17 Ekim 2019

EN BÜYÜK VAMPİR: İBLİS


EN BÜYÜK VAMPİR: İBLİS 
 
İblis(Lusifer) ve melekleri(!) şeytancıklar. 
Kullandığı birçok sembolden birisi de beş köşeli yıldız(pentagram): Keçi başı.
Vampir! İnsan kurban etme! Kan içme! Şeytani ayinler! Son yıllarda sıkça duyduğumuz haberler ve kelimeler.. İğrenerek ve utanarak okuduğumuz, tiksinti duyduğumuz bu haberler, insanlığa artık olağan, sıradan, hatta sevimli gelecek şekilde pompalanıyor. İnsanoğluna yakıştıramayacağımız bu iğrençlik için, insanlık tarihinin belli dönemlerine gönderme yapılarak; "ilk çağlarda olmuştur", "orta çağ cehaletinin ürünüdür" gibi istisnalar yapılabilir.
Ancak son yıllarda yaygınlaşan bu insanlıktan sapmalar; hiç de sanıldığı gibi belli tarihsel dönemlere has olaylar değildir. Bilakis insanın yeryüzünde yaşama başladığı tarihten, günümüze yani; tarih öncesi dönemde de, ilk çağda da, yakın çağda da, milattan önce de, milattan sonra da bu vahşiliğin var olduğu ve devam ettiği bir vaka olarak ortadadır. Bu konuyu aydınlatan tarihi ve arkeolojik bulgular, her geçen gün birikmektedir. Birkaç on yıl öncesine kadar bu sapkınlıklar, toplum tarafından ayıplanan, kınanan davranışlardı. Bu tip insanlar, toplumsal baskıdan dolayı kendilerini gizler ve çekinirlerdi. Ancak son yıllarda şeytan çağrışımı yapan kılık, kıyafet, saç, aksesuarlar, inançlar ve davranışlar marjinal olmaktan çıkarak yaygınlaşmaktadır.
Kitaplar, dergiler, videolar, filmler, bilgisayar oyunları aracılığıyla; küçük yaşlardaki çocukları dahi etkileyecek boyutlardadır ve evlere kadar girmiştir. Bu konudaki toplumsal hassasiyet de gittikçe azaldı, hakaret sözcüğü olarak algılanan "vampir" teması, artık aşk filmleri ile insanların duygu dağarcıklarında yer alıyor, vampir filmlerindeki bol kanlı sahneler daha çok izleyici topluyor. Ayrıca kurtarıcı Mesih'in(!), vampirler dünyasından çıkıp geleceğini bekleyen entellektüeller bile var.
Bu vahşi eylemlerin normal karşılanması, bu konularda yapılan filmlerin, yazılan kitapların, popüler hale gelmesi sizce ne anlama geliyor? Fıtrata aykırı bu vahşilik, insanlığın peşini neden bırakmıyor? İnsanoğlu bu iğrenç işleri niçin ve neden yapıyor? İnsanları, kim bu yola doğru sevk ediyor? Bu soruların cevaplarını düşünmeye ve bilmeye mecburuz.
ŞEYTAN: ADEM VE HAVVA'YI KANDIRDI
Şeytan, oradan o ikisini kaydırdı. Böylece içinde bulundukları o (cennetten), ikisini çıkardı. Biz de dedik ki: "Bazınız bazınıza düşman olarak (Arz'a) inin. Arz, sizin için karar yeridir ve bir vakte kadar da geçim vardır."
[BAKARA(2)/36]
İnsan nesli; yeryüzünde yaşama başladığında; kendisinden daha önce yaratılmış, insan gibi sorumlu ve nefis sahibi cin-şeytanlar da yanı başlarında bulunmaktaydı. Liderleri ise, fiili kıyamete kadar yaşama iznine sahip; yani bu anlamda ölümsüz olan cin-İblis'ti. Kendisi melek boyutuna çıkarılmış-ödüllendirilmiş olan bu varlık, meleklerin saflığı karşısında, kendi aklını beğenerek, kibirlenmiş ve böylece Âdem'e saygı emrine muhalefet ederek; insanoğlunun ve Allah'ın düşmanı olmuştur.
İblis'in ve bugün "ruhsal hiyerarşi" diye yutturduğu ordusunun, insanlık tarihi kadar eski "kutsal(!) planı"; insanlığı Hak'tan saptırmak; böylece kendi yönetimi altına almaktır. Bu planı, nasıl gerçekleştireceğini, Kur'an'dan biliyoruz. İblis şöyle diyor:
"Tuzak kuracağım", "Sağlarından, sollarından, önlerinden ve arkalarından geleceğim", "Yular takacağım", "Sen'in(Allah'a hitap ediyor) muhlis kölelerin hariç, onların hepsini saptıracağım."
Allah, şöyle buyuruyor: "Şeytan insanın düşmanıdır", "Şeytan insanların kalplerine vesvese verir", "Şeytan dostlarını korkutur", "Şeytan fakirlikle korkutur", "Şeytan, hayâsızlığı emreder", "Şeytan isyanı emreder", "Şeytanlar aldatmak için yaldızlı laflar ederler", "İnsanların bir kısmı cinlere sığınırlar".
İşte İblis, bu şekilde insan davranışlarına yön vermek, insanı fıtratına ve yaratılış amacına aykırı fiillere sürüklemek için türlü hileler, entrikalar çevirmekte planlar kurmaktadır.
ŞEYTAN: DOSTLARINI KORKUTUR
Şüphesiz şeytan, dostlarını korkutur. Şayet müminlerseniz onlardan korkmayın, Ben'den korkun! 
[AL-İ İMRAN(3)/175]
İnsanoğlu bireysel veya toplumsal olarak yaşanan acılar, hastalıklar, çaresizlikler, doğal felaketler, korkular ve ölümler sebebiyle; daima sığınacak bir şey aramıştır. İblis, insanların bu korkularını ve sığınma ihtiyaçlarını istismar ederek onları sayısız nesne –obje ve putlara yönlendirmektedir. Aynı zamanda insanı, sadece "Hak Yol"dan saptırmakla kalmıyor; Allah'ın şerefli bir varlık olarak yarattığı Ademoğlu'nun, iğrenç fiilleri işlemesinden, insanlığın bu sufli durumlara düşmesinden de ayrıca zevk almaktadır.
Tarihe dönüp baktığınız zaman, o kaba, akıldışı putperestliğin, her çeşidinin arkasında, cin-şeytanlarının, "aldatıcı ve yalancı oyunları"nın yattığını açıkça görebilirsiniz. Gök cisimlerinin; Güneş, Ay, gezegenler, yıldızlar, sayısız nesne-obje putlar, mabetler ve türlü türlü büyücülük oyunları... Hepsinin arkasında saklanan aynı "varlıklar!" Bu oyun o derece komik ki; "put maskeli tanrılar", kendilerine ve hizmetkarları olan ruhbanlara, kurbanlar boğazlatıyor, yemekler ikram ettiriyorlar, kan içirtiyorlar.
Vampirlik yapanlar, cin olan şeytanlardır. İnsanları kandırmak için yapamayacakları şey yoktur. Efendileri de İblis'tir.
İblis, kendi fiziksel özelliklerini de bu temanın içine yerleştirerek, aslında cin-şeytanlara böyle bir rol vermiş ve yukarıdaki tablo ortaya çıkmıştır. Sözü edilen özelliklerde bir vampir, gerçek hayatta yoktur; ancak kan döken, kan içen ve canlıları vahşice boğazlatan şeytanlar ve onların yeminli efendisi vampir İblis vardır. Yeryüzünde, hayatın başlamasından itibaren, din maskeli ritüellerle öldürttüğü insan ve hayvanların hesabı yoktur. Öldürttüğü canlıların, kanları, kemikleri ve etleri ile beslendiği ise tarihi bir hakikattır.
VAMPİR YOK: ŞEYTANLAR VE İBLİS VAR
Kökü Sümerlere ve Babillere kadar uzanan vampir teması, İblis tarafından, insanları korkutma figürü olarak tarih boyunca kullanılmıştır. Vampirler; güneşe çıkamayan, yarasaya dönüşebilen, kalbine kazık saplanırsa ölen, göz renkleri değişebilen ve beklenmedik zamanda fark edemeyeceğiniz kadar hızlı ve bir o kadar da güçlü tepkiler veren, düşünce okuyabilen, ten ısıları sürekli değişen varlıklarmış. Güneş'in batması ile birlikte, sözde dirilerek mezardan çıkarlar, insanlara saldırıp kanlarını emerler.
İnsan vampir olmaz. Bu İblis'in sıradan bir yalanıdır. İnsanların kanını emen şeytanlar, şeytanlaştırdıkları insanları da kan emmeye alıştırıyorlar. İnsanları korkutmak için de "vampir formu"nu kullanıyorlar.
İblis'in ve kölelerinin bu kan tutkusu, kanı, gıda olarak kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi kan, önemli miktarda besin maddeleri taşımaktadır. Vitaminlerin, enzimlerin ve hormonların; canlıların vücudunda gitmeleri gereken noktalara ulaşmalarını kan sağlamaktadır. Ayrıca kan plazmasında; ortalama 7-8 g/dL protein bulunur.
İBLİSLER'İN "KAN TUTKUSU"
Cin-şeytanların; süt, su, kan, kemik iliği, balgam, sümük gibi sıvılarla beslendiklerine; et, kemik gibi katı gıdalardan da, bir nevi fotosentez yolu ile yararlandıklarına dair bilgi ve bulgular vardır. İnsanların kanına ve biyolojik sıvılarına ihtiyaçları olduğu; bu sıvıları, insanlardan elde edemezlerse, hayvanlardan temin ettikleri bir gerçektir.
Nitekim şeytanların, kendi yaşamlarını ve yurtlarını anlatan ve medyumlar aracılığıyla yazılan "Lemurya Yolu"nda; dişi şeytanların haiz kanının; bitkiler ve kendileri için oldukça besleyici olduğu ballandırılarak anlatılır. Ayrıca, Peygamberimizin, "her haram olan şeyin; ölü eti, leş ve kanın, şeytanların yiyeceği olduğu" beyanı, sahih kaynaklarda yer almaktadır.
Şeytana tapınan Aztekler'in, insan kurban töreni.
"Tanrılara(!) sunularda en önemli pay kanlı olanlardır. "Hat"yi (bir cin-şeytan) memnun etmek için kurbanın kanının bolca akması gerekmektedir. Kan fışkırınca, kupaların ve ayin nesnelerinin üzerine saçılması gerekir, din adamı taze kan sürüp ellerini kollarını kanla yıkar. Orada bulunanlar, Lashari tapınağındaki kanla dolu çukura elbiselerini batırırlar ve bu kutsal(!) elbiseleri sonra giyerler."
Eski Yunan'da İlyada ve Hesiodos'un kitaplarında; hayvan yağ ve kemiklerinin, tanrıların(!) hazır bulundukları törenlerde yakıldığı; tanrıların(!) kurban etlerinden, kanlarından ve yakılma sırasında yağlardan ve kemiklerden çıkan dumanlardan beslendikleri anlatılmaktadır. Yine Nuh'un, Gemi'den indiğinde kurbanlar kestiği ve yayılan kokulardan yararlanmak için tanrıların(şeytanların) toplandığı, Gılgamış Destanı'nda yer almaktadır. Bir başka coğrafyada benzer bir ritüel şöyle anlatılmıştır:
Meksika'da Yucatan bölgesinde yaşamış olan Toltekler, inandıkları Güneş tanrısı(!) adına düzenli bir şekilde insan boğazlamışlardır. Kendisini "Güneş tanrısı(!)" olarak takdim eden İblis, bu zavallı insanları, insan kurban etmezlerse Güneş'in doğmayacağı palavrasıyla korkutmuştur.
Ritüel aynen şöyledir; kurban edilecek insanın göğsü obsidan denen camla ve bir bıçak ile yarılır, hala atmakta olan kalp dışarı çıkarılır. Burada amaç, tanrılarını(İblis'i) en sevdiği yiyecek olan insanın hayat kaynağı kalple besleyerek; Dünya'nın enerji kaynağı olan Güneş'in sürekli olarak doğmasını garantiye almaktır. İnsanları, alçakça kandırarak yapılan bu kan-kokulu beslenme törenleri, örnek dinsel davranış, tanrılara(!) gösterilebilecek en yüksek saygı olarak sunulmuştur.
Kuzey Zelenda'da 5.500 yıl önce kurban edilmiş bir kadın iskeleti ile Peru'da kurban edilmiş bir insan mumyası.
İblis, tarih boyunca insanları farklı olaylarla korkutmuştur. 

İlk çağlarda fırtınaların, şimşeklerin, rüzgarların, gök gürültüsü ve yıldırımların arkasına saklanıp; kendisini  fırtına tanrısı(!), gök gürültüsü tanrısı(!), Ateş tanrısı(!) vs. safsataları ile lanse etmiştir. Doğal felaketlerle insanları korkutarak; onlardan kan talebinde bulunmuştur. Dünyanın her tarafında bu tip tapınmaların izlerine rastlamak halen mümkündür.
KORKU VE BEDELİ: KAN
Endenozya Malakka Yarımadasındası'nda yerleşik Semanglar, "Kari" adını verdikleri bir şeytan tarafından kandırılır. Bu şeytan, halkı, gökyüzünde oturduğuna, öfkelendiği zaman şimşekler ve yıldırımlar fırlattığına inandırarak; öyle korkutmuştur ki; fırtınalı bir havada törene tanık olan araştırmacı Schebesta, olayı kitabında ürpererek, şöyle anlatır:
"Bambu'dan bir bıçakla bacaklarını çizerek yere kan akıtırlar, daha sonra kanı dört yöne doğru serperler ve bağırmaya başlarlar; Haydi! Haydi! Haydi! Cezamı çekiyorum! Suçumu kabul ediyorum! Borcumu ödüyorum! Senin gürlemenden korkuyorum! Seni aldatmıyorum!"
Mitolojide en çok sözü edilen; eşleri, çocukları bol bol hikaye edilen Yunan tanrısı(!) baş şeytan Zeus'de; aynı yöntemi kullanmıştır. Yıldırımlar onun silahıdır. Şimşeğin çarptığı yerler, ona adanır. Sözde yağmuru, fırtınayı, üretkenliği kontrol eder. Kuraklık dönemlerinde, hava olaylarından kaynaklanan afetlerde, ona insanlar ve hayvanlar boğazlanarak sunulur. Güya akıtılan her kan; toprağın, suyun ve  üremenin verimliliği için bir bedel, İblis'in fısıldadığı korkular için bir kurtuluş reçetesi(!) ve gelecek için bir umut(!) olmuştur.
Araştırmamızın ilerleyen bölümlerinde, İblis'in ve ona bağlı cin-şeytanların, oburluklarından, devamlı yiyecek ve kan  taleplerinden; köle-yardımcıları olan şamanların, kahinlerin ve  ruhbanların bile nasıl şikayetçi olduklarını göreceğiz.
TARİH ÖNCESİ DEVİRLER
Nepal'de Dankshinkali tapınağı.
Paleolitik çağa ait araştırmalarda, mağaralarda biriktirilmiş insan, hayvan kemikleri, içinden beyinleri alınmış kafatasları bulunmuş. Kemiklerin ve kafataslarının bu şekilde özel mağara odacıklarında saklanması, biriktirilmesi ve çokluğu araştırmacıları şaşırtmıştır.
Paleolitik çağla birlikte; insan ve hayvan öldürerek kanını içme, hayvan ve insan kafatası ve kemiklerinin biriktirilmesi gibi dini ritüellere, dünyanın her coğrafyasında rastlanmaktadır. Bu konuda; Uzak Doğu, Hint, Mezopotamya, Avrupa, Amerika, Afrika kıtası gibi tarih boyunca insan neslinin en etkin ve yoğun  olarak yaşadığı bölgelerde; çok miktarda belgeler ve bulgular ortaya çıkarılmıştır.
İblis ve "ruhsal hiyerarşi" dediği ordusu, paleolitik çağ insanını; hayvanların kendisine özel güçler verilmiş insanlar olduğu yalanına ve insanın hayvana, hayvanın da insana dönüşebileceği saçmalığına inandırmıştır. "Hayvanların efendisi" veya "efendi ruh" adıyla üretip arkasına saklandığı "sahte varlıklar"a(cin-şeytanlara), insanlardan ve hayvanlardan kurbanlar verilmesi gerektiğine, o günün avcı insanını inandırmıştır. İnsan ve hayvan kemiklerine yeniden et giydirerek, canlandıracağını vadetmiş. Ölen insan ruhlarının, hayvan bedenine girebileceği (reankarnasyon) yalanı ile insanları kandırarak; kemikleri, bu korktukları efendileri(!) için biriktirmeye yönlendirmiştir.
Hayvanların ruhunun; burun, dudaklar ve uzun kemiklere yerleştiğini, yeniden dirilmenin mümkün olabilmesi için kafatasının ve uzun kemiklerin saklanması gerektiği şeytan palavrasını, dostlarına fısıldamıştır. Kendi gıdaları için, hayvan ve insan kemiklerini ve içindeki beyinle birlikte kafataslarını mağaralarda; bir "din ve  inanç maskesi" altında kutsal törenlerle saklatmıştır. Mağaraların, "cin-şeytanlar"ın yaşam alanları olduğunu, kemiklerin de, cin-şeytanların katığı olduğunu Peygamberimizin sahih hadislerinden bilmekteyiz.
DEĞİŞEN DEĞERLER VE NEOLİTİK ÇAĞ
Tarımın keşfi ile başlayan Mezolitik ve Neolitik çağ, Paleolitik çağın değerlerinin değişmesine yol açmıştır. Hayvanlar dünyası ile dinsel nitelikteki ilişkilerin yerini, insan ve bitkiler arasında mistik dayanışma adı verilebilecek yeni bir anlayış almıştır.
İblis, dünyanın bazı coğrafyalarında, insanları; bitkiler ve meyvesi yenilebilir ağaçların yarı tanrı(!) bir genç kızın parçalanmış ve gömülmüş bedeninden oluştuğuna; bitkileri tüketmenin, tanrısallıkla beslenmek anlamına geldiğine inandırmıştır. Tarımsal faaliyetleri kutsamış, topraktan bol ve bereketli ürün elde edebilmek için çocuklardan ve genç kızlardan kurbanlar vermek gerektiğine, insanları inandırmıştır.
Tarımsal faaliyetlerdeki verimin düşmesi korkusu, insanları, dünyanın farklı bölgelerinde benzer kurban törenleri ihdas etme yoluna itmiştir. İnanç boyutundaki bu aldanma, daha sonraki dini ritüellerin; hayvan ve insan öldürmenin; bir anlamda yamyamlığın temeli olmuştur.
TARİH DEVİRLERİ: MÖ 3200 VE SONRASI
İblis'e çocuk kurban eden sapkın bir toplum, efendilerine çocuk sunuyor.
Sümerler ve Babil'de boğazlanacak canlının türü önemli değildir. Bu insan veya hayvan olabilir, mühim olan kanın akıtılmasıdır. En çok kan içeren organ olan karaciğer çıkartılarak; bir fal ve kehanet aracı olarak kullanılmıştır. Sümerlerde kurbanlar, tanrıların(!) besini olarak değerlendirilmiştir.
Tarih öncesi dönemlerden MÖ 3.200 ile başlatılan tarih devirlerine; yani ilk çağlara geldiğimizde; Mezopotamya Sümer, Mısr, Babil, Asur, Maya, Aztekler, İnkalar, Fenike ve Romalılar'da İblis'in korku fısıltılarının daha da artarak; öldürme törenlerinin, katliamlara dönüştüğünü görmekteyiz.
Asurlularda; hayvanı öldürerek tanrılara(!) sunmak gereklidir, yoksa tanrılar(!) insanın kendisini yer. Asur krallığının kuzeydeki önemli bir merkezi olan Harran'da paganizminin ritüelleri, Abbasiler devrine kadar sürmüştür. Her yıl ağustos ayında düzenlenen korkunç insan katliamı, İbnu'n Nedim'in el-Fihristi'nde şöyle anlatılmıştır:
"Bugün de onlar, tanrılarına (!) yeni doğmuş bir erkek bebek boğazlarlar. Sonra onu kaynatırlar ve aromalı bitkilerle, yağla yoğurarak fırında pişirirler. Sonunda kemiklerden, organlardan arta kalanları tanrılara(!) sunu olarak yakarlar."
Eski Mısır'da; suyunun azalması korkusu ile Nil nehrine, insan kurban edilmesi çok yaygındır. Bunun yanı sıra hayvanlar da öldürülür. Boğazlanan hayvanın kanları, çevreye sürülür; bu kanın, tanrıların(!) hakkı olduğu ve tanrıları(!) doyurmaya yaradığı düşünülür.
"Agni şeytani": Ateş tanrısıyım diye bir kısım Hintliler'i kandırıyor.
Kurban edilen hayvanların etlerinin iyi kısımları, tapınaklarda yakılır. Vedalardaki başlıca tanrılardan(!) "Agni" ateş tanrısıdır(!) ve kurbanları hep "Agni" yaktırır. "Vedizm"de ölü bedenler, tanrıların(!) besinidir.
Hindistan'da; "cin –şeytanlar"ın insanları korkutmasının gerekçesi; tanrılara(!) sunulan kurbanların, ölenlerin ruhlarını kurtuluşa eriştirdiği düşüncesidir. İnsan veya hayvan kesilmediği takdirde, ölen kimseler, korkunç devlerin arasında ıstırap içinde kalırlar.



İran'daki "Zerdüşt" inancında; önce "deva" denilen ve kötülüklerin tanrısı(!) "Ehrimen"in yardımcısı olan "şeytanlar"a; onları yatıştırmak üzere kurbanlar kesilir. "Deva"ların, kesilen kurbanlardan çıkan buğu ile beslendiklerine inanılır.

Ayrıca İran'daki "Mithras" inancında, bütün canlı varlıkların, kurban edilmiş bir boğanın kanından doğduğuna inanıldığından, ritüellerde boğalar öldürülmüştür.
Hititlerde; kurban ritüellerinde ilk ürünler, ilk meyveler, genç hayvan ve insanlar, tanrıları(!) yatıştırmak için onlara sunulur. Sunulan hayvanın veya insanın iyi durumda ve kusursuz olmaları istenir.
Fenike dininde de; insanlar, sunaklarda kesilmişlerdir. İlk ürün ya da ilk çocuk, gelecek yıl ürünün daha bereketli olması için tanrılara(!) kurban edilir. Savaşa giderken de zafer kazanmak için çocukların bu uydurma tanrılara(!) kurban olarak sunulduğu tespit edilmiştir.
Romalılarda da; kurban, en önemli tapınma eylemidir. Özellikle devlet törenlerinde kanlı ölüm seremonileri gerçekleştirilir. Öldürme işlemi yapılırken, bir yandan flüt çalınır ve tanrılar(!) için ayrılan; karaciğer, akciğer, yürek gibi özellikle kanlı parçalar, sunağın üzerinde kanlı bir şekilde yakılır.
Roma Senatosu MÖ 97 yılında yasaklayıncaya kadar, Roma İmparatorluğu'nda, insanlar da boğazlanmıştır. Romalılar, tanrılarının(!) hoşnutluğunu kazanmak, onları yatıştırmak için insan ve hayvanları kanlı törenlerle boğazlayarak uydurma tanrılara(!) sunmuşlardır.

Roma'da ayrıca, büyük tehlikelerin belirdiği zamanlarda "ver sacrum" adı verilen bir geleneğe göre, insan ve hayvanların, ilkbaharda doğan ilk yavrularının tanrılara(!) sunulması gerekir. Roma devlet dininden bağımsız, elit tabakanın ve aristokrasinin rağbet ettiği Mithras, Bacchus, Ceres, Cybele gibi gizli tarikatlardaki vahşi katliamlarla; çocuklar, sahte tanrılar(!) adına öldürülmüşlerdir. Bacchus tarikatının törenlerinde yenen etler, içilen kanlar; tanrı(!) Bacchus'un(Eski Yunan bağ ve şarap şeytanı) taraftarları aracılığıyla yeniden doğacağının simgesidir. Boğanın kanı ve üreme organları, yeniden doğumun, müritlere tanrısallığın ve ölümsüzlüğün kapılarını açtığı yalanını sembolize ediyor. Cybele gizem tarikatının bir kurban törenini, Roma'lı edebiyatçı Prudentius şöyle anlatmaktadır:
"Derince bir çukur kazılır, görkemli ipek elbiseler giyen alnına bir bant, başına altın bir taç takan rahip çukura indirilir. Çukurun üstü delikli tahtalarla örülür, boğanın göğsüne ve boynuzlarına çiçekler, alnına parıltılı metal parçaları takılmıştır. Boğanın göğsü kutsal bir mızrakla deşilir ve sıcak kan dışarı buhar çıkararak fışkırır ve çukura akar. Çukurdaki rahip ilk önce başını akan kanın altına sokar, sonra elbisesini ve bedenini bu kanla yıkar. Yanaklarını, kulaklarını, dudaklarını ve burun deliklerini kana bular. Gözlerini bu kanla ovar, dilini ıslatır ve pıhtılaşan kanı içer. Bu seremoniden sonra rahip kanlar içinde dışarı çıkarılır. O artık yeniden doğmuştur, ölümsüzdür, tanrılaşmıştır(!) Ve artık kendisine tapılır."
Maya, Aztek ve İnkalar gibi Güney Amerika toplumlarında insan boğazlamak ortak bir sapkınlıktır. Özellikle Aztekler'in yılda 50.000'e yakın insanı kurban ettikleri kayıtlarda geçmektedir. Azteklerde; sadece Tenochtitlan baş tapınağı için yılda 20.000 insan öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Kana doymak bilmeyen İblis'in, insan kalbine olan iştahını doyurabilmek için, görevi tapınağa taze kan sağlamak olan bir asker gurubu, daima hazır bulundurulmuştur. Aztekler, imparatorluğun uzak bölgelerinde kasıtlı olarak olaylar çıkartıp; sonra ordularını o bölgeye sürerek, boğazlamak üzere insanları esir almışlardır.
Hıristiyan İspanyollar; Aztek tapınaklarına geldiklerinde binalardan yükselen korkunç kokuyu ve kalpleri çıkarılan insanların tapınak merdivenlerinden aşağıya atılmalarını görerek; derin şoklar yaşamışlarlardır. Ve tüm yerlilerin, şeytanın işbirlikçileri olduğunu düşünmüşlerdir. And bölgesinde Güneş ve Ay tanrısı(!) maskesi takan İblis'e sunulmak üzere bölgenin bir numaralı tarımsal ürünü olan mısırın verimini arttırmak için kesilen insan ve hayvanların kanları tarlalara saçılır ve törene katılanlar da yüzlerini bu kanlarla boyarlar.
İnkaların, Coricancha adı verilen yaklaşık 4000 kişinin bulunduğu Güneş tapınaklarında; görkemli rahip ve kahinlerin dışında 1500 civarında zarafetleri, güzellikleri dikkate alınarak ülkenin çeşitli bölgelerinden toplanmış genç kızlar bulunur. Güneş bakireleri, denen bu kızlar yeni bir imparatorun tahta çıkması, salgın bir hastalık veya deprem gibi önemli olaylarda tanrıları(!) yatıştırmak için boğazlanarak öldürülür.  
Asya ve Kuzey Amerika şamanları, medyumu oldukları "efendi ruh"(!) maskeli "cin-şeytanlar"dan ve onların oburluklarından yakınmışlardır. Sunulan etleri, birbirlerinden çalarak aralarında kavga ettiklerini, sürekli yiyecek peşinde koştuklarını ifade etmişlerdir. Bunlardan yakınan bir Buryat, şu şekilde haykırır:
"Domuzlar gibi oburlar, sonu gelmez bir şekilde et, alkol, süt, yağ gibi hediyeler isterler ve bunlarla birlikte saygı, övgü ve dalkavukluk beklerler."
İblis'in en önemli maskelerinden biri, Güneş tanrısı(!) yalanıdır. Bu maskeyi, tarih boyunca  kullanmıştır. Timor takım adalarında "upulero" ismiyle Güneş tanrısı(!) olarak boy gösteren İblis; domuzlar ve köpekler kesilerek şöyle davet edilir:
"Ey efendimiz Güneş, aşağıya in domuz eti hazır dilimlendi, hediyeler doldu, şölen hazır buyur gel, kes iç ye!"
Yukarıda sıraladığımız örneklere çok sayıda tarihi, arkeolojik kayıtlar eklemek mümkündür. İlk çağlardan yakın çağlara ve günümüze doğru geldiğimizde, değişen fazla bir şey olmamıştır. Görünen sadece aynı oyunun farklı versiyonlarıdır.
Hatta bazı ritüeller, aradan binlerce yıl geçmesine rağmen hala aynen devam ettirilmektedir.
Bugünün çarpıcı bir örneği de; Lusifer'in(İblis'in) kurdurduğu kabbalist örgüt masonluğun, günümüzdeki üst düzey yöneticileri masonların, binlerce yıldır efendileri "Yüce Mimar"(!) İblis'e olan sadakatlerini göstermek için uyguladıkları "keçi boğazlama ve kanını içme" ritüelidir.
SONUÇ
Kendilerini ölmüş birçok meşhur kimseler(veya onların ruhları) olarak lanse eden ve bir insan formu arkasında saklanan şeytanlar. Eski devirlerde de put maskelerini kullanıyorlardı.

İnsanlık tarihi, Hak elçilerin ve Şeytan elçilerinin mücadele tarihidir. İnsanlık tarihindeki tüm sapkınlık ve kan içiciliğin arkasında; İblis ve onun köleleri vardır. Bu, dün de, bugün de böyledir; yarın da eşi- benzeri görülemeyecek boyutlarda böyle olacaktır. İblis'in, insanoğlunu kandırmak için kullandığı "düşünce ve yöntemler" şekil değiştirse; çağın insanına göre daha kurnazca tasarlanmış olsa da; öz ve amaç olarak aynıdır: Kandırmak, yular takmak, saptırmak, çirkin iş ve eylemlere sürüklemek..
İnsanlığın sürüklendiği tüm süfli işlerin arkasında; elbette yeminli düşmanı; kadim plancı, intikamcı ve kan içici İblis vardır. Yeryüzündeki tüm çirkin işlerin; kan emmenin, vampirliğin, insanı insanlıktan çıkaracak tüm eylemlerin arkasında, elbette İblis ve ordusu vardır. Tüm kötülüğün-sapkınlığın, kan emiciliğin yazarı İblis'tir. Bu amaçlara hizmet edecek tüm senaryoların yazarı yine odur. Bütün bu çirkinlikleri yapan; yeminli düşmanının senaryolarında rol alan ve tuzağa düşen de elbette insandır.
Bugün sinema filmlerinin, çizgi filmlerin, televizyon dizilerinin, bilgisayar oyunlarının yazarları, senaristleri ve oyuncuları elbette insanlardır. Peki madem böyle, neden bütün bunlar, insanlığı dinamitleyen fitillerle dolu? Neden insan, kendisine düşmanlık ediyor? Kendi varlığını yok emeye çalışan ve ipleri düşmanının eline teslim etmiş bir varlık, akıl sahibi olabilir mi?
Bugün, tüm dünyada cinnet olayları; önemli bir boyut kazanmıştır. Çılgınca işlenen cinayetler, vampirleşme; yani şeytanlaşma özentileri, bol kanlı-sapkın görüntü ve haberler, artık günlük sıradan olaylar haline gelmemiş midir? Şeytana tapınma ayinleri ile şeytani tarikatlarda; hayvanların ve genç kızların boğazlanması, vampir dernekleri, ilkokul çağındaki çocukların bile bu şeytani işlere alet edilmesi; şeytanlaşma sürecinin dehşet veren boyutlarını göstermiyor mu? Şeytani güç kazanmak için, şeytanlara itaat ederek; çocuk boğazlayanlar, kan dökenler; kaliteli kiremit elde etmek için şeytan elçisi kahinlerin emriyle arkadaşlarının kanını akıtanlar; içinde şeytan vardır diyerek; bazı insanlar ya da papazlar tarafından öldürülen insanlar vs..
Allah'ın alemlere rahmet olarak gönderdiği Son Elçisi ve onun getirdiği Kur'an'la, insanlık son bir kere daha cehaletten kurtularak; aydınlığa kavuşmuştur. İnsanlığın bilim ve teknoloji gelişiminin bu aşamasında; İblis'in, tarihteki "korkutma ve aldatma kaba yöntemleri", artık geçerli değildir. Bu nedenledir ki; şeytani güçler, yeni sofistike hilelere başvurmakta; "yeryüzünde fitnenin devamı ve kanın akması" için daha sofistike planlar yapmaktadırlar.
İnsanlık, Rabb'inden gelen aydınlanmayla nurlandıkça; İblis'in hilelerini görmüş; onunla ve hizbiyle mücadele edebilmiştir. Bu aydınlıktan uzaklaştıkça; şeytani karanlık oyunlara karşı körleşmiş; düşmanını ve onun yöntemlerini algılıyamaz hale gelmiştir. Böylece bu karanlık güçlerde, insanları avlamak için oltalarını ve torlarını kolayca insanlığa salmışlardır. İnsanoğlu, maalesef tarihsel hatasını tekrar ederek; "Hak Uyarılar"a gözlerini ve kulaklarını kapatmış; İblis'in ve şeytanlarının tuzağına çoktan düşmüştür.
Bunca ibretli olaylardan ve tarihten ders alamayanların; tüm evrenlerin "Rabb'i Olan Sonsuz Güç ve Rahmet Sahibi"nin uyarılarına kulak tıkayanların; hatta O'na düşmanlık edenlerin ne geleceği, ne de sığınacağı yer yoktur.

31 Mart 2010
Erdal Nevruzoğlu
yaklasansaat.com
Kaynaklar


1- Kur'an'ı Kerim

2- Kütüb-i Sitte
3- Lois Martin, Cadılığın Tarihi, çev. Barış Baysal, Kalkedon Yy, İstanbul, 2009.
4- Paul Gendrop, Mayalar, çev. İsmail Yerguz, Dost Kitabevi Yy, Ankara, 2006.
5- Prof. Dr. Şinasi Gündüz, Anadolu'da Paganizm, Ankara Okulu Yy, Ankara, 2005.
6- Shirley Andrews, Lemurya ve Atlantis, çev. Şenay Tufan, Kozmik Kitaplar, Eylül 2004.
7- Çiğdem Dürüşken, Roma Dini, Türk Eski Çağ Bilimleri Enstitüsü Yy, İstanbul, 2003.
8- Adrian G Gilbert, Maurıce M Cotterell, Maya Kehanetleri, çev. Özge Akbulut, Sınırötesi Yy, İstanbul, 2001.
9- Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi 1-2-3, çev. Ali Berktay, Kabalcı Yy, 2000.
10- Mircea Eliade, Dinler Tarihine Giriş, çev. Ergun Kocabıyık, Kabalcı Yy, 2000.
11- James Churchward, Kayıp Kıta Mu, çev. Rengin Ekiz, Ege Meta Yy, İzmir, 2000.
12- Yves Bonnefoy, Mitolojiler Sözlüğü, Yayına Hazırlayan; Levent Yılmaz, Dost Kitabevi Yy, Ankara, 2000.
13- Çiğdem Dürüşken, Roma'nın Gizem Dinleri, Arkeoloji ve Sanat Yy, 2000
14- Walter Burkert, İlkçağ Gizem Tapıları, çev. Sina Şener, İmge Kitabevi Yy, Ankara, 1999.
15- David Ulansey, Mitras Gizlerinin Kökeni, çev. Hüsnü Ovacık, Arkeoloji ve Sanat Yy, İstanbul, 1998.
16- George Thomson, Tarih Öncesi Ege, çev. Celal Üster, Payel Yy, İstanbul, 1995.
17- veteriner.istanbul.edu.tr/vetfakdergi/yayinlar/2002-2/Makale-15.pdf
18- wikipedia

BURÇLARIN BEYİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ





BURÇLARIN BEYİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Eskilerin “BURÇ” kelimesiyle adlandırdığı takımyıldızlar yaklaşık 500-600 milyon ile milyarı geçen sayılarda bir araya gelmiş Güneş benzeri yıldızlardan oluşmuştur. 
Ve bunlar, evrene, kendi yapılarına uygun bir biçimde çeşitli kozmik ışınlar yayarlar.Bunların yaydıkları ışınlar ise Güneş çevresinde dönmekte olan Dünya’yı ve üzerindekileri, tüm sistemle birlikte sürekli bombardıman altında tutarlar.

Güneş sistemindeki Plüton, Neptün, Uranüs, Satürn, Jüpiter, Mars, Dünya, Venüs ve Merkür isimli planetler sürekli olarak bunlardan gelen tesirleri alırlar ve bir tür yansıtıcı görevi görerek insan beyinlerini daimî olarak etki altında tutarlar.
Beynin bu ışınsal etkilerle belli açılımları kazanması üç ana devrede mütalaa edilebilir...
A- Sperm - yumurta bileşiminin 120. günü.
B- Yedinci - dokuzuncu ay süreci.
C- Doğum anı.



120. GÜN OLAYI
Cenin 120. güne ulaştığında henüz yeni oluşmaya başlayan beyin, ilk kozmik ışınsal tesirleri değerlendirebilecek düzeye ulaşır. Ve bu ilk aldığı tesirle birlikte gen yapısında bir değişiklik meydana getirecek “ruhunu” oluşturacak bir biçimde holografik ışınlar yaymaya başlar!..
Diğer yandan, daha önceden tüm hücreleri bir arada tutan ve sinir sistemi aracılığıyla yayılan biyoelektrik ise, tüm hücreleri bir tür elektromıknatıs durumuna sokmuş olduğu için, bu beynin oluşturduğu “holografik yapılı dalga beden” yani “RUH”, bütün bedene bağlı olarak sürekli beynin yaydığı dalgalar ile gelişmeye başlar.
Beynin bu 120. günde aldığı tesir neticesinde “Ruh”unu meydana getirmesi yanı sıra; ikinci olarak da bu ışınlar, geliş gücü, mahiyeti ve açıları itibarıyla, beyinde mevcut olan ikinci bir devreyi açar ise, bu defa bu beyin, yerkürenin manyetik çekim alanına karşı koyacak türden bir antiçekim dalgası üretip bunu da “Ruh”a yüklemeye başlar. Bu konuyu “İnsan Ruhu Üzerine Açıklamalar” bölümünde detaylı açıkladık.


Cenin 120. güne ulaştığında henüz yeni oluşmaya başlayan beyin, ilk kozmik ışınsal tesirleri değerlendirebilecek düzeye ulaşır.



Şayet bu devre o günde açılmaz ise, bu defa bu varlığın büyüme devresinde de beyin, Dünya çekim alanına karşı koyma gücünü sağlayan bu enerjiyi “ruh”a yükleyemez. İşte bu husus “Saîd”lik ve “Şakî”lik hâli diye tanımlanmıştır.
Üçüncü olarak bu anda alınan tesirler kişinin beyninde belli bir ömür devresine müsaade eden bir tür kontak meydana getirir. Diyelim ki 45 sene açık kalarak hayata yol açacak bir geri sayım devresi...
Şayet bir kaza durumu söz konusu olmaz ise, o sürenin sonunda Mars’ın, Plüton ve Ay’la beyin haritasındaki ölüm noktasında bir sert açı meydana getirerek oluşturduğu ışınım bu beyindeki kontağı kapatır ve beyin bir anda durur!.. İşte sapasağlam iken, sebep yokken, “bir anda öldü” denen olay bundandır!.. Yani bu üçüncü tesir de kişinin “ecelini” meydana getirir ki, bu sürenin uzaması mümkün değildir.
Nihayet bir de dördüncü tesir alır beyin bu 120. günde... O da daha sonraki yaşamında ne kadar açılım sağlayabileceğini sağlayan ana devre açılım kapasitesini meydana getirir. Bir diğer ifade ile “rızık” durumunu.
İşte bu anlattığımız olay 1400 sene evvel Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın ağzından şöyle dile gelmiştir:

“Sizin birinizin ana - baba maddeleri 40 gün anasının karnında toplanır. Sonra o maddeler o kadar zaman içinde (ikinci kırk yani 80 gün) katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman (üçüncü kırk) içinde mudge yani bir çiğnem ete tahavvül eder. (120 gün böylece tamam olduğunda) Allâh bir melek gönderir. Ve tekâmül eden mudgeye dört kelime emrolunur ki; onun işini, rızkını, ecelini, saîd veya şakî olduğunu yaz!.. denilir.
Sonra ona ruh nefholur. İmdî, sizden bir kişi iyi iş işler de hatta kendisi ile cennet arasında birkaç kulaç mesafe kalır. Bu sırada yazı gelir, o kişiyi önler. Bu defa o cehennemliklerin işini işler!..
Sizden bir kişi de kötü iş işler. Hatta kendisi ile cehennem arasında ancak bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada kitabı gelir onu önler. Bu defa o kişi, ehli cennetin işini işler (ve cennete gider).” (Buhari)

Evet, demek ki 120. günde ilk beyin cevheri, kozmik ışın etkileri ile, yukarıda mecazî bir ifade ile açıklanan hususları kayda alarak ve bunları diğer yandan da “Ruh” üzerine yükleme yaparak faaliyete başlıyor!
Beyin dedik...

Olgun insan beyninde son bilimsel verilere göre, yaklaşık 15 milyar sinir hücresi yani nöron mevcut bulunuyor. Ve her bir hücrenin 16 bin ayrı hücre ile bağlantılı olarak faaliyet gösterebildiği ifade ediliyor.
Beyin hücrelerindeki biyoelektrik enerji diğer hücrelerle bağlantı kuruyor ve beynin biyoelektrik gücü ve bu gücün içine aldığı hücre grubu kapsamı nispetinde de yüksek düzeyde beyin faaliyeti olarak meydana geliyor.
İşte 120. günde beyin cevherinin almış olduğu bu ilk kozmik tesirler, o kişinin dinî tâbirle “Ayânı sâbitesi”dir!.. Yani, sâbitleşmiş ana programı!.. Öyle ki, artık bu ana programda asla bir değişiklik söz konusu olmaz!..



7. – 9. AY SÜRECİ
Daha sonra özellikle 7. ay başlarından itibaren gelişen beyin, istidadını oluşturacak bir biçimde, içinden geçtiği burçlardan giderek artan bir biçimde aldığı ışın tesirlerini değerlendirmeye başlar. Bu aylarda alınan tesirler ise kişinin ilerde düşünme gücünü ve kapasitesini oluşturacaktır.
Nihayet beyin 9. ayda ve doğumdan hemen önceki bir iki gecede en verimli şekilde gelen tesirleri değerlendirir. Ve doğum durumuna girer. Bu an’a kadar alınan tesirler kişinin sadece, az önce de belirttiğimiz gibi düşünce dünyasını oluşturan tesirlerdir.



DOĞUM ANI
Beyin bundan sonra en güçlü ışın etkilerini ise doğum anında annenin rahminden dünyaya geldiği anda alır.
“Yükselen burç”-“Ascendant” tâbir edilen bu kozmik etkiler, annenin koruyucu manyetik perdesinden dünyaya çıkan bebeğin beynini en güçlü şekilde etkiler!.. Bu etkiler ise, o kişinin mizacını, karakterini, çevresiyle ilişkilerini ve olaylar içinde ne tür bir yaşam süreceğini programlar.
Hemen burada akla gelecek şu sualin cevabını verelim.
Genetik (irsiyet) diye bir olay var! Genlerin ne olduğunu biliyoruz. Bu yolla gelen ana bilgilerin kişideki rolü nedir?..
Genler kanalıyla gelen tüm bilgiler, şayet o kişinin beyninde kendilerini gösterebilecekleri uygun açıklıklar bulabilirlerse ortaya çıkarlar. Yok eğer o beyin, genleri kanalıyla sahip olduğu bilgileri, ortaya koyabileceği bir biçimde uygun açılımı burçlardan almamışsa, onları aynen kapalı olarak muhafaza eder ve kendisinden sonrakilere iletir. Tâ ki genlerdeki bilgilerin ortaya çıkmasına uygun açılımda bir beyin bulana kadar bu böylece devam eder.
Esasen başlı başına bir kitapta izah etmemiz gereken bilgileri burada daha fazla açarak okurlarımızı sıkmak istemiyoruz. Bu sebeple konuyu ana çizgileriyle anlatıp, sistemi gözler önüne sermeye çalışacağız. İlâhî nizamı, işleyiş şeklini elimizden geldiğince anlatmaya çalışacağız.
İşte bu andan sonra, sanki ıslak alçının kalıpta suyunu yitirdikten sonra yeni bir form almaması gibi, beyin de yeni açılım tesirleri almaz olur. Ve hangi tür tesirler ile oluşmuş ise, o kişinin düşünce, duygu, tasavvur, vehim, hayal gibi beyin fonksiyonları o düzeyde ölene kadar devam eder. Nitekim bu yeni tesirlerle açılım olmayışı da; “Yedisinde neyse yetmişinde odur; can çıkmadıkça huy çıkmaz” gibi halk deyişleriyle anlatılmaya çalışılmıştır.
Gerçekten bu böyle midir?..
Astroloji doğru mudur?..

AHMED HULÛSİ
https://www.ahmedhulusi.org/tr/yazi/burclarin-beyin-uzerindeki-tesirleri

SAYILARIN GİZEMİ



SAYILARIN GİZEMİ

Ünlü yunan filozof ve gizbilimci Pisagor evren sayılardan oluşmuştur diye söylemiş. Kurduğu okul kendisinin Mısır yolculuğunda edinmiş olduğu ezoterik bilgilerle şekillenmiş, ve bu okulda inisiyasyona dayalı bir topluluk yaratmış. Yunanlı tarihçi Plutark’a göre, Pisagor Mısır’ı ziyaretinde, Heliopolis’te Mısırlı rahip Oenuphis’ten önemli bilgiler edinmiştir. Sayılar ve harflerle ilgili ezoterik yani batıni bilgiler, görünen dünyanın arkasında başka, derin bir anlam olup olmadığını çözmek
arzusu tarih boyunca gizli tutulmaya çalışılsa da her zaman önemli akımlar oluşturmuş, özellikle tek tanrılı dinlerin içerisinde, kendilerine alternatif yollar bularak varoluşlarını devam ettirmişlerdir. Örneğin Hurufizm de benzer nitelikler gösterir.
Bu yazıda sizlere bundan yıllar önce okuduğum Linda Goodman’ın Star Signs kitabında belirli bir bölüm oluşturan, Kalde Alfabesinden ve numerolojisinden söz edeceğim. Bu numerolojinin kaynakları hakkında bilgi sahibi değiliz ancak sayıların tekil olduğu gibi bileşik anlamlarının da olduğunu, 1’den 52’ye kadar olan sayıların birbirinden farklı özellikler gösterdiğini söyleyebilirim. Aynı zamanda bu bileşik sayılar, bir şekilde Tarot destesindeki kartlarla da önemli bir paralellik göstermekte. Kuşkusuz bu çalışmayı yapabilmemiz için önce sayıların karşılığını tanıtmak ve birkaç örnek vermek gerekiyor. Bu alfabede 0 ve 9’un herhangi bir karşılığı olmadığını, başlangıç ve sona karşılık geldiğini görüyoruz. (Alfa ve Omega) Örneğin 9 ile toplanan bir sayı yine kendine dönüşür. 5+9=14, 1+4=5 gibi. Bu bakımdan 0 ve 9, 0 gibi çalışır.
Numerolojik çalışmayı yaparken, nüfus cüzdanınızdaki tamamını kullanabilirsiniz. Ancak günlük yaşamda kullandığınız isimler de etkin durumdadır. Sayıların anlamlarına bakarsanız, aynı zamanda onların astrolojik karşılıklarını da görebilirsiniz. Örneğin 1- Güneş, 2-Ay, 3-Jüpiter, 4-Uranüs, 5-Merkür, 6-Venüs,
7-Neptün, 8-Satürn’le bağlantı içerisindedir. Bir ismi incelerken, önce adı ve soyadı ayrı ayrı inceleyerek toplamak gerekiyor. Örneğin Sezen Aksu ismini inceleyelim:
Sezen sayısal olarak 3+5+7+5+5 = 25/7, AKSU 1+2+3+6 = 12/3, bu durumda SEZEN AKSU 7+3 = 10, 10 sayısının anlamını daha sonra göreceğiniz gibi kişisel isteğe göre çok yükselme, ani iniş ve çıkışlar içinde olma, karşıtlıklar içerisinde olma durumu vardır. Tek olarak 1 sayısı ise yaratıcılık, liderlik, örnek olma ile yakından ilişkilidir.
Orhan sayısal olarak  7+2+5+1+5 = 20/2 eder. PAMUK aynı şekilde 8+1+4+6+2=21/3 Bu şekilde, ORHAN PAMUK  bileşik sayı olarak 20+21=41, 41 bu alfabede 32 ile aynıdır ve 32 iletişim, yığınları söz ve yazı ile etkileme  yeteneği ile yakından igilidir. 41 aynı zamanda tek olarak 5 eder ki bu sayıda merak, kendini geliştirme, felsefe ve öğrenme ile yakından ilişkilidir ve Merkür’le yakından ilgilidir.
Jullian Assange ismini inceleyelim. JULLIAN sayısal olarak 1+6+3+3+1+1+5 =20/2, ASSANGE ise 1+3+3+1+5+3+5 = 21/3,  20+21 = 41, bu sayı Orhan Pamuk’la aynıdır. Yığınları söz ve yazı ile etkileme gücü ve iletişim.
Turgut Özal’ın ismini değerlendirirsek, TURGUT sayısal olarak  4+6+2+3+6+4 =25/7,  OZAL 7+7+1+3 =18/9, ikisinin toplamı 7+9=16, Yıkılan kale sayısını verir. Bu sayıda dikkatli yapılmayan planlar yüzünden problemlerle karşılaşma söz konusudur.
Adnan Menderes’in isminin toplamı 13 sayısını verir. Aşağıda görüleceği gibi bu sayı güç ve alışılmış olan şeyleri değiştiren kişilerle ilişkilidir. Albert Einstein’ın sayısı ise 19, göklerin prensi anlamındadır.
  Şimdi Linda Goodman’ın Star Signs kitabından derlediğim geri kalan sayıları ve bileşik anlamlarını görebiliriz. Sayılar 52’ye kadardır.
Harflerin sayısal karşılıkları:
1) A, I, J, Q,Y Öğretme, Yaratıcılık, Girişim, Öne çıkmak, Baskınlık
2) B, K, R Öğrenme, Hassasiyet, Hayal gücü, Annelik etmek, İkilemler
3) C, G, L, S Uyum getirme, İdealizm, Büyütme, Felsefe, Kendini geliştirme
4) D, M, T Yazgı, Mücadele, Bireysellik, Dik başlı olma, Köşeli davranma
5) E, H, N, X Eylem, Merak, Hareketlilik, Eleştirel olma, Mantık, Zeka
6) U, V, W Aşk, Dişi ilke, Merhamet, Zevkler, Yumuşaklık, İlişkiler
7) O, Z Gizem, Ruhsallık, Hassasiyet, Gizli olana ilgi, İnceleme, Derinlik
8) F, P Mukadderat, Deneyim ve zorla öğrenme, Kontrol, Kısıtlama
Türkçe’de kullanılan
Ç, Ğ, İ, Ö, Ü, Ş, sırasıyla
C, G, I, O, U ve S olarak alınmalıdır.
9 sayısı Mars’la yakından ilgilidir ve bitiş ve başlangıçları anlatır. Bu sayı altında cesaret, çatışma, hedeflere ulaşma yolunda kararlılık ve mücadele vardır.
10 Şans Çemberi:
Kişisel isteklere göre büyük iniş ve çıkışlar. Aşırı bir sevgi ya da nefret uyandırabilir. Bu kişilerin yeteneklerini değerlendirebilmeleri için kişisel disipline ihtiyaçları vardır. İçlerindeki gücü hayal ederek gerçekleştirebilirler.
11/38 Ağzı kitlenmiş aslan, yumruk el:
Bu sayılarından başkalarından kaynaklanan aldanmalara ve hilelere işaret eder. Karşılıklı durumlarla ilişkilidir. Kişinin hayatında üçüncü kişinin ya da dışsal koşulların getirdiği ayrılıklar, engellenmeler dikkat çekebilir.
12  Kurban:
Bu sayı kişinin başkalarının planları ve entrikaları yüzünden fedakarlıkta bulunulması anlamını taşır. Başkalarından gelen güzel sözlere aldanmamak, dikkatli olmak gerekir. Zihinsel açıdan endişe, aşırı duygusallık ve kişisel amaçların feda edilmesi durumu söz konusudur. Rahat bir sayı değildir.
13 Değişim:
Bu sayı güçlü olmaya ve değişim içerisinde olma durumuna işaret eder. Sanıldığı gibi uğursuz değildir ve hayatın içinde saklı olan güçlü dönüşümleri kullanabilme gücü verir. Eğer bu güç bencilce kullanılırsa kişinin kendisine yıkım getirecektir. Bu sayı aynı zamanda araştırmacılar, kaşifler ve alışılmış olan şeyleri değiştiren kişilerle yakından ilgilidir.
14 Hareket, Mücadele:
Bu sayı sahibinin hayatında yazı, yayıncılık
ve tüm medya konuları ile alakalı olarak toplumla iletişim içerisinde olmak vurgulanır. Kişinin
hayatında dönemsel olarak yapılan anlaşmaların getirdiği değişimler, iniş ve çıkışlar söz konusudur. Hareket, yolculuklar, yabancılarla ilgili işler şanslı
ve başarılı sonuçlar getirecektir. Başkalarının
sözlerine her zaman güvenilmemelidir.
15 Majisyen:
Bu kişisel konuşma ve yazı, müzik ve sanat yetenekleri ile başkalarını etkileme ve güçlü kişilerden destek alabilme konusunda şanslıdırlar. Dramatik bir yapıları ve başkalarını etkileme gücüne sahiptirler. Ancak bu kişilerin sahip oldukları bu etkileme gücünü kötüye kullanmamaları önerilir. Böyle durumlarda başkalarının kurbanı olabilirler.
16 Yıkılan kale:
Bu sayı tarot kartları arasında yıkılan kuleye karşılık gelir. Bu sayı içerisinde sonu kötü olan olaylar ve planların yıkıma uğraması söz konusudur. Bu nedenle bu sayı sahibinin isminde değişiklik yapması önerilir. Detaylara dikkat ve planların özenle yapılması her zaman önemsenmelidir.
17  Mecusi yıldızı:
Son derece ruhsal bir sayıdır ve kişiye hayat zor tecrübelerinden kazançlı çıkacağı testler getirdikten sonra güçlü başarılar getirir. Bu sayı aynı zamanda kişinin bu başarılarının asla unutulmayacağını, isminin ölümsüz olabileceğini gösterir. Örneğin Mustafa Kemal Atatürk’ün kalde alfabesine göre karşılığı 17’dir.
18  Maddiyat-Maneviyat çatışması:
Bu en zor bileşik sayılardan birisidir. Aşırı maddiyatın ruhsallığı yok etme riski söz konusudur.
Bu durum aile içinde çatışmalara, sürekli mücadelelere, yıkımlara işaret eder. Bu nedenle mümkünse ismin değiştirilmesi önerilir. Hayat içerisinde mutlaka ruhsallık geliştirme zorunluluğu vardır. Örneğin İngilizce’de Hz. Isa, Jesus, Jesus of Nazareth ya da
Jesus Christ hep 18’e bağlanır.
19 Göklerin Prensi:
Bu bileşik sayılar içinde en şanslı ve iyi olanlarından birisidir ve daha önceki olumsuzluklardan, zorluklardan kurtulma yolunda önemli başarılar, zaferler getirir. 10 sayısındaki gibi güç ve yükselme vaadeder ancak bu sayıda olduğu gibi inişleri anlatmaz.
20 Uyanış:
Bu bileşik sayı aynı zamanda “yargılama” olarak da adlandırılır. Tarot’taki yargı kartı ile ilişkilidir. Bu sayı uyanışı, yeni bir farkındalığa doğmayı, yeni amaç ve planları temsil eder. Planlarda gecikmeler olsa bile, sabır göstermek esastır ve bu sayınına ana dersi sabırlı olmaktır.
20 güçlü hayal gücü verir ancak finansal açıdan o kadar sağlam olmayabilir. 20’ler için para ön planda değildir.
21 Mecusi tacı:
Bu sayı genel olarak başarı, ilerleme garantisi, onur ve ödül kazanma yönünde başarılar gösterir. Bu başarılar uzun mücadele, çalışmaların ve kararlılığın arkasından kazanılmıştır. Ancak kişi her durumda tüm karşıtlıklar ve mücadeleler karşısında son bir zafer için hazır olmalıdır.
Bu şanslı bir sayıdır.
22 Boyun eğme ve önlem:
Bu sayı başkalarının aptallıklarına, hatalı hareketlerine göz yuman iyi bir adam olarak
nitelenir. Başkalarının sunduğu yanıltıcı hayallerden uzak durmak gerekir. Genellikle tehlikeler ortaya çıktığında ve aslında geç kalındığında uyanış söz konusudur. Bu nedenle bu sayı sahibi kariyer ve maddi konularda önlemci hareket etmek ihtiyacındadır. Kişi kendi sorumluluğunu aldığı anda hedeflerine erişebilir.
23 Aslan’nın kraliyet yıldızı:
Bu karmik ödüllendirme sayısıdır ve sadece başarı değil aynı zamanda güçlü kişilerden ve alanlardan destek sağlar. En şanslı sayıdır ve kişiye büyük bir hoşluk getirir. Kişi pek çok alanda imkan sağlar ve zor zamanlarda koruyucudur. Ancak bu sayının kötüye kullanımı ve ruhsallıktan uzaklaşılması halinde gelecek deneyimler için zorlu olur.
24/42 Aşk, Para ve Yaratıcılık:
Bu sayıda son derece kısmetli, pek çok açıdan kolaylık, aşk, keyif ve parasal yönde şans getiren özelliklere sahiptir. Kişinin güçlü kişilerden, otoritelerden destek alması da mümkündür. Aşkta mutluluğu arttırır ama sonuçta bu kişinin tüm bu kolaylıklar karşısında zevklerinde aşırıya gitmemesi ve kötüye kullamaması gerekir. Bu imkanların bencilliğe dönüşmemesi sağlanmalıdır.
25/34 Dikkat ve analiz:
Bu sayı uzun yıllar gösterilen dikkat ve insanları gözleme, hayat deneyimleri sayesinde elde edilen dünyasal başarılara işaret eder. Daha önce yaşanan hayal kırıklıkları ve hataların aşılması ile birlikte kişinin yargısı mükemmelleşir ancak bu sayı maddi kazançlar için değildir.
26/35/44 Ortaklıklar:
Bu sayı özellikle merhamet ve vericilik üzerinden çalışır. Kişinin hayatında karşıtlıklar söz konusudur. Kişi başkalarının yanlış tavsiyeleri yüzünden hayal kırıklıkları ve engellerle karşılaşabilir. Kişi kendi sezgilerine güvenmeli ve kendi gelir durumunu dengelemeye çalışmalıdır. Cömert olabilmek için kişi önce kendi geleceğe yatırım yapmalıdır.
27/36/45  Asa:
Bu mükemmel ve şanslı bir sayıdır. Kişiye cesaret ve güç getirir. Kişi kendi özgün düşüncelerini, planlarını sürdürmeli, yaptığı işlerde başkalarının etkisinden uzakta kalmaya özen göstermelidir. Bu da karmik bir ödül sayısıdır.
28 İnançlı kuzu:
Bu sayı şaşırtıcı ve engelleyici engellerle doludur.
Bu kişiler çok zeki ve dikkat çekecek bir başarıya hazır olsalar da gelecek için sağlam plan yapmalıdırlar. Zira başkalarına aşırı güven, iş hayatındaki rekabet ciddi tehlikeler ve hukuki kayıplara işaret edebilir. Böyle durumlar her şeye yeniden başlanmasını gerektirebilir, bu nedenle ismin değiştirilmesi daha uygun olabilir.
29/38/47   Baskı altındaki zarafet:
Bu büyük yükler getiren karmik bir sayıdır. Kişiyi ruhsal açıdan büyük oranda test eder ve zorlu deneyimlerden geçirir. Güven vermeyen arkadaşlar, hile ve aldatmalar, beklenmedik tehlikeler söz konusu olabilir. Böyle bir durumda yeni bir isim seçmek daha iyi olabilir.
30/39/48    Yalnız kişi, meditasyon:
Bu sayı içsel gözlem, düşünceli çıkarımlar ve başkaları üzerinde zihinsel üstünlük işaretidir. Kişi tamamen zihinsel plandadır, çünkü kendileri öyle istemektedirler. Bu ne olumlu ne de olumsuzdur ancak bu kişilerin yalnız, kendi içlerinde kalmalarına yol açabilir. Kişi etrafın gürültüsünden uzakta kalmak ister ve kişisel yeteneklerini kullanarak değişik alanlarda ödüller kazanabilir.
31/40/49  İçe kapalı kişi:
Bu sayı da 30’a benzerdir ancak ondan daha da fazla kendine yeterlilik, içe dönme ve izole olma durumundadır. Yüksek bir zeka söz konusudur ve kişi kendisini dış dünyanın parlaklığından uzaklaştıracak seçimlerde bulunur. Bir şekilde toplumun uzağında olma durumu vardır. Bu kişiler aynı zamanda ön yargılı olabilirler, farklı politik bakış açılarına sahiptirler.
32/41/50 İletişim:
Bu kişiler yazıları, sözleri ile geniş kitleleri etkileme gücünü ve yeteneğine sahiptirler. Bir bakıma “yazarlık” sayısıdır. Başkalarını etkileme güçleri, çekicilikleri ve dikkat çekici konuşma yetenekleri olabilir. Yazmak, yayıncılık ve tüm medya kanalları onlara açıktır. Ancak bu kişiler fikirlerini her zaman esnek tutmak ve tolerans göstermek zorundadırlar. Böyle bir durumda, kendi planları başkalarının inatçılığı ya da aptallığı yüzünden bozguna uğrayabilir.
33 İlişkiler ve kazançlar:
Bu sayının etkisi 24 gibidir. Kişiler aşkta, yaratıcı konularda finansal açıdan kazançlı çıkabilirler. Bu kişilerin ilişkileri kendine özgündür ve her zaman hayatları açısından önemlidir. Ancak bu şanslarını kötü yönde kullanmamaya özen göstermelidirler. Her zaman daha alçak gönüllü olmaları yararlarına olacaktır.
37/46 Bu sayının kendine özgü bir gücü vardır. Oldukça hassas bir yapı ve iyi, yardımcı arkadaşlar verir. Kişinin çekim gücü yüksektir, genellikle sanatsal alanda yer alır. Verimli ortaklıklar yapabilir. Ancak cinsellik üzerine güçlü bir vurgu vardır ve bu alanda olağan dışı olabilir. Mutluluk ve başarı genellikle ortaklıklar yoluyla elde edilir.
43/52  Eskiler bu sayının şanslı olmadığını ve daha olumlu bir sayı ile değiştirilmesi gerektiğini söylerler. Bu sayı ani olaylara, büyük değişikliklere, mücadeleye, çatışmaya ve savaşlara neden olarak sürekli tekrar eden başarısızlıklar getirir.
51 Bu sayının kendine özgü bir gücü vardır. Özellikle kişiyi savaşçı konumuna sokarak kişi hangi konuya girişiyorsa ani ilerleme vaadeder. Askeri konular için uygun olabilir. Ancak bu durum tehlikeli düşmanlara, rakiplere ve olumsuz olaylara işaret edebilir. Bu nedenle ismin daha güvenli bir sayıya dönüştürülmesi önerilir.
Yazar R.Hakan Kırkoğlu Kaynak Milliye

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...