02 Şubat 2012

AŞK BENİM,..HİÇ SENİN OLMAMIŞ



Aşk benim hiç Senim olmamış
Varlığınla yokluğun arasında kalmayacağım artık, sadece olmayacaksın. Sensiz kalma ihtimali olmayacak aleyhine kurulmuş cümlelerimin sonunda. Belki birkaç satır arasında unutulacaksın bir müddet sonra. İçimden olmayacak, boş bir kağıdın gölgesine sığınmayacak sana sitemlerim. Hani hep kızardın ya “Konuş konuş konuş” derdin, haykırabilir miyim şimdi korkaklığını. Bıraktığın bu mavi düşleriyle avunan yalnızlığı, artık sahiplenilmeyecek olmanın burukluğunu yaşarken, haykırabilir miyim dersin, susar mıyım, gülüp geçer miyim yoksa …?
Aslında alıştırmalıyım kendimi hiç dönmeyecekmişsin, dönülmeyecek bir yerdeymişsin gibi farzetmeli, unutmalı. Seni hiç tanımamış gibi yaşamımı sürdürmeliyim. Var olduğum her yer aşk(ın) şehri olmalı artık, yeniden sevmenin, sevilebilmenin yeri her yer, zamanı yaşanan ve gelecek tüm zamanlar olmalı benim için. Evet, sayfalardan koparıp bir bir savurmalıyım seni yaşanmış tüm zamanlara, uzaklaşan her adımımla hapsetmeliyim bu anılar sokağına. Kopan takvim yaprakları sensiz geçen günleri saymamalı, bende yokluğunun güncesini tutmayı artık bırakmalıyım. Her yeni güne seni getirmedi diye isyan etmemeliyim. Kabullenebilmeli, hazmedebilmeli, aldırmamalı hatta sana hak verebilmeliyim. Bu satırlarla büyümeye başlamalıyım, sırf seni ve çocuklaşan bir aşkı kolayca unutabilmek için. Zira yoksun. Sanki benim hiç senim olmamış, sanki bizi hiç yaşamamışız, sanki aşk denen o hoyrat şarkıyı mırıldanmış ve sonra yarım bırakmışız gibi. Artık yeni bir şarkı söylemenin vakti, Yaşanmışlığına, yitikliğime hiç aldırmadan,
Sanki benim hiç senim olmamış gibi…



ANNE BABA ÇOCUĞA LANET OKURSA


Anne baba çocuğa lanet okursa!

Her insan birilerinin evladı, birilerinin de anne veya babasıdır. Bu, Allahu Teâlâ’nın bir takdiridir ve insanoğlunun en büyük imtihan vesilelerinden biridir. Özellikle, kişinin anne ve babasına karşı sorumlulukları, büyük bir öneme sahiptir. Onların bizim üzerimizdeki haklarını ödeyebilmemiz, adeta imkânsızdır.

Şunu çok iyi bilmek lazımdır ki insan, anne ve babasının hakkını ödemeye çalışmaz, onlara iyilikle muamele edip rızalarını almazsa kendisini büyük bir tehlikeye atmış olur

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, bir hadis-i şeriflerinde; “Anne ve babasının veya onlardan birisinin ihtiyarlık zamanlarına yetişip de cennete giremeyen kimsenin burnu sürtünsün.” (Müslim) buyurmuştur. (Efendimiz bu ifadeyi üç kere tekrar etmişlerdir.)

Anne ve baba, kendilerine isyan eden çocuklarına; “Lanet olsun” dedikleri zaman, o çocuğun kökü kurur. Anne ve babasının rızasını alan kimse, Allah-u Zülcelal'i razı etmiş olur. Ana babasını küstüren kimse, Allah-u Zülcelal'i küstürmüş olur. Bir kimse, ana babasının sağlığına ve ihtiyarlık zamanlarına yetişip de onlara iyilikte bulunmazsa, kendisini cehenneme müstahak etmiş olur.

Hazreti Alkame’nin hikâyesi

Enes bin Malik radıyallahu anhudan şöyle rivayet edilmiştir: “Alkame adında bir genç vardı. Şiddetli bir hastalığa tutuldu ve yatağa düştü. Onun hanımı Peygamber Efendimize gelerek;

— Ya Resulellah! Kocam son nefesini vermek üzere, dedi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Bilal, Hz. Ali, Selman-ı Farisi'ye ve Ammar'a (radıyallahu anhum);

— Gidin, Alkame'nin durumunun nasıl olduğuna bakın, buyurdu. Bu sahabeler gelip Alkame'ye;

— Ya Alkame! Şehadet getir, dediler. Alkame bir türlü şehadet getiremeyince, Hz. Bilal (ra) gelip durumu, Peygamber Efendimize haber verdi.

Bunun üzerine Hz. Resulullah aleyhisselam;
— Ana babası hayatta mı? Diye sordu? Hz. Bilal:
— Babası öldü, yaşlı bir annesi var, dedi. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
— Ya Bilal! Alkame'nin annesine git, benim selamımı söyle. Gelebilirse yanıma gelsin. Gelemezse ben onun yanına geleyim, buyurdu.

Hz. Bilal, kadının yanına gelip durumu anlatınca, kadın;
— Onun huzuruna gitmek bana düşer, diyerek, bastonunu aldı ve Peygamber Efendimiz (sav)'in huzuruna geldi. Peygamber Efendimiz:
— Alkame'nin durumu nedir, diye sordu? Kadın dedi ki;
— Yâ Resulellah! Alkame, çok namaz kılan, sadaka veren biridir. Ama ben ona dargınım. Çünkü hanımını bana tercih ediyor(du).

O zaman Peygamberimiz (sav) buyurdu ki;

— Annesi Alkame'ye darıldığı için şehadet getiremiyor. Ya Bilal! Git biraz odun hazırla. Gelip onu yakacağım.

Bunu duyan kadın:

— Ya Resulellah! Oğlumu mu yakacaksın? Hem de benim gözümün önünde. Ben buna dayanamam.

Efendimiz buyurdu ki;

— Allah'ın azabı çok şiddetli ve süreklidir. Eğer Allah'ın onu bağışlamasını istiyorsan, ona hakkını helal et. Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, ona dargın durduğun sürece, namazının ve sadakasının ona bir faydası olmaz. Bunun üzerine kadın dedi ki;

— Ya Resulellah! Allah-u Zülcelal'i, seni ve beni buraya getireni şahit tutuyorum ki ben Alkame'den razı oldum.

Hz. Resulullah Efendimiz, Hz. Bilal'e;
— Ya Bilal! Git, Alkame'nin durumuna bak, buyurdu.

Hz. Bilal, Alkame'nin evine gelince, şehadet getirdiğini ve vefat ettiğini gördü. Durumu Peygamber Efendimize bildirdiler. Yıkanıp kefenlenmesini emretti ve bizzat kendisi namazını kıldı ve kabrin başına gelip şöyle buyurdu;
— Ey muhacir ve Ensar topluluğu! Her kim hanımını, anasından üstün tutarsa ona Allah'ın laneti vardır. Onun ne farz ne de nafile ibadeti makbul olmaz.

İşte, ana baba hakkı böyledir. Onun için onların hakkını yerine getirmek, duasını almak, gönüllerini hoş tutmak ve daima onlara iyilikle muamele edip rızalarını kazanmak için gayret göstermek lazımdır. Ana babamıza hizmet edersek, Allah-u Zülcelâl bizden razı olur. Ama onlara karşı gelir, rızalarını kazanmazsak hem bu dünyada hem de ahirette huzurumuz olmaz.
Ana ve babanın hakları

Ana babanın insanın üzerinde birçok hakları vardır. İnsanın ana babasının rızalarını kazanmak için onlara iyilikle muamelede bulunması çok faziletlidir. Ana baba haklarından bazıları şunlardır;

• Kişi, ana babasına daima tevazu ve saygı ile muamele etmelidir. Hayatta oldukları müddetçe hizmetlerini yapmalıdır.
• Yemeğe ihtiyaç duydukları zaman onları doyurmalı; giyim kuşamlarını gücünün yettiği kadarıyla yerine getirmelidir.
• Ana baba çağırdığı zaman, hemen bu çağrılarına cevap vermelidir.
• Bir emir verdiklerinde -dinin emirlerine aykırı olmamak şartıyla- o emre itaat etmelidir.
• Onları isimleri ile çağırmamalıdır.
• Yolda yürürken önlerine geçmemelidir.
• Kendisi için sevmediği şeyi, ana babası için de sevmemeli, kendisi için sevdiğini onlar için de sevmeli ve istemelidir.
• Ana baba Hıristiyan dahi olsalar, onların hizmetini görüp onları muhafaza etmelidir.
• Hiç kimsenin ana babasına sövmemelidir. Çünkü o kişi de dönüp onun ana babasına söver.
• Yeme, içme ve konuşma gibi konularda ana babasının önüne geçmemeli, bir mecliste onlardan daha üstte oturmamalı, onların huzurunda sesini yükseltmemelidir.
• Ana babaya hiçbir şekilde sert bakmamalıdır.
• Daima ana babası için Allah-u Zülcelal'den af ve mağfiret talep etmelidir.

Nitekim Allah-u Zülcelâl, bir kişinin ana babası için af ve mağfiret istemesini emrederek, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur;

“Ya Rabbi! Beni, anamı ve babamı bağışla.” (Nuh; 28) Diğer bir ayet-i kerimede ise; “Ya Rabbi! Duamı kabul et. Rabbimiz, kıyamet günü hesaba kalkıldığı zaman, beni, anamı babamı ve bütün müminleri bağışla” (İbrahim; 40-41) buyurmuştur.

Ana baba öldükten sonra, onların kabirlerini ziyaret etmeli, hayatta iken dostluk yaptığı kişileri ve onların çocuklarını ziyaret edip iyilikte bulunmalıdır.
Ölümlerinden sonra razı edilebilirler mi?

Salih bir zata;
— Acaba ana baba öldükten sonra, onların rızalarını kazanmak mümkün olur mu? Diye sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir;
— Evet, üç şekilde onların rızalarını kazanabilirsiniz;
• Salih bir kimse olmaya gayret edin. Çünkü ana babaya çocuklarının iyi olması kadar sevimli gelen bir şey yoktur.
• Daima Allah-u Zülcelal'den onlar için mağfiret talebinde bulunun ve onların namına çokça sadaka verin.
• Ana babanızın dostlarını ve yakınlarını ziyaret edin. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde; “İyiliklerin en güzeli, insanın baba dostu ile dostluğunu devam ettirmesidir.” (Müslim) buyurmuştur.

Sonuç olarak, Allah-u Zülcelâl, akrabaları gözetmeyi ve ana babayı razı etmeyi, bütün kitaplarında emretmiştir. Şayet emretmeseydi bile, insan kendi aklı ile düşünerek, ana babasına iyilikte bulunması gerektiğini bilebilirdi. Çünkü ana baba, insanın dünyaya gelmesine vesile olmuşlar ve kendisini büyütmek ve rahat bir şekilde yaşaması için birçok zorluklara katlanmışlardır.

Peki, bize çok küçük bir iyilikte bulunan bir kişiye, daima iyilik yapmaya gayret ediyoruz da bizim dünyaya gelmemize vesile olan ve birçok zorluklara katlanarak bizi büyüten ana babamıza karşı nasıl kötü davranabiliriz?

Ana babasına davranışlarında kırıcı olanlar, şunu hiç unutmasınlar: “Bir kimse öldüğü zaman, ana babası ondan razı değillerse ruhu şehadet getiremeden çıkar. Kabirden kalktığı zaman, onun alnında şunlar yazılıdır; “İşte, ana-babasını razı etmeyenin cezası, budur.”

ENES AHMEDOĞLU

ANA GİBİ YAR OLMAZ........


60233535cl4

Cennet annelerin ayakları altındadır
Atalarımız;"Ana gibi yâr, vatan gibi diyâr olmaz." demişlerdir. Hakîkaten dünyâyı diyâr diyâr gezsek, anamız gibi bizi bağrına basarak sevecek ve şefkatle kucaklayacak bir ana bulamayız. Cenâb-ı Hakk’ın özellikle annelere lütfettiği şefkat duygusu, anneleri; istirâhatini, sıhhatini, yeme-içme ve giyinmesini düşünmeden bütün imkânlarıyla çocuğuna hizmete sevkeder.

Annenin bu sonu ve sınırı olmayan fedâkârlıklarının bedelini, evlâdın maddî bir karşılıkla ödemesi mümkün değildir.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in huzuruna bir adam geldi ve: "Yâ Rasûlallâh! Anam iyice ihtiyarladı. Ben onu kendi ellerimle yediriyor, içiriyor ve sırtımda taşıyorum.. Hâsılı her türlü ihtiyâcını karşılıyorum.. Mükâfâta hak kazandım mı?." dedi.
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz cevâben:
"Hayır, bu senin yaptıkların, ananın senin üzerindeki haklarının yüzde birine bile karşılık değildir. Fakat sen, iyilik ediyorsun. Allâh sana bu az iyilik karşılığında çok sevap verir." buyurdular
İlâhî yaratılışta annelerin çocuklarına olan sevgileri, yüce bir görevden kaynaklanır.
Anne, hiç karşılık beklemeden hep vermenin ve içtenlikle sevmenin sembolüdür. Çocuğunu güçlüklerle karnında taşımış, sıkıntılara katlanarak doğurmuş,büyümesi için eşi ile birlikte her türlü fedakârlığı göstermiş, bütün zorluklara da seve seve katlanmıştır. İnsanlığın gelecek nesli de onun şefkatli kucağına teslim edilmiştir. Peygamberlerin çocukluk çağlarında yetişirlerken, annelerin kendilerine olan sevgi, şefkat ve fedakârlıkları Kur'ân'da birçok ayetlerle vurgulanmıştır. Sevgili Peygamberimiz, cennete giden yolun annelerin rızasını kazanmaktan geçtiğini şu kutsal sözleriyle belirlemiştir : «Cennet annelerin ayakları altındadır.»
HER ANNE SAYGIYI HAKEDİYOR
Peygamber Efendimiz "Anne Cennet kapılarının ortasındadır" (İbn Hanbel, V, 198); "Cennet annelerin ayakları altındadır" (Nesâî, Cihad, 6) buyurmuştur.
“Cennet annelerin ayakları altındadır” mealindeki hadisin ifadesi, bütün annelerin cennete gideceği anlamına gelmez  Burada annelerden çok, evlatların annelerine karşı göstermeleri gereken saygıya işaret edilmektedir  Bu anlamda, Allah’ın emirlerine aykırı olmadığı sürece, bütün annelere itaat etmek, saygı göstermek, cennetin önemli bir anahtarıdır ve bu anlamda cennet bütün annelerin ayakları altındadır
Nitekim, Lokman Suresinde Allah şöyle buyurmaktadır:
“Biz insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye ettik  Annesi zayıflık üstüne zayıflık çekerek onu (karnında) taşımıştır  Sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur  (Onun için biz insana): “Bana ve anne-babana şükret” diye tavsiyede bulunmuşuzdur  Dönüş, ancak Bana’dır
Eğer anne ve baban, bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa onlara itâat etme  Ancak onlarla dünyâda iyi geçin  Bana yönelenlerin yolunu tut  Sonunda dönüşünüz yalnız bana’dır  O zaman ben size, yaptıklarınızı haber vereceğim”(Lukman, 31/14-15)
Görüldüğü gibi, Rahman ve Rahim olan Allah, çocuğunu Allah’a şirk koşmaya zorlayan anne ve babaya karşı bile, saygılı olmaya, dünyada kaldığı sürece onlarla iyi geçinmeye, onları incitmemeye davet etmektedir 
Bu açıdan diyebiliriz ki, İslam’a göre, bir kadının anne olarak yeri ayrıdır, bir insan olarak yeri ayrıdır  Bir insan olarak iyi olur, kötü olur, cennete gider, cehenneme gider, ahlaklı olur, ahlaksız olur, dinsiz olur, dindar olur  Bu konuda erkekle bir farkı yoktur 
“Erkek veya kadın, Mümin olarak kim yararlı işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar da haksızlığa uğratılmazlar”(Nisa, 4/124) mealindeki ayette bu gerçeği, kul hakkı ve kulluk hukuku açısından eşit olduklarını görmekteyiz
Ancak, kadın bir anne olarak, erkek bir baba olarak dinsiz olsun, dindar olsun fark etmez; her zaman evlatları tarafından saygı, sevgi ve yardım görmeye hakları vardır 
Lokman Suresinde olduğu gibi, söz konusu hadiste de özellikle annelere –güncel bir ifadeyle- pozitif ayrımcılık yapılmıştır 
Özetlersek, çocukların anne-babaya karşı sorumluluğu dinler üstü bir ilişkiye dayanır  Anne-babanın Allah’a karşı sorumlulukları ise, din çerçevesinde, kulluk ilişkisine dayanır.
İSLAM KADINI AŞAĞILAMADI, SİZ ANNELİĞİ AŞAĞILADINIZ!
Türkiye'nin ünlü düşünürlerinden Mustafa İslamoğlu'nun bu başlık altında birkaç yıl önce kaleme aldığı makalesini burada yayımlıyoruz;
Tesadüf mü? Biri çıkıp İslam’ın kadını aşağıladığını iddia ediyor. Söz bir biçimde anneliğe geliyor. O da ne? İslam’ın kadını aşağıladığını iddia eden ‘modern’ bay veya bayanların aklının dibini kazıdığınızda, anneliği fena halde aşağıladığını görüyorsunuz. Ortak noktaları bu.
Anneliği aşağılamanın teknikleri çok. Bunun başında dünyanın en şerefli işini yapan annelere “boş kadın” muamelesi yapmak geliyor. Onlara göre çalışıyor olmak için evden çıkmak lazım. Caddeyi görmek, caddeye görünmek lazım. Bir kadının “çalışıyor” sayılması için kamuya kendisini göstermesi şart. Sabah sekiz akşam dokuz (çünkü kadın ucuz işgücü) mesai yapması şart.
Bunlar için de başka şeyler lazım: Modern görünürlüğün vacibatından olan şeyler. Her gün aynı kıyafetle, aynı saç rengiyle, aynı ayakkabıyla, aynı çantayla gidilmez ki işe! Yenilemek lazım, rengini uydurmak lazım. Saça uygun elbise, elbiseye uygun ayakkabı, ayakkabıya uygun çanta, çantaya uygun cüzdan, ona uygun cep telefonu lazım…
Modası geçenleri değiştirmek lazım. Bunun için de modayı takip etmek lazım. Özetle üretim-tüketim çarkında yağ, değirmeninde un olmak lazım.
Bütün bunlar için çalışmak lazım. Çalışmadan bu masraflar nasıl kazanılacak? Daha iyi görünmek için daha çok kazanmak lazım. O da yetmiyorsa, daha daha çok kazanmak lazım. Daha çok kazanmak için harcamadan olmuyorsa, daha çok harcamak lazım. Görünmeden daha daha çok kazanılamıyorsa, daha çok görünmek lazım. Daha çok görünmek için daha çok dikkat çekmek lazımsa, onu yapmak lazım. Onu yapmak için herkesten çok harcama yapmak lazımsa, onu yapmak lazım. Herkesten çok harcamak için, herkesten çok kazanmak lazım.
Hangisi hangisine lazımdı? Kafam karıştı…
Evden çıkıp mesai yapmayan kadının yaptığı “çalışmak” değildir. O tepeden bakılan, “Ev kadınıymış” yollu dudak bükülen bir “acizdir”. Evinin kadını olmak modernlere göre dudak bükülecek bir iştir. İş kadını daha hoş geliyor. Hatta sokak kadını bile ötekinden hoş geliyor.
Modernin gözünde o koca parası(!) yiyor. Patron parası mı? Amir fırçası mı? Onun bunun erkeklerinin ağız kokusu mu? Her işe gidiş gelişte yaşadığı tıkış tıkış otobüsler ve minibüslerdeki onur kırıcı durum mu? Onlar işin parçası ayol. Koca kârı yeme de, ne yersen ye! Koca fırçası yeme de, ister amir, ister ustabaşı, ister patron fırçası ye! Hatta sokak magandası ve çarşı maçosunun attığı laf bile ehven…
Ev kadını, üüü! Bir kere özgür(!) değil ayol. Yarım saat işten erken ayrıldığı için amirinden duyduğu lafı kargalar yemese de kendisi özgür. İşyerinde uygulanan sıkı denetime rağmen özgür. “Yarın müsait misin”lere verdiği “Mesaide olacağım, işten yorgun dönüyorum”lara rağmen özgür. Ama ev kadını handiyse esir canım…
Ama o anne. Çocukları var. Yani dünyanın en değerli, en asil, en soylu, en görkemli işini yapıyor. Yani insan yetiştiriyor. Çocuk sokakta yetişmez ki? Çocuk evde yetişir.
Olsun, o yine de “çalışmayan” kadındır. Annelik çalışmak sayılmıyor. Modernlere göre annelik işsizlik sayılıyor. Annelik angarya sayılıyor. Komedi de ne biliyor musunuz: Başkalarının doğurduğu çocuklara bakmak için kurulan sektörlerde çalışmak “iş”, orada çalışanlar da “çalışıp üreten kadın” sayılıyor da, kendi doğurduğu çocuğa bakmak “iş” sayılmıyor. Modernler kazara anne olduklarında durum şu oluyor: baba işe, anne işe, çocuk kreşe, ev pansiyon, aile pansiyoner…
Ondan sonra “bebek mi-köpek mi?” ikilemi geliyor: tıpkı Fransa’da, Almanya’da, Hollanda’da olduğu gibi. Köpek bebekten daha sevimli oluyor modern kadın için. Bir, vücudu deforme etmiyor… Öyle ya: tenperest modernliğin gerçeği bunlar, görmek lazım.
Ama küçük bir sorun: Köpeğin ille de küçük olması lazım; kucağa alınıp sevilecek kadar küçük. Ne de olsa kadın o. Bir canlıyı kucağına alıp sevme güdüsü yaratılıştan verilmiş. Çaresi yok, sevecek. Peki, köpek yerine bebek sevse olmaz mı? Bu soruya Avrupa’nın bebek-köpek (yan yana iyi durmadığını biliyorum, ama anlayın) rakamlarını karşılaştırdığımızda, şu zımni cevabı alıyoruz: Yok, zinhar olmaz! (Almanya’da kayıtlı köpek sayısı nüfus ile neredeyse eşit).
İyi de, köpek de en az bebek kadar masraflı.
Olsun! O kadar kusur kadı kızında da bulunur.
Kazara doğursa bile anneliği sevmemiş ve severek annelik yapmamış (Bunun yanında doğum yapamadığı halde harika annelik yapanlar da var). Annelik yapmadığı için duyguları gelişmemiş, ufku gelişmemiş, hayat tecrübesi gelişmemiş, bilgelik dersen sıfır. Ama olsun; onun köpeği ve bir de mesaili işi var. O kendini tüm annelere hava atma makamında görüyor.
İşte buraya yazıyorum: Cenneti annelerin ayakları altına seren İslam, kadını aşağılamadı. Fakat cenneti dünyada arayan tek dünyalı modernler gözümüzün içine baka baka anneliği aşağılıyorlar. Üstelik her birini bir ana doğurduğu halde.
Ne kadar ayıp! Ne kadar küstah! Ne kadar saçma!
KUR'AN'DAKİ ANNE SİZ MİSİNİZ?
Dr. R. Adeviye Akbulut'un Moral Dergisi'nde kaleme aldığı yazısı:

Gelecek nesillerin yetiştirilip, yönlendirilmesinde; terbiye edilip topluma kazandırılmasındaki temel kaynak, en etkili makam annedir. Anneler ne kadar eğitimli, hüsn-ü ahlak sahibi, mükemmel insan olurlarsa, yetiştirdikleri nesiller de o kadar mükemmel olacaktır. Yeter ki yapılan annelik, Kur'an'ın ruhuna, Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetine uygun olsun.
Cemiyetler ailesiz düşünülemezler. Aile, insanlığın varlığı ve devamı için gerektiği gibi, dünyanın düzen ve nizamı için de gereklidir. Bir toplumda aile düzeni ne kadar sağlam ve kuvvetli ise toplumlar o kadar refah ve saadet içindedirler. Fertleri de o derece mutlu ve huzurludurlar.

Her kadın ve erkeğin birbirlerine fıtraten ihtiyaçları olduğu gibi, her toplumun da sağlıklı ve huzurlu olabilmesi için bozulmamış ailelere ihtiyacı vardır. Kur’an-ı Kerim’de “Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp, aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de onun varlığının ayetlerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır” (Rum 30/21) denilerek, kadın ve erkeğin aile kurması ile ortaya çıkacak sevgi ve merhametten söz edilerek bunun fıtrat gereği olduğu açıklanmıştır. Bu sevgi, cinsellikten öte bir anlam taşır. Gerçi karı-koca arasında cinsel yönden de bir dayanışma vardır, ama şefkat ve merhamet bunun daha üstündedir. Her iki cinsin de kendine göre kabiliyetleri ve zaafları vardır. Bunlar bir araya geldiklerinde ancak bir bütün olup, eksikliklerini giderebilirler.

Kur’an-ı Kerim’in ana gayesi insanoğlunun dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır. Onun içindir ki ailede ve toplumda sadece belli bir kişi veya gurubu öne çıkarıp, kayırmaz. Toplumda ve ailede dengeyi kurmak için bir takım kurallar getirir. Hiç bir fert de –kadın veya erkek– kendisinin üstün tutulmasını isteyemez.

“Allah size kendi nefislerinizden (canlarınızdan) eşler yarattı. Eşlerinizden size oğullar ve torunlar oluşturdu” (Nahl, 16/2) ve “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden, ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinize karşı gelmekten sakının...” (Nisa, 4/1) ayetlerinden de Allah katında iki cinsin arasında fark olmadığı anlaşılmaktadır.

Özellikle aileyi oluşturan bireyler ailenin devamı için yaptıkları özverileri sanki lütufmuş gibi görmemeli, vazifeleri olduğunu düşünmelidir. Zira “aile” bu sorumluluklar göze alınarak kurulmuş bir birlikteliktir. Müslüman bir toplumda yaşadığımız halde, ölçüler o kadar karmaşık hâle gelmiş ki; fertler neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veremez olmuşlar. Maişet derdinden düşünmeye bile fırsat bulamıyor gibiler. Madde sanki mananın önüne geçmiş, sanki sevgi pınarları kurumuş gibi. Oysa Kur’an’da yukarıda bahsedilen Rum Suresi’nin 21. ayetinde bu sevginin Allah vergisi olduğu belirtilmiştir. Sevgi en zor anlarda bile insanı ayakta tutabilen bir iksirdir. Karşılıklı ilişkilerde bu esas olmazsa, ilişkilerin zayıf ve kısa süreli olması kaçınılmazdır. O sevgi ki Cenab-ı Hak tarafından tesis edilmiş, gönülden gönüle akıtılmıştır. Karı-kocanın birbirlerine, çocuklarına olan sevgisi, ana-babaya olan sevgi hep bu minval üzeredir.
Annenin yeri bambaşkadır

Karşılıklı ilişkilerde ailenin her ferdinin ayrı bir önemi olmakla beraber “annenin” yeri bambaşkadır. Bir kadının “hakiki anne” olabilmesinin temel şartı, tabiatıyla aile kurması, yani evlenmesidir. Onun içindir ki geçirdiği her dönemin büyük önemi vardır. Bu dönemler, onun ileride omuzlarına yüklenecek olan “annelik” görevini hangi derecede başarabileceği konusunda birer ölçüdür. Onun çocukluğu, aldığı eğitim ve gördüğü terbiye çok önemlidir. Evlilikle başlayan aile hayatı, çocuğun olmasıyla mükemmelliğe ulaşır. Aileye katılan çocukla birlikte kadın bir anne, erkek de bir baba olarak yeni sorumluluklar almışlardır.

Yüce Allah, anaların yüreğine öyle derin bir sevgi ve şefkat koymuştur ki bununla isterlerse ailenin bütün fertlerini koruyup kollayabilirler. Yeter ki anne bu sevgi ve şefkatini lüzumsuz yerlerde kullanmasın. Kendine verilen bu nimeti layık olanlarla paylaşsın. Bunun için her şeyden önce annenin; görevinin, sorumluluğunun farkında olması gerekmektedir. Eğer bir ailede anne, vazifesini yerine getirmezse o aileden hayırlı şeyler beklemek fazla iyimserlik olur.

Cenab-ı Hakk’ın Rahman ve Rahim isimlerine ayinedarlık yapan ve İlahi merhametin dünyamıza yansıyan sürekli bir görüntüsü "anne"dir. Onun kutsal görevi olan "annelik" ise öyle bir meslektir ki başka hiçbir meslekte eşi görülmemiş şekilde günde yirmi dört saat mesaisi olan, üstelik hiçbir ücret talep edilmeyen, her türlü eza ve cefaya seve seve katlanılan bir meslektir.
Toplumun çekirdeği hükmünde olan ailelerin mihenk taşı, özü annelerdir. O anneler ki peygamberler, âlimler, şehitler doğurmuşlardır. En cahilinden, en âlimine kadar hepsi de hürmete layık kimselerdir. Sanırım hepimiz için annemizden daha kutsal, daha hürmete layık bir başka kimse yoktur. Zira biliriz ki o bizi, biz olduğumuz için, ivazsız bir şekilde seven, olduğumuz gibi bağrına basan tek insandır.
Kur’an’daki anne

Kur'an-ı Kerim'de analığın zorluğundan, çektiği zahmetlerden çok açık ve net olarak bahsedilmiştir. (Lokman, 31/14, Ahkaf, 46/15) Bunun sonucu olarak yine birçok ayet-i kerimede ana-babaya iyilik ve itaatten bahsedilerek, o muhterem insanlara, özellikle anneye nasıl davranacağımız açıklanmıştır. Hatta en olumsuz şartlarda bile onlara en ufak bir saygısızlığın yapılamayacağı belirtilmiştir. (İsra, 17/23-24) Kur'an-ı Kerim anne ve babaya karşı "öf " bile demeyi yasaklayacak derecede onlara saygı ve itaati emrederken, öte yandan da İslam'a aykırı emirlerine itaatten bizleri men etmektedir. (Ankebut, 29/8 , Lokman, 31/15)
Anne çektiği zorluk ve sıkıntıların karşılığını dünyevi olarak saygı ve itaat şeklinde aldığı gibi, kendisine uhrevi müjdeler de verilmiştir. Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) annelere buyurdular ki: "Razı değil misiniz ki, biriniz kocası kendisinden razı olduğu halde hamile kaldığında Allah yolunda gündüz oruç tutup gece ibadet eden bir kişinin sevabı kadar sevap alsın." "Doğum sancısına tutulduğunda, gök ve yer ahalisi dahi onun için Cennette ne sevindirici şeylerin hazırlandığını bilemesin. Doğum yaptığında çocuğun memesinden emdiği her yudum süte bir sevap yazılsın. Gece çocuk onu uykusuz bıraktığında Allah rızası için yetmiş köle azad etmiş gibi sevap kazansın." (Munavi, Feyzu’l-Kadir, c. 2, s. 164)

Demek oluyor ki annelik zor ama çok kârlı bir meslektir. Yeter ki yapılan annelik, Kur'an'ın ruhuna, Peygamberimizin sünnetine uygun olsun. Gerçekten de annelik, sorumluluğu çok ağır olan bir görevdir. Zira gelecek nesillerin yetiştirilip, yönlendirilmesinde; terbiye edilip topluma kazandırılmasındaki temel kaynak, en etkili makam annedir. Anneler çocuklarını sadece doğurup, yedirip, içirip giydirmezler. Aynı zamanda o saf, temiz, yumuşacık beyaz bir hamura benzeyen çocuk fıtratını alıp işleyen, ona şekil veren insanlardır, beyin mimarlarıdır. Onun içindir ki; kendileri ne kadar eğitimli, hüsn-ü ahlak sahibi, mükemmel insan olurlarsa, yetiştirdikleri nesiller de o kadar mükemmel olacaktır. O halde mükemmelliğin sırrı nedir?
Anne ve şefkat

Yüce Allah Kur'an'da kadına ayrı bir önem vermiş, onun maddi manevi bütün haklarını gözetmiştir. Bunlara saygı gösterilmesi için de tedbirler almıştır. Kadın ve erkeği aynı şekilde muhatap almış, onlara müşterek sorumluluklar yüklediği gibi ayrıca yaratılışlarına uygun vazifeler de vermiştir. Kur'an ayetlerinin açıklayıcısı olan hadis-i şerifler de o mükemmelliğin ölçü ve sırlarını açıklamışlardır. Kitap ve sünnetten çıkan İslam Hukuku ise bu ölçüler için önemli bir kaynaktır.

Annelik sadece içgüdüsel bir olay gibi algılanmamalıdır. Onun da eğitimi, öğrenimi olmalıdır. Zira analardaki şefkat dediğimiz o engin duygu yönlendirilmezse çocuğa zarar bile verebilir. Bediüzzaman bu konuyu şöyle izah eder: "O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviye de tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakarlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. ‘Oğlum paşa olsun’ diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesinin tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; cehennem hapsine girmesini nazara almıyor." " Evet bu hakiki ihlas ile hakiki fedakarlık taşıyan validelik şefkati su-i istimal edilip, masum çocuğun elmas hazinesi hükmünde olan ahiretini düşünmeyerek, muvakkat fani şişeler hükmünde olan o dünyaya o çocuğun masum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkati su-i istimal etmektir." (Hanımlar Rehberi, s. 18, 19)

Analık etmek, özel bir psikolog olmak ve özel bir öğretmen olmak demektir. Anne, dengeleri iyi kurabilme yeteneğini elde etmelidir. Anne, sevecenliği ile bilimsel verileri kaynaştırabilmeli, gelenekselin içinden kendisi için İslami açıdan doğru bulduklarını seçip ayıklayarak iyi bir anne olmaya çalışmalıdır. Eğer bütün bunları yapabiliyorsa, ölçülerini Kur'an ve Sünnet’ten alabiliyorsa, kendine emanet edilen yavruları dünya ve ahiret saadetini elde edebilecek şekilde yetiştiriyor demektir.
Ne mutlu o Kur’an’daki anneye ki cennet ayakları altındadır.
Haber Merkezi / TİMETURK

ANA BABAYA KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ


ANA BABAYA KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ

Dünyaya gelmemize vesile olan anne-babalarımız, bizler için hayat ve huzur kaynağıdır. Bir hiçken Rabbimizin lütfuyla, anne-babamızın,sevgi,şefkat ve merhamet dolu kucağında hayata başlarız.

Anne-babanın çoçuğuna karşı beslediği sevgi, çok üstün bir sevgidir. Söz ile anlatılmayacak bir zevkle, kol kanat gererler-sahip çıkarlar. Her zaman, ilk önce çoçuğu düşünürler. Öyle ki onlar, yemez yedirirler; giymez giydirirler; ağlatmaz ağlarlar. Doğruyu, yanlışı, şefkati, merhameti, sevgiyi, fedakarlığı ve daha nice insanî erdemleri öncelikle onlardan öğreniriz.

Bu sebepten dolayıdır ki; anne-babalarımız ilk rehberlerimizdir.İslam dininde de anne-baba hakkı çok büyük bir öneme sahiptir. Yüce Rabbimiz bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor. "Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Anası onu zayıflık üstüne zayıflık çekerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. Bana ve ana babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş Allah adır." (Lokman-14)(Fizilal-il Kuran) Şüphesiz her müslümanın hedefi, Allah-ü Teala nın rızasını kazanmak ve ahirette sunacağı nimetlere ulaşmayı hedefler. Bu hedefe ulaşılmasında, salih amellerin ayrı bir yeri vardır. Anne-babaya karşı yumuşak davranıp, onların hayır ve duasını almak bu hedefe ulaşmada, müslümana yardımcı olacak en büyük etkenlerden biridir. Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur.

“Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve anne- babanın evladına duası.” (İbn Mace, Dua, 11) Bir mümin anne-babasına kesinlikle kötülük ve eziyet etmemelidir. Devamlı onlarla güzel bir dil ile, sesini yükseltmeden konuşmalıdır. Onlara iyilikte bulunmalı, saygılı davranmalı ve her ne olursa olsun onları üzmemelidir.

Unutmamalıdır ki kendisi güçsüz iken, anne-babası onu hiç kimseye muhtaç etmeden bütün zorluk ve meşakketleri aşmışlardır. Çoçuğun mutluluğu için nice fedakarlıklara katlanmışlardır. Zamanımızın çoçuklarını göz önüne aldığımız vakit, anne-baba ve büyüklere karşı saygının çok fazla olmadığını görürüz. Küçük olan büyüğe saygı göstermesi gereken yerde, çoğu zaman büyüklük kompleksine girebiliyor. Bu tür olaylarda kötü sonuçların ortaya çıkmasına sebep oluyor.

Aslında işin temeline bakmak lazım.Toplum İslamdan uzaklaştıkça, maneviyata verilen değerler azaldıkça, bu tür olayların çıkmasına şaşırmamak lazım. İşin bu noktasında da olgun, hak ve hukuku bilen insanlara sorumluluklar düşüyor. Yüce Rabbimizin emri olan, Emr-i bi l ma ruf nehy-il anil münker (İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak) i yaygınlaştırma ve hayatta tatbik etme işi, mümin insanların üzerine bir yükümlülük oluyor. Erdemli (faziletli) anne-babalar, çoçuklar için büyük bir rahmet ve berekettir.

Bir anne-baba herzaman çoçuğunun iyiliğini ister. Ona zarar gelecek bütün tehlikelere karşı, gözünü kırpmadan kendini öne atar. Çoçuğu ister küçük olsun, ister evlenmiş ve çoçuk sahibi olmuş olsun, ona karşı aynı duyguları besler. İşte bu tür sebepler göz önüne alındığı zaman anne-babanın hakkını ödemenin, çokta zor olduğu kanaatine varıyoruz. Zaten Peygamberimizin hadis-i şeriflerinden de anlıyoruz ki; anne-babanın haklarını ödeyemeyiz. Yapmamız gereken ise, onları mutlu edecek davranışlarda bulunmaktır. Büreyt den rivayet edilen bir hadîs-i şerifte; adamın biri Kâ be yi tavaf ederken annesini omuzunda taşıyarak tavaf ettirmiş.

Resulullah ın (sav) yanına gelerek: "Hakkını ödedim mi?" diye sormuş. Resulullah (sav) buyurmuşlar ki: "Hayır, sana hamile iken alıp verdiği bir nefesin hakkı bile değil." Yüce Rabbimiz tarafından biz insanlara yol haritası olarak gönderilen Kur an-ı Kerim de, özellikle anne-babanın yaşlılık günlerine işaret edilmektedir. Yaşlanan anne-babaya bir "öf" bile denilmemeli, her istediklerini yapmaya çalışılmalıdır. İşte imtihanın zor olan tarafıda belkide budur. Çünkü anne-baba kendi ayakları üstünde kalabiliyorken her şey güllük gülistanlık; yaşlandıklarında ise onları kendi hallerine bırakmak olmamalıdır. Hem onların bu hallerine bir gün bizim de düşebileceğimizi, aklımızdan çıkarmamalıyız.

Her ne olursa olsun ölümüde aklımızdan çıkarmamalıyız. Çünkü kim nekadar, yaşayacak? Kim ne zaman ölecek? sorularına cevap bulma imkanımız olmadığı için yarın; keşke bunu yapmasaydım veya keşke onlara çok daha iyi davransaydım dememek için, elimizden gelenin daha fazlasını anne-babalarımız için yapmalıyız. Ebu Davud’un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle denilmektedir. Resulullah (sav)’ın yanında oturuyorduk. Beni Seleme’den bir adam geldi ve dedi ki: “Ya Resulullah! Annem babam öldükten sonra, onlar için yapmam gereken bir vazife kalır mı?” Resulullah (sav) buyurdular ki: “Evet, onlara dua etmen, onlar için istiğfar etmen. Verdikleri sözlerini yerine getirmen. Onlarla bağlı olduğun akrabaya sılayı rahim yapman ve arkadaşlarına ikramda bulunman…”

Sözün özü olarak; Anne ve babaya her türlü ikram ve ihsanda bulunmak, onların ihtiyacı olduğu takdirde bütün maddi ihtiyaçlarını gidermek, onlara öf bile dememek, onlara karşı daima tatlı dilli olmak, en güzel tavır ve davranışlarla karşılık verip en ufak bir şekilde onları üzmemek, bıkkınlığı ifade edebilecek bir tavır takınmamak gerekir. Gönüllerini kıracak en küçük bir sözden bile kaçınmak, her hususta rızalarını kazanmağa çalışmak, onları kendisinden memnun etmek, yaşlandıklarında onların her türlü hizmetine koşmak, hastalık anlarında tedavî ve bakımlarını yaptırmak çocukların görevidir. Hasta veya yatalak hallerinde onların hizmetlerinde bulunmak, Cennet in kapılarını aralayan bir davranıştır. Rabbim bizleri, anne ve babalarına karşı bütün sorumluluklarını yerine getiren insanlardan kılsın...(Amin)

BABA SEVGİSİ

Baba Sevgisi
 Ahmet daha 11 yaşındaydı
Ahmedin babasıda para hırsına kapılıp onu neredeyse unutmuştu.üstelik
ahmet 1 yıl önce annesini kaybetmişti babasıda ilgilenmediği için ahmed tam bir boşluktaydı.
O sevgiyi para ile verebileceğini sanıp hergün ona güzel her çocuğun
hayalindeki oyununcaklardan alıyordu.Ahmed bu oyuncakları istemiyordu
babasının sevgisini istiyordu . Babası onunlan konuşurken yüzüne bile
bakmıyor saçını okşamıyor onun laflarına küçük diye önem vermiyordu.
Ahmedin okul notlarını bile önemsemezhale gelmişti babası . bu yüzden
ahmedin notları iyice düşmüştü. ona ahlak verde olmadığı için ahmet kötü
arkadaşlarıylan kötü alışkanlıklar kazanmıştı her gün ateş yakıyorlar
bazı yerleri ateşe veriyorlar.evlerin camlarına taş atıp kırıyorlar.
arabalara zarar verip kaçıyorlar.duvarlara spreylen yazı yazıyorlardı.
ahmed 1yıl sonra iyice pisliğe kapılıp sigaraya başlamıştı hergün babasından
para alıp sigara alıyordu günün yarısını sokaklarda geçiriyordu.okula gitmiyordu .
hatta arada sırada arkadaşlarına uyup alkol bile alıyordu. artık tam bir batağa girmişti
insanların cüzdanlarını cebinden alıyor . çıkan paralarla sigar içki alıyordu.
babası ilgilenmediği için farkında bile değildi ne hale düştüğü oğlunun
artık ahmet çıkılamayacak bir çukura düşmüştü uyuşturucuya başlamış hayatın başındayken sonuna gelmişti
bir sokak köşesinde yatarken buldular onu hastaneye götürdüler ama artık çok geçti babasını çağırdılar...
adam üzüntüden kahrolmuştu.ama artık çok geçti ne yaparsa yapsın oğlunu hiç bir şey yerine getiremeyecekti...
çevremizde buna benzer çok örnek var siz siz olun çocuklarınızı paraya değil sevgiye boğun.
onların istediği para değil onların istediği sadece sevgi

SENİN MAHZUNUN OLMAK BANA ŞADAN OLMAKTAN YEĞDİR..

.
Senin mahzûnun olmak bana şâdân olmadan yeğdir
Gamınla ağlamak ellerde handan olmadan yeğdir
Cihânın izz ü câhın böyle iz’an eyledim ben kim
Eşiğinde kul olmak dehre sultân olmadan yeğdir
Düşüp kûy-ı harâbât içre sûfîkâse-lîs olmak
Serîr-i devlete fağfûr-ı hâkân olmadan yeğdir
Cihân-ı bi-sebâtın rağmına devr ettirip câmı
İçip lâ-ya’kul olmak şâh-ı devrân olmadan yeğdir
Şarâb-ı aşk ile Nev’i gibi mest-i müdâm olmak
Bakıp bu ni’met-i dünyâya hayrân olmadan yeğdir
Nev'î

BÜLBÜL..

mavi bülbül resimleri

BÜLBÜL..

BÜTÜN DÜNYAYA KÜSKÜNDÜM,DÜN AKŞAM PEK BUNALMIŞTIM,
NİHAYET BİR ZAMAN KIRLARDA GEZMİŞ KÖYDE KALMIŞTIM
 
ŞEHİRDEN ÇIKMAK İSTERKEN SULAR ZATEN KARARMIŞTI
PEK ISSIZ BİR KARANLIK SONRADAN VADİYİ SARMIŞTI
 
IŞIK YOK,YOLCU YOK,SES YOK,BÜTÜN HİLKAT KESİLMİŞ LAL...
BU İSTĞRAKI TEK BİR NEFİHA OLSUN ETMİYOR İHLAL
 
MUHİTİN HALİ "İNSANİYET"İN TİMSALİDİR SANDIM
DÖNÜP MAZİYE TIRMANDIM,NE HİCRANLAR,NELER ANDIM
 
TAŞARKEN HAŞROLUP BEYNİMDEN ARTIK BİN MÜSELSEL YAD
Kİ VADİDE BÜTÜN,YER YER ENİNLER ÇAĞLAYIP DURDU
 
NE MUHRİK NAĞMELER,YA RAB,NE MEVCEMAC DEMLERDİ
AĞAÇLAR,TAŞLAR ÜRPERMİŞTİ,GÜYA SUI MAHŞERDİ
 
EŞİN VAR AŞİYANIN VAR,BAHARIN VAR Kİ BEKLERDİN
KIYAMETLER KOPARMAK NEYDİ EY BÜLBÜL,NEDİR DERDİN?
 
O ZÜMRÜT TAHTA KONDUN,BİR SEMAVİ  SALTANAT KURDUN
CİHANIN YURDU HEP ÇİĞNENSE,ÇİĞNENMEZ SENİN YURDUN!
 
BU GÜN BİR YEMYEŞİL VADİ,YARIN BİR KIPKIZIL GÜLŞEN,
GEZERSİN HANUMANIN ŞEN,İÇİN ŞEN,KAİNATIN ŞEN!
 
HAZANSIZ BİR ZEMİN İSTERSE,ŞAYET RUH-I SERBAZIN,
UFUKLAR,BU'D-İ MUTLAKLAR BÜTÜN MAHKÜM-I PERVAZIN
 
DEĞİL BİR KAYDA,SIĞMAZSIN KANATLANDIN MI EB'ADA
HAYATIN EN MUHAYYEL GAYEDİR AHRARA DÜNYADA
 
NEDEN ÖYLEYSE MATEMLERLE EYYAMIN PERİŞANDIR
NİÇİN BİR KATRECİK GÖĞSÜNDE BİR UMMAN HURUŞANDIR?
 
HAYIR MATEM SENİN HAKKIN DEĞİL,MATEM BENİM HAKKIM
ASIRLAR VAR Kİ AYDINLIK NEDİR HİÇ BİLMEZ AFAKIM
TESELLİDEN NASİBİM YOK,HAZAN AĞLAR BAHARIMDA
BUGÜN BİR HANUMANSIN SERSERİYİM ÖZ DİYARIMDA
 
NE HÜSRANDIR Kİ:ŞARK'IN BEN VEFASIZ,KANSIZ EVLADI,
SERAPA GARBA ÇİĞNETTİM DE ÇIKTIM HAK-İ ECDADI
 
HAYALİMDEN GEÇERKEN ŞİMDİ,FİKRİM HERC-Ü MERC OLDU,
SELAHADDİN-İ EYYUBİ'LERN,FATİH'LERN YURDU
 
NE ZİLLETTİR Kİ: NAKÜS İNLESİN BEYNİNDE OSMAN'IN
EZAN SUSSUN,FEZALARDAN SİLİNSİN YADI MEVLANIN
 
NE HİCRANDIR Kİ EN SEVKETLİ BİR MAZİ SERAP OLSUN!
O KUDRETLER,O SATVETLER HARAB OLSUN,TÜRAB OLSUN,
 
ÇÖKÜK BİR KUBBE KALSIN MA'BEDİNDEN YILDIRIM HAN'IN
ŞENAALERLE ÇİĞNENSİN MUAZZAM KABRİ ORHAN'IN
 
NE HEYBETTİR Kİ VAHDET-GAHI DİNİN DEVRİLİP,TAŞ,TAŞ,
SÜRÜNSÜN ŞİMDİ MİLYONLARCA ME'VASIZ KALAN DİNDAŞ
 
YIKILMIŞ HANÜMANLAR YERDE İŞKENCEYLE KIVRANSIN
SERİLMİŞ GÖVDELR,BİNLERCE,YÜZ BİNLERCE DOĞRANSIN!
 
DOLAŞSIN,SONRA,İSLAM'IN HAREM-GAHINDA NA-MAHREM
BENİM HAKKIM,SUS EY BÜLBÜL,SENİN HAKKIN DEĞİL MATEM!
 
MEHMET AKİF ERSOY

AŞKIN SIRRI

AŞKIN SIRRI

ADEME SECDE ETTİNSE,UZAK DEĞİL YAKINDASIN
MÜRŞİDE BİAT ETTNSE,ELÜSTÜNÜN  FARKINDASIN
 
NUH NEBİYİ DÜŞÜNDÜNSE,TUFAN GÖRMÜŞ UMMANDASIN
EHL-İ BEYTE YÜZ SÜRDÜNSE,SULTAN İLE SULTANDASIN
 
NEFİS PUTUNU KIRDINSA,İBRAHİM'LE DİVANDASIN
BENLİK ARINDAN GEÇTİNSE,İSMAİL'LE KURBANDASIN
 
SABIR YOLUNU SEÇTİNSE,YUSUF İLE ZİNDANDASIN
EYÜP SIRRINI BİLDİNSE,HER DERTLİYE DERMANDASIN
 
KENDİ TUR'UNA ÇIKTINSA,MUSA İLE SİNA'DASIN
ALİ'YE TURAB OLDUNSA,FATİME'YLE MİNADASIN
 
DAVUT'A SAPAN OLDUNSA,FİLİSTİN'DE DEVRANDASIN
GERÇEĞE AGAH OLDUNSA,İSA İLE SEYRANDASIN
 
AHMEDİYETİ ÇÖZDÜNSE,AŞK DENİLEN FERMANDASIN
EBÜL ERVAH'I GÖRDÜNSE,MUHAMMED İLE KUR'AN'DASIN
 
TEVHİD NURUNU BİLDİNSE,LA'da DEĞİL İLLA'dasın
SIRRIN O AŞKA HALİDSE,ALLAH İLE ALLAH'TASIN

FİLİSTİN

FİLİSTİN

YOLLARA DÖKÜLDÜ ÇELİK ZIRHLAR  ATEŞ KUSUP  NE EV BIRAKIYOR NEDE BİR DUVAR
YA ŞU ÇOCUKALRIN NE GÜNAHI VAR,ALEV ALEV YANAN  ATALARIMIN YAŞADIĞU FİLİSTİN
FİLİSTİN'DİR BU MAZLUM MÜSLÜMANLARIN OLUK,OLUK KANI AKIYOR SEYREDİYORLAR,.
DÜNYA SAĞIR,DÜNYA KÖR.DÜNYANIN KALBİ KARARMIŞ  MERHAMETSİZLER  İBLİSLE ELELE VERMİŞLER
KASKATI KESİLMİŞ KÖR DUYGULARININ ACI  İNTİKAMINI ALIYORLAR LANETLİ GEÇMİŞLERİNİN
 
GAZZE'NİN HALİNE YÜREK DAYANMAZ SIKIŞTIRMIŞ HAİN SİYONİSTLER FASİT BİR DAİREYE
SU YOK ABDEST ALMAYA  YİYECEK YOK KARIN DOYURMAYA GECELER KARANLIK ELEKTİRİK YANMAZ
HİÇ DURMAMIŞCASINA SALDIRIP FÜZELERLE VURUYOR ÇOLUK ÇOCUK DEMEDEN  SİONİST  UTANMAZ
SOKAKLARDA CANSIZ BEDENLER KOL BACAK KELLE  GÖVDE KARIŞMIŞ BİBİRİNE YİNEDE AMAN DİLEMEZ
DÜNYA SAĞIR,DÜNYA KÖR,DÜNYANIN KALBİ KARARMIŞ MERHAMETSİZLER İBLİSLE ELELE VERMİŞLER
 
ANALARIN GÖKLERE YÜKSELEN FERYADINI DUYAN YOK,UNUTMAYIN Kİ MAZLUMUN HERZAMAN ALLAH'I VAR
KANLA SULUYORLAR PEYGAMBERLERİN YAŞAYIP HAYAT SÜRDÜKLERİ  KENANİ  DİYARLARINI,
UNUTMUŞLAR GEÇMİŞLERİNİ VAR GÜÇLERİYLE SALDIRIYORLAR MAZLUMLARI YOK EDERCESİNE
ŞEHİRLERİ TEK TEK KUŞATIYORLAR ÇARESİZLERE YAŞAM HAKKI TANIMAYIP ADETA KİN KUSUYORLAR
HANİ BÜYÜK ŞEYTAN AMERİKA, HANİ İNSAN HAKLARININ SAVUNUCUSU KÜÇÜK ŞEYTAN AVRUPA
FİLİSTİNDE MAZLUM MÜSLÜMAN HALKIN KANI AKIYOR KİM ÇARE BULACAK KANSER OLMUŞ BU  DERDE
 
  HERKES SORUYOR ZULÜM EDEN GÖZÜ DÖNMÜŞ KAPİTALİST ZALİMİ KİMLER  KORUYUR
KİMSE GÖRMESEDE KAİNATI VAR EDEN GÖRÜYOR FİLİSTİNDE MAZLUM MÜSLÜMAN KANI AKIYOR
ZALİMLER KENDİLERİNE YAPILAN ZULÜMDEN HİÇ DERS ALMAZLARMI FIRINLARA ATILDIKLARINDAN
KİMSENİN YAPTIĞINI YAPACAĞINI ALLAH YANINA KAR BIRAKMAZ OLUR DERLER AMA BU KADAR OLMAZ
DÜNYA SAĞIR, DÜNYA KÖR DÜNYANIN KALBİ KARARMIŞ MERHAMETSİZLER İBLİSLE ELELE VERMİŞLER.....
UNUTMAYIN ALLAH ENİNDE SONUNDA MAZLUMLARIN AHINI ALACAKTIR KANLARI AKSADA ZAFER İSLAMIN ÜZERİNE DOĞOCAKTIR....
YAŞASIN FİLİSTİNİN MÜSLÜMAN HALKI.

NAMAZ

   

NAMAZ

YİNE'Mİ  BAŞINI SECDE'YE KOYMADAN YATACAKSIN
YİNE Mİ MELEKLERİ AĞLATIP İBLİSE KANACAKSIN 
 SÖYLESENE.
SEN NE ZAMAN NEFSİNİ ZEHİRLİYECEKSİN ? 
 NE SABAH KILDIN 
NE ÖĞLEN KILDIN 
 NE İKİNDİ
NE  AKŞAM  
 NE  O  YOKSA ELİN  AYAĞINMI  KİLİTLENDİ ?
HADİ  BARİ  YATSIYI  KIL    ÜŞENME İBLİSİ 
SEVİNDİRME    KALK  SECDELİLERİN  ARASINA  KATIL 
 HADİ  HAREKETLEN
HADİ  BE   SIVA  KOLLARINI 
 ABDESTİNİ  AL  VUR  ALNINI  SECDEYE   
CENNETİN  DÜŞÜNE DAL  
 DÜN  İBLİSE  EĞİLEN  BOYNUN 
BU GÜN  ALLAH'A  EĞİLSİN...
SEN  ALLAH'IN   KULUSUN  
 KOVULUP  LANETLENMİŞ İBLİSİN KULU DEĞİLSİN
 NAMAZ  MÜMÜN'İN MİRACI'DIR.
AYRI BIRAKMA GÖNLÜNDEKİ SEVGİDEN
KOY BAŞINI SECDEYE 
 ONU ORADAN  AYIRMA 
 İHLASLA  YAP  O  SENİ  KURTARCAK  OLAN  İLK  ADIMLARINDAN BİRİDİR 
 BOMBALAR  ŞARAPNALLER  ALTINDA  OLSAN  DAHİ 
AYIRMA  BAŞINI  SECDEDEN 
BU  MÜŞKÜLATLAR  ALTINDA  BULUNAN ATALARIN DA KALDIRMAMIŞTI   BAŞINI  SECDEDEN
KOY  ALNINI  SECDEYE SEVİNSİN SECCADEN 
ÖYLE  KOY   Kİ ALNINI  SECDEYE 
HİÇ BİR ŞEY  KOPARAMASIN  SENİ SECDEDEN 
KOY ALNINI DERKEN ANLIYORSUN  DEĞİLMİ ?
KENDİ BAŞIN YOKSA  İNCİTME
( SEBEBSİZ) KAFİRİN DAHİ  GÖZÜNÜ KAŞINI
"KOY ALNINI   SECDEYE"
YOKSA  NAMAZ KILDEMEK  YAKIŞIYORMU MÜMİNE ...
SECDESİZ  GÜN GEÇİRME  TİRYAKİSİ OL ..
ALLAHU EKBER SÖZÜNÜN   SENİN DE   NURU   OLSUN  NAMAZ GÖZÜNÜN
HADİ  DURMA
KOY  ALNINI  SECDEYE  KOY Kİ YAKIN OL
EL ALİY'YE
 NEFSİN DİYEBİLİRKİ "
"BU GÜN SÖZ VER  YARIN KILARSIN"
AZRAİL  (a.s) İLE  KARŞILAŞINCA  BU SÖZLERİ DAHA İYİ ANALARSIN .....
O  ZAMAN  KOY ALNINI SECDEYE
Sabah namazını kılarken beynimde şimşekler çaktı. Bir an aklım ve kâinatım aydınlandı. Sevincime, hazzıma ve huzuruma diyecek yoktu. Dilim, “Elhamdülillahi Rabbilalemîn” (1) derken, aklım da nefsime: “Sen sadece seni terbiye eden Zât’ın huzurunda değilsin; sen, âlemleri terbiye eden Zât’ın huzurundasın. Yani senin Rabbin, aynı zamanda görünen ve görünmeyen bütün varlıkların Rabbidir. Öyleyse Allah’ın düşmanları ve inkârcıları hariç, bütün varlıklar senin kardeşin, zikir ve ibadet arkadaşındır. Kardeş kardeşe zarar vermez. Arkadaş arkadışını yardımsız, desteksiz ve duasız bırakmaz. Sen âlemlerin Rabbinin kulu olma şeref ve nimetine layık görülmüşsün. İnsan olan bu nimeti teşekkürsüz bırakmaz. Namaz kılar, namazda da ibadetini, duasını ve dilekçesini Allah’a sunar, hem kendisine, hem de kardeş ve arkadaşlarına Allah’dan yardım ister: “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım isteriz,” (2) der.
Madem Allah âlemlerin Rabbidir, öyleyse âlemler sayısınca takdire, hamde ve övgüye de ancak o layıktır. Çünkü âlemleri yaratan, yürüten, yöneten, yediren, içiren, büyüten, yaşatan O’dur. Bu işi kim yapıyorsa elbette hamd ve övgü de onun hakkı olacaktır.
Allah Teâla, hem âlemlerin sayısınca övülmeye layıktır; hem de her an övülmeye, layıktır. Çünkü O, her an övülmeye layık işler yapmaktadır. İnsana gelince, o da her an Allah Teâla’yı övmeye layıktır. Çünkü Allah’ın her an devam eden en önemli, en kıymetli nimetleri insana, insanın sofrasına akıp gelmektedir.
Tesbihatta 33 defa “Elhamdülillah” demekle ve tekrar eden namazlarımızla güya biz, “Allahım! Senin tekrar eden nimetlerine, tekrar tekrar hamd etmek istiyoruz,” diyoruz ama ne mümkün! Sayısız tekrar eden nimetin yanında 33 tekrarın sözü mü olur? Layıkıyla karşılık veremediğimiz açık. Çünkü biz, namaz kılıyoruz, tesbihlerimizi çekiyoruz, yoruluyoruz, duruyoruz, Allah’ın tebrik, takdir ve hamde layık nimetleri hiç durmuyor, hep devam ediyor. Buradan da anlıyoruz ki, Allah’ın hakkını ödemek mümkün değildir.
Bunun içindir ki Hamidlerin Reisi, Kâinatın Efendisi (s.a.v) bile kâinat çapındaki hamdini takdim ettikten sonra:
Ey Mahmud-u Mutlak! Senin hakkın olan hamdi Sana takdim edemedim!
diyerek hüznünü, aczini ilan etmiş, affını istemiştir.
Biz de bunları bildiğimizdendir ki ayıp ve kusurumuzun altında eziliyor, büyük bir mahcubiyet içinde her namaz farzının arkasından tekrar tekrar estağfirullah estağfirullah estağfirullah diyoruz. “Sana layık olan namazı kılamadım, Senin hakkın olan Hamdi, şükrü, tesbihi, tahmidi, tekbiri ve takdiri Sana takdim edemedim; beni bağışla ya Rabbi!” diyerek çaresizliğimizi ilan ediyor, affımızı istiyoruz. “Peygamberimizin günde yetmiş kere, yüz kere tevbe ve istiğfarda bulunmasının (3) sırrını da böylece anlamış oluyoruz.
Kendini dahi terbiye edecek kadar kemali, cemali, marifet ve hüneri olmayan biri kalkıyor, karşısındakilerden hak etmediği övgüyü bekliyor. Böylelerini, sınırsız hamde layık olan Allah kınıyor ve çok acıklı bir azaba çarpılacaklarını haber veriyor. (4)
Ayet-i celile’ye (5) göre Allah, sadece beni terbiye etmiyor; aynı zamanda benim muhtaç olduğum her şeyi terbiye ediyordu. Yani her şeyi benim istifade edebileceğim hale getiriyordu. Nasıl hayret etmeyecek ve hayran olmayacaksın ve nasıl aşkla, şevkle hamd etmeyip nankörlük edeceksin? Ve sen Allah’ın nankörler için söylediği:
Kahrolası insan ne kadar nankördür o!” (6) “Ey insan! İkramı ve nimeti bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?
(7) hitabına nasıl dayanacaksın?
Allah, nimetlerini sayarken gökten yağmuru indirdiğini, yerden türlü türlü ürünleri çıkardığını, dikkatlerimize sunduktan sonra bunlardan bir kısmı size, bir kısmı hayvanlarınıza (8) diyerek beni düşündüğü gibi, benim atımı, öküzümü, ineğimi koyunumu ve tavuğumu da düşünmüştür. Görüyorum ki bana hazırladığı şu sarayda ilgilenmediği, bakımını yapmadığı, ihtiyacını karşılamadığı hiçbir şey yoktur. Havanın, güneşin, denizlerin, toprağın bütün bir kâinatın bakımını yapıyor.
İçimden gelerek diyorum: Kul olunca işte böyle bir Padişah’a kul olacaksın. Hayran ve aşık olunca işte böyle bir Sevgiliye aşık ve hayran olacaksın. Kurban olunca işte böyle her şeyi sana kurban edene, kurban olacaksın.
Bu duygu ve düşüncelerle ikinci rekâta kalktım. Tam bir sevinçle, büyük bir iştiyakla Elhamdulillahi Rabbilalemin, dedim ve diyorum. Ebediyyen demeye de devam edeceğim. Her zaman Onun kulu olduğumu ilan edeceğim.
Aklımla kâinatı kuşattım, her şeyi aklımın ortasına koydum ve her şey adına
İyyake Nabudu ve iyyake Nestaîn.
” yani Ey âlemlerin Rabbi ve benim Rabbim!
Sadece Sana tapıyor ve yalnız Senden yardımistiyoruz.dedim.
 Bütün kâinatla beraber namaz kıldığımı veya namazımla onların namazına iştirak ettiğimi fark ettim. Sadece kendime değil, Adem (a.s) dan kıyamete kadar gelecek olan bütün mümin kardeşlerime, aileme, dine hizmetteki arkadaşlarıma, kırdıklarıma, kırıldıklarıma, hatta bitkilere, hayvanlara, cansız varlıklara, ahlaklılara, hatta ahlaksızlara, hatta kâfirlere, kısaca bütün bir kâinata dua ettiğimi fark ettim, beni her şeye, her şeyi bana dua ettirene bir kere daha hayran oldum.
Fatiha’nin “İhdinassıratalmüstekîm=Bizi dosdoğru yola ilet” ayetiyle de Müminlerin nimet ve iyiliklerinin artmasına, kâfirlerin ve ahlaksızların hidayete kavuşmasına ve ahlaklı olmalarına dua ettiğimi anladım.
Bu namazımda bir şeyi daha anladım: Hak’la ilişkisi güzel olanın halkla ilişkisinin de güzel olacağını, namaz kılan müminin diğergam olduğunu, kendinden başka her şeyi ve herkesi düşündüğünü, düşünmesi gerektiğini, kılmayanın ve inanmayanın kimseyi düşünmediğini ve düşünemeyeceğini.
Düşündüm… Yokluktan kurtulup varlık alemine çıktığıma, taş olmaktan kurtulup canlı olduğuma, hayvan olmaktan kurtulup insan olduğuma, insan olmaktan kurtulup Müslüman olduğuma, namazsız ve ahlaksız Müslüman olmaktan kurtulup güzel ahlaklı ve namazlı bir Müslüman olduğuma, cahil bir Müslüman olmaktan kurtulup alim, arif ve ihlaslı bir Müslüman olduğuma, en mükemmel halkla ilişkiler kitabı olan Kur’an’a talebe, en mükemmel halkla ilişkiler uzmanı olan Peygamberimize ümmet ve bu yüksek hakikatlere muhatap bir fert olduğuma şükrettim.
Allah’ın nimetlendirdiği kimselerin yolunda ve kafilesi içinde olduğuma, azıp sapanların, Allah’ın azabına ve gazabına çarpılanların (9) yolunda olmadığıma şükr ettim.
Bunlardan mahrum insanlardan biri de ben olabilirdim. Af buyurunuz, tuvaletlerde, yolların kenarlarında, milletin gözü önünde ayakta işeyecek kadar edepten ve hayadan yoksun insanlardan biri de ben olabilirdim. Eli silahlı bir eşkıya, canlı bomba bir terörist; alkol alan, trafiğe çıkan bir canı, aldatan bir dolandırıcı, sahtekâr bir tüccar, hain bir eş, hain bir arkadaş, hain bir vatandaş, inkârcı bir ateist, iki yüzlü bir münafık da ben olabilirdim. Böyle olmadığım için Elhamdulillahi Rabbilâlemîn, dedim.
Beden temizliğini, elbise temizliğini ve mekân temizliğini, diş fırçasını ve tuvalet adabını yedinci asırda keşfederek insanlığa öğreten bir Peygamber’le, bir dinle büyük insaniyet olan İslamiyet’le tanışmamış biri de ben olabilirdim. Böyle olmadığım için Elhamdulillahı Rabbilalemîn, dedim.
Yaptığı bir yanlıştan dolayı bin ah çeken, vicdan azabıyla kavrulan, kırdıklarına barış elini uzatan, kırıldıklarını affeden, herkesin iyiliğini düşünen, yaratılmışı Yaradan’dan ötürü seven bir Müslüman olduğuma şükrettim. Sabah namazının bereketli esintileriyle beni baş başa bırakan, huzuruna kabul eden Âlemlerin Rabbine âlemlerin hamdini takdim ettim.
DİPNOTLAR:
1-Fatiha, 1 / 2
2-Fatiha, 1 / 5
3-Bkz. Buharî, Daavat, 3;
4-Bkz. Al-i İmran, 3 / 188
5-Fatiha, 1 / 2
6-Abese, 80 / 17
7-İnfitar, 82 / 6
8-Bkz Abese,
9-Bkz. Fatiha, 1 / 7

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...