08 Eylül 2014

ZEKERÎYA ve YAHYA ALEYHİSSELÂMLAR HAYATLARI






ZEKERÎYA ve YAHYA ALEYHİSSELÂMLAR HAYATLARI


    ZEKERÎYA ve YAHYA ALEYHİSSELÂMLAR   ZEKERÎYA ve YAHYA ALEYHİSSELÂMLAR. 2 Zekeriyyâ Aleyhisselâmın Soyu Ve Mesleki: 2 Zekeriyyâ Aleyhisselâmın Peygamberliği: 2 Zekeriyyâ Aleyhisselâmın Allâh'dan Bir Oğul Dileyişi Ve Yahya Aleyhisselâmla Müjdelenişi: 2 Yahya Aleyhisselâmın Doğuşu: 3 Yahya Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili: 3 Yahya Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri: 3 İsrail Oğullarının Yahya Aleyhisselâma Kimliğini Ve Görevini Sormaları: 5 İsrail Oğullarının Yahya Ve Zekeriyyâ Aleyhisselâmları Şehid Etmeleri: 5     Zekeriyyâ Aleyhisselâmın Soyu Ve Mesleki:    Başa Dön   Zekeriyyâ b.Berahyâ[1] Aleyhisselâmın soyu, Süleyman b.Dâvûd Aleyhisse-lâmlara[2], Süleyman b.Dâvûd Aleyhisselâmların soyu da, Yehûza b.Yâkub Aleyhisselâ-ma dayanır. [3] Zekeriyyâ Aleyhisselâm, böyle Enbiyâ oğullarından olduğu için, Beytülmakdis'-te, vahiy yazardı. Zâten, Enbiyâ oğullarından[4] veya İsrail oğullarıyla onların bilginlerinden[5] olup ta[6], kendisin[7] veya neslini Beytülmakdisin hizmetine vakf ve habs etmeyen bir kimse yoktu ki. [8] Zekeriyyâ Aleyhisselâm; İsrail oğullarının hem Peygamberi, hem de, Din Bil­ginleri ve Danışmanları Başkanı idi.[9] Kendisi, marangozdu da.[10]     Zekeriyyâ Aleyhisselâmın Peygamberliği:    Başa Dön   İsrail oğullarına en son gönderilen Peygamberler: Dâvûd Aleyhisselâm Hane­danından: Zekeriyyâ, Yahya b.Zekeriyyâ, İsâ b.Meryem Aleyhisselâmlardı. [11] Bu hususta Kur'ân-ı kerimde şöyle buyrulur: "Biz, ona (İbrahim'e) İshak ile Yâkub'u ihsan ettik, ve her birini, Hidâyete (Nü­büvvete) erdirdik. Daha önce de, Nuh'u ve onun neslinden Davud'u, Süleyman'ı, Eyyûb'u, Yûsuf'u, Musa'yı ve Harun'u da, Hidayete (Nübüvvete) kavuşturduk. Biz, iyi hareket edenleri, işte, böyle mükâfatlandırırız. Zekeriyyâ'ya, Yahya'ya, İsa'ya ve İlyas'a da (böyle Hidayet, Nübüvvet) verdik. Onların hepsi, Sâlihlerdendi. [12]"   Zekeriyyâ Aleyhisselâmın Allâh'dan Bir Oğul Dileyişi Ve Yahya Aleyhisselâmla Müjdelenişi:    Başa Dön   Zekeriyyâ Aleyhisselâm; 92[13] veya 99[14], ya da, 120 yaşında, zevcesi de, 98 yaşında bulunduğu sırada[15] idi ki, ne zaman Hz.Meryem'in Mesciddeki odası­na uğrasa, onun yanında, kış mevsiminde yaz meyvası, yaz içinde de, kış mey-vası bulur[16], ona: "Ey Meryem! [17] Bu, sana, nereden geliyor?" diye sorar, o da: "Bu, Allah tarafından!" diye cevap verirdi. [18] Zekeriyyâ Aleyhisselâm, Hz. Meryem'e, böyle, kış mevsiminde yaz meyvası, yaz içinde de, kış meyvası ihsan edildiğini görünce: "Meryem'e, bunu, yapan, benim zevcemi de, doğum yapmağa elverişli yap­mağa kadirdir!" diyerek kendisine bir oğul ihsan buyurması için Yüce Allah'a dua etti. [19] Bu husus, Kur'ân-ı kerimde şöyle açıklanır: "Zekeriyyâ'yı da (an!): Hani, o, Rabb'ine: Rabbim! Beni, yalnız başıma bırakma! Sen, Vârislerin, en hayırlısısın! diye niyaz etmişti. Biz, onu(n)da, (bu duasını) kabul ve kendisine, Yahya'yı, ihsan ettik. Zevcesini, (doğurmaya) sâlih (elverişli) kıldık. Hakikat, (bütün) bunlar (bu Peygamberler) hayr işlerinde yarışırlar, umarak ve korkarak bize düa ederlerdi. Onlar, bizim için, derin saygı gösterenlerdendi[20]" "(Bu) Kulu Zekeriyyâ'ya, Rabbinin rahmetini anışıdır: O, Rabbine, gizlice niyaz ettiği zaman: Ey Rabb'im! Hakîkatan. ben... Benim, kemiğim yıpradı. Başımın saçı, tutuştu (saçlarım ağardı, ihtiyarladım) Rabb'im! Ben, Sana, ne düa etmişsem, bedbaht (ve mahrum) olmadım. Hakikatan, ben, kendimden sonra, yerime gelecek akrabamdan endişeye düştüm. Zevcem de, kısırdır. Binâen aleyh, bana, tarafından (ve kendi sulbümden) bir oğul ihsan et! ki, bana da, mirasçı olsun, Yâkub Hanedanına da, mirasçı olsun. Rabbim! Sen, onu rızana kavuştur! demiştir. [21] Orada, Zekeriyyâ, Rabb'ına: Rabb'im! Bana, Senin tarafından, çok temiz bir zürriyet ihsan et! Muhakkak, Sen, duayı hakkıyle işitensin! diye dua etti. O, Mihrabda durup namaz kılarken, Melekler, ona (şöyle) seslendi: "Gerçekten, Allah, sana, Kendisinden bir Kelime'yi (Kün emrile yaratılan İsa'yı) tasdik edici bir Efendi, nefsine hâkim ve Şilinlerden bir Peygamber olmak üzre Yahya'yı, müjdeler!'[22] "(Allah): Ey Zekeriyyâ! Hakikatan, sana, Yahya adında bir oğul müjdeleriz ki, bundan önce, biz, ona, hiç bir (kimseyi) adaş yapmamıştık!" buyurdu. [23] (Zekeriyyâ): Rabb'im! Benim nasıl bir oğlum olabilir ki? Zevcem, bir kısırdır. Ben ise, ihtiyarlığın son haddine varmışım! dedi. [24] "...(Allah): Öyledir. (Fakat), Allah, ne dilerse, yapar!" buyurdu. [25] (Zekeriyyâ): Ey Rabb'im! Bana (bu hususta) bir nişan ver! dedi. (Allah): senin nişan 'ır[26]: sapa sağlam olduğun hald[27], sâde bir işaretten başka[28], üç gece, insanlarla konuşamaman[29], insanlara, üç gün söz söyleme-mendir. Bununla beraber, Rabb'ini, çok an ve akşam, sabah, onu,  Teşbih et!" buyurdu. [30] Derken (Zekeriyyâ), Mescidinden, kavminin karşısına çıkıp onlara: "Sabah, akşam Tesbihde bulununuz!" diye işaret verdi. [31]   Yahya Aleyhisselâmın Doğuşu:    Başa Dön   Yahya Aleyhisselâm, İsâ Aleyhisselâmdan altı ay önce doğdu. [32] İsâ Aleyhisselâmdan altı ay büyüktü. [33]   Yahya Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:    Başa Dön   Yahya Aleyhisselâm: Güzel yüzlü,   Çatık kaşlı,   Seyrek saçlı[34],   Uzunca burunlu[35], İnce sesli, Kısa parmaklı idi. [36]   Yahya Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:    Başa Dön   Yüce Allah; Yahya Aleyhisselâm hakkında Kur'ân-ı kerimde şöyle buyurur: "(Ona, çocukluğunda): Ey Yahya! Kitabı, kuvvetle tut! (dedik) Henüz sabi iken, ona, Hikmet verdik (Tevratı, öğrettik) Tarafımızdan (ona) bir kalb yumuşaklığı ve (günahlardan) temizlik (verdik) O, çok Müttakî idi. Anasına, Babasına da, itaatli idi, bir serkeş ve âsî değildi. Dünyaya getirildiği gün de, öleceği gün de, diri olarak (kabrinden) kaldırılacağı gün de, ona, Selâm olsun!" [37] Yahya Aleyhisselâma[38] yaşıtı olan çocuklar: "Ey Yahyâ! [39] Bizimle gel de, oynayalım?" dedikleri zaman[40] "Biz, oyun için, yaratılmadık![41] Ben, oyun için, yaratılmadım! derdi. [42] Sekiz yaşında Beytülmakdis'in hizmetine girip on beş yaşına kadar orada, gün­düzleri hizmet, geceleri de feryad ederek ağlardı. [43] Yahya Aleyhisselam, çocukluğundan beri[44], Yüce Allah'a tâatta[45] çok gay-retli[46], güçlü[47], Allah'a'ibâdet ve tâatta insanların ulusu idi[48] Kıldan dokunmuş elbise giyer, arpa ekmeği yerdi. Yahya Aleyhisselâmın; ne bir dinarı, ne bir dirhemi, ne de barınacak bir mes­keni vardı[49]. Gece, kendisini, nerede bürürse, orada kalırdı. Ne bir kölesi, ne de bir cariyesi vardı. Allah'a, çok ibâdet eder, Cehennem korkusuyla, ağlar dururdu. Zekeriyyâ Aleyhisselam; halk'a va'z edeceği zaman cemâat arasında Yahya Aleyhisselam, bulunursa, ne cennetten, ne de, cehennemden bahsederdi. [50] İsâ Aleyhisselam; Yahya Aleyhisselâmla karşılaştıkça,o nu, hep hüzünlü ve ta­salı bulurdu. Bir gün ona: "Ey Yahya! Ben, seni hep, hüzünlü ve tasalı görüyorum? Yoksa, sen, Yüce Allah'ın Rahmetinden ümid mi kestin?" dedi. Yahya Aleyhisselam: "Ben de, seni, hep sevinçli görüyorum!? Yoksa, sen Yüce Allah'ın Mekrinden (ibtilâ ve imtihanından) emin mi oldun?" dedi. Bu hususta inen Vahy ile İsâ Aleyhisselâmın sözü doğrulandı[51]. Yahya Aleyhisselam; İsrail oğullarının Bayramlarında ve toplantı yerlerinde du­rup va'z eder, onları Yüce Allah'a ibâdete davet ederdi. [52] Hârisül'eş'arî'nin, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmdan rivayetine göre: Yüce Allah; Yahya b. Zekeriyyâ Aleyhisselâma, hem kendisi amel etmek, hem de amel etmelerini İsrail oğullarına emretmek üzre, beş kelime emretmişti. Kendisi, bu hususta, biraz ağır ve yavaş davranmca, İsâ Aleyhisselâm, ona: "Sen, hem kendin amel etmek, hem de amel etmelerini İsrail oğullarına emretmek üzere, beş kelime ile emrolunmuştun. Bunu, İsrail oğullarına, ya sen tebliğ edersin, ya da, ben tebliğ ederim!" deyince Yahya Aleyhisselâm: "Ey Kardeşim, Sen, bu vazifeyi yerine getirmekte beni geçersen, ben azaba uğra­mamdan veya yere batırılmamdan korkarım!" dedi ve hemen İsrail oğullarını, Beytül-maktis'de topladı. Beytülmakdis, İsrail oğullan ile doldu. Yahya Aleyhisselâm, yüksek bir yere oturup Allah'a hamd'ü sena ettikten sonra şöyle dedi: "Yüce Allah, bana, hem kendim amel edeyim, hem de amel etmenizi size emrede­yim diye beş Kelime emretti. Onların ilki: Kendisine, hiç bir şeyi şerik koşmaksızın, Allah'a ibâdet etmenizdir. Bunun misâli: Öz malı olan altun veya gümüşle bir köle satın alıp çalıştıran bir adama benzer ki köle, çalışmasının kazancını, Efendisinden başkasına ödeyordur. Hanginiz, kölesinin böyle davranmasına sevinir, razı olur? Hiç kuşkusuz, sizi Yüce Allah, yarattı ve rızkınızı vermektedir. Öyle ise Allah'a, hiç bir şeyi şerik koşmaksızın, ibâdet ediniz! Allah, namaz kılmanızı, size emretti. Namaza durduğunuzda, yüzünüzü, sağa sola çevirmeyiniz. Şüphe yok ki, Yüce Allah, kulu, yüzünü başka tarafa çevirmedikçe, hep ona yöne­liktir. Allah, size, orucu, emretti. Bunun misâli: Yanında misk kesesi olduğu halde, bir topluluk içinde bulunan ve hepsi ondaki misk kokusunu duyan bir kimseye benzer. Hiç şüphesiz, oruçlunun ağzının kokusu, Allah katında, misk kokusundan daha gü­zeldir. Allah, size Sadakayı, emretti. Bunun misâli: Düşmanın esir edip ellerini, boynuna bağladıkları ve boynunu vurmak üzere yaklaştırdıkları bir kimseye benzer ki, o "Canımı, elinizden kurtarmak için, size bir fidye, kurtulmalık versem olmaz mı?" diyerek kendisini, onlardan kurtarıncaya kadar, az çok kurtulmalık akçesi öder durur. Allah, size Allah'ı, çok zikretmenizi, anmanızı da, emretti. Bunun misâli: Düşmanın, kendisini, sür'atle tâkıb ettiği bir kimseye benzer ki, sağlam bir kaleye gelip onun içine sığınmıştır. İşte, kul da, Allah'ı zikir ile meşgul oldukça, şeytandan böyle korunur." [53]   İsrail Oğullarının Yahya Aleyhisselâma Kimliğini Ve Görevini Sormaları:    Başa Dön   Yuhanna'ya göre: İsrail oğulları; üç Peygamberin gelmesini beklemekte idiler. İlki: tekrar geleceğini sandıkları İlya, İkincisi: Mesîh İsâ Aleyhisselâm, Üçüncüsü de, herkesin bildiği ve kendisinden, sâdece (O Peygamber) diye bahs ettiği Peygamberdi. Bunun için, İsrail oğulları, Yahya Aleyhisselâma: "Sen kim'sin ?" diye sordular. Yahya Aleyhisselâm: "Ben, Mesîh değil'im!" dedi. İsrail oğulları: "Öyle ise, nesin? Sen, İlya mısın?" diye sordular. Yahya Aleyhisselâm: "Değil'im!" dedi. İsrail oğulları: "Yoksa sen, O Peygamber'misin?" diye sordular. Yahya Aleyhisselâm: "Hayır! Değil'im!" dedi. İsrail oğulları: "O halde, sen kim'sin?" diye sordular. Yahya Aleyhisselâm: "Ben, İşa'yâ Peygamber'in dediği gibi: (Rabb'ın yolunu, düzeltiniz! diye çölde çağıran'ın sesiyim!" "Aranızda, biri duruyor da, siz onu bilmiyorsunuz. Benden sonra gelen, O'dur. Ben, O'nun çarığının bağını çözmeye lâyık değilim!" dedi.[54] Rivayete göre: Yahya Aleyhisselâm, otuz yaşında iken, Ürdün ırmağında İsâ Aleyhisselâmla buluştu. [55] Şam'a gidip İsâ Aleyhisselâmla orada buluştuğu zaman da halkı, Allah'a iba­dete davetten geri durmadı.[56] İsâ Aleyhisselâmın, Yahya Aleyhisselâmı, on iki Havarisinin başında, halka, Al­lah'ın emir ve nehiylerini bildirmek üzere, gönderdiği de, rivayet edilir. [57]   İsrail Oğullarının Yahya Ve Zekeriyyâ Aleyhisselâmları Şehid Etmeleri:    Başa Dön   İsrail oğulları; Bâbil esaretinden, Beytülmakdis'e döndükten sonra, [58] Beytül-makdis'i, imar ettiler. [59] İşlerini, düzelttiler. [60] Oldukça da, çoğaldılar. [61] Fakat, bir takım kötülükler ihdas etmekten de, geri durmadılar. Bununla beraber, Yüce Allah, onlara[62], onların üzerlerine, fazlu rahmetini[63], tekrarlıyor, Peygamberler gönderiyordu. İsrail oğulları ise, gönderilen Peygamberlerden bir kısmını, yalanlıyor, bir kıs­mını da, öldürüyorlardı. İsrail oğullarına, en son gönderilen Peygamberler de, Dâvûd Aleyhisselâm Ha­nedanından Zekeriyyâ, Yahya ve İsâ Aleyhisselâmlardı. [64] İsrail oğulları, en sonunda, Yahya ve Zekeriyyâ Aleyhisselâmları da şehid ettiler. [65] Rivayete göre: Yahya Aleyhisselâm Şehid edilişi, İsâ Aleyhisselâmın otuz üç yaşında semâya kaldırılışından[66] bir buçuk bir yıl önce olduğuna[67], o zaman, İsâ Aleyhisselâm, otuz bir bucuk yaşında olup Yahya Aleyhisselâm da, ondan, altı ay büyük olduğuna göre [68] otuz iki yaşında şehid edilmişti. Ona ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun! İsrail oğulları, Zekeriyyâ Aleyhisselâm hakkında da: "Onu (Hz.Meryem'i), Zekeriyyâ'dan başka, kimse hâmile bırakmış olamaz! Onun yanına, hep o, girer[69], onun yanından da, o, çıkar dururdu!" dediler. Zekeriyyâ Aleyhisselâmı öldürmek için[70], aramağa başladılar. Zekeriyyâ Aleyhisselâm, onlardan kaçtı, [71] ise de, sonunda, kendisini yaka­ladılar [72] ve şehid ettiler. [73] Gerek Yahya Aleyhisselâmın, dînen yasak olan bir evliliğe ve ilişkiye rıza gös­termemesi [74]; Gerek Yahya Aleyhisselâmın doğumuyla müjdelenen ve ihtiyarlığın son had­dine varmış bulunan ve: "Benim nasıl bir oğlum olabilir?" diye hayretini ve aczini dile getiren ve kendisi­nin, böyle olduğu, Allah tarafından da, doğrulanıp kendisine bir Mucize olarak ih­san edileceği açıklanan[75] Zekeriyyâ Aleyhisselâma zina isnad edilmesi, kendi­lerinin şehid edilmeleri için, birer bahane idi.[76] [1] Yâkubî-Tarih C.1.S.68. [2] Mes'ûdî-Murucuzzeheb   c.1,s.62,   Sâlebî-Arais   s.371,   İbn.Asâkir-Tarih   c.5,s.381,   Muhyiddin   b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s. 137. [3] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.55. [4] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.381. [5] Sâlebî-Arais s.371. [6] Sâlebî-Arais s.371, İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.381. [7] İbn.Asâkir-Tarih C.5.S.381. [8] Sâlebî-Arais s.371. [9] Sâlebî-Arais s.372. [10] Abdurrezzak-Musannef c. 11 ,s 308, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.4O5, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.272, İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.381, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.49. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/291. [11] Taberî-Tarih c.2,s.16, Sâlebî-Arais s.370, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O3 [12] En'am: 84-85. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/291-292. [13] Sâlebî-Arais s.375, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.30O. [14] Sâlebî-Arais s.375. [15] Sâlebî-Arais s.375, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.30O. [16] Sâlebî-Arais s.373, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299. [17] Sâlebî-Arais s.373. [18] Sâlebî-Arais s.373, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299. [19] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299. [20] Enbiyâ: 89-90. [21] Meryem: 2-6. [22] Âl-i İmran: 38-39. [23] Meryem: 7. [24] Âl-i İmran: 40, Meryem: 8. [25] Âl-i jmran: 40. [26] Âl-i İmran: 41, Meryem: 10. [27] Meryem: 10. [28] Âl-i İmran: 41. [29] Meryem: 10. [30] Âl-i İmran: 41. [31] Meryem: 11. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/292-294. [32] Taberî-Tarih c.2,s.16, Sâlebî-Arais s.375, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.300. [33] Sâlebî-Arais s.375. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/294. [34] Sâlebî-Arais s.376, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.300. [35] Sâlebî-Arais s.376. [36] Sâlebî-Arais s.376, İbn.Esîr-Kâmil d.s.300. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/294. [37] Meryem: 12-15. [38] Dört yaşında bulunduğu sırada (Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.355). [39] İbn.Kuteybe-Uyûnül'ahbar c.2,s.317, Sâlebî-Arais s.376, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O1. [40] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.97, İbn.Kuteybe-Uyûnül'ahbar c.2,s.317, Sâlebî-Arais s.376, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O1. [41] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.97. [42] İbn.Kuteybe-Uyûnül'ahbar C.2.S.317, Sâlebî-Arais s.376, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O1. [43] İbn.Kuteybe-Uyûnül'ahbar c.2,s.317,318. [44] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3OO. [45] Sâlebî-Arais s.376, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.300. [46] Sâlebî-Arais s.376. [47] Sâlebî-Arais s.376, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3OO. [48] Sâlebî-Arais s.376. [49] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O1, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.51-52. [50] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O1. [51] Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.355. [52] Sâlebî-Arais s.376. [53] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.2O2, Tirmizi-Sünen c.5, s.148-149. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/294-297. [54] Yuhanna incili Bab: 1, Fıkra: 19-27. [55] Taberî-Tarih c.2,s.13. [56] Taberî-Tarih c.2,s.13, Sâlebî-Arais s.376. [57] Taberî-Tarih c.2,s.13, Sâlebî-Arais s.379, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.332. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/297-298. [58] Taberî-Tarih c.2,s.16, Sâlebî-Arais s.370, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O3. [59] Taberî-Tarih C.2.S.16, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O3. [60] Şâlebî-Arais s.370. [61] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O3. [62] Taberî-Tarih c.2,s.16, Sâlebî-Arais s.370, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O3. [63] Sâlebî-Arais s.370. [64] Taberî-Tarih c.2,s.16, Şâlebî-Arais s.370, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.303. [65] Taberî-Tarih c.2,s.16, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.303-304. [66] Yâkubî-Tarih c.1,s.79, Sâlebî-Arais s.403, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s,356, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.95. [67] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O7. [68] Taberî-Tarih c.2,s.16, Sâlebî-Arais s.375, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.30O. [69] Taberî-Tarih c.2,s.22, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311. [70] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311. [71] Taberî-Tarih c.2,s.22, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311. [72] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311. [73] Dineverî-El'ahbar s.41, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311. [74] Taberî-Tarih c.2,s.13-14, Sâlebî-Arais s.378-380, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.301-302. [75] Meryem: 8-9. [76] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/298-299.

    UZEYR ALEYHİSSELÂM HAYATI




    UZEYR ALEYHİSSELÂM HAYATI


      UZEYR ALEYHİSSELÂM   Uzeyr Aleyhisselamın Soyu:   Uzeyr[1] b.Cerve[2] Hârûn Aleyhisselâmın zürriyetindendir.[3]   Uzeyr Aleyhisselâmın Esirliği Ve Peygamberliği:   Buhtunnassar; Beytülmakdis'i yıktığı zaman, İsrail oğullarının Tevrat okuyan­larından ve Bilginlerinden öldürdüğü kırk bin kişi arasında, Uzeyr Aleyhisselâ­mın babasını ve dedesini de, öldürmüş[4]; o sırada, küçük bir çocuk olan Uzeyr Aleyhiselâmı, küçük gördüğü için, öldürmemişti. Kendisinin, Tevrat okuduğunu da, kimse bilmiyordu. [5] İsrail oğullarından alınan esir çocuklarla birlikte, o da, Bâbil toprağına götü­rülmüştü. [6] Buhtunnassar'ın elindeki esirler içinde, Danyal Aleyhisselâm gibi, Uzeyr Aley-hisselâm da, bulunuyordu. [7] Buhtunnassar, öldükten[8] ve Beytülmakdis imâr edildikten sonra, oraya dö­nen İsrail oğulları arasında idi. [9] Uzeyr Aleyhisselâm, kırk yaşına bastığı zaman, Yüce Allah, ona, hikmet verdi. Tevratı, onun kadar ezberleyen ve bilen yoktu. [10] Allah'ın, Salih ve Hakîm bir kulu olduğu, muhakkak[11] ve İsrail oğulları Peygamberlerinden bir Peygamber olduğu meşhurdur. [12] İsrail oğulları, Beytülmakdis'e döndükleri zaman[13], yanlarında Tevrat yoktu. Çünki, Beytülmakdiste bulunan şeyler alınırken, Tevrat ta, ellerinden alınıp ya­kılmış ve yok edilmişti. [14] Yüce Allah, İsrail oğulları için, Tevratı, yenilesin ve bu, kendileri için de, bir Mucize olsun diye, Uzeyr Aleyhisselâmı, gönderdi. O da, onlara, Tevratı okuyup yazdırdı, ve: "Tevrat, işte, budur!" dedi. [15] İsrail oğulları; Tevrattaki helalları, haramları, yeniden öğrenmiş oldular ve Uzeyr Aleyhisselâma da, hiç bir kimseye göstermedikleri sevgiyi gösterdiler. O da, onları, düzeltti. Yüce Allah tarafından ruhu kabz olununcaya kadar, onların arasında oturdu. Ona ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun! Uzeyr Aleyhisselâm'dan sonra İsrail oğulları arasında bir takım bid'atlar çıktı. [16] Yanlış inançlara saptılar: "Yüce Allah; Tevratı, kalblerimizden silip giderdikten sonra, onu, bizim ara­mızdan, Kendisinin oğlundan başka hiç bir kimsenin kalbine koymaz!" [17] "Uzeyr, Allah'ın oğludur!" diyecek kadar ileri gittiler. [18] Yüce Allah, Yehûdîlerin ve Hıristiyanların bu husustaki dalâletlerini ve kendi­lerine inen Kitapları nasıl değiştirdiklerini, Kur'ân-ı Kerimde şöyle açıklar: "Yahudiler: Uzeyr, Allah'ın oğludur! dedi(ler). Hıristiyanlar da: Mesih (İsâ) Allanın oğludur! dedi(ler). Bu, onların ağızlarıyle (geveledikleri câhilce) sözleridir ki, daha önce küfr eden­lerin sözlerini taklid ediyorlar. Hay Allah kahredesi adamlar! (Hakdan, bâtıla) nasıl da, döndürülüyorlar! Onlar, Allah'ı, bırakıp Bilginlerini, Rahiplerini, Meryemin oğlu Mesih'i tanrılar edindiler. Halbuki, bunlar da, ancak, bir olan Allah'a ibadet etmelerinden başkasıyla em-rolunmamışlardır. O'ndan başka hiç bir İlâh yoktur. O, bunların eş tutageldikleri her şeyden münezzehdir. [19] "Elleriyle Kitabı (yalan yanlış) yazıp ta, sonra, onu, az bir baha ile satabilmek için: Bu, Allah katındandırü diye gelenlerin vay haline! Vay şu kazanmakta oldukları (günah) yüzünden onlara!" [20] "Ehl-i Kitab'dan öyle bir güruh vardır ki: (Bir şey okuyorlarmış gibi) dillerini, Kitaba doğru eğip bükerler, siz, onu, Kitab-dan sanasınız diye. Halbuki, o, Kitabdan değildir. "Bu, Allah katındandır! derler. O ise, Allah katından değildir. Allâha karşı, kendileri bilip dururken yalan söylerler. "[21]   Yüz Yıl Ölü Bırakılıp Diriltilen Zat Uzeyr Aleyhisselâm Mıydı?   Bakara sûresinin 259. âyetinde yüz yıl ölü halde bırakılıp diriltildiği açıklana­nın Zat'ın, Uzeyr Aleyhisselâm olduğu da, ileri sürülmekte[22] ve: "Selef ve Halef Ulemâsının çoğunluğu katında meşhur olan, budur!" denil-mektedir. [23] (Uğranılan harap şehir Beytülmakdis olduğuna göre) Uzeyr Aleyhisselâmın, ora­ya, ancak, Buhtunnassar, öldükten sonra geldiği[24] ve kendisinin, Beytülmakdis imar edildiği zaman[25], İsrail oğullarından, oraya dönen halk arasında bulundu­ğu da[26], unutulmamak, gözönünde tutulmak gerekir.[27]     [1] Sâlebî Arais s.344, Ebülfida Elbidaye vennihaye c.2, s.43. [2] Ebülfida Elbidaye vennihaye c.2, s.43. [3] Sâlebî Arais s.344, Ibn Asâkirden naklen Ebülfida Elbidaye vennihaye c.2, s.43. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/279. [4] Sâlebî Arais s.344. [5] Sâlebî Arais s.346. [6] Sâlebî Arais s.344. [7] Ibn Kuteybe Maarif s.22-23. [8] Muhyiddin b. Arabi Muhadaratülebrar c.1, s. 136. [9] Taberî Tarih c.2, s.5, Ibn Esir Kâmil c.1, s.280. [10] Ebülfida Elbidaye vennihaye c.2, s.43. [11] Ebülfida Elbidaye vennihaye c.2, s.44. [12] Ebülfida Elbidaye vennihaye c.2, s.46. [13] Sâlebî Arais s.347, Ibn Esîr Kâmil c.1, s.280 [14] İbn esîr Kâmil s.270 [15] Sâlebî Arais s.347 [16] Ibn Esîr Kâmil c.1, s.271 [17] Sâlebî Arais s.347 [18] Sâlebî Arais s.347, Ibn Esîr Kâmil c.1, s.271. [19] Tevbe: 30-31. [20] Bakare: 79. [21] Âli imran: 78. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/279-281. [22] Sâlebî Arais s.344, ibn Ebîr Kâmil c.1, s.270. [23] Ebülfida Elbidaye vennihaye c.2, s.43. [24] Muhyiddin b. Abart Muhadaratülebrar c.1, s.136. [25] Taberi Tarih c.2, S.5, ibn Esir Kâmil c.1, s. 280. [26] Taberi Tarih c.2, s.5, İbn Esir Kâmil c.1, s.270, 280. [27] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/281.

      LOKMAN ALEYHİSSELÂM HAYATI





      LOKMAN ALEYHİSSELÂM HAYATI


        LUKMAN ALEYHİSSELÂM   LUKMAN ALEYHİSSELÂM.. 2 Lukman Aleyhisselâmın Soyu, Yurdu Ve Mesleği: 2 Lukman Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili: 2 Lukman Aleyhisselâmın Bazı Faziletleri: 2 Lukman Aleyhisselâmın Vefatı: 5 Kur'ân-I Kerimin Lukman Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması: 5     Lukman Aleyhisselâmın Soyu, Yurdu Ve Mesleği:    Başa Dön   Lukman b.Sâran[1] veya Anka[2] veya Bâran[3], b.Mürîd, b.Savun[4] veya Sedun[5] Lukman Aleyhisselâm; Dâvûd Aleyhisselâmın devrinde yaşamıştır. [6] Kendisi; Mısır Nub kabilesine mensubtu. [7] Medyen ve Eyke halkındandı. [8] İsrail oğullarından bir adamı[9] kölesi iken, onun tarafından âzâd edilmiş ve kendisine ayrıca mal da, verilmişti. [10] Lukman Aleyhisselâm, terzi idi. [11] Kendisinin, Marangoz olduğu da, rivayet edilir. [12]   Lukman Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:    Başa Dön   Lukman Aleyhisselâm: Kısa boylu, Yassı ve çökük burunlu[13], Simsiyah tenli, Kalın dudaklı[14], Enli[15] ve yarık ayaklı idi. [16] Siyah tenli bir zat gelip Saîd b.Müseyyeb'e; teninin siyah oluşunun hükmünü sormuştu. Saîd b.Müseyyeb, ona: "Sen, siyah tenlisin diye üzülme! Çünki, insanların hayırlılarından, üç siyah tenli: Bilal, Ömer b.Hattâbın âzadlısı Mihca' ve Mısır siyahlarından kalın dudaklı Lukman Hakîm de siyah tenli idi!" demiştir. [17] Lukman Aleyhisselâma: "Senin yüzün, ne için çok çirkindir?" denilince; Lukman Aleyhisselâm: "Sen, nakşı veya nakş edeni, onunla, ayıplayabilir misin?!" demiştir. [18]   Lukman Aleyhisselâmın Bazı Faziletleri:    Başa Dön   Yüce Allah tarafından, Lukman Aleyhisselâma Hikmet verilmişti. [19] Hikmet: Din'de Fıkıh, akıl ve sözde isabet demektir. [20] Lukman Aleyhisselâm; Nübüvvet'le[21] veya krallıkla[22], Hikmet arasında mu­hayyer kılınmış, o da, Hikmet'i, tercih etmiştir. [23] Lukman Aleyhisselâm; Dâvûd Aleyhisselâma, ilmiyle[24], Hikmetiyle Vezirlik ederdi. Oda: "Ne mutlu sana ey Lukman! Sana, Hikmet verilmiş ve senden, belâ, geri çevi-rilmiştir!" derdi. [25] Bilgin insanların[26]    ittifaka yakın[27]    çoğunluğunun[28] görüşüne göre: Lukman Aleyhisselâm, Peygamber[29] ve Vahy'e mazhar olmamıştır[30] amma, Allâ-hın, Salih bir kulu idi. [31] Kendisi, çok düşünen[32], keskin[33] ve iyi görüşlü'[34], çok susan[35] bir kuldu. [36] O, Allah'ı, sevmiş, Allah da, onu, sevmiş ve kendisine Hikmet ihsan etmişti. [37] Vehb b.Münebbih: "Lukman'ın Hikmetlerinden on bin bap kadar okudum. İnsanlar, onun sözlerinden daha güzel söz işitmemişlerdi. Sonra, baktım ve gördüm ki: insanlar, onun sözlerini, kendi sözlerine katıyor­lar, hutbe ve risalelerinde, ondan, yararlanıyorlardı." demiştir, [38] Lukman Aleyhisselâm; Beytülmakdis yakınındaki Remle şehrinde oturur, ya­nına gelenlere va'z eder, hikmetli sözler söylerdi. [39] Yüce Allah; Lukman Hakîmi, Hikmetiyle yükselttiği, onun da, yanında topla­nan halk'a, hikmetli sözler söylediği sırada, tanıdığı bir adam, ona: "Sen, filan yerde çobanlık etmiş olan siyah köle, Nuhas oğullarının kölesi Luk­man değil misin?! Nihayet, sen, davar çobanı siyahsın!?" dedi. Lukman Aleyhisselâm: "Evet!" dedi. Adam: "Sende gördüğüm şu hal, sana, nasıl ve nereden geldi?!" diye sordu. Lukman Aleyhisselâm: "Doğru sözlü olmak, emâneti, yerine vermek, Mâlâyâni'yi terk etmekle!" dedi. Diğer rivayete göre: Lukman Aleyhisselâm: "Evet! Siyah tenliliğim, açıktır" dedi ve "Benim işlerimden, seni, şaşırtan nedir?" diye sordu. Adam: "Halk, senin döşeğine oturuyor! Senin kapının önünü buruyor! Senin sözlerini dinleyip kabul ediyor!?" dedi. Lukman Aleyhisselâm: "Ey kardeşimin oğlu! Sana, söyleyeceğim şeyleri, yaparsan, sen de, öyle olursun" dedi. Adam: "Nedir onlar?" diye sordu. Lukman Aleyhisselâm: "Ben, gözümü, yumarım. Dilimi, tutarım. İhtirasımı, önlerim. Edep yerimi, korurum. Kıyamımı (namazımı) uzatırım. Verdiğim sözü, yerine getiririm. Konuğumu, ağırlarım. Komşumu, korurum. Mâla yânimi (Boş ve yararsız söz ve işlerle uğraşımı) bırakırım. İşte, bunlar, beni gördüğün gibi yaptı." dedi.[40] Lukman Aleyhisselâm, köleliği sırasında, Efendisine, kölelerinin, en yük olma­yanı, en problemsizi idi. Efendisi, onu; kendisine aid bostana, öteki arkadaşlarıyla birlikte, bostandaki meyvadan, bir şeyler getirsinler diye göndermişti. Topladıkları meyvaları, öteki köleler, yediler. Yanlarında hiç bir şey bulunmaksızın, Efendilerinin yanına geldiler ve suçları­nı, Lukman Aleyhisselâmın üzerine attılar. Lukman Aleyhisselâm, Efendisine: "İki yüzlü kişi, Allah katında, emîn olamaz! Sen, bana da, onların hepsine de, kusmak için, su, içir! Sonra da, bizi, koş­tur!" dedi. Efendi, böyle yapınca, ötekiler, yedikleri meyvayı, kusuşmağa başladılar! Lukman Aleyhisselâm ise, yalnız, içtiği suyu, kustu. Efendi, Lukman Aleyhisselâmın doğru, olduğunu, ötekilerin yalan söyledikle­rini, anladı. Lukman Aleyhisselâmın Hekimlikteki bilgisi ise: Tuvalete girip orada oturuşunu, uzatan Efendisine: "Tuvalette çok oturmaktan, ciğer ağrır, basur meydana gelir, hararet, başa ka­dar yükselir. Orada, hafifçe, otur ve kalk!" diyerek seslenmesinde görülmüş, Efendisi, tu­valetten çıkınca, onun, bu sözünü, tuvaletin kapısına yazmıştır.[41] Lukman Aleyhisselâma, Efendisi: "Benim için, bir koyun boğazla!" demiş, Lukman Aleyhisselâm da, boğaz-lamıştı. Efendisi: "Onun içindeki en iyi olan iki küçük parçasını çıkarıp bana, getir!" dedi. Lukman Aleyhisselâm, koyunun dilini ve kalbini çıkarıp getirdi. [42] Efendisi: "Bu koyun etinin içinde, bunlardan daha iyi olan parçası yok mu? diye sordu. Lukman Aleyhisselâm: "Hayır!" dedi. Efendisi, susacağı kadar sustuktan sonra[43] "Benim için, bir koyun daha boğazla!" dedi. Lukman Aleyhisselâm da boğazladı. Efendisi: "Onun içinde, en işe yaramaz ve en kötü olan iki küçük parçasını, çıkar, at!" dedi. Lukman Aleyhisselâm, yine, dilini ve kalbini, çıkarıp attı. Bunun üzerine, Efendisi, Lukman Aleyhisselâma: "Ben, sana, koyunun içindeki en iyi olan iki küçük parçasını, çıkarıp getirme­ni, emretmiştim. Bana, dil ile kalbi getirmiştin. Sonra, sana, onun içindeki en işe yaramaz ve en kötü olan iki küçük parçasını da, çıkarıp atmanı, emretmiştim. [44] Sen, yine, dili ve kalbi çıkarıp attın!?" dedi. [45] Lukman Aleyhisselâm: "İyi olduğu zaman, bu ikisinden daha iyi ve güzel olan bir şey yoktur! İşe yaramaz ve kötü olduğu zaman da, bu ikisinden daha işe yaramaz ve kötü olan bir şey yoktur!" dedi. [46] Lukman Aleyhisselâma: "İnsanların, en şerlisi, hangisidir?" diye sorulmuştu. Lukman Aleyhisselâm: "Kendisini, halkın, kötü görmesine aldırış etmeyendir!" dedi. [47] Lukman Aleyhisselâm, çok düşünür, keskin görüşlü bir zattı. [48] Gündüzleri, hiç uyumazdı. Hiç kimse, onun, ne tükürdüğünü, ne abdest bozduğunu, ne yıkandığını, ne abes bir şey konuştuğunu, ne de, güldüğünü görmemiştir. Hikmet gereği olmadıkça, sözünü, tekrarlamazdı. [49] Lukman Aleyhisselâm, oğluna: "Ey oğulcuğum! Suskunluk üzerinde hiç pişman olma! Konuşmak, gümüşten ise, susmak, altındandır!" [50] "Ey oğulcuğum! Ben, konuşma üzerinde pişmanlık duymuşum, fakat suskun­luk üzerinde hiç pişmanlık duymamışımdır." [51] "Oğulcuğum! Yemeğin en nefîs, tatlı olanını, ye! Döşeğin ise, en çiğnenmiş, yassılanmış olanı üzerinde uyu!" [52] "Ey oğulcuğum! Oruç tut! Şehvetini, keser. Seni, namazdan alıkoyacak şekilde oruç tutma. Çünkü, namaz, Allah katında, oruçtan daha büyüktür." [53] "Ey oğulcuğum! Âlimlerle otur. Onların dizlerinin dibinden ayrılma! Çünki, Allah, yeri, göğün yağmuru ile dirilttiği gibi, kalbleri de, Hikmet nuru ile diriltir."'[54] "Ey oğulcuğum! Tevbe'yi. geciktirme. Çünkü, ölüm, ansızın gelir!" derdi. [55]   Lukman Aleyhisselâmın Vefatı:    Başa Dön   Lukman Aleyhisselâm; Beytülmakdis yakınındaki Remle şehrinde vefat etti. [56] Mescid ile çarşı arasındaki yere gömüldü. [57] Selâm olsun ona![58]   Kur'ân-I Kerimin Lukman Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:    Başa Dön   "And olsun ki: biz, Lukman'a, Allah'a şükret! diye(rek) Hikmet verdik. Kim, şükrederse, ancak, kendi yararı için şükreder. Kim de, nankörlük ederse, hiç şüphe yok ki, Allah, Ganiydir (Müstağnidir.) Her hamd'e, O, lâyıktır. Hani, Lukman, oğluna -o, ona öğüt verirken- (şöyle) demişti: Oğulcağızım! Allah'a, ortak koşma! Çünkü, şirk, büyük bir zulümdür, haksızlıktır. [59] "Oğulcağızım! Hakikat, (yaptığın iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi kadar da, olsa, bir kaya içinde, veya göklerde, yahud yerin içinde (gizlenmiş) de, olsa, Allah, onu, getirir (meydana çıkarır ve hesabını görür.) Çünkü, Allah, Latîf'dir, hakkıyle haberdardır. Oğulcağızım! Namazını, dosdoğru kıl! İyiliği, emret! Kötülükten, vaz geçirmeye çalış! Sana, (Bu emir ve nehiy yüzünden) isabet edecek her şeye katlan! Çünkü, bunlar, kati surette farz kılınan umurdandır. İnsanlardan (kibirlenip) yüzünü, çevirme. Yer yüzünde şımarık yürüme! Çünkü, Allah, her kibir taslayanı, kendini, beğenip övüneni, sevmez. Yürüyüşünde, mutedil ol! Sesini, alçalt. Seslerin en çirkini, eşeklerin, anırışıdır!" [60] [1] ibn.Kuteybe-Maarif s.25, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.123. [2] Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.57, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.123. [3] Muhyiiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.139. [4] Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.57. [5] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.123. [6] ibn.Kuteybe-Maarif s.25, Mes'ûdî-Muruc c.1,s.57, İbn.Arabî-Muhâdara 139. [7] Mes'ûdî-Muruc. c.1,s.57, Sâlebî-Arais s.348, Ebülfida c.2,s.124. [8] Mes'ûdî-Muruc. c.1,s,57, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.123. [9] Kayn b.Cisr'in (Mes'ûdî-Muruc. c.1,s.57). [10] ibn.Kuteybe-Maarif s.25. [11] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.64, İbn.Kuteybe-Maarif s.25, Sâlebî-Arais s.348, M.b.Arabî-Muhâdara c.1,s.139, Ebülfida-Elbidaye venihaye c.2,s.127. [12] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.214, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.64, Taberî-Tefsir c.21,s.68, Sâlebî-Arais s.350, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.124,127. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/229. [13] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.124. [14] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.213, A.b.Hanbel-Ezzühd s.64, Ebülfida s.124 [15] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.64, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.124. [16] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.213, A.b.Hanbel-Ezzühd s.64, Sâlebî-Arais s.348, Ebülfida-Elbidaye venniha­ye c.2,s.124. [17] Taberî-Tefsir c.21,s.67, Sâlebî-Arais s.348, Ebülfida-Elbidaye c.2,s.124. [18] Sâlebî-Arais s.350. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/229-230. [19] Lukman: 12. [20] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.64, Taberî-Tefsir c.21,s.67, Sâlebî-Arais s.348, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.127. [21] Sâlebî-Arais s.349, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.129. [22] Hakîmüttirmizî-Nevadirül'usûl s.112, Sâlebî-Arais s.349, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.192. [23] Hâkimüttirmizî-Nevadir s.112, Sâlebî-Arais s.349, ibn.Asakir-Tarih c.5,s.192, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.129. [24] Hâkimüttirmizî-Nevadir s. 112, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.192. [25] Hakimüttirmizi-Nevadirül'usûl s.112, Sâlebî-Arais s.349, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.192, Mir Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.333 [26] Sâlebî-Arais s.349. [27] İbn.Kuteybe-Maarif s.25. [28] Sâlebî-Arais s.349. [29] İbn.Kuteybe-Maarif s.25. [30] Ibn.Kuteybe-Maarif s.25, Taberî-Tefsir c.21,s.67, Sâlebî-Arais s.349, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.45O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.129. [31]Taberî-Tefsir c.21,s.67, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.129. [32] Taberî-Tefsir c.21,s.67, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.45O. [33] Hakîmüttirmizî-Nevadirül'usûl s.112, Sâlebî-Arais s.349, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.45O. [34] Deylemî-Elfirdevs c.3,s.45O. [35] Hakîmüttirmizî-Nevadirürusûl s.112, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.45O. [36] Hakîmüttirmizî-Nevadirül'usûl s.112. [37] Hakîmüttirmizî-Nevadir. s.112, Sâlebî-Arais s.349, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.45O. [38] ibn. Kuteybe-Marif s.25. [39] ibn.iyas-Bedâyiüzzühûr s.169. [40] Sâiebî-Arais s.350, Ebüifida-Eibidaye vennihâye c.2,s.124. [41] Sâlebî-Arais s.349. [42] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.214, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.65, Taberî-Tefsir c.21 ,s.68, Sâlebî-Arais s.350, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s. 127. [43] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.214, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.64, Sâlebî-Arais s.350 Ebülfida-Elbidaye ven­nihaye C.2.S.127. [44] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.214, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.65, Taberî-Tefsir c.21 ,s.68, Sâlebî-Arais s 350 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.127. [45] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.214, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.127. [46] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.214, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.65, Taberî-Tefsir c.21,s.68, Salebî-Arais s.350, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.127. [47] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.65, Sâlebî-Arais s.350, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s,128 Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.65, Sâlebî-Arais s.350, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s,128. [48] Deylemi-Elfirdevs c.3,s.45O. [49] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.124. [50] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.65, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.128. [51] ibn. Kuteybe-Uyunülahbar c.2,s.192. [52] İbn.Kuteybe-Uyunülahbar c.3,s.245. [53] Sâlebî-Arais s.350. [54] Mâlik-Muvatta' c.2,s.1002, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.133. [55] Gazâli-ihyâu Ulûmiddin c.4,s.15-16. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/230-234. [56] İbn.lyas-Bedâyiuzzühur s.169, Mîr-Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.332. [57] İbn.iyas-Bedâyizzühur s.169. [58] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/235. [59] Lukman: 12-13. [60] Lukman: 16-19. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/235.

        SÜLEYMAN ALEYHİSSELÂM HAYATI





        SÜLEYMAN ALEYHİSSELÂM HAYATI


          SÜLEYMAN ALEYHİSSELÂM   . 2 Süleyman Aleyhisselamın Soyu: 2 Süleyman Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili: 2 Süleyman Aleyhisselâmın Kral Ve Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri: 2 Süleyman Aleyhisselâmın Kudüs'ü Ve Mescid-i Aksâ’yı Yaptırışı: 4 Mescid-İ Aksa Ve Sahranın Başlarına Gelenler: 5 Süleyman Aleyhisselâmın Saltanat Ve Fütuhatı: 6 Süleyman Aleyhisselâmın Hacca Gidişi, Sebe' Kraliçesini Müslüman Ve Mağ-Rib Beldelerini Fethedişi: 8 Kur'ân-ı Kerimin Süleyman Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması: 9 Süleyman Aleyhisselâmın Vefatı: 10 Süleyman Aleyhisselâmın Kabri: 13     Süleyman Aleyhisselamın Soyu:    Başa Dön   Dâvûd b.İşa Aleyhisselâmın oğlu olan Süleyman Aleyhiselâmın da, soyu, Ye-hûza b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâmlara dayanır.[1]   Süleyman Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:    Başa Dön   Süleyman Aleyhisselâm; uzun boylu[2] Beyaz tenli, İri vücudlu, Nurlu[3] ve güzel[4] yüzlü[5], Büyük gözlü[6], Çok saçlı idi. [7] Beyaz elbise giyerdi. [8]   Süleyman Aleyhisselâmın Kral Ve Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:    Başa Dön   Süleyman Aleyhisselâma; Babası Dâvûd Aleyhisselâmın vefatından sonra, kral­lıkla birlikte, Peygamberlik de, verildi. [9] Başka bir deyişle: Babasının Peygamberliğine, krallığına[10], Hikmetine ve İlmine[11] vâris oldu. [12] Süleyman Aleyhisselâm; krallıkta ve Kadılıkta, Babasından üstündü. Babası ise, Allâha ibâdette, oğlundan daha ileride idi. [13] Gerek Dâvûd ve gerek Süleyman Aleyhisselâmların krallıkları, Keyhusrev b.Syavş'ün asrında idi. [14] Süleyman Aleyhisselâm, daha on bir yaşında bir çocuk olduğu halde[15], akıl ve ilmin çokluğundan dolayı, Babası, bir çok işlerinde[16] onunla istişarede bu­lunurdu. [17] Bir gece, bir davar sahibi, davarını, üzüm bağı (ekin) yanında yayarken, davar, sahibinin haberi olmadan[18], girdiği üzüm bağındaki üzüm salkımlarını yemiş, ha-rab etmişti. [19] Ertesi günü, sabahleyin, bağ (ekin) sahibi ile davar sahibi, Dâvûd Aleyhisselâ-mın huzuruna çıktılar. Bağ (ekin) sahibi: "Bu kişi, davarını, geceleyin boşlayıp bağımın (ekinimin) içine düşürdü. Ba­ğımdan (ekinimden) hiç bir şey bırakmayıp hepsini yok etti!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm da, davarların, bağ (ekin) sahibine verilmesine hükmetti[20]: "Git! Davarlar, senindir!" dedi, davarları, bağ (ekin) sahibine verdi. Bunlar; Dâvûd Aleyhisselâmın, o zaman, on bir yaşında bulunan oğlu Süley­man Aleyhisselâma rastladılar. Süleyman Aleyhisselâm, onlara: "Aranızda, nasıl hüküm verdi?" diye sordu. Dâvûd Aleyhisselâmın verdiği hükmü, ona, haber verdiler. [21] Süleyman Aleyhisselâm: "Taraflar hakkında, bundan başkası, daha mülayim ve uygundu. [22] İşinizi, ben, üzerime alsaydım, bundan başka türlü hüküm verirdim!" dedi. Onun, bu sözünü, Dâvûd Aleyhisselâma haber verdiler. Dâvûd Aleyhisselâm, Süleyman Aleyhisselâmı çağırıp ona: "Sen, onlar arasında, bundan başka, nasıl hüküm verirdin? [23] Peygamberlik ve Babalık hakkı için, daha mülayim ve uygun olanı, bana ha­ber ver!" dedi. [24] Süleyman Aleyhisselâm: "Ey Allah'ın Peygamberi! Bu hususta, bundan başka, hüküm verilebilir." dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Ne gibi?" diye sordu. [25] Süleyman Aleyhisselâm: "Davarları; kuzularından, yünlerinden -vesâir menfeatlarından- yararlanması için, bağ (ekin) sahibine teslim edersin! Davar sahibi de, bağın (ekinin) eski mâmur haline gelinceye ve sahibine tes­lim edilinceye kadar, İslah ve imarına çalışır, sonra, davarları, sahibine iade eder!" dedi. [26] Dâvûd Aleyhisselâm: "Hüküm, senin verdiğin hükümdür!" dedi, ve buna göre, hüküm verdi. [27] (Dâvûd Aleyhisselâmın devrinde) iki kadın, yanlarında kendilerinin iki oğlan ço­cukları bulunduğu halde, yolda giderlerken, kurt gelerek onlardan, birinin (büyük kadının) çocuğunu, hemen kapıp gider. Bunun üzerine, (çocuğunu, kurt kapan büyük) kadın, eşi (küçük) kadına: "Kurt, senin, çocuğunu, götürdü!" der. Öbür kadın: "Hayır! Kurt, senin çocuğunu, götürdü!" der. Nihayet, bu iki kadın, muhakemelerini, Dâvûd Aleyhisselâma arz ederler. O da, (kurtun kaptığı çocuğun, küçük kadına), sağ kalan çocuğun da, büyük kadına aid olduğuna hükmeder. Bunlar, muhakemeden çıkıp Dâvûd Aleyhisselâmın oğlu Süleyman Aleyhisse­lâma giderler, Dâvûd Aleyhisselâmın verdiği hükmü haber verirler. Süleyman Aleyhisselâm: "Haydi, bana, bir bıçak getiriniz de, çocuğu, bunların arasında ikiye ayırayım!" deyince, küçük kadın: "Aman, öyle yapma! Allah, sana rahmet etsin! Bu çocuk, o kadınındır!" der. Bunun üzerine, Süleyman Aleyhisselâm, çocuğun, küçük kadına âid olduğu­na hükmeder. [28] Yüce Allah; Dâvûd Aleyhisselâma: "Ey Dâvûd! Allah'ın, senden sonra, işe, Süleymanı memur kıldığını, kendisine beyan et!" diye Vahy edince, Dâvûd Aleyhisselâm: "İlâhî! Bana lütufkâr olduğun gibi, Süleymana da, lutufkâr ol!" diye niyazda bulundu. Yüce Allah; Dâvûd Aleyhisselâma: "Süleymana de ki: o, bana, senin kul olduğu gibi, kul olsun da, ben de, ona, sana lutufkâr olduğum gibi, lutufkâr olayım!" diye vahy etti. Dâvûd Aleyhisselâm, vefat ettiği zaman, Yüce Allah, Süleyman Aleyhisselâma: "Hacetini, benden dile!" diye Vahy buyurdu. Süleyman Aleyhisselâm: "Benim kalbimi de, Babamın kalbi gibi, Sana karşı haşyet ve muhabbet taşır kılmanı dilerim!" diyerek niyazda bulundu. Yüce Allah; onun kalbini, dilediği gibi, Allâha karşı haşyet ve muhabbet taşır kıld. [29] Süleyman Aleyhisselâm; kral oluşundan, vefatına kadar, Yüce Allah'a karşı hu-şûundan dolayı, başını semâya kaldırmamıştır. [30] Son derece mütevazı (alçak gönüllü) idi. Miskîn (son derece fakir)lerin yanlarına varır, onlarla oturur: "Miskîn, miskînle oturur." derdi. [31] Hurma yaprağından Zenbil örüp satar[32], elinin emeği ile geçinir[33], arpa ek­meği yerdi. [34] Her ayın başında altı gün, ortasında üç gün, sonunda da, üç gün oruç tutardı. [35] Süleyman Aleyhisselâm: "Biz; yaşamanın, yumuşak olanını da, sert olanını da, denedik. Onlardan, aşağı olanını, yeterli bulduk. [36] İnsanlara verilmeyen şeyler, bize verildi. İnsanlara verilmeyen ilimler, bize verildi. Fakat, şu üç kelimeden: Öfke ve sükûnet halinde, Hilm (usluluk)den, Yoksulluk ve bolluk hâlinde, tutumluluktan, Gizlide ve açıkta, Allah korkusundan daha üstün bir şey bulamadık!" demiştir. Süleyman Aleyhisselâmın, oğluna da: "Ey oğulcuğum! Miskinlikle birlikte günah işlemek, ne kadar kötüdür! Hidâyetten sonra, dalâlete düşmek, ne kadar kötüdür! Kişinin, Rabb'ine ibadet edip dururken, ibâdeti bırakması ise, bundan daha kö­tüdür!" dediği de, rivayet edilir. [37]   Süleyman Aleyhisselâmın Kudüs'ü Ve Mescid-i Aksâ’yı Yaptırışı:    Başa Dön   Mescid-i Aksa; Peygamberimiz Aleyhisselâmın, Mîrac gecesinde uğramış ol­duğu[38], İlya = Beytülmakdis Mescididir. [39] Eshab-ı kiramdan Ebû Hüreyre, Mescid-i Aksâ'ya[40] İiya Mescidi veya Bey-tülmakdis Mescid'i[41] Eshâb-ı kiramdan Ebû Saîd'ülhudrî de: Beytülmakdis Mescidi der[42] Dâvûd Aleyhisselâm, vefat edeceği sırada, Beytülmakdis Mescidini tamamla­masını, Süleyman Aleyhisselâma vasiyyet etmişti. [43] Süleyman Aleyhisselâm; Kudüs şehrinin çevresine, enli, uzun, beyaz taşlarla hisar yaptırdıktan sonra[44], Hükümdarlığının dördüncü yılında Beytülmakdis'in yapısına başladı[45] ki, bu, Yüce Allâhın; çevresini mübarek kıldığını bildirdiği Mescid-i Aksa idi. [46] Eshab-ı kiramdan Ebû Zerr'ülgıfârî der ki: (Yâ Resûlallâh! Yer yüzünde ilk kurulan Mescid, hangisidir?) diye sordum. Resûlullah Aleyhisselâm: (Mescid-i Haram'dır!) buyurdu. (Sonra, hangisidir) diye sordum. (Mescid-i Aksâ'dır!) buyurdu. (Bunların arasında ne kadar zaman vardır?) diye sordum. (Kırk yıldır? Nerede namaz vakti gelirse, namazını, orada kıl! Orası da, bir mesciddir!) bu-yurdu." [47] Bu Hadîs-i şerifin şerhinde, yetkili ilim adamları; ne İbrahim Aleyhisselâmın, Kabe'nin, ne de, Süleyman Aleyhisselâmın, Mescid-i Aksa'nın ilk yapıcısı olma­dığı, ancak, nice asırlardan sonra, bunların, yenileyicileri oldukları, Hadîs-i şerif-de geçen kırk yıllık zamandan maksadın da, İbrahim Aleyhisselâm ile Mescid-i Aksa'nın yenileyicileri arasında bulunan Yâkub Aleyhisselâm arasında geçen za­man olduğu açıklanmıştır. Filvaki,; Kabe, ilk defa Melekler tarafından yapıldığı, sonra, Âdem Aleyhisse­lâm, sonra, Âdem Aleyhisselâmın oğulları... en sonra da, İbrahim Aleyhisselâm tarafından yenilendiği gibi, Mescid-i Aksa'da, ilk defa Âdem Aleyhisselâm veya Melekler tarafından yapılmış, sonra, Sâm b.Nuh Aleyhisselâm, sonra, Yâkub, son­ra, Dâvûd ve Süleyman Aleyhisselâmlar tarafından yenilenmiştir.[48] Süleyman Aleyhisselâm; Mescid-i Aksa için, yerdeki mâdenlerden altun, gü­müş ve yakut; denizden de, türlü inciler çıkarttırdı. Sonra, ustalar hazırlattı. Kestirdiği türlü taşları, ustalara yontturdu.[49] Çam ve servi ağaçları getirtti. [50] Ağaçlardan, biçilen tahtaları, sıra sıra dizdirdi. Toplanan cevherleri, düzelttirdi ve süsletti. [51] Mescid'in duvarlarını, beyaz, sarı ve yeşil taşlarla ördürdü, Direğini, hâlis, billur taştan yaptırdı. Tavanını, duvarlarını, inciler, yakutlarla, türlü kıymetli cevherlerle süsletti. Mescid'in tabanına Fîrûzec (Safirus) denilen kıymetli taşlar döşetti. O zaman, yer yüzünde, bu mâbedden daha süslüsü, daha güzeli ve parlağı yoktu. Bu Mescid; gecenin karanlığını, dolunay gibi aydınlatırdı. [52] İnsanlar, onun bir benzerini görmemişlerdi. [53] Mûsâ Aleyhisselâmdan  kalan  Tâbût'ussekîne'yi  de bu  Beyt'ülmakdis'e koydurdu. [54] Mescid'in köşelerinden bir köşesine de, Abanus bir Asa dikilmişti. Bu Asa'ya, Peygamberlerin soyundan gelen çocuklardan birisi, dokunsa, ona, hiç bir zarar vermezdi. Fakat, onlardan başkası, dokunsa, eli, yanardı. [55] Süleyman Aleyhisselâm, Mescid'in yapı işinden boşaldığı zaman[56], Sahra'-nın üzerine bir kurban götürüp kesti ve: "Ey Allâhım! Bana, bu mülk'ü saltanatı, Sen, bağışladın! Üzerimdeki ihsan, Sendendir! Sen, beni, yer yüzüne Halîfen yaptın! Hamd, sana mahsustur. Ey Allâhım! Bu Mescid'e giren kimse hakkında, benim, Senden dileğim şudur: Buraya girip içinde halisane iki rekât namaz kılan kimse, anasından doğduğu gündeki gibi günahından çıkıp arınsın! Buraya giren günahkâr, günahına tevbe etsin. Korkuya kapılanı, emniyete, güvenliğe kavuştur! Hasta olana, şifâ ver! Kıtlığa uğrayana, bolluk ve zenginlik ihsan et! Duamı kabul buyurup dileklerimi ihsan ettiğin zaman, Kurban'ımın kabulünü, onun alâmeti kıl!" diyerek düa etti. Bunun üzerine, gökten bir ateş indi. Şarkla garp arasını kapladı. Sonra, boy­nunu uzatıp,kurbanı yüklenerek göğe yükseltti. Süleyman Aleyhisselâm, bundan sonra, İsrail oğullarının bilginlerini, Me.^'d-de topladı. Onlara, Mescid'in Allah için yapıldığını bildirdi. [57] O günü de, Bayram edindi. [58] Yeryüzünde, o günki Bayramdan daha büyük ve yemesi, içmesi, o günkün­den daha bol bir Bayram edinilmemişti. Binlerce deve, sığır ve davar boğazlan­mış[59] buna, on dört gün devam edilmişti. [60] Süleyman Aleyhisselâm; Beytülmakdis'in, Mescid-i Aksa'nın yapımını tamamladıktan sonra, kendisi için de, bir Beyt (Mâbed) yapmıştı ki, bu da, Kamame kili­sesi diye anılagelen ve Hıristiyanlarca Kuduste Ulu Kilise sayılan kilisedir. [61]   Mescid-İ Aksa Ve Sahranın Başlarına Gelenler:    Başa Dön   Kudüs'ün, Buhtunnassar tarafından zabt ve tahribi sırasında Mescid-i Aksa da, yıkılmış, bir müddet sonra, Fars krallarından Behmen'in müsaadesiyle yeniden yapılan Beytülmakdis'i, Hirodos oğulları, Süleyman Aleyhisselâmın yaptığı şekil­de ikmal etmişlerdi. Fakat, Rum krallarından Titoş, onu, tekrar yıktırmış, yerine, ekin ektirmişti. Rumların, Hıristiyanlığı kabullerinden sonra, Konstantin'in Annesi, Haç'ın gö­müldüğü çöplükten Haçı çıkarttırarak, yerine, Kamame Kilisesi diye anılan Kili­seyi yaptırmış (ibn.Haidun-Tarih d,s.296-297), Yahudilerin Kıblesi olan Sahra'yı da, onların yaptıklarına ceza olmak üzere, süprüntülük yaptırmak suretiyle akılların­ca ÖC almak İStemİŞ[62], Sah­ra, Hz.Ömer'in, Kudüs'ü fethine kadar, böylece, süprüntülük ve çöplük olarak kalmıştı.[63] Hz.Ömer, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmın İsrâ gecesinde Beytül-makdis'e girmiş olduğu yerden girip Davud Aleyhisselâmın Mihrabında iki rekât Tahiyyetülmescid kıldı. Ertesi günü, orada sabah namazını da, Müslümanlara kıldırdı. Birinci rekâtta Sad sûresini okuyup secde etti, Müslümanlar da, kendisiyle bir­likte secde ettiler. İkinci rekâtta İsrâ (Benî İsrail) sûresini okudu. Sonra, Sahra'ya vardı. Kâ'bul'ahbar'dan, onun yerini göstermesini istedi. Kâ'b'ulahbar, arka tarafı işaret edince, Hz.Ömer: "Sen, Yahûdiye benzedin! Yahudiliğe özendin!" dedi. Sonra, Sahra'dan, toprakları, Ridasının ve kaftanının etekleriyle taşımağa baş­ladı. Müslümanlar da, kendisiyle birlikte böyle yaptılar.[64] Sahra'nın üzeri, toprak ve süprüntülerden temizlenince, üzerine, Kır Mescidi tarzında bir Mescid yapıldı. tmevi Vteüitelef möen» e^iıö 'D.NDö.tiiTneiiK-, Nıescıtn Vıatam, \$ıesütw \*«8ae>»s >»e Dımaşk Mescidi hakkında yaptığı gibi, duvarlarını yükseltmek ve sağlamlaştırmak suretiyle, onun da, imarına himmet edip adını hayırla andırdı. Hicrî beşinci yüz yılda Müslümanların, Mısır, Şam ve Hicaz ülkelerindeki hâki­miyetlerinin zayıflamasından yararlanan Haçlılar, Şam taraflarıyla Kudüs'ü elle­rine geçirince, Sahra Mescidini yıkıp yerine, büyük bir kilise yapmışlar[65], kubbesinin başına da, altundan, kocaman bir Haç takmışlardı.[66] Kudüs, böylece, doksan iki yıl, Hıristiyanların elinde kaldı.[67] Hicrî beşinci asrın sonlarına doğru, İslam Mücahidlerinden Salahaddin-i Eyyû-bî, Haçlılarla savaşa savaşa, Şam taraftarıyla Kudüs'ü, onların ellerinden kurtar­dı. [68] Müslümanlar, Sahra kubbesinin üzerine çıkıp büyük altun Haçı sökerek yere düşürdükleri zaman, Hıristiyanların üzüntülerinden kopardıkları çığlıklarla, Müs­lümanların sevinçlerinden getirdikleri Tekbirlerle yerler sarsıldı [69] Mescid-i Aksa, içindeki Haçlardan, Çanlardan, Ruhbanlardan, dolaşan domuz­lardan, içindeki, dışındaki bütün pisliklerden temizlendi. İslâm devrinde olduğu hale getirildi. Mü'min ve Müslümanlar Mescid-i Aksâ'nın içine girdiler. Ezanlar, okundu. Kur'ân-ı Kerim tilâvet olundu. Yerlere sergiler serildi. Direklere kandiller asıldı.[70] Halebde yapılmış olan Kıymetli Minber de, getirilip yerleştirildi[71] O güne kadar ziyaretçilere örtülü, kapalı bulundurulan Sahra da, önce, temiz su ile, sonra da, gül suyu ve miskle yıkanarak ziyaretçilerin gözleri önüne serildi.[72] Salahaddin-i Eyyûbî, Hıristiyanların, Sahra üzerinde yaptıkları ve övündükleri büyük kiliseyi de, yıktırıp yerine, bugün mevcud olan Sahra Mescidini yaptırdı.[73] İkinci cuma namazını da, Müslümanlarla birlikte orada kıldı. Mescid-i Aksâ'nın imarı için hiç bir fedakârlıktan geri durmadı.[74] Allah, ondan razı olsun![75]   Süleyman Aleyhisselâmın Saltanat Ve Fütuhatı:    Başa Dön   Süleyman Aleyhisselâm; kendisinden başka hiç kimseye lâyık olmayan bir mülk ve saltanat vermesini, Rabb'ından dilemişti. Yüce Allah, duasını kabul edip onu da, kendisine verdi.[76] İnsanları, cinleri, kuşları ve rüzgârı, ona, uysal kıldı. [77] Meclisine gitmek üzre, evinden çıktığı zaman, kuşlar, onun başının üzerinden ayrılmazlar, Meclisine vardığı zaman da, insanlar ve cinler, kendisine kıyam eder, Serir'ine oturuncaya kadar, ayakta dururlardı. [78] Çok savaşçı idi. Savaşmaktan, oturmağa vakit bulamazdı. [79] Yer yüzünün ne tarafında bir kral bulunduğunu, işitse, hemen gidip onu, ye-ner ve kendisine, boyun eğdirirdi. Savaşa çıkmak istediği zaman, askerlerine emreder, tahtadan bir ulaştırma Dö­şeği (Uçağı) yapılır[80], o tahta Döşeğin üzerine de, kendisinin tahta Serîr'i, yer­leştirilirdi. Savaş erleri, savaş araçlarını ve savaş hayvanlarını da, bindirdikten sonra, şid­detle esici rüzgâra emreder, rüzgâr da, bu tahta uçağın altına girip onu, yerden kaldırınca, Süleyman Aleyhisselâm, nereye gitmek isterse, kendilerini, oraya gö­türmesini, yumuşak ve mülayim esen yel'e, emrederdi. O da, tahta uçağı götürürken, o kadar yumuşak eserdi ki, üzerinden geçip git­tiği tarlanın ekinlerini bile kımıldatmazdı. Sebe' sûresinin on ikinci âyetinde açıklandığı gibi, rüzgârın sabahı ve akşamı, birer aylık yoldu.'[81] İbn.İshak (85-151 Hicrî), der ki: "Bana, Dicle taraflarından bir konak yerinde konaklayan bir zat, orada, Süley­man Aleyhisselâmın Eshabından, ya bir cin, ya da, bir insan tarafından yazılmış bir yazı bulduğunu ve o yazıda: "Biz, buraya konduk. Hiç bir şey bina etmedik. Amma, burayı, bina edilmiş bulduk. Sabahleyin, Istahr'dan hareket etmiştik. Biz, buradan da, inşâallah, akşamleyin kalkıp Şam'da geceleyeceğiz! demiş­tik." diye yazılı olduğunu, anlattı."[82] Süleyman Aleyhisselâm, Şam'dan Irak'a kadar olan yerleri fethetti. Horasan'ı da, bu yerlere kattı. Belh şehrine indi. Orası, bundan önce kurulmuştu. Oradan dönüp Irak'a indi. Keyhüsrev, Süleyman Aleyhisselâmın, Irak toprağına indiğini işitince korktu. Üzüntüsünden, zayıfladı. Çok geçmeden de, öldü. Süleyman Aleyhisselâm, Iraktan, Merv'e ilerledi. Sonra, Belh'a vardı. Belh'dan, Türk beldelerine, ansızın baskın yaptı. Oradan, Çin beldelerine geçti. Sonra, doğudan, sağlayarak deniz sahili yoluyla Kındıhar'a geldi. Oradan Keşker'e ilerledi. Sonra, Şam'a döndü, ve Tedmür'e kavuştu. Orası, kendisinin vatan edindiği yer'di.[83] Rüzgâr; Allah'ın emriyle, Süleyman Aleyhisselâmın, istediği yere gidiş ve geli­şini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda, herkesin konuştukları şeyleri de, ona, iletir, haber verirdi. [84] Süleyman Aleyhisselâm, bir gün, rüzgâra binerek bir ekincinin üzerinden ge­çip giderken, ekinci başını kaldırdı. Ona, baktı, ve: "Dâvûd Hanedanına büyük bir mülk ve saltanat verilmiştir!" dedi. Rüzgâr, onun, bu sözünü, Süleyman Aleyhisselâmın kulağına eriştirince, Sü­leyman Aleyhisselâm, yere indi ve ekincinin yanına vardı. Ona: "Ben, senin söylediğin sözü işittim ve senin yanına, ancak, güc yetiremeyece-ğin şeyi temenni etme! demek için indim. Allah'ın, senden kabul edeceği bir tek teşbih, Dâvûd Hanedanına verilen şey­lerden daha hayırlıdır!" dedi. Bunun üzerine, ekinci, Süleyman Aleyhisselâma: "Sen, benim üzüntümü giderdiğin gibi, Allah da, senin üzüntünü, gidersin!" dedi. [85] Süleyman Aleyhisselâm; ordusu ile, Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza, giriniz! Sakın, Süleyman ve ordusu, sizi -bilmeyerek- kırmasın!" demişti. Süleyman Aleyhisselâm, onun bu sözünden, gülercesine gülümsedi de, "Ey Rabb'im! Bana ve ana ve babama lütfettiğin nimetine şükretmemi ve (geri kalan ömrüm içinde) Senin razı olacağın iyi (işler) yapmamı, bana ilham et! Rahmetinle beni de, (Cennette) Salih kullarının arasına idhal et!" dedi. [86] Rivayete göre: Süleyman Aleyhisselâm, karıncanın söylediğini, işittince, üze­rine, indi ve: "Onu, bana getiriniz!" dedi. Getirdiler. Süleyman Aleyhisselâm, ona: "Sen, ne için karıncaları, sakındırdın? Benim, zâlim olduğumu mu işittiniz? Yoksa, benim, adaletli bir Peygamber olduğumu mu bilemediniz? Ne için onlara: "Sizi, Süleyman ve ordusu kırmasın! dedin?" diye sordu. Karınca: "Ey Allah'ın Peygamberi! Sen, benim sözümdeki (Onlar, bilmeden) kaydını işit­medin mi? Bununla beraber, benim, can kırma sözümden maksadım, ancak, kalblerin kı­rılması idi. Senin bir şey vermeni temenni edip fitneye düşmekten, sana bakmakla meş­gul olup Allah'ı Teşbih etmekten geri kalmaktan korktum!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm: "Bana, öğüt ver!" dedi. Karınca: "Babana, Dâvûd isminin ne için konulduğunu, biliyor musun?" diye sordu. Süleyman Aleyhisselâm: "Hayır! Bilmiyorum!" dedi. Karınca: "O, kalb yarasını, tedavi etsin diye verildi!" dedi. "Sana, Süleyman isminin ne için konulduğunu, biliyor musun?" diye sordu. Karınca: "Göğsüne selâmet verilinceye kadar dayanasın ve Baban Davud'a erişmeye müstehak olasın diye verilmiştir!" dedi. Sonra da: "Yüce Allah'ın, sana, rüzgârı, ne için uysal kıldığını, biliyor musun?" diye sordu. Süleyman Aleyhisselâm: "Hayır! Bilmiyorum!" dedi. Karınca: "Dünyanın tümünün, esen, gelip geçen bir Yel'den ibaret bulunduğunu sana haber vermek için!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm, karıncanın sözlerine hayrette kalarak gülercesine gü­lümsedi ve Nemi sûresinin on dokuzuncu âyetinde açıklanan duasını tekrarladı.[87] Süleyman Aleyhisselâm, halkı, yağmur duasına çıkarmıştı. Orada bir karınca kafasının üzerine yatıp ayaklarını, semaya kaldırmış ve: "Ey Allâhım! Ben, Senin yaratıklarından bir yaratık'ım. Sen, bizi, yağmurunla sulasan da, Sen, bizi, kuraklıktan helak etsen de, biz, Senin rızkından müstağnî değiliz!" diyordu. Bunun üzerine, Süleyman Aleyhisselâm; halka: "Geri dönünüz! Siz, sizden başkasının düasıyla yağmura kavuşturuldunuz!" dedi. [88] Ölüm Meleği, bir gün, Süleyman Aleyhisselâmın yanına girip yanında oturan­lardan, bir adama, uzun uzun bakmış durmuştu. Ölüm Meleği çıkıp gittiği zaman, adam, Süleyman Aleyhisselâma: "Kim bu?" diye sordu. Süleyman Aleyhisselâm: "Ölüm Meleğidir!" dedi. Adam: "Onun, bana, bakışı, sanki, beni öldürmek istiyor gibiydi!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm ona: "Peki, şimdi, benim, sana ne yapmamı istiyorsun?" diye sordu. Adam: "Beni, rüzgâra bindirmeni ve Hindistana bıraktırmanı, istiyorum!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm, rüzgârı çağırdı. Adamı, onun üzerine bindirip Hindis­tana bıraktırdı. Bundan sonra, Ölüm Meleği, Süleyman Aleyhisselâmın yanına geldi. Süleyman Aleyhisselâm, ona: "Sen, yanımda oturanlardan, bir adama, niçin uzun uzun bakmıştın?" diye sor­du. Ölüm Meleği: "Ben, onun ruhunu, Hindistan'da almakla emrolunduğum halde, kendisinin, senin yanında bulunuşuna hayret etmiştim." dedi.[89]   Süleyman Aleyhisselâmın Hacca Gidişi, Sebe' Kraliçesini Müslüman Ve Mağ-Rib Beldelerini Fethedişi:    Başa Dön   Süleyman Aleyhisselâm; İlya = Kudüs Mescid'inin yapımından boşaldıktan son­ra, Tihâme yolunu tuttu. Allah'ın Beyt-i Haramını, Tavaf etti ve ona, örtü örttürdü. Onun yanında kurban kestirdi. Orada, yedi gün oturduktan sonra, San'â'ya ilerledi. Sebe' kraliçesinin Müslü­man olmasını sağladı. Şam'a, döndü. Mağrib beldelerine, Endelüs, Tanca, Franca, Ifrikıye ve Ken'an b.Ham, b.Nûh Aleyhisselâm oğullarının beldelerinden olan taraflarına hâkim olan Zorba kralı ye­nip kendisini, bir olan Allah'a imana ve putları bırakmağa davet etti. Küfründe, direnince, öldürdü. [90]   Kur'ân-ı Kerimin Süleyman Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:    Başa Dön   "Süleyman'a da, rüzgârı, (Müsahhar kıldık)ki, sabahı bir ayflık yol), akşamı, bir ay(lık yol)du. Erimiş bakır mâdenini, ona, sel gibi akıttık. Onun önünde -Rabbinin izniyle- iş gören bazı cinler de, vardı. İçlerinden, kim bizim emrimizden ayrılıp saparsa, ona, çılgın azabdan tattınrdık. O, kalelerden, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan, sabit sabit ka­zanlardan, ne dilerse, kendisine yaparlardı. Ey Dâvûd Hanedanı! Siz, (Allah'a) şükür için çalıştınız! Kullarımdan (hakkıyle) şükreden, azdır. [91] "Andoisun ki: biz, Dâvûd'a ve Süleyman'a i\im vermişizdir. (Bundan dolayı) onlar: "Bizi, Mü'min kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun!" dediler. Süleyman, Davud'a, mirasçı oldu. (Süleyman): "Ey insanlar! Bize, kuşların dili öğretildi. Bize, her şeyden verildi. Şüphesiz ki: bu, apaçık bir üstünlüğün ta kendisidir!" dedi. Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan, kuşlardan orduları toplandı. İşte, bütün bunlar, (onun tarafından) zabt ve idare ediliyorlardı. Hattâ, Karınca vadisi üzerine geldikleri zaman (dişi) bir karınca: "Ey Karıncalar! Yuvalarınıza giriniz! Sakın, Süleyman ve ordusu -kendileri, bilmeyerek- sizi kırmasın!" dedi. (Süleyman) onun bu sözünden gülercesine gülümsedi de: "Ey Rabb'im Bana ve Ana ve Babama lütfettiğin nimetine şükr etmemi ve (geri­de kalan ömrüm içinde) Senin razı olacağın iyi (işler) yapmamı, bana, ilham et! Rahmetinle beni de (Cennette) sâlih kulların arasına idhal et!" dedi. (Süleyman) kuşları araştırıp: "Hüdhüd'ü, neye görmüyorum? Yoksa, gaiblerden mi (oldu)? Onu, her halde çetin bir azaba uğratacağım! Yâhud, onu, mutlaka, kestireceğim, ya da, bana, açık ve kat'îbir Burhan geti­rir!" dedi. Derken, (Hüdhüd) çok geçmeden geldi: "Ben, senin muttali' olmadığın bir (hakîkat)a vâkıf oldum: Sebe'den, Sana, çok doğru (ve mühim) bir haber getirdim. Hakikat, orada, bir kadını, onlara hükümdarlık eder buldum. Kendisine, her şey verilmiştir. Onun, bir de, çok büyük bir Taht'ı var. (Gerek) onu, (gerek) kavmini, Allah'ı bırakıp güneşe secde ediyorlarken buldum (gördüm). Şeytan, onların yaptıklarını, süslemiş te, kendilerini yoldan alıkoymuş (saptırmış) Onun için, onlar doğru yola giremiyorlar. (Bunu) göklerdeki ve yerdeki her gizliyi (meydana) çıkaran, (kalblerinde)ne gizli­yorlar, ne açıklayorlarsa, (hepsini) bilen Allâha secde etmesinler diye (yapıyorlar) Allah, O'dur ki, O, büyük Arş'in Sahibi olan ve O, kendisinden başka hiç bir İlâh bulunmayandır." dedi. (Süleyman): "Bakalım doğru mu söyledin, yoksa, yalancılardan mı oldun? Şu mektubumu götür, onu, kendilerine bırak! Sonra, onlardan biraz çekil de, bak, neye dönecekler (Ne cevap verecekler?) dedi. (Sebe' kıraliçesi): "Ey İleri gelenler! Hakikat, bana, çok şerefli bir mektup bırakıldı ki, o, Süleyman-dandır ve o, hakfkatan, Rahman ve Rahfm olan Allâhın adiyle. Bana karşı, baş kaldırmayınız! Müslümanlar olarak bana geliniz!" diye (yazılmıştır) Ey ileri gelenler! Bana, (bu) işim hakkında bir rey veriniz! Siz, huzurumda bulununcaya kadar, ben, hiç bir işte kat'î(bir hüküm sahibi) ola­madım. " dedi. "Biz, güc, kuvvet sahihleri, çetin savaş erbabıyız. Emir, sana âiddir. Bak, sen, ne emredeceksin." elediler. (Kraliçe): Şüphesiz ki: hükümdarlar, bir memlekete girdikleri zaman, orasını, perişan ederler. Halkından, şerefli olanları, hor ve hakir kılarlar. Bunlar da, böyle yapacaklardır. Ben, onlara, bir hediye göndereyim, de, Elçiler, ne (cevap) ile dönecek baka­yım?" dedi. Bunun üzerine, vaktâ ki, (o gönderilen heyet) Süleymana geldi. (Süleyman): "Siz, bana, mal ile yardım mı ediyorsunuz!? İşte, Allah'ın, bana verdiği (nimetler ki, onlar) size verdiğinden daha çok hayırlıdır. Belki, siz, hediyenizle böbürlenirsiniz. (Ey elçi heyet başkanı!) dön onlara! And olsun ki önüne geçemeyecekleri ordularla onlara gelir, onları, hor ve hakir oldukları halde, oradan çıkarırım!" dedi. (Süleyman, kendi maiyetindekilere de) ey ileri gelenler! Onun (Belkısin) Tahtını, kendilerinin, bana, Müslüman olarak gelmelerinden önce, hanginiz bana, getirir?" dedi. Cinden bir İfrit: "Sen, Makamından kalkmadan, ben, onu, sana getiririm! Ben, buna karşı, her halde, güvenilecek bir güce mâlikim!" dedi. Nezdinde Kitabdan bir ilim bulunan (Âsaf b.Berhıya): "Ben, gözün, sana dönmeden (gözünü yumup açmadan) önce, onu, sana geti­ririm!" dedi. Vaktâ ki (Süleyman), onu (Tahtı) yanında durur bir halde gördü: "Bu, Rabbımın fazi (ve lutf'undan)dır. Şükür mü edeceğim, yoksa, nankörlük mü edeceğim, beni, imtihan ettiği içindir (bu). Kim şükr ederse, kendi yararınadır, kim de, nankörlük ederse, şüphe yok ki Rab-bım (onun şükründen) tamamen müstağnidir. (Hem O) Hakkıyle kerem sahibidir." dedi. (Süleyman): "Onun Tahtını, bilinmez bir şekle getiriniz. bakalım (tanımaya) muvaffak olacak mı, yoksa, muvaffak olamayacaklardan mı olacak?" dedi. Artık (Belkıs) gelince, ona: "Senin Taht'ın böyle mi idi?" denildi. (Belkıs): "Sanki, bu, odur! Ondan önce de, bize ilim verilmişti, ve biz, Müslüman olmuştuk! dedi. (Hayır!) Onun, Allah'ı bırakıp tapmakta devam ettiği şey, kendisinin İslâmiyeti)ne mani olmuştu. Hakıkatta, o kâfirler gürûhundandı. Ona: "Köşk'e, gir!" denildi. (Belkıs) onu, görünce, derin bir su sandı. İki ayağını aç(ıp sıva)dı. (Süleyman): "O, hakîkatan, sırçadan yapılmış, düzeltilmiş (ve şeffaf) bir açıklıktır." dedi. (Belkıs) "Ey Rabb'ım! Hakikat, ben, kendime yazık etmişim. Süleyman'ın maiyetinde, âlemlerin Rabb'ı olan Allâha teslim oldum (Müslüman oldum) dedi. [92]   Süleyman Aleyhisselâmın Vefatı:    Başa Dön   Süleyman Aleyhisselâm; ibâdet için [93], bazan bir yıl, iki yıl, Bazan bir ay, iki ay, Bazan da, bundan daha az veya çok müddet, Beytülmakdis'te tek başına kalırdı. Kendisinin yeyeceği, içeceği de, oraya götürülürdü. Vefatıyle neticelenen son defaki kalışında da, yiyeceği, içeceği götürülüp ya­nına konulmuştu. [94] Süleyman Aleyhisselâm, böyle yalnız başına kalmayı âdet edindiği Beytülmak­dis'te namaz kılarken[95], hiç bir gün olmazdı ki, sabaha çıksın da, orada, bir ağaç bitmemiş olsun! [96] Başka bir deyişle: hiç bir namaz kılmazdı ki, önünde, bitmiş bir ağaç bu­lunmasın. [97] Süleyman Aleyhisselâm, namazgahında, namaza durduğu zaman[98], önünde bitmiş olan ağacı görünc[99], yanına varır[100], ona: "Senin ismin nedir?" diye sorar, ağaç ta: "İsmim şöyle! şöyle!" derdi. Süleyman Aleyhisselâm, ona: "Sen, ne şey içinsin?" diye sorar, Oda: "Şunun, şunun için!" derdi. [101] Kesilecek bir ağaçsa, Süleyman Aleyhisselâm, emreder, o ağaç, kesilirdi. [102] Eğer, o ağaç, dikilmek için, bitmişse[103], onun üzerine: "Filan yere, şöyle şöyle dikilecektir!" diye yazılı[104] dikilirdi. [105] Eğer, biten ağaç, deva için, bitmiş olur[106]: "Şu derde, şu derde deva için, bittim!" derse[107], onun üzerine: "Şu derde, şu derde devadır!" diye[108] yazılır[109] ve onun için gereği, ya-pılırdı. [110] İşte, Tıb fennindeki nebatla tedavî, bunun üzerine kurulmuştur[111] Süleyman Aleyhisselâm, bir gün, namaz kıldığı sırada, önünde bir ağacın bit­miş olduğunu, gördü. [112] Ona: "Senin ismin nedir?" diye sordu.[113] Ağaç: "Harrub![114] Harnub! [115] Harnûbe! [116] Ben, Harrûbe'yim!" dedi. [117] Süleyman Aleyhisselâm, ona: "Sen, ne şey içinsin?" diye sordu. Ağaç: Ben, şu Mescidi harabetmek için'im! dedi. [118] Süleyman Aleyhisselâm: "Ben, sağ iken, Allah, bu Mescidi, harap etmeyecektir! Demek, benim ölümüm ve Beytülmakdis'in harap oluşu, senin yüzündendir hâ!" dedi ve hemen, onu söktü. [119] Kendisine aid bahçeye dikti. [120] Süleyman Aleyhisselâm; dayanmak için, Harrûbe ağacından, kendisine bir Asa yontturdu. [121] Süleyman Aleyhisselâm, bir gün, Ölüm Meleğine: "Benim ruhumu, almak istediğin zaman, bana, bildir!" demişti. Ölüm Meleği: "Ben, bunu, senden daha iyi biliyor değilim! Bu bilgi; ancak, bana bırakılacak ve içinde, ölecek kimsenin ismi anılacak ya­zıda bulunur. [122] İçinde isimler bulunan kitab ise, bana, ancak, Arş'ın altında olduğum zaman bırakılırdır." dedi. [123] Süleyman Aleyhisselâm, Ölüm Meleğine: "Öyle ise, sana, benim hakkımda emir verildiği zaman, bana, bildir!" dedi. [124] Nihayet, bir gün, Ölüm Meleği gelip: "Ey Süleyman! Senin hakkında, bana emir verilmiş bulunuyor! Senin, azıcık bir vaktin kaldı!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm, sabahleyin, köşküne girdi. Kapıları, kilitlemelerini emr ve halkı, yanına girmekten men etti. Sonra, eline Asasını alıp koltuğunun altına yerleştirdi, ve ayakta ona dayana­rak ülkesine doğru bakınca, güzel yüzlü, üzerinde beyaz elbise bulunan bir genç adam gördü. Genç adam, köşkün bir tarafından, kendisinin yanına giriverdi. "Esselâmü aleyke yâ Süleyman!" diyerek selâm verdi. Süleyman Aleyhisselâm: "Ve aleykesselâm! Sen, benim iznim olmadan, bu köşke nasıl girdin?! Ben, herkesi, buraya girmekten men etmiştim. Kapıcılar, Perdedarlar, seni, men etmedi mi? Sen, benim iznim olmadan, köşküme girdiğin zaman, benden, korkmadın mı?" dedi. Genç adam: "Ben, o kimseyim ki: bana, ne Perdedarlar, ne Kapıcılar mâni olabilirdir, ne de, ben, krallardan korkarım! Hem ben, bu köşke, izinsiz girmiş de, değilim!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm: "Senin buraya girmene kim izin verdi?" diye sordu. Genç adam: "Rabb'ım!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm, onun Ölüm Meleği olduğunu, anlayınca, ürperdi. "Demek, sen, Ölüm Meleğisin!" dedi. Ölüm Meleği: "Evet!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm: "Ne için geldin?" diye sordu. Ölüm Meleği: "Senin ruhunu kabz edeceğim!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm: Ey Ölüm meleği! Ben, bu gün, adamlarımı, yanıma toplayıp onlardan, beni, neşelendirmelerini ve bana, tasa verecek bir şey işittirmemelerini istemiştim!" dedi. Ölüm Meleği: "Ey Süleyman! Sen, ancak, seni neşelendirecek, içinde sana tasa verici bir şey bulunmayan bir günü yaşamak istiyorsun! Halbuki, böyle bir gün, dünyada yaratılmamıştır. Rabbının hükmüne razı ol! Çünki, bu, reddine asla çâre olmayacak bir hükümdür!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm: "Öyle ise, emrolunduğun gibi, vazifeni, yerine getir!" dedi. Bunun üzerine, Ölüm Meleği; Süleyman Aleyhisselâmın ruhunu, kendisi ayakta, Asasına dayanmış olduğu halde, kabz etti. [125] O zaman, Süleyman Aleyhisselâm, elli küsur yaşında[126], elli iki yaşında[127] veya elli üç yaşında idi. [128] Ona ve gönderilen bütün Peygamberlere selâm olsun! Süleyman Aleyhisselâmın vefat ettiğini, cinler, şeytanlar, bir yıl anlayamadılar. Süleyman Aleyhisselâmın dayandığı Asayı, ağaç kurdunun, içinden yeyip za­yıflattığı ve Süleyman Aleyhisselâm, yere yıkıldığı zaman, cinler ve şeytanlar, onun vefat ettiğini anladılar. [129] Bu husus Kur'ân-ı kerimde şöyle açıklanır: "Sonra, biz, ona ölüm hükmünü infaz edince (dayandığı) Asasını, yemekte olan ağaç kurdundan başka bir şey, bunun ölümünü, onlara göstermedi. Bu suretle yere kapanıp yıkıldığı zaman, besbelli oldu ki, eğer, cinler, gaybı bil­miş olsalardı, öyle horlayıcı bir azab (meşakkatli işler) içinde kalıp durmazlardı. [130]   Süleyman Aleyhisselâmın Kabri:    Başa Dön   Rivayete göre: Süleyman Aleyhisselâm, Babası Dâvûd Aleyhisselâmın kabri­nin yanına gömülmüştür. [131]     [1] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.55. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/205. [2] ibn.Asâkir-Tarih C.6.S.253. [3] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâiebî-Arais s.293. ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.257, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.229. [4] ibn.Asâkir-Tarih C.6.S.229. [5] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.293, ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.257. ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.229. [6] ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.257. [7] Taberî-Tarih c.!,s.253, Sâlebî-Arais s.293, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.229. [8] Taberî c.1,s.253, Salebi s.293, ibn.Asâkir c.6,s.257, İbn.Esîr c.1,s.229. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/205. [9] Taberî-Tarih c.1,s.252. [10] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.228, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.18. [11] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [12] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.18. [13] Sâlebî-Arais s.292. [14] Dîneverî-El'ahbar s.20. [15] Sâlebî-Arais s.289, Nesefî-Medarik c.3,s.85. [16] Sâlebî-Arais s.293. [17] Sâlebî-Arais s.293, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.253, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.229. [18] Sâlebî-Arais s.289. [19] Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588, Sâlebî-Arais s.289, İbn.Asâkir-Tarih C.6.S.254, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229, Ebülfida-Tefsir c.3,s.186. [20] Taberî-Tarih c.1 ,s.253, Hâkim-Müstedrek C.2.S.588, Sâlebî-Arais s.289, ibn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.228, Ebülfida-Tefsir c.3,s.186.. [21] Sâlebî-Arais s.289. [22] Sâlebî-Arais s.290, Nesefî-Medarik c.3,s.85. [23] Sâlebi-Arais s.289-290, Ebülfida-Tefsir c.3,s.186. [24] Sâlebî-Arais s.290 [25] Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.254 [26] Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588, Sâlebî-Arais s.288-289, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229, Nesefî-Medarik c.3,s.85, Ebülfida-Tefsir c.3,s.85. [27] Sâlebî-Arais s.290, Nesefî-Medarik c.3,s.85. [28] Ahmed b.Hanbel-Müsned C.2.S.322, 340, Buharî-Sahih c.4,s. 136-137, Nesaî-Sünen c.8,s.235-236, Ebülfida-Tefsir C.3.S.187. [29] İbn.Asâkir-Tarih C.6.S.257. [30] İbn.Ebî Şeybe-Musannef C.13.S.206. [31] Sâlebî-Arais s.293. [32] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.115, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.361. [33] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.23O. [34] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.115. [35] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596. [36] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.2O5, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.51, Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.4,s.118, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.271. [37] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.51-53. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/205-209. [38] isra: 1 [39] İbn.ishak-Kitabülmübteda velmeb'as c.),s.274 [40] Müslim-Sahih c.2,s.1O14 [41] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.6,s.7 , Müslim-Sahih c.2,s.1O15 [42] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.3,s.45,53 [43] Taberî-Tarih c.1,s.252, Sâlebî-Arais s.308, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228 [44] Salebi-Arais s.308, ibn.Esir Kâmil c.1,s.228 [45] Salebi-Arais s.328, Muhiddin b.Arabi-Muhadara c.1,s.134, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32 [46] Mes'udî-Murucuzzeheb c.1,s.57, Sâlebî-Arais s.308 [47] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.15O, Buharî-Sahih c.4,s.117, Müslim-Sahih c.1,s.37O, İbn.Mace-Sünen c.1,s.248, Nesai-Sünen c.2,s.32 [48] ibn.Hacer-Fethuibârî c.6,s.290-291. [49] Sâiebî-Arais s.308. [50] Yâkubî-Tarih c.1,s.58. [51] Sâlebî-Arais s.308-309. [52] Sâlebî-Arais s.310. [53] Dîneverî-El'ahbar s.21. [54] Yâkubî-Tarih c.1,s.58. [55] Sâlebî-Arais s.310. [56] Sâlebî-Arais s.328, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c 1 s 134. [57] Sâlebî-Arais s.310 [58] Yâkubî-Tarih c.1,s.56, Sâlebî-Arais s.310 [59] Sâlebî-Arais s.310 [60] Yâkubî-Tarih c.ı,s.58. [61] Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.57-58.. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/209-212. [62] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.7,s.56, İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297. [63] İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297. [64] Ebülfida-Elbidaye vennihayec.7,s.55-56. [65] İbn.Haldun- c.ı!s.297. [66] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.551. [67] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c,12,s.323. [68] İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297. [69] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.551. [70] Ebüifida-Eibidayevennihayec.i2,s.324-325. [71] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.551-552, Ebülfida-Elbidaye c.12,s.326 [72] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.12,s.324. [73] İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297. [74] ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.552. [75] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/212-213. [76] Sâd: 35, Taberî-Tarih c.1,s.252, Sâlebî-arais s.293, ibn.Esîr-kâmil c.1,s.229. [77] Taberî-Tarih c.1,s.252 , İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.257, İbn.Esîr-kâmil c.1,s.229. [78] Taberî-Tarih c.1,s.253, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229. [79] Taberî-Tarih C.1.S.253. [80] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.293, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.230. [81] Yâni sabahtan, gün, yarılanıncaya kadar bir aylık, gün, yarılandıktan, geceye kadar da, bir aylık ki, bir günde, iki aylık yol alınırdı. (Taberî-Tefsir c.22,s.68-69) [82] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.293. [83] Dîneverî-El'ahbar s.20. [84] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.294, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.23O. [85] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.51, Sâlebî-Arais s.293. [86] Nemi: 18-19. [87] Sâlebî-Arais s.297. [88] jbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13, s.207, Ebû Nuaym-Hilyalülevliya c.3,s.1O1. [89] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13, s.205-206, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.53, Ebû Nuaym c.4,s.118 M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/213-217. [90] Dîneverî-El'ahbar s.21-22. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/217-218. [91] Sebe': 12-13. [92] Nemi: 15-44. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/218-221. [93] ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.243. [94] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.243, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31. [95] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242. [96] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31. [97] İbn.Asâkir-Tarih C.6.S.272. [98] Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [99] Sâlebî-Arais s.327, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.271, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [100] Taberî-Tarih c.1,s.261, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31. [101] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326, İbn.Asakir-Tarih c.6,s.272,    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.207. [102] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326. [103] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.271, ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.273, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7 [104] Sâlebî-Arais s.326. [105] Taberî-Tarih c.1,s.261, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid C.8.S.207. [106] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c-8,s.2O7. [107] Taberî-Tarih c.1,s.261, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s,31. [108] Sâlebî-Arais s.326. [109] Salebi s.326, ibn.Asakir c.6,5.273, ibn.Esîr s.242, Heysemî C.8.S.207. [110] Taberî-Tarih c.1,s.261, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31. [111] İbn.Asakir-Tarih c.6,s.273 [112] Sâlebî-Arais s.326-327, İbn.Asakir-Tarih c.6,s.272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.13S, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [113] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327, ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [114] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdara c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O. [115] Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [116] Sâlebî-Arais s.327. [117] Taberî-Tarih c.1,s.26l, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31. [118] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327, ibn.Asakir-Tarih c.6,s.272, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdara c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7 [119] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3l [120] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31 [121] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrarc.1,s.135, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O8. [122] Sâlebî-Arais s.327, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31. [123] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.2O3, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.53, Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.4,s.118, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.271. [124] Sâlebî-Arais s.327, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32.. [125] Sâlebî-Arais s.327. [126] Taberî-Tarih c.1,s.262, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32. [127] Mes'ûdî-Murucuzzehebc.1,s.58, Muhyiddin b.Arabî-muhâdaratülebrar c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye venniha­ye c.2,s.32. [128] Sâlebi-Arais s.328, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.244. [129] Taberî-Tarih c.1,s.262, Sâlebî-Arais s.328, ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.243, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdara c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O8 [130] Sebe': 14. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/221-225. [131] Yâkubî-Tarih c.1,s.6O, ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.99. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/225.

          DAVUD ALEYHİSSELÂM HAYATI





          DAVUD ALEYHİSSELÂM HAYATI

            DAVUD ALEYHİSSELÂM   . 2 Dâvûd Aleyhısselamın Soyu: 2 Dâvûd Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili: 2 Dâvûd Aleyhisselâmın Hor Görülüşü Ve Kendisine Davar Güttürülüşü: 2 Dâvûd Aleyhisselâmın Davar Güderken Karşılaştığı Haller: 2 Dâvûd Aleyhisselâmın Câlût'la Karşılaşıp Onu Öldürüşü: 3 Tâlût'un Dâvûd Aleyhisselâmı Kıskanarak Öldürmeğe Kalkışı: 5 Dâvûd Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri: 5 Dâvûd Aleyhisselâmın Mescidi Aksâ'yı Yaptırmağa Teşebbüs Edişi: 8 Kur'ân-I Kerimin Dâvûd Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması : 10 Dâvûd Aleyhisselâmın Vefatı: 11 Dâvûd Aleyhisselâma Peygamberimiz Ve Ümmeti Hakkında İnen Vahy: 13     Dâvûd Aleyhısselamın Soyu:    Başa Dön   Dâvûd b.İşâ[1] Aleyhisselâm; Yehûza b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâmın soyundandır. [2]   Dâvûd Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:    Başa Dön   Dâvûd Aleyhisselâm: kısa boylu[3], hastalıklı, ak tenli, mavi gözlü, kırmızı yüz­lü, ince bacaklı, düz[4] ve az saçlı idi. [5] Tepesinin saçı dökülüp açılmıştı. [6] Gür ve güzel sesli, güzel huylu[7], temiz kalbli[8] ve çok anlayışlı idi. [9]   Dâvûd Aleyhisselâmın Hor Görülüşü Ve Kendisine Davar Güttürülüşü:    Başa Dön   İsa'nın, Dâvûd Aleyhisselâmdan başka, duvar gibi on iki oğlu daha vardı. Dâvûd Aleyhisselâm, kısa boylu ve vücudca, çelimsiz olduğu için, babası İşa, onu, hor görür, insanlar arasına çıkarmaktan utanır, ona, davarlarını güttürürdü. Onu, Şemûyel Aleyhisselâma da, öteki oğullarıyla birlikte göstermek iste-memişti. [10]   Dâvûd Aleyhisselâmın Davar Güderken Karşılaştığı Haller:    Başa Dön   Dâvûd Aleyhisselâm, bir gün[11], babasının yanına gelip[12]: "Ey Babacığım! Ben, şu sapanımla, attığım her şeyi, muhakkak, vuruyor, yere düşürüyorum!" dedi. [13] Babası: "Ey oğulcuğum! Seni, müjdelerim: Allah, senin rızkını, Sapanının içine, koy­muştur!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm, başka bir gün, yine, babasının yanına gelip "Ey babacığım! [14] Dağlar arasına girdiğimde, yuvasında duran bir arslana rastladım! Hiç korkmadan, onun üzerine binip kulaklarını tuttum!" dedi[15] Babası: "Müjdelerim seni ey oğulcuğum! Hiç şüphesiz, bu da, Allanın, sana verdiği bir hayırdır." dedi. [16] Dâvûd Aleyhisselâm, yine, başka bir gün de, babasına gelip[17]: "Ey babacığım! [18] Ben, dağların arasında yürüyüp giderken, Allâhı, Teşbih ediyor (Sübhânallâh!) diyorum. Hiç bir dağ kalmamak üzere, bütün dağlar, benimle birlikte, Allah'ı Teşbih edi­yor, (Sübhânallâh!) diyorlar." dedi. Babası: "Müjdelerim seni ey oğulcuğum! Hiç şüphesiz, bu da, Allanın, sana verdiği bir hayırdır." dedi. [19] Dâvûd Aleyhisselâmın babası, çok yaşlı bir ihtiyardı, Dâvud Aleyhisselâmın kardeşleri, Câlut'la savaşmak üzre, Tâlut'la birlikte git­mişlerdi. Dâvûd Aleyhisselâm, babasının davarlarını gütmek üzere, geride kalmıştı. İsrail oğullarıyla Amâlıkalar, çarpışmak için, birbirlerine yaklaşmış bulunu­yorlardı. Dâvûd Aleyhisselâm, davarlarını yayarken, kendisine bir ses geldii ki: "Ey Dâvûd! Sen, Câlût'u, öldüreceksin! Sen, şurada durup ne yapacaksın? Haydi, davarlarını, Rabb'ına, emânet et de, kardeşlerine kavuş! Tâlût; Câlût'u, öldürecek kimseye, malının yarısını vermeyi ve kızını da, onun­la evlendirmeyi va'd etmiş bulunmaktadır!" diyordu. Dâvûd Aleyhisselâm, hemen, davarlarını, Rabb'ine emânet etti. Gidip babası­nın yanına vardı. Babası, ona: "Sen, davarlarını, ne yaptın?" diye sordu. Dâvûd Aleyhisselâm: "Ben, onlara, en koruyucu Birini, Vekil ettim!" deyince, babası, onun bu sö­zünden, davarlara, ancak, çoban arkadaşlarından bazısını vekil ettiğini sanmıştı. Savaşa giden kardeşleri için azık hazırlayıp: "Ey oğulcuğum! Hemen, kardeşlerinin yanına git. Düşmanları karşısında, on­ları, güçlendirmek üzere, yaptığımız şeyleri, kendilerine teslim et! Durumlarını, gör, benim yanıma ve işinin başına dönmekte acele et!" dedi. Dâvûd Aieyhisselâm, kardeşlerinin azıklarını, asasını, torbasını ve sapanını yük­lenip hemen yola çıktı. Yolda giderken, bir taş: "Ey Dâvûd! Beni, götür! Senin için -Allah'ın izniyle- Câlût'u, öldüreyim!" diye­rek seslendi. Dâvûd Aleyhisselâm, onu, alıp torbasına koydu. Sonra, yoluna devam etti. Başka bir taş, ona: "Ey Dâvûd! Beni de, al!" diye seslendi. Dâvûd Aleyhisselâm, ona: "Sen, kimsin?" diye sordu. Taş: "Ben, İshak'ın taşıyım ki, o, benimle, şunları, şunları, öldürdü! Ben -Allah'ın izniyle- Câlût'u, öldürürüm!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm, onu da, alıp torbasına koydu. Sonra, yoluna devam etti. Daha başka bir taşa rastladı ki: "Ey Dâvûd! Beni de, yanına al!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm, ona: "Sen, kimsin?" diye sordu. Taş: "Ben, Yâkub'un taşıyım. Ben -Allah'ın izniyle- Câlût'u, öldürürüm!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm, ona: "Sen, onu, nasıl öldüreceksin?" diye sordu. Taş: "Ben, rüzgârdan, beni -Câlût'un tolgasına ulaştırıp alnına değdirmesi için- yar­dım etmesini isterim ve onu, öldürürüm!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm, onu da, alıp torbasına koydu.[20] İşte, Dâvûd Aleyhisselâm; böylece, yolda rastlayıp: "Ey Dâvûd! Bizi al! Câlût'u, bizimle vurup öldürürsün!" diyerek seslenen üç taşı alıp torbasına yerleştirmişti. [21]   Dâvûd Aleyhisselâmın Câlût'la Karşılaşıp Onu Öldürüşü:    Başa Dön   Dâvûd Aleyhisselâm, gelince, Tâlût, Yağ Boynuzunu, onun başına koydu. Boynuzdaki yağ, kaynamağa başladı. Dâvûd Aleyhisselâm, yağdan, süründü. Tennûr'u da, vücûdu, doldurdu. [22] Buna, Şemûyel Aleyhisselâm da, Tâlût ta, İsrail oğulları da, sevindiler.[23] Tâlût, Dâvûd Aleyhisselâma: "Sen, Câlût'u, öldürürsen, kızımı, seninle evlendirsem ve ülkemde senin hük­münü de, geçerli kılsam olmaz mı?" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Olur!" dedi. Tâlût; atını, zırhını ve silahlarını, Dâvûd Aleyhisselâma verdi. Dâvûd Aleyhisselâm, ata, bindi. Silahlan, kuşandı. Biraz gittikten sonra, kalbinde, bir büyüklenme ve onurlanma his edince, ace­le, Tâlût'un yanına döndü. Tâlût'un çevresindeki kimseler: "Delikanlı, korktu!" dediler. Dâvûd Aleyhisselâm, gelip Tâlût'un önünde durdu. Tâlût: "Sana, ne hal oldu?" diye sordu. Dâvûd Aleyhisselâm: "Bırak beni de, onunla, istediğim gibi, çarpışayım!" dedi. Tâlût: "İstediğini, yap!" deyince, at ve silahlarını, bıraktı. Sapanını, alıp[24] Câlût'a doğru ilerledi. Câlût: insanların en güçlüsü ve en katı yüreklisi idi. [25] Başına, ağır bir demir Tolga geçirmiş; irilikte ve güçlülükte benzeri bulunma­yan alaca bir ata da, binmişti. [26] Câlût, Dâvûd Aleyhisselâmı görünce, Allah, onun kalbine bir korku düşürdü. [27] Dâvûd Aleyhisselâma: "Sen mi, benimle çarpışmak için karşıma çıktın?" diye sordu. Dâvûd Aleyhisselâm: "Evet!" dedi. Câlût: "Hay oğulcuğum! Köpeğe taş atıldığı gibi, sen de, bana, Sapanla taş mı ata­caksın?!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Evet! Sen, köpekten de, kötüsün!" dedi. [28] Câlût: "Ey genç! Geri dön! Seni, öldürmeye acıyorum!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Hayır! Belki, ben, seni öldüreceğim!" dedi. [29] Câlût kızdı: "Sen, artık, hakettin: Ben, senin etini, vahşi hayvanlarla gök kuşları arasında bölüştürecek, onlara, yem edeceğim!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Bismillah! Belki, Allah, senin etini, vahşi hayvanlarla gök kuşları arasında bö­lüştürecek, yem edecektir!" dedi. [30] Hemen, Torbasından bir taş çıkarıp sapanına koydu. Her taşı, çıkarıp Sapanına koyarken: "Bu, Atam İbrahimin ismiyle! Bu, Atam İshak'ın ismiyle! Bu, Atam İsrail'in (Yâkub'un) ismiyle![31] diyordu. [32] Diğer rivayete göre: Torbasından ilk taşı alırken: (Bismillâhi İlâh-i İbrahim = İbrahimin İlâhı olan Al-lâhın ismiyle!" dedi ve onu, Sapanına yerleştirdi. İkinci taşı alırkan: (Bismillâhi İlâh-i İshak = İshak'ın İlâhı olan Allah'ın ismiyle!" dedi ve onu, Sapanına, yerleştirdi. Üçüncü taşı alırken: Bismillâhi İlâh-i Yâkub = Yâkubun İlâhı olan Allah'ın ismiy­le!" dedi ve onu, Sapanına yerleştirdi. [33] Dâvûd Aleyhisselâm, elini, Sapanın içine soktuğu zaman,'[34], koymuş olduğu üç taşın, bir taş halıne geldiğini gördü.[35] Yüce Allah, Meleklerine, Vahy edip: "Kulum Davud'a, yardım ediniz!" buyurdu. [36] Dâvûd Aleyhisselâm, Sapanına koyup attığı üçüzlü taşla, Câlût'u, iki gözünün arasından vurdu! Taş, Câlût'un başını, delip arkasından çıktı. [37] Câlût'u, ölü olarak yere düşürdü. [38] Ve değdiği, herkesi de, öldürdü. Câlût'un ordusu, bozguna uğradı. [39] Tâlût; düşmanına karşı, Allah'ın yardımıyla muzaffer olarak İsrail oğullarıyla birlikte savaş meydanından ayrıldı[40] Tâlût, kızını, Dâvûd Aleyhisselâmla evlendirdi. [41] Servetinin yarısını da, ona, verdi[42]. Mülkünde Onun Mührünü de, geçerli kıldı. [43] Başka rivayete göre: Tâlût, yönetimin üçte birini de, Dâvûd Aleyhisselâma bıraktı.[44]   Tâlût'un Dâvûd Aleyhisselâmı Kıskanarak Öldürmeğe Kalkışı:    Başa Dön   Halkın, Dâvûd Aleyhisselâma meyledip sevgi göstermeğe başladıklarını görün­ce, Tâlût'un, kıskançlığı tuttu, onu, öldürmeğe kalktı. [45] Fakat, Yüce Allah, Dâvûd Aleyhisselâmı, onun sû-i kasdinden korudu. [46] Dâvûd Aleyhisselâm, ona, mukabelede bulunmaktan[47], onun mülkünde ona, kıskançlık göstermekten kaçındı. [48] Ona: "Allah, Davud'a rahmet etsin! O, benden daha hayırlıdır! Ben, fırsat bulunca, onu, öldürmeğe kalkıyorum! Halbuki, o, fırsat bulunca, beni, öldürmekten el çekiyor!" dedirtti. [49] Tâlût, en sonunda, yaptıklarına pişman olup Şemûyel Aleyhisselâmın kabrine giderek tevbe etmiş, oğulları ile birlikte katıldığı savaşta öldürüldükten sonra, Dâ­vûd Aleyhisselâm, İsrail oğullarının yönetimini, tamamı ile ele almış[50], işi, git­tikçe, büyümüştür. [51] Sanıldığına göre: Dâvûd Aleyhisselâmın hükümdarlığı; Rum kralı Dakyanus ve Eshab-ı Kehf zamanında[52], Keyhusrev b.Syavş'in asrında idi. [53]   Dâvûd Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:    Başa Dön   Yüce Allah; Dâvûd Aleyhisselâma saltanat verdiği gibi, Hikmet (Peygamberlikle, vermiş[54], kendisinde hükümdarlıkla Peygamberliği birleştirmiş[55], kendisine, se­mavî kitablardan Zebur'u indirmiştir. [56] Dâvûd Aleyhisselâm; İsrail oğullarına kral olduğu zaman, kılık değiştirip ken­disini belirsiz ederek halk arasına karışmayı ve kendisinin icrâât ve gidişatı hak­kında soruşturma yapmayı âdet edinmişti. [57] Çarşıda, pazarda[58], gördüğü kimsenin, hemen yanına varır: Ona: "Dâvûd hakkında ne dersin?" diye sorar, o da, onu öever ve hayırlı olduğunu söylerdi. [59] Kendisi hakkında soruşturma yapıp ta, ibâdette, gidişatta ve adalette hayırlı olduğunu övmeyen bir kimse yoktu. [60] Dâvûd Aleyhisselâm; böyle, her karşılaşıp sorduğu kimselerden: "O, kendisi için de, ümmeti için de, Allah'ın, yaratıklarının hayırlısıdır!" ceva­bını aldığı[61] günlerden bir günde idi ki[62], Yüce Allah insan suretine koyduğu bir Meleği, onunla karşılaştırdı. [63] Dâvûd Aleyhisselâm, onu, görünce[64], âdeti vechile[65], başkalarına sora gel­diği gibi[66], kendisini, ona da, sordu. [67]: "Şu kral Dâvûd hakkında ne dersin?" dedi. [68] Melek insan: "O, ne iyi adamdır! [69] Kendisi ve ümmeti için, insanların hayırlısıdır! [70] Ne olurdu, kendisinde olan bir şey de, olmasaydı[71], Kâmil olurdu!" dedi. [72] Dâvûd Aleyhisselâm, buna hayret ve merak ederek[73]: "Ey Allanın kulu! [74] Nedir o şey?" diye sordu. [75] Melek insan: "Dâvûd[76], Beytülmal'dan[77], Müslümanların malından[78], yiyor[79], rızıklanıyor[80] ev Halkına da, yediriyor. [81] Ne olurdu o, Ev halkına, Beytülmaldan yedirmeseydi! [82] Keşke, kendisi, elinin emeğinden yeseydi, faziletlerini, tamamlardı!" dedi. [83] Bu, Dâvûd Aleyhisselâmı[84] uyarmağa yetti. [85] Yüce Allah'a: "Ey Allâhım! Rızkın, en güzeli, hangisidir?" diye sordu. "Ey Dâvûd! Elinin emeğidir!" buyuruldu. [86] Dâvûd Aleyhisselâm, hemen geri döndü. [87] Kendisini ve Ev halkını[88], Beytülmal'a muhtaç etmeksizin[89], elinin emeğiyle geçindirecek[90] bir geçim yolu ihsan etmesini[91], bir sanat[92] öğretmesini[93] ve onu, kendisine kolaylaştırmasını[94] Yüce Allâh'dan diledi. [95] Yüce Allah da, ona, demiri, hamur gibi yumuşatacak bir kudret ihsan etti. [96] Demir; ateşe sokulmaksızın, çekiçle vurulmaksızın, Dâvûd Aleyhisselâmın elin­de mum, hamur ve çamur gibi olur, Dâvûd Aleyhisselâm, onu, istediği şekle koyardı. [97] Yüce Allah, ona, zırh gömlek yapma sanatını da, öğretti. [98] Bu, Yüce Allah'ın, onun için seçtiği bir sanattı. [99] O, böylece, zırh gömlek yapıcısı oldu. [100] Dâvûd Aleyhisselâm, zırh gömlek yapanların ilki olduğu gibi[101], onu, giyen­lerin de, ilki idi. [102] Ondan önce, zırh, gömlek halinde değil, levha halinde yapılır ve kullanılırdı. [103] Dâvûd Aleyhisselâm, zırh gömlek yapmağa koyuldu. [104] Lukman Hakîm, hiç zırh gömlek görmemişti. [105] Dâvûd Aleyhisselâmı, zırh gömlek yaparken görünce[106], teaccüb etti. [107] Bunun, ne olduğunu, bilmediği için, Dâvûd Aleyhisselâma sorup öğrenmeğe isteklendi ise de, Dâvûd Aleyhisseiâmın onu örüp boşalmasına kadar susmayı tercih etti, [108] Hikmeti, onu, ona sormasına engel oldu. [109] Ne ona, ne yaptığını sordu, ne de o, haber verdi.[110] Dâvûd Aleyhisselâm, kalkıp zırh gömleği, sırtına giyindi ve: "Savaş eri için, ne güzel bir gömlektir!" dedi. Lukman Hakîm, onunla, ne yapılmak istendildiğini, öğrenince[111]: "Susmak, Hikmettir! Fakat, susanı, pek azdır!" dedi. [112] Dâvûd Aleyhisselâm; her gün, Bir zırh gömlek yapar[113], yaptığı[114] her zırhı, dört bine satar[115], bundan, hem kendisinin, hem ev halkının geçimini sağlar, hem de, yoksullara ve züğürtlere tasaddukta bulunurdu. [116] Rivayete göre: kazancının üçte birini, hemen fakirlere tasadduk eder, üçte biri ile kendisine ve Ev halkına yetecek geçimlik satın alır, üçte birini ise, başka bir Zırh yapıncaya ve bir günden o bir güne kadar tasadduk etmek üzre, yanında tutardı. [117] Dâvûd Aleyhisseiâmın, hurma yaprağından yaptığı zenbili çarşıya gönderip sat­tırarak onun parasıyla geçindiği de, rivayet edilir. [118] Peygamberimiz Aleyhisseiâmın da, açıkladıkları gibi: Dâvûd Aleyhisselâm: "Kendi elinin emeğinden başkasını, yemezdi." [119] Dâvûd Aleyhisselâm; zamanını, üçe ayırmış: Bir gününü, halk arasında hüküm vermeğe, Bir gününü, tenhâya çekilip Rabbına ibâdet etmeye, Bir gününü, kadınlarıyla meşgul olmaya tahsis etmişti. [120] Diğer rivayete göre: Zamanını, dörde ayırmış: Bir gününü, kadınlarile meşgul olmaya, Bir gününü, ibâdete, Bir gününü, İsrail oğulları arasında hüküm vermeğe tahsis etmişti. Dördüncü günde ise, İsrail oğullarına hatırlatmada, uyarmada bulunur, onlar da, ona, hatırlatmada, uyarmada bulunurlar'[121], o, onları, ağlatır, onlar da, onu, ağlatırlardı. [122] Dâvûd Aleyhisselâm; her gecenin yarısında uyur, üçte birinde namaz kılardı. Gecenin altıda birinde yine uyurdu. [123] Kendisi, insanların en çok ibadetlisi idi. [124] Yüce Allah, ibâdet için, ona büyük güc ihsan etmişti[125] Dâvûd Aleyhisselâm; Allâha ibâdet için, en faziletli vakitleri araştırırdı. Nitekim bir gün, Cebrail Aleyhisselâma: "Ey Cebrail! Hangi gece, efdaldir?" diye sormuş, Cebrail Aleyhisselâm da: "Ey Dâvûd! Seher vaktinde Arş'ın titreyişinden başkasını, bilmiyorum!" demişti. [126] Dâvûd Aleyhisselâm; bir gün oruç tutar, bir gün, iftar eder'[127], yılın yarısını, oruçlu geçirirdi. [128] Çok mütevazı' idi. Mescidlere girer, göz ucuyla, İsrail oğullarının halkalandıkları yere bakar, yan­larına varıp oturur ve: "Miskîn, miskinlerin aralarında yakışır!" derdi. [129] Dâvûd Aleyhisselâm, çok ağlardı. [130]'  Yere kapanıp o kadar ağlardı ki[131] otlar, yeşerirdi... Yüce Allah: "Ey Dâvûd! [132] Ne istiyorsun[133] Malını, çocuklarını[134], ömrünü[135], saltanatını[136] artırmamı mı istiyorsun?" di­ye Vahy etti. [137] Dâvûd Aleyhisselâm: "Yâ Rabb! Beni, yarlığa!" demiş[138] ve yarlıganmıştı. [139] Dâvûd Aleyhisselâm: "İlâhî Ben, Sana, nasıl hakkıyle şükredebilirim ki: Senin nimetin olmadıkça, Sana, şükretmeye de, güc yetiremem!" dedi. Yüce Allah, ona: "Ey Dâvûd! Sana gelen nimetin, benden olduğunu, biliyorsun değil mi? buyurdu. Dâvûd Aleyhisselâm: "Evet yâ Rab!" dedi. Yüce Allah: "Ben, bunu, senin tarafından şükür olarak kabul ettim!" buyurdu. [140] Dâvûd Aleyhisselâm: "İlâhî! Saçımın her teli, iki dil olup bütün zaman boyunca gece ve gündüz, Se­ni, Teşbih ve Takdis etselerdi, yine, Senin nimet hakkını ödeyemezdim dedi. [141] Dâvûd Aleyhisselâm; insanların en çok sabırlısı, en çok uluslusu, öfkesini en çok yeneni idi. [142]   Dâvûd Aleyhisselâmın Mescidi Aksâ'yı Yaptırmağa Teşebbüs Edişi:    Başa Dön   Dâvûd Aleyhisselâmın zamanında, israil oğulları, öldürücü bir Taun hastalığı­na yakalanmışlardı. Dâvûd Aleyhisselâm, İsrail oğullarını Beytülmakdis'te bir yere götürmüş[143] Sahra'nın yerinde durup Taunu, onlardan kaldırmasını, onların kabullendikleri üç gün kütle halinde ölme cezasından afvedilmelerini orada Allah'dan dilemiş, Allah da, onun duasını kabul ederek onlardan ölümü[144] ve Tâûnu kaldırmıştı. [145] Dâvûd Aleyhisselâm, o sırada, Meleklerin ellerindeki sıyırılmış kılıçlarını, kınla­rına sokarak Sahra'dan, semâya, altun merdivenden yükseldiklerini görmüş[146], İsrail oğullarına: "Yüce Allah, size ihsan ve merhamet etti. Ona, şükrünüzü, yenileyiniz! demişti. İsrail oğulları: "Ne yapmamızı, bize emredersin?" diye sordular. Dâvûd Aleyhisselâm: "Allah'ın, size merhamet ettiği şu Kaya'nın üzerini, Mescid edinmenizi, emre­diyorum! [147] Çünkü, orası, Mescid edinilmeğe lâyık bir yerdir. [148] Onun içinde siz ve sizden sonrakiler, Allah'ı zikirden uzak kalmayacaklardır" dedi. Bunun üzerine, orada bir Mescid yapmak istedikleri zaman, yanlarına iyi halli, fakir bir adam gelip İsrail oğullarına: "Benim, bu yerin içinde bir yerim vardır ki, benim, ona ihtiyacım var! Beni, hakkımdan men etmeniz, size helal olmaz!" dedi. İsrail oğulları: "Ey kişi! İsrail oğullarından, şu Kaya üzerinde senin hakkın gibi hakkı olmayan bir kim­se yoktur! Sen, insanların en pintisi olma ve bu hususta, bizi sıkıntıya sokma!" dediler. Fakit adam: "Ben, hakkımı, biliyorum. Siz ise, hakkınızı, bilmiyorsunuz!" dedi. İsrail oğulları: "Rızan ile, gönlünden koparak vermezsen, biz, onu, senden zorla alırız!" dediler. Fakir adam: "Siz buna, Allâhın hükmünde, Davud'un hükmünde bir dayanak buldunuz mu?" dedi. Durum, Dâvûd Aleyhisselâma haber verildi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Onu, razı ediniz!" dedi. İsrail oğulları: "Ey Allâhın Peygamberi! Orayı, ondan, kaça satın alalım?" diye sordular. Dâvûd Aleyhisselâm: "Onu, yüz koyuna satın alınız!" dedi. Fakir adam: "Ey Allâhın Peygamberi! Bana, biraz artır!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Onu, yüz sığıra, satın alınız!" dedi. Fakir adam: "Biraz daha artır!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Onu, yüz deveye satın alınız!" dedi. Fakir adam: "Ey Allâhın Peygamberi! Biraz daha artır! Sen, bunu, Allah için satın alıyorsun. Allah ise, Kerîm'dir, pinti değildir!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Haydi, sen de, bir şey söyle, bu hususta bir hüküm ver!" dedi. Fakir adam: "Hakkımı, bir zeytun, bir hurma ve bir üzüm bahçesi karşılığında satın    " dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Olur!" dedi. Fakir adam: "Onu, sen, Yüce Allah için satın al, pintilik etme!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Sen, dilediğini, iste!" dedi. Fakir adam: "Sen, Allah katında benden daha şereflisindir. Onun karşısında, oğluma, yüksek bir duvar yaptır ve onu, altunla, istersen, gü­müşle doldur!" dedi. Dâvûd Almeyhisselâm: Bu, kolaydır!" dedi. Fakir adam, İsrail oğullarına dönüp: "Bu, o muhlis tevbekârdır!" dedikten sonra, Dâvûd Aleyhisselâma: "Ey Allanın Peygamberi! Allah'ın, benim bir tek günahımı bağışlaması, bana, bağışlanacak her şeyden daha sevgilidir.." dedi. [149] Mescid-i Aksa arsası hakkındaki başka bir rivayette, fakir adam yerine, bir genç gösterilir ve hâdise, şöyle anlatılır: Dâvûd Aleyhisselâm, arsa sahibi gencin yanına varıp: "Ben, burada, oğluma, Allah rızası için bir Mâbed yapmakla emrolundum!" der. Genç: "Allah, sana, burayı, benim rızam olmaksızın, almanı da, emretti mi?" diye sorar. Dâvûd Aleyhisselâm: "Hayır!" der. Yüce Allah, Dâvûd Aleyhisselâma: "Yer yüzünün hazinelerini, senin emrine verdim. Onu, razı et!" diye Vahy eder. Bunun üzerine, Dâvûd Aleyhisselâm, gencin yanına gidip: "Seni, razı etmek için emrolundum. Sana, bu yerin için, bir Kantar altun!" der. Genç: "Kabul ettim ey Dâvûd! Fakat, sorarım sana: bu yer mi daha hayırlı ve kıymetlidir? Yoksa, bir Kantar altun mu?" der. Dâvûd Aleyhisselâm: "Hayır! Senin yerin daha hayırlı ve kıymetlidir!" diye cevap verir. Genç: "Öyle ise, beni, razı et!" der. Dâvûd Aleyhisselâm: "Sana, üç Kantar!" der. Fakat, genç, artırıldıkça; "Beni, razı et!" demeye devam eder. Dâvûd Aleyhisselâm, dokuz Kantara kadar yükseltir. Yeri satın aldıktan sonra, Mescid'in inşasına başlar, Duvarların örülmesi bittiği sırada, üçte ikisi yıkılır. [150] Dâvûd Aleyhisselâm, Mescidin yapımını tamamlayamadan vefat etmiş ve ta­mamlamasını, oğlu Süleyman Aleyhisselâma vasiyet etmiştir. [151]   Kur'ân-ı Kerimin Dâvûd Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması :    Başa Dön   Dâvûd Aleyhisselâm hakkında Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Derken (İsrail oğulları) Allanın izniyle, onları (düşmanlarını) bozguna uğrattılar. Dâvud da, Câlût'u, öldürdü. Allah da, ona, saltanat ve Hikmeti (Peygamberliği) verdi ve daha dilemekte ol­duğundan da, bazı şeyler öğretti. Eğer, Allah; insanların bir kısmını, bir kısmıyla önleyip savmasaydı, yer (yüzü) muhakkak, fesada uğrardı. Fakat, Allah, âlemlere karşı, büyük fazi (ve inayet) sahibidir." [152] ".....And olsun ki: biz, Peygamberlerin kimini, kiminden üstün kılmışızdır. Davud'a da, Zebur verdik.'[153] "İsrail oğullarından olup ta, küfredenlere, Davud'un da, Meryem oğlu İsânın da, diliyle lanet olunmuştur. Bunun sebebi: isyan etmeleri ve ifrata sapmaları idi. Onlar, işledikleri her hangi fenalıktan birini vazgeçirmeğe çalışmazlardı. Gerçekten, yapmakta devam ettikleri (o hal) ne kötü idi!" [154] "Davud'u ve Süleyman'ı da, (an!) Hani onlar, ekin (bağ meselesi) hakkında hüküm veriyorlardı. Hani, kavmin davarı (geceleyin) çobansız olarak ekinin (bağın) içinde yayılmış (zarar yapmış)tı. Onların (verdikleri) hükmün biz Şâhidleri idik. Biz, o(nun fetvası)nı, hemen Süleymana anlatmıştık. (Zâten) biz, her birine hükm ve İlim vermiştik. Dağları ve kuşları, Dâvûd ile birlikte Teşbih etmek üzre râm etmiştik. (Bütün) bunları, yapanlar, biz idik. Biz, ona, sizin için, sizi, muharebenin şiddetinden korumak için, giyecek (Zırh) sanatını öğrettik. Şimdi, siz (bundan dolayı) şükredenler misiniz?" [155] And olsun ki: biz, Davud'a ve Süleyman'a İlim vermişizdir. (Bundan dolayı) onlar: "Bizi, Mü'min kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun! dediler. Süleyman, Davud'a, Mirasçı oldu. "Ey insanlar! Bize, kuşların dili öğretildi. Bize, her şeyden verildi. Şüphesiz ki: bu, apaçık bir üstünlüğün ta kendisidir" dedi. [156] "And olsun ki: biz, Dâvûda tarafımızdan bir imtiyaz vermişizdir. (Dağlara): Ey dağlar! Onunla birlikte Teşbih ediniz! (dedik) Kuşlara da (bunu, emrettik). Ona, demiri de (mum gibi) yumuşattık. "(Bütün bedeni örtecek) uzun Zırhlar, yap! (Onları) dokumada intizamı gözet!" diye (emrettik) (Ey Dâvûd Hanedanı!) iyi amel (ve hareketlerde bulununuz! Çünkü, hakikat, ben, ne yaparsanız, gören'im!" [157] "(Ey Resulüm!) Onlar, ne derlerse, sabret! Kulumuzu, o kuvvet sahibi Davud'u, hatırla! Çünki, o, dâima, (Allâhın rızasına) dönen bir (Zat) idi. Gerçekten, biz, dağları (kendisine) müsahhar kıldık ki, bunlar, akşamleyin ve kuş­luk vakti, onunla birlikte durmayıp Teşbih ederlerdi. (Her yandan, ona doğru) toplanıp gelen kuşları da, kendisine râm ettik. (Gerek o dağlardan, gerek bu kuşlardan) her biri (itâatla ona) dönücü idi. Ona, mülkünü de, kuvvetlendirdik. Ona, Hikmet ve Fasl-ı hitab verdik. Sana, o davacıların haberi geldi mi? Hani, onlar, duvardan Mescide tırmanmışlardı. O vakit, Davud'un karşısına girivermişlerdi de, o, bunlardan, telaşa düşmüştü. Korkma! (biz) iki dâvâcı(yız) Birimiz, öteki(nin hakkı)na tecavüz etti. Şimdi, sen, aramızda adaletle hükmet, aşın gitme! Bizi, doğru yolun ortasına çıkar" dediler. (Onlardan biri): Şu, benim kardeşimdir. Onun, doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise, bir tek dişi koyunum var. Böyle iken, o: onu, bana ver! dedi. Mücadelede beni yendi. (Dâvûd): And olsun ki: o, senin dişi koyununu, kendi dişi koyunlarına (katmak) istemesiy­le, sana, zulm etmiştir. Gerçekten, (Mallarını, birbirine) katıp karıştıran (ortak)ların çoğu, mutlaka birbi­rine haksızlık edendir. İman edip te, güzel güzel amel (ve hareketlerde bulunanlar müstesna! "Fakat, bunlar da, ne kadar azdır" dedi. Dâvûd, sandı ki, biz, kendisine, mutlaka bir azab hazırladık. Bunun üzerine, o, Rabb'ından setr (ve himaye) edilmesini istedi.[158] Rükû ile yere kapandı.[159] (Allâha) döndü. Biz de, onu, Salih (bir Zat olarak intihab) ettik. Nezdimizde onun muhakkak bir yakınlığı ve bir akıbet güzelliği vardır. Ey Dâvûd! Biz, seni yeryüzünde Halîfe yaptık. O halde, insanlar arasında hak (ve adâlet)le hükm et! (Hükmünde) hevâ (ve hissiyatına) tâbi olma ki, bu, seni, Allah yolundan saptırır. Çünkü, Allah yolundan sapanlar (yok mu?) hisab gününü unuttukları için, onla­ra, pek çetin bir azab vardır. [160]   Dâvûd Aleyhisselâmın Vefatı:    Başa Dön   Dâvûd Aleyhisselâm, son zamanlarında, bir gün Yüce Allah'a: "Yâ Rab! Ömrüm uzadı, yaşım, büyüdü. Bacaklarım, zayıfladı!" diyerek halini arz etmişti. Yüce Allah, ona: "Ey Dâvud! Ne iyidir o kişi için ki, ömrü, uzamış, ve ameli, güzel olmuştur!" diye Vahy buyurdu. [161] Dâvûd Aleyhisselâmın hastalığı şiddetlenip ağırlaşınca, oğlu Süleyman Aley-hisselâma: "Sen, İlâh'ın olan Rabb'ın tavsiyelerine göre amel ve hareket et! O'nun, Mûsâ b.İmran'a indirmiş olduğu Tevrat'taki Mîsakları, Ahidleri ve Tav­siyeleri, koru!" dedi. [162] Dâvûd Aleyhisselâm, ailesi hakkında son derece kıskançtı. Dışarıya çıktığı zaman, kapılar, kilitlenir, kendisi, dönünceye kadar, ailesinin yanına, hiç kimse giremezdi. Kendisi, yine, bir gün, dışarı çıkmış, kapılar kilitlenmişti. Zevcelerinden birisi, evin kapısını açıp ta, evin ortasında bir adamın dikilip dur­duğunu görünce, kendi kendine: "Evde, bir kimse var!? Ev, kilitli olduğu halde, bu adam, eve, nereden girdi?! Vallahi, Dâvûd, bize, bağırır, çağırır, azab eder!" dedi. Tam o sırada, Dâvûd Aleyhisselâm da, gelip adamın, evin ortasında ayakta dikildiğini görünce[163] ona : "Seni, bu eve, bu vakitte, izinsiz olarak kim soktu?! dedi[164] ve: "Sen, kimsin?" diye sordu. Adam: "Ben, öyle bir kimseyim ki: krallardan  korkmam ve hiç bir şey de, benden imtina' edemez, korunamaz! [165] Ben, kralların yanlarına, izinsiz girerim!" dedi. [166] Dâvûd Aleyhisselâm: "Öyle ise, sen[167], Vallahi, [168] Ölüm Meleğisin!" dedi. [169] Adam: "Evet!" dedi. [170] Dâvûd Aleyhisselâm: "Hoş geldin Allah'ın emriyle!" dedi. [171] "Sen, dâvetci olarak mı? Yoksa, ölüm haberi getirici olarak mı geldin?" diye sordu. Ölüm Meleği: "Ölüm haberi getirici olarak geldim!" deyince Dâvûd Aleyhisselâm: "Bundan önce[172], ölüme hazırlanmam için, bana, haber göndersen olmaz mı idi?" dedi. Ölüm Meleği: "Ben, sana[173], kaç kereler[174], pek çok kereler[175] haber göndermişimdir. [176] Sen, uyanmadın!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Senin, bana gönderdiğin[177] Elçin, kimdi?" diye sordu. [178] Ölüm Meleği: "Ey Dâvûd! [179] Baban[180] İşa[181], nerede? [182] Annen, nerede[183] Kardeşin[184], nerede?'[185] Komşun[186], nerede? [187] Tanıdıkların[188], filan, filan[189] neredeler?" diye sordu. [190] Dâvûd Aleyhisselâm: "Onların hepsi[191], öldüler!" dedi. [192] Ölüm Meleği: "Bilemedin mi ki[193]: onlar, sana: Sen de, muhakkak, onlar gibi, öleceksin!" diyen[194], sana, ölüm nöbetini teb­liğ eden[195], benim birer Elçilerimdi!" dedi. [196] Dâvûd Aleyhisselâm, Mihrabından inerken, Ölüm Meleği, onun yanına varmış bulunuyordu. Dâvûd Aleyhisselâm, ona: "Beni, bırak ta, ya aşağı ineyim, ya da, yukarı çıkayım!" dedi. Ölüm Meleği: "Ey Allanın Nebîsi! Yıllar, aylar, yiyecek ve içecekler tükendi artık!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm, hemen Mihrabın basamaklarından bir basamağın üzerin­de secdeye kapandı. Ölüm Meleği, onun ruhunu secdede iken, kabzetti. Dâvûd Aleyhisselâmın vefat ettiği gün, cumartesi günü idi. [197] Dâvûd Aleyhisselâm, o zaman, yüz yaşında idi. [198] Dâvûd Aleyhisselâm, yıkanıp kefenlendikten sonra -Süleyman Aleyhisselâmın emriyle- kuşlar, Dâvûd Aleyhisselâmın cesedini, kanadlarıyla gölgelediler. [199] Dâvûd Aleyhisselâmın on dokuz oğlu vardı. Hükümdarlığa, Hikmetine ve bilgi­sine ve Peygamberliğine, oğullarından, yalnız Süleyman Aleyhisselâm vâris oldu. [200] Ona ve gönderilen bütün Peygamberlere Selâm olsun![201]   Dâvûd Aleyhisselâma Peygamberimiz Ve Ümmeti Hakkında İnen Vahy:    Başa Dön   Rivayete göre: Dâvûd Aleyhisselâma, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisse-lâm ve Ümmeti hakkında şöyle Vahy edilmiştir: "Ey Dâvud! Senden sonra, Sâdık ve Seyyid bir Peygamber gelecektir ki, onun ismi: Ahmed ve Muhammed'dir. Ben, ona, hiç bir zaman kızmam ve o da, beni, hiç bir zaman kızdırmaz. O, bana âsi olmazdan önce, ben, onun bütün geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlamışımdır. Onun ümmeti de, rahmete ermiştir. Nafilelerden, Peygamberlere verdiklerimin mislini onlara da, vermişimdir. Nebilere ve Resullara Farz kıldığım şeyleri, onlara da, Farz kılmışımdır. Kıyamet günü, onlar, bana, gelecekler, onların nurları, Peygamberlerin nurları gibidir. Kendilerinden önceki Peygamberlere farz kıldığım gibi, her namazda abdest alıp temizlenmelerini, onlara da, Farz kıldım. Kendilerinden önceki Peygamberlere emrettiğim gibi, cünüplükten gusl etme­lerini, onlara da, emrettim. Kendilerinden önceki Peygamberlere emrettiğim gibi, Hacc etmelerini, onlara da, emrettim. Kendilerinden önceki Peygamberlere emrettiğim gibi, Cihadı, onlara da em­rettim. Ey Dâvud! Ben, Muhammed'i, ve onun Ümmetini, kendilerine verip başkaları­na vermediğim altı hasletle ki; Yanılma ve unutmalarından dolayı, muâhaze etmemek, Kasitsiz olarak işledikleri günahlarından dolayı, benden mağfiret diledikleri za­man, bağışlamak, Gönüllerinden koparak Âhiretleri için gönderdikleri şeylere, hemen dünyada, kat kat karşılık vermek, Âhirette de, onlar için katımda kat kat sevap biriktirmek... suretiyle, bütün Ümmetlere üstün kıldım. Onlar; kendilerine verdiğim belâ ve musibetlere katlanır: "Bizler, Allah'ın kullarıyız ve Ona, dönücüleriz!" derler. Onlar, bana düa ederlerse, yâ acilen veya kendilerinden, kötülüğü kaldırmak, ya da, kendileri için, Âhirette sevap biriktirmek sûretile, dualarına icabet ederim. Ey Dâvud! Muhammed'in Ümmetinden, kim, "Allâh'dan başka ilâh yoktur, O, birdir, onun şerîki yoktur!" diye şehâdet ve tasdîk ederek bana gelirse, o, katım­da, Cennetimde ağırlanır, ikramımı görür. Kim de, Muhammed'i, yalanlar veya onun, tarafımdan getirip tebliğ ettiklerini yalanlar ve Kitabımla alay eder olduğu halde, bana gelirse, kabrinde onun üzeri­ne azap yağdırır dururum! Melekler de, onun yüzüne ve arkasına vurur, sonra da, kendisini, Cehennem'-in en dibine sokarlar..." [202]   [1] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.S5, ibn.Kuteybe-Maarif s.21, Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Miistedrek c.2,s.585. [2] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.55, Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s 585, Sâlebi-Arais s.275, ibn.Asakir- Tarih c 5.S.190, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.223. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/179. [3] ibn.Kuteybe-Maarif s.21, Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.19O, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.223. [4] Sâlebî-Arais s.275. [5] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.223. [6] ibn.Kuteybe-Maarif s.21. [7] Sâlebi-Arais s.275. [8] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, Sâlebî-Arais s.275, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.19O. [9] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, Sâlebî-Arais s.275. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/179. [10] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.219. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/179. [11] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.219-220. [12]  Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270. [13] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî s.270, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O.. [14] Taberî-Tarih C.1.S.245, Sâlebî-Arais s.270. [15] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O. [16] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270. [17] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270   İbn.Esîr-Kâmil c.1,s220. [18] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270. [19] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.220. [20] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s. 190-191. [21] Taberî-Tarih C.1.S.245, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/180-182. [22] Taberî-Tarih c.1,s.245. [23] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O. [24] Sâlebî-arais s.271. [25] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.271. [26] Sâlebî-Arais s.271. [27] Taberî-Tarih d.s.245, Sâlebî-Arais s.271. [28] Sâlebî-Arais s.271. [29] Taberî-Tarih C.1.S.245. [30] Sâlebî-Arais s.271. [31] Davud Aleyhisselâm, Atalarına aid olan o taşları, onların adına, düşmana atacağını söylemek istemiştir. [32] Taberî-Tarihc.1,s.245. [33]  Sâlebî-Arais s.271. [34] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.191. [35] Taberî-Tarih c.1 ,s.245, Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1 ,s.55, Sâlebî-Arais s.271, İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.191, Ebülfidâ-Elbidaye vennihaye c.2,s.9. [36] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49. [37] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.271, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O [38] Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.55, ibn.Asakir-Tarih c.7,s.49 [39] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.271,272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O [40] İbn.Asakir-Tarih C.7.S.49 [41] Taberî-Tarih c.1,s.245, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O [42] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49 [43] Taberî-Tarih c.1,s.245, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O. [44] Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/182-184. [45] Taberî-Tarih c.1 ,s.245, Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1 ,s.55, Sâlebî-Arais s.277, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49, Ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.220-221. [46] Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56. [47] Taberî-Tarih c.1,s.245-246, Sâlebî-Arais s.272-273, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.221. [48] Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56. [49] Taberî-Tarih c.1,s.245-246, Sâlebî-Arais s.273, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.221. [50] Taberî-Tarih c.1,s.246, Sâlebî-Arais s.274, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.222. [51] Mes'udî-Mrucuzzeheb c.1,s.56. [52] Dineverî-El'ahbar s.18. [53] Dineverî-El'ahbar s.20. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/185. [54] Bakare: 251. [55] Sâlebî-Arais s.275, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223, Ebülfida-Tefsir c.3,s.226 Sâlebî-Arais s.275, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223, Ebülfida-Tefsir c.3,s.226. [56] Isrâ: 55. [57] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124. [58] İbn.lyas-Bedâyizzühûr s.151. [59] Sâlebî-Arais s.278, Hâzin-Tefsir c.3,s.483. [60] Ebülfida-Tefsir c.3,s.527 [61] ibn.Asakir-Tarih c.5,s.193 [62] Sâlebî-Arais s.278 [63] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124. [64] Sâlebî-Arais s.278. [65] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c3,s.282, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124. [66] İbn.Asâkir-Tarih c.,8.193, Nesefî-Medarik c.3,8.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527, Ebussuud- Tefsir c.7,s.124. [67] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, ibn.Asâkir-Tarih c.5.8.193. Nesefî-Medarik c.3,8.319. Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124. [68] Kurtubî-Tefsir c.14,s.266. [69] Sâlebî-Arais s.278, Zernahşerî-Keşşaf C.3.S.282, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Nesefî-Medarik c.3,8.319, Hâzin-Tefsir, c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124. [70] ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [71] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerîc.3,s.282, İbn.Asakirc.5,s.193, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124. [72] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [73] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124. [74] Sâlebî-Arais s.278, Hâzin-Tefsir C.3.S.483. [75] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih C.5.S.193, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebulfıda-Tefsır C.3.S.527. [76] Sâlebî-Arais s.278. [77] Sâlebî-Arais s.278, Kurtubî-Tefsir c. 14,8.266, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c 3.S.527, Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124 [78] İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [79] Sâlebî-Arais s.278, İbn.Asakir-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124 [80] Kurtubî-Tefsir c.14,s.266. [81] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Nesefî-Medarik C.3.S.319, Hâzin-Tefsir C.3.S.483, Ebülfida-Tefsir, c. 3, s. 257. [82] Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Ebüssuud-Tefsr c.7,s.124. [83] Kurtubî-Tefsir C.14.S.266. [84] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih C.5.S.193, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s 483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527. [85] Sâlebî-Arais s.278, Hâzin-Tefsir c.3,s.483. [86] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.91. [87] Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266. [88] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [89] Sâlebî c.278, Zemahşeri c.3,s.282, ibn.Asakir c.5,s.193, Fahrurrazi-Tefsir c.25,s.246, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124. [90] İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [91] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, Nesefî C.3.S.319, Hâzin c.3,s.483. [92] Kurtubî-Tefsir c.14, sİ266. [93] ibn.Asakir C.5.S.193, Kurtubî C.14.S.266, Ebülfida C.3.S.527. [94] Kurtubî-Tefsir c.14,s.266. [95] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, ibn.Asakir c.5,s. 193, Nesefî c.3,s.319, Hazin C.3.S.483, Ebüssuud c.7,s.124. [96] Sebe': 10, Taberî-Tarih c.1,s.248, Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56, Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Fahrurazî-Tefsir c.2),s.246, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527 . [97] Sâlebî-Arais s.278. [98] Taberî-Tarih c.1 ,s.248, Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf C.3.S.282, İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Fahrurrazî-Tefsir c.25,s.246, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124 [99] Fahrurrazî-Tefsir c.2),s.246. [100] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596. [101] Sâlebî s.278, İbn.Asakir c.5,s.194, İbn.Esîr c.1,s.223, Kurtubî c.14,s.267, Hâzin c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527. [102] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, Kurtubî c.14,s.267, Nesefî-Medarik c.3,s'.319, Ebüssuud c.7,s.124. [103] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, Kurtubî c.14,s.267. Hâzin C.3.S.483. [104] İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [105] İbn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd c.2,s.471. [106] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.159. İbn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd c.2,s.471, Sâlebî-Arais s.279. [107] ibn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd c.2,s.471, Hâkim-Müstedrek c.2,s.422. [108] Şâlebî-Arais s.279. [109] Hâkim Müstedrek c.2,s.422. [110] ibn.Abd.Rabbih-lkdülferîd c.2,s.471. [111] Sâlebî-Arais s.279. [112] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.132, İbn.Abd.Rabbih-lkdülferîd c.2,s,471, Sâlebî-Arais s.279, Hâkim-Müstedrek c.2,s.423. [113] Hâkimüttirmizî-Nevâdirül'usûl s. 112, Süyüfî-Dürrülmensûr C.5.S.227. [114] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s. 193-194, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [115] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Kurtubî-Tefsir c.14,s.267, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir C.3.S.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124-125. [116] Aynı Kaynaklar. [117] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.194, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [118] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.551, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.117. [119] Buharî-Sahih c.4,s.133, Taberânî-Mûcemüssagîr c.1,s.15, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.27O. [120] Taberî-Tarih c.1,s.249, Hâkim-Müstedrek c.2,s.586, Sâlebî-Arais s.279, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.224. [121]Taberî-Tarih c.l,s.25O, Sâlebî-Arais s.280. [122] Taberi-Tarih c.1,s.25O. [123] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.16O, Buharî-Sahih c.4,s.134, Ebû Davûd-Sünen c.2,s.328, İbn.Mâce-sünen C.1.S.546. [124] İbn.Asâkir-Tarihc.5,s.192, Heysemî-Mecmauzzevaid C.8.S.206 . [125] Taberî-Tarih c.1,s.248. [126] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.24O, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s. 89. [127] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.16O, Buharî-Sahih c.4,s.134, Ebü Dâvûd-Sünen c.2,s.328, ibn.Mâce Sünen C.1.S.546. [128] Taberî-Tarih c.1 ,s.248, Salebi s.286, İbn.Asakir c.5,s.192, ibn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.223, Ebülfidâ-Elbidayye venni-haye c.2,s.ıo. [129] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.92, Hakîmüttirmizî-Nevâdirül'usûl s.224. [130] Taberîc 1 s 248 Mes'ûdî-Murucuzzehebc.1,s.57, Sâlebîs.285, İbn.Asakir c.5,s. 196, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223. [131] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c. 13,s.210. [132] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.89. [133] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.21O. [134] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.89. [135] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210. [136] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.89. [137] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210, A.b.Hanbel-Ezzühd s.89. [138] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.89. [139] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.21O. [140] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.91-92. [141] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.2O9, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.88. [142] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.106. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/185-190. [143] Taberî-Tarih C.1.S.252, Ibn.Esîr-Kâmil d.s.227. [144] Taberî-Tarih c.1,s.252. [145] Sâlebî-Arais s.307, ibn.Esir-Kâmil c.1,s.227. [146] Taberî-Tarih C.1.S.252, Sâlebî-Arais s.307. [147] Sâlebî-Arais s.307-308. [148] Taberî-Tarih c.1,s.252. [149] Sâlebî-Arais s.207-308. [150] Semhûdî-Vefâülvefâ c.2,s.484-485. [151] Taberî-Tarih c.1,s.252, Sâlebî-Arais s.308, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.227. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/191-194. [152] Bakare: 251. [153] İsrâ: 55. [154] Mâide: 78-79. [155] Enbiyâ: 78-80. [156] Nemi: 15-16. [157] Sebe': 10-11 [158] Ahd-i Atîk'in ikinci Samuel bahsinin 11. babında görülen ve değil bir Peygamberin, hattâ her hangi namuslu bir insanın bile tenezzül ve irtikâp etmeyeceği bir kötülüğü, Peygambere isnad eden -yâni hâşâ Dâvûd Aley-hisselâmın, israil oğulları gazilerinden Oriyanın, karısına göz dikip onunla temasta bulunması ve Oriyayı, tek­rar tekrar savaşlara sokarak kendisinin öldürülmesini sağladıktan sonra, karısını alması gibi, Peygamberlik şanile asla bağdaşmayan bir israîliyata bazı tefsir ve tarihî kitaplarımızda yer verilmesi, ne büyük gaflet ve hatadır. Hz.Ali; Dâvûd Aleyhisselâm kıssasını, kıssacıların rivayet ettikleri şekilde kabul ve nakl eden kimseye iki Hadd yâni yüz altmış sopa vuracağını söylemiştir. (Sâlebî-Arais s.281. Kurtubî-Tefsir c.15,s.185. Nesefî-Medarik c.3,s.38. Hâzin-Tefsir C.4.S.35, Beyzavî-Tefsir c.2,s.308, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.222) [159] Secde âyetidir. [160] Sâd: 17-26. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/194-196. [161] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.204. [162] YâkutnTarih c.1,s.56. [163] Ahmed   b.Hanbel-Müsned c.2,s.419    Ebülfida-Elbidaye   vennihaye   c.2,s.17    Heysemî-Mecmauzzevaid C.8.S.206-207. [164] Sâlebî-Arais s.292. [165] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.2.S.17, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [166] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Sâlebî-Arais s.292, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [167] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.228, Ebülfida-Elbidaye venniha-ye c.2,s.17, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [168] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s. 17, Heysemî-Mecmuazzevaid c.8,s.2O7 [169] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228, Ebülfida-Elbidaye venniha­ye c.2,s.17, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7 [170] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228 [171] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.17, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [172] Sâlebî Arais s.292. [173] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [174] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.228 . [175] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [176] Sâlebî-Arais s.292, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [177] Sâlebî-Arais s.292. [178] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [179] Sâlebî-Arais s.292. [180] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [181] Sâlebî-Arais s.292. [182] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [183] Sâlebî-Arais s.292. [184] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [185] Sâlebî-Arais s.292. [186] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [187] Sâlebî-Arais s.292.. [188] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [189] Sâlebî-Arais s.292. [190] Sâlebî-Arais s.292 ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [191] Sâlebî-Arais s.292. [192] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [193] Sâlebî-Arais s.292. [194] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [195] Sâlebî-Arais s.292. [196] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [197] Hâkim-Müstedrek c.2,s.433, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s,17. [198] İbn.Sa'd-Tabaksat c.1,s.28-29, Taberî-Tarih c. 1,8.252, Hâkim-Müstedrek c.2,s.586, Sâlebî-Arais s.292, Deylemî-Firdevs c.3,s.269, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.16, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O6. [199] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.17 Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.. [200] Sâlebî-Arais s.292 ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [201] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/197-199. [202] Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1, s.282-283, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.62-63. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/200-201.

            Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...