18 Mayıs 2018

ALLAH KATINDA TEK DİN İSLÂMDIR ...

allah katında tek din islamdır ile ilgili görsel sonucu
ALLAH KATINDA TEK DİN İSLÂMDIR
İnned dîne indâllâhil islâm” 

Allah katındaki islâmı hakkıyla yaşamak teslimiyeti, yani teslim olunmuşluğun idrakini gerektirir. Nitekim Allah katındaki tek din islâm’dır ve İslâm kelime mânâsı itibarıyla teslim demektir. Varmayı hedefledigimiz  bu  hal için,  
ALLAH ın  oluşturduğu kazâ ve kader kavramını  önce ilmel sonra aynel ve sonrasındada hakkel yakın olarak idrak etmek ve ne var âlemde o var Âdem’de hadîsi’nin de işaret ettiği  şekilde kendimizde mevcut olan  ef’âl esmâ sıfat zat boyutlarının hakkını vererek, kader sırrına vakıf olarak özde birliğe ulaşmamız mümkün olabilecektir. 
Mutlak varlık olarak sadece ALLAH ın olduğunu ve onun dışında O nun gayrısı olarak hiçbir varlığın vücût sahibi olmadığını,  her şeyin Allahın ilminde mevcut olduğunu, Allahın ilmiyle takdir edip 

KÜN FE  YEKÜN –OL DER VE O HEMEN OLUVERİR
 Âyeti’nin ifade ettiği şekilde, var olan her şeyin O nun irâde etmesiyle ilgilenmesiyle halk edildiğini ve  irâde etmesinin Onun OL demesi olduğunu ve bu OL deyişle takdir ettiği varlıkları seyrinin ve onların kavramsal sûretlerinin meydana getirildiğini idrak etmemiz gerekecektir..
BİR liği yaşayabilmek için iki görüşü basiretimizden kaçırmayarak birlikte hal olarak yaşamamız  gerekmektedir.

Birincisi,  kâinat ve içinde var olan her birimin O nun ilminde halk edilmiş olduğunu yani esmâül Hüsnâ dediğimiz isimlerinin anlamlarını kavramlarını dilediği şekilde terkiplendirerek sonsuz sınırsız sayıda varlıklar meydana getirip, O nun sonsuz sayıda meydana getirdiği bu varlıkların onun ilminde var olan varlıklar olduğunu ve bu yönü itibarıyla kâinat ve içinde var olan her birimin halk edilmiş olduğunu, 

ikincisi de O varlıklarda kendi varlığı dışında bir şeyin mevcut olmadığını yani  Varolan her birimin onun ilmiyle onun ilminden onun varlığından meydana gelmiş olması dolayısıyla o varlıklarda kendi varlığının dışında bir şey mevcut olmadığını  idrak ederek bu iki görüşün birlikte yaşanması gerekliliği ve birinden gafil kalırsak ötekinden de uzak düşeceğimizi Onun ilminde halk edilmiş olan birimlerin hiçbir şekilde O nun aynı olmadığı gibi Ondan da gayri olmadığını basiretimizden kaçırmamamız gerekecektir. 

Çünkü bütünü görebilen ve Bir den bakabilen ancak her şey O dur der. Birimlere düşüldüğünde yine O olmakla birlilkte kayıtlı haliyledir. Ondan ayrı değildir fakat Onun aynı da değildir. Birimde görünmeyi dilediği özelliği kadardır.
Varlık sadece ALLAH tır ve onun dışında onun gayrısı olarak hiçbir varlık vücût sahibi değildir, bu da Kûr’ân-ı Ker’im’de Allahın kendisini nasıl tarif ettiğini anlamamızla idrak etmemizle mümkün olacaktır.
Kûr’ân-ı Kerîm’de Allah c.c Âyetleriyle kendisini iki şekilde tanıtmaktadır
Birincisi kula nispetle, insân’ın anlayışına göre  Allahın kendisini tanıtması

İkincisi de, Allahın kendi kendisini tarif ederek tanıtmasıdır.Kûr’ân-ı Kerîm de İnsân’ın anlayışına göre Allah tanıtılırken, 

Bakara Sûresi 255. Âyette  “O'nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku hali tutmaz.” diyerek  insân’da bulunan özelliklere nispetle bir anlatım vardır.
Yine kaf Sûresi 16. Âyette “Biz, ona şah damarından daha yakınız.” Derken de Allahın insân’daki yakınlığı insân’ın şah damarı işaret edilerek anlatılmıştır.


Bakara Sûresi 115. Âyette "Başını ne yana çevirirsen çevir Allah'ın vechini görürsün" 

Hadid Sûresi 3. Âyette “O evveldir, ahirdir zâhirdir ve batındır”
Âyetlerinde ve buna benzer diğer Âyetlerde insân’ın algılama araçlarına göre O senin tespit edebildiğin ve edemediğin her şeydir diyerek. bir tanımlama yapılmaktadır

Allahın kendi kendisini tarif etmesinde ise hiçbir duruma ve varlığa nispet edilmeden kendisini çok net bir biçimde tanımlaması vardır.

Her gün KUL HU VALLAHU AHAD diyerek okuduğumuz ve Allahın AHAD oluşunu dile getirdiğimiz ihlâs Sûresinde ALLAH (c.c)  O Allah Ahaddır, diyerek kendisini kendisine göre tarif etmektedir, tanımlamaktadır ve bize demektedir ki, Allah Ahad olması itibarıyla kendisinin dışında bir varlık kabul etmez kendisinin dışında bir varlıktan söz etmek mümkün değildir. Sonradan meydana gelmişlerin hiçbirine hiçbir şekilde benzemez.
Resûlüllah efendimiz bir hadîs’inde

"KÂN'ALLÂHU VELEM YEKÛN MEAHU ŞEY'A! "
 "ALLÂH VARDIR VE ONUNLA BERABER HİÇBİR ŞEY MEVCUT DEĞİLDİR!" buyurmaktadır.
Öyleyse, Allahla beraber hiçbir şey mevcut olmadığına göre her isimle anılan müsemma yani her ismin işaret ettiği mânâ Allah’ın ilminde var olmuş ilmi sûrettir. İlmi sûrettir demek, mânâ sûreti demek olduğuna göre, yani bizim beş duyuyla algıladığımız şekil sûret değil ise ilimde var olmuş anlam şeklinde bir ifadedir.

Demek ki bütün duyduğumuz bildiğimiz hayal ettiğimiz her şey ve her kavram gerçekte sadece Allahın ilminde mevcuttur. Allahın ilminde mevcut olan bu mânâlar Allahın halk etmesiyle meydana gelmiştir. Dolayısıyla kâinatta var olan her ismin işaret ettiği varlık Allahın ilmi, irâdesi ve kudretiyle meydana gelmiştir.
İşte bu sebeple dir ki, Allah Alîm’dir ilim sahibidir ilminde her şey mevcuttur, Allah müriddir irâde sahibidir diler, ve Allah Kâdir’dir muktedirdir kudret sahibidir ve o kudretiyle dilediğini meydana getirir.

"KÂN'ALLÂHU VELEM YEKÛN MEAHU ŞEY'A! "
"ALLÂH VARDIR VE ONUNLA BERABER HİÇBİR ŞEY MEVCUT DEĞİLDİR!"
Diye buyururken Hz. Resûlüllah. Allahın Ahadiyyetini ifade ederek Ahadiyyetiyle var olan varlığın dışında veya içinde olmaksızın onunla beraber hiçbir şey yoktur demek istemiştir.

KÜN FE YEKÜN. OL DER VE O HEMEN OLUR
“Bir şeyi dilediğinde…” var olmasına hukmettiğinde ona sadece “OL” der, o da hemen oluverir. Yani O’nun OL demesi  irâdesidir. Bu irâde onun sözüdür. Yoksa o makamda ortada ne bir söz ne de bir ses vardır. Sadece Allahın irâde etmesiyle ilgisi vardır. O irâdesiyle bağlanmadıkca, ilgilenmedikce, sevmedikce hiçbirşey olmaz. ve bu oluş araya zaman aralığı girmeden, bir şeyin aracılığına ihtiyaç duymadan aynı anda oluverir. Bu irâde onun sözüdür. Ol sözü ilgi göstermiş olmaktan ibarettir.
Nitekim, Kûr’ân-ı Kerîm’de bakara 117, enam 73, nahl 40, Yasin 82. Ayetlerde KÜN FE YEKÜN sözleriyle ALLAH (c.c.)  buna işaret etmektedir.

Bedîus semâvâti vel ard (ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kün fe yekûn (yekûnu).
Gökleri ve yeri bedî olarak (örneksiz) halkedendir. Bir işi kazâ ettiği (olmasını istediği) zaman, o şeye sadece “Ol!” der. O, hemen olur. - bakara 117

Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda bil hakk (hakkı), ve yevme yekûlu kun fe yekûn (yekûnu), kavluhul hakk (hakku), ve lehul mülkü yevme yunfehu fîs sûr (sûri), âlimul gaybi veş şehâdeh(şehâdeti), ve huvel hakîmul habîr(habîru).
Ve semâları ve arzı (yeryüzünü) hak ile halkeden O'dur. Ve “Ol!” dediği gün (herşey) olur. O'nun sözü haktır, mülk O'nundur. O gün sur'a üfürülür (sur'a üfürüldüğü gün hükümranlık O'nundur). Bilineni (görüneni) ve bilinmeyeni (gaybı) bilen O'dur. Ve O, hüküm sahibidir, haberdar olandır. - enam 73

İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehu kün fe yekûn(yekûnu).
Bir şeyin (olmasını) istediğimiz zaman Bizim sözümüz, ona sadece: “Ol!” dememizdir. O, hemen olur. nahl 40

İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
O (Allah), bir şey irâde ettiği (dilediği) zaman O'nun emri, sadece ona: "Ol!" demektir. O, hemen olur. Yasin 82

Kazâ, Allah’ın hükmüdür. Hüküm Allah’ın kazâsı’dır. Allahın OL emridir. Allahın OL hükmüyle irâdesiyle ilmindeki mânâları seyretmeyi dilemesi Allah’ın bu var oluşa hüküm vermesidir.
Kazâsı neticesinde o isimlerin mânâları’nın açığa çıkmasını dilemesi de, O nun takdiridir, bu takdir gereği, çeşitli İlâh-î isimlerin mânâları sayısız çeşitli terkipler şeklinde belirli anlam sûretlerini meydana getirmiştir. Anlam sûretleri denilmesinin nedeni, henüz bu boyutta varlık yoktur. A’yân-ı sâbite denilen varlıkların asıllarını meydana getiren ana mânâ grupları meydana gelmiştir. A’yân-ı sâbite Hakk’ın kendinde düzenlediği, kendinden oluşturduğu, sonradan meydana gelecek halkının, kendindeki programlarıdır , bütün bu var olan varlıkların aslı  olan ana mânâlardır. Ve Allahın ilmiyle ilminde vücût bulmuşlardır. Ve “A’yân-ı sâbite”lerin zuhur edeceği yerlere göre ezelde verilmiş istidad ve kabiliyetleri vardır
Bütün bu kâinat ve içinde varolan her şey yoktan var olmuştur denirken her şeyin zât-ı İlâhî’nin ilminde var olması kastedilir. Var olmuş olan her şey sadece  Allahın ilmiyle vücût bulmuşlardır.

Allah’ın, ilminde kendi mânâlarını  seyretmeyi dilemesi kazâ, bu mânâları seyredilir hâle getirmesi de mutlak mânâ’da kaderdir. Bu bâtınî mânâ’da gerçek mânâ’da kazâ ve kader kavramıdır. Bu mânâların, mânâ gruplarının meydana gelişi takdiri İlâhî’dir.
Peygamberimiz, “Allah mahlûkatın kaderlerini gökleri ve yeri yaratmazdan elli bin sene evvel yazmıştır, takdir etmiştir” sözüyle buna işaret etmiştir.
Mahlûkatın kaderini yazan Rabbülâlemindir. Rabbül âlemin âlemlerin meydana getiricisi rububiyyet mertebesidir. Âlemler kelime-siyle ifade edilen, sonsuz sayısız varlıklardır. Rahmâniyyet mertebesi  İlâh-î esmâ’nın mahzeni hazinesidir, tecelli’nin halkıyete dönüşmesinin başlangıcıdır,. Rahmaniyyet mertebesinde mevcut olan esmâ-i İlâh-î O nun mülküdür. Allah melik olması yönüyle esmâların hem sahibi hem de onlar üzerinde hükümdardır. Bu özelliği ile kendi esmâlarını dilediği gibi açığa çıkarıp seyredendir.
‘’Allah dilediğini yapar, yaptığından sual olunmaz’’ ayeti buna işaret eder.
Rububiyyet mertebesi Allah’ın çeşitli esmâsı’nın çeşitli terkipler şeklinde aşikâra çıkmasını sağlar. Bu esmâ çeşitli terkipler şeklinde ortaya çıktığı anda abd (kul) meydana gelir, rabbin abd ı rububiyyet mertebesinin zâhir oluşudur. Yani Allah isimlerinin bir terkip şekliyle bir isim altında varlık halinde ortaya çıkmasıyla, rububiyyet mertebesinin zâhir oluşudur. Kul rabbına tabidir.

Hud Sûresi 56. ayette buna işaret edilmektedir.
‘’Yürür hiçbir mahlûk hariç olmamak üzere hepsinin alnından çekip götüren O dur.’’
Yani o varlığı bulunduğu haliyle yaşatan onun Rabbı’dır. Çünkü onun varlığı kendisinin Rabbı olan esmâ terkibinin doğal sonucudur. Yani birim kendini meydana getiren esmâ terkibine verilen isimdir. O esmâ terkibinin dışında birimin bir varlığı mevcut değildir. Rabbin bir isimler terkibi şeklinde varlığını aşikâre çıkarmasıdır. Dolayısıyla birimin hiçbir şekilde Allah’ın esmâsı dışında dayandığı bir zerre varlığı mevcut olmadığından abd böylelikle rabbının kuludur. Abd rabbına kulluk etmede’dir. Abdın rabbına kulluk etmemesi asla düşünülemez, Çünkü abdın rabbının varlığı dışında hiçbirşeyi yoktur. Abd rabbın abdı olduğuna göre, abd (kul) ismiyle işaret edilen varlık, belli İlâh-î isimlerin mânâların  bir araya gelmesiyle bir mânâ teşkil ettiğine göre, ayrıca o abdın  almış olduğu bir aklı, şuuru, idraki, irâdesinden söz edilebilir mi?
Muhakkak ki Allah dilediğini yapar ve yaptığından da sual sorulmaz. Çünkü sual sorulacak bir varlık değildir sual soracak bir varlık yoktur.

saffat siresi 96. Âyette‘’Halbuki sizi de yapa geldiğiniz şeyleri de Allah halketmiştir.’’ denilmektedir. Allah halketmiştir sözüyle işaret edilen varlıkların halkedilişi çok üst boyutlarda esmâ mânâları’nının takdiri hükmüyledir. Bu varlıkların  meydana gelişi sonucu bu varlıkların var oluşunun  tabi neticesi olarak da onların fiileri meydana gelir. Yani fiiler, birim mânânın dışarıdan algılanan şeklidir. Birim mânânın algılanış şekli fiilidir, her fiil gerçekte mânâdır. fiil mânânın ta kendisidir, o mânâ algılama aracına bağlı olarak fiil şeklinde değerlendirilir . Esas var olan mânâdır, mânânın fiil şeklinde algılanışı algılama aracı dolayısıyladır.

‘’Allah vardır ve onunla beraber hiçbir şey yoktur’’ cümlesiyle dikkat çekilen fiilin mânâ’nın kendisi olduğudur. Yoksa fiil mânâ ihtiva eder şeklinde bir anlayış değildir. Ef’âl boyutu, ef’âl âlemi algılama araçları dolayısıyla var sayılır. Bu nedenle bu kesret âlemi için her şey hayalden ibarettir denmiştir, hayal âlemi ifadesi kullanılmıştır.  çünkü kesret, çokluk kavramı içine giren her şey İlâh-î isimlerin mânâlarından başka bir şey değildir.

Ve eğer birim, varlığın tekliğini seyredebilme vasfına sahip değilse O nun için çokluk âlemi mevcut olacak ve kesret âleminin kuralarına göre yaşayacaktır. eğer şuur boyutunda yaşayabilme, varlığın tekliğini seyredebilme vasfına sahip ise kader sırrına vakıf olarak yaşayacaktır. ancak bu yaşayış bu yaşanan âlemi ortadan kaldırmayacaktır. her boyut kendi boyut algılayıcısıyla mevcuttur. İnsân ismi altında zat boyutu sıfat boyutu, esmâ ve ef’âl boyutu mevcuttur. 

Herkes hangi boyuta erdiyse oranın hakkını vererek yaşayacaktır. Bu dört boyutta insân’ın varlığında mevcuttur. Nitekim peygamberimiz bir hadisinde ‘’Allah Âdemi kendi sûreti üzerine meydana getirdi’’ buyurmuştur.
Peygamberimizin  hadîs’i gereğince de Zat boyutuna eren oranın hakkını verir, sıfat, esmâ boyutuna eren oranın hakkını verir ef’âl boyutundaki oranın hakkını vermek mecburiyetindedir. Çünkü bu dört boyut da insân’ın varlığında mevcuttur.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...