Daha öncesinde de bazı isimler ön plana çıksa da, özellikle Kanuni Sultan Süleyman devrinde, bu anlamda önemli gelişmeler yaşandı. Burada en kritik isim, Kanuni Sultan Süleyman ve 2. Selim devrinde Şeyhülislamlık yapan, “Ebu’s Suud Efendi”ydi. Büyük bir İslam alimi. Ebu’s Suud Efendi büyük bir alim ve Şeyh’ul İslam olduğu dönemlerde, bid’at ve hurafe ehli Sufilere karşı büyük bir mücadele yürüttü. Kanuni Sultan Süleyman buna göre sapkınlıkta ileri giden Sufi şeyhleri idam etti. Meşk, dans, sema gibi sapkınlıklar yasaklandı. Bu konuda oldukça hassas isimlerden biri de, meşhur Sokullu Mehmed Paşa’ydı. Bid’at ehline karşı amansız mücadelesiyle tanınıyordu. Sokullu’nun bu anlamdaki destekçilerinden biri de, İslam tarihine adını altın harflerle yazdıran, meşhur Balıkesirli İmam Birgivi’ydi. İskilipli Ebu’s Suud Efendi’nin yanı sıra, Balıkesirli İmam Birgivi, Osmanlı Padişahı Kanuni ve 2. Selim devrinde önemli işler yaptı.Burada en büyük destekçilerinden biri de, en başarılı Osmanlı Sadrazamı Sokullu’ydu. Ki kendisi Sufiler tarafından şehid edilmiştir. Osmanlı tarihi boyunca ilmi anlamdaki en büyük eserleri veren Şeyhulislam Ebu’s Suud ve İmam Birgivi, ardında çok büyük bir etki bıraktı. Sokullu’nun şehadeti ve Ebu’s Suud gibi önemli isimlerin vefatının ardından, Yeniçeriler arasında Bektaşilik bütünüyle hakim oldu. Aynı dönemlerde sufi dervişler ve şeyhler de etkinliğini artırmış, Osmanlı’da bazı bozulmalar başgöstermişti. Bunun yansımaları da oluyordu. Bu dönemde, cihad ve gaza aksatılmış, bid’at ve hurafelerle din sulandırılarak, İslam şiarları gözardı edilir olmuştu. Buna bir itiraz geldi. Bu itirazı yükselten ses, İmam Birgivi’nin hemşehrisi, Balıkesirli “Kadızade Mehmed Efendi”ydi.Kendisi İmam Birgivi’nin yolundan gidiyordu. Süleymaniye ve Aya Sofya gibi camilerde vaizlik yapan Kadızade Mehmed Efendi, kısa sürede büyük bir taraftar kitlesine ulaşmıştı. Ki, kendisiyle benzer görüşleri paylaşan pek çok alimler de vardı. Bunlar, çoğunlukla İmam Birgivi ve Ebu’s Suud’un takipçileriydi. İmam Birgivi, Osmanlı üzerinde oldukça büyük bir etki bırakmıştı. Ki, kendisi İbn-i Teymiyye’nin eserlerini şerh eden bir isimdi. Meşhur eseri, “Tarikat-ı Muhammediyye” Osmanlı uleması ve toplumu üzerinde büyük etki bırakmıştı. Bir dönemde eleştirilmesi bile yasaklandı. Kanuni, Sokullu döneminin ardından, bu görüşlerin devlet üzerinde etkili olduğu bir diğer dönemse, “Köprülüler” diye anılan meşhur devirdi. Özellikle Sultan 4. Murad devrinde büyük Padişah’dan destek gören Kadızadeli Mehmed Efendi, İstanbul’da büyük bir etkiye ulaşmıştı. Devlet idaresi ve yeniçerilerdeki bozulmaya karşı önlemler alan 4. Murad’ın en büyük destekçilerinden biri de, Kadızadeli’ydi. Kendisi, 4. Murad için İbn Teymiyye’nin bir eserini çevirmişti. 4. Murad, bunları devlet idaresindeki yolsuzluğa karşı uygulamaya koymuştu. Yine İbn Kayyım’ın eserleri de çevrilmişti ve özellikle “kabir ziyaretleri” v.b. konularda toplumdaki yanlışlara müdahale edilmeye başlandı. Aynı dönemde sufi çevreler de bu durumdan rahatsız olmuştu ve “Padişah Şeyhi” olan Kadızade Mehmed Efendi’nin ayağı kaydırılmak isteniyordu. Elbette bu dönemde Padişah’ı etkilemeye çalışan Halveti Şeyhi Abdulmecit Sivasi’yle Kadızadeli arasında ciddi bir gerilim vardı. Bu durum, Kadızade’nin vefatına kadar devam etti. Onun ardından yeni bir isim ön plana çıktı, Muhammed el-Üstüvani ve etkisini genişletti. Esasında Osmanlılar’da bidatlere karşı amansız mücadele veren alim,vaiz & ilim talebelerinden oluşan bu harekete,Fakılar(Fakihler) deniyordu. Bu durum, söz konusu gruba halk nazarında “meşruiyet” sağlıyor diye,muhalifleri onlara Mehmed Efendi’ye nisbetle,”Kadızadeli” demeye başladı. Aslen Şamlı ve “Hanbeli” olan Üstüvani Efendi, İstanbul’a gelince Kadızadelilerin etkisiyle Hanefiliği benimsedi ve Padişah Şeyhi oldu. Osmanlı cami ve medreselerinde büyük bir etkinlik kazanan bu grup, emr-i bil maruf ve nehyi anil münker için aktif olarak sokağa çıktı. Sadrazam ve Padişah’ın da destek verdiği grupla birlikte, İstanbul’da devlet tarafından bazı sufi tekkeler basılıp kapatılmaya başlandı. İstanbul’da sema ve raks eden dervişler dövülüyor, bid’at merkezine dönüşen tekkeler kapatılıyordu. Elbette bu durum çatışmalara yol açtı. Kadızadeliler’le Sufiler arasında baş gösteren kavga ve çatışmalar sebebiyle Köprülü Mehmed Paşa duruma müdahale etmek zorunda kaldı. Karışıklık çıkarma suçlamasıyla idamı istenen Üstüvani’yi Kıbrıs’a süren Köprülü, bazı sufi şeyhleri ise astırdı.Üstüvani oradan Şam’a geçti. Köprülü Mehmed her ne kadar Kadızadeliler’e karşı gözükse de, amacı devlet idaresini tesis etmekti. Ki Kadızadeliler’i idam etmeyi reddetti. Yine kendisi, Sufilerin sema, raks gibi sapkınlıklarını yasaklamayı sürdürdü. Oğlu Fazıl Ahmed’in en yakın dostu ise,”Mehmed Vani Efendi”ydi. Kadızadeliler Hareketi’nin bir sonraki önde gelen ismi, Mehmed Vani ise, 4. Mehmed ve oğlunun hocalığı görevine getirildi. Etkisi büyüktü. Bu durum Merzifonlu Kara Mustafa Paşa devrinde de devam etmiş, tarihe “Köprülüler Devri” diye geçen dönemin önemli bir parçası olmuştu. Kadızadeliler, bu anlamda yozlaşmaya başlayan Osmanlı Devlet idaresi ve toplumunda önemli bir yenilenme ve dirilişin tetikleyicisi olmuştu. 2. Viyana kuşatmasına giden süreçte de Kadızadeliler ve Mehmed Vani Efendi önemli bir rol üstleniyordu. Kendisi orduyla birlikte yola çıktı. 2. Viyana Kuşatması’nda Merzifonlu’yla birlikte yer alan Mehmed Vani Efendi, yaşanan bozgunun ardından sürgüne mahkum edildi. Mehmed Vani Efendi Bursa’da vefat etti. Merzifonlu idam edildi. 4. Mehmed de tahttan indirilip Edirne’ye sürüldü. Kadızadeliler bitirildi. Onun ardından Osmanlı idaresi ve merkezine, neredeyse bütünüyle sufi zihniyet hakim oldu. Viyana bozgunu fırsata çevirerek bunu yaptılar. Tabi ki, Kadızadeliler İstanbul ve Osmanlı idaresinden silinseler de, İslam dünyasının farklı bölgelerine yayıldılar. En önemlisi, “Şam”. Burada önemli isimlerden biri, Muhammed Üstüvani Efendi’ydi. Kendisi İstanbul’dan sürülünce Şam’a gitmişi. Emevi Cami’sinde dersler verdi. Vefatının ardından yerine oğlu geçti ve Osmanlı idaresindeki Şam çevresinde, Kadızadelilerin etkisi sürmeye devam ederek varoldu. Yine bunlardan bir diğer önemli isimse, Faslı Muhammed bin Suleyman el-Mağribi’dir. Bu isim, Mehmed Vani’yle iletişimi olan bir isimdir. Köprülü Fazıl Ahmed Paşa üzerinden oluşan bu iletişimle, “Şazeli Tarikatı” mensubu el-Mağribi, önemli bir değişim yaşar ve Hicaz’a gider. Sufi Şazeli tarikatına mensup olmasına rağmen, Harameyn bölgesinde bid’at ve hurafelere karşı büyük bir mücadele verir. Bu yüzden sürülür. O da 1683 yılında Şam’da vefat eder. Her ne kadar İmam Birgivi ve Kadızadeliler zayıflasa da, bu bölgeler de kısmen etkisini sürdürür. Bu anlamda Sufi Nablusi karşı Şam çevresinde mücadele eden Sunullah el-Halebi ve Kahire’de vaazlar veren el-Rumi önemli isimlerdir. El-Rumi’nin sufi karşıtı vaazları sebebiyle Kahire’de büyük bir ayaklanma çıkmış, çoğu “Türk askeri”, sufi tekkelerini basmıştır. Ayaklanma tarihi 1711’dir. Muhammed İbn Abdulvahhab 7 yaşındayken olur. Kendisi Necd bölgesinde dünyaya gelmiştir. Osmanlı idaresindeki Hicaz ve Basra’daki ders halkalarına katılan Abdulvahhab, bazı alim isimlerden icazet alır. Fikirleri burada şekillenir. Ders aldığı hocalar, “Ali Efendi Dağıstani, İbni İbrahim en-Necdi, İsmail el-Acluni, Muhammed Hayat es-Sindi(Nakşidir) gibi alimlerdir. Abdulvahhab’ın hocalarının önemli bir kısmı, Şam’da, Üstüvani’nin ders halkalarının devamı olan medreselerden icazet almış isimlerdi. Yine Şeyh Abdulvahhab üzerindeki etkili isimlerden ve icazet aldığı hocası Ebu’l mevahib, Üstüvani’den övgüyle bahseden bir isimdi. Hicaz tarafındaki hocalarının bir kısmının silsilesi ise Muhammed ibn Suleyman el-Mağribi’ye dayanıyordu. Arada direk icazet bağı var. Dolayısıyla Muhammed ibn Abdulvahhab, Osmanlı alimlerinden aldığını, o dönemlerde başı boş bulunan Necdi kabileler arasında yaymaya başladı. Bu daveti yaymak için Muhammed bin Suud adlı bir kabile reisiyle anlaştı. Daha sonra ise daveti Necid’de yayılmaya başladı..

Amerika’nın Suriye’de Yeni Yolu CTP ve ISW Raporu: El Kaide’ye Karşı Yeni Strateji


ABD'li askeri ve siyasi düşünce kuruluşları Critical Threats Project ve Institute For The Study of War'ın hazırladığı son raporda, ABD yönetiminin El-Kaide'ye karşı uygulaması gereken yeni stratejiler sıralanıyor. Raporun özeti Wall Street Journal'de geçtiğimiz günlerde yayımlandı. 

Amerika’nın Suriye’de Yeni Yolu Trump yönetimi, bölgeye daha fazla askeri güç göndererek ve askerlerinin sıcak çatışmaya katılmadaki kısıtlamalarını da ortadan kaldırırak, Başkan Obama’nın İslam Devleti’ni yenmek için oluşturduğu stratejiyi genişletmeye hazırlanıyor. 

 Ancak bu yolla elde edilen her zafer geçici olacaktır. ABD’nin bölgedeki müttefikleri, IŞİD’i Rakka ve Musul’dan uzaklaştırabilse bile bu kalıcı bir sonuç olmayacaktır. En büyük hatalardan ilki, El Kaide’ye karşı verilen ciddi mücadeleye olan ağırlığı biraz olsun hafifletebilecek şekilde İslam Devleti’ne fazlasıyla odaklanmış olmak. 

IŞİD’i yoketmek gereklidir ancak yeterli değildir. Obama yönetimi tüm dikkatini IŞİD’e vermişken, bu sırada El Kaide hatalarından ders çıkarmayı başardı. Küresel ölçekteki sansayonel büyük operasyonlarını geçici olarak askıya aldı, uzun vadede hareket alanını rahatlatacak ve genişletecek daha güçlü askeri bir güç oluşturmak amacıyla Suriye, Yemen, Kuzey Afrika ve diğer bölgelerdeki sünni halkla kaynaşma yoluna gitmiştir. 

El Kaide ayrıca Şeriat’ın radikal versiyonunu dayatmada daha temkinli davranıyor. İslami hükümleri anında dayatmak yerine artık yıllar içerisinde halklara öğretme ve telkin etme yoluna gitmiştir. Savaşçıların resmi olarak kendilerine bağlanmasını da zorunlu kılmıyor. Suriye’de El Kaide’ye yakınlığı ile bilinen gruplar dahi ortak düşman ile birlikte mücadele ettikleri sürece diğer gruplardan aynı ideolojiye sahip olmaları konusunda ısrar da etmiyor. 

Bugün El Kaide inançlarını özenli bir şekilde yavaş yavaş akıllara sokuyor, ve IŞİD’den daha ılımlı olduğu yalanı dünyada yankılanıyor. Amerika’nın Sünni IŞİD’e karşı olan stratejisindeki ikinci büyük hatası ise Sünni ve Arap olmayan ortaklara olan bağımlılığıdır. Bu durum, terör grubunun söylemlerini güçlendiriyor. Irak’ta ABD, geçmişte Sünni halka uyguladığı baskı ve zulüm ile IŞİD’in bu kadar yükselmesine zemin hazırlayan Şii hükümeti ile çalışıyor. 

 Bu sırada, Amerika’nın Irak ve Suriye’deki Kürt ortakları çoğu Arap için kabul edilemez olan bağımsız bir Kürdistan hedefiyle hareket ediyor. IŞİD ve El Kaide’nın Irak ve Suriye’de Sünni Arap aşiretler üzerindeki etkisi kadar ABD’nin etkisi bulunmuyor. Bu durum, El Kaide’nin Sünni halkları bir araya toplanmış dünya güçlerinin saldırılarından korumak için mücadele eden en önemli gücün kendilerini olduğu iddiasını doğrular niteliktedir. 

 Washington, yaklaşımını hızlı bir şekilde değiştirmezse bu mesaj gerçekten hedefine varacak, başarılı olacaktır. Mevcut strateji, IŞİD ile savaşmak için fazla birşey yapmamış olan İran ve Rusya’nın elini güçlendiriyor. IŞİD ile savaşmak yerine, Beşar Esed rejimini tehdit eden ılımlı Suriyeli muhalifleri yok etmek üzerinde yoğunlaştılar. Aralık ayında Esed’in Halep’i ele geçirmesine yardımcı olan İran ve Rusya, bu yönde büyük ilerleme kaydettiler. 

ABD, İran’ın Suriye ve Irak’taki artan askeri faaliyetlerini kontrol altına almak için hiçbir şey yapmadı. Tahran, Suriye’de savaşmak için Devrimci Muhafız ordusundan kuvvetler gönderdi. Ayrıca binlerce Afgan ve Pakistanlıyı işe aldı, Lübnan Hizbullah’ından savaşçılar görevlendirdi ve Iraklı Şii milisleri de sahaya getirdi. İran, Suriye’ye o kadar girdi ki geri çekilirse Esed rejiminin hayatta kalması mümkün değil. ABD kısa sürede harekete geçmemesi durumunda, Tahran’ın bölgedeki askeri varlığının genişlemesi kalıcı hale gelmiş olacaktır. 

Amerika’nn desteklediği Kürt grupların Rakka operasyonuna dahil edilmesi, çok az kazanç sağladığı gibi varolan sorunları daha da karmaşık hale getirecek. Rakka’nın ele geçirilmesi, Deir Zur şehrinden Irak sınırına kadar Güneydoğu Suriye’nin denetimini elinde tutan IŞİD’i yok etmeyecek. Rakka’nın düşüşü sadece bir taktik zaferi temsil edecek ve sonrasında El Kaide, İran, Esed rejimi ve Kürtler boşluğu doldurmak için yarışacak. 

 Bu durumda kaybedenler Sünniler olacak, IŞİD ve El Kaide’ye karşı güçlü bir Sünni grup oluşturma şansı da böylelikle azalmış olacak. İhtiyacımız olan şey yeni bir yaklaşımdır. Meseleyi çözecek olan anahtar, yeni Sünni ortaklar bulmak ve savaşı yeni alanlara özellikle IŞİD liderlerinin sığındığı Güneydoğu Suriye’ye taşımaktır. Amerikan askeri güçler bu aşamada sahada gerekli olacaktır. 

 ABD, onların toprağında yan yana onlarla birlikte savaşarak yeni Sünni Arap ortaklar edinebilir. İlk aşamada amaç IŞİD’e karşı olmalı çünkü şu anda Suriye’de El-Kaide’nin etkisi altına fazla girmemiş ve Sünni müttefikler edinebileceğimiz son alanları onlar kontrol ediyor. 

 IŞİD’i bölgeden çıkardıktan sonra amaç El Kaide’yi yenebilecek ve savaşa çözüm olabilecek Sünni Arap ordusunu yetiştirmek olmalıdır. Sonrasında ABD, Sünni Arapların da kabul edebileceği şartlarla çatışmaları sona erdirmek için Esed rejimini, İran ve Rusya’ya baskı yapması gerekecektir. 

 Suriye içinde güvenli ve caydırıcı bir üssün oluşturulması ile bu daha kolay olacaktır. Ayrıca Amerika, Türkiye’ye olan sıkıntılı bağımlılığından kurtularak operasyonel üssünü güneye Selefilere karşı savaşmaya daha kararlı görünen ve güvenilir bir müttefik olan Ürdün’e taşımalıdır. 

 Bu iki hamle, Washington’a El Kaide’nin fazla sızamadığı Sünni ortaklara erişimi kolaylaştıracaktır. Suriye’de zafere ulaşmak tek bir askeri operasyon ile elde edilmesi mümkün değil. Ancak, sorunlu ortakların sebep olduğu hareket alanı kısıtlamalarından kurtularak, düşmanın kalbine gerçekleştirilen böyle bir operasyon, Amerika’nın dostlarının ve düşmanlarının tüm planlarını değiştirecektir. 

 Başkan Trump kendisinden önce uygulanmış olan kusurlu mantığı ve yetersiz planlamayı aşmalıdır. Bu mücadelenin gidişatını ancak Amerika’nın yaklaşımını değiştirerek başarıya ulaştırabilir. Al Malhama / Çeviri

Gülen TSK’yı nasıl ele geçirdi?



ESMAÜ-L HÜSNA



ESMAÜ-L HÜSNA


AK PARTİLİ VEKİLİN DARBE GÜNÜ KARARGAHTA NE İŞİ VAR?


AK PARTİLİ VEKİLİN DARBE GÜNÜ

KARARGAHTA NE İŞİ VAR?


AKP’nin asker vekili Şirin Ünal'ın darbe girişiminin yaşandığı 15 Temmuz günü karargaha gittiği ortaya çıkmıştı. 
Öte yandan Ünal'ın, 18 Temmuz günü gözaltındaki FETÖ'cü yaver Levent Türkkan ile telefonla görüştüğü de ortaya çıktı. 
Ünal'ın gözaltındaki biriyle nasıl telefonda konuştuğu merak konusu oldu.
AKP Milletvekili Şirin Ünal'ın darbe günü saat 16.00'da Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ı ziyaret ettiği, saat 18.10'da da MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın gelerek, 
MİT'e baskın düzenleneceğine ilişkin ihbarı Akar'a ilettiği belirlendi.
BAKAN İLE GÖRÜŞTÜ
Sözcü'den Asuman Aranca'nın haberine göre Org. Hulusi Akar'ın tutuklu yaveri Levent Türkkan'ın, Şirin Ünal ve Bakan Mehmet Özhaseki ile telefon görüşmesi yaptığı da belirlendi. 
Ancak ilginç olan Türkkan'ın kullandığı telefon ile AKP'li Ünal arasındaki görüşmenin, darbeden üç gün sonra 18 Temmuz günü yapılması. 
Türkkan, bu tarihte gözaltındaydı.Yine Türkkan'ın, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki ile 14 Temmuz günü görüştüğü belirlenirken iddianamede, 
“Mehmet Özhaseki adına kayıtlı olan Eskişehir Yolu Çankaya'da baz bilgileri olan 530…. GSM hat numarası kullanıcısı ile 14.07.2016 tarihinde saat 12:10:35'te bir kez irtibatının bulunduğu…” notu yer aldı. 
Kayserili olan Özhaseki'nin hemşehrisi Org. Akar'ı yaveri aracılığıyla, 
Kayseri'deki bir etkinliğe davet amacıyla aradığı öğrenildi. 
AKP'li vekil ve emekli general Şirin Ünal'ın ise 
‘'Mesai arkadaşlarını ziyaret'' amacıyla karargaha gittiği iddia edildi.
kaynak gazete insan 

“Türkiye’yi hayal edilemeyecek büyük tehlike bekliyor”


“Türkiye’yi hayal edilemeyecek büyük tehlike bekliyor”; 
 Gazeteci Hüsnü Mahalli “'Hey Müslüman Kardeşler, ben Tayyip Erdoğan, Yavuz Selim’im!' dedi, 'Gireceğim Mercidabık’tan, Emevi Camii’nde namaz kılacağım, sonra halife olacağım.' Hep bu düşünce vardı aklında, böyle örgütlendi her şey. Bütün o örgütlerden binlerce insan Türkiye’ye getirildi ve eğitildi." dedi.Hüsnü Mahalli: Erdoğan'ın halifelik hayali Türkiye'yi tehlikeye attı
Gazeteci Hüsnü Mahalli, Suriye’de yaşananlar ilgili açıklama yaptı.
"Suruç’tan bir gün önce IŞİD’in ve Suriye’de savaşan tüm örgütlerin komutanları Reyhanlı’da toplantı yaptı, kendileri servis ettiler bu fotoğrafları. 9 Haziran 2011’den beri bu örgütlerin liderleri, üyeleri Türkiye’ye giriyor çıkıyor, telefonunu, donunu, pantolonunu, yemeğini, çikolatasını her şeyini buradan alıyor, yaşıyor, geziyor!"  diyen Mahalli'nin Sözcü'den Özlem Gürses'e verdiği röportaj şe şekilde:
‘BU ADAMLAR HER ŞEYİ GÖZE ALMIŞ’
IŞİD savaşı Türkiye topraklarına taşınır mı?
Yüzde 100. Daha hiçbir şey görmedik! Bu adamlar her şeyi göze almış. Her tarafta eylem yaparlar, bomba patlatırlar. Eğer Batı, IŞİD’e ve radikal İslam’a karşı tavır almazsa, Türkiye bu işbirliğinin içine girmezse, bu coğrafyanın göreceği kan hiç kimsenin hayal edemeyeceği kadar derindir!
‘OTELLERDE KRALLAR GİBİ YAŞIYORLAR’
İran anlaşması çözüme yardımcı olamaz mı?
Hayır. Önce Suriye sorununu çözecekler. Onun da çözülmesi için Türkiye önce Suriye politikasını değiştirmek zorunda. Sınırını kapatacak, IŞİD, Nusra, Özgür Suriye Ordusu ne kadar örgüt varsa her türlü ilişkisini kesecek, buradaki temsilcilerini kovacak, hepsinin
ofisleri var burada, otellerde krallar gibi yaşıyorlar, örtülü ödenekten paralar aktarılıyor…
BUNLAR ÇOK TEHLİKELİ OYUNLAR
IŞİD – PYD denkleminde Türkiye’nin tutumu ne olmalı?
Türkiye baştan hata yaptı. Baştan hata yapınca bu yanlışlar seni korkunç bir noktaya götürür. Çünkü o yanlışlıklar, çok karanlık ilişkiler içindeki yanlışlıklar. Davutoğlu bile kaç kere Erbil’e gitti, kaç kere Salih Müslim Türkiye’de misafir edildi. Ne dediler adama? “Esad’a karşı ayaklan, sana istediğini verelim.” Fakat Müslim ikna olmadı. Onun üzerine Türkiye IŞİD’i destekledi PYD ve Kürtleri sıkıştırsın diye. Çok tehlikeli oyunlar bunlar!
‘YAVUZ SELİM ADI BOŞUNA SEÇİLMEDİ’
Bunun sebebi olmalı. Nedir bu, ego mu?
Ego ikincisi. Birincisi hayal: “Ben bu bölgenin lideri olacağım.” Buna yüzde 100 inanıyorlardı. Arap Baharı başlayınca bunlar Osmanlı hayalini canlandırmak istedi. Araplar da bir süre gaz verdiler, coşturdular. Yavuz Selim adı köprüye tesadüfen mi verildi? Bu mesaj Ortadoğu’dakilere, İslamcılara ve Müslüman Kardeşler’e… “Hey Müslüman Kardeşler, ben Tayyip Erdoğan, Yavuz Selim’im!” dedi, “Gireceğim Mercidabık’tan, Emevi Camii’nde namaz kılacağım, sonra halife olacağım.” Hep bu düşünce vardı aklında, böyle örgütlendi her şey. Bütün o örgütlerden binlerce insan Türkiye’ye getirildi ve eğitildi. Mısır’dan Tunus’tan Suriye’den Libya’dan…
TÜRKİYE, BUNLARIN HİÇBİRİNİ HAK ETMEDİ
Tümünü reddediyor hükümet iddiaların!
Suruç’tan bir gün önce IŞİD’in ve Suriye’de savaşan tüm örgütlerin komutanları Reyhanlı’da toplantı yaptı, kendileri servis ettiler bu fotoğrafları.
9 Haziran 2011’den beri bu örgütlerin liderleri, üyeleri Türkiye’ye giriyor çıkıyor, telefonunu, donunu, pantolonunu, yemeğini, çikolatasını her şeyini buradan alıyor, yaşıyor, geziyor! Müslüman Kardeşler’in binlerce lideri, komutanı var Türkiye’de. Her hafta bir otelde toplanıyorlar. Türkiye’yi bekleyen tehlike kimsenin hayal edemeyeceği kadar büyük! Yıllardır söylüyorum bunu ve hep söyleyeceğim. Çünkü hak etmiyor Türkiye bunu. Çağdaş, demokratik bir ülke, hiç hak etmiyor. Çünkü ben karşı tarafı biliyorum, iyi tanıyorum, ne kadar hasta, sapık olduklarını biliyorum. Arap coğrafyasında ve dünyada IŞİD’i destekleyen, seven, inanan, dayanışma içerisinde olan 150 milyon insan var. Bu Türkiye için büyük tehlike!
Türkiye içerisinde uyuyan binlerce IŞİD hücresi var
Suruç’ta yaşanan nedir?
Suruç’ta olan bekleniyordu. IŞİD’in Türkiye içinde yüzlerce belki de binlerce uyuyan hücresi vardı, bundan eminim. Son 4 yılda buradan Irak’a ya da Suriye’ye binlerce Türk gitti. IŞİD’in başkenti olan Rakka’da artık insanlar Türkçe konuşuyor, buradan giden Türklerin yoğunluğundan dolayı…
Kim kurdu El Kaide’yi, Nusra’yı, IŞİD’i? Kim kullanıyor şimdi bu örgütleri?
Suudi Arabistan, Pakistan, CIA. Amaç şu; Sovyetler Afganistan’ı işgal edince Sovyetler’i dağıtma projesi altında “Yeşil Kuşak” teorisi oluştu. Nitekim de başarılı oldu. Sovyetler dağıldı. Yeşil Kuşak’ın hedefi şuydu: İslam’ı yozlaştırıp siyasi amaçlarımız için kullanalım. İslam coğrafyasını perişan edelim. Bugün İslam Konferansı içinde 57 Müslüman ülke var, 57 ülkenin İslami görüşü birbirine benzemez! 57 ülke birbirleriyle kavgalı.
İyi de bu proje kurulurken bunun kontrolden çıkacağı öngörülemedi mi?
Kazaya uğrasa da bunu kuran ülkelere bir zarar gelmiyor ki. CIA’nın ne zararı, Amerika’nın ne zararı var? Gücünü nereden alıyor CIA? Bu coğrafyada var olan işbirlikçilerden. Krallar, emirler, şeyhler; bizim coğrafyada hayal edemeyeceğin kadar tehlikeli! Yeşil Sermaye dediğimiz kurumların sayısı 720 ve bu 720 kurumun toplam parası 2 trilyon dolar. Yani sen, ben 2 trilyon dolara karşı savaşıyoruz.
Peki paranın kaynağı ne?
Suudi Arabistan, Katar ve oradaki zenginler. Bugün IŞİD’i sadece devletler değil bu zenginler destekliyor, acayip para akıttılar IŞİD’e, Nusra’ya… Çünkü şöyle inanıyor ruh hastaları; “Bizim düşmanımız Şiiler, Aleviler, bunlar kafir.” Bu oyun değil.
Sünni İslam’la Şii İslam’ın oranları nedir?
Yüzde 80’e yüzde 20’dir. Devlet olarak bir tek İran. 56 devlet Sünni’dir. 11 Eylül, Amerika sistemi içinde bir tartışmaya neden oldu: Demek ki bu sistem de bir yanlışlık var. Yeni bir proje yapsak mı? İran ve Şiilerle de dost olmaya çalışalım.
Kürt­le­re bu­ra­da dü­şen gö­rev ne?
İş­te asıl so­ru bu! Çün­kü 100. yı­lı­na yak­la­şı­yo­ruz Sev­r’­in, 2020. Sev­r’­in 100. yı­lın­da bu­ra­da bir Kürt dev­le­ti ku­rul­muş ola­cak. Bir ön­ce­ki yüz­yıl­da İn­gi­liz­ler Ya­hu­di­le­re dev­let ver­di, şim­di de Ba­tı di­yor ki “Kürt­le­re dev­let ve­re­lim…” Su­ri­ye­’de olan bi­ten Su­ri­ye­’nin ku­ze­yin­de bir Kürt böl­ge­si ku­rul­ma­sı için ya­şa­nı­yor.
Tür­ki­ye ne­yi ha­ta­lı yap­tı?
Her şe­yi… Tür­ki­ye de­ğil, Er­do­ğan ve Da­vu­toğ­lu. Da­vu­toğ­lu ken­di­ne gö­re bu coğ­raf­ya­yı kur­gu­la­ya­bi­le­ce­ği­ni san­dı. Oy­sa Da­vu­toğ­lu­’nun bir­lik­te ha­re­ket et­ti­ği Suu­di Ara­bis­tan ve Ka­tar Tür­ki­ye­’den ve Türk­ler­den nef­ret eder. Za­ten ka­zık at­mış sa­na ta­rih bo­yun­ca. Ay­rı­ca Arap­lar sa­na Müs­lü­man­la­rın li­der­li­ği­ni ver­mez, Ku­ran Arap­ça­’dır. 
Suu­di Ara­bis­tan di­ye­cek ki: “Mek­ke ben­de ya­hu, sen kim­sin?”
Katar, cihatçılara verilsin diye paralar gönderiyor!..
2 TRİLYON DOLARA KARŞI SAVAŞIYORUZ
Hüsnü Mahalli, Arabistan ve Katar’ın IŞİD’e para aktardığını iddia etti ve “Biz 2 trilyon dolara karşı savaşıyoruz” dedi.  
Yolsuzluğun dış politika ile bir ilgisi var mı?
Yüzde 100! Çünkü AKP iktidarının başından beri Suudi’lerle ve Katar’la olan ilişkilerinin tümünde yolsuzluk var. Milyarlarca dolar geliyor buraya “IŞİD’e verin, Nusra’ya verin, ÖSO’ya verin, tank alın, tüfek alın, donlarını verin, şekerlerini verin.” Kim kontrol ediyor bunu? Var mı bunu denetleyen bir kurum? Suudi Arabistan kaç para gönderdi? Meclis biliyor mu, bu gazetenin okuyucuları biliyor mu? Niye örtülü ödenekler Başbakanlık’a verildi?
HÜSNÜ MAHALLİ

GÜNEY- DOĞU ANADOLU'DA PROTO-ÖN- TÜRKLER PDF E-KİTAP


GÜNEY- DOĞU ANADOLU'DA
PROTO-ÖN-TÜRKLER PDF E-KİTAP

Fuzuli Bayat - Mitolojiye Giriş. pdf e-kitap


pdf e-kitap

CİNCİ BÜYÜLERİ VE YILDIZNAME PDF E-KİTAP



CİNCİ BÜYÜLERİ VE YILDIZNAME
PDF E-KİTAP

E S R A R N A M E pdf E-KİTAP


E S R A R N A M E
PDF E-KİTAP

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...