30 Ocak 2019

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN SOYAĞACI


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN SOYAĞACI
Murat Bardakçı

Murat Bardakçı



MEHMET ALİ ÖZ


Atatürk’ün soykütüğünün eksiklerini emekli bir din adamı bulup yayınladı İnkılâp Tarihi Enstitülerinin, tarihçilerin ve askerî tarih uzmanlarının şimdiye kadar yapamadıkları işi emekli bir Diyanet görevlisi yaptı ve Atatürk’ün ailesi konusunda arşivlerde bulunan bilinmeyen belgeleri ortaya çıkardı. 

 Mehmet Ali Öz adında emekli bir din adamı, Mustafa Kemal Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi ile annesi Zübeyde Hanım hakkındaki eksik bilgileri tamamlayan ve tamamen belgelere dayanan bir çalışma yaptı. 

Öz, baskısı tamamlanan ve önümüzdeki günlerde dağıtımı yapılacak olan “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Soy Kütüğü (Osmanlı Arşivi Belgelerine Göre)” isimli kitabında arşiv evrakına dayanarak Atatürk’ün nesiller öncesine uzanan soykütüğünü veriyor ve Zübeyde Hanım ile üç çocuğuna Ali Rıza Efendi’nin vefatının ardından bağlanan aylıkların belgelerini yayınlıyor. TV’de yaptığım programlarda ele aldığımız konuları bu sayfaya taşımak âdetim değildir ama bu kuralımı bugün ilk defa bozuyor ve Habertürk TV’deki “Tarihin Arka Odası” programında dün gece konuştuklarımızı önemlerine binâen bugün yazıyorum... 

Dün gece yayınlanan Tarihin Arka Odası’nı izlememiş olanlar için, programda ele aldığımız konuyu söyleyeyim: Programda, Mehmet Ali Öz adında emekli bir din görevlisini konuk ettik ve Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım ile babası Ali Rıza Efendi hakkında arşivlerde Öz tarafından ortaya çıkartılan ve şimdiye kadar yayınlanmamış olan bazı belgeleri tanıttık. 

 NAKİBZÂDE AİLESİ 
 Mehmet Ali Öz, yeni yazdığı ve dağıtımı önümüzdeki günlerde yapılacak olan “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Soy Kütüğü (Osmanlı Arşivi Belgelerine Göre)” isimli kitabında bu belgelerin yanısıra daha birçok evraka yer veriyordu. Öz, Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım’ın babası Feyzullah Efendi’nin Selânik’in eski ailelerinden “Nakibzâdeler”in mensubu olduğunu ve 1857’de doğduğunu yazıyor. 

 Selânik’e ait nüfus defterlerinde bulduğu kayıtlara göre Zübeyde Hanım’ın 17. yüzyıl şeyhülislâmı Feyzullah Efendi’nin, Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza Efendi’nin de Selânik Mevlevihânesi’nin şeyhlerinden Ahmed Efendi’nin torunu olduğunu ifade ediyor. 

Mehmet Ali Öz’ün, Atatürk’ün anne ve baba soyu hakkında ortaya çıkartıp yazdıklarının ayrıntılarını burada anlatmayacağım, zira merak edenler önümüzdeki günlerde piyasaya verilecek olan kitabı okur ve merak ettikleri herşeyi belgeleri ile görebilirler. 

Ama, bugün bu sayfada kitapta yeralan ve aynı şekilde öneme sahip başka belgelerden söz edeceğim: Zübeyde Hanım’ın kocası Ali Rıza Bey’in vefatının ardından kendisine ve yetim kalan üç çocuğuna aylık bağlanması için bir dilekçe vermesi üzerine isteğinin yerine getirildiğini bildiren ve Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım’ın çocuklarının isimlerinin kayıtlı olduğu belgelere... 

 YİRMİŞER KURUŞ AYLIK 
 Emeklilik komisyonu, Zübeyde Hanım’ın dilekçesinin ardından 1870 ile 1880 seneleri arasında “rüsumat” yani gümrük memurluğu yapan, daha sonra istifasını vererek ticaret hayatına atılan ama iflâsının ardından 1888’de vefat eden Ali Rıza Efendi’nin on senelik hizmetinin ayrıntılarını çıkartarak ailesine aylık bağlanmasına karar veriyor. 

Bu karara göre Ali Rıza Efendi’nin üç çocuğuna, oğlu Mustafa’ya, Selânik’te küçük yaşta vefat edecek olan kızı Naciye ile diğer kızı Makbule’ye ve hanımı Zübeyde’ye yirmişer kuruş aylık bağlanıyor. Kararda, aylığın Mustafa’nın yirmi yaşına gelmesine yahut bir işe girmesine; Naciye ile Makbule’ye de bu maaşın evlenmelerine kadar ödenmesi öngörülüyor. 

Yukarıda da söyledim: Atatürk’ün ailesini ve Zübeyde Hanım’ın maddî bakımdan hayatta kalma çabasını Mehmet Ali Öz’ün kitabında ayrıntıları ile okuyabilirsiniz. 

 İNKILÂP TARİHÇİLERİ NE YAPAR? 
 Şimdi, bu kadar söz ettikten sonra, uzun zamandır aklıma takılan ve bu yazıyı yazdığım sırada daha da merak ettiğim bir soruyu soracak ve cevabını bekleyeceğim: Dindar olduklarını iddia ettikleri halde Zübeyde Hanım gibi namazında-niyazında bir kadına utanmadan ve mesnedsiz şekilde olmadık iftiralar atan, hattâ binbir imlâ hatası ile dolu sahte belgeler bile uyduran tuhaf kafalı adamları bir tarafa bırakıyorum, zira onları ciddiye almak bile vakit israfıdır!

Asıl mesele, üniversitelerimizdeki dünya kadar “İnkılâp Tarihi” kürsüleri, mebzul miktardaki “Atatürk Enstitüleri” ve “devrim” konusunda çalışan birhayli bilmemne kuruluşu... Sözkonusu kürsüler, enstitüler ile vesaireler senelerden buyana dünya kadar yayın yapıyorlar... 

Bu yayınlarında nelerden sözedildiğini sizler de bilirsiniz: Atatürk’ün mavi gözlerinden, o gözlerde çakan kıvılcımlardan, devrim aşkından, Türkiye’yi nasıl çağdaş bir seviyeye çıkarttığından, Türk kadınını dünya standartlarının üzerine yükselttiğinden, vesaireden... 

Ama işin tuhaf ve acı olan tarafı, sözünü ettiğim enstitülerin ve üniversitedeki kürsülerin hiçbirinin bu devletin kurucusunun ailesi hakkında şimdiye kadar arşiv belgelerine dayanan ciddî bir yayın yapmamış olmaları...

 LÂFTAN BAŞKA İŞ YOK! 
Mehmet Ali Öz, üniversitelerdeki bütün inkılâp tarihi kürsülerinin, cumhuriyet tarihi enstitülerinin ve bu konu ile alâkadar olup yayın yaptıkları iddiasında bulunan diğer bütün kurumların neredeyse doksan küsur seneden buyana ortaya koyamadıkları bir işi başarmış ve Mustafa Kemal’in ailesi hakkında ortaya bilimsel anlamda ilk defa gerçek belgeler koymuştur. 

Daha açık söyleyeyim: Bu işi profesyonel bir tarihçinin değil arşivlerde araştırmanın nasıl yapılması gerektiğini bilen bir din adamının yapmış olması, İnkılâp Tarihi konusunda uzmanlıklarını iddia edip senelerden buyana devletten bu iş için aylık alan ama lâftan başka bir iş yapmayan akademisyenler açısından utanç verici bir iştir! 

Sizler, yani inkılâp tarihçilerimiz! İyisi mi artık gide-gele aşındırdığınız o lâf yollarında emeklemenizi sürdürün, okumayı, araştırmayı ve arşivlerde çalışmayı hatırınıza getirmeden “Senin o mavi gözlerinde çakan kıvılcımlar yolumuzu aydınlatacak, varlığından aldığımız kuvvet geleceğe atılma heyecanımıza güç katacak, çağdaşlık ülkümüzü daha da kuvvetlendirecektir” gibisinden teranelerin tekrarına devam buyurun! Emekliliğin ardından arşivde yeni bir hayat 

 ARŞİVLERDE 
uzun seneler çalışarak Mustafa Kemal’in ailesi hakkında şimdiye kadar ortaya çıkmamış belgeleri bulan Mehmet Ali Öz, 1960’ta Sivas’ın Gürün ilçesinde doğdu. Sivas İmam Hatip Lisesi’ni bitirdikten sonra Eskişehir Üniversitesi’nin İş İdaresi Bölümü’nü bitirdi, 1978 ile 1997 arasında Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, 1997’den emekli olduğu 2005’e kadar da Sağlık Bakanlığı’nda çalıştı. 

 İngilizce’yi, Arapça’yı ve Osmanlıca’yı özel dersler alarak öğrenen Öz bir ara gazetecilik yaptı, çok sayıda makaleler yazdı, bazı yerel gazeteler ile dergilerin editörlüğü ile genel yayın yönetmenliklerinde ve bazı kültür derneklerinin de yöneticiliğinde bulundu. 2003’te Sivas Valiliği tarafından Sivas Tarih ve Kültür Araştırmaları Merkezi sorumlusu olarak görevlendirildi. 

Merkezde çok sayıda bilim adamı, şair, yazar ve araştırmacının katıldığı dört büyük toplantının koordinasyonunu yürüttü, bu arada Sivas ilinin tarihî ve kültürel coğrafyası ile konusunda 1000 sayfalık bir de proje hazırladı. Mehmet Ali Öz, 2005’te Sağlık Bakanlığı’ndan emekli olduktan sonra İstanbul’a yerleşti. 

 2001 ile 2014 seneleri arasında Osmanlı Arşivleri’nde çeşitli alanlarda yapmış olduğu “Bütün Yönleriyle Gürün İlçesi”, “İslâm Tarihinden Önce Darende Tarihinden Kesitler”, “Bütün Yönleriyle Ulaş İlçesi”, “Gürünlü Şair Kadir Gülsoy’un Hayatı ve Şiirleri”, “Gürünlü Şairler” gibi araştırmalarını kitap haline getirdi. 

Öz’ün, Mustafa Kemal’in anne baba tarafından aile geçmişi konusunda arşivlerde uzun yıllar çalışarak bulduğu belgeleri biraraya getirerek hazırladığı “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Soy Kütüğü (Osmanlı Arşivi Belgelerine Göre)” isimli kitabı önümüzdeki günlerde piyasaya verilecek




ScreenHunter_2
ScreenHunter_3

1007827_9897640d8a1d3d634aca968cd9419221

Mehmet Ali Öz

HZ. MUHAMMED S.A.V.'İN ÖLÜMÜ


HZ. MUHAMMED  S.A.V.'İN ÖLÜMÜ

HZ. PEYGAMBER’İN ZORLUKLARI AŞMA YÖNTEMİ







HZ. PEYGAMBER’İN ZORLUKLARI AŞMA YÖNTEMİ

Hz. MUHAMMED (SAV)’İN ÖNCEKİ KUTSAL KİTAPLAR DA MÜJDELENMESİ (TEBŞÎRÂT)




Hz. MUHAMMED (SAV)’İN ÖNCEKİ KUTSAL KİTAPLAR DA MÜJDELENMESİ (TEBŞÎRÂT)

BELGELERLE II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ


BELGELERLE II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ

BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE Hz. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ (ARİF TEKİN)


BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE Hz. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ
(ARİF TEKİN)

1- Hz. MUHAMMED'İN HAYBER'DE YEDİĞİ ZEHİRLİ ET OLAYI : s. 62- TEBÜK'TE Hz. MUHAMMED'E KARŞI SUİKAST GİRİŞİMİ : s. 93- AYŞE ve HAFSA'NIN Hz. MUHAMMED'E İÇİRDİKLERİ İLAÇ : s. 254- HALİFE EBUBEKİR : s. 395- HALİFE ÖMER : s. 676- Hz. ALİ ve EŞİ Hz. FATMA : s. 867- Hz. MUHAMMED'İN ÇOCUKLARI VAR MIYDI? : s. 1038- HALİFE OSMAN : s. 1139- Hz. MUHAMMED'İN ÖLÜM NEDENİ NEDEN HEP GİZLİ TUTULMUŞTUR? : s. 1341- BAZI DİN ADAMLARININ SAVUNMALARI 

****************************

 SUNARKEN 
Bu çalışmamda Hz. Muhammed'in en yakın çevresi tarafından iktidar hırsı yüzünden nasıl bir siyasi cinayete kurban gittiğini anlatmaya çalışacağım. Bunu yaparken de kanıt olarak sadece elimdeki İslami kaynakları kullanacağım: Konuya ilişkin Kur'an'da birkaç ayet var, onları sunacağım; yanı sıraİslam literatüründe güvenilir sayılan hadislerden net bilgiler aktaracağım. Bir de yerine göre müsnedlerden, tabakat ve siyer kitaplarından, tefsir, sebeb-i nüzul denilen ayetlerin sebep sonuçilişkisini irdeleyen eserlerden, meşhur İslam tarihçilerinden de bilgiler sunmaya çalışacağım. Kısacası, elimde İslam camiasında kabul görmüş kaynaklardan başka bir veri yok. Zaten hangi eserlerdenyararlandığımı dipnot olarak belirteceğim. 

Ayrıca alıntı yaptığım kaynakların bir listesini de kitabınsununda kaynakça adı altında ekleyeceğim. Kısacası, bu çalışmam İslami kaynakların bir ürünüdür.Burada, "Asırlar gelip geçmiş, kimse böyle anlatmamış; sadece bu yazar mı bu bilgilerikavrayabildi ?" gibi sorular sorulabilir. Ben bu soruların muhatabı değilim. 

Çünkü az önce de ifadeettiğim gibi, bu bilgileri İslami kesimin kabul ettiği eserlerden temin ettim. Benim için çokluk önemlideğil; tersine ilim, akıl ve insanoğlunun yararı söz konusudur. Mesela; bir milyardan fazla insan Hz.İsa'ya şu veya bu şekilde inanıyorsa veya milyonlarca insan öküze tapıyorsa, benim de İsa'ya inanmam veya öküze tapmam gerekmiyor! Her çokluk gerçektir doğrudur diye bir kural yok: Tıpkı inançkonuları gibi. Biliyorum, karşımda İslam’dan beslenen siyasiler var, safça inanan dini akademisyenler var veya birkaç yayınım satılsın, para kazanayım diyen ve bu nedenle İslam'a toz kondurmak istemeyen İslamologlar var. O bakımdan işlediğim konuları en ufak ayrıntısına kadar sağlam tutarım. Bildiklerimle ilgili gayet emin bir şekilde işimi yaparım.

Bu tür kitapları yazmakla birilerinin inançlarıyla oynamak gibi bir düşüncem asla söz konusu değildir.Bana göre eğer insan bir dalda uzmansa ve hele uzman olduğu alan da tüm insanları ilgilendiriyorsa ve ben vicdan sahibiyim, kendimi sorumlu hissediyorum diyorsa, bildiklerini kamuoyuyla paylaşmayıpda, tersine kendisiyle beraber toprak altına götürüyorsa, bundan daha ağır bir kayıp olamaz. Hatta bu bilgiyi harekete geçirmemek bir insanlık suçudur. En azından ben böyle düşünüyorum, bakış açım bu. Bilindiği gibi bundan bir süre önce Danimarka'da Jylands-Posten Gazetesi, İsveç'te de karikatürist Lars Vilks tarafından Hz. Muhammed'in karikatürü çizilmişti. 

Lars'ın çizdiklerini gördüm ama Danimarka'da çizilenleri görmedim. Benzer yaklaşımlar çok yanlış ve olsa olsa ancak provokasyon olabilir. Ben bu gibi çıkışları yanlış buluyorum. Hollanda'da Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders'in de Hz.Muhammed'in icraatıyla ilgili bir film yapmakta olduğunu basından öğrendim. Bunun ne kadar gerçekçi olduğunu bilemiyorum.
Demek istediğim, kutsal dinlerin kaynakları ele alınırken bilimsel bir mantıkla değerlendirilmeli; insanların dini inançlarına hakaret etmekle, boş saldırıyla bir yere varılmaz. 

O nedenle diyorum kikutsal dinleri ve kaynaklarını, medeni ve ilmi çerçevede ele almak, değerlendirmek ve hattaeleştirmek ayrıdır, rastgele saldırmak ayrı... 
Ne yazık ki az sayıda da olsa zaman zaman bu gibiyanlışlar yapılıyor. Burada basit bir örnek vereyim: Bilindiği gibi HAZRET kelimesi Muhammed zamanında olmadığı, sonradan kullanıldığı ve üstelik de Farsça bir kelime olduğu halde, ben yine de itina göstererek bunu hep kullandım, Hz. Muhammed dedim. Ali ve eşi Fatma, halk nezdinde hazretle anıldıkları ve buşekilde meşhur oldukları için, onlar için de Hz. kelimesini kullandım. Kullanılmayan yerler varsa demekki dikkatimden kaçmıştır. 
Benim için önemli olan özdür; yoksa kelime oyununa takılmak gibi ucuz şeyler âdetim değildir. 

 ****************************

571-1630) güzel bir sözü var:
"Bir âlimin eleştirisini milyonlarca cahilin alkışına tercih ederim". 
Böyledir; bir toplumda eleştiri özgürlüğü, tartışma özgürlüğü kısıtlıysa o toplumunilerleme şansı olmadığı gibi, huzuru da mümkün değildir. 

Dünyaya bir kuş bakışı bakalım, düşünce inanç ve ifade özgürlüğünün olmadığı ülkelerin durumları ortada. Belirttiğim bu özgürlüklerin yolu ve zemini de tabii ki sağlıklı bir demokrasiden geçer. Bu çalışmamda Hz. Muhammed'in ölüm nedenini anlatırken, ağırlıklı olarak şu bölümler üzerinde duracağım:
Hayber'de Yahudi bir kadın tarafından kendisine verilen zehirli et olayı.
Tebük'te Hz. Muhammed'e karşı en yakın arkadaşları tarafından yapılmak istenen bir suikast girişimivar; bunu detaylıca açıklayacağım. Aynı zamanda Veda haccı dönüşünde en seçme sahabeler tarafından Hz. Muhammed'e karşı tertiplenen başka bir suikast girişimi var, bunu da anlatacağım.- 

En önemlisi de Hz. Muhammed'in vefat ettiği sırada, onun isteği dışında, eşleri Ayşe ve Hafsa tarafından kendisine ağız yoluyla verilen ilaç olayı var; bunun üzerinde duracağım. 
Bunları anlatmakla birlikte Hz. Muhammed'in öldürülmesinin neden gizli tutulduğu sorusuna kısaca açıklık getirmeye çalışacağım. 
İşleyeceğim konular ilginç ve halk nezdinde bilinenlerin tam tersi. O bakımdan insan haklı olarak,“Acaba bu ciddi, hatta trajedik sayılan olaylara karşı İslam tarihçileri, Kuran yorumcuları, siyer vetabakat yazarları, İslam'ın meşhur yazarları ne gibi savunmalar yapmışlar?” diye sorabilir. 
Onun içinbu ünlülerden de en zirvedekilerden bir kaçının konularla ilgili savunmalarını sunacağım. Kitapta ayrıca Hz. Fatma ve eşi Hz. Ali'nin başına gelen olumsuzlukları özet şeklinde anlatacağım.

Çünkü bu konuda da gerçekler Müslüman kamu oyundan hep gizlenegelmiştir. İslami kaynaklarda bu konuda yeterince bilgi var. Bu arada halk arasında Ebubekir'in de ölüm nedeni farklı biliniyor; buna da açıklık getireceğim. 
Yani bugünkü tabirle Ebubekir'in bir siyasi cinayete kurban gittiğini 
ve bunu yapanın da Halife Ömer olduğunu kanıtlarıyla birlikte sunacağım. 
Yine halife Osman'ın Müslümanlar tarafından linç edilmesi olayı var, onu da işleyeceğim. 
Halife Ömer birçok konuda ağır bir şekilde suçlanıyor. 

Bu suçlamaların doğru olup olmadığını tam olarak anlayabilmek için onun bilinmeyen yönleriyle ilgili bazı çarpıcı bilgiler vereceğim.Yine Müslüman kamuoyu tarafından Hz. Muhammed'e mal edilen çocuklarla ilgili bir yanlışbilgilendirme var; bunu izah edeceğim. Kısacası, bu çalışmam bugüne kadar Müslüman kamuoyuyla paylaşılmayan farklı bilgilerden oluşmaktadır 

****************************

BÖLÜM 1 - HZ MUHAMMED'İN HAYBER'DE YEDİĞİ ZEHİRLİ ET OLAYI 
Hz. Muhammed'e karşı yapılan suikastları işlerken böyle masalımsı, ona karşı güya düzenlenip demucize sonucu başarısız kılınan suikastleri anlatmayacağım. 
Örneğin, Cabir b. Abdullah'ın anlattığı şu olay: "Bir yere baskın düzenlemiştik; bir ara istirahat için gölgeye çekildik. 
O arada Hz. Muhammed kılıcını bir ağaca asıp o ağacın altında uzanırken adamın biri gelip onun asılı kılıcını alır ve kendisine,"Ey Muhammed; bugün kim seni elimden kurtaracak, seni öldüreceğim." der. Hz. Muhammed de,"Allah beni kurtarır." yanıtını verir.  
Bu soru, o adam tarafından üç sefer tekrarlanır ve Hz.Muhammed'den aldığı yanıt da hep aynı... Sonuçta Allah tarafından adam etkisiz hale gelir, vücudu sanki donmuş, felç olmuş gibi olur ve kılıç kullanamaz hale gelir." 

Bu hadis en başta Buhari veMüslim'de anlatılmaktadır. (1)Cabir b. Abdullah bu olayı üç farklı içerikle anlatır... Birinde sanki orada bulunan herkes, Muhammed ve adamı izlemiş gibi bir aktarım söz konusudur; diğerinde, Muhammed'in arkadaşları o adamı görünce bağırıp çağırmışlar, adam da korkudan ona bir şey yapamamış şeklinde bilgi verilir, bir diğerinde ise, 'böyle bir olay meydana geldi, ancak Hz. Muhammed bize anlattı, biz görmedik'şeklindedir. 

İşte tek kişiden üç değişik şekillerde anlatılan bir masal. Bir diğer örnek de Süraka b. Malik'ten. Hz. Muhammed Mekke'den Medine'ye göç ettiği sırada kendisine inanmayanlar, Süraka'ya, "Muhammedi öldürürsen sana yüz deve mükâfat vereceğiz."deyince o da atını alıp Hz. Muhammed'in peşine takılmış. Bu paralı katil (Süraka) Muhammed'eyaklaştıkça atı hep kumda batıyormuş, Muhammed'e ulaşamıyormuş. Sonunda adam kendi kötü planından vazgeçip İslamiyet'i kabul etmiş. İslami yazarlar, sanki benzer şeyler olmuş gibi bu örnekleri ballandıra ballandıra hep anlatmışlar kaynaklarında. İşte bu çalışmamda anlatacağım suikast olaylarıçok farklı ve dünya tarihinde hep olmuş ve olacak şeylerden. 

Özetle; bu çalışmamda az öncekiörneklerde olduğu gibi benzer akıl dışı olayları işlemeyeceğim.Başka bir kaynağımda Hz. Muhammed'in Hayber'de yediği zehirli et olayına kısaca değinmiştim. (2) Olay şuydu: Hz. Muhammed ve arkadaşları Hayber baskınında Yahudilerin çoğunu öldürüyor, kadın ve kızlarını da cariye olarak ele geçirip kendi aralarında dağıtıyor. Bu arada o sırada 60 yaşında olan Hz.Muhammed de kendine 17 yaşında ve daha yeni evlenmiş Safiye'yi alıyor. Üstelik de eski eşini canlı olarak ele geçirip katlettikten sonra. İşte o kitabımda bunları anlatırken, Hayber'de Hz. Muhammed'e karşı gerçekleştirilen bir suikast olayına da özet şeklinde değinmiştim. Bir kere o kaynağın konusu zaten farklıydı. 

O yüzden bir vesileyle orada özet şeklinde bu zehirleme olayına değinip geçtim; ancakolay o kadar da basit değildir. Hz. Muhammed'in ölümü cidden kuşkuludur. Bu çalışmamda, ölümüyleilgili bugüne kader hiç değinilmeyen karanlık noktalar üzerinde duracağım.Bu başlığı fazla detaylandırmayacağım; Hayber'deki suikast olayına kısa bir açıklık getireceğim. Bukaynakta asıl üzerinde durmak istediğim, bambaşka bir ölüm nedeni. Yeri gelince onun üzerinde yeterince duracağım. Hayber'de meydana gelen zehirleme olayının özeti şu: Hz. Muhammed Mekke'den Medine'ye geçip orada sistemini kurunca, asıl yerlileri olan Yahudileri çeşitli bahanelerle dağıtmaya, kovmaya,katletmeye yönelir. 
Örneğin; Beni Nadir, Beni Kaynuka, Beni Kurayza ve daha sonra da HayberYahudileri gibi. Tabii ki İslami kesim burada şunu savunur: Yahudiler Hz. Muhammed'e karşı olup Mekke müşriklerini destekledikleri için onlarla savaşıldı... Benzer savunmaların hiçbir şekilde haklı tarafı yoktur. Çünkü Medine onların yurduydu, Hz. Muhammed ise yabancıydı: Mekkeliydi ve onu orada rahat bırakmadıkları için Medine'ye hicret etmişti. Burada haklı olarak şu söylenebilir: Mademiddia edildiği gibi onun arkasında Tanrı vardı, o zaman niye Mekke'de ona yardım etmedi, nedenMedine'ye gelip bu insanların da istirahatını bozmaya neden oldu, o kadar savaşlar, katliamlar oldu? (Beni Nadir, Beni Kureyza, Beni Kaynuka, Hayber, Fedek gibi bunların hepsi Yahudi ve hepsi de Hz.Muhammed tarafından ortadan kaldırıldılar.) 

*****************************

Hz. Muhammed'i bu konuda haklı çıkaracak hiçbir gerekçe olamaz: 
Başka bir ülkeye gitmek ve oranın insanlarını, beni dinlemiyorlar diye katletmek gibi bir anlayış, eşyanın tabiatına aykırıdır. Bugünkü tabire göre, onun Medine'de oturma izni yok. Bunu hangi ülke kabul eder: Gel bir, iki yıl bir ülkede kal, ondan sonra yönetimi ele geçir, oranın halkıyla da kavga et, onları katlet, yurtlarından eyle. Bunun örneği dünyanın hiçbir yerinde yoktur! Hz. Muhammed ve yandaşları, Hayber kalesini ele geçirince, ölümden kurtulanlar ona şu teklifi sundu: Biz bu toprakları sizden daha iyi işleriz. 
Çünkü yıllarca ekip biçtik, deneyimimiz var. O yüzden bizi öldürmeyin, sürgüne de göndermeyin, biz burayı ekip biçelim, gelirini paylaşalım derler. Hz.Muhammed de bu teklifi kabul eder ve Hayber toprakları bu anlaşmadan sonra bu şekilde işlenir.Zaten esir düşen Hayber sakinleri için bunun dışında alternatif de yoktu. Hayber'den sonra Hz. Muhammed'in kendilerine yöneleceği bilgisini alan Fedek halici bu pazarlığı duydu. Onlar da Hz. Muhammed'e aynı teklifi sundular ve önerileri kabul edildi. 
İşte Fedek, savaşsızalındığı için, Kur'an'daki Haşr suresinin 6-7. ayetlerine göre bu köy (Fedek) 'Fey' sayılırdı. Yani ancak Allah'a ve Muhammed'e ait olacaktı; diğer ganimet malları gibi Müslümanlara dağıtılmayacaktı. Sonuçta Muhammed Fedek köyünü kendine ayırdı; ancak Hayber'i hazine malı olarak arkadaşları arasında paylaştırdı. Savaşın kısa durumu bu. Hz. Muhammed'in bu baskın sırasında yediği zehirli yemeğe gelince; Hayber Yahudilerinden sağ kalan Haris kızı Zeynep ki Selam b. Meşkem'in hanımıydı- soruşturuyor, acaba Hz. Muhammed hangiyemekleri çok sever diye. 
Etin kaburga kısmını çok sevdiğini söylüyorlar kendisine. Bu arada Zeynepbir koyun pişirip içine zehir doldurarak Muhammed'e ikram ediyor, tabii ki Hz. Muhammed'in sevdiği kısma daha fazla zehir bırakıyor. Hz. Muhammed yemeğe başlayınca, onun arkadaşlarından Bişr b.Bera, acele edip ondan önce ağzına alıyor ve orada yığılıp can veriyor. 
Hz. Muhammed ise henüz arkadaşı kadar fazla yemediği ve bu arada onun da durumunu gördüğü için, artık yemekten vazgeçiyor. Sonra o yemeği hazırlayan kadını çağırıyor: "Neden buna gerek duyup bizi zehirlemek istedin?" diyor. 
Kadın da, "Sen bizim başımıza neler getirdiğini iyi biliyorsun. Babam Haris'i, kocam Selam b. Meşkem'i, amcam Yaser'i, kardeşim Merhab'ı ve diğer yakınlarımla Hayber Yahudilerini öldürdünüz, kalanları da esir-cariye yaptınız. 
Bunun için ben de kendi kendime dedim ki, bu adamı zehirleyeceğim: Peygamberse, Tanrı ile irtibatı varsa, zaten vahiy alır bu etten yemez; ama yalancıysa yemeğe devam eder ve ölür. Dolayısıyla biz kalanlar da ondan kurtulmuş oluruz. O yüzden böyle bir plan kurdum." diyor.
Burada şunu eklemek isterim: Peygamber olup olmaması bir kenara; bir kere onlardan bu kadar insan öldüren bir Muhammed, nasıl olur da safça, tedbirsiz bir şekilde kalkıp bir Yahudi kadının hazırladığı yemeği cesaretle yiyebilir? Şunu da kabul etmek lazım ki, kadın çok yetenekli ve aktif  biriymiş. Bu plan, her babayiğidin işi değil. 
Yineliyorum: Hz. Muhammed'in kendileriyle savaştığı ve çoğunu katlettiği insanların kalanlarından birinin hazırladığı yemeği yemesi çok yanlış bir şey; bu kadar tedbirsizliğin açıklaması olamaz. Ben, “Madem Tanrı arkasındaydı neden haber vermedi?”sorusundan ziyade; normal bir insan, düşman olan kesimin yemeğini nasıl bu kadar rahatlıkla yiyebilir diye hayret ederim.
Bazı İslam tarihçileri, “Muhammed bu olayda kadını affetmiş.” gibi açıklamalar yapmışlarsa da, bunun inandırıcı bir yanı yoktur. Muhammed bu olaydan dolayı o kadını orada öldürüyor. Hatta bazı İslami kaynaklarda Muhammed'in talimatıyla o kadın işkenceyle, çarmıha gerilmek suretiyle infaz ediliyor.(3) Ha reklam için affetmiş, ha katletmiş bu o kadar önemli değildir. Önemli olan, kendileriyle savaştığı insanların ikram ettiği yemeği yemek, bunun sakıncalarını göze almamak. Bu önemli bir yanlıştır. Bazı kaynaklarda bu zehirli etten sadece Bişr adındaki şahıs değil; birkaç kişi ölmüş diye farklıbilgi de var.(4) 

****************************** 

Bu olayda yediği zehirli etten dolayı Muhammed'in bedeninde yıpranmalar oluştuğu ve ölene kadarda sıklıkla (hacamat denilen yöntemle) vücudundan kan aldırdığı bir gerçek. 
Mesela Ebu Hind, EbuTayyib adlarındaki şahısların ondan kan aldıkları kaynaklarda geçiyor. Hatta bunun karşılığında Muhammed'in Ebu Tayyib'e ücret olarak iki Sa' hurma verdiği bile yazılı. Yine İbni Mace'nin aktardığı rivayette, onun eşlerinden Ümmü Seleme'nin kendisine, "Bakıyorum sen o zehirli etten sonra git gide olumsuz etkileniyorsun." dediğini ve ara sıra onun da Muhammed'den kan aldığını aktarıyor.
Buhari ve Müslim'de, "Bazen hac için ihramda iken, bazen oruçlu iken kendisinden kan aldırıyordu."şeklinde hadisler var. Yani kan aldırma, Hayber'de yediği zehirli etin etkisiyle oluşan hastalıktan dolayı oluyordu...
Şu not da önemli! Enes b. Malik, "O yemekten sonra Muhammed'in ağız bölgesinde bozukluklar oluşmuştu." diye bilgi veriyor. Bu Enes b. Malik, Muhammed'e on yıl yaverlik yapan bir sahabi ve onun bu hadisi en başta Buhari ve Müslim'de geçmektedir. (5) 

Bu açıklamalara göre Hz.Muhammed'in bu suikastta darbe aldığı kesin; ancak bu olaydan sonra üç yıl daha yaşıyor. Acaba bir zehir bu kadar zamana yayılır mı veya o zaman bu kadar güçlü bir zehir var mıydı? Tabii ki bu ancak uzmanların bileceği bir iş. İnananlar açısından Hz. Muhammed'in bu suikastta öldürülmemesi bir mucize olarak iddia edilebilir: Hani arkadaşları öldü de o ölmedi, diye.   
Ama yersiz bir savunma. Bir kere Muhammed'in bu olayda kurtulması gayet normal bir şeydir: Dünyada her eylem başarıyla sonuçlanır diye bir kural yoktur. Bu yoruma karşı şu rahatlıkla söylenebilir: Madem ki onda bir mucize vardı, neden önceden haber verilmedi? Haber verilseydi, en azından arkadaşları ölmezdi. Bir de Allah koruduğu için ona bir şey olmadı diyelim, peki sağlam hadislerde anlatılan, yediği zehirli etten dolayı dudaklarında, ağzında ve yüzünde neden yaralar oluşmuştu, bu zehirli yemekten dolayı zaman zaman vücudundan kan aldırdığı bir gerçek. 
Hani en azından bu zehirli etten ötürü kendisinde rahatsızlıklar oluşmuş. 
O halde ölmedi diye bundan pay çıkarmak yanlıştır. Ancak burada Hz. Ayşe'ye mal edilen bir hadis var: Muhammed hasta iken bir ara, "Ey Ayşe! Kaç yıl önce Hayber'de yediğim o zehirli etten dolayı içim yanıyor, artık dayanamam." şeklinde bir ifade kullandığı söz konusu. 

Bir kere Muhammed'in Hayber'de yediği zehirli et olayını Enes b. Malik, Ebu Hureyre gibi birçok sahabe anlatıyor; ancak "Hayber'de yediğim o zehirli etten dolayı içim yanıyor, artık dayanamam." sözünün arkasında yalnız Ayşe var. (6) 
Tabii ki bu ölüm konusunda Ayşe töhmet altında; bunu zaten anlatacağım. 
O yüzden Ayşe'ye dayalı benzer hadislerin hiçbir değeri yoktur. 
Hayber suikastının özeti böyle

Hz. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ PDF

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...