01 Temmuz 2018

ÜÇ KARANLIKTA YARATILIŞ

ÜÇ KARANLIKTA YARATILIŞ
 İNSAN TAGGED -AMNİYON KESESİ - EMBRİYOLOJİ - FALLOP TÜPÜ - FOTOĞRAFLAR ÜÇ KARANLIK

Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlıkta bir yaratılışdan diğer yaratılışa geçirerek yaratmaktadır… 
 Anne karnındaki cenin çok hassas bir varlıktır. 
Cenin eğer özel bir korunmaya sahip olmasaydı
sıcak, soğuk, ısı değişimleri, darbeler, 
annenin ani hareketleri cenine ya büyük bir zarar verecek, 
ya da cenini öldüreceklerdi. 

Annenin karnındaki 3 bölge
cenini tüm bu dış tehlikelere karşı korur. 
Bu bölgeler şunlardır 

 1- Karın duvarı 
 2- Rahim duvarı 
 3- Amniyon kesesi 

 Kuran’ın indiği dönem ve bölgede, embriyolojiyle ilgili bilimsel bir uğraşa rastlamıyoruz. 
Peki o zaman Kuran’ın anne karnındaki üç karanlığa işaret etmesi nasıl açıklanabilir ? 
Hiç şüphesiz bu ifadeyi Kuran’ın indiği dönemin bilgi seviyesiyle açıklamaya olanak yoktur. 
 Cenin bu üç tabakanın koruyuculuğu altında kapkaranlık bir mekanda yavaş yavaş gelişimini sürdürür.

 Amniyon kesesi temiz, akışkan bir sıvı ile doludur. 
Bu sıvı sarsıntıları emen koruyucu bir yastık gibidir, basıncı dengeler, amniyon zarının embriyoya yapışmasını engeller ve ceninin rahim içerisinde rahatlıkla dönmesini sağlar. 
Eğer cenin bu sıvı sayesinde rahatlıkla hareket edemeseydi, bir et kütlesi gibi yığılıp kalacak, devamlı bir tarafı üzerinde aylarca durduğu için yaralar vücudunu saracak ve birçok komplikasyon ortaya çıkacaktı. 

Ceninin her tarafının eşit biçimde ısınması da önemlidir. Sıvının ısıyı eşit dağıtması sayesinde dışarıdaki sıcaklık ne olursa olsun ceninin her yanı 31°C’lik sıcaklığa sahiptir. Yaratıcımız her aşamada her şeyi en ince şekilde ayarlamış, karanlıkların içinde her ihtiyacımızı karşılamış, bedenimizi dış dünyanın tüm zararlarından korumuştur. 

 YARATILIŞTAN YARATILIŞA GEÇİŞ 
 Bu ayetin anne karnında, yaratılış aşamalarımızda içinde bulunduğumuz 3 farklı ortama veya 3 farklı yaratılış aşamasına işaret ettiğini düşünenler de olmuştur. 

Buna göre 3 karanlık şöyledir

 1. Fallop borusu Spermle yumurta birleştikten sonra fallop borusu boyunca ilerler. 
Fallop borusu boyunca ilerleyen zigot bölünerek çoğalır. 

2. Rahim duvarındaki bölge Bu bölgede diğer bölümlerde işlediğimiz asılıp tutunma (alaka) aşaması geçirilir. 

 3. Amniyon kesesi Ceninin etrafındaki içi özel bir sıvı ile dolu kesedir. Gelişimin geri kalan uzunca kısmı burada geçirilir.

Amniyon kesesi 

 Cenin gelişiminin uzunca bir kısmını amniyon kesesinin içinde geçirir. Dıştan görünüşte bu karanlık mekanların farkları yok sanılır. 
Halbuki minik bir hücrenin boyutuna bölünüp bu mekanları gezebilsek, nasıl farklı mekanlar olduğunu idrak edebiliriz. 

Birinci karanlık mekan, hücreye göre dev karanlık bir tüneli hatırlatmaktadır. 
İkinci karanlık mekan ise ışıksız kapkaranlık bir ormanı. 
Üçüncü karanlık mekan ise ışıksız bir denizin altını andırır. 

Görüldüğü gibi iç içe katman olarak karanlık mekanlar 3 kat olduğu gibi, sırasıyla geçilen karanlık mekanlar da 3 tanedir. 
Ayetin bu iki açıklamadan herhangi birine mi, yoksa her ikisine de mi işaret ettiğini Allah bilir. 
(Biz, yaptığımız ilk üçlü ayrımın ayetin temel işareti olduğu kanaatindeyiz.) 

Bu karanlık mekanlardaki gelişimde geçirilen aşamaların tüm bilimsel kitaplarda 3’e ayrılıp incelenmesi de ilginçtir. 
Bu üç aşama şöyledir: 
 1. Pre-embriyonik aşama:  
 Bu aşama birinci trimester olarak anılır. 
Hücreler çoğalırken 3 tabaka şeklinde organize olurlar, 
ilk iki haftayı kapsar. 
 2. Embriyonik aşama Hücre tabakalarından temel organlar ortaya çıkmaya başlar. 
İkinci trimester olarak anılır. 
İkinci haftayla sekizinci hafta arasını kapsar. 
 3. Fetal aşama Bu aşamada yüz, eller, ayaklar belirginleşir, insan dış görünümü ortaya çıkar. 
Üçüncü trimester olarak anılır. 
Sekizinci haftadan doğuma kadar olan safhadır.
 Ayette işaret edildiği gibi yaratılışımız, bir yaratılış aşamasından diğer yaratılış aşamasına geçerek olmaktadır
Tüm aşamaların ortak özelliği her birinde yaratılışın delillerinin gözükmesidir. 
Kitabımızın embriyolojiyle ilgili bu son bölümlerinde gördüğümüz bilgilere son yüzyılda ulaşılmıştır. 
Kuran’dan önce ve Kuran’dan sonraki bin yılda bu bilgilerin hiçbirine, Kuran dışında hiçbir kitapta rastlayamazsınız. 
Kuran, hem meninin karışımlı yaratılışına, hem de bu meninin az bir bölümünden yaratıldığımıza dikkatlerimizi çekmiştir. 
Kuran, anne rahmindeki gelişimde embriyoya, aldığı hallerden türeyen isimler takmıştır: Asılıp tutunan (alak), bir çiğnemlik et (mudga) gibi. 
Böylece Kuran, ceninin aldığı hallerden çıkan bir terminoloji oluşturmuştur. 
Yine ilk önce kemiklerin sonra kasların yaratıldığını Kuran dışında ortaya koyan olmamıştır. Yaratılışın içindeki farklı karanlıklara Kuran dışında dikkatleri çekmiş bir kitaba da binlerce yıllık tarihte rastlayamazsınız. 
 Bilimsel bir bilgiyi ileri sürmek için her şeyden önce bilimsel bir altyapı gerekir. 
Var olan bir altyapı üzerinde diğer bilgiler yükselir. 
Ayrıca bu tarz bilimsel bilgiler için gelişmiş mikroskoplara da mikro kameralara da ihtiyaç vardır. Kuran’ın indiği dönemde ne bilimsel altyapının, ne mikroskobun, ne de mikro kameraların olduğunu kimse iddia edemez. 
Bu bilgilerin rastgele yapılan tahminlerle tutturulduğunu söylemeye de hiçbir vicdanlı insan kalkışamaz. 
 Yoksa onlar hiçbir şeysiz mi yaratıldılar: 
Yoksa bizzat kendileri mi yaratıcıdır?

BİR ÖZDEN YARATILIŞ VE ÇOCUĞUN CİNSİYETİ

This post is also available in: İngilizceAlmancaArnavutçaArapçaBoşnakçaKürtçe
Sonra onun soyunu bayağı bir suyun özünden meydana getirdi. (32:8)
Bundan iki önceki bölümde (46. bölüm) insanın toprağın özünden yaratıldığına dikkat çekildiğini gördük (23-Müminun Suresi 12. ayet). O bölümde incelediğimiz ayette geçen “sülale” kelimesi Secde Suresi’nin 8. ayetinde de geçmekte, bu sefer insanın meninin bir özünden yaratıldığı vurgulanmaktadır. Yani insan toprağın belirlenmiş bir özünden yaratıldığı gibi, meni aşamasında da; bu meniden rastgele bir şekilde değil, bu meninin belirlenmiş bir özünden yaratılmaktadır. Kısacası “nutfe” kelimesiyle insanın meninin az bir kısmından yaratılmasına dikkat çekilirken, “sulale” kelimesiyle meninin belirlenmiş bir özünden yaratıldığına dikkat çekilmektedir.
Hepimiz
Hepimiz seçilmiş bir sperm sayesinde varız.
Gerçekten de spermler, daha önce belirttiğimiz gibi meninin hem bir kısmıdır, hem de meninin en temel ham maddesidir. Spermlerin içinde ise yumurtayı dölleyen sperm, hem spermlerin yüz milyonda biri ile ifade edilecek kadar az bir kısmıdır, hem de bu uzun mesafeli yüzüşte milyonlarca spermi geçerek hedefe varan en başarılı yüzücüdür. Sonuçta, hepimiz işte bu başarılı spermiz. Var olan her insan hayata ilk adımlarını yüzme yarışında yüz milyonları geçerek atmaktadır. Var olmak bu zorlu yarışı birinci bitirmeye bağlıdır. Şu anda bu yazıyı okuyan bizler var olduğumuza göre, demek ki hepimiz hayatımızda bir kez bile olsa yüzmilyonları geride bırakan bir yarışı kazandık. Hepimiz “sülale”yiz; yani seçilmiş bir özüz, seçilmiş bir sperm sayesinde varız. Tüm bu oluşumlarda aklını kullananlar için ne büyük ibretler vardır!
Sizleri yarattık. Yine de doğrulamayacak mısınız? (56:57)
Akıttığınız meniyi gördünüz mü? (56:58)
Onları sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcısı biz miyiz? (56:59)

CİNSİYETİN BELİRLENMESİ

Gerçekten de O, erkek ve dişi olarak iki çifti yaratandır. (53:45)
Akıtılan meninin bir damlasından. (53:46)
Günümüzde hâlâ bazı erkeklerin veya erkek ailelerinin, kadınları, erkek çocuk doğurmadığı için kınadıklarına tanık olabiliriz. Bu olay kadınların, çocukların cinsiyetini belirlediğini sanan yanlış bilginin sonucudur. Tarih boyunca kadının, çocuğun cinsiyetini oluşturduğuna dair yanlış bilgi hâlâ sürmektedir. Her ne kadar bilim çevreleri halkın düştüğü bu yanlışa düşmeseler de, onlar da yakın tarihlere kadar çocuğun cinsiyetini anneden gelen yumurta ile babadan gelen spermin eşit katkıyla oluşturduklarını sanıyorlardı. Oysa çocuğun cinsiyetini spermin belirlediği bilim çevrelerinin yakın tarihlerde keşfettikleri bir bilgidir.
Peygamberimiz’in vefatından iki yüz yıl kadar sonra yazılan bir kitaptaki uydurma bir hadis, o dönemin insanlarının cinsiyetin belirlenmesini nasıl anladıklarını göstermektedir. Uydurma hadis şöyledir: “Erkeğin suyu beyazdır. Kadının suyu ise sarıdır. İkisi birleşir ve erkeğin menisi kadının menisine üstün gelirse çocuk erkek olur. Kadının menisi erkeğin menisine üstün gelirse çocuk kız olur.” Kuran’ın insanların cinsiyetlerinin yaratılışını belirttikten sonra, bu cinsiyetlerin yaratılışını sadece erkekten gelen meninin bir spermiyle ilişkilendiren bu ayetlerin işareti mucizevi niteliktedir.
Çocuğun cinsiyetini spermin belirlediği, bilim çevrelerinin yakın tarihlerde keşfettiği bir bilgidir.
İnsanın genetik şifresi, her hücrede bulunan 46 tane kromozomdadır. Bu kromozomlardan iki tanesi cinsiyet kromozomudur. Erkekteki kromozomlar XY olarak, kadınlardaki kromozomlar XX olarak tanımlanmaktadır. Kadınlarda yumurtlama anında ikiye ayrılan kromozomların her biri X kromozomu taşır. Erkekte ise spermlerin kimisi X, kimisi Y kromozomlarını içerir. Erkekteki X kromozomu kadınların yumurtalarındaki X kromozomuyla birleşirse çocuk kız, erkeklerdeki Y kromozomu kadınların yumurtalarındaki X kromozomuyla birleşirse çocuk erkek olur. Böylelikle çocuğun erkek veya kız olması tamamen spermden X veya Y’nin gelmesine bağlıdır. Bu konudaki biyolojik çalışmalar sürmektedir. 1990 yılında Y kromozomu üzerinde SRY proteininin bulunması ve bununla ilgili açıklamalar bu konudaki bilgileri genişletmiştir. 
Çocuğun cinsiyetinin oluşması
Çocuğun cinsiyetinin oluşması spermden x ya da y kromozomu gelmesine bağlıdır.
Kuran’ın 1400 yıl önce işaret ettiği bu bilgi çok yakın bir döneme kadar bilinmiyordu. Tarih, 8. Henry’nin kendisine kız çocuk verdiği için eşi Catherine’i boşamasına benzer olaylarla doludur. Kuran’ın işaret ettiği bu bilgi bir mucize ile beraber bir ironiyi de beraberinde taşıyordu. Kadınlar, yüzyıllarca çocukların cinsiyetleri yüzünden kınanmışlardı. Bilimin keşfi hem mucizeyi açığa çıkardı, hem de mantıksız bir sebepten dolayı kadınlara yapılan zulmü gözler önüne serdi.

ANA RAHMİNİN DAYANIKLILIĞI

Sizi bayağı bir sudan yaratmadık mı? (77:20)
Ve sonra dayanıklı bir yere yerleştirdik.(77:21)
Bilinen bir süreye kadar  (77:22)
Anne Rahmi
Anne Rahmi
21. ayette ana rahminin sağlam, dayanıklı yapısına işaret edilmiştir. Rahim, kadının leğen kemiği boşluğunun tam ortasında bulunduğu için gayet güvenli bir yere yerleştirilmiştir. Erkekte bu organa karşılık gelecek bir organ yoktur. Rahim adalelerden yapılmış sağlam bir duvara sahip, içi boş bir organdır. Armut şeklindedir. Ergin bir kadında uzunluğu sekiz, eni beş, yüksekliği iki buçuk santimetredir. Ufak bir kütle olan rahim, hamileliğin sonunda iyice genişler. Hamilelik dışında rahmin ağırlığı elli gram kadardır. Hamileliğin sonunda ise bin gramı bile geçer. İçindeki çocuk yerine göre beş bin grama kadar bile çıkabilir. Bu ise rahim ağırlığının yüz kat artması demektir.

İnsan vücudunda bu kadar çabuk büyüyen, bu kadar hızlı değişme kabiliyeti gösteren tek organ rahimdir. Rahim sık ve kalın kaslarıyla, özel yaratılışıyla birkaç santimetreden başlayarak gittikçe büyüyen cenini, tüm dış darbelerden ve olumsuzluklardan korur. İnsanın en aciz aşamalarını, yaşamını yitirmeden devam ettirebilmesi, rahmin sağlam yaratılışı sayesindedir. Embriyo için olmuş ve olabilecek en sağlam, en uygun yer ana rahmidir. Kuran’ın dikkat çektiği rahmin sağlam yaratılışını incelememiz, yaratılışımızın ilk aşamalarından beri Allah’ın şefkatinin her şeyi ayarladığının bir delilidir.
Rahim
Rahim
Merhametli, Şefkatli Allah’ın adıyla (1:1)

KEMİKLERİN OLUŞUMU VE ETLE KAPLANMALARI


KEMİKLERİN OLUŞUMU VE ETLE KAPLANMALARI

…Sonra o damlacığı asılıp tutunan birşeye dönüştürdük. Sonra asılıp tutunan şeyi, bir çiğnemlik et parçası haline getirdik. Sonra bir çiğnemlik et parçasını, kemik olarak yarattık. Sonra kemiğe et giydirdik.(23:14)
… Kemiklere de bir bak. Nasıl yerli yerince düzenliyoruz onları ve sonra da onlara et giydiriyoruz… (2:259)
Tercümede geçen “bir çiğnemlik et” ifadesi, Arapça “mudga” kelimesinin karşılığıdır. Kemiğe giydirilen et vurgulanırken geçen “et” ifadesi ise ayette “lahm” kelimesi ile anlatılır. Bu deyim “taptaze et” gibi eti vurgular. Bu ayrımın altını çizmekte fayda vardır.
Embriyo başlangıçta kemiksiz bir çiğnemlik et formundadır. Embriyodaki kıkırdak doku, ayette söylendiği gibi sonradan kemikleşmeye başlar. Yine aynen ayetin söylediği gibi kemikleşme başladıktan daha sonra kas etleri oluşarak kemikleri sarar. Ayette geçen “lahm” kelimesi kas etleri için kullanılmaktadır. Kuran’da 1400 yıl önce haber verilen bu oluşum sırasından bilim çok yakın döneme dek habersizdi. Bu dönemde kemiklerin ve kasların beraber oluştuğu düşünülüyordu. Gelişmiş mikroskoplar ve anne karnının içine giren mikro kameralar, Kuran’ın haklılığını bir kez daha göstermiştir.

İSKELETİMİZİN MÜKEMMEL YARATILIŞI

Bakara Suresi’nden alıntıladığımız ayet, kemiklerin kasla sarılmasını vurgulamadan önce iskelet yapımıza dikkat çekmekte ve bu yapıyı incelememizi teşvik etmektedir. Bu ayeti okurken Allah’ın Kuran’da oluşturduğu bilimsel mucizeyle beraber, Allah’ın vücudumuzda oluşturduğu yaratılış mucizesini de kemiklerimiz bağlamında düşünelim.
Kas Sistemi
Kas Sistemi
Bir mühendislik harikası olan iskeletimiz, her biri ihtiyacımıza göre ölçülüp biçilmiş değişik boyutlarda 206 kemikten meydana gelir. İskeletimiz, eklemler ve bağlarla birbirine tutturulmuş; atlama, koşma, eğilme, oturma ve benzeri hareketler için ölçülerek, planlanarak inşa edilmiş bir kemik kuledir. Her hareketimizde iskeletimizi farkına varmadan, zorlanmadan kullanır, iskeletimizin hizmetimize verilmiş olması sayesinde günlük hayatımızı sürdürürüz. Örneğin bu kitabın sayfalarını çevirirken kaç eklemimizi kullandığımıza dikkat edin: Omuz, dirsek, bilek ve parmak eklemlerimizin her birini nasıl da kolaylıkla, birbiriyle uyumlu bir şekilde kullanırız. Hem de iskeletimizi kullandığımızın hiç farkına varmadan…
İskelet sistemi
İskelet sistemi harika yaratılmıştır.
Bu eşsiz mimari yapıya ister mühendis, ister doktor gözüyle bakınız, bu yapı karşısında bildiklerinizin ne kadar yetersiz kaldığını göreceksiniz. İskeletimiz vücuda dayanak oluşturur, organlarımızı mükemmel bir şekilde korur, sinir ve kas sistemlerinin bağlantısını sağlar ve vücudun hareketlerini gerçekleştirmesinde en önemli görevi üstlenir. 
İskeletimizin her parçası kendi farklı görevini mükemmel bir şekilde yerine getirir. Kafatası ve leğen kemiğinde olduğu gibi kemiklerin hareketinin sakıncalı olduğu yerlerde eklemler sabittir. 
Hareketin gerekli olduğu kalça veya omuz gibi yerlerde eklemler oynaktır. Boyun omurundaki kemikler, başın kendi ekseni etrafında 180 derece dönmesine imkan verecek şekilde yaratılmışlardır. 
Bu sayede aşağıyı, yukarıyı ve her iki yanımızı görmek için bütün vücudumuzu döndürmek gibi bir zahmete katlanmaksızın, sadece başımızı çevirmemiz yetmektedir. 
Akciğer ve kalp gibi organlarımıza yakın yerdeki kemikler bu organları koruyacak ve bu organların çalışmasını aksatmayacak şekilde yaratılmışlardır…
Bir betonarme binayı ayakta tutan kolon, kiriş ne ise, insanı ayakta tutan iskelet sistemi de odur. Ancak düşünen bir insanı hayrete düşürecek nokta, modern binalarda iskelet sistemi bina ağırlığının %60-70’ini oluşturduğu halde, insan iskeletinin, toplam insan ağırlığının %15 kadarını oluşturmasıdır. 
Bu hafif iskeletin dayanma gücü ise çok yüksektir.
 Mesela uyluk kemiği dikey vaziyette bir ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitededir. 
Kemiklerimizde sağlamlık ve esneklik mükemmel ölçülerle buluşturulmuştur…
İskeletimizin bir yağlanma sistemi vardır ki, sırf bu sistemin detayları sayfalara sığmaz. 
Vücudumuzdaki her bir eklem kendisi için gerekli özellikteki yağlarla düzenli olarak yağlanmaktadır. 
Her hareket ettiğimizde birbiri üstünde hareket eden, 
sürtünen omurların aşınmasının disk denen dayanıklı kıkırdaklarla önlenmiş olması da yaratılış planımızın ayrı bir bölümüdür.
İskeletin harika yaratılışının çok az bir kısmını anlattığımız bu bilgiler bile
Bakara Suresi 259. ayette “Kemiklere de bir bak…” 
denerek, niye gözlerimizin iskeletimize çevrildiğini göstermektedir. 
Bir çiğnemlik et, anne karnında kemiklere çevrilirken bu mükemmel yaratılış başlamaktadır. 
Daha sonra bu sistem kadar harika olan kas yapımız da yaratılacaktır.
İskelet yapısının oluşumu
İskelet yapısının oluşumu
Allah her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin neyi eksiltip, neyi arttırdığını bilir. O’nun katında her şey bir ölçü iledir. (13:8)

RAHİM DUVARINDA ASILI DURURKEN



RAHİM DUVARINDA ASILI DURURKEN

Sonra onu dayanıklı bir karar yerinde bir damlacık haline getirdik.(23:13)
Sonra o damlacığı asılıp tutunan birşeye dönüştürdük…(23:14)
Ayetin çevirisinde “asılıp tutunan şey” olarak çevirdiğimiz kelimenin Arapçası “alak”tır. Bu kelimenin Arapça’daki temel anlamı “asılı duran, tutunan madde”dir. Bu yüzden ayeti bu temel anlamıyla çevirmek en doğru çeviridir.
Peygamberimiz’in yaşadığı dönemde embriyoloji bir bilim dalı olarak ele alınmıyordu. Bu yüzden embriyolojiyle ilgili terminoloji de yoktu. Kuran, indiği dönemdeki insanların kullandığı kelimelerden, embriyonun durumunu en iyi tarif edenlerle embriyonun aşamalarını açıklar. 

Rahime atılan küçük bir damlacık olan "ZİGOT"rahim duvarına “asılıp tutunmaktadır”. 

İşte Kuran, bu “asılıp tutunma” olayını açıklayarak indiği dönemde bilinmeyen, yaratılışımızda geçirdiğimiz bir aşamayı açıklamaktadır. 

Bu yüzden “ALAK” kelimesini temel anlamının dışında “EMBRİYO” şeklinde tercüme etmek, hem tercümenin yeterince aslına uygun olmaması, hem de ayetin ince işaretinin ortaya konamaması demektir. 

“KAN PIHTISI” diye ayeti tercüme etmek de kelimenin temel anlamına ve ayetin işaretine terstir. 

Kan pıhtısının yapışkan yapısından dolayı ayetin tercümesine yakıştırıldığına, hatta sözlüklere bu mananın yan bir anlam gibi bile eklendiğine tanık olabilirsiniz. 

Bunun sebebi ayetin anlamını kavrayamayanların kendi yakıştırmalarını tercümeye sokmalarıdır. 

Kuran’ın inişinden yüzlerce yıl sonra bile anne rahminde 
“ASILIP TUTUNAN” bir aşama geçirdiğimiz bilinmediği için, “ALAK” kelimesi, bu temel anlamı dışında anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Fakat gelişen embriyoloji bilimi gerçekten de “ALAK”ın temel Arapça anlamı gibi annelerimizin rahminde bir aşama geçirdiğimizi ortaya koydu.
Zigot
"ZİGOT"

TARİHİN KARANLIKLARINDA KURAN’IN AYDINLIĞI


Kuran’ın çağdaşı olan eserleri, O’nun inişinden önce insanların yazdıkları eserleri veya O’nun inişinden sonraki yüzyıllarda yazılan eserleri incelersek, insan üremesi hakkında sürekli yanlış fikirlerin ortaya konduğuna tanık oluruz. 

Ortaçağ boyunca mitolojiler ve temelsiz spekülasyonlar bu konuda kendini gösterdi. 

1651 yılında Harvey’in 
“Yaşayan her şey ilkin bir yumurtadan oluşur ve embriyo kısım kısım aşamalarla oluşur” 
fikri, embriyolojinin bilim tarihindeki temel aşaması olmuştur. 

Mikroskobun icadından faydalanılan 17. yüzyılda, hâlâ yumurta ile spermin karşılıklı rolleri tartışılmaktaydı. 
Büyük doğa bilgini Buffon “Ovistler” safında yer alıyordu. 
Aynı safta yer alan Bonnet, tohumların içiçe yuvalanması kuramını savunuyordu: 
“Kurama göre ilerde doğacak insan döllerinin bütün bireyleri birbirinin içinde yuvalanmış olmak üzere insan türünün annesi olan Havva’nın yumurtalığında bulunmaktadır. 
Bu varsayım 18. yüzyılda oldukça itibar görmüştür.”
Kuran ve bilim arasındaki uyumu keşfedip Müslüman olan Prof. Dr. Maurice Bucaille bu bilgileri verdikten sonra kendi yorumunu şöyle yapar: “Hâlâ hayalci doktrinlerin itibar gördüğü bu 18. yüzyıldan bin küsur yıl önce insanlar Kuran ile tanışmışlardı. 

Onun insanın üreyişi konusundaki haberleri, sade tabirler içerisinde temel gerçekleri ifade etmekteydi ki, bunları keşfetmek için insanlar asırlarını vereceklerdir.

” Kanada’nın Toronto Üniversitesi’nde anatomi profesörü olan ve Kuran’ın embriyoloji üzerine söylediklerinin, 
bir insanın bilgisiyle 7. asırda söylenmesinin mümkün olmadığını söyleyen Keith Moore ise özetle şöyle demektedir: 
“Kuran’ın insanın gelişimi üzerine söylediklerinin 
7. yüzyılda söylenmesine imkan yoktur. 
Hatta bundan bir asır önce bile bu bilgiler tam bilinmiyordu. 
Bu ayetleri ancak şu anda hakkıyla anlıyoruz, 
çünkü modern embriyolojinin gelişimi 
bu ayetleri anlamamıza olanak tanımıştır.”
Gerçekten de tarihi incelediğimizde, insanın anne karnındaki gelişimini hiçbir yanlışa sapmadan ortaya koyan bir tek Kuran’dır. 
Örneğin bu bölümde incelediğimiz insanın anne rahminde “asılıp tutunan” bir aşama geçirdiğini söyleyen ayetleri ele alalım. 
Kuran dışında, tüm tarih boyunca bu bilgiyi açıklamış olan tek bir kaynak bile gösterilemez. 

Ancak mikroskobun icadı ve geliştirilmesi, fizyoloji, anatomi, embriyoloji alanındaki ilerlemelerin birleşimiyle insanoğlu bu bilgiyi çok yakın tarihlerde bilimsel platformda öğrenmiştir.
Zigot
Zigot ilk dönemlerde rahim duvarına asılıp tutunmaktadır.
İşte bunlar Allah’ın delilleridir (ayetleridir). Bunları sana gerçek olarak okuyoruz. Öyleyse onlar Allah’tan ve delillerinden (ayetlerinden) sonra hangi söze inanıyorlar.(45:6)

EMBRİYONUN GEÇİRDİĞİ EVRELERDEKİ DELİLLER

Yumurtada kendi diğer yarısını bulan sperm, fallop tüpünden rahme doğru ilerler. 
Embriyo bu yolculuğunda fallop tüpünde tutunmaya kalkmaz. 
Embriyo rahme doğru yol alır, rahme ulaştığında da kan damarlarının yoğun olduğu bir bölgeye asılıp tutunur. 
Artık Kuran’ın bahsettiği “ALAKA” yani “asılıp tutunma” aşaması başlamıştır.
Bu akılsız, güçsüz hücre yığını nasıl oluyor da kendisi için en uygun, 
hatta tek uygun yer olan rahme doğru yol almaktadır? 
Nasıl oluyor da embriyo rahme gelince bir sülük gibi rahime yapışabilmekte 
ve büyümesi için gerekli besinleri buradan alabilmektedir?
 (ALAK kelimesinin yan anlamlarından biri de sülüktür) 
Tüm bunlar, Allah’ın, bizleri yaratırken ince bir hesapla her aşamayı planladığının delilleridir. 
Bu muhteşem planı Allah’ın eseri olarak görmeyenler, 
tüm bu oluşumları tesadüflere veya embriyonun üstün becerilerine 
bağlama komikliğine düşeceklerdir.
Embriyonun “ALAKA” aşamasında 
rahim duvarına asılıp tutunması karmaşık bir sistemle mümkün olmaktadır. 
Embriyo, rahim duvarındaki asit tabakasını parçalayabilmek için bir enzim salgılar. 
Bu enzim sayesinde embriyo, 
rahim duvarına toprağın içine köklerini sokan bir bitki gibi yerleşir. 
Artık embriyo, besin ve oksijen ihtiyaçlarını bu noktadan karşılar. 
Embriyonun salgıladığı hiyoluronidaz maddesi, 
rahim duvarındaki hiyalüronik asitin yapısını bozup bu birleşmeyi mümkün kılmaktadır.
Embriyo
Embriyo bir haftalıkken rahimde kendine tutunacak bir yer arar. (1)
 Embriyo rahim duvarına sülük gibi yapışır 
ve bütün ihtiyaçlarını burada karşılar. (2)
Embriyonun asılıp tutunacağı yeri keşfi, bu noktaya tutunmak için kimya eğitimi görmüşçesine hareketleri, embriyonun büyük bir planın parçası olarak sevkedildiğinin delilleridir. Anne rahminde embriyo hücreleri o kadar harika işler gerçekleştirmektedirler ki, onları inceleyen bu hücrelerin üstün akıl sahibi varlıklar olduğunu zannedebilir. Hücrelerin bilinçliymişçesine hareketlerinden etkilenen Purdue Üniversitesi’nden biyolog Laurie Iten şöyle demektedir: “Hücrelerin birbirleri ile konuştuklarına inanıyoruz. Onlar dilsiz değiller.”
Yaratan Efendinin adıyla oku(96:1)
O, insanı asılıp tutunandan yarattı.(96:2)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...