04 Haziran 2018

Tesadüfler kaçınılmazdır Hurşit Demirci

BÜYÜK PATLAYIŞ


BÜYÜK PATLAYIŞ

Dünya dediğimizde ve hatta kainat dediğimizde, ilk aklımıza gelen kavram; Büyük Patlayıştır. büyük Patlayış, ruh okyanusunun herhangi bir noktasında olmuştur. O patlama anından itibaren altı jeolojik Gün’de tamamen donatılmak üzere büyük bir ateş balonu gibi gaz bulutu oluştu. o ateş balonunun ruh okyanusuna değen noktasına Tanrı Parçacığı denmiştir ki o geniş bölge Arş sekretaryasıdır.“İyi bilmelisiniz ki Rabbiniz; gökleri ve yeri altı jeolojik günde vareden Allah’tan başkası değil. Sonra da Arş’ın üzerinde denetim merkezi kurmuş. Geceye gündüzü O öğürsek eder; onu dört gözle arar-durur” .

BÜYÜK PATLAYIŞ ÖNCESİ DURUM

Büyük Patlayış öncesi yalnız ruh vardı. Sonsuz Akıl Sahibi Allahın Nuru sonsuzluğu kaplamıştı. Sadece ve sadece Sonsuz Boyutlu,her an her yerde olan; sonuçları, sebeplerden önce bilen Sonsuz Yüce Allah ve O‘nun sonsuzluğu kaplayan, Sonsuz Latif Nur‘u vardı. 100 milyarlarca Galaksi... Katrilyonlarca yıldızlar..Karadelikler..Güneş sistemleri ve bizim “Güneş sistemi“miz yoktu. İns-cinhayvanlar ve bitkiler yoktu. Atomlar-elementler… Protonlar,nötronlar, elektronlar, fotonlar ve çok sayıda kuantum parçacıkları… Anti parçacıklar ve anti madde... Kuvvet parçacıkları; zayıf-güçlü çekirdek kuvvetleri, elektromanyetik kuvvet ve kütle çekim kuvveti..Melekut enerjisi parçacıkları; “titreşen sicimler” yoktu. Titreşen sicimleri oluşturan “Melekut” yoktu. Uzay, boşluk, zaman yoktu. Başmelekler ve melekler-ruhlar yoktu. “O insan anımsamaz mı hiç; ta baştan, daha henüz bir şey değilken onu varetmişiz.” Meryem, 19/67. Bütün bu melekler-ruhlar hiyerarşisiNur‘dan varlıklardır, bizim evrenimize ait değildirler ve “sanal“dırlar. Boyutları; sonludur, ancak insan ve cinlerden daha önceliklidir ve hiyerarşik olarak farklıdırlar. Dört Büyük Melek, bu boyut hiyerarşisinin tepesindedirler. Tacyon ve ötesi hızdadırlar. Yaşlanmaz, gençleşirler, yemez-içmezler ve Allah sevgisiyle sürekli Allah‘ı tesbih, tekbir ve takdis ederler. Allah saygısından titrerler, her an O‘nun emriyle varolur; verilen emri de harfiyen yerine getirirler. İşte melek-ruhlar alemi budur.

İLK GÖKKATI   Sidret’ül-Müntehâ

7 paralel evren ve Evrenimiz... Arş-Kürsi-Levh-Kalem kâinatın beyni oluştu. İns-cinn alemini yönetecek sekreterya tamamlandı. Higgs evrende bildiğimiz ilk dönüş katsayısı olmayan, dönüşü sıfır olan parçacık… Maddeye kütlesini veren parçacığın dönmemesi ilginçti” “Bütün evreni dolduran bir Higgs alanı var ve parçacıklar Higgs alanıyla etkileşerek kütle kazanıyorlar” Fiziki evrenlerin kader planlamasının kaza-yürütülmesinde görev verilen ruh, daha çok melek olarak nitelendirilir. “Sanal-ruh” canlının ruhunu oluşturur. Elbette ruh-meleklerin boyut hiyerarşisi çok önemlidir. Bir insanın sanal ruhuyla; bir hayvanın ruhu arasında boyut-derece farkı vardır. Arş, Kürsü, Levh ve Kalem in olduğuna iman etmek, inanmak vaciptir. Arş; Nurdan ilk büyük bir parçacıktır. Dört büyük melek ins-cinni oradan yönetmektedir. Kürsü; Nurdan yaratılmış Arşın altında ama Arşa yapışıktır. Kainatın beyni, Yedinci Gök Melekutunun ortasındadır. Levh; Nurdan, Kader Planlamalarının içinde Kiramen Katibin sorumluluğunda, korumada olduğu ve saklandığı arşivdir. Kalem; ise Nurdan bir cisim, kırtasiye işlerinin yürütüldüğü kurumdur. Bütün bu kurumlar, bir külliyedir ve Lotus Ağacı biçimindedir. dinlerde sıklıkla rastlanan, yaratılanlara benzememe, aşkınlık… olarak bilinen Sidre-i Münteha, Kur’an-ı Kerimde “Sonsuzluk dünyası” veya “sonsuzluğa bakan” Sidre biçiminde kendinden söz ettirir. Bu külliyenin tasavvuf ehline göre bir vücudu, şekil ve renkleri yoktur. Sidre en yaygın ve bilinen çamgillerden sedir ağacı olarak tercüme edilmelidir. Yedinci gök semada Cebrail’ın AS en son gidebileceği, bir adım daha gidersem yanarım dediği bir makamdır. Alevilik hezeyanına göre de bu külliye şöyle kurgulanır: Bu esnada peygamberin karsısına bir aslan çıkar ve nereye gittiğini sorar. Hz. Muhammed Allah’a gittiğini söyler ve aslanın da yoldaş olmasını teklif eder. Bu esnada anlar ki aslan Hz. Ali’dir. Yani Hz. Muhammed ve Hz. ali hak yolunda yan yana yürümüş ve miraçta beraber bulunmuşlar.  Sidret-ul munteha safhasında ruhen bir olmuşlardır. Bu ağaç; varlığıyla bilgiyi, varlığı, tüm manevi durumu evrene pompalayan bir nevi merkezdir. Yani nehirlerinden akan şey, tamamen maddeden arındırılmış, düşünce biçimindedir. Sidretül münteha’da madde yoktur. İşte tam burada her şey akar; gözlere, kulaklara duyulara ihtiyaç yoktur ve her şey kendiliğindendir; müdahalesizdir. Hz Peygamber sav; bu ağacın bir yaprağının gölgesinin tüm insanlığı örtebilecek büyüklükte olduğunu buyurur. Bir nevi, ileri katmanlardaki dallarında yıldızlarından galaksilerden ve oluştan kozmik bir yapıdır. Hz Peygamberimiz sav Ağaç’ı şöyle tavsif eder: “Öyle bir ağaç ki bir binici onun gölgesinde yetmiş sene yol alsa yine katedemez. Bir yaprağı ümmetin hepsini örter.” “Öyle bir ağaç ki bir binici onun gölgesinde yüz sene gitse katedemez. Bir yaprağı bütün ümmetin üzerini örter.” Söz konusu ağacı, mahlukatın cisim ve boyutları bakımından aldıkları son şekil, emir âleminin sınırına dikilmiş bir ağaç, bir “oluşum ağacı” olarak göstermektedir. İbnü Mes’ud’dan gelen bir rivayette onun şöyle dediği görülür: “Sidre-i Müntehâ, cennetin uc kısımlarındaki bir yerdir. Üzerinde ise Sündüs ve İstebrak’ın etekleri vardır.” Keşşâf’ta da “Sidre-i Müntehâ sanki cennetin bitiş noktasındadır” biçiminde anlatılır. İbnü Abbas ve Ka’b’dan ra nakledildiğine göre Sidre-i Müntehâ, arşın altındaki bir ağaçtır ki, melekler, nebiler ve mahlukat içindeki evliyanın ilmi sonuçta ona ulaşır. Ondan ötesi ise gaybdır, Allah’tan başkası bilemez. Dahhâk’tan yapılan bir rivayette de şöyle denilir: “Allah’ın her emri ona ulaşır, ondan daha ileri geçemez”. F. Razi tefsirinde; “O kalp gözü ne ağmış ne zorlanıp zonklamış.”… Akılların, daha fazla hayret tasavvur edilmeyecek derecede hayrette kaldıkları bir makamda, Hz. Peygamber hayrete düşmedi, şaşmadı, kendisini kaybetmedi ve gördüğünü gördü, demektedir. Ebu’s-Suud da konuyu şöyle gündeme getirir. “Ve sonunda senin Rabbine varılacaktır.” âyetine göre müntehâdan maksat, Allah’tır. Bu yüzden Sidretü’l-Müntehâ da, mülkün mâlikine izâfeti kabilinden” Allah’ın sidresi” mânâsını ifade edebilir.” Hem Kur’ân’ın Necm suresinde, hem de Hz. Peygamberin Mirac’ını bütün ayrıntılarıyla anlatan hadis-i şerifte Sidretül-Müntehâ’: “Cennetin uçlarındandır, üzerinde Sündüs ve İstebrek Cennetlerinin etekleri vardır”, diye açıklanmış. Hadis-i şeriflerde daha çok miraç hadisesi ile ilgili kısımlarda geçmekte ve kaynak hadis kitaplarının; hemen hemen hepsinde şöyle geçmektedir: “…Sonra beni Sidretül-Müntehaya götürdü. Bir de gördüm ki, sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir, yemişleri ise Yemen’in  Hecer testilerine benzer. Allah’ın emr-misal alemindeki her şeyi bürüyenler Sidre yi tamamen bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık Allah’ın mahluklarından onun güzelliğinin bir kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiç bir kimse yoktur… ” (Müslim, İmân, 259). Mesud’dan ra: “Rasûlüllah sav Sidretül-Müntehâ’ya varınca yer yüzünden çıkan ve yukarıdan inen burada son buluyor” biçiminde yorumladı. “Sidre’nin dört bir tarafı meleklerle çevrili iken Necm, 53/16 âyetini okudu ve “Sidre, altıncı göktedir” dedi. Süfyân “Altından Pervaneler!” dedi ve eliyle işaret edip elini titretti. Malik b. Mağfel’den başkası da şöyle diyor: “Yaratıkların ilmi “sidre’de” son bulur ve bunun üstü hakkında bilgileri yoktur” (Tirmizi, T. Suver 53). Enes’in rivayetine göre Rasulullah sav: “Ben Sidretü’l-Müntehâya götürüldüm. O, yedinci göktedir. Yemişi Hecer testileri, yaprakları da fil kulaklarına benziyordu. Dibinden iki zâhir, iki bâtın olmak üzere dört nehir çıkıyordu: – Ya Cibril bu da ne? – Bâtın olanlar Cennettedir; zâhir olanlar ise Fırat ve Nil’dir”  Kurtubî… Darekütnî’nin lafzıyla Müslim’den naklen, XVII, 94). Kökü altıncı gökte, dalları yedinci göktedir. Tehanevi, Keşşafu İstılâhati’l fünün, İstanbul 1984,  s. 728; Kurtubî, age, aynı yer. Son söz olarak demek isterim ki, ortada böyle bir ağaç yoktur; ortam benzetmesidir. Arş-Kürsi-Levh-Kalem külliyesinin bulunduğu ortamdır.  Kainatın beyninin işlevini görmektedir. “O Refref, ufkun en tepe noktasındayken; bir anda o dalga boyutuna geçti ve Muhammed’e doğru sarktı… kabza-giriş arası kadar, hatta ve hatta daha yakın! Bu konumda, kuluna vahiyedeceklerini bildirdi.Gönül gözü, gözün gördüklerinesaçma dememişken; siz olayı bulandırıp kuşkulandırma yarışı mı yapıyorsunuz? Andolsun o anlattıklarını, diğer bir bilgi boyutuna girmişken…Sidret’ül Müntehakatındayken görmüş. Yanında Cennet’ül-Me’vâvar!Daha doğrusu Sidre Ağacı’nı hangi boyutsuz enerji ruh bürümüşse, orayı da o bürümüş. O kalp gözü ne ağmış ne zorlanıp zonklamış. İşte Rabbinin en büyük ayetlerinin birazını,o anda görmüş. “ Necm. 53/7-18. İşte bu külliye, Sidret’ül-Münteha’dır. Mirac gecesi orada buluşulmuş ve Kur’an vahyi orada alınmaya başlanmış. Dört büyük melek komutasındaki alt melekler, hem sonradan yaratılan fiziki evrenlerin kaza-yürütmesinde ve hem de insanlarla birlikte tüm alemlerdeki düşünen zeka/ruhların kader planlaması yürütmesinde görevlidirler. Yine insanın maddi-biyolojik yapı ötesi; kuarklarının beyninde, “melekut” yer alır. Diğer yandan insanın canlılığını ve işletimini sağlayan ve “melekut“tan daha yüksek boyutlu sanal parçası ve ruhtan bir zerre olan Nefs-i Vahidesi o kişinin ruh’tan aldığı payesidir ve “melekut“undan daha üst boyuttaki Berzah Alemindedir. Atomlarımızın beyni melekut; hem bizim sanal kısmımızı oluşturur ve “ruhumuz“un emrindedir, hem de her ikisi, Sonsuz Yüce‘nin emrinde ve elindedir.

2. GÖKKATI  MELEKÛT/Higgs alanı

“Titreşen sicimler“in, boşluk enerjisi diye anılan “sanal enerjialanı“, maddeye kütlesini ve özelliklerini verir ve “Tanrı parçacığı”dır. Evrenimizin açılımını hızlandırdığına inanılan “kara enerji“nin kaynağıdır ve “melekut alanı“dır. Astrofizik bilimi, “Melekut“un yaratılmasıyla başlayan “sıfır noktası“ndan, 10-43 saniyeye kadar olan Planck aralığını anlatırken; “insanoğlu evrenlerin bu aşamasını açıklamak için gerçek vahye muhtaçtır” der. “Yine biz İbrahim’e göklerin ve yerin gaybî yönetimi melekûtünü sezgi gücüyle düşündürüyoruz, bir de gönülden inananlardan olsun…” En’âm, 6/75. “Göklerin ve yeryüzünün yukarıdan yöneticilik melekûtünü ve Allah’ın yarattığı eşyayı düşünmediler mi? Ya onların ecelleri çok yaklaşmış ise. Artık bundan sonra hangi kutsallığa inanacaklar!” A’raf, 7/185. “Peki her şeyin üst yöneticiliği kimin? Zira dilediğini dilediğinin elinden çeker alır, fakat Ona rağmen kimse elinden alınamaz.46 Bilimsel bilginizle düşünüyorsanız anlamalısınız.” Müminun, 23/88. Öyleyse varolan her şeyin Nûr dünyasından yönetimi doğrudan,49 kendi ilâhî gücünde Olanın ilâhî mülkü ne muhteşem! Siz yalnız Ona tersinirsiniz.” Ya Sin, 36/83. Demek ki Allah cc Kader planlamasının yürütülmesini Arş’ın altındaki Tanrı Parçacığı Meleküt aleminden izler. Nur dünyasından yönetir. “Melekut“un Kuran‘da tanımına göre: Yaratılmış her şeyin melekutu; o her şeye vücut veren “öz-ruh“tur ve Allah‘ın, mutlak emrindeki “sanal bir enerji“dir. Yüce Allah’ın bu ikinci yaratımı, , görünür-fiziki evrenlerin temeli olmak üzere “melekut“u, “Sonsuz Latif Nur‘unun sonsuz küçük bir noktası“ndan, bir “Ol!” emriyle programlamıştır. Bu “Büyük Patlayış“, zamanın, maddenin, kuantum parçacıklarının olmadığı, fiziki evren yasalarının ve bilimin işlemediği bir noktadır. “Melekut“un Patlayış anı, elbette zamanın, madde vekuantum yasalarının olmadığı “tekil bir an“dır. Çünkü bu bir programlamadır ve maddenin temel yapı taşlarının hammadesibilinçli-sanal öz enerji“dir; “maddenin ruhu“dur. İşte Allah’ın cc yaratması, bu “sıfır melekut noktası“dır. Bu aşama “büyük patlama” anıdır, henüz “kuantum dalgalanması” söz konusu değildir: Biz bir şeyi irade ettiğimizde buyruğumuz, sadece: “Ol!” olur. O, hemen oluverir. Nahl,16/40 Yani Allah cc buyuruyor ki; biz bir şeyi yaratmak murat ettiğimizde, o şeyin Kader Planlama ve kaza yürütmesini programlarız. Bu planlama, yaratma değildir. Allah cc, planlamayı Nur’un içinde, zamansız-mekansız yapar, yürütme ise zaman-mekan içinde meleklerce yürütülür.

3. GÖKKATI “Titreşen Sicimler”

Patlayışın üçüncü aşaması; “titreşen sicim enerjileri” ve “fiziki evren”in ilk proto-tipi “kuark çorbası” yahut “mükemmel kuark sıvısı”dır. Planck ölçeğine kadar inildiğinde, kütleçekim kuvveti diğer kuvvetlerle birleşir. Genel görelilik bilindiği gibi, uzayın dokusunun düzgün olmasından hoşlanır. Ancak Planck ölçeğinde, kuantum dalgalanmaları kontrol edilemez bir hareketliliğe sahiptir. Standart Model; evrenin, hiçlik-boşluktan, bir büyük patlamayla ortaya çıktığını öngörür ve bunu açıklayamaz. Evrenin ivmelenerek genişlemesini; karanlık enerjiyi; itici ve değişken boşluk enerjisini öngörmez. Peter Higgs’e göre: “Büyük Patlama bir enerji doğurdu, bu enerji, “Higgs Alanı”nı ve “Higgs Bosonu”nu ortaya çıkardı ve böylece kütlesiz olan parçacıklar bu alanla etkileşerek, bugünkü kütlelerini kazandılar.” Varsayılan “Büyük Patlama Tekilliği”ni, bir “Yaratıcı”yı kabul etmeden açıklamak, ne Standart Model’in, ne de “Süpersicim Kuramı”nın harcı değildir. Hayali sonsuz paralel evrenlere sığınmaları da, gerçeği ortadan kaldıramayacaktır. String/sicim teorisi; 1968′de ortaya çıkmış. Teorinin tanımladığı “enerji iplikçikleri”nin uzunlukları 10-33cm dir ve hayal edilemeyecek kadar küçüklüğünü anlatmak için; “Şayet bir atom, ‘Güneş sistemi’ kadar büyütülürse, ‘titreşen bir sicim’in ancak bir ağaç kadar olacağı” bilinmelidir. 1984 sonrası, teorinin denklemlerinde; 496 sayısının rakamsal toplamının 19 olması bizce ilginçtir. Tek bir keman telinin, farklı titreşim şekillerini veya farklı frekansları üretmesi gibi sicimler de; farklı şekillerde titreşerek, atom altı parçacıklarının özelliklerini; yani kütle ve elektrik yüklerini belirler. Evreni oluşturan parçacıklar, kütle çekimi ve diğer mesajcı/kuvvet parçacıkları arasındaki tek fark, “bu küçük iplikçiklerin farklı titreşim şekilleri”dir. Bu muazzam sayıdaki titreşen sicimlerin, bir araya gelerek oluşturduğu evren; çok büyük bir “kozmik senfoni” olarak düşünülebilir. Etrafımızdaki “madde ve ışık” gibi her şey; “açık uçlu titreşen sicimler”den, kütle çekimi/graviton ise “kapalı-halkalı titreşen sicimler”den oluşmaktadır. Sicim teorisi; eski sıfır boyutlu “tanecik-parçacık fikri”ni, bir boyutlu “titreşen enerji iplikçiği”ne dönüştürmüştür. Böylece kuantum teorisiyle, genel görelilik teorisi bir büyük çatı altında toplanmıştır. Canlı hayatı ören-yöneten DNA iplikçikleri benzeri, “titreşen enerji iplikçikleri”nin de evrenimizi, bir kumaş gibi ördüğü düşüncesi, gerçekten heyecan verici ve zarif bir görüştür. Gerçekte “M”nin anlamını söylemek istemese de; E. Witten’ın, nereden ilham alacağını tahmin etmek zor değildir… Süpersicim teorisinin matematiğine egemen ve sicim kuramcılarının hayranlığını toplayan E Witten’ın, 11 boyutlu M-Kuramı’yla ilgili açıklamalarının kısa bir özetini aşağıda veriyoruz: “Sicim teorisi, bir temel parçacığı, noktasal olarak değil de, titreşen bir sicimin ilmek/düğümü olarak düşünerek evreni daha derinden bir tanımlama girişimidir. Sicim ile ilgili en temel şeylerden birisi, onun müziğe de güzelliğini veren titreşimlerin, burada da pek çok farklı şekil ve formda gerçekleşmesidir. Titreşimin bu farklı formları; kuarklar, elektronlar ve fotonlar gibi farklı temel parçacıklar olarak yorumlanır. Hepsi aynı ana sicimin titreşiminin farklı formlarıdır. Farklı kuvvet ve parçacıkların birleşiminin elde edilmesinin sebebi, hepsinin aynı ana sicimin titreşiminin farklı formlarından meydana gelmeleridir. Sicim teorisinin şu anki anlayışına göre, sicimden daha temel olan hiç bir şey yoktur. “Gerçekten de temel nokta parçacıklarının yerine titreşen sicimleri koymak, büyük bir değişikliğe yol açar. Bu yüzden parçacık yayılır, ancak uzay-zamanla ilgili her şey de biraz yayılmış ve bulanıklaşmış olur. Teknik olarak ekstra boyutlara ihtiyacımız vardır. Çünkü Sicim teorisi, bu ekstra boyutları kullanarak, tüm temel parçacıkları ve onların kütle çekim kuvvetlerini tanımlayabiliyor. Bir tek temel-basit sicim, birçok şekilde titreşebiliyor. Onlar evrenin bir parçasıdır. Ben olağan kuantum alanı teorilerini daha iyi anlamamıza yarayan, ya da karadeliklerin kuantum hallerine yeni yaklaşımlar getiren böyle bir teorinin yanlış olacağını düşünmüyorum.” Süpersicim teorisinin, yahut yeni ismiyle M-Kuramı’nın en büyük başarısı ve Standart Model’in önüne geçmesine sebep olan yönü; atom altı parçacıklarının ve mesajcı kuvvet parçacıklarının altında yatan yapının; “titreşen sicimler” olarak tanımlanmasıdır. Bunun sonucu olarak da mikro ve makro evrenin; yani kuantum güçleri ile kütle çekim kuvvetinin bir denklemle ifade edilebilmesidir.
“melekutun türevi”
Bizim “melekutun türevi” olarak gördüğümüz bu “sonsuza yakın titreşen enerji iplikçileri” tanımı ve buna dayanan “sicim modeli”, matematiksel bir başarıdır ve Sonsuz Yüce’nin yaratmasının sınırsız güzelliğinin bir göstergesidir. Bütün bunlara rağmen sicim teorisinin çıkmazları ve ürettiği hayaller gözlerden kaçmamaktadır. Kısaca özetleyelim: a) Bu kadar küçük boyutlarda ve bu kadar yüksek enerjilerde, herhangi bir gözlem ve deney yapılmamaktadır. Bu sebeple teorinin doğrulanması kadar yanlışlanması da ferasete kalmıştır. Bu yüzden bazı bilim adamları, bu bir fizik teorisi midir, yoksa felsefe midir, diyebilmektedirler. b) M-kuramının öngörülerinden; “süpersimetri” ve “Süper eş Parçacıklar”ın varlığı kanıtlanamamıştır. Kuramcıların, süpersimetrinin, süper eş parçacıkların varlığının ve evrenin başlangıcından beri var olan uzayan sicim öngörüsünün doğrulanacağı beklentisi sürmektedir. c) Sicim teorisinin bir başka zorluğu; fazladan boyutlardır. Bu mesele, teorinin ispatını zorlaştırmakta ve çok karmaşık hesaplamaları gerektirmektedir. d) Yaratıcıyı ve yaratmayı kabul etmek istemeyen Standart Model taraftarı ateist-evrimci bilim adamlarının karşısında duran “büyük patlama tekilliği problemi”, M-kuramcılarının da karşısında durmaktadır. Sonsuz paralel evrenlere kaçmak bu tekilliği ortadan kaldırmıyor. Ayrıca sonsuzluk, fizik yasalarını geçersiz kılar ve bilimsel yaklaşımı yok eder. e) Özellikle sicimci-evrimciler, sayısız-sınırsız patlamalar ve sonsuz paralel evrenler öngörüyorlar. Böylece “büyük patlama”yı, bu hayali paralel evrenlerin çarpışmasına havale ederek, bilimi, adeta bilimkurguya dönüştürüyorlar. “Büyük patlama tekilliği” sebebiyle Sonsuz Yüce Yaratıcı ile adeta yüz yüze geldiğini hisseden Standart yahut Sicimci evrimci-bilimciler, bu durumdan kurtulmak için hayallerini acayip zorluyorlar. f) Sicim teorisine göre saklı boyutlar, uzayın her noktasında ve çeşitli şekillerde kıvrılmış olarak bulunurlar. Bu boyutları, en güzel tarif eden modeller Calabi-Yau şekilleri olasılığının, 10500 paralel evrene imkan verdiği düşünülmektedir. Bu tespit bir feraset işidir. g) Sonuç olarak Süpersicim-M-kuramı adı verilen bu yeni radikal kuram, evrenin başlangıcına yönelik ortaya koyduğu matematik modelde, “her şeyin teorisi” olma umudunu taşımaktadır. Teorinin en güçlü yönü, bizce “titreşen sicimler” tanımı ve bu tanıma dayalı olarak ortaya koyduğu “matematiksel model”dir. f) Süpersicim kuramında ışıktan hızlı, kütlesiz “takyonlar”ın işin içine girmesi; “titreşen sicim enerjiler”in, “melekut”tan doğduğunun bizce bir kanıtıdır. Nitekim bu “takyon” probleminden kurtulmaya çalışan sicim teorisyenleri, bu parçacıkların ortaya çıkacağını ümit etmektedirler. Evrenin oluşumunu açıklamaya çalışan bu iki kuram, üçüncü; “melekut”un, fiziki-görünen evreni, yahut bu evrenin en alt seviyedeki yapı taşlarını oluşturmak üzere “sonsuza yakın titreşen bilinçli sicimler”e dönüşür.

4.GÖKKATI Kuarklar, Leptonlar

Melekler, “Melekut” ve süpersicim katlarından sonra dördüncü maddi yaratılış katında Kuarklar, Leptonlar fiziki evrenlerin en temel yapı taşları vardır. “Sıfır Melekut Noktası”ndan 10-43 saniyeye kadar “kuantum parçacıkları”, ne zaman ve ne de bağımsız “kuantum ve kütle çekim kuvvetleri” vardır. Burada kader planlaması kuvveden fiiliyata dönüşmektedir. Maddenin ve evrenin arkasında ve en altında yer alan “titreşen sicimler”, Allah’ın Nuru “melekut”tur ve “Titreşen sicimler”, evreni dokuyan “melekut kumaşı”nın adeta iplikçikleridir; madde ile madde olmayan arasında bir “bağ-köprü”dür. “Sicimler”, maddenin ruhu olan “melekut”u, maddeye; kuarklara bağlayan ve “kuark-gluon sıvısı”nı oluşturan “titreşim ve yaratılış enerjisi”dir. Bu “ara-bağlantı enerji iplikçikleri”nin bir ucunda “melekut”, diğer ucunda madde; yani kuarklar ve kuantum parçacıkları bulunmaktadır. Planck aralığı-zamanı, 10-43 saniyeye kadar olan; “melekut aralığı” yahut “melekut zamanı”dır. Varlıklar, boyut hiyerarşisine uygun olarak titreşirler. Bu sıralama hiyerarşisi, bir anlamda Allah korkusu ve saygısına dayanan titreşim hiyerarşisini gösterirler. Tüm evrenler, varlıklar, canlılar ve cansızlar… sonuç olarak her varlık, bir saygı-titreşim frekansına sahiptir, bu da onun boyutudur. Boyut arttıkça, varlığın titreşimi ve yeteneği artar, boyutu düştükçe titreşimi ve yeteneği azalır. “Anlamadın mı ki Allah… evet göklerdeki bilinçli zekâ ve yerdeki zekâlar yanında güneş-ay, yıldız-gökadaları, dağ, ağaç-hayvan türleri hep Ona secde eder.Yığın üstüne yığın insana azap, yerini bulmuştur. Demek oluyor ki Allah her kimin değerini düşük belirlemişse, değerini yükseltecek hiçbir güç yok; Allah kaderde dilediklerini aynen yapar.” Hacc, 22/18.

5.GÖKKATI Hadronlar, Leptonlar

“evrenin ilk çekirdeği” kuarklar… Fiziki-görünen evrenlerin ilk proto-tipi; “kuark-gluon sıvısı”dır. “Planck aralığı”nın sınırındaki evrenlerimizin özü, “mikrosıvı küre”; bugünkü evrenlerin tohumlarını içinde taşımaktadır.
Planck ölçeğindeki “melekut ve sicim aşaması“; “sanal bir süreç“tir. Bu parçacıklar, bu evrenleri inşa eden “esrarengiz tuğlalar“dır. Kuarklar, bir araya gelerek hadron denen bileşik parçacıkları oluşturur. Bunların en kararlı olanları, atomun çekirdeğini oluşturan proton ve nötronlardır. Kuarkların hadron seviyesinin dışında doğrudan bir yolla gözlenememesi ya da incelenememesi olayına. “renk hapsi” yahut “hapsolma” denir. Fizikçilerin boşluk dedikleri; gerçekte boşluk olmayan olay budur. Çok kısa bir sürede bu sanal parçacıklargerçek kuarkalara dönüşerek, direnen kuarkların sayısını iki katına çıkarırlar. Bugüne kadar özel hazırlanmış dedektör tuzaklarına rağmen iki kuarkı ayırmak mümkün olamamıştır. Bazı astrofizikçiler, “gerçek parçacıklar değil, matematiksel-hayali nesnelerdir” diyebilmektedir. Kuarkların bu “ayrılmama ilkesi“ne; “renk hapsi” yahut “hapsolma” ilkesi denir.Bugün bildiğimiz evrendeki tüm maddekuarklar ve leptonlardan oluşmaktadır. kuark ve gluonların serbest olarak bir arada bulundukları bir “faz”olan Kuark-gluon plazma, 10-23 saniye gibi müthiş kısa bir sürede var olabilir. Çarpıştırıcılarda yapılan en son deneyler, KGP‘nin gerçekte “gaz plazma” değil, “kuark-gluon sıvısı” formunda olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca Nötron yıldızlarının çekirdeklerinde de KGP bulunduğu bildirilmektedir. KGP‘nin incelenmesi; evrenimizin, başlangıç aşamalarını açıklayabilmek açısından oldukça önemlidir ve evrenin oluşumu hakkında da bize bilgi vermektedir. Evren, başlangıcının ilk mikrosaniyelerinde neye benziyordu? Başlangıçta çok yüksek sıcaklıklarda kuarklar egemendi. Ancak daha sonra LHC‘deki deneylerden, yüksek sıcaklıklarda ortaya çıkan sıcak şeyin; “kuark sıvısı ya da çorbası” olduğu anlaşıldı. Evrenin adeta çekirdeği olan “mükemmel sıvı“, evrenin inşaasında, yahut “uzay-zaman kumaşı“nın dokusunda temel rol oynayacaktır. Deneyde protonlar çarpıştırılarak, 4 trilyon derece sıcaklıkta kuark gluon plazması elde edilmiş; bunun beklenenin aksine “gaz” değil “sürtünmesiz mükemmel bir sıvı” olduğu anlaşılmıştır. “Atom çekirdeğinin temel parçacıkları olan kuark-gluonlardan, maddenin daha sıcak ve daha yoğun bir halini elde ettik. Ancak bu, beklenenden farklı ve dikkate değer bir sonuç ortaya çıkardı. Bu kuark ve gluon maddeleri, beklenenin aksine ‘gaz‘a değil, ‘sıvı‘ya benzemektedir.” “Asıl şok edici olan ise, ‘gaz‘dan çok ‘sıvı‘ya benzeyen maddenin bu ‘yeni hali‘nin, bize evrenin ilk mikrosaniyelerindeki ‘derin içyapısını‘ göstermesidir. Busonuçlarla, sicim teorisi metotlarını kullanan hesaplamalar arasında, bir bağlantı ortaya çıkmış oldu.” “Bizler, bu şekilde öngörülen bir plazma için, Güneş‘in merkezinden 150.000 kez daha fazla sıcaklığa ve enerji yoğunluğuna ulaştığımızı biliyoruz. “Kanıt… Bu ölçümler gösterdi ki; çarpışmada üretilen ve başlangıçta varolan parçacıklarkolektif hareket etmeye meyillidirler. Bilim adamları, bu ‘sonuç madde‘nin, ‘akışkan‘ ve değişen çevreye doğru hareket eden, tek bir varlık gibi davranıyor. Bir bakıma ‘balık sürüsü’ gibi bir model içinde hareket etmektedir. “Tüm bu gerçekler, bizi şu şekilde ifadeye zorluyor: Maddenin bu yeni halindeki enerji yoğunluğu, olağanüstü yüksektir. Hatta orta yoğunluktaki sıradan bir nükleer maddeden çok daha yüksektir. Standart hesaplamalarında bu ilişkiyi göremeyen teorik fizikçiler, eski modellerini ve öngörülerini yeniden gözden geçirmeye başladılar.” S Vigdor diyor ki: “Bu çarpışmalar, son derece ufak bir ölçüde de olsa, ilk evrenin şartlarını yeniden oluşturabilmek için ışık hızına yakın yapılan ağır çekirdek çarpışmalarıdır. Bu yeni sonuçlar, bebek evrenin evriminde çok önemli rol oynar. Bilim adamları; “hiçbir görünür özelliği tanımlanmamış olan bu sıvı, nasıl olur da kuark-gluonlardan ortaya çıkar?” diyerek şaşkınlıklarını dile getirmeden edemiyorlar.. Her şeyi, Allah cc yaratımdan önce programladı ve Levhi Mahfuz/Ana Bilgisayar”ında kayıt altına aldı. Sonsuz Yüce Allah, evrenleri yaratmayı düşündü-tasarladı ve “Ana bilgisayar/Levhi Mahfuz”da her şeyi ve sorumlu varlıkları; takdir ettiği “yaşam ve kaderleri“yle birlikte kayıt altına aldı, programladı. Sonsuz Yüce Rabb’imizin ilk yarattığı şey “kalem“dir, yani kalemin yazdığı “Levhi Mahfuz“dur. Ona “yaz!” dedi, o da kıyamete kadar olacakları yazdı. İşte yaratılmış her şeyin, “Levhi Mahfuz(Ana Bilgisayar)”da nasıl kayıt altına alındığını açıklayan ayetlerin bir kısmı: Gökte ve yerde gözün göremediği hiçbir olay yoktur ki yalın anlaşılır Levh-i Mahfuz Kitapta bulunmasın.” Neml, 27/75. Ne yeryüzündeki bir mikro organizma ne göklerde kanatlarıyla uçan bir canlı yoktur ki sizin gibi hiyerarşik ümmet olmasınlar.16 Sonra o varlıklar hiyerarşiye göre Rabbleri huzurunda toplanırlar.” En’âm, 6/38. Gaybın ana formül anahtarları Allah’ın katındadır; onu yalnız O bilir. O, karada ve denizdekilerin işlevlerini bilir. Hiçbir yaprak dalından kopmasın ki Allah onu bilmesin. Ne yerin karanlıklarındaki dâne, ne kuru ve ne yaş; tümü yalın anlaşılır Kitap: Levh-i Mahfuzdadır” En’âm, 6/59.Demek ki sen hiçbir ataklık içinde olmazsın veya biraz ondan, biraz o Kur’ân düzeninden okur-yaşamazsın veya hiçbir iyi davranış sergilemezsin ki siz onu tutkuyla gerçekleştirirken iradeniz üzerinde, güdüleyici üst beyin olmayalım.46 Dolayısıyla ne atom düzeyi ağırlık ne de evrendeki dev ağırlıklar daha; daha! Ne ondan daha küçüğü ne de ötekinin en büyüğü gözden kaçamaz; ille de yalın anlaşılır Levh-i Mahfuz Kitapta o var” Yunus, 10/61.

Hz Muhammed’den sav:

Abdullah ibn Amr ibn As’tan ra: şöyle işittim:“Allah mahlukatın kader ve kazalarını, Gökleri ve Arz’ı yaratmadan elli bin sene önce Levhi Mahfuz’da yazmıştır. Ve onun Arş’ı su üzerinde idi”.Sahih-i Müslim C.8, H.no: 2653 İmran ibn Husayn’dan ra: “Allah vardı ve Allah’tan başka bir şey yoktu. Allah’ın Arş’ı, su üzerinde bulunuyordu. Sonra Allah, Levhi Mahfuz’da kainatın tamamını takdir ve tesbit etti. Ve Gökleri, Arz’ı yarattı.” Buhari, C. 9, H.no: 1317 Birinci yaratım aşamasında “melekleri-ruhları” yaratan Allah, daha sonra yaratacağı tüm evrenleri ve tüm canlıları; Ana Bilgisayar“ında planlamış, programlamış ve kayıt altına almıştır. Bugün var olan mikro-makro her şey; canlı-cansız her şey, kaderleriyle bu “Ana Bilgisayar“da yazılıdır. Bu yazgıya göre ikinci aşamada “melekut” yaratılmış; “titreşen sicimler“e, sicimler de “titreşen su“ya dönüşmüştür. İşte evrenler de, bu “mükemmel su“dan beşinci yaratım aşamasında yaratılmıştır. Böylece “Melekut“, “titreşen sicimler“e; sicimler de, evrenlerin “başlangıç oluşumu“; yani “bebek evren“olan “kuark-gluon sıvısı“na dönüşmüştür. “kuark-gluon sıvısı” da, Kur’an lisanıyla “su“dur yahut “mükemmel-özel su“dur. Hatta Dünya’da bulunmayan “özel zeytin yağı“dır. İşte Kur’an’ın ifadeleri: O, en güzel sosyal etkinliği hanginizin sergileyeceğini sınamak için gökleri ve yeri altı evrede, komuta merkezi Arş’da töz, kozmik enerji suyun üstündeyken vareden güçtür” Hud 11/ 7. Rabb’imiz, 8 evren gökleri ve Arz’ı yaratmadan önce “kuark-gluon sıvısısu“yu; yarattı. Daha sonra Tahtı Arş‘ını yaratıp, bu “sıvı küre“nin üzerine koydu, arkasından da bu “sıvı bebek evren“den, tüm evrenleri yarattı. İşte “bu sıvı“nın, Dünya’da bulunmayan “mübarek bir zeytin ağacının yağı-sıvısı” olduğunu bildiren ayetler: Allah, gök katları ve yeryüzünün nurudur.Nurunun canlı örneği, oyuk/zincir ortasındaki kandilgibidir. Kandil, sırçaiçindedir. Sırça… sanki o, yakıtını sanal Ağaçtan; ne kızılötesi, ne morötesi Zeytûnedenalan incimsikuasar! Onun yakıtı,isterse ateşleyici dokunmasın;hemen ateşler… Vâcib’ul-Vücûddur. Kısaca o, nur üstü nurdur.51 Allah, kendi Nuruna, dilediklerini kılavuz eder.Allah insanlara öyle canlı örnekler getiriyor. Allah her şeyi önseziden öte bilendir”.Nur, 24/35. “incimsi bir yıldız“. Nötron yıdızları; bu yıldızların merkezlerinde de “kuark-gluon sıvısı“nın bulunduğu bildirilmektedir. KGP‘nin oluşabilmesi için aşırı yüksek sıcaklık ve basınç gerekmektedir. Nötron yıldızları, o sıcaklığı sağlayamasa da, yüksek basınç sayesinde yıldızın merkezinde KGP’nin ortaya çıkma ihtimali yüksektir. Evren, tekrar geriye doğru kendi üzerine kapanırken, başlangıçtaki sonsuza yakın “mikro sıvı küre” aşamasından geçecektir. İşte büyük çöküş sırasında tekrar Nötron Yıldızı ortaya çıkacak olan “mükemmel sıvı: özel zeytin yağı” aşamasına işaret eden ayetler: Sonuçta gökyüzühep kızıla kayan krem gibi kızıllaştığında…” Rahman, 55/37 gökyüzü kızıla kaymış metal eriyiği olduğu;”Me’âric, 70/ 8. Bugün mikro-makro evrenlerin “temel yapı taşları kuarklar“ın, tüm canlı-cansızları ve insanları da “Su”dan oluşturduğu apaçık bir gerçektir. İşte Allah her mikroorganizmayı, bir DNA sudan varetmiş. Buna göre birazı belli sıralamaya göre karınları üzerinde sürünüyor, birazı iki ayağı üzerine emekliyor, birazı da dört ayak üzerinde yürüyor. Demek ki Allah, dilediğinivareder. Zira Allah, her şeyi programlayandır.” Nûr, 24/45. O, et-kemik insanını sudan varedip, onu hem erkek akrabası soy hem de kadın akrabası sop olarak düzenleyen Güçtür. İşte Rabbin programlayandır.”Furkan, 25/54. Ebu Rezin’den ra: – Ey Allah’ın Resulu, Allah, mahlukatını yaratmadan önce nerede idi? - Altında ve üstünde hava hiçbir şey bulunmayan bizce meçhul ve karanlık nurdan bir yerdeydi. Arş’ını su üzerinde yaratmıştı” Tirmizi, C: 3, 3109. İbni Kesir Tefsiri’nden: Rebi ibn Enes der ki: Arş’ı su üstünde idi. Gökleri ve Arz’ı yarattığında bu suyu ikiye böldüyarısını Arş’ın altına koydu.” Ka’b şöyle demektedir: “Allah Teâlâ, yeşil bir ‘yakut’/melekut yarattı; sonra da ona, heybetle baktı. Bunun üzerine o ‘yakut’; ‘titreyen bir su’… suya dönüşen titreşen sicimler oluverdi. Sonra da itici kuvvet ‘rüzgârı’/melekut alan enerjisini yarattı. Böylece ‘su’yu, o itici güç/ ‘rüzgâr’ın üzerine koydu Kurtubi Tefsiri’nden “Allah’ın ilk yarattığı şey, bir ‘cevher’/melekuttur ki; Yüce Allah ona ‘heybetle baktı’, o ‘eridi’/çözüldü ve ‘sıcaklık’ yaydı. Ondan bir ‘duman’ ve ‘köpük’ çıktı‘Duman’dan Gökler, ‘köpük’ten Arzyaratıldı”. Elmalı Tefsiri’nden Bu hadiste geçen “yakut“, “cevher“, “titreyen su“, “rüzgar“, “erime-sıcaklık“, “duman“, kavramlarının gerçek anlamlarını bugün bilimin ışığında daha iyi kavrayabiliyoruz, İşte Kur’an’ın sayısız mucizelerinden birisi de, evrenin “kökeninin su-sıvı” olduğu ve nasıl oluştuğu gerçeğidir. Astrofizikçileri şaşkına çeviren bu gerçek, ortada durmaktadır.
“Özel Rölativite”ye
göre zamanhareket, kütle, uzunluk izafidir. Özel rölativite, bize evrende ışık hızının sabit olduğunu ve bu sabit hızın hiçbir zaman aşılamayacağını söyler: Hız artarsa kütle de artar. Yani hızlanmış bir cismi, biraz daha hızlandırmak için öncekinden daha çok kuvvet harcanır. Işık hızına ulaşınca kütle sonsuz olur, bu da imkansızdır. Cismin boyu ve kütlesi hıza bağlı olarak değişir. Bizim evrenimiz için ışık hızısınır-limit hızdır. Newton’un “mutlak zaman” kavramı yok… zaman izafidir ve hızla bağıntılıdır, yani izafidir. “Aynı anda” kavramı, gözlemciden gözlemciye değişir, izafidir. Cisimler hızlandıkça, zaman cisim için daha yavaş akmaya başlar, ışık hızına ulaşıldığında zaman durur mu? İşte zamanın, hıza bağlı olarak değiştiğine işaret eden ayetler: Seni, kendilerine azabın bir an önce verilmesine zorlarlar. Elbette Allah’ın verilmiş sözü hiç aksamayacak; merak etmeyin! Rabbinin katındaki bir gün, sayı sisteminizle saydığınız türden bin yıllık ışık hızı37 gibidir.”Hacc, 22/47. Evet o melekler, dolayısıyla boyutsuz zeka Ruh,1 ölçeği elli bin ışık yıllık bir günde2 Ona uçar.” Ma’âric, 70/4.
BÜYÜK PATLAYIŞ ÖNCESİ DURUM
Büyük Patlayış öncesi yalnız ruh vardı. Sonsuz Akıl Sahibi Allah‘ın Nuru sonsuzluğu kaplamıştı. Sadece ve sadece Sonsuz Boyutlu,her an her yerde olan; sonuçları, sebeplerden önce bilen Sonsuz Yüce Allah ve O‘nun sonsuzluğu kaplayan, Sonsuz Latif Nur‘u vardı. 100 milyarlarca Galaksi… Katrilyonlarca yıldızlar… Karadelikler… Güneş sistemleri ve bizim “Güneş sistemi“miz yoktu. İns-cin, hayvanlar ve bitkiler yoktu. Atomlar-elementler… Protonlar, nötronlar, elektronlar, fotonlar ve çok sayıda kuantum parçacıkları… Anti parçacıklar ve anti madde… Kuvvet parçacıkları; zayıf-güçlü çekirdek kuvvetleri, elektromanyetik kuvvet ve kütle çekim kuvveti… Melekut enerjisi parçacıkları; “titreşen sicimler” yoktu. Titreşen sicimleri oluşturan “Melekut” yoktu. Uzay, boşluk, zaman yoktu. Başmelekler ve melekler-ruhlar yoktu. “O insan anımsamaz mı hiç; ta baştan, daha henüz bir şey değilken onu varetmişiz.” Meryem, 19/67. Bütün bu melekler-ruhlar hiyerarşisi, Nur‘dan varlıklardır, bizim evrenimize ait değildirler ve “sanal“dırlar. Boyutları; sonludur, ancak insan ve cinlerden daha önceliklidir ve hiyerarşik olarak farklıdırlar. Dört Büyük Melek, bu boyut hiyerarşisinin tepesindedirler. Tacyon ve ötesi hızdadırlar. Yaşlanmaz, gençleşirler, yemez-içmezler ve Allah sevgisiyle sürekli Allah‘ı tesbih, tekbir ve takdis ederler. Allah saygısından titrerler, her an O‘nun emriyle varolur; verilen emri de harfiyen yerine getirirler. İşte melek-ruhlar alemi budur.
İLK GÖKKATI    Sidret’ül-Müntehâ
7 paralel evren ve Evrenimiz… Arş-Kürsi-Levh-Kalem kâinatın beyni oluştu. İns-cinn alemini yönetecek sekreterya tamamlandı. Higgs evrende bildiğimiz ilk dönüş katsayısı olmayan, dönüşü sıfır olan parçacık… Maddeye kütlesini veren parçacığın dönmemesi ilginçti” “Bütün evreni dolduran bir Higgs alanı var ve parçacıklar Higgs alanıyla etkileşerek kütle kazanıyorlar” Fiziki evrenlerin kader planlamasının kaza-yürütülmesinde görev verilen ruh, daha çok melek olarak nitelendirilir. “Sanal-ruh” canlının ruhunu oluşturur. Elbette ruh-meleklerin boyut hiyerarşisi çok önemlidir. Bir insanın sanal ruhuyla; bir hayvanın ruhu arasında boyut-derece farkı vardır. Arş, Kürsü, Levh ve Kalem in olduğuna iman etmek, inanmak vaciptir. Arş; Nurdan ilk büyük bir parçacıktır. Dört büyük melek ins-cinni oradan yönetmektedir. Kürsü; Nurdan yaratılmış Arşın altında ama Arşa yapışıktır. Kainatın beyni, Yedinci Gök Melekutunun ortasındadır. Levh; Nurdan, Kader Planlamalarının içinde Kiramen Katibin sorumluluğunda, korumada olduğu ve saklandığı arşivdir. Kalem; ise Nurdan bir cisim, kırtasiye işlerinin yürütüldüğü kurumdur. Bütün bu kurumlar, bir külliyedir ve Lotus Ağacı biçimindedir. dinlerde sıklıkla rastlanan, yaratılanlara benzememe, aşkınlık… olarak bilinen Sidre-i Münteha, Kur’an-ı Kerimde “Sonsuzluk dünyası” veya “sonsuzluğa bakan” Sidre biçiminde kendinden söz ettirir. Bu külliyenin tasavvuf ehline göre bir vücudu, şekil ve renkleri yoktur. Sidre en yaygın ve bilinen çamgillerden sedir ağacı olarak tercüme edilmelidir. Yedinci gök semada Cebrail’ın AS en son gidebileceği, bir adım daha gidersem yanarım dediği bir makamdır. Alevilik hezeyanına göre de bu külliye şöyle kurgulanır: Bu esnada peygamberin karsısına bir aslan çıkar ve nereye gittiğini sorar. Hz. Muhammed Allah’a gittiğini söyler ve aslanın da yoldaş olmasını teklif eder. Bu esnada anlar ki aslan Hz. Ali’dir. Yani Hz. Muhammed ve Hz. ali hak yolunda yan yana yürümüş ve miraçta beraber bulunmuşlar.  Sidret-ul munteha safhasında ruhen bir olmuşlardır. Bu ağaç; varlığıyla bilgiyi, varlığı, tüm manevi durumu evrene pompalayan bir nevi merkezdir. Yani nehirlerinden akan şey, tamamen maddeden arındırılmış, düşünce biçimindedir. Sidretül münteha’da madde yoktur. İşte tam burada her şey akar; gözlere, kulaklara duyulara ihtiyaç yoktur ve her şey kendiliğindendir; müdahalesizdir. Hz Peygamber sav; bu ağacın bir yaprağının gölgesinin tüm insanlığı örtebilecek büyüklükte olduğunu buyurur. Bir nevi, ileri katmanlardaki dallarında yıldızlarından galaksilerden ve oluştan kozmik bir yapıdır. Hz Peygamberimiz sav Ağaç’ı şöyle tavsif eder: “Öyle bir ağaç ki bir binici onun gölgesinde yetmiş sene yol alsa yine katedemez. Bir yaprağı ümmetin hepsini örter.” “Öyle bir ağaç ki bir binici onun gölgesinde yüz sene gitse katedemez. Bir yaprağı bütün ümmetin üzerini örter.” Söz konusu ağacı, mahlukatın cisim ve boyutları bakımından aldıkları son şekil, emir âleminin sınırına dikilmiş bir ağaç, bir “oluşum ağacı” olarak göstermektedir. İbnü Mes’ud’dan gelen bir rivayette onun şöyle dediği görülür: “Sidre-i Müntehâ, cennetin uc kısımlarındaki bir yerdir. Üzerinde ise Sündüs ve İstebrak’ın etekleri vardır.” Keşşâf’ta da “Sidre-i Müntehâ sanki cennetin bitiş noktasındadır” biçiminde anlatılır. İbnü Abbas ve Ka’b’dan ra nakledildiğine göre Sidre-i Müntehâ, arşın altındaki bir ağaçtır ki, melekler, nebiler ve mahlukat içindeki evliyanın ilmi sonuçta ona ulaşır. Ondan ötesi ise gaybdır, Allah’tan başkası bilemez. Dahhâk’tan yapılan bir rivayette de şöyle denilir: “Allah’ın her emri ona ulaşır, ondan daha ileri geçemez”. F. Razi tefsirinde; “O kalp gözü ne ağmış ne zorlanıp zonklamış.”… Akılların, daha fazla hayret tasavvur edilmeyecek derecede hayrette kaldıkları bir makamda, Hz. Peygamber hayrete düşmedi, şaşmadı, kendisini kaybetmedi ve gördüğünü gördü, demektedir. Ebu’s-Suud da konuyu şöyle gündeme getirir. “Ve sonunda senin Rabbine varılacaktır.” âyetine göre müntehâdan maksat, Allah’tır. Bu yüzden Sidretü’l-Müntehâ da, mülkün mâlikine izâfeti kabilinden” Allah’ın sidresi” mânâsını ifade edebilir.” Hem Kur’ân’ın Necm suresinde, hem de Hz. Peygamberin Mirac’ını bütün ayrıntılarıyla anlatan hadis-i şerifte Sidretül-Müntehâ’: “Cennetin uçlarındandır, üzerinde Sündüs ve İstebrek Cennetlerinin etekleri vardır”, diye açıklanmış. Hadis-i şeriflerde daha çok miraç hadisesi ile ilgili kısımlarda geçmekte ve kaynak hadis kitaplarının; hemen hemen hepsinde şöyle geçmektedir: “…Sonra beni Sidretül-Müntehaya götürdü. Bir de gördüm ki, sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir, yemişleri ise Yemen’in  Hecer testilerine benzer. Allah’ın emr-misal alemindeki her şeyi bürüyenler Sidre yi tamamen bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık Allah’ın mahluklarından onun güzelliğinin bir kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiç bir kimse yoktur… ” (Müslim, İmân, 259). Mesud’dan ra: “Rasûlüllah sav Sidretül-Müntehâ’ya varınca yer yüzünden çıkan ve yukarıdan inen burada son buluyor” biçiminde yorumladı. “Sidre’nin dört bir tarafı meleklerle çevrili iken Necm, 53/16 âyetini okudu ve “Sidre, altıncı göktedir” dedi. Süfyân “Altından Pervaneler!” dedi ve eliyle işaret edip elini titretti. Malik b. Mağfel’den başkası da şöyle diyor: “Yaratıkların ilmi “sidre’de” son bulur ve bunun üstü hakkında bilgileri yoktur” (Tirmizi, T. Suver 53). Enes’in rivayetine göre Rasulullah sav: “Ben Sidretü’l-Müntehâya götürüldüm. O, yedinci göktedir. Yemişi Hecer testileri, yaprakları da fil kulaklarına benziyordu. Dibinden iki zâhir, iki bâtın olmak üzere dört nehir çıkıyordu: – Ya Cibril bu da ne? – Bâtın olanlar Cennettedir; zâhir olanlar ise Fırat ve Nil’dir”  Kurtubî… Darekütnî’nin lafzıyla Müslim’den naklen, XVII, 94). Kökü altıncı gökte, dalları yedinci göktedir. Tehanevi, Keşşafu İstılâhati’l fünün, İstanbul 1984,  s. 728; Kurtubî, age, aynı yer. Son söz olarak demek isterim ki, ortada böyle bir ağaç yoktur; ortam benzetmesidir. Arş-Kürsi-Levh-Kalem külliyesinin bulunduğu ortamdır.  Kainatın beyninin işlevini görmektedir. “O Refref, ufkun en tepe noktasındayken; bir anda o dalga boyutuna geçti ve Muhammed’e doğru sarktı… kabza-giriş arası kadar, hatta ve hatta daha yakın! Bu konumda, kuluna vahiyedeceklerini bildirdi.Gönül gözü, gözün gördüklerinesaçma dememişken; siz olayı bulandırıp kuşkulandırma yarışı mı yapıyorsunuz? Andolsun o anlattıklarını, diğer bir bilgi boyutuna girmişken…Sidret’ül Müntehakatındayken görmüş. Yanında Cennet’ül-Me’vâvar!Daha doğrusu Sidre Ağacı’nı hangi boyutsuz enerji ruh bürümüşse, orayı da o bürümüş. O kalp gözü ne ağmış ne zorlanıp zonklamış. İşte Rabbinin en büyük ayetlerinin birazını,o anda görmüş. “ Necm. 53/7-18. İşte bu külliye, Sidret’ül-Münteha’dır. Mirac gecesi orada buluşulmuş ve Kur’an vahyi orada alınmaya başlanmış. Dört büyük melek komutasındaki alt melekler, hem sonradan yaratılan fiziki evrenlerin kaza-yürütmesinde ve hem de insanlarla birlikte tüm alemlerdeki düşünen zeka/ruhların kader planlaması yürütmesinde görevlidirler. Yine insanın maddi-biyolojik yapı ötesi; kuarklarının beyninde, “melekut” yer alır. Diğer yandan insanın canlılığını ve işletimini sağlayan ve “melekut“tan daha yüksek boyutlu sanal parçası ve ruhtan bir zerre olan Nefs-i Vahidesi o kişinin ruh’tan aldığı payesidir ve “melekut“undan daha üst boyuttaki Berzah Alemindedir. Atomlarımızın beyni melekut; hem bizim sanal kısmımızı oluşturur ve “ruhumuz“un emrindedir, hem de her ikisi, Sonsuz Yüce‘nin emrinde ve elindedir.
2. GÖKKATI MELEKÛT/Higgs alanı
“Titreşen sicimler“in, boşluk enerjisi diye anılan “sanal enerji alanı“, maddeye kütlesini ve özelliklerini verir ve “Tanrı parçacığı”dır. Evrenimizin açılımını hızlandırdığına inanılan “kara enerji“nin kaynağıdır ve “melekut alanı“dır. Astrofizik bilimi, “Melekut“un yaratılmasıyla başlayan “sıfır noktası“ndan, 10-43 saniyeye kadar olan Planck aralığını anlatırken; “insanoğlu evrenlerin bu aşamasını açıklamak için gerçek vahye muhtaçtır” der. “Yine biz İbrahim’e göklerin ve yerin gaybî yönetimi melekûtünü sezgi gücüyle düşündürüyoruz, bir de gönülden inananlardan olsun…” En’âm, 6/75. “Göklerin ve yeryüzünün yukarıdan yöneticilik melekûtünü ve Allah’ın yarattığı eşyayı düşünmediler mi? Ya onların ecelleri çok yaklaşmış ise. Artık bundan sonra hangi kutsallığa inanacaklar!” A’raf, 7/185. “Peki her şeyin üst yöneticiliği kimin? Zira dilediğini dilediğinin elinden çeker alır, fakat Ona rağmen kimse elinden alınamaz.46 Bilimsel bilginizle düşünüyorsanız anlamalısınız.” Müminun, 23/88. Öyleyse varolan her şeyin Nûr dünyasından yönetimi doğrudan,49 kendi ilâhî gücünde Olanın ilâhî mülkü ne muhteşem! Siz yalnız Ona tersinirsiniz.” Ya Sin, 36/83. Demek ki Allah cc Kader planlamasının yürütülmesini Arş’ın altındaki Tanrı Parçacığı Meleküt aleminden izler. Nur dünyasından yönetir. “Melekut“un Kur‘an‘da tanımına göre: Yaratılmış her şeyin melekutu; o her şeye vücut veren “öz-ruh“tur ve Allah‘ın, mutlak emrindeki “sanal bir enerji“dir. Yüce Allah’ın bu ikinci yaratımı, , görünür-fiziki evrenlerin temeli olmak üzere “melekut“u, “Sonsuz Latif Nur‘unun sonsuz küçük bir noktası“ndan, bir “Ol!” emriyle programlamıştır. Bu “Büyük Patlayış“, zamanın, maddenin, kuantum parçacıklarının olmadığı, fiziki evren yasalarının ve bilimin işlemediği bir noktadır. “Melekut“un Patlayış anı, elbette zamanın, madde ve kuantum yasalarının olmadığı “tekil bir an“dır. Çünkü bu bir programlamadır ve maddenin temel yapı taşlarının hammadesi “bilinçli-sanal öz enerji“dir; “maddenin ruhu“dur. İşte Allah’ın cc yaratması, bu “sıfır melekut noktası“dır. Bu aşama “büyük patlama” anıdır, henüz “kuantum dalgalanması” söz konusu değildir: Biz bir şeyi irade ettiğimizde buyruğumuz, sadece: “Ol!” olur. O, hemen oluverir. Nahl,16/40 Yani Allah cc buyuruyor ki; biz bir şeyi yaratmak murat ettiğimizde, o şeyin Kader Planlama ve kaza yürütmesini programlarız. Bu planlama, yaratma değildir. Allah cc, planlamayı Nur’un içinde, zamansız-mekansız yapar, yürütme ise zaman-mekan içinde meleklerce yürütülür.
3. GÖKKATI 
“Titreşen Sicimler”
Patlayışın üçüncü aşaması; “titreşen sicim enerjileri” ve “fiziki evren”in ilk proto-tipi “kuark çorbası” yahut “mükemmel kuark sıvısı”dır. Planck ölçeğine kadar inildiğinde, kütleçekim kuvveti diğer kuvvetlerle birleşir. Genel görelilik bilindiği gibi, uzayın dokusunun düzgün olmasından hoşlanır. Ancak Planck ölçeğinde, kuantum dalgalanmaları kontrol edilemez bir hareketliliğe sahiptir. Standart Model; evrenin, hiçlik-boşluktan, bir büyük patlamayla ortaya çıktığını öngörür ve bunu açıklayamaz. Evrenin ivmelenerek genişlemesini; karanlık enerjiyi; itici ve değişken boşluk enerjisini öngörmez. Peter Higgs’e göre: “Büyük Patlama bir enerji doğurdu, bu enerji, “Higgs Alanı”nı ve “Higgs Bosonu”nu ortaya çıkardı ve böylece kütlesiz olan parçacıklar bu alanla etkileşerek, bugünkü kütlelerini kazandılar.” Varsayılan “Büyük Patlama Tekilliği”ni, bir “Yaratıcı”yı kabul etmeden açıklamak, ne Standart Model’in, ne de “Süpersicim Kuramı”nın harcı değildir. Hayali sonsuz paralel evrenlere sığınmaları da, gerçeği ortadan kaldıramayacaktır. String/sicim teorisi; 1968′de ortaya çıkmış. Teorinin tanımladığı “enerji iplikçikleri”nin uzunlukları 10-33cm dir ve hayal edilemeyecek kadar küçüklüğünü anlatmak için; “Şayet bir atom, ‘Güneş sistemi’ kadar büyütülürse, ‘titreşen bir sicim’in ancak bir ağaç kadar olacağı” bilinmelidir. 1984 sonrası, teorinin denklemlerinde; 496 sayısının rakamsal toplamının 19 olması bizce ilginçtir. Tek bir keman telinin, farklı titreşim şekillerini veya farklı frekansları üretmesi gibi sicimler de; farklı şekillerde titreşerek, atom altı parçacıklarının özelliklerini; yani kütle ve elektrik yüklerini belirler. Evreni oluşturan parçacıklar, kütle çekimi ve diğer mesajcı/kuvvet parçacıkları arasındaki tek fark, “bu küçük iplikçiklerin farklı titreşim şekilleri”dir. Bu muazzam sayıdaki titreşen sicimlerin, bir araya gelerek oluşturduğu evren; çok büyük bir “kozmik senfoni” olarak düşünülebilir. Etrafımızdaki “madde ve ışık” gibi her şey; “açık uçlu titreşen sicimler”den, kütle çekimi/graviton ise “kapalı-halkalı titreşen sicimler”den oluşmaktadır. Sicim teorisi; eski sıfır boyutlu “tanecik-parçacık fikri”ni, bir boyutlu “titreşen enerji iplikçiği”ne dönüştürmüştür. Böylece kuantum teorisiyle, genel görelilik teorisi bir büyük çatı altında toplanmıştır. Canlı hayatı ören-yöneten DNA iplikçikleri benzeri, “titreşen enerji iplikçikleri”nin de evrenimizi, bir kumaş gibi ördüğü düşüncesi, gerçekten heyecan verici ve zarif bir görüştür. Gerçekte “M”nin anlamını söylemek istemese de; E. Witten’ın, nereden ilham alacağını tahmin etmek zor değildir… Süpersicim teorisinin matematiğine egemen ve sicim kuramcılarının hayranlığını toplayan E Witten’ın, 11 boyutlu M-Kuramı’yla ilgili açıklamalarının kısa bir özetini aşağıda veriyoruz: “Sicim teorisi, bir temel parçacığı, noktasal olarak değil de, titreşen bir sicimin ilmek/düğümü olarak düşünerek evreni daha derinden bir tanımlama girişimidir. Sicim ile ilgili en temel şeylerden birisi, onun müziğe de güzelliğini veren titreşimlerin, burada da pek çok farklı şekil ve formda gerçekleşmesidir. Titreşimin bu farklı formları; kuarklar, elektronlar ve fotonlar gibi farklı temel parçacıklar olarak yorumlanır. Hepsi aynı ana sicimin titreşiminin farklı formlarıdır. Farklı kuvvet ve parçacıkların birleşiminin elde edilmesinin sebebi, hepsinin aynı ana sicimin titreşiminin farklı formlarından meydana gelmeleridir. Sicim teorisinin şu anki anlayışına göre, sicimden daha temel olan hiç bir şey yoktur. “Gerçekten de temel nokta parçacıklarının yerine titreşen sicimleri koymak, büyük bir değişikliğe yol açar. Bu yüzden parçacık yayılır, ancak uzay-zamanla ilgili her şey de biraz yayılmış ve bulanıklaşmış olur. Teknik olarak ekstra boyutlara ihtiyacımız vardır. Çünkü Sicim teorisi, bu ekstra boyutları kullanarak, tüm temel parçacıkları ve onların kütle çekim kuvvetlerini tanımlayabiliyor. Bir tek temel-basit sicim, birçok şekilde titreşebiliyor. Onlar evrenin bir parçasıdır. Ben olağan kuantum alanı teorilerini daha iyi anlamamıza yarayan, ya da karadeliklerin kuantum hallerine yeni yaklaşımlar getiren böyle bir teorinin yanlış olacağını düşünmüyorum.” Süpersicim teorisinin, yahut yeni ismiyle M-Kuramı’nın en büyük başarısı ve Standart Model’in önüne geçmesine sebep olan yönü; atom altı parçacıklarının ve mesajcı kuvvet parçacıklarının altında yatan yapının; “titreşen sicimler” olarak tanımlanmasıdır. Bunun sonucu olarak da mikro ve makro evrenin; yani kuantum güçleri ile kütle çekim kuvvetinin bir denklemle ifade edilebilmesidir.
“melekutun türevi”
Bizim “melekutun türevi” olarak gördüğümüz bu “sonsuza yakın titreşen enerji iplikçileri” tanımı ve buna dayanan “sicim modeli”, matematiksel bir başarıdır ve Sonsuz Yüce’nin yaratmasının sınırsız güzelliğinin bir göstergesidir. Bütün bunlara rağmen sicim teorisinin çıkmazları ve ürettiği hayaller gözlerden kaçmamaktadır. Kısaca özetleyelim: a) Bu kadar küçük boyutlarda ve bu kadar yüksek enerjilerde, herhangi bir gözlem ve deney yapılmamaktadır. Bu sebeple teorinin doğrulanması kadar yanlışlanması da ferasete kalmıştır. Bu yüzden bazı bilim adamları, bu bir fizik teorisi midir, yoksa felsefe midir, diyebilmektedirler. b) M-kuramının öngörülerinden; “süpersimetri” ve “Süper eş Parçacıklar”ın varlığı kanıtlanamamıştır. Kuramcıların, süpersimetrinin, süper eş parçacıkların varlığının ve evrenin başlangıcından beri var olan uzayan sicim öngörüsünün doğrulanacağı beklentisi sürmektedir. c) Sicim teorisinin bir başka zorluğu; fazladan boyutlardır. Bu mesele, teorinin ispatını zorlaştırmakta ve çok karmaşık hesaplamaları gerektirmektedir. d) Yaratıcıyı ve yaratmayı kabul etmek istemeyen Standart Model taraftarı ateist-evrimci bilim adamlarının karşısında duran “büyük patlama tekilliği problemi”, M-kuramcılarının da karşısında durmaktadır. Sonsuz paralel evrenlere kaçmak bu tekilliği ortadan kaldırmıyor. Ayrıca sonsuzluk, fizik yasalarını geçersiz kılar ve bilimsel yaklaşımı yok eder. e) Özellikle sicimci-evrimciler, sayısız-sınırsız patlamalar ve sonsuz paralel evrenler öngörüyorlar. Böylece “büyük patlama”yı, bu hayali paralel evrenlerin çarpışmasına havale ederek, bilimi, adeta bilimkurguya dönüştürüyorlar. “Büyük patlama tekilliği” sebebiyle Sonsuz Yüce Yaratıcı ile adeta yüz yüze geldiğini hisseden Standart yahut Sicimci evrimci-bilimciler, bu durumdan kurtulmak için hayallerini acayip zorluyorlar. f) Sicim teorisine göre saklı boyutlar, uzayın her noktasında ve çeşitli şekillerde kıvrılmış olarak bulunurlar. Bu boyutları, en güzel tarif eden modeller Calabi-Yau şekilleri olasılığının, 10500 paralel evrene imkan verdiği düşünülmektedir. Bu tespit bir feraset işidir. g) Sonuç olarak Süpersicim-M-kuramı adı verilen bu yeni radikal kuram, evrenin başlangıcına yönelik ortaya koyduğu matematik modelde, “her şeyin teorisi” olma umudunu taşımaktadır. Teorinin en güçlü yönü, bizce “titreşen sicimler” tanımı ve bu tanıma dayalı olarak ortaya koyduğu “matematiksel model”dir. f) Süpersicim kuramında ışıktan hızlı, kütlesiz “takyonlar”ın işin içine girmesi; “titreşen sicim enerjiler”in, “melekut”tan doğduğunun bizce bir kanıtıdır. Nitekim bu “takyon” probleminden kurtulmaya çalışan sicim teorisyenleri, bu parçacıkların ortaya çıkacağını ümit etmektedirler. Evrenin oluşumunu açıklamaya çalışan bu iki kuram, üçüncü; “melekut”un, fiziki-görünen evreni, yahut bu evrenin en alt seviyedeki yapı taşlarını oluşturmak üzere “sonsuza yakın titreşen bilinçli sicimler”e dönüşür.
4. GÖKKATI Kuarklar, Leptonlar
Melekler, “Melekut” ve süpersicim katlarından sonra dördüncü maddi yaratılış katında Kuarklar, Leptonlar fiziki evrenlerin en temel yapı taşları vardır. “Sıfır Melekut Noktası”ndan 10-43 saniyeye kadar “kuantum parçacıkları”, ne zaman ve ne de bağımsız “kuantum ve kütle çekim kuvvetleri” vardır. Burada kader planlaması kuvveden fiiliyata dönüşmektedir. Maddenin ve evrenin arkasında ve en altında yer alan “titreşen sicimler”, Allah’ın Nuru “melekut”tur ve “Titreşen sicimler”, evreni dokuyan “melekut kumaşı”nın adeta iplikçikleridir; madde ile madde olmayan arasında bir “bağ-köprü”dür. “Sicimler”, maddenin ruhu olan “melekut”u, maddeye; kuarklara bağlayan ve “kuark-gluon sıvısı”nı oluşturan “titreşim ve yaratılış enerjisi”dir. Bu “ara-bağlantı enerji iplikçikleri”nin bir ucunda “melekut”, diğer ucunda madde; yani kuarklar ve kuantum parçacıkları bulunmaktadır. Planck aralığı-zamanı, 10-43 saniyeye kadar olan; “melekut aralığı” yahut “melekut zamanı”dır. Varlıklar, boyut hiyerarşisine uygun olarak titreşirler. Bu sıralama hiyerarşisi, bir anlamda Allah korkusu ve saygısına dayanan titreşim hiyerarşisini gösterirler. Tüm evrenler, varlıklar, canlılar ve cansızlar… sonuç olarak her varlık, bir saygı-titreşim frekansına sahiptir, bu da onun boyutudur. Boyut arttıkça, varlığın titreşimi ve yeteneği artar, boyutu düştükçe titreşimi ve yeteneği azalır. “Anlamadın mı ki Allah… evet göklerdeki bilinçli zekâ ve yerdeki zekâlar yanında güneş-ay, yıldız-gökadaları, dağ, ağaç-hayvan türleri hep Ona secde eder.Yığın üstüne yığın insana azap, yerini bulmuştur. Demek oluyor ki Allah her kimin değerini düşük belirlemişse, değerini yükseltecek hiçbir güç yok; Allah kaderde dilediklerini aynen yapar.” Hacc, 22/18.
5.GÖKKATI
Hadronlar, Leptonlar…
“evrenin ilk çekirdeği” kuarklar… Fiziki-görünen evrenlerin ilk proto-tipi; “kuark-gluon sıvısı”dır. “Planck aralığı”nın sınırındaki evrenlerimizin özü, “mikrosıvı küre”; bugünkü evrenlerin tohumlarını içinde taşımaktadır.
Planck ölçeğindeki “melekut ve sicim aşaması“; “sanal bir süreç“tir. Bu parçacıklar, bu evrenleri inşa eden “esrarengiz tuğlalar“dır. Kuarklar, bir araya gelerek hadron denen bileşik parçacıkları oluşturur. Bunların en kararlı olanları, atomun çekirdeğini oluşturan proton ve nötronlardır. Kuarkların hadron seviyesinin dışında doğrudan bir yolla gözlenememesi ya da incelenememesi olayına. “renk hapsi” yahut “hapsolma” denir. Fizikçilerin boşluk dedikleri; gerçekte boşluk olmayan olay budur. Çok kısa bir sürede bu sanal parçacıklar, gerçek kuarkalara dönüşerek, direnen kuarkların sayısını iki katına çıkarırlar. Bugüne kadar özel hazırlanmış dedektör tuzaklarına rağmen iki kuarkı ayırmak mümkün olamamıştır. Bazı astrofizikçiler, “gerçek parçacıklar değil, matematiksel-hayali nesnelerdir” diyebilmektedir. Kuarkların bu “ayrılmama ilkesi“ne; “renk hapsi” yahut “hapsolma” ilkesi denir.Bugün bildiğimiz evrendeki tüm madde, kuarklar ve leptonlardan oluşmaktadır. kuark ve gluonların serbest olarak bir arada bulundukları bir “faz”olan Kuark-gluon plazma, 10-23 saniye gibi müthiş kısa bir sürede var olabilir. Çarpıştırıcılarda yapılan en son deneyler, KGP‘nin gerçekte “gaz plazma” değil, “kuark-gluon sıvısı” formunda olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca Nötron yıldızlarının çekirdeklerinde de KGP bulunduğu bildirilmektedir. KGP‘nin incelenmesi; evrenimizin, başlangıç aşamalarını açıklayabilmek açısından oldukça önemlidir ve evrenin oluşumu hakkında da bize bilgi vermektedir. Evren, başlangıcının ilk mikrosaniyelerinde neye benziyordu? Başlangıçta çok yüksek sıcaklıklarda kuarklar egemendi. Ancak daha sonra LHC‘deki deneylerden, yüksek sıcaklıklarda ortaya çıkan sıcak şeyin; “kuark sıvısı ya da çorbası” olduğu anlaşıldı. Evrenin adeta çekirdeği olan “mükemmel sıvı“, evrenin inşaasında, yahut “uzay-zaman kumaşı“nın dokusunda temel rol oynayacaktır. Deneyde protonlar çarpıştırılarak, 4 trilyon derece sıcaklıkta kuark gluon plazması elde edilmiş; bunun beklenenin aksine “gaz” değil “sürtünmesiz mükemmel bir sıvı” olduğu anlaşılmıştır. “Atom çekirdeğinin temel parçacıkları olan kuark-gluonlardan, maddenin daha sıcak ve daha yoğun bir halini elde ettik. Ancak bu, beklenenden farklı ve dikkate değer bir sonuç ortaya çıkardı. Bu kuark ve gluon maddeleri, beklenenin aksine ‘gaz‘a değil, ‘sıvı‘ya benzemektedir.” “Asıl şok edici olan ise, ‘gaz‘dan çok ‘sıvı‘ya benzeyen maddenin bu ‘yeni hali‘nin, bize evrenin ilk mikrosaniyelerindeki ‘derin içyapısını‘ göstermesidir. Bu sonuçlarla, sicim teorisi metotlarını kullanan hesaplamalar arasında, bir bağlantı ortaya çıkmış oldu.” “Bizler, bu şekilde öngörülen bir plazma için, Güneş‘in merkezinden 150.000 kez daha fazla sıcaklığa ve enerji yoğunluğuna ulaştığımızı biliyoruz. “Kanıt… Bu ölçümler gösterdi ki; çarpışmada üretilen ve başlangıçta varolan parçacıklar, kolektif hareket etmeye meyillidirler. Bilim adamları, bu ‘sonuç madde‘nin, ‘akışkan‘ ve değişen çevreye doğru hareket eden, tek bir varlık gibi davranıyor. Bir bakıma ‘balık sürüsü’ gibi bir model içinde hareket etmektedir. “Tüm bu gerçekler, bizi şu şekilde ifadeye zorluyor: Maddenin bu yeni halindeki enerji yoğunluğu, olağanüstü yüksektir. Hatta orta yoğunluktaki sıradan bir nükleer maddeden çok daha yüksektir. Standart hesaplamalarında bu ilişkiyi göremeyen teorik fizikçiler, eski modellerini ve öngörülerini yeniden gözden geçirmeye başladılar.” S Vigdor diyor ki: “Bu çarpışmalar, son derece ufak bir ölçüde de olsa, ilk evrenin şartlarını yeniden oluşturabilmek için ışık hızına yakın yapılan ağır çekirdek çarpışmalarıdır. Bu yeni sonuçlar, bebek evrenin evriminde çok önemli rol oynar. Bilim adamları; “hiçbir görünür özelliği tanımlanmamış olan bu sıvı, nasıl olur da kuark-gluonlardan ortaya çıkar?” diyerek şaşkınlıklarını dile getirmeden edemiyorlar.. Her şeyi, Allah cc yaratımdan önce programladı ve “Levhi Mahfuz/Ana Bilgisayar”ında kayıt altına aldı. Sonsuz Yüce Allah, evrenleri yaratmayı düşündü-tasarladı ve “Ana bilgisayar/Levhi Mahfuz”da her şeyi ve sorumlu varlıkları; takdir ettiği “yaşam ve kaderleri“yle birlikte kayıt altına aldı, programladı. Sonsuz Yüce Rabb’imizin ilk yarattığı şey “kalem“dir, yani kalemin yazdığı “Levhi Mahfuz“dur. Ona “yaz!” dedi, o da kıyamete kadar olacakları yazdı. İşte yaratılmış her şeyin, “Levhi Mahfuz(Ana Bilgisayar)”da nasıl kayıt altına alındığını açıklayan ayetlerin bir kısmı: “Gökte ve yerde gözün göremediği hiçbir olay yoktur ki yalın anlaşılır Levh-i Mahfuz Kitapta bulunmasın.” Neml, 27/75. “Ne yeryüzündeki bir mikro organizma ne göklerde kanatlarıyla uçan bir canlı yoktur ki sizin gibi hiyerarşik ümmet olmasınlar.16 Sonra o varlıklar hiyerarşiye göre Rabbleri huzurunda toplanırlar.” En’âm, 6/38. “Gaybın ana formül anahtarları Allah’ın katındadır; onu yalnız O bilir. O, karada ve denizdekilerin işlevlerini bilir. Hiçbir yaprak dalından kopmasın ki Allah onu bilmesin. Ne yerin karanlıklarındaki dâne, ne kuru ve ne yaş; tümü yalın anlaşılır Kitap: Levh-i Mahfuzdadır” En’âm, 6/59. “Demek ki sen hiçbir ataklık içinde olmazsın veya biraz ondan, biraz o Kur’ân düzeninden okur-yaşamazsın veya hiçbir iyi davranış sergilemezsin ki siz onu tutkuyla gerçekleştirirken iradeniz üzerinde, güdüleyici üst beyin olmayalım.46 Dolayısıyla ne atom düzeyi ağırlık ne de evrendeki dev ağırlıklar daha; daha! Ne ondan daha küçüğü ne de ötekinin en büyüğü gözden kaçamaz; ille de yalın anlaşılır Levh-i Mahfuz Kitapta o var” Yunus, 10/61.
Hz Muhammed’den sav:
Abdullah ibn Amr ibn As’tan ra: şöyle işittim:“Allah mahlukatın kader ve kazalarını, Gökleri ve Arz’ı yaratmadan elli bin sene önce Levhi Mahfuz’da yazmıştır. Ve onun Arş’ı su üzerinde idi”.Sahih-i Müslim C.8, H.no: 2653 İmran ibn Husayn’dan ra: “Allah vardı ve Allah’tan başka bir şey yoktu. Allah’ın Arş’ı, su üzerinde bulunuyordu. Sonra Allah, Levhi Mahfuz’da kainatın tamamını takdir ve tesbit etti. Ve Gökleri, Arz’ı yarattı.” Buhari, C. 9, H.no: 1317 Birinci yaratım aşamasında “melekleri-ruhları” yaratan Allah, daha sonra yaratacağı tüm evrenleri ve tüm canlıları; “Ana Bilgisayar“ında planlamış, programlamış ve kayıt altına almıştır. Bugün var olan mikro-makro her şey; canlı-cansız her şey, kaderleriyle bu “Ana Bilgisayar“da yazılıdır. Bu yazgıya göre ikinci aşamada “melekut” yaratılmış; “titreşen sicimler“e, sicimler de “titreşen su“ya dönüşmüştür. İşte evrenler de, bu “mükemmel su“dan beşinci yaratım aşamasında yaratılmıştır. Böylece “Melekut“, “titreşen sicimler“e; sicimler de, evrenlerin “başlangıç oluşumu“; yani “bebek evren“olan “kuark-gluon sıvısı“na dönüşmüştür. “kuark-gluon sıvısı” da, Kur’an lisanıyla “su“dur yahut “mükemmel-özel su“dur. Hatta Dünya’da bulunmayan “özel zeytin yağı“dır. İşte Kur’an’ın ifadeleri: “O, en güzel sosyal etkinliği hanginizin sergileyeceğini sınamak için gökleri ve yeri altı evrede, komuta merkezi Arş’da töz, kozmik enerji suyun üstündeyken vareden güçtür” Hud 11/ 7. Rabb’imiz, 8 evren gökleri ve Arz’ı yaratmadan önce “kuark-gluon sıvısı “su“yu; yarattı. Daha sonra Tahtı Arş‘ını yaratıp, bu “sıvı küre“nin üzerine koydu, arkasından da bu “sıvı bebek evren“den, tüm evrenleri yarattı. İşte “bu sıvı“nın, Dünya’da bulunmayan “mübarek bir zeytin ağacının yağı-sıvısı” olduğunu bildiren ayetler: Allah, gök katları ve yeryüzünün nurudur.Nurunun canlı örneği, oyuk/zincir ortasındaki kandilgibidir. Kandil, sırçaiçindedir. Sırça… sanki o, yakıtını sanal Ağaçtan; ne kızılötesi, ne morötesi Zeytûnedenalan incimsikuasar! Onun yakıtı,isterse ateşleyici dokunmasın;hemen ateşler… Vâcib’ul-Vücûddur. Kısaca o, nur üstü nurdur.51 Allah, kendi Nuruna, dilediklerini kılavuz eder.Allah insanlara öyle canlı örnekler getiriyor. Allah her şeyi önseziden öte bilendir”.Nur, 24/35. “incimsi bir yıldız“. Nötron yıdızları; bu yıldızların merkezlerinde de “kuark-gluon sıvısı“nın bulunduğu bildirilmektedir. KGP‘nin oluşabilmesi için aşırı yüksek sıcaklık ve basınç gerekmektedir. Nötron yıldızları, o sıcaklığı sağlayamasa da, yüksek basınç sayesinde yıldızın merkezinde KGP’nin ortaya çıkma ihtimali yüksektir. Evren, tekrar geriye doğru kendi üzerine kapanırken, başlangıçtaki sonsuza yakın “mikro sıvı küre” aşamasından geçecektir. İşte büyük çöküş sırasında tekrar Nötron Yıldızı ortaya çıkacak olan “mükemmel sıvı: özel zeytin yağı” aşamasına işaret eden ayetler: “Sonuçta gökyüzühep kızıla kayan krem gibi kızıllaştığında…” Rahman, 55/37 “gökyüzü kızıla kaymış metal eriyiği olduğu;”Me’âric, 70/ 8. Bugün mikro-makro evrenlerin “temel yapı taşları kuarklar“ın, tüm canlı-cansızları ve insanları da “Su”dan oluşturduğu apaçık bir gerçektir. “İşte Allah her mikroorganizmayı, bir DNA sudan varetmiş. Buna göre birazı belli sıralamaya göre karınları üzerinde sürünüyor, birazı iki ayağı üzerine emekliyor, birazı da dört ayak üzerinde yürüyor. Demek ki Allah, dilediğinivareder. Zira Allah, her şeyi programlayandır.” Nûr, 24/45. “O, et-kemik insanını sudan varedip, onu hem erkek akrabası soy hem de kadın akrabası sop olarak düzenleyen Güçtür. İşte Rabbin programlayandır.”Furkan, 25/54. Ebu Rezin’den ra: – Ey Allah’ın Resulu, Allah, mahlukatını yaratmadan önce nerede idi? – Altında ve üstünde hava hiçbir şey bulunmayan bizce meçhul ve karanlık nurdan bir yerdeydi. Arş’ını su üzerinde yaratmıştı” Tirmizi, C: 3, 3109. İbni Kesir Tefsiri’nden: Rebi ibn Enes der ki: “Arş’ı su üstünde idi. Gökleri ve Arz’ı yarattığında bu suyu ikiye böldü; yarısını Arş’ın altına koydu.” Ka’b şöyle demektedir: “Allah Teâlâ, yeşil bir ‘yakut’/melekut yarattı; sonra da ona, heybetle baktı. Bunun üzerine o ‘yakut’; ‘titreyen bir su’… suya dönüşen titreşen sicimler oluverdi. Sonra da itici kuvvet ‘rüzgârı’/melekut alan enerjisini yarattı. Böylece ‘su’yu, o itici güç/ ‘rüzgâr’ın üzerine koydu“ Kurtubi Tefsiri’nden “Allah’ın ilk yarattığı şey, bir ‘cevher’/melekuttur ki; Yüce Allah ona ‘heybetle baktı’, o ‘eridi’/çözüldü ve ‘sıcaklık’ yaydı. Ondan bir ‘duman’ ve ‘köpük’ çıktı. ‘Duman’dan Gökler, ‘köpük’ten Arz yaratıldı”. Elmalı Tefsiri’nden Bu hadiste geçen “yakut“, “cevher“, “titreyen su“, “rüzgar“, “erime-sıcaklık“, “duman“, kavramlarının gerçek anlamlarını bugün bilimin ışığında daha iyi kavrayabiliyoruz, İşte Kur’an’ın sayısız mucizelerinden birisi de, evrenin “kökeninin su-sıvı” olduğu ve nasıl oluştuğu gerçeğidir. Astrofizikçileri şaşkına çeviren bu gerçek, ortada durmaktadır.
“Özel Rölativite”ye
göre zaman, hareket, kütle, uzunluk izafidir. Özel rölativite, bize evrende ışık hızının sabit olduğunu ve bu sabit hızın hiçbir zaman aşılamayacağını söyler: Hız artarsa kütle de artar. Yani hızlanmış bir cismi, biraz daha hızlandırmak için öncekinden daha çok kuvvet harcanır. Işık hızına ulaşınca kütle sonsuz olur, bu da imkansızdır. Cismin boyu ve kütlesi hıza bağlı olarak değişir. Bizim evrenimiz için ışık hızı, sınır-limit hızdır. Newton’un “mutlak zaman” kavramı yok… zaman izafidir ve hızla bağıntılıdır, yani izafidir. “Aynı anda” kavramı, gözlemciden gözlemciye değişir, izafidir. Cisimler hızlandıkça, zaman cisim için daha yavaş akmaya başlar, ışık hızına ulaşıldığında zaman durur mu? İşte zamanın, hıza bağlı olarak değiştiğine işaret eden ayetler: “Seni, kendilerine azabın bir an önce verilmesine zorlarlar. Elbette Allah’ın verilmiş sözü hiç aksamayacak; merak etmeyin! Rabbinin katındaki bir gün, sayı sisteminizle saydığınız türden bin yıllık ışık hızı37 gibidir.” Hacc, 22/47. “Evet o melekler, dolayısıyla boyutsuz zeka Ruh,1 ölçeği elli bin ışık yıllık bir günde2 Ona uçar.” Ma’âric, 70/4.
6. GÖKKATI
Atomu oluşturan proton ve nötronlar da aslında “kuark” adı verilen daha alt parçacıklardan oluşmaktadırlar.
İnsan aklının kavrama sınırlarını aşan küçüklükteki protonu oluşturan kuarkların boyutu ise daha da hayret vericidir: 10-18          çekirdeğin içindeki parçacıkları bir arada tutmaya yarayan “güçlü nükleer kuvvet” burada da etki etmektedir.Bu kuvvet, kuarklar arasında adeta bir lastik bant gibi görev yapar.Kuarklar arasındaki bu lastik bağlar, güçlü nükleer kuvveti taşıyan gluonlar sayesinde oluşur. Kuarklarla gluonlar birbirleriyle son derece güçlü bir iletişim halindedir.
“Parçacık Fiziği” alanında hiç durmadan parçacıklar dünyasını aydınlatmak için modern hızlandırıcılar kullanılarak, araştırmalar yapılmaktadır. Fakat insanoğlu, sahip olduğu akıl, bilinç ve bilgiye rağmen kendisiyle birlikte her şeyi oluşturan özü ancak yeni yeni keşfedebilmektedir. Üstelik bu özün içine girdikçe konu daha da detaylanmakta, insan kuark ismini verdiği parçacığın 10-18 m.lik sınırında takılmaktadır. Peki bu sınırın da altında ne vardır?
Bu sınır fiziksel evrenin son noktasıdır. Bunun altında bulunacak olan her şey madde ile değil, ancak enerji ile ifade edilebilir. Asıl önemli olan nokta ise, insanın tüm teknolojik imkanlarına rağmen yeni keşfedebildiği bir mekanda çok büyük dengelerin, fizik kanunlarının zaten bir saat gibi işliyor olmasıdır. Üstelik bu mekan evrendeki tüm maddenin ve insanın da yapı taşını oluşturan atomun içidir. Hücrenin temelindeki atomların, atomların içindeki proton ve nötronların ve bunların da içindeki kuarkların mekanizmalarındaki üstün yaratılış ise, inançlı olsun ya da olmasın herkesi hayrete düşürecek bir mükemmelliktedir.
Evrenimizde Akdelik olarak aranan cisimler Kuasarların yayımladıkları korkunç radyasyonun, ışınımın kaynağı nedir? Boyutları güneş sisteminin on katı büyüklükte olmasına rağmen bir galaksiden 1000 kat daha güçlü radyasyon yayabiliyorlar,  Evrenin en uzağında en yoğun ve keskin ışımayı yapan kuasarların aşırı aydınlığı nedeniyle içyapıları görülemiyor.
Küçük çaplarına rağmen, inanılmaz aydınlatma miktarıyla olağanüstü uzaklıklarda bulunan kuasarlar karadelikler kadar akıl almaz cisimler. Kuasarlar galaksilerden milyon kat uzakta oldukları halde, bize ışıklarının ulaşıp, görünebilmesi için ışık enerjilerinin akla hayâle sığmaz büyüklükte olması gerekiyor. En uzaktaki bir cisim içinde bulunduğumuz galaksiden nasıl daha fazla ışık verir? Peki, Kuasarların bu akıl almaz enerjileri nereden geliyorun cevabı milyonlarca güneş kütlesine sahip Karadeliklerdir. Karadelikler, Akdelik/Kuasarların enerjisini sağlar. Yani Kuasarlar, Karadeliklerin çıkış uçlarıdır. Karadelikler ile Akdelikler iç içedir. Karadeliklerin yuttuklarının yok edilmesi Kuasarlarda gözlenen tükenmeyen enerji üretimini açıklamaktadır. Karadelikler Uzay-zamanı öylesine bükerler ki Evrenin en uzak noktası ile bir geçit oluşmasına izin verir. Karadelikler ya yuttukları şeyleri (ki bu yıldızlar bile olabiliyor) kuasarlara gönderip yakıt olmalarını sağlıyor ya da kuasarların merkezindeki büyük bir karadelik evrenin herhangi bir noktasındaki bir cismi mesafe farkı olmaksızın yutup yakıt olarak kullanabiliyor. Bu iki teori de mantığa aykırı gelmiyor. “Planck ölçeğinin sınırı“nda oluşan, evrenlerin tohumlarını taşıyan bebek evren “kuark-gluon sıvısı“ndan; “büyük bir patlama“yla, aynı anda “ışıktan hızlı bir genişleme-şişme“yle evrenler ortaya çıkmıştır 1980′li yılların başlarında Amerikalı parçacık fizikçisi Alan Guth, teoriyi ortaya atmıştır. Başlangıç döneminde evren; çok kısa bir zaman içinde baş döndürücü bir ivme ile patlarcasına şişmiş ve ivmenin yavaşlaması ile son bulmuş; evrenin dinamiklerine, o andan sonra madde ve ışımadan oluşan enerji egemen olmaya başlamıştır.   Alan Guth’a göre; evren, 10-35 saniye yaşındayken, skaler alandaki kuantum dalgalanmaları, o anda bir protondan daha küçük olan evrenin boyutlarını 10-36 saniye gibi sonsuza yakın kısa bir sürede yüz basamak katlamıştır. Bir molekül büyüklüğündeki uzay parçası, Samanyolu boyutuna çıkmıştı. Evren yavaşlamış ve soğumuş ve böylece yıldızların ve galaksilerin oluşmasına imkan vermiştir. Evrenin bu derece düzgün-homojen oluşu; “kozmolojik ilke“, elbette bir “ince ayar“dır. Bu süper genişleme, “uzay eğriliği“nin, sıfır veya sıfıra çok yakın bir değerde olması gerektiğini söyler. Bunun anlamı, “evren geometrisi“nin düzlemsel olmasıdır. Çok sayıda kozmolog, gerçekten evrenin bir süper-genişleme süreci geçirdiğini düşünmektedir. Ortaya çıkan “radyasyon denizi“ne, “kozmik mikrodalga arkaplanı” adı verilmektedir. Bu arkaplan ışıması, başlangıçtaki muazzam patlama ısısının son kalıntılarıdır. Guth, bu teorisinde evrenin şiddetli bir şekilde genişlemesinin radyasyonun üzerinde iz bırakacağını öngörmekteydi. Ona göre bu “parmak izleri“, bir sıcaklık değişimi deseni yaratmış olmalıydı. Nitekim NASA, 1989′da, kozmik arkaplan keşif uydusunu uzaya gönderdi. Ardından 2001′de 2. uyduyu gönderdi. Uydular, radyasyonu büyük bir hassasiyetle ölçtüler. Böylece evrende bulunan sıcaklık farklılıkları, “şişme“nin gerçekliğini kanıtlamıştır. Yeterince kütleli, yoğun bir yıldızın, ışığın dahi kaçamayacağı çekim alanı vardır. Galaksilerin ve yıldızların oluşumu, “aynı esasa” dayanır. Sonsuza yakın sıcaklıkta,  sonsuza yakın yoğunlukta,  sıfır boyutlu ve sıfır hacimli bir ”nur noktası”nda, Büyük Patlama’nın gerçekleşmesiyle ortaya çıkan temel parçacıklar, büyük patlamadan 100 sn sonra, bir proton ve bir nötron içeren ağır hidrojen döteryum atomunun çekirdeğini oluşturacaktır. Döteryum çekirdekleri de, başka proton ve nötronlarla birleşerek, iki proton ve iki nötrondan oluşan helyum çekirdeklerini oluşturacaktır.. “Büyük Patlama”dan birkaç saat sonra, helyum ve diğer elementlerin oluşumu duracaktır. Bundan sonraki bir milyon senede evren genişlemeyi sürdürürken, sıcaklık giderek birkaç bin dereceye düşecek; elektronlarla, çekirdekler birleşerek atomları oluşturacaktır. İşte bu aşamadan sonra, atomların oluşturduğu gaz bulutlarının  çökmeye başlamasıyla, galaksiler ve yıldızlar ortaya çıkacaktır. Bu gaz kümelerinin yoğun bölgelerinde, kütlesel çekimin etkisiyle çöküş başlayacak; bu da, burkulmayı-dönmeyi doğuracaktır. Zaman ilerledikçe galaksilerdeki hidrojen ve helyum gazları, kendi kütlelerinin çekimi altında çöken küçük bulutlara dönüşecektir. Bulutlar büzüldükçe,  atomlar çarpıştıkça, gazın sıcaklığı artacak ve giderek çekirdek kaynaşması reaksiyonu ortaya çıkacaktır. “Tek patlama-süper genişleme“nin arkasında duran gerçek kuvvet, tesadüfi kuantum dalgalanması ve kaynağı meçhul itme basıncı değil, “Sonsuz Yüce’nin Emri“dir. Öncesinde “melekut alanı“; yani “melekut-sicim enerjisi” vardır ve bu “sanal enerji“, kuarklara, kuantum parçacıklarına vücut veren enerjidir. Reel-fiziki hiçbir şey yoktu, ancak evrenin ruhu-özü olan “melekut ve onun alan enerjisi” vardı. Penrose ve ekibi, iddia ediyor ki, bizim evren çağımızdan önceki çağların sonunda, bir şekilde oluşan büyük patlama sonucunda bizim çağımız ortaya çıktı.” “İşte gökyüzü… onu gizli güçler sistematiğiyle çattık biz! Yükseldikçe yetki alanlarını genişletiriz” Zâriyât, 51/47. “Onlar tepelerindeki gökyüzüne bakıp düşünmediler mi; onu nasıl çatıp yıldızlarla süsledik? İşte hiçbir gediği de yok” KAF 50/ 6. “Yedi gök katını tabaklar biçiminde3 vareden! O Rahman varetmesinde her hangi bir düzensizlik/bünye uyuşmazlığı göremezsin hiç. Deneyimleri4 yeniden oraya çevir; kopukluk5 türünden ne görürsün? Daha daha derinlere in;6 deneyimler şaşkın ve bezgin olarak dönsün.İşte andolsun, dünyadan çıplak gözle gözüken gökyüzünü; galaksilerle8 süslediğimiz gibi onu şeyatîn9 kovalamacısı olarak düzenledik.Zaten onlar için tutuşturucu cehennemin azabını yedekledik.” Mülk 67/3- 5. “Allah’u Teala bu evreni, bu alemi baştan başa ‘su’dan yarattı. ‘Su’ya bütün Yüceliğiyle baktı. ‘Su’, o ‘Yüce Bakış’tan ‘coştu’, ‘kaynadı’ ve o ‘su’dan bir ‘duman’(gaz bulutu) meydana geldi, Ondan da gökleri yarattı.” T Taberi, C:1, s:34 “Şanı Yüce Allah’ın Arş’ı, su üstünde idi. ‘Su’dan önce hiçbir şey yaratmadı. Allah yaratıkları yaratmayı murad edince; ‘su’dan bir ‘duman’/gaz bulutu çıkarttı ve bu duman, suyun üstünde yükseldi. O bakımdan ona ‘Gök’ adı verildi.“ Kurtubi Tefsiri’nden. “Allah’ınilk yarattığı kalemdir. Olacak olan her şeyi yazdı. Sonra suyun buharını yükseltti, ondan Göğü yarattı.” İbn Abbas’tan. Nur’dan yaratılan “sanal melekut enerjisi“, zaman-mekansızlık boyutunda ortaya çıkmıştır. Arkasından “Melekut“tan da “titreşen sanal enerji sicimleri“, 10-43 saniye denen “Planck aralığı“nda oluşmuştur. Daha sonra da Planck aralığının sınırında “sanal enerji ışık iplikçikleri“nin titreşimleri, “kuark-gluon sıvısı“na; yani “bebek evren“e dönüşmüştür. Bu ana kadar tüm 4 kuvvet, birleşik “tek bir kuvvet” halindedir. Planck aralığı/10-43 saniye sonrası ise zaman-mekanın ortaya çıktığı ve egemen olduğu bir süreçtir. Bu süreci, şöyle özetleyebiliriz: 10-43 saniye sonra; kuarklar ve antikuarkların egemen olduğu “elektro-zayıf çağ“. 10-10 saniye sonra; baryon-mezon/Hadronlar ve elektron, muon, tau/leptonlar çağı. Baryonlar, bilindiği gibi kuarklardan oluşan protonlar ve nötronlardır. 1/100 saniyelik başlangıç, bilimin güvenle konuşabileceği en erken zamandır. Bu anda evrenin sıcaklığının 100 milyar°C olduğu tahmin edilmektedir. Bu öyle bir sıcaklıktır ki maddenin hiçbir bileşeninin; moleküllerin, atomların, hatta atom çekirdeklerinin, bir arada bağlı kalmasına imkan yoktur. Bu aşamada evren, bazı protonlar ve nötronlarla birlikte; çoğunlukla fotonlar, elektronlar, nötrinolar ve son derece hafif parçacıklar ile bunların karşı parçacıklarından oluşan bir “kozmik çorba“dır. 1 saniye sonra; protonlar ve nötronlar; hidrojen, helyum ve döteryumun çekirdeklerini oluşturmak üzere bağlanırlar. 3 dakika sonra; madde ve radyasyon birleşir ve ilk çekirdekler oluşur. Çekirdeklerin oluşması, önce bir proton ve nötrondan oluşan ağır hidrojen; yani döteryum çekirdeği ile başlar. Yoğunluk hala yeteri kadar yüksek olduğundan, bu hafif çekirdekler bir araya gelerek en kararlı hafif çekirdeği, yani iki proton ve nötrondan oluşan helyum çekirdeğini oluştururlar. İlk üç dakikanın sonunda evren; fotonlar, nötrinolar ve karşı nötrinolardan ibarettir. Çekirdek maddesi, oldukça azdır. 300.000 yıl sonra; madde çekirdekleri, elektronları tutar, atomlar oluşur ve arkasından madde ve ışınım ayrışır. Bu ana kadar elektronlar, fotonlar ve çekirdek çarpışmaları; ışığın yol almasını engellediğinden dolayı bu dönem “karanlık çağ” olarak nitelendirilir. Isı düşüşü, çekirdeklerin, elektronları kapmasına izin verince, fotonlar yol alır, “ışınım” ortaya çıkar. Yoğun evren, “kozmik fon radyasyonu“na karşı geçirgen hale gelir. 1000 milyon yıl sonra; madde kümeleri; atomlardan oluşan moleküller; kütlesel çekimin etkisiyle topaklaşarak, çöken-dönen gaz bulutlarına dönüşür; yıldızları, kuasarları ve proto-galaksileri meydana getirir. 15.000 milyon yıl sonra; yıldızların etrafında yoğunlaşan “Güneş sistemleri“ne sahip yeni galaksiler meydana gelir. Bugün gözlemeye, incelemeye ve modellemeye çalıştığımız evrenimiz, bütün bu yaratım aşamalarından geçerek; merkezinde “Güneş sistemi“ni, insanoğlunu ve onun emrine verilmiş canlıları barındıran bir evrene dönüşür. İçinde bulunduğumuz “Güneş sistemi“nin yaratımı, galaksilerin oluşum aşamasının başlangıcında ve merkezinde gerçekleşmiştir. Yapılan yeni araştırmalar, Dünyamızın, çok sonradan değil, evrenin oldukça erken bir zamanında oluştuğuna ışık tutmaktadır.. Hiçbir kimse Allah’a; hatta “melekut“una yakın-komşu olamaz. Bu sebepledir ki bugünün ve yarının bilimi, “melekut“a; “melekut alanı“na; “Planck ölçeği“ne yaklaşamaz ve bu alanda hiçbir deney gerçekleştiremez. “Onlar şu yüzey şekillerine bakıp anlamadılar mı ki bünyesinde, daha güzeli geliştirilmiş her eşeyleşmeli türden4 neler bittirdik.” Şu’ara, 26/7. “Gerek toprağın bittirdiklerinin, gerek kendi katkılarının ve gerekse bilgi alanlarının şimdilik dışındakilerin23 tüm eşeyleşmelerini varedenin düzenlenmesi ne muhteşem!”Ya Sin, 36/36. “Evet tüm eşlenikleri vareden güç… Binek ettiğiniz gemi-uçak ve dolayısıyla hayvan türlerinisizin için programlayan güç!..”Zuhruf, 43/12. “Biz her şeyi eşlenik yarattık; zikir ehli olabilirsiniz: “Zâriyât, 51/49. Kuarklar, kuvvet parçacıklarından başlamak üzere ortaya çıkan tüm kuantum parçacıklarının ve antiparçacıkların çarpışmalarıyla sürekli ortaya çıkan enerji yaratımı, adım adım evrenimizi ve evrenleri oluşturmuştur. Başlangıçta, “mükemmel sıvı“da “simetri” egemendi. Kuantum parçacıkları ve antiparçacıklar eşitti. Daha sonra acaba neden simetri kırılması ortaya çıktı ve madde parçacıkları ağır bastı, bizim evrenimiz oluştu? Antimadde parçacıkları, nereye gitti? Neden bizim evrenimizde antimadde galaksileri yok? Antimaddenin ayrışmış olarak bir yerde gruplanmış-topaklanmış olması gerekmez mi? Ve bu antimadde evrenler, bizden çok uzakta olmalılar. Astrofizik bunu maalesef açıklayamamaktadır.   Fizılal Tefsirinde; “Allah gökleri ve yeryüzünü nasıl yarattı? Arş’a nasıl kuruldu? Yüce Allah’ın kurulduğu bu Arş nasıl bir şeydir? Acaba ilahi sekreterya diyemez miyiz? Bu ve benzeri İslam inançlarının temeline aykırı, yararsız sorulardır. Bu inanç temelini anlamamakta ısrarlı kimselerin bu sorulara cevap vermeye kalkışmaları ise, öncelikle daha da yararsızdır. Esefle belirtelim ki, islâmi düşünce tarihinde, kimi gruplar bu problemlere dalmışlardır. Hem de Yunan felsefesinden kaynaklanan bu yalancı fikirlerin salgını nedeniyle! Bu ve benzeri ayetleri, “ilim” adı verilen tahminler ve nazariyeler seviyesini aşamayan insani “tahminler”e yormak, zanlar ve faraziyeler derecesini aşamayan “ilim” karşısında ruhi bunalım kaynağıdır” cümlelerini üretmiştir. Tam bir Ehl-i Sünnet anlayışı… Yasaklar getrimekte ve düşüncenin önünü tıkamaktadır. Tanımlanamazlık getirmektedir. Aynı Fizılal tefsirinde; “Aksine onlar, duyuları, ruhu, gaye ve hedefi olan birer canlıdır. İkisi insana meyletmekte ve hayat hareketinde, hayatın tabii belirtisi olan mücadele, münakaşa ve müsabakada insanla aynı özellikleri taşımaktadır! Tüm evren ruh taşıyan bir canlıdır! Çünkü Allah’ın emrini almakta ve gereğini yerine getirmekte, hükmüne boyun eğmekte ve onu yerine getirmeye koşmaktadır. Çünkü tüm evrendeki varlıklar, bir emir verildiğinde, Allah’a itaat eden diğer canlılar gibi bu emri alırlar ve ona uyarak yerine getirmeye koşarlar! ” gibi çok yararlı bilinçlendirici bilgiler sunulmaktadır.
Mısırlı’lar Marduk’tan Mı Geldi?
Küçük çaplarına rağmen, inanılmaz aydınlatma miktarıyla olağanüstü uzaklıklarda bulunan kuasarlar karadelikler kadar akıl almaz cisimler. Kuasarlar galaksilerden milyon kat uzakta oldukları halde, bize ışıklarının ulaşıp, görünebilmesi için ışık enerjilerinin akla hayâle sığmaz büyüklükte olması gerekiyor. En uzaktaki bir cisim içinde bulunduğumuz galaksiden nasıl daha fazla ışık verir? Peki, Kuasarların bu akıl almaz enerjileri nereden geliyorun cevabı milyonlarca güneş kütlesine sahip Karadeliklerdir. Karadelikler, Akdelik/Kuasarların enerjisini sağlar. Yani Kuasarlar, Karadeliklerin çıkış uçlarıdır. Karadelikler ile Akdelikler iç içedir. Karadeliklerin yuttuklarının yok edilmesi Kuasarlarda gözlenen tükenmeyen enerji üretimini açıklamaktadır. Karadelikler Uzay-zamanı öylesine bükerler ki Evrenin en uzak noktası ile bir geçit oluşmasına izin verir. Karadelikler ya yuttukları şeyleri (ki bu yıldızlar bile olabiliyor) kuasarlara gönderip yakıt olmalarını sağlıyor ya da kuasarların merkezindeki büyük bir karadelik evrenin herhangi bir noktasındaki bir cismi mesafe farkı olmaksızın yutup yakıt olarak kullanabiliyor. Bu iki teori de mantığa aykırı gelmiyor. “Planck ölçeğinin sınırı“nda oluşan, evrenlerin tohumlarını taşıyan bebek evren “kuark-gluon sıvısı“ndan; “büyük bir patlama“yla, aynı anda “ışıktan hızlı bir genişleme-şişme“yle evrenler ortaya çıkmıştır 1980′li yılların başlarında Amerikalı parçacık fizikçisi Alan Guth, teoriyi ortaya atmıştır. Başlangıç döneminde evren; çok kısa bir zaman içinde baş döndürücü bir ivme ile patlarcasına şişmiş ve ivmenin yavaşlaması ile son bulmuş; evrenin dinamiklerine, o andan sonra madde ve ışımadan oluşan enerji egemen olmaya başlamıştır.  Alan Guth’a göre; evren, 10-35 saniye yaşındayken, skaler alandaki kuantum dalgalanmaları, o anda bir protondan daha küçük olan evrenin boyutlarını 10-36 saniye gibi sonsuza yakın kısa bir sürede yüz basamak katlamıştır. Bir molekül büyüklüğündeki uzay parçası, Samanyolu boyutuna çıkmıştı. Evren yavaşlamış ve soğumuş ve böylece yıldızların ve galaksilerin oluşmasına imkan vermiştir. Evrenin bu derece düzgün-homojen oluşu; “kozmolojik ilke“, elbette bir “ince ayar“dır. Bu süper genişleme, “uzay eğriliği“nin, sıfır veya sıfıra çok yakın bir değerde olması gerektiğini söylerBunun anlamıevren geometrisi“nin düzlemsel olmasıdır. Çok sayıda kozmolog, gerçekten evrenin bir süper-genişleme süreci geçirdiğini düşünmektedir. Ortaya çıkan “radyasyon denizi“ne, “kozmik mikrodalga arkaplanı” adı verilmektedir. Bu arkaplan ışıması, başlangıçtaki muazzam patlama ısısının son kalıntılarıdır. Guth, bu teorisinde evrenin şiddetli bir şekilde genişlemesinin radyasyonun üzerinde iz bırakacağını öngörmekteydi. Ona göre bu “parmak izleri“, bir sıcaklık değişimi deseni yaratmış olmalıydı. Nitekim NASA, 1989′da, kozmik arkaplan keşif uydusunu uzaya gönderdi. Ardından 2001′de 2. uyduyu gönderdi. Uydular, radyasyonu büyük bir hassasiyetle ölçtüler. Böylece evrende bulunan sıcaklık farklılıkları, “şişme“nin gerçekliğini kanıtlamıştır. Yeterince kütleliyoğun bir yıldızın, ışığın dahi kaçamayacağı çekim alanı vardır. Galaksilerin ve yıldızların oluşumu, “aynı esasa” dayanır. Sonsuza yakın sıcaklıkta,  sonsuza yakın yoğunlukta,  sıfır boyutlu ve sıfır hacimli bir ”nur noktası”nda, Büyük Patlama’nın gerçekleşmesiyle ortaya çıkan temel parçacıklar, büyük patlamadan 100 sn sonra, bir proton ve bir nötron içeren ağır hidrojen döteryum atomunun çekirdeğini oluşturacaktır. Döteryum çekirdekleri de, başka proton ve nötronlarla birleşerek, iki proton ve iki nötrondan oluşan helyum çekirdeklerini oluşturacaktır.. “Büyük Patlama”dan birkaç saat sonra, helyum ve diğer elementlerin oluşumu duracaktır. Bundan sonraki bir milyon senede evren genişlemeyi sürdürürken, sıcaklık giderek birkaç bin dereceye düşecek; elektronlarla, çekirdekler birleşerek atomları oluşturacaktır. İşte bu aşamadan sonra, atomların oluşturduğu gaz bulutlarının  çökmeye başlamasıyla, galaksiler ve yıldızlar ortaya çıkacaktır. Bu gaz kümelerinin yoğun bölgelerinde, kütlesel çekimin etkisiyle çöküş başlayacak; bu da, burkulmayı-dönmeyi doğuracaktır. Zaman ilerledikçe galaksilerdeki hidrojen ve helyum gazları, kendi kütlelerinin çekimi altında çöken küçük bulutlara dönüşecektir. Bulutlar büzüldükçe,  atomlar çarpıştıkça, gazın sıcaklığı artacak ve giderek çekirdek kaynaşması reaksiyonu ortaya çıkacaktır. “Tek patlama-süper genişleme“nin arkasında duran gerçek kuvvet, tesadüfi kuantum dalgalanması ve kaynağı meçhul itme basıncı değil, “Sonsuz Yüce’nin Emri“dir. Öncesinde “melekut alanı“; yani “melekut-sicim enerjisi” vardır ve bu “sanal enerji“, kuarklara, kuantum parçacıklarına vücut veren enerjidir. Reel-fiziki hiçbir şey yoktu, ancak evrenin ruhu-özü olan “melekut ve onun alan enerjisi” vardı. Penrose ve ekibi, iddia ediyor ki, bizim evren çağımızdan önceki çağların sonunda, bir şekilde oluşan büyük patlama sonucunda bizim çağımız ortaya çıktı.” İşte gökyüzü… onu gizli güçler sistematiğiyle çattık biz! Yükseldikçe yetki alanlarını genişletiriz” Zâriyât, 51/47. Onlar tepelerindeki gökyüzüne bakıp düşünmediler mi; onu nasıl çatıp yıldızlarla süsledik? İşte hiçbir gediği de yok” KAF 50/ 6. Yedi gök katını tabaklar biçiminde3 vareden! O Rahman varetmesinde her hangi bir düzensizlik/bünye uyuşmazlığı göremezsin hiç. Deneyimleri4 yeniden oraya çevir; kopukluk5 türünden ne görürsün? Daha daha derinlere in;6 deneyimler şaşkın ve bezgin olarak dönsün.İşte andolsun, dünyadan çıplak gözle gözüken gökyüzünü; galaksilerle8 süslediğimiz gibi onu şeyatîn9 kovalamacısı olarak düzenledik.Zaten onlar için tutuşturucu cehennemin azabını yedekledik.” Mülk 67/3- 5. “Allah’u Teala bu evreni, bu alemi baştan başa ‘su’dan yarattı. ‘Su’ya bütünYüceliğiyle baktı. ‘Su’, o ‘Yüce Bakış’tan ‘coştu’, ‘kaynadı’ ve o ‘su’dan bir ‘duman’(gaz bulutu) meydana geldi, Ondan da gökleri yarattı.” T Taberi, C:1, s:34 “Şanı Yüce Allah’ın Arş’ı, su üstünde idi. ‘Su’dan önce hiçbir şey yaratmadı. Allah yaratıkları yaratmayı murad edince; ‘su’dan bir ‘duman’/gaz bulutu çıkarttı ve bu duman, suyun üstünde yükseldi. O bakımdan ona ‘Gök’ adı verildi. Kurtubi Tefsiri’nden. “Allah’ınilk yarattığı kalemdir. Olacak olan her şeyi yazdı. Sonra suyun buharını yükseltti, ondan Göğü yarattı.” İbn Abbas’tan. Nur’dan yaratılan “sanal melekut enerjisi“, zaman-mekansızlık boyutunda ortaya çıkmıştır. Arkasından “Melekut“tan da “titreşen sanal enerji sicimleri“, 10-43 saniye denen “Planck aralığı“nda oluşmuştur. Daha sonra da Planck aralığının sınırında “sanal enerji ışık iplikçikleri“nin titreşimleri, “kuark-gluon sıvısı“nayani “bebek evren“e dönüşmüştür. Bu ana kadar tüm 4 kuvvet, birleşik “tek bir kuvvet” halindedir. Planck aralığı/10-43 saniye sonrası ise zaman-mekanın ortaya çıktığı ve egemen olduğu bir süreçtir. Bu süreci, şöyle özetleyebiliriz: 10-43 saniye sonra; kuarklar ve antikuarkların egemen olduğu “elektro-zayıf çağ“. 10-10 saniye sonra; baryon-mezon/Hadronlar ve elektron, muon, tau/leptonlar çağı. Baryonlar, bilindiği gibi kuarklardan oluşan protonlar ve nötronlardır. 1/100 saniyelik başlangıç, bilimin güvenle konuşabileceği en erken zamandır. Bu anda evrenin sıcaklığının 100 milyar°C olduğu tahmin edilmektedir. Bu öyle bir sıcaklıktır ki maddenin hiçbir bileşeninin; moleküllerin, atomların, hatta atom çekirdeklerinin, bir arada bağlı kalmasına imkan yoktur. Bu aşamada evrenbazı protonlar ve nötronlarla birlikte; çoğunlukla fotonlar, elektronlarnötrinolar ve son derece hafif parçacıklar ile bunların karşı parçacıklarından oluşan bir “kozmik çorba“dır. 1 saniye sonra; protonlar ve nötronlarhidrojen, helyum ve döteryumun çekirdeklerini oluşturmak üzere bağlanırlar. 3 dakika sonra; madde ve radyasyonbirleşir ve ilk çekirdekler oluşur. Çekirdeklerin oluşması, önce bir proton ve nötrondan oluşan ağır hidrojen; yani döteryum çekirdeği ile başlar. Yoğunluk hala yeteri kadar yüksek olduğundan, bu hafif çekirdekler bir araya gelerek en kararlı hafif çekirdeği, yani iki proton ve nötrondan oluşan helyumçekirdeğini oluştururlar. İlk üç dakikanın sonunda evrenfotonlarnötrinolar ve karşı nötrinolardan ibarettir. Çekirdekmaddesi, oldukça azdır. 300.000 yıl sonra; madde çekirdekleri,elektronları tutar, atomlar oluşur ve arkasından madde ve ışınımayrışır. Bu ana kadar elektronlar, fotonlar ve çekirdek çarpışmaları; ışığın yol almasını engellediğinden dolayı bu dönem “karanlık çağ” olarak nitelendirilir. Isı düşüşü, çekirdeklerin,elektronları kapmasına izin verince, fotonlar yol alır, “ışınım” ortaya çıkar. Yoğun evren, “kozmik fon radyasyonu“na karşı geçirgen hale gelir. 1000 milyon yıl sonra; madde kümeleri; atomlardan oluşan moleküller; kütlesel çekimin etkisiyle topaklaşarak, çöken-dönen gaz bulutlarına dönüşür; yıldızları,kuasarları ve proto-galaksileri meydana getirir. 15.000 milyon yıl sonra; yıldızların etrafında yoğunlaşan “Güneş sistemleri“ne sahip yeni galaksiler meydana gelir. Bugün gözlemeye, incelemeye ve modellemeye çalıştığımız evrenimiz, bütün bu yaratım aşamalarından geçerek; merkezinde “Güneş sistemi“ni, insanoğlunu ve onun emrine verilmiş canlıları barındıran bir evrene dönüşür. İçinde bulunduğumuz “Güneş sistemi“nin yaratımı, galaksilerin oluşum aşamasının başlangıcında ve merkezinde gerçekleşmiştir. Yapılan yeni araştırmalar, Dünyamızın, çok sonradan değil, evrenin oldukça erken bir zamanında oluştuğuna ışık tutmaktadır.. Hiçbir kimse Allah’a; hatta “melekut“una yakın-komşu olamaz. Bu sebepledir ki bugünün ve yarının bilimi, “melekut“a; “melekut alanı“na; “Planck ölçeği“ne yaklaşamaz ve bu alanda hiçbir deney gerçekleştiremez. Onlar şu yüzey şekillerine bakıp anlamadılar mı ki bünyesinde, daha güzeli geliştirilmiş her eşeyleşmeli türden4 neler bittirdik.” Şu’ara, 26/7.Gerek toprağın bittirdiklerinin, gerek kendi katkılarının ve gerekse bilgi alanlarının şimdilik dışındakilerin23 tüm eşeyleşmelerini varedenin düzenlenmesi ne muhteşem!”Ya Sin, 36/36. Evet tüm eşlenikleri vareden güç… Binek ettiğiniz gemi-uçak ve dolayısıyla hayvan türlerinisizin için programlayan güç!..”Zuhruf, 43/12. Biz her şeyi eşlenik yarattık; zikir ehli olabilirsiniz: “Zâriyât, 51/49.Kuarklar, kuvvet parçacıklarından başlamak üzere ortaya çıkan tüm kuantum parçacıklarının ve antiparçacıkların çarpışmalarıyla sürekli ortaya çıkan enerji yaratımı, adım adım evrenimizi ve evrenleri oluşturmuştur. Başlangıçta, “mükemmel sıvı“da “simetri” egemendi. Kuantum parçacıkları ve antiparçacıklareşitti. Daha sonra acaba neden simetri kırılması ortaya çıktı ve madde parçacıkları ağır bastı, bizim evrenimiz oluştu? Antimadde parçacıkları, nereye gitti? Neden bizim evrenimizde antimadde galaksileri yok? Antimaddenin ayrışmış olarak bir yerde gruplanmış-topaklanmış olması gerekmez mi? Ve bu antimadde evrenler, bizden çok uzakta olmalılar. Astrofizik bunu maalesef açıklayamamaktadır.   Fizılal Tefsirinde; “Allah gökleri ve yeryüzünü nasıl yarattı? Arş’a nasıl kuruldu? Yüce Allah’ın kurulduğu bu Arş nasıl bir şeydir? Acaba ilahi sekreterya diyemez miyiz? Bu ve benzeri İslam inançlarının temeline aykırı, yararsız sorulardır. Bu inanç temelini anlamamakta ısrarlı kimselerin bu sorulara cevap vermeye kalkışmaları ise, öncelikle daha da yararsızdır. Esefle belirtelim ki, islâmi düşünce tarihinde, kimi gruplar bu problemlere dalmışlardır. Hem de Yunan felsefesinden kaynaklanan bu yalancı fikirlerin salgını nedeniyle! Bu ve benzeri ayetleri, “ilim” adı verilen tahminler ve nazariyeler seviyesini aşamayan insani “tahminler”e yormak, zanlar ve faraziyeler derecesini aşamayan “ilim” karşısında ruhi bunalım kaynağıdır” cümlelerini üretmiştir. Tam bir Ehl-i Sünnet anlayışı… Yasaklar getrimekte ve düşüncenin önünü tıkamaktadır. Tanımlanamazlık getirmektedir. Aynı Fizılal tefsirinde; “Aksine onlar, duyuları, ruhu, gaye ve hedefi olan birer canlıdır. İkisi insana meyletmekte ve hayat hareketinde, hayatın tabii belirtisi olan mücadele, münakaşa ve müsabakada insanla aynı özellikleri taşımaktadır! Tüm evren ruh taşıyan bir canlıdır! Çünkü Allah’ın emrini almakta ve gereğini yerine getirmekte, hükmüne boyun eğmekte ve onu yerine getirmeye koşmaktadır. Çünkü tüm evrendeki varlıklar, bir emir verildiğinde, Allah’a itaat eden diğer canlılar gibi bu emri alırlar ve ona uyarak yerine getirmeye koşarlar! ” gibi çok yararlı bilinçlendirici bilgiler sunulmaktadır.        

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...