24 Mart 2013

EFENDİLER





Türk Bayrağının Oluşumu (Doğuşu) İle İlgili Bilgi


Türk Bayrağının Oluşumu (Doğuşu) İle İlgili Bilgi

Bir söylenceye göre, I. Kosova Savaşı sonrasında savaşta şehit düşen Türk askerlerinin kanı bir çukurda toplanmış, o gece gökyüzünde beliren Ay ve yıldızın gölgesi bu çukurda toplanan şehit Türk kanlarının üzerine düşmüştür. Bu olay Türk bayrağının oluşumunu sağlamıştır.
Türk Bayrağının Oluşumu Üzerine Anlatılan Olayın Doğruluk Payı
Ay yıldızlı al bayrağın, I. Kosova Savaşı sırasında meydana geldiği söylenen olay sonucunda doğmuş olması, Türk bayrağının oluşumunda ki en büyük ihtimaldir.
Zaten bu savaşın akşamında gökyüzünde Jüpiter ve Ay yan yana nadir anlarından birini yaşamıştır. I. Kosova Savaşı sırasında gökyüzünde meydana gelen görüntüye ulaşmak için Stellarium isimli Planetarium programı I. Kosova Savaşı tarihine (28 Temmuz 1389), ve Kosova koordinatlarına (Lat: 43.41 , Long: 25.65) alındığında gökyüzündeki Ay ve yıldızın aslında Ay ve Jüpiter olduğu görülmektedir.
Jüpiter her ne kadar eski zamanlardan beri bilinmesine rağmen, ilk olarak 1610 yılında Galilei tarafından Jüpiter’e ait 4 Ay keşfedilmiştir. Jüpiter’in gözükebilen 4 Ay’ının da etrafında kısmen parlaması (basit bir teleskopla gözükebilir, ancak çıplak gözle en iyi ihtimal Jüpiter’e yakın bir parıltı gözükür); büyük bir ihtimalle Jüpiter’in köşeli bir yıldıza benzetilmesini sağlamıştır. Lâkin, Güneş’in herhangi bir gezegen üzerindeki yansımasının Dünya’daki insanlar tarafından parlak bir yıldıza benzetilerek izlenmesi gayet normaldir. Uranüs gezegeni de, bu süre içerisinde Jüpiter’e olan yakınlığı (her ne kadar çıplak gözle gözükmesi çok zor olsa da, küçük bir parıltı olarak gözükebilir); Jüpiter etrafında fark edilebilir 5 köşe gözükmesine sebebiyet verir.
Eğer ki bu yansımayı, olası bir kan çukuru üzerinde düşünürsek; bize Türk bayrağının şu anki hali gözükür.
Türk Bayrağının Tarihçesi 
Türklerin ilk kullandıkları bayrağın rengi ve şekli hakkında kesin bir malumat yoktur. Ancak Orta Asya tarihi hakkındaki bilgilere dayanarak, İslamiyet’ten önceki Türklerde Tuğ adı verilen bayrak veya sembollerin kullanıldığı bir gerçektir. Siyahtan kırmızıya kadar; mavi, sarı, yeşil, beyaz gibi çeşitli renklerde semboller kullanmış olan eski Türkler, bir mızrağın ucuna bağladıkları, umumiyetle ipekten yapılmış bu alametlere “batrak”, “badruk”, “bayrak” gibi isimler verdiler.
Dokuzuncu asırdan itibaren kitleler halinde Müslümanlığı kabul eden Türkler de çeşitli bayraklar kullandılar. Bu bayraklardaki en büyük özellik, İslami motif ve unsurların ön plana geçmesiyle birlikte, milli motif ve sembollere de yer verilmesi idi. İlk Müslüman Türk devletlerinden olan Gazneliler’in bayraklarında, yeşil zemin üzerinde beyaz hilal ve kuş resimleri vardı. Karahanlılar’ın bayraklarında, al renk üzerinde dokuz tuğ resmi bulunuyordu. Diğer Müslüman Türk devletleri de çeşitli renk ve şekilde bayraklar kullandılar. Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk yıllarında mavi zemin üstüne beyaz çift kartal sembolü ve siyah çizgili gerilmiş yay ve ok resimleri varken, daha sonra siyah renkli bayrak kullandılar. Bu bayrak Anadolu Selçukluları tarafından da benimsenmişti. Selçuklularda hanedan rengi olarak kabul edilen al renkli bayraklar da vardı. Haçlı seferlerine göğüs geren Selahaddîn-i Eyyübi’nin bayrağı sarı renkli olup, üzerinde hilal bulunuyordu. Bu şekil hem bu devletin bayrağı, hem de Avrupalılar tarafından İslamiyet’in sembolü olarak kabul edilmiştir.
Osmanlılar zamanında da çeşitli renk ve şekillerde bayraklar kullanıldı. Osmanlılarda bayrak; padişahı, dolayısıyla devleti temsil ederdi. Padişah bayrak ve sancaklarını, Emir-i Âlem denilen paşa ile bunun maiyetindeki saltanat sancaklarıyla mehterhane takımını ihtiva eden bölükler taşırdı. Ayrıca her ocağın, her birliğin hatta her ortanın (taburun) ayrı sancağı vardı. Sancaklar da çeşitli renklerde kullanılmıştır. Yeşil ve kırmızı renklerin hakim olduğu bayrak ve sancaklarda, Osmanoğullarının hanedan rengi kırmızı, daha doğrusu al idi. Al renk, doğrudan doğruya Osmanoğullarını işaret ederdi. Al renk esasında Selçuklularda da hanedan rengi olarak kabul ediliyordu. Bu husus al renge tamamen bir milli karakter vermiştir ki, bugün de devam etmektedir. Selçuklular da bu rengi selefleri olan Karahanlılar’dan almışlardı. Kırmızıyı süsleyen ayın menşei ise destanlar dönemine kadar dayanır. Yıldız ise daha sonraki devirlerde konulmuştur.
Osmanlıların ilk bayrağı, Anadolu Selçuklu hükümdarı Gıyaseddin Mes’ud tarafından Osman Bey’e gönderilen hediyeler arasındaki beyaz renkli bayrak idi. Şemseddin Sami tarafından kaleme alınan Kâmus-ül-Alam’da bildirildiğine göre, Osmanlı sancağının rengini ve (bugünkü ay yıldızlı Türk bayrağının) şeklini tayin eden, Sultan Birinci Murad ve Yıldırım Bayezid devirlerinde yaşayan Timürtaş Paşa’dır. Bu asırda Osmanlı donanmasında ve azap kıtalarında kırmızı; yeniçeri kıtalarında beyaz bayraklar kullanıldığı, Fatih Sultan Mehmet’in muasırı olan tarihçi Tursun Bey’in ifadelerinden anlaşılmaktadır.
Yavuz Sultan Selim zamanında Çaldıran seferinde ilk defa olarak kullanılan yeşil renkli bayrak, bu devirden sonra da hemen her zaman sık sık kullanılmıştır. Osmanlıların; hilafete de sahip olduklarını göstermek için kullandıkları yeşil renkli sancak, Barbaros Hayreddin Paşa ve Uluç Ali Reis’in donanmalarında da kullanıldı. Sultan I. Mahmut devrinde donanma bayrağı olarak kabul edildi.
Osmanlı ordusunda olduğu gibi, donanmasında da türlü renk ve şekillerde bayraklar kullanıldı. On beşinci asırda genellikle kırmızı renkli bayraklar kullanıldığı halde, on altıncı asırda kumandana mahsus bayrağın yeşil, derya beylerinin ise beyaz, kırmızı, sarı, sarı kırmızı, ufki çizgili alaca bayraklar kullandıkları görülmektedir. Bu asırda ticaret gemilerinin beyaz bayraklar taşıdıkları da bazı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Daha sonraki asırlarda da kaptan paşalara mahsus olan bayrak yeşil idi. Gemi sancaklarında en ziyade kırmızı renk kullanılmakla beraber, yeşil bayraklar da kullanılmıştır. Bunların kimlere ait olduğu üzerlerindeki şekillerden anlaşılırdı. Sultan I. Mahmut devrinden sonra donanmada daha çok yeşil sancaklar kullanılmaya başlandı. Kalyonların kıç sancakları yeşil olduğu gibi, amirallere mahsus forslar da yeşil zemin üzerinde Zülfikar ve hilal şekillerini ihtiva ederdi.
Sultan III. Selim zamanında ordu ve donanmada yapılan yeni düzenlemeler esnasında bayraklar üzerindeki hilal şekline, sekiz köseli yıldız ilave edildi. Bayrak meselesinin belirli esaslara bağlandığı bu devirde, büyük gemilerin muhtelif direklerine çekilecek bayraklar tespit edildi. Padişaha mahsus gemiye (taht gemisi) çekilecek kırmızı sancağın üstünde Sultan III. Selim’in tuğrası vardı.
Sultan II. Mahmut zamanında da bayrak şekilleri hemen hemen aynı devam etti. Ancak bu devirde kalelere ve hükümet binalarına ay yıldızlı al sancak çekildiği görülmektedir. Yeniçeri ocağının kaldırılması üzerine bunlara ait hususi bayrakların kullanılmasına son verildi. Yeniçeriler arasında çok yayılmış olan, yeniçeriliği ve Bektaşiliği hatırlatan birtakım kelimelerle birlikte, bayrak kelimesinin kullanılması da yasak edildi. Bunun yerine sancak kelimesinin kullanılması için her tarafa emirler verildi. İkinci Meşrutiyet’in ilanına kadar orduda, üzerinde ayetler yazılı ve hükümdarların ortası tuğralı armalarını taşıyan sırma saçaklı çeşitli alay sancakları kullanıldı ve ondan sonra da bu adet devam etti. Bu sancakların rengi umumiyetle kırmızı idi.
Kırmızı zemin üzerine hilal ve yıldız bulunan bayrak, Osmanlılarda İlk defa 1793’te devletin resmi bayrağı olarak kabul edildi. Ancak bu bayraktaki yıldız, sekiz köşeli idi. Bu bayrak Osmanlı Devleti’nin resmi ve umumi sembolü olarak kullanıldı. Sultan I. Abdülmecit zamanında 1842’de yıldızın beş köşeli olması kararlaştırıldı ve Osmanlı bayrağının şekli kesinleşti. Bu devirde padişaha ait tuğralı sancaktan başka hükümdarın gemilerinin ziyaretinde kullanılan, ortasında güneş ve dört köşesinde de şualar bulunan bir sancak daha vardı. Kaptan Paşaya mahsus sancakta; bir hilal ile sekiz köşeli yıldız mevcuttu.
1922’te Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından saltanatın kaldırılması üzerine, halifeye mahsus olarak, yeşil zemin ortasında sekiz suali beyaz bir güneş içindeki saltanata mahsus bayrak kaldırıldı ve kırmızı zeminde beyaz ay yıldızı ihtiva eden sancak kabul edildi. Cumhuriyet idaresinin kurulmasından ve halifeliğin kaldırılmasından sonra 25 Ekim 1925’de bir sancak talimatnamesi çıkarılarak, harp ve ticaret gemileri hakkında muayyen esaslar kabul olundu. 29 Mayıs 1936 tarih ve 2994 sayılı kanunla, Türk Bayrağı’nın şekli ve ölçüleri kesin bir şekilde tespit edildi. 28 Temmuz 1937 tarih ve 2/7175 sayılı Kararnameye ilişik 45 maddelik bir tüzük (Türk Bayrağı Nizamnamesi) ile de Türk Bayrağı’nın kullanılışı kural altına alındı.
En son, 22 Eylül 1983 tarihli 2893 sayılı kanunun kabul edilmesiyle, daha önce yürürlükte bulunan 29 Mayıs 1936 tarih ve 2994 sayılı kanun yürürlükten kaldırılmış ve “Türk Bayrağı Kanunu” 24.09.1983 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

ATAM İZİNDEYİZ İSTİKLAL MARŞI


İSTİKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

Mehmet Akif Ersoy

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Mehmet Akif Türk milletine cesaret,ve tahammül aşılamak için ve onda bulunan duyguları harekete geçirmek için şiirine korkma sözüyle başlıyor. Bayrak bir milletin bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi türk milletinin istiklalini kaybetmesidir. Şair ülkemizde tek bir insan kalana kadar bu vatanı savunacağımızı belirtiyor. O halde en son Türk bireyi son nefesini vermeden türk istiklal ve bağımsızlığını yok etmek, Türk bayrağını söndürmek mümkün değildir. Zira bayrağımız milletimizin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletimizin kaderi birbirine bağlıdır. Bayrak bizimdir, biz yaşadıkça onu elimizden kimse alamaz. Türk milletinin bütün fertlerini öldürmedikçe bağımsızlığını kimse yok edemez. 

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal!

Şair ikinci kıtada bayrağımızın o zaman ki kırgın, küskün, öfkeli halini dile getiriyor. Türk vatanının bazı parçaları, işgal edilmiştir. Bu yüzden bazı bölgelerde bayraklarımız indirilmiş yerine düşman bayrakları asılmıştır. Kaş çatmak öfke halini ifade eder. Kaş ayrıca edebiyatımızda hilale benzetilir. Sevgilinin kaşları daima hilal şeklinde gösterilmiştir. Bayraktaki hilal de tıpkı nazlı bir sevgilinin kaşı gibi çatılmıştır. Kahraman türk milletini üzmektedir. Türkün beklediği, özlediği gülen bir bayraktır. Türk bayrağının gülmesi göklerde dalgalanmasıdır. Bir aşığın sevgilisinden güler yüz beklemesi gibi bağımsızlığa aşık Türk milletide özgürlüğün sembolü olan bayraktan gülmesini beklemektedir. Bu milletimizin en doğal hakkıdır. Çünkü türkler bağımsızlıkları ve bayrakları uğruna pek çok kan dökmüşlerdir. Bu kanları bayrağa helal etmeleri için onun da nazlanmayı bırakıp göklerde dalgalanması gerekir. Türk milleti daima Allah'a inandığı ve taptığı için özgürlük onun hakkıdır. 

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. 
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Şair "ben" diyor.(Ancak kast ettiği mana aslında bizdir türk milleti adına konuşmaktadır) Türk milleti ezelden beri hür yaşamıştır,hür yaşayacaktır. Onun özgürlüğünü elinden almak isteyen ancak çıldırmış olmalı,zira böyle bir harekete kalkışanlar ağır bir şekilde cezalandırılır. Türk milleti bağımsızlığı uğrunda önüne çıkacak her engeli aşacak güçtedir. O; böylesine yüce bir amaç için dağları delecek, enginlere sığmayıp,denizleri taşıracaktır güçtedir. 

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?

Bu kıtada şair vatanımızı istilaya kalkışan avrupalılara meydan okuyor. 20. asrın başında avrupa medeniyeti 19.yy. deki görkeminden oldukça uzaktır. O sebeple şair bayıyı tek dişi kalmış canavara benzetiyor. Ancak avrupa mevcut teknik imkanlarını seferber ederek topuyla, tüfeğiyle, tankıyla bizi yok etmeye çalışmaktadır. Mehmetçik ise bu güce topla, tüfekle, mızrakla, kılıçla cevap vermeye çalışmaktadır. Avrupalı kendini çelik zırhla korurken mehmetçik ona iman dolu altın göğsüyle karşılık vermektedir. 

Arkadaş! Yurdumu alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Şair kahraman Türk askerine hitap ediyor. Türk yurdunu alçakları uğratmaması için gerekirse canını feda etmesini öneriyor. Şehit gövdelerinin meydana getireceği siperler düşmana mani olacaktır. Mehmet Akif düşmanın çok kısa bir süre içinde bu hayasızca akına son vereceği Allah'ın Türk milletine Kuran-Kerimde vaad ettiği zafer gününün yarından bile daha yakın bir zamanda doğacağına inanmaktadır. 

Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Şair Türk ordusuna vatanın kutsallığını hatırlatıyor. Toprak ile vatan arasında büyük bir fark vardır. Toprağı vatan haline getiren onu elde etmek ve korumak için savaşan fertlerin varlığıdır. Kısacası sıradan bir toprak büyük bir değer taşımaz; ama vatan toprağı uğrunda şehit olan atalarımızın o topraktaki mezarlarıdır. Bu kutsal vatanı dünyalara değişmeyiz. Toprak dünyanın dünyanın her yerinde bulunur. Ancak atalarımızın kanlarıyla sulanan topraklar vatanımız üzerindedir. 

Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsında Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Bu vatan cennet kadar kıymetlidir. Şehit olanların ruhu dini inanışımıza göre doğrudan doğruya cennete gider. Şehitlerimiz bu vatan toprağında yattığı için cennetten farksızdır. Bir avuç toprağı sıksak şehitler fışkıracak sanırız. Canımızdan çok sevdiğimiz insanları varımızı yoğumuzu Allah alsında yalnız yaşadığımız sürece bizi vatanımızdan ayrı düşürmesin. 

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli. 
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

Allah'a şair hitap ediyor. Mehmet Akif'in Allah'tan tek dileği ibadet yerlerinin göğsüne düşman elinin değmemesidir. Camilerimizden okunan ezanlar sonsuza kadar türk yurdunun üstünde inlemelidir. Çünkü bu ezanlar dinimizin temelidir. 

O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Ezan sesleri yurdumuzun üstünde inledikçe şehitlerimizinde ruhları şaad olacaktır. Ezan sesi sadece yaşayanlara değil, ölülere hatta onların mezar taşlarına bile tesir eden yüce bir anlam taşır. Şehit atalarımızın her şeyden arınmış ruhları yerden fışkıracak, ezan sesiyle ayağa kalkacak ve dışa yükselecektir. 

Dalgalan sen de şafakalar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; 
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Şair zafer gününün heyecanını yaşıyor. Şanlı bayrağımız dalgalandıkça gökyüzünü şafakla yarış edercesine gökyüzünü kızıl renge boyamaktadır. Türk milleti yeniden bağımsızlığına kavuşmuştur. Atrık onun için yok olma korkusu kalmamıştır. Bayrağımız şehitleri mizin kanlarını hak etmiştir. Bağımsızlık Allah'a tapan ve doğruluktan ayırmayan Türk milletinin en doğal hakkıdır.


MP3 DİNLETİLERİ



DÜŞÜN BİRAZ NASIL GİRDİK BU YOLA...





Bakın hele imansıza, soysuza,
Seçilmişim, bağımsızım ben diyor!..
Her fırsatta ödün verdin kansıza,
Seçilmişim, bağımsızım ben diyor,
Devlet kurduk, bunu artık gör diyor!...

Düşün biraz nasıl girdik bu yola?
Açıldınız, hep gezdiniz kol, kola!..
Yüzde elli, gözün aydın, hayrola!..
Seçilmişim, bağımsızım ben diyor,
Devlet kurduk, bunu artık gör diyor!..

Beklemeyin, hain etmiş yemini,
Boş kalmasın, siz doldurun yerini!
Sen elinle hazırladın zemini,
Seçilmişim, bağımsızım ben diyor,
Devlet kurduk, bunu artık gör diyor!..

Açık değil gizli, gizli görüştün,
Ovasıyla, dağlarıyla barıştın!...
Neler verdin, nereleri kırıştın?
Seçilmişim, bağımsızım ben diyor,
Devlet kurduk, bunu artık gör diyor!..

Ey Yüce Türk! Kalk ayağa, kalk artık,
Görev sende gereğini yap artık,
Dar edelim bu dünyayı dar artık,
Ozan Şahan, bedbahtları gör diyor!..
Devletine sen sahip ol, sen diyor!...

MHP GENEL BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ'NİN
BURSA MİTİNGİNDE YAPMIŞ OLDUĞU KONUŞMASI 
SIRASINDA ÇOŞKULU KALABALIK
"VUR DE VURALIM,ÖL DE ÖLELİM"
DİYE BAĞIRAN KALABALIĞA
"MERAK ETMEYİN,ONUNDA ZAMANI GELECEK"
DİYE SESLENDİ

TÜRKLER İÇİN SÖYLENENLER




Hz.MUHAMMED (S.A.V.)
"Türkler size dokunmadıkça, onlara dokunmayınız."
"Sizler Türklerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz."
"Türk olan benim ordularımdır 


TASSE"

Türkten bahsediyorum. Düşmana saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç
bir deniz ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk, dost yanında ve silahsız
kalmış düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu
yeli, kasırgayı, göz kamaştıran bu gölü çoşkun bir denize, ıtrında asalet
uçan bu gülü yıldırıma çevirmek tabiatı da inciten bri gaflet olur."


Demirbaş ŞARL
"Poltava da esir oluyordum. Bu, benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri
önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi... gene kurtuldum. Fakat bugün
esirim. Türklerin esiriyim. Denizin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar
yaptılar, beni esir ettiler. Ayağımda zincir yok. Zindan da değilim. Hürüm,
istediğimi yapıyorum. Lakin gene esirim; şevkatin, ülüvvü cenabın, asaletin,
nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar."

Edmondo De AMICS

"Türkün şevkat ve insaniyet duygusunu inkar mümkün değildir. Bu duygu insanı
atalete sevkedip sefaleti artırmakla beraber, teşkilatı düzensiz bir
toplumun bir derdine tek çare demektir. Türk ırkının soyluluğunu gösteren
diğer duygular, yani en küçük iyiliklere karşı besledikleri minnet ve şükran
duygusu, ölmüşlere karşı besledikleri minnet ve şükran duygusu, ölmüşlere
karşı besledikleri minnet ve şükran duygusu ... büyük bir nezaketle yapılan
konukseverlik adeti ve hayvanlara saygı alışkanlığı gibi faziletlerin inkarı
da mümkün değildir."

Conte De BONNEVAL

"Türkleri seviyorum. Onlar, cennetten bir köşe olan bu eşsiz memlekete
yakışan, eşsiz insanlar. Yaradılışlarında göksel bir azamet, gönül
alışlarında ise meleklerde bulunmayan bir mahviyet var. Bu büyük ruhlu
milletin arasında vatanımı unutmaktan korkuyorum. Vatan aziz, pek aziz.
Lakin Türk te aziz ve çok aziz."

Mete HAN, Hun Hükümdarı

"Nerede bir Türk varsa, orayı kalbinden seveceksin."
"Boyun eğmeyeceğiz!
Zira öteden beri Hing-nu lar (Hun) kuvveti takdir eder, tabi olmayı hakir
görürler. Savaşcı süvari hayatımız sayesinde bri ulus olduk. Zira bilirler
ki, savaşta savaşcıların kaderi ölümdür. Biz ölsek de, kahramanlığımızın
şöhreti kalacak, çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin EFENDİSİ
OLACAKLARDIR."

PLANO CAPRİNİ

"Dünya da Türk kadar saygıbilir bir kavim daha yoktur. Türkler de inzibat,
büyüklere karşı itaat o derecedir ki, bizim keşiş (dini) sınıfımız bile
onlardan örnek alabilir... Türkler bir tek büyük ailenin bireyleri gibi
yaşarlar ve dar şartlar içinde olsalar dahi yiyeceklerini kardeşçe
paylaşırlar."

FELDMAREŞAL H. VON. MOLTKE

"Müsellah milletin en canlı örneği Türklerdir. Bu diyar köylüsünün orak,
katibinin kalem ve hatta kadının etek tutuşundan silaha sarılmış bir pençe
kıvraklığı vardır... O doğduğu günden beri müsellahtır, bundan dolayı da
hayata ve olaylara güvenle bakmayı öğrenmiştir."

IBN HASSUL
"Bütün milletler içinde cesaret ve secaatte Türklerden daha ileride olan ve
büyük amaçları elde etmek uğrunda daha ileri gidebilen bir millet yoktur.
Allahu teala onları arslan suretinde yaratmıştır...

Türk, bağı çözüldükten sonra, askere başbuğ olmak veya perdedarlık etmek
veya bir topluma emir vermek ve yasak tan başka bir işe razı olmaz."

BUSBECQ
"(Türkler) Hayvanlara bakanlar da onlara gayet iyi muamele ederler. Onları
durmadan okşaya rak muhabbetlerini kazanırlar. Son derece zorda kalmadıkça
kızgınlıklarını çıkarmak için değnekle hayvana vurmazlar. Bunun sonucu
olarak da atlar insanlara karşı gayet muhabbetli oluyorlar.

PIERRE LOTİ
"Türk asillerin asilidir. Yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüksek
soyluluk ona, tabiatın hediyesidir. Sadelik içinde balagatı, zarif bir
durgunluk içinde duygulu bir hayatiyeti ve parıltılı bir hayat içinde kibar
bir hakikat hissettiren tek varlık Türklerdir. Şark hülya ve efsaneler
alemidir. Türk, o rengarenk alemin gözüdür, dilidir, ışığıdır ve yaşayan
gerçeğidir."

Komutan PRINCE EUGENE
"Şimdi, Theisis uyu, büyük zaferimizin şanlı hikayesini Donue a (Tuna)
***ürüyor. Fakat Haşmetpenah ! itiraf etmeğe mecburum:
Türkler, taşıdıkları parlak şöhrete layık bir biçimde döğüştüler. Türk e
yakışır bir feragatle ve celâdetle çarpışa çarpışa öldüler.
Onların sönüşü, pırıltılarda göz kamaştırdıktan sonra sönen şimşekleri
andırıyor. Karşımızdan, ağır ağır kaybolan bir ışık kütlesi gibi, beyaz bir
eriyişle çekildiler, görünmez oldular. Onların galibiyetleri gibi
mağlubiyetleri de şanlı ve ibretli"

İORGA (ROMEN)

"Türk ülkesinin hiç bir tarafında halktan üstün sayılabilecek
beylerle asilzadelerden oluşan hiç bir yüksek tabaka yahut zadeğan sınıf
mevcut değildir. İşte bundan dolayı etle kemikten ve sinirle kandan ibaret
bütün canlu mahluklar hep aynı veziyettedir (eşittir) ve dünyanın her
yerinde olduğu gibi vahşi hayvanlar bile nasıl secaat ve cesaretleriyle
ayrılırlarsa, Türkiye de de insanlar arasında ancak o kadar Türk
gösterilebilir."

POSTEL
"Yeryüzündeki en ilahi disiplin Türk askerlerindedir."

LEON CAHON
"Türk hakanının gece uyumaması ve gündüz dinlenmemesi yanlız fakir tebasını
besleyip giydirmek için değildir; O, Türkün şöhreti ve milletinin şanı ve
şerefi için gece gündüz çalışmış ve çarpışmıştır. Mısır firavunu, İran şahı
ve yahut Asur hükümdarı kendi sahısları uğruna yahut ilahlarının kudretini
göstermek amacıyla milletlerini yok ettiği halde, Türk hakanı milletinin
hüsn-i şöhretinden başka birşey düşünmemiştir."

ARAP ALİMİ CAHİZ
"Türkler yaltaklanma, yaldızlı sözler, münafıklık, kovuculuk, yapmacık,
yerme, riya, dostlarına karşı kibir, arkadaşalarına karşı fenalık, bi dat
nedir bilmezler. Çeşitli fikirler onları bozmamıştır.
Türkler pek namuslu insanlardır."

CHARLES ROYAN

 (Plevne de Gazi Osman Paşa emrinde hizmet görmüş ve sonradan
general hütbesine kadar yükselmiş Avusturalyalı bir Dr. General)

"Allah - Allah! nidalarıyla ve yiğit yüreklerindeki imanın kudreti ile Rus
süngüleri üzerine öyle atılışları vardı ki, İngiltere tarihinde gördüğümüz
kahramanlardan hiçbiri bu Türk askerlerinden fazla şecaat göstermiş
olamazdı.
Silah arkadaşım olmuşş bu insanların sahip bulundukları yüksek nâmus ve
şeref duygularını, engin şecaat ve sadakatlerini, üstün vatanseverliklerini
gönlümde gururla muhafaza etmekteyim."

General TAVSHEND 

(Birinci Dünya Savaşında Irak Cephesi komutanı iken Türk
ordusuna yenilerek esir düşmüş İngiliz Generali)

"Avrupa da hiçbir asker yoktur ki, (Bu sözlerimin altını çiziyorum),
savunmakta Türklerle kıyaslanabilsin. Örnek olarak Çanakkale yi göstermek
isterim. Orada, bizim gemi ateşlerimizle büyük kayıplara uğramış olan
kıtalar Türk olmasalardı yerlerinde kalamaz ve derhal değiştilirlerdi. Oysa
Türkler tüm savaş boyunca siperlerinden ayrılmadılar.

General HAMİLTON 

(Çanakkale ye taarruz eden müttefik orduların Başkomutanı)
"Çok cesur savaşan ve iyi sevk ve idare edilen Türk Ordusu karşısında
bulunuyoruz..."

Lord CASEY 

(1967-71 arasında Avrustralya Genel Valisi ve Çanakkale de
savaşmış bir Anzak)
"... Bizler o Yarımada dan kahraman Türk Milletine duyduğumuz takdirle
ayrılmışızdır... Sonuç olarak belirtmek isterim ki, sizler kahraman olduğu
kadar insan ve uygar bir milletin evlatlarısınız...

General Liman von SANDERS 

(Çanakkale de 5 nci Türk Ordusuna komuta etmiş
Alman Generali)
Çanakkale yi bir asker olarak anlatmak imkânsızdır.
Çelikten, mânevi güçten, vatan aşkından bir insan yapısı ne demektir? Bu
sorunun cevabı işte şu gösterişten uzak, mütevekkil ve sâkin Anadolu
çocuğunun kendisi idi!...
Tarih kitaplarında Türkler hakkında yazılı olanlar, hatta onlarla
savaşanların anlattıkları gerçekleri ifadeden acizdir. Mutluluk Türklerle
aynı safta savaşmaktır. Bu şerefi ömrümün sonuna kadar taşıyacağım.
Taş üzerinde yatıyor, Güneşe, fırtınalara, soğuğa, yağmura karşı korunmasız
siperlerde çamur ve toz içinde günler geçiriyor, fakat dünyanın bütün vasıta
ve imkânlarına sahip düşmanlarıyla arslanlar gibi döğüşüyorlardı. Bu ne
sessiz, gösterişsiz bir yurt sevgisi idi!...
Allah adını yürekten tekrarlaya rak saldırganın üzerine atılıyorlardı.
Düşmanları da onlara hayrandı.
Yıllar süren silah arkadaşlığımız döneminde, kendisini öldürmeye, yurdunu
elinden almaya gelenlere karşı hiçbir gaddarlıklarını görmedim. Yaralı
düşmanlarını sırtlarında siperlerine getiriyor, sargı bezi olmadığı zaman,
yedeği bulunmayan gömleklerini yırtarak onları sarıyorlardı...

Alman tarihçi HAMMER

"Tarih, Türkler den çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler var
ki bunlar Medeniyetin birer ziynetidir."

La MARTİN
"Bence insanlığa şeref veren Türk Milletinin düşmanı olmak insanlığın
düşmanı olmaktan farksızdır."
Martin LUTHER Almanlara hitap ediyor;
"Ey Almanlar, bırakınız Türkler Almanyayı istila etsinler, hakkın, adaletin
ne olduğunu Türkler size öğreteceklerdir."

Albert SOREL
"Türkler, Asyanın En güçlü ulusudur."

Baron BUSBEK
"Türkler, bilime saygılı ve ince duygulu bir ulustur."

Lord BYRON

"Kılıcı insafsız bir ustalıkla kullanan Türkün eli, yendiği insanların
yarasını sarmakta da ustadır."

Charles McFARLANE
"Türklerin doğruluklarıyla, namusları ne kadar övülse yeridir."

HAMİLTON
"Türklerden başka dini ve vatanı uğruna canını vermeye hazır asker yoktur."

S
emame İbni EŞREŞ
"Her Türk kendini aslan, düşmanını av, atını ceylan bilir."
"Türk korkmaz korkutur, bir şey isterse onu yapmadıkça vazgeçmez. Hangi işe
el atarsa başarır."

TOWSHEND
"Savaşın zevkini almak isteyenler Türklerle savaşsınlar."

WİLLİbiiip!!! PİTT
"Türklerin tek sevdikleri şey haktır, gerçektir ve hiçbir haksızlık
yapamadıkları halde haksızlığa uğramışlardır."

THIERS

"Eğer bir Türk devleti olmasaydı yaratmak gerekirdi."


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...