17 Eylül 2013

Allah'ın Rızasını Kazanan İnsan Dünyadaki En Büyük Zevki Kazanmıştır

Allah'ın Rızasını Kazanan İnsan Dünyadaki En Büyük Zevki Kazanmıştır

  • Herkesin çok yakından bildiği güzel duyguları sürekli olarak yaşamak mümkün müdür?

  • Mutluluğun sürekli olması için ne yapmak gerekir?

  • Yüce Allah’ın kullarına bah-şettiği en güzel duygular arasında mutluluk ve zevk almak gelir.

    “Hani İmran’ın karısı: “Rabbim, karnımda olanı, ‘her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen” demişti.” (Ali imran Suresi, 35) ayetinde haber verildiği gibi Allah’ın salih kulları olan müminler için, ‘Allah’ın rızası’ hayatlarının asıl amacı ve en büyük zevkidir. 

    Müminler, kendilerini yoktan var edip, istedikleri herşeyi kendilerine verenin, herşeyin gerçek sahibinin ve tek hakiminin Allah olduğunu, tüm olayların O’nun dilemesiyle gerçekleştiğini, O’nun hem rahmet hem de azap sahibi olduğunu çok iyi bilen insanlardır. Bu yüzden müminlerin Allah’a olan bağlılıkları, tevekkülleri ve sevgileri çok güçlüdür.

    Müminler hayatları boyunca yalnızca Allah’a ibadet eder, yalnızca O’ndan yardım dilerler (Fatiha Suresi, 4) ve O’ndan başka hiç kimseden korkmazlar. Allah’a karşı duydukları bu güçlü sevgi ve bağlılıklarından dolayı Allah’a karşı daima şükredici bir tavır içerisinde olur ve O’na kullukta asla gevşeklik göstermezler. Allah’ın rızasını kazanmak için çok şevkli ve titiz davranırlar. İman etmeyen insanların uğruna hayatlarını adadıkları tüm dünya menfaatlerinden ve değerlerinden, Allah’ın rızasına ve cennetine kavuşmak için vazgeçebilirler. Bundan dolayı da içlerinde hiçbir sıkıntı ve huzursuzluk hissetmezler. Çünkü onlar ayette bildirildiği üzere ‘Allah’ın rızasını arayıp kazanmak amacıyla nefislerini satın alanlar’(Bakara Suresi, 207) ve ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır’ (Enam Suresi, 162) diyerek Allah yolunda ‘dosdoğru’ bir istikamet tutturanlardır. 

    Müminler İçin Dünya Hayatının Metaı Allah’ın Rızasını Kazanmak İçin Bir Araçtır

    Yüce Allah Kuran’da dünyadaki pek çok nimetin bazı insanlar için tutku haline geldiğini şöyle haber vermektedir:

    “Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır.” (Al-i İmran Suresi, 14)

    İman etmeyen bir insan için amaç haline gelmiş olan bu nimetler, müminler için sadece Allah’ın rızasını kazanmak için kullanılacak birer araçtır. Bu nedenle müminler bunların hiçbirini tutku haline getirmez ve bunlara hırsla bağlanmazlar. Müminler için malca çoğalıp, zenginleşmek ya da makamca ilerlemek hiçbir zaman için bir amaç değildir. Onlar Allah’ın kendilerine verdiği herşeyin bir nimet olduğunu ve O’na şükretmeleri gerektiğini bilirler. Hiçbir zaman küçük ve geçici dünyevi menfaatler için Allah’ın rızasını gözardı etmezler. İnsan eğer elindeki tüm imkanları ve olanakları Allah’ın rızasını kazanmak için kullanacak olursa, Allah’ın “...Kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl Suresi, 97) ayetiyle bildirdiği gibi, dünyada da ahirette de güzel bir karşılık bulacaktır.

    Bir insanın en önemli sorumluluğu, kendisini yoktan var eden Rabbimiz’in rızasını kazanmak, Allah’ın sevgisine ve rahmetine layık olmaya çalışmaktır. Allah’ın rızasını kazanmak ahiret hayatını kazanmak için bir vesile olduğu gibi, aynı zamanda insana mutluluk ve huzur verecek yegane yoldur. Allah’ın şanını gerektiği gibi tanıyıp takdir edemeyerek insanların rızasını arayanlar ya da benzeri boş hedeflere kapılanlar, gerçek anlamda hiçbir zaman tatmin bulamaz ve mutlu olamazlar. Oysa Allah’ın rızası, bir insanın kalbinin tatmin bulacağı en büyük sevinç ve mutluluktur.

    Kuran ayetlerinde şu şekilde bildirilir:

    “(Allah)… Kendisi’ne katıksızca yöneleni dosdoğru yola yöneltip-iletir. Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Rad Suresi, 27-28)

    Müminler Allah Rızasını Kazanmak İçin Özel Yaratılan Zorluk Anlarından Büyük Zevk Alırlar

    Müminlerin mutluluğu zorluk ve sıkıntı anlarında göstermiş oldukları Kuran ahlakı ile daha da kalıcı bir hale gelir. Müminler, hep Allah’ın rızasını düşündükleri, akıllarını ve vicdanlarını hep bu yönde kullandıkları için, olumsuz durumlardan asla inkar edenler gibi negatif yönde etkilenmezler. Aksine zorluk ve sıkıntı anlarında gösterecekleri güzel ve teslimiyetli tavırlarla Allah’ın rızasını kazanabileceklerini umdukları için, böyle bir anda bile Allah’ın izniyle mutluluklarından hiçbir şey eksilmez.

    Müminler Allah’ın beğenmeyeceği bir tavır göstermektense, Allah’ın rızasına uygun hareket edebilmek için, gerektiğinde bile bile zorluk içerisine girmekten de çekinmezler. Bu üstün ahlakın en güzel örneklerinden birini Hz. Yusuf (a.s.)’ın tavrında görürüz. Kardeşleri Hz. Yusuf (a.s.)’a bir tuzak kurmuş ve onu bir kuyuya bırakmışlardır. Daha sonra burada onu bulan bir yolcu kafilesi onu Mısırlı bir azize satmıştır. Allah, Hz. Yusuf (a.s.)’ı Mısır’da yerleşik kılmış, ona sözlerin yorumundan bir bilgiyi öğretmiş ve ona hüküm ve hikmet vermiştir.

    Allah burada Hz. Yusuf (a.s.)’ı önemli bir denemeden geçirmiştir. Hz. Yusuf (a.s.)’ın yanında kaldığı vezirin karısı ondan murat almak istemiş, Hz.Yusuf (a.s.) ise onun bu tavrından Allah’a sığınmıştır. Kadının kendisine kurduğu hileli düzenden kaçınmak ve Allah’ın rızasına uygun bir tavır gösterebilmek için zindan gibi bir yere girmeyi, ayette bildirildiği üzere daha ‘sevimli’ bulmuştur. Yüce Allah, Hz. Yusuf (a.s.)’ın kendisini kurulan bu tuzaktan kurtarması için Allah’a ettiği duayı, Kuran’ın Yusuf Suresi’nde şöyle bildirmektedir:

    “(Yusuf) Dedi ki: “Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum.” Böylece Rabbi, duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir. Sonra onlarda (Yusuf’un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağır bastı.” (Yusuf Suresi, 33-35)

    Hz. Yusuf (a.s.) üstün bir ahlak örneği göstermiş ve Allah’ın rızasına uygun hareket edebilmek için zindana girmeyi tercih etmiştir. Hz. Yusuf (a.s.)’ın zindan gibi bir yeri ‘sevimli’ bulması, Allah’ın rızasına uygun bir tavır göstermiş olmasının verdiği mutluluğun ve rahatlığın bir ifadesidir. Hz. Yusuf (a.s.)’ın, Allah’ın rızasını kazanmadaki bu kararlılığı ve şevki tüm müminler için önemli bir örnektir. Her samimi mümin, tıpkı Hz. Yusuf (a.s.)’ın yaptığı gibi, eğer Allah’ın rızasını ve sevgisini kazandıracaksa zorluğu ve sıkıntıyı seve seve tercih eder. 

    İnsan Allah Rızasını Kazanmak İçin Çaba Harcamaktan Zevk Alacak Bir Fıtratta Yaratılmıştır

    Allah’ın rızasına uygun hareket etmek, O’nun sevgisini, dostluğunu ve yakınlığını ummanın verdiği derin heyecan bir insanın alabileceği en büyük zevktir. Bu, bazı insanların hayatları boyunca hiç farkına varamadıkları ve hiç tatmadıkları çok derin bir duygudur. Çünkü bir insanın en yakın dostu, yegane yardımcısı ve destekçisi, asıl sevdiği ve tüm hayatını rızasını kazanmaya adadığı Rabbimiz Allah’tır.

    İman eden bir insan, uyandığı andan itibaren tüm vaktini Allah’ın beğeneceği bir ahlak gösterebilmek, O’nun sevgisini kazanabileceği davranışlarda bulunmak için geçirir. Allah’ın hoşnut olacağını umduğu bir tavır gösterebildiği her an, iman eden bir insan için büyük bir heyecan kaynağı ve büyük bir sevinç vesilesi olur. Allah üstün güç sahibidir. O’nun kudreti karşısında her insanın yapması gereken kulluk görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmektir. Bu iman sahibi bir insanın ibadetlerine gösterdiği titizlikle kendini belli eder. 

    Aynı şekilde Allah’ın rızasına uygun olmayan bir tavırdan, O’na olan sevgisinden dolayı sakınması, O’na olan sadakatinden ve bağlılığından taviz vermemiş olması da yine iman eden bir kimsenin kalbinde derin bir mutluluk hissi oluşmasına neden olur. Salih bir mümin tüm hayatı boyunca, insanlar arasında Allah’ın en sevdiği, en çok hoşnut olduğu, Allah’a en yakın kişi olabilmek için çabalar. Bu çabanın ruha verdiği haz, dünyadaki hiçbir nimetten alınacak zevkle kıyaslanamaz. Tüm bu zevkler müminlerin ahirette de sonsuza dek tadacakları nimetlerdendir. Allah, iman eden kulları için ahirette de “rahmetinin, rızasının ve cennetinin” olduğunu müjdelemektedir:

    “De ki: “Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin Katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir.”” (Al-i İmran Suresi, 15)
  • Asla Bir Yere Varmayan Boş Bir Çaba: Her Şeye Sahip Olma Tutkusu

    Asla Bir Yere Varmayan Boş Bir Çaba: 

    Her Şeye Sahip Olma Tutkusu

    Dünyanın en büyük sarayında yaşayan bir insan, aynı anda kaç odada birden oturabilir? 

    Veya en güzel kıyafetlere sahip olan bir insan, bir seferde bu kıyafetlerin kaçını giyebilir? 

    Açıktır ki bir kişi dünyanın en zengin insanı da olsa aciz bir varlık olduğu için zenginliğinden yararlanabilme imkanı kısıtlıdır. 

    Bu gerçeğe rağmen bazı insanlar, sahip olduklarına şükretmek yerine sahip olamadıkları için üzülerek neden her zaman daha fazlasını isterler?

    Din ahlakından uzak bir yaşam süren insanlar, dünyada sürekli bir çaba içindedirler. Kısıtlı ömürleri süresince dünya nimetlerinden en yüksek seviyede istifade edebilmek için var güçleriyle mücadele ederler. 

    Sahip olma tutkusu onları öyle bir kuşatmıştır ki sürekli daha fazlasını isterler. Bu anlamda bitmeyen bir huzursuzluk içindedirler. Çünkü dünya hayatındaki imtihan gereği her zaman daha iyisi, daha güzeli, daha fazlası vardır... 

    Tüm isteklerine kavuşsalar da huzursuzlukları dinmez, aksine bir gün öleceklerini bilmek huzursuzluklarını daha da arttırır. Bütün sahip olduklarını geride bırakacakları düşüncesine tahammül edemedikleri için ölümü düşünmemeye çalışırlar. 

    İsteklerine kavuşamayanlar için de durum farklı değildir. Onlar da kendi ifadelerine göre sözde “dünyanın tadını çıkaramadan” ölüp gideceklerini düşünerek kahrolurlar.

    Peki her iki tavrı gösteren kişilerin de yanıldıkları ve içinden bir türlü çıkamadıkları nokta nedir?

    İnsan Dünyada Her şeye Sahip Olmak İster

    İman etmeyen insanların yaşamları boyunca ulaşmak ve sahip olmak için çaba harcadıkları birkaç hedef vardır: Zenginlik, mal, itibar, eş, çocuk gibi maddi ve manevi değerler, birçok insan için dünya hayatının değişmez süsleridir. Kuşkusuz tüm bunlar din ahlakına uygun, makul isteklerdir. Ancak burada kastedilen iman etmeyen insanların Yüce Allah’a karşı olan sorumluluklarını unutarak nefsani tutkularla ve kendilerine ve çevrelerine zarar verebilecek bir hırsla bu tutkuları uğruna bir yaşam sürmeleridir. 

    Bu kişilerin yaptıkları tüm planlar, gösterdikleri çabalar, uğraşlar bu değerlere sahip olmak içindir. Tüm bunların hepsinin gelip geçici olduğunu, dünya üzerindeki her şeyin değer kaybettiğini, eskidiğini, yok olduğunu bildikleri halde, kendilerini bunlara şiddetle bağlanmaktan alıkoyamazlar. Malın eskiyeceğini, toprakların hep aynı berekete sahip olamayacağını ve en önemlisi de her insanın tüm sahip olduklarını -sevdiği insanlar da dahil- bir gün bırakmak zorunda kalıp dünyadan ayrılacağını bilmelerine rağmen bu bağlılığı sürdürmeye devam ederler. 

    İnsanların içlerinde yaşadıkları bu "tutkulu bağlılık" Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

    “Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır.” (Al-i İmran Suresi, 14)

    Gaflet içindeki insanlar Allah'ın gücünü ve büyüklüğünü gereği gibi takdir edebilseler, dünyaya ait herşeyin birer imtihan aracı olduğunu anlayabilir, yapmaları gerekenin tüm bu nimetleri onlara veren Rabbimiz'e kulluk etmek ve şükretmek olduğunu fark edebilirler. Ama kesin bir bilgiyle iman etmeyen insanlar, dünyaya hırsla bağlandıkları için kavrayışları körelir; bir süre sonra dünya hayatındaki eksiklikleri fark edemez bir duruma gelirler.

    Nefis “Elde Ederek” Tatmin Bulamaz

    Kuran’da bildirilen üstün ahlaka göre yaşamayan bir insan, Allah'tan bir karşılık olarak, bir türlü çare bulunamayan bir "tatminsizlik" duygusu içinde yaşar ve yaşamının her anında farklı farklı isteklere kapılır. Bu isteklerini elde etmek için de büyük bir hırsla çalışır, hatta bunlar için olmadık yollara başvurur. Çevresinde bulunan insanları hatta ailesini, yakınlarını kırmayı bile göze alabilir. Fakat istediğini elde ettiği an, o eski "arzusu" kaybolur. İman etmediği ve sahip olduklarından dolayı Allah’a şükretmediği için kalbi tatmin bulmaz. Sanki onu elde etmek için günlerce, aylarca, yıllarca kendisi uğraşmamış gibi, hemen başka bir isteğin peşine düşer, bu sefer hırsla onun peşinden koşmaya başlar; ta ki onu da elde edene kadar... Din ahlakından yoksun olan insanın dünya hayatında mala, mülke ve çevresinde gördüğü her şeyi elde etmeye karşı duyduğu bu hırs ölünceye kadar hiç durmaksızın devam eder. Hiçbir zaman elindekilerle yetinip mutlu olamaz. Çünkü istediği şeyleri Allah'ı razı etmek için değil, sadece bencil tutkularını razı etmek için istiyordur. Dolayısıyla Allah dünya hayatında bu derece azgınlaşıp nefsinin peşi sıra sürüklenenlerin huzurlu bir ruh haline sahip olmalarına izin vermez.

    Nitekim Kuran'da ancak Allah'a yönelenlerin, O'nu zikredenlerin kalben kurtuluş bulabilecekleri haber verilmiştir:

    “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur.” (Rad Suresi, 28)

    Bir Kısırdöngü: Daha Fazlasını İstemek

    Allah'ı ve ahireti unutan bir insanın hiçbir zaman tam istediği, hayalini kurduğu gibi bir hayatı olamaz. Çünkü istediği ilk şeye kavuştuğunda daha da iyisini ve fazlasını istediğini anlar. Parası olur, yetinmez, çok daha fazlasını kazanmak için çalışır. Evi olur, beğenmez; muhakkak daha çok hoşuna giden bir ev görüp, onu almak için çaba harcamaya başlar. Her sene değişen zevklerinden dolayı evinin içini de, kendi kıyafetlerini de beğenmeyerek, sürekli olarak daha güzel mobilyaların ve giysilerin hayalini kurar. 

    Ancak unutulmamalıdır ki; en fazla evi olan, en pahalı arabaları satın alan, en çok kıyafeti olan kısacası en zengin olan insanın da, oturabileceği ev, kullanabileceği araba, yiyebileceği yemek, yatabileceği yatak, giyebileceği kıyafet sınırlıdır. Bu insanların hayatlarına baktığımızda görürüz ki; 


    • Onlarca odadan oluşan malikanelere sahip olsalar dahi, aynı anda bütün odaları kullanamayacakları için evlerinin en fazla bir odasında oturabilirler. 

    • Dolaplar dolusu kıyafetleri olsa da aynı anda sadece tek bir kıyafeti giyebilirler. 

    • Yüce Allah'ın yarattığı binlerce çeşit yiyeceğe sahip olabilseler bile, en fazla 2-3 tabak yemek yiyebilirler; daha fazlasını yemeye kalksalar bu, onlar için bir işkence haline dönüşür…



    Bu gerçekleri kavrayamayan insanlar, dünyada kazandıklarının belli amaçlarla kendilerine verildiğini, aslında tüm bunların az bir kazanç sağladığını, en önemlisi de bu kazancı en fazla 70-80 sene kullanabildiklerini düşünmezler. Sahip oldukları mallarını, çocuklarını, evlerini, arabalarını, tüm servetlerini bir gün gelip dünyada bırakarak mezara konacakları gerçeğini unutur, bitmek bilmeyen ve asla ulaşamayacakları bir zenginlik ve büyüklük hasretiyle ömürlerini geçirirler. Bu durum, bir ayette şöyle bildirilmiştir:

    “Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur. Artık sen Allah'a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.” (Mümin Suresi, 56)

    İman Etmeyen İnsanların Öldükten Sonra Karşılaşacakları Gerçek

    Rabbimiz "... Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir..." (Enfal Suresi, 67) ayetiyle asıl amaçlanması gerekenin ahiret hayatı olduğunu haber vermiştir. Bunun şuurunda olmayan insanlar, bütün ömürlerini sadece “bir isteklerini elde etmek” üzerine harcadıklarını, dünyanın etkileyici ve kendilerini büyüleyen süslerine aldandıklarını, ölümlü olan herşeye gereğinden fazla değer verdiklerini ancak öldükten sonra anlayacaklardır. Dünyada yapmaları gerekenin ise yalnızca Allah'a kulluk etmek olduğunu görecek ve sahip olduklarını zannettikleri herşeyin asıl sahibinin Allah olduğunu kavrayacaklardır.

    Vadedilen Sonsuz Hayat: Cennet

    Müminler öldükten sonra Allah Katında diriltileceklerinin, kesin bir gerçek olduğunun farkındadırlar. Bunun bilincine varmış oldukları için de tüm yaşamlarını cehennemden uzaklaşıp cennete kavuşmak için çaba harcayarak geçirirler. Sonsuz kudret sahibi Allah müminlerin bu ahlakını “İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'ın rızasını aramak amacıyla nefsini satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.” (Bakara Suresi, 207) ayetiyle bildirmiştir.

    Müminler bilirler ki, sadece dünyadaki çıkarları ve zevkleri için uğraşıp çabalayan bir kimsenin, ahirette düşeceği durum çok aşağılayıcı ve yaşayacağı hayal kırıklığı da çok büyük olacaktır. Dünyada yığdığı mallar, örneğin biriktirdiği altınlar, bankalardaki paraları, sahip olduğu evleri, arsaları, arabaları ahirette kurtulabilmesi için yeterli olmayacak, çok güvendiği ailesi ve yakın dostları onu orada koruyamayacaklar, hatta kendilerinden yüz çevireceklerdir. 

    Gerçek zenginlik ise; Allah'a iman eden ve dünyanın geçip gitmekte olan süslerine gereğinden fazla önem vermeyen, herşeyin sahibinin yalnızca Allah olduğunu bilen müminlere aittir. Kısa sürecek olan dünya hayatı yerine Allah'ın sonsuza kadar süreceğini bildirdiği ahiret hayatını seçen bu değerli insanlar, gerçek zenginlerdir. Mümin dünya hayatı karşılığında ahireti satın aldığı için zaten en karlı alışverişi yapmış, geçici değil sonsuz zenginliği seçmiştir. Kuran'da bu gerçek şöyle bildirilir:

    “Hiç şüphesiz Allah müminlerden karşılığında mutlaka cenneti vermek üzere canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler, bu Tevrat'ta, İncil'de, Kuran'da onun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip, müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111) 

    İmam Gazali Diyor ki...

    Yüksek ilim sahibi, değerli İslam alimi İmam Gazali bir sözünde geçici dünya nimetlerinin, Allah'ın ahirette vereceklerinin yanında nasıl sönük ve değersiz kalacaklarını anlatarak, insanları asıl olarak ahiret için çalışmaya çağırmıştır: 

    ... Dünyadaki hükümdarların rütbeleri onların sahip oldukları makamların yanında küçük ve sönük kalır, onlarla kıyas bile edilemez! Ahiret sultanlığı hakkında Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: "Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk (saltanat) görürsün." (İnsan Suresi, 20)

    Cenab-ı Hakk'ın büyük bir saltanat dediği ahiret mülkünü sen de yüce tut! Sen de çok iyi biliyorsun ki dünya ve içindekiler çok az ve değersiz şeylerdir. Hayat kısa, dünyadaki nimetlerin devamı kısa ve çok azıcık bir süredir. Sonra bizler kalkıyoruz bu azın azını elde etmek ve azıcık bir süre onunla birlikte olmak için canımızı ve malımızı seferber ediyoruz. Bir kısmımız bunu elde ediyor, bir kısmı elde edemiyor elde edenlere imreniyor. Onu elde etmek için canını ve malını tehlikeye attığına hiç bakmıyorlar. (İmam Gazali, Cennete Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, sf. 319)

    Allah'ın Hoşnut Olacağını Bildirdiği Güzel Ahlak

    Allah'ın Hoşnut Olacağını Bildirdiği Güzel Ahlak

    Dünyada yaşadığımız hiçbir sevgiyle kıyaslanamayacak kadar değerli olan 
    Yüce Allah’ın sevgisini nasıl kazanabiliriz?

    Allah'a iman etmiş bir insanın güzel ahlakını ortaya koyan, kendisine has çok özel tavır ve davranışları olur. Bu ahlakın örneklerini Yüce Allah Kuran-ı Kerim'de bizlere detaylı olarak bildirmiştir. Yüce Allah’a gönülden iman eden Müslümanları diğer insanlardan ayıran en önemli fark da, her ortam ve şartta Rabbimiz’in Kuran’da bildirdiği bu güzel ahlaka en küçük bir taviz dahi vermeden uymalarıdır. Kuşkusuz bunun sonucunda ortaya üstün bir ahlak modeli çıkmaktadır. Çünkü insan güzel ve değerli olan tüm vasıflara ancak Allah’ın bildirdiği din ahlakına uyduğunda sahip olabilir. Sonsuz kudret sahibi Yüce Allah, Kuran’da doğruluğu, adaleti, sabrı, fedakarlığı, vefayı, sadakati, kararlılığı, itaati, alçakgönüllülüğü, hoşgörüyü, şefkati, merhameti, öfkeyi yenmeyi ve daha birçok üstün ahlak özelliğini emretmektedir. Bunlar, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışan müminleri diğer insanlardan üstün kılan önemli ahlak özellikleridir. Bu üstün ahlak özelliklerinin müminler için diğer bir önemi ise her türlü eksiklikten münezzeh olan Allah’ın sevgisine kavuşmalarına vesile olacak olmalarıdır. Bu nedenle dünya hayatında da ahiret hayatında da Rabbimiz’in rahmetini ve sevgisini umut eden müminlere düşen; Allah’ın bildirdiği bu ahlak özelliklerine içtenlikle uymak için gayret göstermektir. 

    “İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.”(Meryem Suresi, 96) 

    Allah’ın Hoşnut Olacağını Bildirdiği Bazı Tavırlar: 

    1 Allah İyilik Edenleri Sever:

    Her toplumda yaygın olan, ancak temelinde bazı eksiklikler ve yanlışlıklar bulunan bir iyilik anlayışı vardır. Örneğin Kuran ahlakını yaşamayan kimseler iyiliği, zaman zaman küçük bir yardımda bulunmak olarak algılar ve bunu da çoğunlukla karşı tarafa bir lütuf olarak yaparlar. Gerçek iyiliğin ne olduğu ise ancak Kuran ayetlerinden öğrenilebilir. Rabbimiz Kuran’da gerçek iyiliğin, Allah’a, elçisine, meleklere ve indirilen Kitapların tümüne iman etmekle olacağını bildirmiştir. (Bakara Suresi, 177) Kuran'da bildirilen bu iyilik anlayışı, müminin tüm hayatını kapsar ve tüm yaşamı boyunca uyguladığı bir ibadettir. Hiçbir karşılık beklemeden gösterilen bu güzel tavrın mükafatı da şüphesiz Allah Katındadır. Bu nedenle müminler bu ahlak özelliğini Allah’ı en çok hoşnut edecek şekilde yaşamaya çalışırlar. 

    Rabbimiz affedici, fedakar, sabırlı, alçakgönüllü, merhametli, güzel söz söyleyen müminlerin gösterdikleri bu tavırlardan dolayı onları “…Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır…” (Zümer Suresi, 10) ayetiyle Kendi Katından güzelliklerle müjdelemiştir. Allah Kuran’da Kendisi’nden korkup sakındıkları ve iyi davranışlarda bulundukları takdirde onların daha önceki günahlarını bağışlayacağını da şu şekilde bildirmiştir: 

    “İman edenler ve salih amellerde bulunanlar için korkup-sakındıkları, iman ettikleri ve salih amellerde bulundukları, sonra korkup-sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup-sakındıkları ve iyilikte bulundukları takdirde (yasaklanmadan önce) dedikleri dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah, iyilik yapanları sever.” (Maide Suresi 93) 

    İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) Yapıp-edenlere ne güzel bir karşılık (ecir var.) (Al-i İmran Suresi, 136)

    2 Allah Tevbe Edenleri Sever:

    İnsan birtakım kusurlara, eksikliklere, acizliklere sahip olarak yaratılmış bir varlıktır. Kendisine verilen ömür süresince bazı konularda gaflete düşerek unutup yanılabilir ve birçok hata yapabilir. Ancak Allah “…Tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.” (Tevbe Suresi, 118) ayetiyle haber verdiği üzere, aynı zamanda kullarına bu hataların telafisi için tevbe gibi büyük bir nimet de vermiştir. Bu nedenle müminler Kuran hükümlerine uygun olmayan bir davranışları olduğunda hemen Allah'tan bağışlanma dilerler. Çünkü Yüce Allah Kuran’da, ne yaparsa yapsınlar, sonunda yaptıklarından pişman olduklarında ve kesin olarak tevbe ettiklerinde iman edenleri bağışlayacağını bildirmiştir. Ancak elbette Allah insanın içinde sakladığı, düşündüğü, aklından geçirdiği her kelimeyi, düşünceyi ve gerçekten samimi olup olmadığını bilir. Bu sebeple ancak samimi ve içten olarak tevbe edenler, Allah’tan kabulünü umabilirler. (Nisa Suresi, 17) Allah tevbe ederek günahlarından temizlenmeyi isteyen kullarından hoşnut olduğunu şöyle bildirmiştir: 

    “…Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever." (Bakara Suresi, 222) 

    3 Allah Sabredenleri Sever: 

    Sabır, müminin Allah’a karşı olan samimiyetinin ve O'na yakınlaşmak için gösterdiği çabanın en önemli göstergelerinden biridir. Mümin, Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak için hayatının her anında bu ahlakı yaşamaya titizlik gösterir. 

    Kuran ahlakını yaşamayan kimseler ise sabretmek gibi bir ahlak güzelliğine sahip olmadıkları için yaşadıkları olaylar karşısında ancak belirli bir süre tahammül gösterebilirler. Bunun sonucunda da mutlaka bir karşılık almayı ya da çıkar elde etmeyi umarlar. Böyle bir durum söz konusu olmadığında bu dünyada bütün yaptıklarının ahirette karşılarına çıkacağını unuturlar, kendi ifadeleriyle "sabırları tükenir”. 

    Kuran'da bildirilen gerçek sabır bu tahammül anlayışından çok farklıdır. Öncelikle inananlar, sabrı Allah'ın bir emri olarak yaşarlar ve bu nedenle de hiçbir zaman onların sabırlarında tükenme ya da taşma gibi bir durum söz konusu olmaz. Allah zor gibi görünen olayları sabır gösterenleri ortaya çıkarmak için yaratmaktadır. Kendilerine Kuran'ı rehber edinen müminler, bu gerçeğin farkında oldukları için kendilerine isabet edenlere Allah’ın rızasını umarak en güzel şekilde sabır gösterirler. Hayatlarının sonuna kadar bu ibadeti şevk ve heyecan ile yerine getirirler. Bunun yanında onlar yalnızca Allah için sabrettiklerinden dolayı sabırlarının karşılığında mutlaka somut bir menfaat beklentisi içerisine girmezler. Gösterdikleri üstün ahlak neticesinde Rabbimiz’in rızasını ve sevgisini kazanacaklarını bilmek, onlar için alabilecekleri tüm karşılıkların en güzelidir. Bir ayette Rabbimiz sabrın önemini şöyle bildirmiştir:

    “... Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.” (Al-i İmran Suresi, 146)

    4 Allah Tevekkül Edenleri Sever:

    Allah'a ve yarattığı kadere kesin bir teslimiyet ve güven duymayı gerektiren tevekkül, sadece güçlü bir imana sahip, Allah'ın gücünü takdir edebilen ve O'na yakın olan müminlere ait bir özelliktir. Allah, insanlar da dahil olmak üzere, canlı cansız tüm varlıkları bir kaderle yaratmıştır. Bütün olaylar, Allah Katında önceden planlanmış ve insanın imtihanı için yaratılmıştır. Bunun bilincinde olan müminler yaşadıkları olay her ne olursa olsun, bunu değiştiremeyeceklerini ve bunun kendileri için en hayırlısı olduğunu bilirler. Bundan dolayı da hayatlarının her anında tevekküllüdürler. Örneğin, ölümcül bir hastalığa yakalanmak, masum olmasına rağmen iftiralara uğramak gibi o an için olumsuz gibi görünen olaylar dahi, müminleri telaşa veya korkuya sürüklemez. Çünkü müminler Allah’ın hiç kimseye kaldıramayacağından fazla yük yüklemeyeceğini ve her olayın bir hayır ve hikmetle yaratıldığını bilirler. Bu olaylara sabır ve tevekkülle karşılık veren müminler, Allah'a ve O'nun yarattığı kadere teslim olup güvendikleri için Allah'ın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanacaklar, karşılığında sonsuza dek cennette yaşayacaklardır. Dolayısıyla, müminler hayatları boyunca tevekkülün konforunu ve imani neşesini yaşarlar. Bu, Allah'ın Kuran’da müminlere haber verdiği bir sır ve güzelliktir. Rabbimiz Kuran'da tevekkül edenleri sevdiğini şöyle bildirir: 

    “… artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Al-i İmran Suresi 159)

    Rabbimiz sabırlı, alçakgönüllü, merhametli, güzel söz söyleyen müminlerin gösterdikleri bu tavırlardan dolayı onları “…Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır…” (Zümer Suresi, 10) ayetiyle Kendi Katından güzelliklerle müjdelemiştir.

    5 Allah Adaletle Hüküm Verenleri Sever:

    Kuran’da adaletin gerçek anlamı haber verilmiş, iman edenlere olaylar karşısındaki tutumları ve adaletin nasıl uygulanacağı bildirilmiştir. Bu, iman edenler için çok büyük bir kolaylık ve Allah’tan bir rahmettir. Sonsuz adalet sahibi olan Yüce Allah’ın Kuran’da bizlere bildirdiği gerçek adalet, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan hükmetmeyi, insanların hakkını korumayı, zulme asla rıza göstermemeyi, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmayı emretmektedir. (Nisa Suresi, 135) Bu adalet, bir karar vermek gerektiğinde her iki tarafın da hakkını korumayı, olayları çok yönlü değerlendirmeyi, ön yargısız düşünmeyi, tarafsızlığı, hakkaniyeti, dürüstlüğü, hoşgörüyü, merhameti ve şefkati gerektirir. 

    Allah'tan korkup sakınan ve ahiret gününde hesaba çekileceğini bilen bir kişi, Kuran’da bildirilen bu adalet anlayışıyla hükmeder. Çünkü iman edenler Allah’ın hoşnutluğunu ve cennetini kazanmak ve huzurlu, güvenli ve barış içinde bir hayat yaşayabilmek için insanlar arasında eksiksiz bir şekilde adaleti uygulamakla sorumlu olduklarının bilincindedirler. Unutulmamalıdır ki “... Şüphesiz Allah, adil olanları sever.” (Hucurat Suresi, 9)

    6 Allah Müminlerin Birlik Olmalarını Sever:

    Allah ayetlerinde müminlerin birlik ve dayanışma içinde hareket etmelerini emretmiştir. 

    Kuran ayetlerini incelediğimizde Müslümanların yeryüzündeki konumunun ve Allah Katındaki değerlerinin diğer insanlardan çok farklı olduğunu görürüz. Müslümanlar vicdanlı, ahlaklı ve şerefli bir hayat yaşadıkları için Allah'ın sevdiği, değerli gördüğü kimselerdir. Bu sebeple tek bir Müslümanın bile iman edenler açısından önemi çok fazladır. Nitekim Kuran'da Müslümanların birbirleri için değerleri, ‘koruyucu, himaye edici, yardımcı’ anlamına gelen "veli" kelimesi kullanılarak bildirilmiştir.

    Yüce Allah Kuran’da iman eden kullarına birbirlerinin değerini iyi bilmeleri, bir zorluk karşısında birbirlerine tam destek vermeleri ve birlik olmalarını bildirmiştir. Allah'ın bu emri gereği Müslümanlar birbirlerini her olay ve koşul karşısında koruyup kollarlar. Maddi veya manevi bütün imkanlarıyla Müslümanların güçlenmesi, ilerlemesi ve korunması için çaba gösterirler. Allah Müslümanların birbirlerine nasıl bağlanmaları gerektiğini bir ayette şu benzetmeyle haber vermektedir:

    “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff Suresi, 4)

    Allah Kullarını Rahmetiyle Sarandır

    Yazı boyunca vurgulanan ve Allah’ın sevdiğini bildirdiği ahlak özelliklerine sahip olmak için çaba harcayan bütün samimi Müslümanlar, sonsuz merhamet, rahmet, akıl ve güç sahibi olan, iman sahibi kullarını seven, onları koruyup kollayan, dünyada ve ahirette onların iyiliğini isteyen, onlara dünyada güzel ve şerefli bir hayat, ahirette de cenneti müjdeleyen Allah'ın güvencesindedirler. Dolayısıyla bu sevinç dolu nimeti, Müslümanlar hiçbir zaman unutmamalı, Allah’ın sevgisini kazanmaya vesile olacak bu ahlak özelliklerine sahip olmak için çaba harcamalı ve birbirlerine cennetin müjdecisi olmalıdırlar. Nitekim Allah Kuran'da müminlerin bu konuda müjdeleşmelerini şu şekilde buyurmaktadır: 

    “Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır... (Bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.” (Tevbe Suresi, 111)

    Rabbimiz sabırlı, alçakgönüllü, merhametli, güzel söz söyleyen müminlerin gösterdikleri bu tavırlardan dolayı onları “…Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır…” (Zümer Suresi, 10) ayetiyle Kendi Katından güzelliklerle müjdelemiştir.

    Allah'ın Kuran'da Övdüğü Örnek Müslüman Karakterine Nasıl Sahip Olunur?


    Allah'ın Kuran'da Övdüğü Örnek Müslüman Karakterine Nasıl Sahip Olunur?

    Birçok insan, bulundukları ortama göre değişen kişilik yapılarına sahiptir. Bu kişiler eğlenceli bir ortamda neşeli, ciddi bir ortamda ağırbaşlı ve olgun, çıkar elde etmek istedikleri ortamda menfaatleri doğrultusunda tavır gösterirler. Evlerinde ise tüm bu çizdikleri karakterlerden uzak davranarak, gerçek kişiliklerini sergilerler. Bu tip insanlara toplumda her ortamın insanı adı verilir ve aslında son derece yanlış olan bu kişilik yapısı sanki güzel bir özellikmiş gibi algılanır. Oysa bu, çok tehlikeli bir yapıyı beraberinde getirir. Çünkü bu insanlar değişen koşullar karşısında hiç beklenmedik tavırlar sergileyebilirler. Örneğin yumuşak başlı görünen bir kişi bazı olayların istediği gibi gitmemesi durumunda son derece sinirli ve öfkeli bir tavır sergileyebilir, olgun görünen biri çok basit bir olay karşısında çocuksu bir karaktere bürünebilir. 


    Aslında, bu insanların bulundukları ortama göre değişik karakterler sergilemelerinin nedeni pek çok puta sahip olmalarından kaynaklanır. Bu insanlar herkes için kendi kafalarında bir sınıflama yapmışlardır ve buna göre davranışlarını düzenlerler. Yüce Allah bu kişilerin durumunu Kuran’da şöyle bildirir: 



    "Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır, onların çoğu bilmiyorlar." (Zümer Suresi, 29) 



    Yüce Allah Kuran’da, Razı Olacağı Müslüman Karakterine Dikkat Çekmiştir



    "Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. " (Ahzab Suresi, 35)



    Yukarıdaki ayette buyrulduğu gibi, Yüce Allah’ın beğendiği tek bir Müslüman karakteri vardır. Müslüman karakterinde birbirinden farklı kadın ve erkek özellikleri, toplumun insanlara yüklediği farklı roller, makam, mevki, meslek ya da mala dayalı sınıfsal farklılıklar ya da bu sınıfların ve mesleklerin kalıplaşmış özellikleri yoktur. Müminin tek özelliği takva sahibi olması, çeşitli olaylar ve kişiler karşısında mümin vasıflarından taviz vermemesidir. Şimdi Yüce Allah’ın Kuran’da çeşitli örneklerle dikkat çektiği bu Müslüman karakterinin nasıl kazanılacağını inceleyelim.Samimiyet: 

    Müminlerin kişilik yapılarının temelini samimiyet oluşturur. Çünkü samimiyet her ortam ve durum karşısında müminin Yüce Allah’ın beğendiği tavrı sürdürmesi, hiç kimsenin görmediği ve bilmediği anlarda bile nefsinin isteklerine karşı gelerek daima Rabbimiz’in sınırlarını koruması anlamına gelir. Müminin bu samimi tavrına en güzel örneklerden biri, Hz. Yusuf’un, kendisinden murad almak isteyen ve onu hapse attırmakla tehdit eden kadınla ilgili olarak verdiği şu yanıttır. 


    "(Yusuf) Dedi ki: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum." (Yusuf Suresi, 33)
    Her yerde ve ortamda Yüce Allah’ı hatırlatan konuşmalar yapılması: Müminler Yüce Allah’ın "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır..." (Nahl Suresi, 125) emrini yerine getirmek, 

    Hak dini anlatmak, Kuran ile öğüt vermek, iyiliği emredip kötülükten men etmek ve Allah'ın ayetlerini hatırlatmakla yükümlüdürler. Müminler bu yükümlülüklerini yerine getirirken bulundukları ortam zorlu, karşılarındaki kişi güç ve makam bakımından üstün konumda olsa dahi tebliğ etmeleri gereken konulardan asla taviz vermezler. Bu amaçla hikmetsiz ve boş konuşmaların yönünü değiştirerek, karşılarındaki insanları Kuran ile uyarırlar. 

    Her olayda tüm gücün Yüce Allah’a ait olduğunu anlatır, bulundukları ortamda insanları Yüce Allah ve yarattıkları konusunda düşünmeye davet ederler, konuşmalarında mutlaka Rabbimiz’i hatırlatan hikmetli örnekler kullanır, alaycı ve çarpık mantıkla sorulan sorulara da Kuran’dan örnekler kullanarak akılcı cevaplar verirler.Zorlu ortamlarda da Yüce Allah’a olan teslimiyetin kaybedilmemesiAllah’ın, "Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu)... " (Fussilet Suresi, 30) ayetinde bildirdiği gibi, müminlerin zorluk anlarında Allah’a olan güven ve teslimiyetleri tamdır.

     Bu teslimiyet nedeniyle müminler, iman etmeyen kişilerde rastlanan tavır veya üslup değiştirme, geriye çekilme, savunduğu fikirlerden vazgeçme gibi bozuk kişilik yapıları sergilemezler. Müminlerin zorluklar karşısında gösterdikleri tevekküle en güzel örneklerden biri, Peygamber Efendimiz (sav)’in arkadaşıyla mağaraya sığındıklarında "...Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir..."(Tevbe Suresi, 40) demesidir. 

    Daima Allah’ın nimetlerini hatırlayıp şükretmekMüminlerin örnek kişilik yapılarından biri de gerek kendilerine sunulan imkânlar gerekse gördükleri güzellikler karşısında tüm bu imkânları ve güzellikleri sunanın Yüce Allah olduğunu hatırlayıp, hemen O’na şükretmeleridir. Bu konuda Kuran’da örnek gösterilen kişilerden biri Hz Yusuf’tur. Hz. Yusuf babasına, başından geçen olayları anlatarak herşeyin Yüce Allah’ın belirlediği bir kader doğrultusunda yaşandığını bildirmekte ve bu yaşadıkları için Allah'a şükretmektedir. Konu ile ilgili ayet şöyledir:
    "... Dedi ki: "Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. 



    Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O'dur." (Yusuf Suresi, 100)
    Tevazulu olmakMüminlerin en güzel kişilik yapılarından biri de sahip oldukları imkânlardan dolayı kibir ve büyüklüğe kapılmamalarıdır. Allah, Müslümanların bu özelliğini bir ayette şöyle bildirir: 
    "Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Hadid Suresi, 23) 

    Müminlere bu konuda örnek gösterilen kişi Hz. Süleyman’dır. Hz. Süleyman, kendisine sunulan mallar nedeniyle kibirlenen Karun’un tam aksine davranmıştır. Kuran'da, "...Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad Suresi, 32) ayetiyle bildirildiği üzere Hz. Süleyman zenginliği, sahip olduğu ihtişamlı malları düşünüp Allah'ın şanını övgüyle yüceltmek, alçakgönüllü bir boyun eğicilikle bu malları kendisine Allah’ın verdiğini hatırlamak, O'nu zikretmek ve O'nun yolunda harcamak için istediğini belirtmiştir.Kınayıcının kınamasından korkmamak
    "… 



    Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir. " (Al-i İmran Suresi, 186) 
    Yukarıdaki ayette buyrulduğu gibi müminler; karşı tavır alma, manevi baskı, tepki, alay, kınama, suçlama gibi eziyet verici sözler veya fiziksel saldırı gibi fiili davranışlarla da karşılaşacaklardır. Fakat bu davranışlar karşısında müminlerin tepkileri sabırlı, cesur ve dirayetlidir. 

    Yüce Allah, ellerini çaprazlama kesmekle tehdit ettiği halde Firavun’a karşı direnen büyücülerin ve ateşe atılmaktan dahi korkmayan Hz. İbrahim’in cesur tavırlarını Kuran’da tüm müminlere örnek gösterir.Sözlerinin güvenilir olmasıMüminler, Allah’ın her an her yerde kendileri ile birlikte olduğunu, hesap gününde söyledikleri sözlerden sorguya çekileceklerini bildikleri için yalan söylemez (Ahzab Suresi, 70), yakınları aleyhine bile olsa doğruyu söylemekten çekinmez (Nisa Suresi, 135), yanlış tavır içinde olan birini gördüklerinde onu güzel bir şekilde uyarmaktan kaçınmaz, yapmayacakları şeyler için söz vermezler (Saf Suresi, 2–3). 

    Yüce Allah müminlerin bu özelliklerini "Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar." (Rad Suresi, 20) ayetiyle haber verir. İşte müminlerin Allah korkularından kaynaklanan Kuran’ın hükümlerine bu bağlılıkları, sözlerinin güvenilir olmasını sağlar. İbadetlerin titizlikle korunması 
    "Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. 



    Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun?" (Meryem Suresi, 65)
    Bu ayette emredildiği gibi, müminlerin en belirgin karakter özelliklerinden biri de ibadetlerinde kararlı olmalarıdır. Namaz, oruç, hac, zekat gibi farz olan hükümler dışında Allah için yaptıkları her eylem, konuşma, hal ve tavrın da birer ibadet olduğunu bilirler. Bu nedenle namaza verdikleri önem kadar; öfkeyi yenmenin, güzel söz söylemenin, insanlara Hak dini tebliğ etmenin, zanda bulunmamanın ya da tartışmacı olmamanın da birer ibadet olduğunu düşünerek, bunu tavır ve davranışlarına daima yansıtırlar. Dikkatin ve şuurun açık olmasıYaşadığı her anın Allah’ın kontrolü altında olduğunu bilen mümin, sürekli olarak açık bir şuura ve dikkate sahiptir. 

    Kuran’da bildirilen emir ve yasaklara azami dikkat ettiği, günaha girmemek için ve her ortamda ecir fırsatını gözlediği için doğal olarak şuuru her zaman açık olur. Bu ise, olaylar karşısında hızlı sonuç çıkarmasını, görüşlerinin keskin olmasını, pratik zekâsının gelişmesini ve daima İslam’ın hayrına dönüşecek çözümler üretmesini sağlar.Coşkulu, neşeli ve canlı olmakMüminlerin; Allah’ın varlığından, O’nun rızasını kazanmaktan, Allah’a duydukları derin saygı ve aşktan kaynaklanan son derece canlı, coşkulu ve neşeli bir yapıları vardır. 

    Bu yapıları gözlerine canlı bakışlarla, bedenlerine yaşıtlarına göre daha genç bir görünümle, yüzlerine ise nur olarak yansır. Aslında dış görünüşlerindeki bu canlılığın kaynağı "…Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur (tatmin bulur)." (Rad Suresi, 28) ayetiyle haber verildiği gibi, Allah’ı anmanın, O’nun rızasını kazanmak için şevkle ve heyecanla hareket etmenin ruhta yarattığı coşkuya bedenin de uyum sağlamasından kaynaklanır. 

    Sorumluluk sahibi olmakMüminler; çocuksuluk, kapris yapma, saf görünme, olayları anlamazlıktan gelme, boş söz ve işlerle uğraşma, kıskançlık, haset etme gibi kötü ahlak özelliklerinden kendilerini sakındırırlar. Çünkü Yüce Allah’ın her müminin üzerine farz kıldığı büyük bir sorumluluğun bilincindedirler. Allah bu sorumluluğu şöyle bildirir:
    "Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? " (Nisa Suresi, 75)



    Müslüman Karakterinin Tek Olmasının Nedeni, Allah’ın Rızasını Kazanma İsteğidir



    "Müminlerden öyle erkek -adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiç bir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler." (Ahzab Suresi, 23)



    Müminler, Allah’a duydukları samimi sevgi ve saygı dolu korku nedeniyle O’nun “Selam” (güven ve esenlik) sıfatının en çok tecelli ettiği kimselerdir. Rabbimiz’in her an kendilerini izlediğini ve ahirette her yaptıklarından hesaba çekileceklerini bilen müminler, bu nedenle bir tek Allah’ın rızasını kazanmak için O’nun beğendiği, Kuran’da çeşitli örneklerle ve ayetlerle tarif ettiği Müslüman karakterine sahip olabilmek için büyük titizlik gösterirler. Bir ayette ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenlerin özellikleri genel olarak şöyle bildirilir:



    "İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenlerin (çaba harcayanların) Allah Katında büyük dereceleri vardır. İşte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır. " (Tevbe Suresi, 20)



    "Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O’na ibadet et ve O’na ibadette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı olan birini biliyor musun? " (Meryem Suresi, 65)

    KUR'AN-I KERİM IŞIĞINDA TARİKATCILIĞA BAKIŞ





    KUR'AN-I KERİM IŞIĞINDA TARİKATCILIĞA BAKIŞ

    HACI BEKTAŞ-I VELİ’NİN İNANÇ DÜNYASINDA HZ.ALİ VE EHL-i BEYT






    HACI BEKTAŞ-I VELİ’NİN İNANÇ DÜNYASINDA
    HZ.ALİ VE EHL-i BEYT

    Vilâyet-nâme‟sinde Hacı Bektaş Velî kendi ağzından şöyle tanıtılıyor: 
    “Horasan erenlerindenim. Aslım Muhammed soyundan; Türkistan‟dan 
    geliyorum; İbrahîm al-Sânî, diye tanınan Seyyid Muhammedin oğluyum. 
    Seyyid Muhammed, Mûsâ el-Sânî‟nin, o, İbrahim Mucâb oğludur, onun 
    babası da İmam Musa el-Kazım‟dır. Mürşidim doksan dokuz bin 
    Türkistan Pirlerinin ulusu Sultan Hâce Ahmed-i Yesevî‟dir. Meşrebim, 
    Muhammed Ali‟dendir, nasibim Tanrı‟dan.”

    2

    HÜSN Ü AŞK Şeyh Galib






    HÜSN Ü AŞK Şeyh Galib

    MAKALAT HÜNKAR HACI BEKTAŞ-İ VELİ





    MAKALAT HÜNKAR HACI BEKTAŞ-İ VELİ

    ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ESERİ MAKALAT (KONUŞMALAR)






    ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ESERİ
    MAKALAT
    (KONUŞMALAR)

    DÎVÂN-I KEBÎR'den Seçmeler CİLT 4





    DÎVÂN-I KEBÎR'den
    Seçmeler
    CİLT 4


     

    DÎVÂN-I KEBÎR'den Seçmeler CİLT 3





    DÎVÂN-I KEBÎR'den 
    Seçmeler 
    CİLT 3 

    DÎVÂN-I KEBÎR'den Seçmeler CİLT 2





    DÎVÂN-I KEBÎR'den 
    Seçmeler 
    CİLT 2

    DÎVÂN-I KEBÎR'den Seçmeler CİLT 1





    DÎVÂN-I KEBÎR'den 
    Seçmeler 
    CİLT 1

    DÎVÂN-I YÛNUS EMRE





    DÎVÂN-I YÛNUS EMRE

    1864 BİR SOYKIRIMIN ADI BÜYÜK ÇERKES SÜRGÜNÜ






    1864 BİR SOYKIRIMIN ADI BÜYÜK ÇERKES SÜRGÜNÜ

    HOCALIDA YAPILAN KATLİAMLAR






    HOCALIDA YAPILAN KATLİAMLAR

    TÜRKLERE YAPILAN ZULÜM VE KATLİAMLAR





    TÜRKLERE YAPILAN ZULÜM VE KATLİAMLAR

    TARİHTE TÜRKLERE YAPILAN KATLİAMLAR





    TARİHTE TÜRKLERE YAPILAN KATLİAMLAR

    TARİHTE TÜRKLERE YAPILAN KATLİAMLAR





    TARİHTE TÜRKLERE YAPILAN KATLİAMLAR

    KUR'AN-I KERİM DEN ÖĞÜTLER






    BÜYÜK FELAKETİN ÇOCUKLARI: NUH KAVMİ 
    (İSYAN VE TUFAN)
    İBRAHİM'İN KONUKLARI VE BEKLENMEDİK BİR MÜJDE

    İSKENDERNAME





    İSKENDERNAME

    TÜRK DESTANLARI





    TÜRK DESTANLARI

    YUSUF HAS HACİP





    YUSUF HAS HACİP

    BEDDUA VE LANET ETMEK



    BEDDUA VE LANET ETMEK

    Peygamber efendimiz beddua etti mi?
    Peygamber efendimiz, 
    diğer bazı Peygamberler gibi kavimlerine 
    genel bir beddua etmemiş 
    ama muayyen günahları işleyenleri lanetlemiştir. 

    Mesela birkaçı şöyledir:

    (Lutilere Allah lanet etsin!) [Beyheki]


    (Paraya tapana lanet olsun!) [Tirmizi]

    (Bid’at çıkarana lanet olsun.) [Dare Kutni]

    (Eshabıma sövene lanet olsun.) [Hakim]

    (Doğruyu bildiği halde susana lanet olsun) [Deylemi]


    Ayrıca isim söyleyerek beddua ettikleri de vardır. Bir tanesi şöyledir: Ebu Leheb’in oğlu Uteybe,Tebbet suresi gelince, Resulullah efendimize hakaret etti. 
    Resulullah çok üzülüp, 
    (Ya Rabbi, buna bir canavar musallat et) dedi. 
    Ebu Leheb’in oğlu Uteybe Şam’a giderken, bir gece, bir aslan gelip uyuyan arkadaşlarını koklayıp bıraktı. Sıra Uteybe’ye gelince onu parçaladı. 
    (Mirat-i kâinat) 
    Taberani’de rivayet ediliyor ki: 
    İki kişi, Hazret-i Hamza hakkında aşağılayıcı bir şiir okuduklarından Cehenneme gitmeleri için Resulullah beddua ediyor. 
    Peygamber efendimiz beddua etmezdi sanarak hadis kitaplarındaki beddua bildiren böyle bir hadis-i şerife şüphe ile bakmak din düşmanlarını sevindirmek olur. O zaman imam-ı Taberani’ye de itimat kalmaz. Zaten din düşmanlarının bütün derdi de bu. 
    (Âlimleri ve hadisleri yıkarsak Kur’anı yıkmak daha kolay olur) diyorlar. 

    O iki kişi hicri 8. yılda Müslüman olmuştu. Hazret-i Hamza ise bundan 4 yıl önce şehit oldu. Yani o zaman o iki kişi Müslüman değildi. O dua, Müslümanlara yaptıkları zararlardan ve sevgili amcasıHazret-i Hamza’ya dil uzattıklarından dolayı yapılmıştı. 


    Mekke’nin fethinde, Resulullah efendimiz herkesi affetti. 
    Yalnız on kişinin isimlerini söyleyip,(Bunları görünce hemen öldürün) buyurdu. Bu on kişiden biri olan Vahşi bin Harb, Mekke’den uzaklara kaçtı. Daha sonra pişman olup, Medine’de mescide gelip, (Ya Resulallah, bir kimse Allah’a ve Resulüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günah işlese, sonra pişman olup iman etse, bunun cezası nedir?) dedi. Resulullah efendimiz, (Pişman olup iman eden affolur, bizim kardeşimiz olur) buyurdu. (Ya Resulallah, iman ettim, pişman oldum. Ben Vahşi’yim) dedi. Peygamber efendimiz, Vahşi adını işitince, sevgili amcası Hazret-i Hamza’nın parçalanmış hâli gözü önüne geldi. 
    Ağlamaya başlayıp, (Git, seni gözüm görmesin) buyurdu. Vahşi, öldürüleceğini anlayıp dışarı çıkarken Cebrail aleyhisselam gelip, (Ey Habibim, bütün ömrünü puta tapmakla, kullarımı bana düşman etmeye uğraşmakla geçiren bir kâfir, bir kelime-i tevhid okuyunca, ben onu affediyorum. Sen, amcanı öldürdü diye Vahşi’yi niçin affetmiyorsun? O pişman oldu. Şimdi sana inandı. Ben affettim. Sen de affet) mealindeki ilahi emri bildirdi. 


    Herkes, öldürün emrini bekliyordu. Resulullah efendimiz, (Kardeşinizi çağırınız) buyurdu. Kardeş sözünü işitince, saygı ile çağırdılar. Resulullah efendimiz, affolduğu müjdesini verip, (Fakat, seni görünce dayanamıyor, üzülüyorum. Bana görünme) buyurdu. Hazret-i Vahşi, Resulullahı üzmemek için, bir daha yanına gelmedi. Mahcup, başı önünde yaşadı. (Kurtubi, Süyuti, Taberi)


    Sorgusuz sualsiz öldürülmesi gereken bir kâfir, Müslüman olunca, onun hakkındaki nefret, merhamete dönüşüyor, sahabilik şerefine kavuşuyor. Günahları sevaba çevriliyor. Bir âyet meali: 
    (Tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin günahlarını sevaplara çeviririm. Allah çok affedici ve çok esirgeyicidir.) [Furkan 70) 


    Bu âyet-i kerime Hazret-i Vahşi için indi. (Hadika)

    Sual: Birine beddua için, (Seni Allah'a havale ediyorum) demek, uygun olur mu?

    CEVAP
    Söyleyen şahsa ve niyetine göre değişir. İbni Mesud hazretleri anlatır:

    Ebu Cehil ve arkadaşları, Resulullah Kâbe’nin yanında namazda secdede iken, üstüne deve işkembesi attılar. Resulullah, namazını tamamlayınca, yüksek sesle, (Allahım, Ebu Cehil’i, Ukbe bin Rebia’yı, Şeybe bin Rebia’yı, Velid bin Utbe’yi, Ümeyye bin Halef’i, Ukbe bin Muayt’ı sana havale ediyorum) buyurdu. Bedir savaşında, Resulullahın ismen zikrettiği bu kimselerin, hepsinin yere serilmiş cesetlerini gördüm. (BuhariMüslimNesai)

    Bir de, sanki, hâşâ Allahü teâlânın haberi yokmuş da, Ona haber veriyorum, gereğini yapsın, mazlumun hakkını zalimde bırakmasın gibi, bir anlamda söylenirse, hiç uygun olmaz. Allahü teâlâ, hiç kimsenin yaptığından gâfil değildir. Kul, yanlış bir şey yapmışsa, elbette onu hesaba çeker ve cezasını verir. 

    Allaha havale ediyorum sözü, senin yaptığın bu kötülüğe karşı sabrediyorum, buna karşılık vermiyorum, yaptığının cezası ne ise, Allahü teâlâ versin anlamında söylenirse, mahzuru olmaz.

    Dua ve beddua
    Sual: (Duanla yaşamıyorum ki, niye bedduanla öleyim) sözü uygun mudur?

    CEVAP
    Uygun değildir. Dua hafife alınmış olur. Dua veya beddua kabul olabilir. Yani kabul olan dua ile yaşanabilir. Yahut dua kabul olmasa da, beddua ile insan ölebilir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:

    (Şu dört dua reddolmaz: Din kardeşinin gıyabında yapılan dua, iyileşinceye kadar hastanın, dönünceye kadar hacca ve cihada gidenin duası.) [Deylemi]


    (Ana babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları reddedilmez.) [Tirmizi]

    Sual: Annem ve babam, beddua edip vefat ettiler. Bu bedduanın zararlarından kurtulmak ve bana haklarını helal etmesi için ne yapmam gerekir?
    CEVAP
    Onlar için hayır dua edip, yapılan ibadetlerin, hayır ve hasenatın sevablarını onlara da göndermeli; mesela, okuduğu Kur’an-ı kerim veya verdiği sadakanın sevabını onlara hediye etmelidir. Böylece, yapılan bedduaların zararlarından kurtulmuş ve ana babanın haklarını ödemiş olur. Bağışladığı sevablar da, hiç eksilmeden kendisine verilir.
    Sual: Okul arkadaşım, (Biz ehl-i kitaba hiç beddua ve lanet etmeyiz, Allah kahretsin demeyiz, Allah islah etsin deriz. Özellikle, “Allah Yahudileri ve Hristiyanları islah etsin” diye dua ediyoruz. Bunların Müslüman olma ihtimalleri olduğu için bedduadan kaçıyoruz. Peygamberimiz de kâfirlere beddua etmedi ve onlardan, daha sonra Müslüman olanlar oldu. Beddua etseydi, onlar Müslüman olamazdı. Peygamberimize uyarak, biz de beddua etmiyoruz) dedi. İslam düşmanlarına, kahrolsun demek caiz olmuyor mu?

    CEVAP
    Önce şu hususu açıklayalım. Böyle düşünenler, Ehl-i Kitabın ebedi Cehennemlik oldugunu bildiren âyetleri tarihsel kabul ediyor, yani onları kâfir bilmiyor. Bu bakımdan, onların islah olmalarıiçin niye dua etsin ki? Bu işte bir gariplik yok mu?

    Allah ve Resulü ile İslam âlimleri, zalimlere, kâfirlere beddua etmiştir, lanetlemiştir, kahrolsunlar demişlerdir. Onlar -hâşâ- bunlarin Müslüman olabileceğini, onun için beddua etmemek gerektiğini bilememişler mi?

    Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:

    (Allah onları [Yahudi ve Hıristiyanları] kahretsin!) [Tevbe 30]

    (Allah’ın laneti inkârcıların üzerine olsun.) [Bekara 89]

    (Allah, inkârları yüzünden onlara [Yahudilere] lanet etmiştir.) [Nisa 48]

    (Allah’ın eli sıkı diyen Yahudilere lanet olsun!) [Maide 93]

    (Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun!) [Araf 44]

    (Bozgunculara lanet olsun.) [Rad 25]

    (Koyu bir cehalet ve gaflet içinde olan o yalancilar kahrolsun!) [Zariyat 10,11]

    Peygamber efendimiz de, bazı gruplara beddua etmiştir. Birkaç hadis-i şerif meali:

    (Yahudileri Allah kahretsin, iç yağını Allah haram edince, onu eriterek satıp parasını yediler.)[Müslim]

    (Allah Yahudi ve Hristiyanları kahretsin! Peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler. Siz Arap topraklarında iki din bırakmayın!) [Beyhekî]

    (Karşı cinsin elbisesini giyene lanet olsun!) [Hâkim]

    (Lutilere Allah lanet etsin!) [Beyheki]

    (Bid’at ehline lanet olsun!) [Deylemi]

    (Paraya tapana lanet olsun!) [Tirmizi]

    (Kızını fâsıkla evlendirene lanet olsun.) [Sir’a]

    Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...