18 Mayıs 2018

GENEL İNSANLARIN IQ (ZEKASI)


GENEL İNSANLARIN IQ (ZEKASI)
– 0-25 arası ağır geri zekalı
– 26-50 arası orta geri zekalı
– 51-75 arası hafif geri zekalı
– 76-90 arası sınır zekalı
– 91-110 arası normal zekalı
– 110-125 arası ileri zekalı
– 126-140 arası üstün zekalı
– 141-155 arası çok üstün zekalı
– 156 ve üzeri DEHA olarak değerlendirilmiş
BUNLARDA EYGAMBERLERDİR
Türkiye'nin IQ seviyesi açıklandı 
Alman Bild Gazetesi'nin yaptığı araştırmaya göre 
ülkelerin IQ seviyeleri açıklandı. 
Türkiye listede son sıralarda yer alıyor. 
Araştırma'da ülkeleri arasında yapılan bir araştırma sonrasında 
IQ haritası çıkarıldı ve ülkelerin ortalama IQ seviyesi belirlendi.
Buna göre en zeki ülke 
Finlandiye
 103 IQ ile birinci sırada yer alıyor. 
Finlandiye'yı 
102 puanla İngiltere ve Hollanda takip ediyor. 
Sıralama şöyle: 
 İzlanda: 101 
 İsviçre: 101 
 İtalya: 101 
 İsveç: 101 
 Avusturya: 101 
 Fransa: 100 
 Belçika: 100 
 Norveç: 100 
 Çek Cumhuriyeti: 100 
 Macaristan: 100 
 Estonya: 99 
 Danimarka: 99 
 Almanya: 99 
 Lüksemburg: 99 
 Rusya: 99 
 Polonya: 99 
 Slovakya: 99 
 Slovenya: 99 
 Letonya: 98 
 İrlanda: 98 
 İspanya: 98 
 Malta: 98 
 Yunanistan: 97 
 Bulgaristan: 96 
 Portekiz: 95 
 Litvanya: 94 
 Moldova: 94 
 Andorra: 93 
 Romanya: 93 
 Belarus: 92 
 Ukrayna: 92 
 Sırbistan: 91 
 Hırvatistan: 90 
 Türkiye: 88 
 Makedonya: 88 
 Bosna: 84 
 Arnavutluk: 83

ALLAH KATINDA TEK DİN İSLÂMDIR ...

allah katında tek din islamdır ile ilgili görsel sonucu
ALLAH KATINDA TEK DİN İSLÂMDIR
İnned dîne indâllâhil islâm” 

Allah katındaki islâmı hakkıyla yaşamak teslimiyeti, yani teslim olunmuşluğun idrakini gerektirir. Nitekim Allah katındaki tek din islâm’dır ve İslâm kelime mânâsı itibarıyla teslim demektir. Varmayı hedefledigimiz  bu  hal için,  
ALLAH ın  oluşturduğu kazâ ve kader kavramını  önce ilmel sonra aynel ve sonrasındada hakkel yakın olarak idrak etmek ve ne var âlemde o var Âdem’de hadîsi’nin de işaret ettiği  şekilde kendimizde mevcut olan  ef’âl esmâ sıfat zat boyutlarının hakkını vererek, kader sırrına vakıf olarak özde birliğe ulaşmamız mümkün olabilecektir. 
Mutlak varlık olarak sadece ALLAH ın olduğunu ve onun dışında O nun gayrısı olarak hiçbir varlığın vücût sahibi olmadığını,  her şeyin Allahın ilminde mevcut olduğunu, Allahın ilmiyle takdir edip 

KÜN FE  YEKÜN –OL DER VE O HEMEN OLUVERİR
 Âyeti’nin ifade ettiği şekilde, var olan her şeyin O nun irâde etmesiyle ilgilenmesiyle halk edildiğini ve  irâde etmesinin Onun OL demesi olduğunu ve bu OL deyişle takdir ettiği varlıkları seyrinin ve onların kavramsal sûretlerinin meydana getirildiğini idrak etmemiz gerekecektir..
BİR liği yaşayabilmek için iki görüşü basiretimizden kaçırmayarak birlikte hal olarak yaşamamız  gerekmektedir.

Birincisi,  kâinat ve içinde var olan her birimin O nun ilminde halk edilmiş olduğunu yani esmâül Hüsnâ dediğimiz isimlerinin anlamlarını kavramlarını dilediği şekilde terkiplendirerek sonsuz sınırsız sayıda varlıklar meydana getirip, O nun sonsuz sayıda meydana getirdiği bu varlıkların onun ilminde var olan varlıklar olduğunu ve bu yönü itibarıyla kâinat ve içinde var olan her birimin halk edilmiş olduğunu, 

ikincisi de O varlıklarda kendi varlığı dışında bir şeyin mevcut olmadığını yani  Varolan her birimin onun ilmiyle onun ilminden onun varlığından meydana gelmiş olması dolayısıyla o varlıklarda kendi varlığının dışında bir şey mevcut olmadığını  idrak ederek bu iki görüşün birlikte yaşanması gerekliliği ve birinden gafil kalırsak ötekinden de uzak düşeceğimizi Onun ilminde halk edilmiş olan birimlerin hiçbir şekilde O nun aynı olmadığı gibi Ondan da gayri olmadığını basiretimizden kaçırmamamız gerekecektir. 

Çünkü bütünü görebilen ve Bir den bakabilen ancak her şey O dur der. Birimlere düşüldüğünde yine O olmakla birlilkte kayıtlı haliyledir. Ondan ayrı değildir fakat Onun aynı da değildir. Birimde görünmeyi dilediği özelliği kadardır.
Varlık sadece ALLAH tır ve onun dışında onun gayrısı olarak hiçbir varlık vücût sahibi değildir, bu da Kûr’ân-ı Ker’im’de Allahın kendisini nasıl tarif ettiğini anlamamızla idrak etmemizle mümkün olacaktır.
Kûr’ân-ı Kerîm’de Allah c.c Âyetleriyle kendisini iki şekilde tanıtmaktadır
Birincisi kula nispetle, insân’ın anlayışına göre  Allahın kendisini tanıtması

İkincisi de, Allahın kendi kendisini tarif ederek tanıtmasıdır.Kûr’ân-ı Kerîm de İnsân’ın anlayışına göre Allah tanıtılırken, 

Bakara Sûresi 255. Âyette  “O'nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku hali tutmaz.” diyerek  insân’da bulunan özelliklere nispetle bir anlatım vardır.
Yine kaf Sûresi 16. Âyette “Biz, ona şah damarından daha yakınız.” Derken de Allahın insân’daki yakınlığı insân’ın şah damarı işaret edilerek anlatılmıştır.


Bakara Sûresi 115. Âyette "Başını ne yana çevirirsen çevir Allah'ın vechini görürsün" 

Hadid Sûresi 3. Âyette “O evveldir, ahirdir zâhirdir ve batındır”
Âyetlerinde ve buna benzer diğer Âyetlerde insân’ın algılama araçlarına göre O senin tespit edebildiğin ve edemediğin her şeydir diyerek. bir tanımlama yapılmaktadır

Allahın kendi kendisini tarif etmesinde ise hiçbir duruma ve varlığa nispet edilmeden kendisini çok net bir biçimde tanımlaması vardır.

Her gün KUL HU VALLAHU AHAD diyerek okuduğumuz ve Allahın AHAD oluşunu dile getirdiğimiz ihlâs Sûresinde ALLAH (c.c)  O Allah Ahaddır, diyerek kendisini kendisine göre tarif etmektedir, tanımlamaktadır ve bize demektedir ki, Allah Ahad olması itibarıyla kendisinin dışında bir varlık kabul etmez kendisinin dışında bir varlıktan söz etmek mümkün değildir. Sonradan meydana gelmişlerin hiçbirine hiçbir şekilde benzemez.
Resûlüllah efendimiz bir hadîs’inde

"KÂN'ALLÂHU VELEM YEKÛN MEAHU ŞEY'A! "
 "ALLÂH VARDIR VE ONUNLA BERABER HİÇBİR ŞEY MEVCUT DEĞİLDİR!" buyurmaktadır.
Öyleyse, Allahla beraber hiçbir şey mevcut olmadığına göre her isimle anılan müsemma yani her ismin işaret ettiği mânâ Allah’ın ilminde var olmuş ilmi sûrettir. İlmi sûrettir demek, mânâ sûreti demek olduğuna göre, yani bizim beş duyuyla algıladığımız şekil sûret değil ise ilimde var olmuş anlam şeklinde bir ifadedir.

Demek ki bütün duyduğumuz bildiğimiz hayal ettiğimiz her şey ve her kavram gerçekte sadece Allahın ilminde mevcuttur. Allahın ilminde mevcut olan bu mânâlar Allahın halk etmesiyle meydana gelmiştir. Dolayısıyla kâinatta var olan her ismin işaret ettiği varlık Allahın ilmi, irâdesi ve kudretiyle meydana gelmiştir.
İşte bu sebeple dir ki, Allah Alîm’dir ilim sahibidir ilminde her şey mevcuttur, Allah müriddir irâde sahibidir diler, ve Allah Kâdir’dir muktedirdir kudret sahibidir ve o kudretiyle dilediğini meydana getirir.

"KÂN'ALLÂHU VELEM YEKÛN MEAHU ŞEY'A! "
"ALLÂH VARDIR VE ONUNLA BERABER HİÇBİR ŞEY MEVCUT DEĞİLDİR!"
Diye buyururken Hz. Resûlüllah. Allahın Ahadiyyetini ifade ederek Ahadiyyetiyle var olan varlığın dışında veya içinde olmaksızın onunla beraber hiçbir şey yoktur demek istemiştir.

KÜN FE YEKÜN. OL DER VE O HEMEN OLUR
“Bir şeyi dilediğinde…” var olmasına hukmettiğinde ona sadece “OL” der, o da hemen oluverir. Yani O’nun OL demesi  irâdesidir. Bu irâde onun sözüdür. Yoksa o makamda ortada ne bir söz ne de bir ses vardır. Sadece Allahın irâde etmesiyle ilgisi vardır. O irâdesiyle bağlanmadıkca, ilgilenmedikce, sevmedikce hiçbirşey olmaz. ve bu oluş araya zaman aralığı girmeden, bir şeyin aracılığına ihtiyaç duymadan aynı anda oluverir. Bu irâde onun sözüdür. Ol sözü ilgi göstermiş olmaktan ibarettir.
Nitekim, Kûr’ân-ı Kerîm’de bakara 117, enam 73, nahl 40, Yasin 82. Ayetlerde KÜN FE YEKÜN sözleriyle ALLAH (c.c.)  buna işaret etmektedir.

Bedîus semâvâti vel ard (ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kün fe yekûn (yekûnu).
Gökleri ve yeri bedî olarak (örneksiz) halkedendir. Bir işi kazâ ettiği (olmasını istediği) zaman, o şeye sadece “Ol!” der. O, hemen olur. - bakara 117

Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda bil hakk (hakkı), ve yevme yekûlu kun fe yekûn (yekûnu), kavluhul hakk (hakku), ve lehul mülkü yevme yunfehu fîs sûr (sûri), âlimul gaybi veş şehâdeh(şehâdeti), ve huvel hakîmul habîr(habîru).
Ve semâları ve arzı (yeryüzünü) hak ile halkeden O'dur. Ve “Ol!” dediği gün (herşey) olur. O'nun sözü haktır, mülk O'nundur. O gün sur'a üfürülür (sur'a üfürüldüğü gün hükümranlık O'nundur). Bilineni (görüneni) ve bilinmeyeni (gaybı) bilen O'dur. Ve O, hüküm sahibidir, haberdar olandır. - enam 73

İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehu kün fe yekûn(yekûnu).
Bir şeyin (olmasını) istediğimiz zaman Bizim sözümüz, ona sadece: “Ol!” dememizdir. O, hemen olur. nahl 40

İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
O (Allah), bir şey irâde ettiği (dilediği) zaman O'nun emri, sadece ona: "Ol!" demektir. O, hemen olur. Yasin 82

Kazâ, Allah’ın hükmüdür. Hüküm Allah’ın kazâsı’dır. Allahın OL emridir. Allahın OL hükmüyle irâdesiyle ilmindeki mânâları seyretmeyi dilemesi Allah’ın bu var oluşa hüküm vermesidir.
Kazâsı neticesinde o isimlerin mânâları’nın açığa çıkmasını dilemesi de, O nun takdiridir, bu takdir gereği, çeşitli İlâh-î isimlerin mânâları sayısız çeşitli terkipler şeklinde belirli anlam sûretlerini meydana getirmiştir. Anlam sûretleri denilmesinin nedeni, henüz bu boyutta varlık yoktur. A’yân-ı sâbite denilen varlıkların asıllarını meydana getiren ana mânâ grupları meydana gelmiştir. A’yân-ı sâbite Hakk’ın kendinde düzenlediği, kendinden oluşturduğu, sonradan meydana gelecek halkının, kendindeki programlarıdır , bütün bu var olan varlıkların aslı  olan ana mânâlardır. Ve Allahın ilmiyle ilminde vücût bulmuşlardır. Ve “A’yân-ı sâbite”lerin zuhur edeceği yerlere göre ezelde verilmiş istidad ve kabiliyetleri vardır
Bütün bu kâinat ve içinde varolan her şey yoktan var olmuştur denirken her şeyin zât-ı İlâhî’nin ilminde var olması kastedilir. Var olmuş olan her şey sadece  Allahın ilmiyle vücût bulmuşlardır.

Allah’ın, ilminde kendi mânâlarını  seyretmeyi dilemesi kazâ, bu mânâları seyredilir hâle getirmesi de mutlak mânâ’da kaderdir. Bu bâtınî mânâ’da gerçek mânâ’da kazâ ve kader kavramıdır. Bu mânâların, mânâ gruplarının meydana gelişi takdiri İlâhî’dir.
Peygamberimiz, “Allah mahlûkatın kaderlerini gökleri ve yeri yaratmazdan elli bin sene evvel yazmıştır, takdir etmiştir” sözüyle buna işaret etmiştir.
Mahlûkatın kaderini yazan Rabbülâlemindir. Rabbül âlemin âlemlerin meydana getiricisi rububiyyet mertebesidir. Âlemler kelime-siyle ifade edilen, sonsuz sayısız varlıklardır. Rahmâniyyet mertebesi  İlâh-î esmâ’nın mahzeni hazinesidir, tecelli’nin halkıyete dönüşmesinin başlangıcıdır,. Rahmaniyyet mertebesinde mevcut olan esmâ-i İlâh-î O nun mülküdür. Allah melik olması yönüyle esmâların hem sahibi hem de onlar üzerinde hükümdardır. Bu özelliği ile kendi esmâlarını dilediği gibi açığa çıkarıp seyredendir.
‘’Allah dilediğini yapar, yaptığından sual olunmaz’’ ayeti buna işaret eder.
Rububiyyet mertebesi Allah’ın çeşitli esmâsı’nın çeşitli terkipler şeklinde aşikâra çıkmasını sağlar. Bu esmâ çeşitli terkipler şeklinde ortaya çıktığı anda abd (kul) meydana gelir, rabbin abd ı rububiyyet mertebesinin zâhir oluşudur. Yani Allah isimlerinin bir terkip şekliyle bir isim altında varlık halinde ortaya çıkmasıyla, rububiyyet mertebesinin zâhir oluşudur. Kul rabbına tabidir.

Hud Sûresi 56. ayette buna işaret edilmektedir.
‘’Yürür hiçbir mahlûk hariç olmamak üzere hepsinin alnından çekip götüren O dur.’’
Yani o varlığı bulunduğu haliyle yaşatan onun Rabbı’dır. Çünkü onun varlığı kendisinin Rabbı olan esmâ terkibinin doğal sonucudur. Yani birim kendini meydana getiren esmâ terkibine verilen isimdir. O esmâ terkibinin dışında birimin bir varlığı mevcut değildir. Rabbin bir isimler terkibi şeklinde varlığını aşikâre çıkarmasıdır. Dolayısıyla birimin hiçbir şekilde Allah’ın esmâsı dışında dayandığı bir zerre varlığı mevcut olmadığından abd böylelikle rabbının kuludur. Abd rabbına kulluk etmede’dir. Abdın rabbına kulluk etmemesi asla düşünülemez, Çünkü abdın rabbının varlığı dışında hiçbirşeyi yoktur. Abd rabbın abdı olduğuna göre, abd (kul) ismiyle işaret edilen varlık, belli İlâh-î isimlerin mânâların  bir araya gelmesiyle bir mânâ teşkil ettiğine göre, ayrıca o abdın  almış olduğu bir aklı, şuuru, idraki, irâdesinden söz edilebilir mi?
Muhakkak ki Allah dilediğini yapar ve yaptığından da sual sorulmaz. Çünkü sual sorulacak bir varlık değildir sual soracak bir varlık yoktur.

saffat siresi 96. Âyette‘’Halbuki sizi de yapa geldiğiniz şeyleri de Allah halketmiştir.’’ denilmektedir. Allah halketmiştir sözüyle işaret edilen varlıkların halkedilişi çok üst boyutlarda esmâ mânâları’nının takdiri hükmüyledir. Bu varlıkların  meydana gelişi sonucu bu varlıkların var oluşunun  tabi neticesi olarak da onların fiileri meydana gelir. Yani fiiler, birim mânânın dışarıdan algılanan şeklidir. Birim mânânın algılanış şekli fiilidir, her fiil gerçekte mânâdır. fiil mânânın ta kendisidir, o mânâ algılama aracına bağlı olarak fiil şeklinde değerlendirilir . Esas var olan mânâdır, mânânın fiil şeklinde algılanışı algılama aracı dolayısıyladır.

‘’Allah vardır ve onunla beraber hiçbir şey yoktur’’ cümlesiyle dikkat çekilen fiilin mânâ’nın kendisi olduğudur. Yoksa fiil mânâ ihtiva eder şeklinde bir anlayış değildir. Ef’âl boyutu, ef’âl âlemi algılama araçları dolayısıyla var sayılır. Bu nedenle bu kesret âlemi için her şey hayalden ibarettir denmiştir, hayal âlemi ifadesi kullanılmıştır.  çünkü kesret, çokluk kavramı içine giren her şey İlâh-î isimlerin mânâlarından başka bir şey değildir.

Ve eğer birim, varlığın tekliğini seyredebilme vasfına sahip değilse O nun için çokluk âlemi mevcut olacak ve kesret âleminin kuralarına göre yaşayacaktır. eğer şuur boyutunda yaşayabilme, varlığın tekliğini seyredebilme vasfına sahip ise kader sırrına vakıf olarak yaşayacaktır. ancak bu yaşayış bu yaşanan âlemi ortadan kaldırmayacaktır. her boyut kendi boyut algılayıcısıyla mevcuttur. İnsân ismi altında zat boyutu sıfat boyutu, esmâ ve ef’âl boyutu mevcuttur. 

Herkes hangi boyuta erdiyse oranın hakkını vererek yaşayacaktır. Bu dört boyutta insân’ın varlığında mevcuttur. Nitekim peygamberimiz bir hadisinde ‘’Allah Âdemi kendi sûreti üzerine meydana getirdi’’ buyurmuştur.
Peygamberimizin  hadîs’i gereğince de Zat boyutuna eren oranın hakkını verir, sıfat, esmâ boyutuna eren oranın hakkını verir ef’âl boyutundaki oranın hakkını vermek mecburiyetindedir. Çünkü bu dört boyut da insân’ın varlığında mevcuttur.

LEVHİ MAHFUZ Dördüncü tekâmül tavrında Allah bir melek gönderir.


levhi mahfuz ile ilgili görsel sonucu
Dördüncü tekâmül tavrında Allah bir melek gönderir.
Abdullah (îbn-i Mes 'ûd) radiyallâhu anhden rivayete göre, demiştir ki : Resûlullâh sallallâhu aleyhi vesellem bana (insanın hilkati atvârından) haber verdi ki o, kendi doğru söyler, kendisine de doğru bildirilir buyurdu ki:
"Sizin biriniz (in hilkati mebdeinde) ana ve baba maddeleri kırk gün ananın karnında toplanır, (halka müstaid bir halde tahammür eder). Sonra o maddeler o kadar zaman (kırk gün) içinde katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman (kırk gün) içinde mudga = bir çiğnem ete tahavvül eder. (Dördüncü tekâmül tavrında) Allah bir melek gönderir. Ve tekâmül eden mudgaya (şu) dört kelime (yi yazması) emrolunur ki: onun işini, rızkını, ecelini, şakî veya saîd olduğunu yaz! denilir."
(Ibn-i   Mes'ûd  demiştir ki:
"Abdullah'ın hayâtı yed-i kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki: Melek bunları yazdıktan) sonra ona ruh üflenir. (Cenin canlanır), imdi sizden bir kişi (bu fıtratı îcâbı dünyâda) iyi iş işler de hattâ kendisiyle Cennet arasında yalnız bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (Meleğin ana kanunda yazdığı) yazı gelir; o kişiyi önler. Bu defa o, Cehennemliklerin işini işlemeğe başlar (da Cehennem'e girer) sizden bir kişi de (fena) iş işler. Hattâ kendisiyle Cehennem arasında ancak bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin yazdığı) kitabı gelir onu önler. Bu defa o kişi ehl-i Cennetin işini (hayır iş) işler, (Cennet'e girer)." (Buhari)

Ve tekâmül eden mudgaya (şu) dört kelime (yi yazması) emrolunur ki: onun işini, rızkını, ecelini, şakî veya saîd olduğunu yaz! denilir." 

"Abdullah'ın hayâtı yed-i kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki: Melek bunları yazdıktan) sonra ona ruh üflenir. (Cenin canlanır), "And olsun ki, biz insanı çamurdan (tasfiye edilmiş) bir Sülâleden (gıda olarak insan uzviyetine temessül eden bir maddeden) yarattık. 

Sonra o Sülâleyi, (o insan nesline temessül eden maddeyi) metanetli bir karargâhta, (aldığını muhafaza eden kuvvetli ana rahminde) Nutfe, (menî içinde bir tohum) kıldık. 

Sonra Nutfeyi, (o insan tohumunu) Alâka, (yapışkan ve pıhtı bir kan hâlinde) yarattık. Müteakiben o Alâkayı mudga (bir çiğnem et) hâline koyduk. 

Arkasından mudga kemik, (İnsan iskeleti) hâlinde yarattık. Ardı sıra bu kemik (den iskelet) e bir et giydirdik. Sonra bu (hilkat atvârının son şekli) ni bir başka yaradış (olan iradesiyle, ruhiyle, bedenî cihaz ve kuvâsi) le (ahsen-i takvimde) bir hilkat neşeti verdik. 

Bu cihetle Allah, hâlık (farz olunan) ların fevkinde güzel yaratmakla yüceldi İnsan denilen bu hilkat garibesini Allah, bir anda yaratmak kudretini hâiz iken Allah'ın onu tabiî şeklini alıncaya kadar bir takım tavırlara, kanunî tahavvüllere tâbi tutmasında hiç şüphesiz husûsî ve umûmî birtakım menfaatler, hikmetler vardır. 

Husûsî menfaatlerden bir mühimi anaya âit olanıdır ki: Allah, o nevzadı ana karnında defaten yaratmış olsaydı, ana mu'tadı olmayan bir yükü karnında taşımak zorunda kalacak ve belki de helakine sebep olacaktı. Hilkat etvâriyle te'mîn edilen mümârese sayesinde bu mahzur önlenmiş oluyor. 

Umûmî olan hikmet ve menfaat de Allah'ın kudretini ve insanlara mebâdî-i hilkatte başlayan ni'metini izhâr etmesidir. "Sîzden bir kişi bu fıtratı îcâbı dünyâda iyi iş işler de hattâ kendisiyle Cennet arasında yalnız bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada meleğin ana karnında yazdığı yazı gelir, o kişiyi önler. 

Bu defa o kişi Cehennemliklerin işini işlemeğe başlar. Bu suretle Cehennem'e girer. Sizden diğer bir kişi de fena iş işler, hattâ kendisiyle Cehennem arasında bir kulaç mesafe kalır. 

Bu sırada meleğin yazdığı kitabı gelir de onu önler. Bu defa da o kişi ehl-i Cennetin hayır işini işler, Cennet'e girer." İbn-i Mes'ûd'un bu hadîsinin bir mefhûmu halk dilinde: "Saîd anasının karnında saîddir. Şakî de anasının karnındaki şakîdir." suretinde bir düstur hâlinde meşhurdur. Bu konuda Buhari'de geçen  İmran bin Husay’nın Peygamberimize (asv) sorduğu soru şöyledir: İnsanların cennetlik veya cehennemlik olmaları mademki Allah'ın kaza ve kaderi eseridir. Şu halde insanların ibâdetlerinin ve birtakım hayır işlerinin ne te'sîri olabilir? 
Hazret-i Peygamber (asv)'in cevâbı da şöyledir: "Kula düşen vazîfe, niçin yaradıldıysa onun muktezâsını îfâ etmek ve Yaradan'a karşı me'mûr olduğu kulluk vazîfesini hayâtının sonuna kadar idâme eylemektir. Binâenaleyh saîd olan cennetlik kişinin saadet alâmeti, hiç delâlete düşmeden ömrünün sonuna kadar doğru yolda yürümek ve Cennet'e ermektir. 

Şakî olan Cehennemlik kişinin şakâvet alâmeti de hayâtının sonuna kadar delâlete düşmüş olmasıdır ki, bu kul da sapkınlığı ile Cehennem'e ermiş bulunur." Allah her insanı temiz bir fıtrat üzere özünde iyi olarak yaratmıştır. Her insanda iyiliğe olduğu gibi kötülüğüde meyil vardır. 
İnsanın sorumluluğu bunlardan hangisine ağırlık verdiğiyle ilgilidir. 
Allah her insanı potansiyel bir Ebubekir (ra) olarak yarattığı gibi, potansiyel bir Ebucehil olarak da yaratmıştır. Peygamberler istisna tutulursa genel olarak bu böyledir. Çünkü Allah adildir, zulmetmez. Arapça`da korunmuş levha demektir. İslâm`da olmuş ve olacak her şeyin yazılmış olduğu manevî levhayı dile getirir. Olmuş ve olacak şeyler Allah`ın bilgisine bağlı olduğundan Levh-i Mahfuz doğrudan Allah`ın ilim sıfatı ile ilgilidir. 

Korunmuş (mahfuz) olarak nitelenmeşinin nedeni, burada yazılı olan şeylerin herhangi bir müdahale ile değiştirilmekten, bozulmaktan uzak olmasıdır. Kur`an`da Ümmü`l-Kitap (Kitapların Anası, Ana Kitap), Kitabun Hafîz (Koruyan Kitap), Kitabun Mübin (Apaçık Kitap), Kitabın Meknun (Saklanmış Kitap), İmamun Mubin (Apaçık İnen Kitap) ve sadece kitap olarak da anılır. 

İnsanların başlarına gelecek şeyleri de ihtiva ettiği için Kitabul-Kader (Kader Kitabı) da denir. Levh-i Mahfuz adı Kur`an`da yalnız bir ayette geçer. Bu ayette Kur`an`ın Levh-i Mahfuz`da bulunduğu bildirilir (el-Buruc, 88/22), ancak hiçbir tanım getirilmez. Buna karşılık birçok ayette nitelikleri belirtilerek tanımlanır. 

Buna göre Levh-i Mahfuz içinde hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı (el-En`âm, 6/59), olacak şeylere ait bilgileri saklayan (Kaf, 50/4), yeryüzüne ve insanlara gelecek tüm belaların yazılı bulunduğu (el-Hadid, 57/22) her şeyin sayılıp tesbit edildiği (Yasin, 36/12), gökte ve yerdeki tüm gizliliklerin açıkça belirtildiği (en-Neml, 27/75), temiz yaratılan meleklerden başka kimsenin dokunamayacağı apaçık, korunmuş, koruyan, saklanmış ve ana kitap`tır 

"Muhakkak ki ben Allahım. Benden başka ilah yoktur. 
Rahmetim gazabımı geçmiştir. 
Kim ki Allah`tan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin O`nun kulu ve resulü olduğuna şehadet ederse, ona cennet vardır" 
Yine İbn Abbas`tan gelen diğer bir rivayete göre ise Levh-i Mahfuz`a ilk olarak 
"Bismillahirrahmanirrahim, kazâma teslim olan ve hükmüme ram olan ve belâma da sabredeni kıyamet gününde sıddıklarla birlikte diriltirim" sözü yazılmıştır. 

Levh-i mahfuz,olmuşların ve olacakların, zamandaki bütün anların ve mekandaki bütün varlıkların, kısacası, her şeyin yazılı bulunduğu bir İlâhî muhafaza levhası; İlahi ilmin aynası, kaderin defteri, kâinatın programıdır.

  Genlerin dizilişi yazı yazmadan çok farklı. 
Hafızanın bir şeyi kaydetmesi de daktiloyla yazmaya benzemiyor. 
Bir teyp bandında yahut video kasetinde de sözler ve olaylar kalemle kaydedilmiyorlar.  

Levh-i mahfuz, olmuşların ve olacakların, zamandaki bütün anların ve mekândaki bütün varlıkların, kısacası, her şeyin yazılı bulunduğu bir ilâhî muhafaza levhası; ilahî ilmin aynası, kaderin defteri, kâinatın programıdır. 
Hafızanın bir de ebedi hayatımıza bakan yönü vardır. 

Hafıza, bir senet, bir vesika, bir belgedir. Ahiretteki muhasebe vaktinde, dünyada işlediğimiz sevapları ve günahları göstererek bize şahitlik eder. Nasıl insanın başından geçen bütün olaylar hafızasında yazılıyorsa, kâinattaki bütün olmuş, olan ve olacak olaylar da o büyük hafızada yazılıdır. 

Her iki “levha”da da Rabbimizin “Hafîz” (koruyan, muhafaza eden) ismi tecelli eder. Her şeyin Levh-i Mahfuz'da yazılmış olduğu gerçeğini bazı kimseler akıllarına sığıştıramazlar. “Yazılma” denilince “harf harf kaleme alınmayı” anlamak eksik olur. 

Genlerin dizilişi yazı yazmadan çok farklı. 
Hafızanın bir şeyi kaydetmesi de daktiloyla yazmaya benzemiyor. 
Bir teyp bandında yahut video kasetinde de sözler ve olaylar kalemle kaydedilmiyorlar.

İşte her şeyin ve her hadisenin, "Levh-i Mahfuz'un defterleri olan İmam-ı Mübîn ve Kitab-ı Mübîn'de yazılması" bunların çok ötesinde bir keyfiyetledir. 
Bu kaydın da harflerle, kelimelerle alakası yoktur. 
Cüzi irade sizin emrinizdedir. 

Nasıl dilerseniz öyle kullanırsınız size dokunacak olan hayrı ve şerri siz meydana getirirsiniz. Allah'ın katında Cüzi iradenin çok büyük önemi vardır.

Cüzi irade devreye girmedikçe Allah'ın size kapalı olan kapıları açılmaz, şeytanın size açık olan kapıları kapanmaz. 
Hayata sizin faydanıza olan bütün kapılar kapalı başlarsınız. 
Baş gözlerinizde Hicabı mesture, kulaklarınızda vakra ve gönlünüzde ekinnet ile başlarsınız. Kalpte zülmet kapısı açık, nur kapısı kapalı başlarsınız. 
Kalbize Allah'ın nurların ulaşacağı nur yolu mevcut değildir. 
Kalp gözü ve kalp kulağı da ayırca kör ve sağırdır.
Bütün kapılar kapalıdır ve bu sebeple insanlar Kuran'a göre ölü olarak doğarlar.

8 / ENFAL - 24 Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), Allah ve Resûl'ü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman (davete) icabet edin! 
Ve Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O'na haşrolunacağınızı bilin! 
(Hepinizin ruhu Allah'ta toplanacak ve Allah, ruhlarınıza meab olacak.)

Baş gözü irşad makamına bakar ama irşad makamı olarak görmez, bu sebeple kördür. Allah, peygamberimize şöyle diyor:

7 / A'RAF - 198 Ve in ted’ûhum ilel hudâ lâ yesme’û, ve terâhum yenzurûne ileyke ve hum lâ yubsırûn(yubsırûne).

Ve onları eğer hidayete (Allah'a ulaşmaya) çağırırsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün ve onlar görmezler

Onların seni görmezler sadece bakarlar. Onlar öldürler işittiremezsin sağırdırlar diyor: mezardaki ölüler gibidirler işittiremezsin diyor.

27 / NEML - 80 İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne).

Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah'ın) davetini işittiremezsin.

27 / NEML - 81 Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn(muslimûne).

Ve sen, körleri dalâletlerinden (çevirip) hidayete erdirecek değilsin. Sen, ancak âyetlerimize inananlara işittirebilirsin. İşte onlar, teslim olanlardır

30 / RUM - 51 Ve le in erselnâ rîhan fe raevhu musfarran le zallû min ba’dihî yekfurûn(yekfurûne).

Ve eğer Biz, rüzgârı göndersek, böylece onu (ekinleri) sararmış görseler (bile) bundan sonra mutlaka inkâra devam ederler.

30 / RUM - 52 Fe inneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne). Öyleyse muhakkak ki sen ölülere duyuramazsın, arkalarına dönüp gittikleri zaman sağırlara da daveti duyuramazsın.

30 / RUM - 53 Ve mâ ente bi hâdil umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn(muslimûne).

Ve sen, körleri dalâletlerinden kurtarıp hidayete erdirecek değilsin. 
Sen ancak âyetlerimize îmân edenlere duyurursun. 
İşte onlar teslim olanlardır.
EN'AM-36 da ise işitebilenlerin davete icabet edeceğini anlatıyor.

6 / EN'AM - 36 İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem'î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah'a döndürülür.)

7 / A'RAF - 179 Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.

Allah ile ve ayetleri ile ilişki kurabileceğiniz tüm sistemler kapalı. Şeytanla ilgili tüm sistemler faaliyette kalp mühürlü ve küfür kelimesi (alameti farika) var. Zulmet kapısı açık.
Onlara bu çalışma alanına sokacak olan şey sizin cüzi iradenizdir. Allah, Allha'a ulaşmanızı istiyor ve kendisine sizi ulaştırmak istiyor. Hem de sizin kendisine ulaşmanızı dilemenizi bekliyor. İşte bu sebeple insanlar 3. basamakta 2 ye ayrılır ir yi kullanabilen 3 basamağı geçer. Neyi dileyeceksiniz neyi isteyeceksiniz? Allah size bir emanet verdi bu emaneti ölmeden önce Allah'u ulaştırmayı isteyeceksiniz.

33 / AHZAB - 72 : Muhakkak ki Bizemaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Çünkü o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
işte o emanet Allaha mutlaka geri dönemesi gerekn emanettir. üzerinize 12 defa farzdır.
Cüzi iradeniz ile Allah a geri dönmeyi dilemeniz gerekir. Dilemezseniz ömrününüz boyu körsünüz. Kalbinizden küfür kelimesi silinip iman kelimesi yazılmadıkça mümin olmazsınız diyor:

10 / YUNUS - 7 İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10 / YUNUS - 8 Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

SONUÇ
23 / MU'MİNUN - 102 Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.

23 / MU'MİNUN - 103 Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn( hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
Bir kısmı özellikle dilemiyor, kimisi de bilmiyor. ama bilmemek insanı kurtaramaz ama her devirde her kavme bunu anlatan bir elçi mutlaka gelir.
Her saniye ya derecat kazanırız ya da kaybederiz. 
Daimi zikir farz olduğu için zikirsiz her an derecat kaybederiz.
Allah'a ulaşmayı dileyen herkesin günahı sevaba çevrilir.
İrşad makamına baktıkları zaman O kişinin mürşid olduğuna emin olurlar. 
Sonra işitmeye başlarlar sonra davete icabet ederler.
Allah Ekinneti alır ve ihbat koyar. 
(kişinin idrak etmesini sağlayan bir müessese.)
göklerde yerde herşey Allahı tesbit eder. 
taşların bile iki heceli bir zikri vardır. 
kendi dilleri ile Allah'ı zikrederler.
Allahın ilmi ve rahmeti herşeyi kuşatmıştır. 
Enfal 24 de hayat verecek şeye davet anlatılır. Onlar ölüdür çünkü.

8 / ENFAL - 24 Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), Allah ve Resûl'ü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman (davete) icabet edin! Ve Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O'na haşrolunacağınızı bilin! (Hepinizin ruhu Allah'ta toplanacak ve Allah, ruhlarınıza meab olacak.) Kendi iradenizle mürşidinize ulaşcaksınız, iradenizle tabi olacaksınız. 

Kendi iradenizle zikir yapacakınız, namaz kılacaksınız, ... ama özellikle en büyük ibadet olan zikri yapacaksınız. 
Ve bu sayede rahmet ve fazl ; rahmet ve salavat gelecek, faziletler nefsin kalbindeki iman kelimesinin etrafında toplanmaya başlayacak. 
Bu nurların nefsin kalbinde toplanmasıdır ki sizin için bir muhteva taşır. 
Yapmazsanız bu işlem vücut bulmaz. 
Allah size bütün ibadetleri sevdirir, severek yaparsınız. 
3 hidayete birden başlarsınız, Nefs tezkiyesi, fizik beden kulluk değişimi, ruhun Allah’a ulaşması İrade teslimine kadar irade yapınız sizi daha büyük mutluluklara ulaştıran bir klavuz, motive edici bir unsur olacaktır. 
İradenizi Allah yolunda kullandıkça mutlu olacaksınız. 
İnsan olarak yaratıldığınız için Allah’a çok hamd ve şükredeceksiniz. 
Kader karma cüzi serbest irade, külli irade (sünnetullah), ilahi irade Eğer kaderim belli ise benim seçme şansım nerede diye pek çok sormaktadır. 
Alın yazısı yazılmış, benim kaderim bu, gibi negatif inanışlar doğru değildir.
Allah'ın insana vermiş olduğu serbest (cüzi) irade sayesinde insan yaşadığı her saniyeyi nasıl kullanacağına kendisi karar verir, seçimlerini kendisi yapar, kendi hayat filmini kendisi oluşturur.
Allahu Teala Hz.leri zamandan ve mekandan münezzeh olduğu için, bizim hayat filmimizin sonu da başı da O'na aşikardır. 
Allah, ne zaman ne yapacağımızı bilmektedir.
KADER: bir insanın başına kendi serbest iradesi dışında bir olay gelmesidir. Yani kişinin seçme şansının olmadığı bir olay o kişi için bir KADER'dir. 
Bu olayı yapan kişi için ise KAZA'dır. 
Kader vuku bulduğunda kişi hiçbir şekilde derecat kaybetmez. ya nötrdür ya da derecat kazanır.

Örneğin, bir öğretmen, sınavı kötü geçen bir öğrenciye geçer not verdiği zaman, öğretmen için bu fiil bir KAZA, öğrenci için ise bu durum bir KADER'dir. 
Öğretmenin işlediği bu KAZA sebebiyle öğrenci derecat kaybetmez, nötrdür.

Tam tersi örnek verdiğimizde, sınavı iyi geçen bir öğrenciye, öğretmeni başarısız notu verir ise, bu durumda öğretmenin sevapları öğrenciye geçer. yani öğrenci derecat kazanır.

Merkez Efendi Hz. lerinin "herşey merkezinde" sözünün açıklaması budur.
İrade arapçada kelime anlamı olarak istek dilek anlamında kullanıyor. 
Ancak irade asıl olarak isteme yetkisidir İnsanın seçme yetkisi var. 
İlahi irade Allah'ın iradesidir. 
İlahi iradenin seçme yetkisi elbette olacak çünkü O yaratan. 

Bir de ilahi iradenin yarattığı, Külli İrade yani Sünnetullah var ki bu irade kainattaki her zerre ile ayrı ayrı ilgilenmekte ve kontrol etmektedir. Allah (El Habir) kainatta olup biten her şeyi yaratmış olduğu Külli irade ile bilir. Allah her şeyin üzerindedir.
Cüzi (serbest) İrade:
Cüzi irade, Allah'ın insana ve cine verdiği bir iradedir. Meleklerin iradesi yoktur. 
Melekler Allah onlara ne emretti ise onu yapmak için yaratılmışlardır. 
Nasıl ki insan, iradesini Allah'a teslim ettiği andan itibaren talep etme standartlarının yetkisinin sahibi değilse melekler yaratılışlarının itibaren öyledir. Her melek kendisine verilen görev ne ise onu yapar seçme şansına sahip değildir. 
Huri ve Gılmaların görevi Cennet ehline hizmettir. 
Yemek yemezler ama yemek servisini onlar yapar. 
Yaşamak için havaya, doymak için yemeğe ihtiyaçları yoktur. 
Zebaniler de aynı şekilde irade sahibi değillerdir. 
Sadece belirli görevleri yapmak için yaratılmışlardır ve yaparlar.

Ama insanlar ve cinler cüzi iradeli mahluklardır. 
Allah kimsenin Cuzi İradesine müdahele etmeme konusunda kesin hüküm sahibidir. 
Ancak iradesini Allah'a teslim edenlerin iradesini ref eder kaldırır ve kendi iradesine bağlar.

Cüzi İrade sizin emrinizdedir. 
Nasıl dilerseniz öyle kullanırsınız size dokunacak olan hayrı ve şerri siz meydana getirirsiniz. Allah cüzi iradeye sınır koymamıştır. 
Eğer koymuş olsa idi kimse bir diğerine zarar veremezdi. 
Size verilen zamanı cüzi iradenizi kullanarak istediğiniz gibi yaşarsınız. 
Nötr zaman yoktur, kişi ya derecat kazanır ya da derecat kaybeder. 
Daimi zikir üzerimize farz olduğu için Allah zikrinden uzak geçirdiğimiz her saniye derecat kaybederesiz. Cüzi iradenin çok büyük bir önemi vardır. Bu büyük önemi öğrenmek için  Külli irade (Sünnetullah) :
Allahu Teala Hz. herşeyi kül olarak yani küllen topluca bir seferde yaratmıştır. Allah herşeyi zıttı ile kaim kılarak yaratmıştır. Tüm alemler aynı koorrdinatlarda karşıtları ile beraberdir. 

Yaratmış olduğu alemler ve karşıt alemler:
1-2 : Zahiri alem (Dünyamız - evren ); bunun zıttı Berzah alemi
3-4 :Gayb alemi (Cinlerin dünyası) ; bunun zıttı karşıt gayb alemi
5-6 :Emr alemi (7 gök katı) ; bunun zıttı zulmani alem (7 yer katı)
7    : Yokluk (adem)
7. alem yaratılmamıştır, yokluktur.  
Yaratılmış olsa idi mutlaka 8. si de olacak idi.
İşte Allah yaratmış olduğu bu alemleri kontrol eden, her zerresi ile ayrı ayrı meşgul olan bir Külli irade yaratmıştır ki Külli irade Sünnetullahı ifade eder.

Allah kainatı Külli iradeyle idare eder. Külli iradenin oluşturduğu iş ise sünnetullahtır
Hangi yağmur damlasının nereye düşeceğini kontrol eden ve bunu yapan mekanizmadır sünnetullah. 

Yerçekimi Sünnetullahın bir göstergesidir. 
İnsanda cüzi iradenin yanı sıra Külli iradenin bir temsilcisi de vardır. 
Namazda kanitun olup birşeylerin sizden çıktığını ve Allah'a gidip namazı indi ilahide kıldığınız zaman sizden çıkan bu sır Külli iradenin sizdeki temsilcisidir. 
Bütün insanlardaki bu kül halinde iradenin bütünü Külli iradeyi ifade eder. 

Külli irade her bir insan ile direk ilişkisi vardır. Kainat zerrelerden cüzlerden oluşur ama bir bütün bir küldür. Her saniye her partikül ile tek tek ilgilenen mühteşem bir ilahi bilgisayardır. 

Cüzi irade nin külli iradeye bağlanması örneği Külli iradeyi bir örnek ile açıklayacak olur isek, bir örümcek "yok ben ağ örmeyeceğim burada oturacağım" gibi bir düşünce sahibi, bir özgür seçim sahibi değildir. 
Ya da bu örümcek hayır ben ağımı ağaca örmeyeceğim suyun üzerine öreceğim gibi bir seçme özgürlüğüne sahip değildir. 
O kendisine Allah'ın emrettiği ağı örer. Allah, külli iradeyi kullanarak bu örümceğe ağı ördürür. 
Ayırca kainnatta Allah'ı tesbit etmeyen hiçbir şey yoktur. İnsanlar ise tesbih değil zikir ederler. Cüzi iradelerini kullanarak zikir yaparlar.

17 / İSRA - 44 : 7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O'nu (Allah'ı) tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki O; Hakîm'dir, Gafûr'dur (mağfiret edendir).

64 / TEGABUN -1 : Göklerde ve yerde olan herşey Allah'ı tesbih eder. Mülk O'nundur ve hamd O'nadır. Ve O, herşeye Kaadir'dir (gücü yetendir).
Cüzi iradesi külli iradeye devrelonun kişi ( velayet kademelerin en üst noktası) artık kendi iradesi ile hareket etmez. Artık bu kişinin iradesi cüzi irade değil külli iradedir. ve artık bu kişi zikir yapmaz, külli irade tarafından otomatik olarak tesbihe geçirilir. Sıratı Müstakim, Hidayet, Dalalet Kutsal kitabımızda en önemli kavramlar, hidayet, dalalet, sıratı müstakiym ve takvadır. 
TAKVA ilgili detaylı açıklamalar bu sitenin diğer sayfalarında yer almaktadır. 

Bu sayfada ise SIRATI MÜSTAKİYM i , hidayet ve dalaleti anlatacağız. 

Kutsal kitabımızın 
1 . suresi Fatiha'dır ve bu sure insanın Allah'a bir duasını bir talebini anlatır. 
Türkçesi: 1 / FATİHA - 1 :Bismillâhir rahmânir rahîm. 
1 / FATİHA - 2 : El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne). Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah'adir. 
1 / FATİHA - 3 : Er rahmânir rahîm(rahîmi). Rahmân'dır, Rahîm'dir. 
1 / FATİHA - 4 : Mâliki yevmid dîn(dîne). Dîn gününün MALİK'idir. 
1 / FATİHA - 5 : İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE 
(sadece Allah'tan istenen özel yardım) isteriz. 
1 / FATİHA - 6 :İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme). 
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır). 
1 / FATİHA - 7 :Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne). 
O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının) üzerlerine 
(Devrin İmamı'nın ruhunu) ni'met olarak verdiklerinin yoludur. 
Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil. 
Fatiha Şerife üzerinde dikkatilice düşünürsek bu sure ile Allah'tan talebimiz bizi Sıratı müstakiyme ulaştırmasıdır. 
Üzerine nimet verdiklerinin yoluna ulaştırmasını istiyoruz. 
Dalalette kalanların yoluna değil, kurtulanların yoluna bizi ulaştırmasını istiyoruz. 
Pek çok çeviride Sıratı müstakiym doğru yol olarak çevrilir. 
ve yine bu çevirilerin çoğunda hidayet kelimesi de doğru yol olarak çevirilir. 
Ancak bu terimler özel terimlerdir ve bunların ne olduğunu anlamak için Kuran'a bakmamız lazım. 

4/NİSA-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Allah’a âmenû olanları ve O’na sarılanları (sarılmayı dileyenleri) Allah, Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır. 

6 /;EN'AM - 87;: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin). 
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. 
Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık). 

6 /-EN'AM - : Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah'ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi). 

Sırat köprüsü Kuran'ı Kerimde Sırat Köprüsü diye bir olgu bir ayet yoktur. Kitabımıza göre cennetin yolu sırat köprüsü değil Sıratı Müstakîm dir. 
Sıratı Müstakim insan ruhunun  dünya yaşamı esnasında yani hala hayatta iken fizik bedeninden ayrılarak Allah'a doğru seyrü sulukunu yaptığı yolun adıdır. 

Enam suresi 87 -88. Diğer yandan ölüm sonrası dirilişte, İndi ilâhideki mahşer meydanında, tüm insanların önce cehenneme gidecekleri, takva sahibi olanların ise cehennemden alınarak cennete goturulecekleri anlatılıyor. Yani üzerinde yürünüp aşağı düşülecek bir köprü yoktur. 

Tüm insanlar bir araya toplanacaklar, cehhennem ehli olan burunları üzerinde sürünerek cehenneme girecekler, cennet ehli olanlar ise cehennemi bir görüntü seklinde gordükten sonra Allah tarafından ordan cekip alınacak ve cennete götürülecektir. Sonuc olarak üzerinden düşülecek bir köprü yoktur. Cenete gidecek olan insanlar (takva sahipleri) ;mutlaka cennete gidecekleri için üzerinden düşülecek bir köprü gene bulunmamaktadır. 

19 / MERYEM - 71 : Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen). Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür. 19 / 

MERYEM - 72 : Summe nuneccîllezînettekav ve nezeruz zâlimîne fîhâ cisiyyâ(cisiyyen). Sonra takva sahiplerini kurtaracağız. Ve zalimleri, diz üstü çökmüş olarak bırakacağız Tüm insanlar yani hem cennet ehli hem de ;cehennem ehli mutlaka önce cehenneme gidecektir. Cennete gidecek olanlara cehhennem neden gösteriliyor? Cennete vardıklarında Allah'a sonsuz hamd ve şükretsinler diye. 

Cennet ehlinin kulaklarında vakra, gözlerinde hicabı mesture, kalplerinde ekinnet yoktur. Bu mühürler dünya hayatındayken Allah tarafından kaldırılmıştır (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve cennet ehli bu sayede cehhennem kapısından deyim yerinde ise uçarak geçer. Diğerleri ise burun yere sürtülerek kapının altından cehenneme girerler. 26 / 

ŞUARA - 94 : Fe kubkıbû fîhâ hum vel gâvun(gâvune). Onlar (putperestler) ve azgınlar, oraya (cehenneme) yüzüstü (burunları yere sürtünerek) atılırlar Sonuç olarak ölüm sonrası yaşamda üzerinden düşülecek bir köprü yoktur. Diğer yandan bu dünya hayatında iken kişi Ruhunu Sıratı Müstakiym üzerinde yükselterek Allah'a ulaştırdıktan sonra fıska düşerse bu bir düşüş olarak nitelendirilebilir. Sıratı Müstakiymin ne olduğunu, ona nasıl ulaşılacağını öğrenmek için TIKLAYIN: Vicdan azabı nedir? Neden vicdan azabı duyarız? Negatif bir davranış gösterdiğimiz zaman, örneğin bir kişinin kalbini kırmak gibi, bu fiili gerçekleştirme anında ruh bedeni derhal terkeder ve hiçbir günaha ortak olmaz Çünkü Ruh Allah'ın emrindedir ve negatif bir davranışın tarafı olması mümkün değildir. Olay bittikten sonra Ruh bedene geri döner ve nefse azap etmeye başlarve kişi;vicdan azabı Vicdan aklın bir fakültesidir. Eğer ruh aklı ikna ederek fizik vücudun pozitif bir davranış yapmasına sebep olursa vicdan rahatlar, huzur duyar. Ama nefs aklı ikna ederek fizik vücuda negatif bir davranış yaptırırsa, o takdirde ruh bu şerre ortak olmaz, vucuttan şer işlenirken ayrılır. Ama vicdan istemesede nefsin oyununa alet olacaktır. Daha sonra ruh tekrar dönerek insana azap eder. Tabii vicdanda nefsle birlikte bu azabı yaşar

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...