08 Aralık 2014

İman & İnanç ayrımı




İman & İnanç ayrımı

21. yy insanlığının Sûr’una üfürülen nefesin bir neferi olabilmenin yolu.. Değerlerini tüketerek, yozlaştırarak azap içinde can çekişen; ölmekte olan bir toplumun canlandırılması (Kıyameti), tüm varlığı Hak ile kucaklayan diri bir hayat görüşünün (~Allah’ın dini) ikamesi için gayret etmek. “İnanan” bir insan modunu aşıp Özüne Güvenen ve topluma güven veren bir Mü’min pozisyonuna dirilmek (ba’s).. Kur’an, Hayat, Evrensel İlkeler ve bundan süzülen Hikmet odaklı bir yaşam biçiminde (~din), -insanın doğası gereği- atalar dini, hurafeler, eklemeler, kavramsal tahriflerle meydana getirdiği eksen kayması..
 ----------------------------- 
Ve kâfirler/hakikati örtenler; “üstün gelmeniz için bu Kur’ân’ı dinlemeyin, Kur’anın içinde anlamsız sözler yapın/anlaşılmasını her türlü yolla engelleyin” dediler” (Fussilet-26). “Yahudilerden bazıları, Allah’ın kitabındaki kelimeleri, ifadeleri, aslî mânalarından uzaklaştırarak tahrif ediyorlar, değiştiriyorlar.” (Nisa-46). ----------------------------------- 
Eksene yönelme gayreti içerisinde cesedine ruh üflenecek, -Hayat Kitabı- Kur’an’a ait çok sayıda kavram olsa da; temelde bulunan “İman” kelimesini önceleyip orijin manasını hatırlatmak hem bireysel hem de toplumsal dirilme sürecimiz açısından çok önemli! Çünkü delile, kesin bilgiye (yakin) ve subjektif tecrübeye (ayn’el yakîn, müşahede) önem vererek bunları kapsayıcı; fenomenolojik (> Güven hissi, hâli) veya ontolojik (> Eminlik makamı) bir TAMLIK, TAMAMLANMIŞLIK, BÜTÜNLÜK durumuna işaret eden “İman” kavramı ne yazık ki kuru, cansız ve hatta körü körüne ardından gidilen bir inanç kavramına indirgenmiş. ----------------------------------- 
İslam isimli zaman ve inançlar üstü evrensel bakış açısının, çok sayıdaki inanç sistemlerinden bir tanesi olarak addedilmesi de bu bakış açısının ürünü! Ve de -kıyasa sokularak- en son (!) gelen ve diğer inanç sistemlerinden üstün olan bu inanç (!) geleneğinin (?) de müntesibi olmanın kurtulmaya yeteceği sanılıyor! ----------------------------- 
Kalbe ait İman kavramı bu derekeye hasredildiğinden, üstüne bir de nereye kadar iman nereye kadar akıl tarzında sorular bin yıldır tartışılagelmiş. İman duygusu, salt inanç olarak alındığından, Kalp çalıştıran, Kalp genişleten “akletme, düşünme, anlama, idrak etme” gibi bir çok diğer kavram ile bağlantılarından soyutlanmış. ------------------------------- 
Yeri gelmişken.. Kur’an kapsamında bahsi geçen Kalp kavramının madde bedendeki Kalp organı ile bağlantısı sadece simgesel düzeydedir. Akıl ile maddi kalp arasında bilimin tespit etmiş olduğu bir bağlantı bulunmuyor. Vücudumuzdaki toksinleri temizlemeyle ilgili organın karaciğer, böbrek oluşu gibi akletmek (iki düşünceyi birbirine bağlamak, bilgi parçasını sistemde en uygun yerine koymak) ve diğer benzeri (düşünmek, anlamak, idrak etmek vs.) yetilerimiz de beyin hücreleri, beyin ile “bağlantılı” bir fonksiyon. 
------------
Kur’an’daki “Kalp” kelimesi ve kavramı akletmenin (Kur’an’da “akıl” kelimesi geçmez, hep fiil (> akletmek) şekliyle kullanılır), anlamanın, öğüt almanın, düşünmenin gerçekleştiği, iman duygusu veya bizatihi, öznel tecrübe ile tatmin edildiği (2:260, 16:106); Evrensel, Tekil-Tümel RUH ile kişilik arasında, ikisine de TEĞET arayüzdür, KALIP’tır, manevi bir yapılanmadır
. ------------------------- 
Kalp, Nefis-kişisel benlik sınırlarında/kalıplarında kalıp genişletilmez/mühürlenir ise evrensel hissediş yükünü kaldıramayan dünyevi çalışan akıl (akl-ı meaş) olarak kalır; nefsin sınırlarından genişleyip LÜBB (evrensel çalışan, tertemiz akli odak) sahibi (Ûlul-elbâb) olursa işte o zaman Evrensele açılır. ----------------- Düşünme işlemi beyin hücreleri üzerinden olur; ama “anladım” dediğimiz noktanın, yani FIKIH’ın gerçekleştiği, arkadaki FON, KALIP’tır, KALP’tir. 
-------------------------------------------- 
Gözlerinizi kapatın, kolunuzu havaya kaldırıp hiç hareket ettirmeden kolunuzu hissedin! Bu hissetme ortamı KALP’tir, fiziksel olmayan kalıbımızdır. Bu kalıbın beyin/zihin haritalarınca oluşturulan hologramik görünümü ise şu madde bedenimiz. Kalbin/kalıbın temsili görünümü ve (doğru bir ifade olmasa da (?)) madde dünya aracısı (?) da beyin..
 --------------------------------------- 
Biz “kendimizi”, “benliğimizi” gözlerimizin gerisinde, kafamızda sandığımızdan, ANLAMA da kafamızda oluyor sanıyoruz. Ki evrimsel süreç açısından bu beyin oyunu/hilesi bize avantaj sağlamakta. Topuğumuzda olsaydı bu “benlik hissi”, av-avcı ortamında riskli olurdu bu durum. ------------------------------------------ Şimdi biraz İman kelimesini deşelim
: ---------------------------------- 
“İman etti” (Arapça “amene”) ibaresi, E-M-N; “Tamlık, bütünlük, emin olmak, güvende hissetmek” kök fiilinden -başına “Elif” harfi getirilerek- bu fiili geçişli kılacak (yani nesne alacak) şekilde türetilmiş formudur. Yani, E-Mi-Ne أَمِنَ > Emin oldu, güvende hissetti; Â-Me-Ne ءَامَنَ > kendini veya bir başkasını emin kıldı, güvenliğini sağladı, emniyet verdi anlamınadır. 
------------------------------ 
Bu orijin, asli mana için Kureyş suresinin mealine bakılabilir – âmene hum min havf > Onları korkularından emin kıldı, güvenliklerini sağladı. 
------------------------------------------ 
Kur’an’da sıkça tekrarlanan “ellezîne amenû”; iman, yani bu güven duygusu kalbine yenice yerleşen veya zayıf olanlar için kullanılırken; kendisini salih amelleriyle geri dönüşü zor bir güven/emniyet/bütünlük içerisine dahil eden ve/veya bir başkasına da güven veren, güveninden şüphe olunmayanlar da Mü’min kelimesi ile ifade ediliyor (El-Eminlik sıfatı). Şu ayet ve hadis de bu unut(tur)ulmuş anlamı tefsir etmekte.
 ------------------------------------ 
“İman edenler ve imanlarını zulüm ile karıştırmayanlar… İşte güven/eminlik/tamlık hissi onlarındır“ (6:82). “Mü’min elinden ve dilinden emin olunan kimsedir.” Hadis.
 ----------------------- 
İlmin, irfanın, aklın, sorgulamanın, yapıcı eleştirinin, tatlı bir başkaldırının, -şeytani bir isyanın değil de- Âdemi bir asiliğin (20:121) olmadığı bir zihinde TAMLIK=İMAN oluşabilir mi? Aksine kuru ve körü bir inançla şüphe sancıları içerisinde ya içsel bir çelişkiye çıldırır ya da umursamazlığıyla yaşamına devam eder! -------------------------- 
Rasullük gibi bir makamda bulunan İbrahim’in, anlama, sorgulama sürecinde (2:260), imanının da bulunduğu kalbini doyurma, tatmin etme çabası bir Tamamlanma isteği değil de nedir?
 -------------------------------- 
Kalplerimizin ancak bilgiyi tecrübe ederek (2:260) ve de iman ile tatmin olabileceği (16:106) eşlenikliğine, bağlantısına ne demeli? İşte bu asıl ve asil anlam ekseninden kaydırılıp, önemsenmeyip, uygulanmayıp, unutturulup, “inananlara” indirgendiğinden belki de, bugün yeryüzünde en güvenilmeyen toplumlardan biri olmuştur müslümanlar! 
------------------------------- 
Benzer gramer kuralıyla, S-L-M (olumsuzluklardan uzaklık, selamet, barış) kökünden türetilen Müslim ve çoğulu Müslüman kelimesi de “hem kendini hem de toplumu her türlü sıkıntıdan aktif bir şekilde uzaklaştırmaya çalışan” anlamınadır.
 ------------------------------------------ 
Peki, şimdi gelelim neye ve/veya neyle Güven/İman konusuna?
 ----------------------------------------- 
İnanılabilecek olgu sayısı sınırsız iken; İman, inançlar bütünü olmadığından, Kur’an’da İMAN’ı, iman duygusunu sağlayacak gerçekleri şöyle okuyoruz:
 ------------------------------------- 
1- Allah’a, 2- Melekler’e, 3- Rasullere, 4- Kitaplara, 5- Ahiret sürecine İMAN=GÜVEN, veya gramer açısından ikinci anlamıyla bu beş gerçeklik aracılığıyla kendini güvende hissetme ve topluma, başkalarına da güven verme
. ---------------------------- 
Bu noktada akla “kadere iman” konusu gelebilir. Bir çok diğer itikadi konu gibi, Kaderin, yani -önceden yazılmış bir alınyazısı değil de- iskelet bir programın, bir ölçünün olduğunun bilgisi, Allah’a, Rasul’üne ve Kitabına güvenin, doğanın gözlenmesinin (10:5, 13:17, 23:18, 36:39, 41:10, 43:11, 54:49, 56:60, 73:20, 80:19) bir sonucudur. 
--------------------------------
 İMAN = ÖZ(e) Güven ve Öze güvenin belirginleştirdiği ÖZ-Güven! Toplumun, dış etkenlerin hayalen inşa ettiği, tetiklediği, tepkileştiği ve her an yıkılması muhtemel egosal bir gurur değildir bu.. 
--------------------------------- – 
Allah’a > Tüm boyutlarıyla hayata güvenmek ve bu güvenle hareket etmek! 
-------------------- – 
Meleklere > Potansiyelindeki “yetilere”, Allah’ın güçlerine, manalarına güven
 -------------------------- – 
Kitaplara > Yetilerinle hayattan “okuduklarına”, birikimine güven! 
-------------------------- – 
Rasullere > Okuduklarınla sende çıkmakta olan “Şuur basamaklarına” güven! 
----------------------- – 
Ahiret Sürecine > “Şuurunla” açığa çıkanların sana geri döneceğine güven,
 ------------------------------- 
ve bu ilkeler ile toplumuna güven ver, güven veren bir insan ol
. ---------------------------------- 
İman, inanç olmadığı içindir ki, örneğin, cinlere, uzaylılara İMAN diye bir kavram olmamıştır. Cinler, uzaylılar GÜVEN konusu kapsamında değillerdir çünkü. “Ben uzaylılara güveniyorum” şeklinde dinde bir gereklilik olmaz. Bize bir getirisi yoktur bu inancın. Cinlere, uzaylılara ve hatta çeşitli tanrı tasavvurlarına ancak bir İNANÇ olur ve inanç grupları çekişmeye, ispat yarışına girer. Allah’a ise İMAN edilir, O’na güven duyulur ve bu öze-güven ile İBADET, yani Allah, Varlık, kendimiz ve toplumun gelişimi için Hizmet edilerek toplumun güvenliği, emniyeti, selameti için çalışılır. Bu arada anlamı “tapınma” sözcüğüne sürülen bir kelime, İbadet..
 --------------------------------------- 
Çok yaygın şöyle bir algı var: ötede-tanrı-inancı 
-------------------------------------------- 
Sanki, ötelerde, başka tanrılara inanılmasını ve tapınılmasını kıskanan veya kendisine inanılmamasını hazmedemeyen ve bu kızgınlığıyla bu kişileri cehenneme tıkayacak, kendine inananları ise en güzel şekilde ağırlayacak bir tanrı anlayışı. Sanki din spesifik olarak ateizmle, deizmle veya diğer teist inançlarla mücadele, onlara galip gelmek için gelmiş gibi.. Ve binlerce yıldır süregelen benim tanrım seninkini döver tartışmaları.. 
----------------------------- 
Halbuki, müslümanlar tarafından da bir tanrıya indirgenmiş olan El-Kebir Allah, tüm manaları, özellikleri (Kur’an’daki “Biz” hitabı), yansımaları ileortada olandır. Varlık olarak kendini gösteren, Allah manalarının sınırsız bileşimleri ve devinimleri.. Bu minvalde Varlığın kendisi olan, bu tartışmaların muhatabı değildir. ------------------------------- Siz, ortada olan, herkesin, eylemlerinizle, vücudunuzla gördüğü varlığınızı ispatlamaya çalışır mısınız?
 ---------------------------- 
Allah, El-Hak’tır, Varlığı apaçık ortada olandır! Bakın, Kur’an’da Allah, sayfalar dolusu delillendirme, inandırma çabasına girmeden ortada, ayan beyan olandan örnek vererek Varlığını nasıl ortaya koyuyor:
 -----------------
 “Yeryüzünü de ölü, kupkuru görürsün. Biz onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir. Bu böyledir. Çünkü Allah, O Haktır (apaçık ortada olandır)!.” (22:5-6). --------------------------------- 
El-Hak’tır O. Rasul’ünde açığa çıkışı da Haktır, ve Hakkın yani gerçeklikle uyumlanmanın mücadelesidir! Kimin, neye inandığından ziyade toplumların Hakk’ı ne kadar davranış dünyalarına kattığı ile ilgilidir. Bilgilendirme çabasının ötesinde bir Şuurlandırma kaynağıdır. Tabiri caizse, derdi El-Hak isminin tecelli etmesidir; Hakk’ın, hukukun, adaletin ikamesi, huzur ve barışın sağlanması, Şirkin kaldırılmasıdır. Eğer, tanrılı veya tanrısız bir inanç veya ideoloji ZULÜM, HAKSIZLIK, ŞİRK içeriyorsa elbette Mü’min orada Cihattadır/gayrettedir.
 ------------------------ 
Rasulullah’ın mücadelesi Allah’a inanılmaması üzerinden değil idi. Halihazırda mücadele ettiği inançlı (!) toplum Rasul’e karşı savaşırken Allah’tan yardım isteyecek kadar Allah’tan haberdar ve inançlıydı. Tıpkı günümüzde olduğu gibi..
 ---------------------- 
“Allah’ım! Bizimle akrabalık ilişkisini keseni, bize bilmediğimiz şeyleri getireni ve adamlarını helak et. Bu gün burada haklı olanı galip kıl, haksız olanı perişan et.” (Ebu Cehil – Bedir Savaşı öncesi Kabe örtüsüne bürünerek ettiği dua) 
--------------------- 
Varlığı ortada olana inanç olmaz; ama varlığı ortada olana GÜVEN=İMAN olmayabilir. İşte Rasulullah’ın toplumunda karşılaştığı da günümüzdeki gibi Allah’a, Ahirete Güven sorunu veya önemsememe idi, inanç değil. İşte, kişide örtülen bu GÜVEN duygusunun adıdır KÜFÜR!
. ---------------------------- 
İşte, Allah’a İMAN’ın eksilmesi, kaybolmasıyla, varlık katmanlarımızdan bir veya bir kaçının doğurduğu açlık sonucu, nesne ve öznelerin birer “vesile” (5:35) olduklarını unutup, bağımsız varlıkları, güçleri varmış gibi onları güven kaynağına dönüştürme davranışıdır ŞİRK! 
 ----------------- 
Kur’an’da da (arzuyu ilah edinmek, mal-mülk yığmak, peygamberleri, din adamlarını, din bilginlerini rabler edinmek, sevginin dozunu kaçırmak, onlara dua etmek, dinde Allah’tan gayrı hüküm koyucular kabul etmek, O’nun berisinden veliler edinmek, ataları körü körüne taklit gibi) ayrı ayrı konularla örneklenerek vurgulanmış olan ve temelini insanlardaki fıtri olmayan, aşırılaşmış sahiplik ve Allah dışında başkalarına abartılı aitlik duygusundan alan davranışlar bütünüdür Şirk
. ------------------------------------ 
Şirk örneği kimi ayetler; 2:165; 3:14, 79, 80; 7:3,37; 9:31; 17:56; 10:106, 107; 11:15, 16; 22:12; 25:43; 30:31,32; 31:21; 35:2, 5, 22; 36:74-75; 39:3, 38; 43:23; 68:36-40; 72:18, 20; 73:9; 94:8.
 ---------------------------------------- 
Gökte (içsel yaşamımızda) ve yerde (dışa dönük yaşamımızda) ilahlar edinmek! Ve ayete göre, şirk koşanlar iyi niyetleri nedeniyle şirk içinde olduklarının farkında olmayabiliyorlar (6:22,23).
 -------------------------------------------- 
Örneğin, Allah’a güvenmediğinden, mal üstüne mal biriktirir hırsla, geleceğimi kurtarayım diye, maldan medet umarak, mala GÜVENerek, Allah’a ait bir kavramı nesneye, mahluka yükleyerek Mülkte Allah’a ortak koşar, ŞİRK’e düşer kişi. Ötede veya içeride mistik bir tanrı tasavvuruna inanıp diğer inanmayanları cehenneme yollamak rahattır, kolaydır; Allah’ın manalarının sonugelmez muhteşem dansı olan HAYAT’a GÜVENip de maldan verip ŞİRK’ten temizlenmek, arınmak (92:18) ise zor olandır. Özellikle, malından toplum için paylaşmayıp Huzur da açığa çıkmadığından İMAN’ı azalan kişi, nesne/özne vesilelere aşırı yönelimi ile hevasını/arzusunu ilah edinecektir (25:43).
 ------------------------------------ 
Kendimizde karşılıklarını bulmamız gereken, KÜFÜR’ü, ŞİRK’i destekleyen davranış modellerinin adları Kur’an’da Müşrik, Münafık, Yahudi, Nasara vs. olarak geçer. Kur’an’da örneğin Yahudilerin özelliklerinin sıralandığı tüm ayetler (lütfen müslüman “etiketli” bizlerde, toplumumuzda bu özellikleri kontrol edelim, bknz., 2:79, 91, 96, 101, 105, 111, 179; 3:64, 71, 75, 78; 4:46, 160, 171; 5:18, 41, 82; 7:63, 169; 9:30, 31; 57:16, 62:6) bizlerin ne derece Yahudi olduğumuzu gösteren birer mihenk taşıdır. 
------------------------------------ 
İnsanda Allah ile kurulmamış ve/veya Allah’a olmayan GÜVEN duygusu ŞİRK’e düşürecek eylemlere, başkalarına da güven vermemeye ve nihayetinde toplumdaki total bir güvensizliğe, emniyetsizliğe neden olur > kavimlerin helakı, yok oluşu. DiN’in yaşandığı, meDeNiyetin hüküm sürdüğü meDeNi bir meDiNe, kuru, ruhsuz bir ceset şehrine dönüşür (dîn, medîne, medeniyet, medeni aynı kökten gelen kelimeler).
 ---------------------------------- 
Ahlaksızlığın, kural tanımazlığın, güvensizliğin, cehaletin, güdümlü dini yaşayışların bilinçlice yayılarak Tanrı’nın kıyamete zorlandığı bu dönemlerde, asrı saadet dediğimiz mutluluk, güven çağının yeniden inşası için inancın kaygan gölgesinden İmanın sapasağlam ışığına yükselmemiz gerekiyor!
 --------------------- 
Rabbül Alemin toplumsal silkinmemizi nasip etsin!

KUR'AN-I KERİM'DEKİ DİN MUHKEM VE MÜTEŞABİH AYETLER




KUR'AN-I KERİM'DEKİ DİN  MUHKEM VE MÜTEŞABİH AYETLER


Kur’anı Mubin (apaçık/açıklayıcı Kur’an), muhkem kelimesi ile ifade edilen; hüküm içeren, en alt düzeyde bir çöl bedevisi tarafından dahi, yani herkesçe de anlaşılabilen ve de müteşabih, yani benzeşen veya benzetimli/alegorik (2:25, 6:99, 6:141, 39:23) anlatımlardan, ayetlerden meydana geliyor. 

Muhkem ayetlerin anlaşılmasında pek sorun yok gibidir; lafzın çarpıtılmamış bir tercümesi yeterlidir bu durumda.. 

Zekatı verin, hak yemeyin, yetimleri kollayın, salatı ikame edin, öfkenizi kontrol edin denildiğinde bu hükümler apaçıktır, yoruma dahi gerektirmeyebilecek derecededir. 

Kur’anın anasıdır, özüdür (3:7) bu ayetler. 

 Müteşabih ayetler ise en temel yönüyle, öz olan bu muhkem ayetlerin açılımları, açıklamaları, derinlikleri, farklı şekillerde, farklı kelimelerle tefsiridir.. 

Bulunulan çağa, algı seviyesine göre çoklu anlamlar ihtiva edebilen bu ayetleri ise ancak Allah’ın izniyle (~yani gerekli çalışmaları yaparak) rasihun > ilimde derinleşmiş olanlar te’vil edebilmekte (~bir çok anlamın sıralanması) (3:7) . 

 Geleneksel açıklamalardaki gibi, anlamları kapalı, anlamını sadece Allah’ın bildiği ayetler demek değildir müteşabihler. 

Kur’an en temel düzeyden de, zaman içerisinde gayretle de anlaşılabilecek bir kitaptır ve anlaşılsın, insanlar bu anlaşılır manalar ile kılavuzlansın diye Rasul’den tebliğ edilmiştir. 

 Hükümlerinin lafzında yatan ruhu sezerek maksadın kapılması, ve bu vesileyle her çağa uyumlanması, tahlil edilecek müteşabih/benzeşen ayetlerin ördüğü Kur’anın iç bağlantıları vasıtasıyla olur. 

Çünkü her muhkem ayetin içerdiği hüküm; müteşabih/benzeyen ayetlerde hükmün nedenleri, getirileri ve götürüleri ile apaçık edilerek akla, tefekkür melekesine vurulmuştur. 

 Örneğin, zekatı verin/yapın denilmişse, başka ayetlerde bunun arınmak maksatlı olduğu, ihtiyaç sahiplerinin malımızda belirli bir miktar hakları olduğu, gelir dağılımındaki uçurumunun kalkması, mallarımızın bereketleneceği vs. gibi ayrıntılar bulunur. 

 Bu bütüncül yapılanma, ilim ve hikmet gayretlilerinin Kur’an’dan kafalarına göre, atomistik (yani bir ayet üzerinden) hüküm çıkarmalarını engelleyecek, kendi kendini koruyan bir sistemdir aynı zamanda. 

Bu holistik ve canlı yapı kısa veya uzun vadede Kur’an çalışkanlarının hatalarını, dine sokulmuş olan eklemeleri, Kur’an kelimelerine yüklenmiş anlam kay(dır)malarını da bertaraf etmektedir. 

 Kur’an odaklıolmayan her türlü dini, tasavvufi, mistik anlayış sahiplerinin Kur’an ayetleri ile konuşmaktan çekinmelerinin veya ayetleri cımbızlayarak aktarmalarının gizli nedenidir bu sistem.

 Çünkü Kur’an ötelenmediğinde, insanları efsanelerle, hikayelerle, uydurma rivayetlerle uyutamayacaklarını ve otoritelerini, güçlerini yitireceklerini bilmektedirler. 

 Kur’andaki müteşabih (benzetimli) anlatımlara, betimlemelere Kur’anın maksadını, ruhunu, konu bağlamlarını, konuyla ilgili diğer bütün ayetleri de göz önünde bulundurarak ve kelimelere yüklemiş olduğu anlam yelpazesine göre yorum yapmaya çalışılmalıdır. Kelimelerin sınırları tevilin/yorumun sınırını belirleyecektir. 

Bu sınırın mecazi, deyimsel, kinayeli anlatımları veya diğer edebi sanatları da (ses ahengi, kafiye, cinas, istiare, mübalağa, intak) kapsadığı göz ardı edilmemeli ve bu manalar da araştırılmalı.. 

 Kur’anın maksadı: Toplumsal selameti sağlamak için en başta kişi ve kamunun hak/hukukunun ikamesi, İman‘ın sağlanarak, kaba Şirk ve Küfürden temizleme ve nihayetinde şirk ve küfürden inceltilmiş nefislerimizi de ben-ötesi aşkın hallerle tanıştırıp, Evrensel duygularla bezemek. 

 Aksi halde kişisel veya belirli zümrelerin de menfaatine gelebilecek yorumlarla, hükümlerle kişisel, toplumsal açıdan sıkıntılı süreçlere savrulabiliriz. Savrulmaktayız da.. 

 İşte tarihte yaşamış, muhkem ayetleri dahi zahiri anlamlarından çıkartan Batınilik ekolü.. 

Diğer uçta, kelimelerin kendinde takılı kalıp mecazı ve akıl yürütmeyi reddeden Selefiyye.. 

Günümüzdeki sözde (!) ılımlı, mütedeyyin, otoritelerce güdülen müslüman kitleleri.. 

Kaskatı Taliban, Suudi modelleri.. Ve bin bir parçaya bölünerek sadece “etiketi” kalmış İslam ümmeti! Hırsızlık yapanların ellerin kesilmesi, namaz kılmayanların dövülmesi hatta öldürülmesi, zinaya bulaşanların taşlanarak öldürülmesi, bir kadının kocasına itaat etmediği (!) için dövülebileceği, bir işte çalışamayacağı, örtünme adı altında kadınların çarşaflara gömülmesi, erkeğe 4 ile sınırlı nikahlı eş alma izni (!), ama sayı sınırı olmayan savaş esiri cariyelerle nikahsız beraberlikler, içleri boşaltılarak öldürülen, ritüelleştirilen ibadetler, 

Rasulü dışlama niyeti olan ibrahimi dinler uydurmaları vs. gibi çok sayıda Kur’anda müteşabih/açılımsal olarak kendini teyit ettiremeyen hükümler bu çarpıklıklara örnek olarak verilebilir. 

*** 
 Müteşabih/benzetimli ayetlerin, kapsamı itibariyle diğer bir yönü de, afaka/evrene/doğaya ve enfüse/batına/içsele dönük manalarıdır.

 İnsanın içinde bulunduğu idrak seviyesine veya bunun yanında sahip olduğu entellektüel birikiminin çeşidine göre; 

Kur’an, prizmadan geçen beyaz ışığın çıkardığı renkleri gibi, iç içe geçmiş çoklu manalarını (15:87) da talep edenler için sunacaktır.

 İşte bu noktalar, sadece lafza=ilahiyat bilimine hakim olmanın yetmediği, diğer bilim dallarından edinilen bilgilerin ve muhkem ayetlerin yaşantıya sokularak bizlerde açacağı içsel farkındalıkların, yani kalp genişliğinin, lafzi mananın sınırlarını zorlayarak açabileceği manalardır.. 

 Bu sayede Kur’an kendi kendini mucizevi bir şekilde ve hiç bir çelişki barındırmadığını aksettirerek tefsir eder, ayrıntılar.. 

Ve O’nun Hak olduğu anlaşılır. Şehid (sürekli tanık olan kişi) olunur.. İman, tamamlanır. Ayetlerimizi onlara ufuklarda ve kendilerinde göstereceğiz, ki O’nun Hak olduğu onlara apaçık belli olsun. (Fussilet-53). 

 Kur’an ile sıkça haşır neşir olan bir insana ayetlerin derinlikleri, incelikleri açılır; canlanan bireyin konulara hakimiyeti de belirir. 

Açıkçası Hikmet açığa çıkar kendinden.. Yani ilimde derinleştikçe, Kur’anın apaçıklığı yanında açıklayıcılığı, inanılmaz detaylarıda ortaya çıkar. Bu minvalde gündemden düşürülmüş Mubin sıfatı, hem apaçık hem de açıklayıcı anlamındadır.. Hakk’ın ayan beyan olması için Kur’anı sevmek, O’nun cansız bir nesne derekesinden, özne derecesine çıkartılması gerekiyor dünyalarımızca. O’nun etkiye tepki/yanıt veren, capcanlı bir organizma olduğunu iyice anlamak gerekiyor. 

Nasıl ki, yeni tanıştığımız bir insanla vakit geçirdikçe, onu daha iyi tanıyıp bize daha açık hale geliyorsa iç dünyası.. Kur’an-ı Mubin de benzer şekilde yansıyacaktır göğsümüze.. 

 Unutulmamalı ki, müteşabih ayetler, kimseler anlamasın diye değil; insanlar Kur’an ile hemhâl olup O’nun, kendilerinin, yaşamın ve Kainat’ın üzerinde tefekkür, akletme, tezekkür gayretiyle dinamik ve sağlam bir veritabanı oluşturup, yaşamlarını sonsuzluğa uzanan bir yolculuğa dönüştürsünler diye, bu üslupla açığa çıkmıştır. 

 “Fark ettin mi, Allah nasıl bir örnek getirdi? Güzel bir söz, kökü sağlam, dalları göğe uzanan güzel bir ağaç gibidir. Rabbinin izniyle her zaman da yemişini verir. Allah, belki zikrederler diye insanlara böyle örnekler veriyor” (14:25, 26).

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...