12 Ocak 2013

ONU HERZAMAN SEVDİM



Onu hep sevdim....
Aynı sınıfa gidiyorduk onunla ilk okulu aynı sınıfta aynı sırada bitirdik, orta okulu da çok yakın iki arkadaş olmuştuk.. Oysaki ben ona giderek asık olmaya başlamıştım.. Liseye başlamıştık yine aynı sınıf, aynı sıra gözlerine bakardım hergün ona onu aslında bir arkadaştan daha fazla sevdiğimi söylemek için her defasında bana sevgililerin anlatırdı inadına sanki, kelimeler boğazıma kilitlenir konuşamazdım Yıllar çabuk geçiyordu lisede bitiyordu işte. Okul partisine beraber gitmek için karar aldık o gece en güzel kıyafetlerimi giydim bu akşam söylemeliydim ona aslında onu çok sevdiğimi.. Ama olmadı yapamadım..
Böylece ayrıldık ama sürekli birbirimizi arıyor saatlerce konuşuyorduk.. Bazen buluşuyorduk bana kız arkadaşlarını anlatıyordu ben yıkılıyordum...
Yıllar acımasızdı ve çabuk geçiyordu. Birgün telefonum çaldı arayan oydu ve evleniyordu beni düğününe çağırıyordu.. Ben yine yıkıldım...
O düğüne nasıl gider, onun bir başkasının gözlerine baktığını ve dans etmelerini nasıl izleyebilirdim ki...
O gece sabaha kadar içtim arabama bindim, dayanamıyordum, ağlıyordum, onu aradım gizlice telefondan sesini dinlemek için alo dedi....
O sesten sonra kendimi bir hastane köşesinde buldum. Aradan günler geçmişti trafik kazası geçirmiştim ve artık yürüyemiyordum.... 
Ölmek istedim o an beni artık hiç sevmezdi..
Baş ucumda bekliyordu gözümü açtığımda gözlerinden yaşlar süzülüyordu gizlemeye çalışsada... '' üzülme dedi.. Ben seni böylede seviyorum biz varız yanında dedi..'' Oysaki ben hastanedeyken o evlenmişti bile..
Aradan aylar geçmişdi Yurtdışına gidiyordum ameliyat için onu aradım vedalaşmak için geldi..
Ağlıyordu ayrılmıştı eşinden üzüldüm ve yine yıkıldım.. Onu üzgün görünce bende kahroluyordum. O gün ilk kez içmişti üstelik el sallarken bana seni seviyorum dedi..
Ameliyat güzel geçmişti aylar üren tedaviden sonra geri dönüyordum hemde yürüyerek.
Artık ona koşabilmek için engelim yoktu..
Belkide yıllar önce söyleyemediğim herşeyi söyleyecektim gözlerine bakarak..
Süpriz yapacaktım onu hiç aramadım 
geleli iki hafta olmuştu.. Sahilde geziyor denizi,martıları, dalgaları seyrediyordum telefonum çaldı ve arayan babasıydı 
kızım hastaneye gel dedi..
Gittim hemen çok hastaydı Doktorlar artık bu hastalığa çare bulamıyorlardı.. Tedavisi yoktu.. Odasına girdim uyuyordu..
Elini tuttum ve ona herşeyi anlattım
onu ne kadar çok sevdiğimi arkadaş gibi değil canımdan can gibi sevdiğimi.. Ağlıyordum.. Onu öptüm sessizce gidiyordum ama elimi sıktı ve gözlerini açtı '' Bende seni çok seviyorum ve hep sevdim. Ama sen beni benim sevdiğim gibi sevmedin bense seni canımdan daha çok sevdim dedi...'' Artık herşey bitmişti..
Günlerce ölmek istedim ama olmadı yaşadım zor olsada ..
Anladım ki birini seviyorsan ona sevgini söylemek için hiç geç kalma..
Ve hiç birşeyi
Yarınlara bırakama yarın herşey için geç olabilir...

AŞIKLAR HEP PAPATYALARA SORMUŞLAR

Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, 
küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.Ne bulursa yemiş. 
Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,
kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.
Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da,
rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.

Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya
başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.
Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye.
Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya
görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını
bilememiş. içinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş.
Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin
üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.

"Merhaba" demiş papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza
gelmek istedim.". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve
"Merhaba" demiş, "ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten."
Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini,
nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.

Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten
hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.
Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını
seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı
güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok
sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.
Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret
edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan,
incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da
kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.
Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği
kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana
ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.

Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek
artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya
dönmüş ve; "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek" demiş.
Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden" demiş. "Yoksa
benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis,
sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü
sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık
kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."

Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten.
Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını
fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum"
diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece "Bende..."
diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.

İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim.
Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş.
Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin
acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş,
sonra da dökülmeye başlamış. 
Her düşen yaprakta papatya, "seviyormuş" diye geçirmiş içinden.

İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar, 
sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş:
"Seviyor mu, sevmiyor mu?"...

GÜL VE DİKEN




GÜL VE DİKEN


İlkbaharın mutluluk, neşe ve heyecan dolu rüzgârları ile savrulan bir diken vardı ormanın derinliklerinde ki düzlükte. Daha birkaç gün önce hayata merhaba demişti. Ormanın o vahşi duyularına karşı bir tomurcuk, bir tohum ile karşı koymaya gelmişti… Sevilmediğini, sevilemediğini de hissediyordu. Kötüydü sanki. Suç işlemişçesine soğutuluyordu hayattan. Belki de, işlememiş olduğu bir suçun cezasını çekiyordu. Tek suçu diken olmaktı. Ama yine de savaşına yılmadan devam edecek… Büyümeyi… Büyümeyi… Hep büyümeyi arzulayacak… Büyüyecekti…

Sıradan ama güçlü bir sonbahar rüzgârı esiyordu. Bu bahar rüzgârıyla beraber uzak diyarlardan gelen bir tomurcuk düştü dikenin yanına… Diken bunun farkında değil di ama… Ertesi gün yeni bir güne merhaba diyen diken artık yalnız değildi… O tomurcuk filizlenmiş ve dikene yeni bir arkadaş olmuştu… Aynı boya gelmiştiler iki hafta sonra… Belki de o tomurcuğu büyüten dikendi… Belki de sevgiydi, sevilmekti… Dikenin farkında olmadan verdiği aşktı onu büyüten. O da âşıktı zaten. Daha ilk günden beri o küçük filize âşıktı… En şiddetli yağmurlarda onu bir şemsiye gibi korumuş. Güçlü bahar rüzgârlarını engellemişti. Onu yaşatmak için, ormanın vahşiliğinden korumak için her şeyi yapmıştı… Aslında kendisi için yapıyordu… Yine yalnız kalmamak için yapıyordu farkında olmadan… Onu hayata bağlamak için elinden geleni yapıyordu yani… Daha adını bile bilmiyordu oysa… Diken gibi kendisini korumak için dikenleri vardı… Diken olabilir miydi? Neden olmasın ki… Dikenin tüm duaları bunu istiyordu zaten… 


Mutluydular, âşıktılar birbirlerine… Hem de sırılsıklam… Umut yaratıyorlardı birbirlerine. Bu kocaman dünyaya küçük de olsa umut bağlıyorlardı… Hayaller kuruyorlardı geleceğe dair… Birbirlerine olan sevgilerini bütün dünyaya bildiriyorlardı… Aşkları dillere destan olmuştu… Tüm orman bu aşkı konuşuyorlardı… Büyümüş… Büyümüş… Büyümüştü… Artık kocaman bir aşk olmuştu… 


Her sabah gibi yine sabahı umutla kucaklayan diken şaşkındı… Sevdiğinin bir gül olduğunu anladı… Goncası olmuştu. Gülmüş meğerse… Tüm hayalleri de bir sabah da yıkılıverdi… Tüm sevgisine, tüm aşkına, umutlarına, hayallerine kilit vurdu o sabah… Her şey oraya kadarmış… Gül ve diken… Olmazdı… Onu sevmeye hakkı da yoktu zaten… Güle layık değildi… 


Gül olduğunu anlayan sevgili hala mutluydu… Gül olmasının nelere yol açacağının farkında değildi henüz… Seviyordu… Mutluydu… Âşıktı… Onun için daha ötesi yoktu… 


Her sabah olduğu gibi yine neşeli bir sohbet başladı aralarında… 

--- Günaydın aşkım… Ne güzel bir gün değil mi... bak bir de çiçek açıyorum… Ne güzel dimi… 
--- Evet, çok güzelsin… Hatta çok ötesi… Yarın daha da büyük bir çiçek olacaksın… Bir gül açacaksın… ---Gül mü?
--- Evet gül… Sen bir gülmüşsün meğersem…--- EE… Ne olmuş?
--- Ben ise bir diken… Artık beni sevmezsin… Sevmede… Sana layık değilim çünkü…
--- Olsun ben yine seni seviyorum… Sana aşığım… Sensin ne yaparım ben… 
--- Sen bir gül ben diken… Korkma seni seven çok olur… Benim ise olmaz… İleride bir insan gelecek. Seni görecek. Alıp götürecek… Bense senden önceki gibi yalnız kalacağım…
--- Gitmem… Seni bırakmam… Sensiz yapamam… Bırakamam seni…
--- Neyse boş ver… Zaten artık seni sevmiyorum… Ben gülleri sevmem… 
--- Peki, şu ana kadar beni sevmemiştin mi? Şu açtığım gonca mı seni bu hale getirdi?--- …
Susuyordu diken… Kalbine taş basıp susuyordu… Artık bakmıyordu âşık olduğu güle… Gülse bir an bakması için hep onu izliyor, onun için gözyaşı döküyordu… Oysa diken mutlu görünmek için her şeyi yapıyordu… Geceleri gül gibi sessizce ağlıyordu… Belki de kaderin yaptığına ağlıyordu… 

Günler geçti aradan… Diken yine susuyor… Gülse hep ağlıyordu… Sevgili artık kocaman olmuştu, beyaz yapraklarıyla etrafına güzellik saçıyordu… Her büyüyüşü de dikenin acısını büyütüyordu… Peki diken bu acıya asıl katlanacaktı… Bu ikiyüzlülüğünü nasıl affedecekti… Gündüz gülüp, gece ağlamak neyin nesiydi… 


Bir gün bir aile pikniğe gelir ormanın içindeki o düzlüğe… ve suskun olan diken konuşmaya karar vermişti…

--- aşkım… Camım… Seni çok seviyorum… Beni affet…--- !!!
--- bakma öyle işte… İnsanlar geldi… Birazdan alıp götürecekler seni… ama bilmeni istiyorum ki; sana hep aşıktım, seni hep sevmiştim ve hep aşık olacağım, hep seveceğim… Sonsuza dek…--- ben sensiz yaşayamam ki…
--- yaşaman lazım… Bizim için, aşkımız için, umutlarımız ve en önemlisi benim için yaşaman lazım…

Gül ağlıyordu… Ayrılmanın hüznüyle dolmuştu ve ilk kez birbirlerine dokundular… Doya doya sarıldılar… Kokularını çektiler bedenlerine… Tek şey kalmıştı… Beklemek… Ayrılığı beklemek…

Küçük bir kız geldi yanlarına. Gülün ve dikenin birbirlerine sarılmış olduğunu fark etti. Gülü incitmeden alabilmek için dikeni hiç umursamadan koparttı ve gülü köküyle beraber aldı…
GÜL GİTMİŞTİ… DİKEN ÖLMÜŞTÜ… AŞK BİTMİŞTİ… 

SEVDA UĞRUNA ÖLÜM










Sevda Uğruna Ölüm

Kadın yirmi yedi yaşında... Yüreği, kar beyaz soğuklara terkedilmiş ama inat bu ya hala sımsıcak. Düşünceleri kah hayatın gitgide ağırlaşan gerçeklerinde kah aydınlık hayallerde dolaşıyor nefes nefese.. Elinde samur fırçası, geçmişi karalayıp bugünü renklendiriyor hiç durmadan. Renkler kıpır,kıpır , içindeki çocuk haşarı mı haşarı... Gözleri ise buğulu bakmakta hüzünlereyenik... Hayatı sorgulamaktan çoktan caymış. Omuzları bir küçük kız çocuğun şımarıklığını sergilercesine “Bana ne” ifadesinde. Kıpır,kıpır ya içi.. Arayışları var kendisinden bile sakladığı. Bela da geliyorum demez ya... İşte böyle bir anda; ruhu, sanal dünyanın kapısından sızıverir içeri sessiz, habersiz.. Hani şu chat canavarı var ya bu günlerin belalısı. Orada kendisi gibi şaşkın yüreklerin arasında buluverir kendini. Ve... olanlar olur o zaman. Hiç beklenmeyen anda buzda kayar gibi “Hooop” havada bulur duygularını darmadağınık. Sanki başında deli rüzgarlar hiç esmiyormuş, esenler de yetmiyormuş gibi. Erkeğin yaşı otuz. Hırslı, kendinden emin. Kendisiyle barışık ve yaşadığına memnun. Kahkahası ekrandan yüreklere taşan, mutlu ve duygu dolu bir bulut adam. Eşi ve çocuğu için yaşamakta olduğunu saklamadan kadını davet eder sanal dünyanın sanal aşk oyununa. Acemidir kadın. Belki genç adam da öyle. Oynadıkları oyunun tehlikesinden habersiz bir masalı yaşamaya başlarlar. Ekranın karşısında nefeslerini tutup beklerler sevdalının gelmesini. Karşılaşmaları her defasında kahkahaları hatırlatırcasına şen olur. Zamanın koordinatları buluşamadığında, birbirlerine teğet geçtiklerinde, hüzün yayılır gecelere. Uyku tutmaz bekleyişlerde ikisini de. Sabah yeni umutlara gebe başlar. Ve ekranda doğarlar her buluşmayla yeniden.. Duyguların en fırtınalısına yakalanırlar. Birbirlerini gerçekten merak ederler. Bulut adam kadının açlığından, üşümesinden bile sorumlu tutmaya başlar kendini. Kadınsa adamın yorgun hallerine dayanamaz. Elleri dokunmasa da ellerindedir artık. Birbirlerini el üstünde tutarlar anlayacağınız. Günler, aylar geçer... Hayaller ekranlara sığmaz olur. Artık görmek isterler birbirlerini. Dokunmak sarılmak isterler. Hatta çılgıncasına ********... Kadın kıvranır onsuzluğun acılarında.. Özlem şiddete dönüşür. Acıtır... İşkencelere yatırır kadını. Oyun değildir artık bu. AŞK ekranda değil hayatın ta içinde yaşamaktadır. Bulut adam sorar durmadan ; -N’olacak şimdi... Kadın, adam kadar cevapsız... “Bilmiyorum” der.”Bilmiyorum” Artık sorgulamalar başlar duyguları ... ”Bu nedir?...Bunun adı ne..?” Kadın aşkı tanımlar ama çare değildir tanımlamak.. Yaşananlardır gerçek olan. Hissedilenlerdir. Her sevdanın başını bir karabasan bekler ya...Beklemese sevda denen şey olmaz zaten. İşte bu bir sevdadır ve başında karabasanlar. Kadın unuttuğu aşk gözyaşlarını hüzünlere, sancılara, onulmaz ağrılara boyar, alaca bulaca. Artık her şeye gözlerindeki buğuların ardından bakmaktadır. Ve ekrana şunları; buzların arasından aldığı yüreğinin kalemiyle yazar. Yüreğini buzlara iade etmek üzere... “Beni ignore et*.Ne olur bunu yap.” Bulut adam şaşkındır belki ama adı gibi bilir. Doğru olan budur. Düşünür bir süre.Susar ekran. Susar kadının yüreği...Ölüm anıdır bu.Verilen son nefestir sanki.. “Sevdam HAYIR dese” “ Sensiz yapamam dese” diye bekler nefes almak için. Bulut adamın suskunluğu bozduğu yerde ölecektir kadın.. Bunu ikisi de bilirler. Bir yazı belirir ekranda çaresizce okunan “Netten çıkıyorum o zaman” “Hoşçakal” Mavi üzerine siyah yazılmış sözcükler kararlı ve kesindir... Titreyen ve cansızlaşan parmakları son bir kez tuşları gezinir kadının “Hoşçakal” Düşer Bulut adamın gülen yüzü ekrandan. Ve KADIN ÖLÜR...

ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ




Eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin.
Ateş veda etti Yağmur’a. Aşk yarım kaldı orada. Bir yol kenarındaydı Yağmur ve Ateş. Ateş bakamadı o anda Yağmur’un gözlerinin içine. Bakamadı ama ben sana o gözle bakmadım dedi ya o anda bitti Yağmur. İçinde kopan fırtınalar, değil yağmasına; soluk almasına imkan vermiyordu. Nefesini tutmak, vermek, yaşamak, ölmek neydi hissettiği. Yağmur, “Tamam dedi”. Kontrolü almalıydı eline. Rahatlatmalıydı karşısındaki adamı. “Sevda bu! Her aşık olan karşılık görmek zorunda değil ki! Hissetmiyorsan, hissetmiyorsundur” dedi Ateş’e. Yine aynı aşk heyecanıyla konuşuyordu ama karşılık göremeyeceği gerçeğini öğrenmişti. Umudunu yıkamazdı sevdiği adamın. Teselli etmeli. İncitmemeliydi duygularını... 

Yağmur, “Sevmiyorsan, sevmiyorsun. Hisler böyledir. Çok normal. Ben sana aşık oldum diye sen de bana aşık olmak zorunda değilsin ki” dedi Ateş’e. 

Ateş, “Seni seviyorum ve değer veriyorum Yağmur, seni kaybetmek istemiyorum. Hayatımda değerlisin ama o gözle bakmıyorum sana. Seninle o kadar hayal kurduk, plan yaptık şunu yapacağız, bunu yapacağız şimdi hepsi yarım mı kalacak” dedi Yağmur’a.. 

Yağmur gülümsese gülümseyemeyecek, ağlamak istese ağlayamayacaktı. Yağamıyordu artık... 

“Yarım kalmayacak Ateş” dedi Yağmur... “Sana aşkımı itiraf ettim diye beni alışverişe götürmezsen o zaman herkese rezil ederim seni” dedi Ateş’e. En azından küçük bir tebessüm yaratabilmişti sevdiği adamın yüzünde. Espriye vuruyor, o hüzünlü dakikaları olabildiğince huzurlu atlatabilmek için çaba harcıyordu. 

İkisi birlikte karar vermişlerdi. Birbirlerinin hayatları için değerli iki arkadaştılar. Birbirlerini kaybetmeyi göze alamayacak kadar anlam ifade ediyorlardı kendi hayatlarında. Ateş ve Yağmur karşılıklı sevgi, saygı ve güvene dayanan sağlam bir bağ kurmuştu aralarında/hayatlarında. İkisi de göze alamadı bu bağı koparmayı. Arkadaş kalacak, devam edeceklerdi hayatlarına. 

Yağmur, Ateş ile başlamıştı bu aşk hikayesine. Ateş veda etti Yağmur ile aşka. Yağmur, kalbini o yol kenarında Ateş’in avucunda bıraktı... 

O günden sonra Yağmur’u gören olmadı... Yağmur’un kalpsiz yaşaması mümkün olmadığı gibi, Ateş olmadan da aşkı yaşayamazdı. 

İlk kez böylesi güçlü hislerle, heyecanla yaşama sarılmıştı. Yağmur gerçeği öğrenmişti. Sevmiş ama sevilmemişti. İlk kez başına geliyordu bu duygular. Hayatında ilk adımı atan olmamıştı. Fırsat da vermemişti hayat ona. Sevildiğini söyleyen insanlar vardı etrafında. İlk kez sevmedim diyordu karşısındaki adam Yağmur’a. Aslında Ateş, sevmiyorum da demiyordu. “Seviyorum, değer veriyorum ama sana o gözle bakmadım” diyordu. 

Keşke dedi Yağmur o an içinden muzipçe, “Tanrı o gözü verseydi Ateş’e de bana o baksaydı o gözle”... 

“Neydi o göz. Aşk gözü mü vardı ayrı. İnsan isteyince onu mu takıp bakıyordu çevresindeki insanlara... Tüm bunlar tüm o acıların içinde şakalar tabii ki”... O da biliyordu zorla güzellik olmaz... 

“Dert etme Ateş, üzülme. Hissetmiyorsan, hissetmiyorsun. Aşkım karşılık bulmak zorunda değil ki. Ben senin davranışlarını yanlış yorumlamışım. Ters algılamışım. Yanlış sinyaller almışım. Huzurunu kaçırma Ateş. Konuştuk, paylaştık artık ne yapmamız gerektiğini biliyoruz” diyerek Yağmur... 

Çırpınıyordu minicik yüreği bir kuş misali. Çırpındı, can çekişti dayanamadı ve eve dönmeden önce can verdi Ateş’in kollarında. O yol kenarında Ateş’in avucunun içinde kaldı kalbi. Aşkıyla karar vermişti öldürmeye. Ateş isteyecek de Yağmur yapmayacak mıydı. Onun için vazgeçti kalbinden... 

Yağmur, Ateş ile yağıyordu. Ateş’in aşkıyla sırılsıklam yaşıyordu. Ateş alevini çekince Yağmur’un üzerinden Yağmur o yol kenarında baktı son kez aşık olduğu adamın gözlerine. Kazıdı son anı, gözlerini ve son kez gözleri konuştu Ateş ile Yağmur’un... 

Son kez o yol ayrımında yağdı Yağmur... Sonra bıraktı kalbini Ateş’e ve veda etti Yağmurlu günlere... 

Ateş yaşıyor mu... Kim bilebilir ki! Belki de Yağmur’un kalbi de dahil iki kalple hem de büyük bir aşkla... Yağmur aşkını, kalbini verdi Ateş’e... Bir gün gelir de Ateş verirse kalbini yeniden Yağmur’un eline... Kimbilir! Yağmur yağar belki bir gün yine... 

Buharlaşmış Yağmur Damlaları...


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...