08 Eylül 2014
UZEYR ALEYHİSSELÂM HAYATI
UZEYR ALEYHİSSELÂM HAYATI
LOKMAN ALEYHİSSELÂM HAYATI
LOKMAN ALEYHİSSELÂM HAYATI
SÜLEYMAN ALEYHİSSELÂM HAYATI
SÜLEYMAN ALEYHİSSELÂM HAYATI
SÜLEYMAN ALEYHİSSELÂM . 2 Süleyman Aleyhisselamın Soyu: 2 Süleyman Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili: 2 Süleyman Aleyhisselâmın Kral Ve Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri: 2 Süleyman Aleyhisselâmın Kudüs'ü Ve Mescid-i Aksâ’yı Yaptırışı: 4 Mescid-İ Aksa Ve Sahranın Başlarına Gelenler: 5 Süleyman Aleyhisselâmın Saltanat Ve Fütuhatı: 6 Süleyman Aleyhisselâmın Hacca Gidişi, Sebe' Kraliçesini Müslüman Ve Mağ-Rib Beldelerini Fethedişi: 8 Kur'ân-ı Kerimin Süleyman Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması: 9 Süleyman Aleyhisselâmın Vefatı: 10 Süleyman Aleyhisselâmın Kabri: 13 Süleyman Aleyhisselamın Soyu: Başa Dön Dâvûd b.İşa Aleyhisselâmın oğlu olan Süleyman Aleyhiselâmın da, soyu, Ye-hûza b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâmlara dayanır.[1] Süleyman Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili: Başa Dön Süleyman Aleyhisselâm; uzun boylu[2] Beyaz tenli, İri vücudlu, Nurlu[3] ve güzel[4] yüzlü[5], Büyük gözlü[6], Çok saçlı idi. [7] Beyaz elbise giyerdi. [8] Süleyman Aleyhisselâmın Kral Ve Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri: Başa Dön Süleyman Aleyhisselâma; Babası Dâvûd Aleyhisselâmın vefatından sonra, krallıkla birlikte, Peygamberlik de, verildi. [9] Başka bir deyişle: Babasının Peygamberliğine, krallığına[10], Hikmetine ve İlmine[11] vâris oldu. [12] Süleyman Aleyhisselâm; krallıkta ve Kadılıkta, Babasından üstündü. Babası ise, Allâha ibâdette, oğlundan daha ileride idi. [13] Gerek Dâvûd ve gerek Süleyman Aleyhisselâmların krallıkları, Keyhusrev b.Syavş'ün asrında idi. [14] Süleyman Aleyhisselâm, daha on bir yaşında bir çocuk olduğu halde[15], akıl ve ilmin çokluğundan dolayı, Babası, bir çok işlerinde[16] onunla istişarede bulunurdu. [17] Bir gece, bir davar sahibi, davarını, üzüm bağı (ekin) yanında yayarken, davar, sahibinin haberi olmadan[18], girdiği üzüm bağındaki üzüm salkımlarını yemiş, ha-rab etmişti. [19] Ertesi günü, sabahleyin, bağ (ekin) sahibi ile davar sahibi, Dâvûd Aleyhisselâ-mın huzuruna çıktılar. Bağ (ekin) sahibi: "Bu kişi, davarını, geceleyin boşlayıp bağımın (ekinimin) içine düşürdü. Bağımdan (ekinimden) hiç bir şey bırakmayıp hepsini yok etti!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm da, davarların, bağ (ekin) sahibine verilmesine hükmetti[20]: "Git! Davarlar, senindir!" dedi, davarları, bağ (ekin) sahibine verdi. Bunlar; Dâvûd Aleyhisselâmın, o zaman, on bir yaşında bulunan oğlu Süleyman Aleyhisselâma rastladılar. Süleyman Aleyhisselâm, onlara: "Aranızda, nasıl hüküm verdi?" diye sordu. Dâvûd Aleyhisselâmın verdiği hükmü, ona, haber verdiler. [21] Süleyman Aleyhisselâm: "Taraflar hakkında, bundan başkası, daha mülayim ve uygundu. [22] İşinizi, ben, üzerime alsaydım, bundan başka türlü hüküm verirdim!" dedi. Onun, bu sözünü, Dâvûd Aleyhisselâma haber verdiler. Dâvûd Aleyhisselâm, Süleyman Aleyhisselâmı çağırıp ona: "Sen, onlar arasında, bundan başka, nasıl hüküm verirdin? [23] Peygamberlik ve Babalık hakkı için, daha mülayim ve uygun olanı, bana haber ver!" dedi. [24] Süleyman Aleyhisselâm: "Ey Allah'ın Peygamberi! Bu hususta, bundan başka, hüküm verilebilir." dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Ne gibi?" diye sordu. [25] Süleyman Aleyhisselâm: "Davarları; kuzularından, yünlerinden -vesâir menfeatlarından- yararlanması için, bağ (ekin) sahibine teslim edersin! Davar sahibi de, bağın (ekinin) eski mâmur haline gelinceye ve sahibine teslim edilinceye kadar, İslah ve imarına çalışır, sonra, davarları, sahibine iade eder!" dedi. [26] Dâvûd Aleyhisselâm: "Hüküm, senin verdiğin hükümdür!" dedi, ve buna göre, hüküm verdi. [27] (Dâvûd Aleyhisselâmın devrinde) iki kadın, yanlarında kendilerinin iki oğlan çocukları bulunduğu halde, yolda giderlerken, kurt gelerek onlardan, birinin (büyük kadının) çocuğunu, hemen kapıp gider. Bunun üzerine, (çocuğunu, kurt kapan büyük) kadın, eşi (küçük) kadına: "Kurt, senin, çocuğunu, götürdü!" der. Öbür kadın: "Hayır! Kurt, senin çocuğunu, götürdü!" der. Nihayet, bu iki kadın, muhakemelerini, Dâvûd Aleyhisselâma arz ederler. O da, (kurtun kaptığı çocuğun, küçük kadına), sağ kalan çocuğun da, büyük kadına aid olduğuna hükmeder. Bunlar, muhakemeden çıkıp Dâvûd Aleyhisselâmın oğlu Süleyman Aleyhisselâma giderler, Dâvûd Aleyhisselâmın verdiği hükmü haber verirler. Süleyman Aleyhisselâm: "Haydi, bana, bir bıçak getiriniz de, çocuğu, bunların arasında ikiye ayırayım!" deyince, küçük kadın: "Aman, öyle yapma! Allah, sana rahmet etsin! Bu çocuk, o kadınındır!" der. Bunun üzerine, Süleyman Aleyhisselâm, çocuğun, küçük kadına âid olduğuna hükmeder. [28] Yüce Allah; Dâvûd Aleyhisselâma: "Ey Dâvûd! Allah'ın, senden sonra, işe, Süleymanı memur kıldığını, kendisine beyan et!" diye Vahy edince, Dâvûd Aleyhisselâm: "İlâhî! Bana lütufkâr olduğun gibi, Süleymana da, lutufkâr ol!" diye niyazda bulundu. Yüce Allah; Dâvûd Aleyhisselâma: "Süleymana de ki: o, bana, senin kul olduğu gibi, kul olsun da, ben de, ona, sana lutufkâr olduğum gibi, lutufkâr olayım!" diye vahy etti. Dâvûd Aleyhisselâm, vefat ettiği zaman, Yüce Allah, Süleyman Aleyhisselâma: "Hacetini, benden dile!" diye Vahy buyurdu. Süleyman Aleyhisselâm: "Benim kalbimi de, Babamın kalbi gibi, Sana karşı haşyet ve muhabbet taşır kılmanı dilerim!" diyerek niyazda bulundu. Yüce Allah; onun kalbini, dilediği gibi, Allâha karşı haşyet ve muhabbet taşır kıld. [29] Süleyman Aleyhisselâm; kral oluşundan, vefatına kadar, Yüce Allah'a karşı hu-şûundan dolayı, başını semâya kaldırmamıştır. [30] Son derece mütevazı (alçak gönüllü) idi. Miskîn (son derece fakir)lerin yanlarına varır, onlarla oturur: "Miskîn, miskînle oturur." derdi. [31] Hurma yaprağından Zenbil örüp satar[32], elinin emeği ile geçinir[33], arpa ekmeği yerdi. [34] Her ayın başında altı gün, ortasında üç gün, sonunda da, üç gün oruç tutardı. [35] Süleyman Aleyhisselâm: "Biz; yaşamanın, yumuşak olanını da, sert olanını da, denedik. Onlardan, aşağı olanını, yeterli bulduk. [36] İnsanlara verilmeyen şeyler, bize verildi. İnsanlara verilmeyen ilimler, bize verildi. Fakat, şu üç kelimeden: Öfke ve sükûnet halinde, Hilm (usluluk)den, Yoksulluk ve bolluk hâlinde, tutumluluktan, Gizlide ve açıkta, Allah korkusundan daha üstün bir şey bulamadık!" demiştir. Süleyman Aleyhisselâmın, oğluna da: "Ey oğulcuğum! Miskinlikle birlikte günah işlemek, ne kadar kötüdür! Hidâyetten sonra, dalâlete düşmek, ne kadar kötüdür! Kişinin, Rabb'ine ibadet edip dururken, ibâdeti bırakması ise, bundan daha kötüdür!" dediği de, rivayet edilir. [37] Süleyman Aleyhisselâmın Kudüs'ü Ve Mescid-i Aksâ’yı Yaptırışı: Başa Dön Mescid-i Aksa; Peygamberimiz Aleyhisselâmın, Mîrac gecesinde uğramış olduğu[38], İlya = Beytülmakdis Mescididir. [39] Eshab-ı kiramdan Ebû Hüreyre, Mescid-i Aksâ'ya[40] İiya Mescidi veya Bey-tülmakdis Mescid'i[41] Eshâb-ı kiramdan Ebû Saîd'ülhudrî de: Beytülmakdis Mescidi der[42] Dâvûd Aleyhisselâm, vefat edeceği sırada, Beytülmakdis Mescidini tamamlamasını, Süleyman Aleyhisselâma vasiyyet etmişti. [43] Süleyman Aleyhisselâm; Kudüs şehrinin çevresine, enli, uzun, beyaz taşlarla hisar yaptırdıktan sonra[44], Hükümdarlığının dördüncü yılında Beytülmakdis'in yapısına başladı[45] ki, bu, Yüce Allâhın; çevresini mübarek kıldığını bildirdiği Mescid-i Aksa idi. [46] Eshab-ı kiramdan Ebû Zerr'ülgıfârî der ki: (Yâ Resûlallâh! Yer yüzünde ilk kurulan Mescid, hangisidir?) diye sordum. Resûlullah Aleyhisselâm: (Mescid-i Haram'dır!) buyurdu. (Sonra, hangisidir) diye sordum. (Mescid-i Aksâ'dır!) buyurdu. (Bunların arasında ne kadar zaman vardır?) diye sordum. (Kırk yıldır? Nerede namaz vakti gelirse, namazını, orada kıl! Orası da, bir mesciddir!) bu-yurdu." [47] Bu Hadîs-i şerifin şerhinde, yetkili ilim adamları; ne İbrahim Aleyhisselâmın, Kabe'nin, ne de, Süleyman Aleyhisselâmın, Mescid-i Aksa'nın ilk yapıcısı olmadığı, ancak, nice asırlardan sonra, bunların, yenileyicileri oldukları, Hadîs-i şerif-de geçen kırk yıllık zamandan maksadın da, İbrahim Aleyhisselâm ile Mescid-i Aksa'nın yenileyicileri arasında bulunan Yâkub Aleyhisselâm arasında geçen zaman olduğu açıklanmıştır. Filvaki,; Kabe, ilk defa Melekler tarafından yapıldığı, sonra, Âdem Aleyhisselâm, sonra, Âdem Aleyhisselâmın oğulları... en sonra da, İbrahim Aleyhisselâm tarafından yenilendiği gibi, Mescid-i Aksa'da, ilk defa Âdem Aleyhisselâm veya Melekler tarafından yapılmış, sonra, Sâm b.Nuh Aleyhisselâm, sonra, Yâkub, sonra, Dâvûd ve Süleyman Aleyhisselâmlar tarafından yenilenmiştir.[48] Süleyman Aleyhisselâm; Mescid-i Aksa için, yerdeki mâdenlerden altun, gümüş ve yakut; denizden de, türlü inciler çıkarttırdı. Sonra, ustalar hazırlattı. Kestirdiği türlü taşları, ustalara yontturdu.[49] Çam ve servi ağaçları getirtti. [50] Ağaçlardan, biçilen tahtaları, sıra sıra dizdirdi. Toplanan cevherleri, düzelttirdi ve süsletti. [51] Mescid'in duvarlarını, beyaz, sarı ve yeşil taşlarla ördürdü, Direğini, hâlis, billur taştan yaptırdı. Tavanını, duvarlarını, inciler, yakutlarla, türlü kıymetli cevherlerle süsletti. Mescid'in tabanına Fîrûzec (Safirus) denilen kıymetli taşlar döşetti. O zaman, yer yüzünde, bu mâbedden daha süslüsü, daha güzeli ve parlağı yoktu. Bu Mescid; gecenin karanlığını, dolunay gibi aydınlatırdı. [52] İnsanlar, onun bir benzerini görmemişlerdi. [53] Mûsâ Aleyhisselâmdan kalan Tâbût'ussekîne'yi de bu Beyt'ülmakdis'e koydurdu. [54] Mescid'in köşelerinden bir köşesine de, Abanus bir Asa dikilmişti. Bu Asa'ya, Peygamberlerin soyundan gelen çocuklardan birisi, dokunsa, ona, hiç bir zarar vermezdi. Fakat, onlardan başkası, dokunsa, eli, yanardı. [55] Süleyman Aleyhisselâm, Mescid'in yapı işinden boşaldığı zaman[56], Sahra'-nın üzerine bir kurban götürüp kesti ve: "Ey Allâhım! Bana, bu mülk'ü saltanatı, Sen, bağışladın! Üzerimdeki ihsan, Sendendir! Sen, beni, yer yüzüne Halîfen yaptın! Hamd, sana mahsustur. Ey Allâhım! Bu Mescid'e giren kimse hakkında, benim, Senden dileğim şudur: Buraya girip içinde halisane iki rekât namaz kılan kimse, anasından doğduğu gündeki gibi günahından çıkıp arınsın! Buraya giren günahkâr, günahına tevbe etsin. Korkuya kapılanı, emniyete, güvenliğe kavuştur! Hasta olana, şifâ ver! Kıtlığa uğrayana, bolluk ve zenginlik ihsan et! Duamı kabul buyurup dileklerimi ihsan ettiğin zaman, Kurban'ımın kabulünü, onun alâmeti kıl!" diyerek düa etti. Bunun üzerine, gökten bir ateş indi. Şarkla garp arasını kapladı. Sonra, boynunu uzatıp,kurbanı yüklenerek göğe yükseltti. Süleyman Aleyhisselâm, bundan sonra, İsrail oğullarının bilginlerini, Me.^'d-de topladı. Onlara, Mescid'in Allah için yapıldığını bildirdi. [57] O günü de, Bayram edindi. [58] Yeryüzünde, o günki Bayramdan daha büyük ve yemesi, içmesi, o günkünden daha bol bir Bayram edinilmemişti. Binlerce deve, sığır ve davar boğazlanmış[59] buna, on dört gün devam edilmişti. [60] Süleyman Aleyhisselâm; Beytülmakdis'in, Mescid-i Aksa'nın yapımını tamamladıktan sonra, kendisi için de, bir Beyt (Mâbed) yapmıştı ki, bu da, Kamame kilisesi diye anılagelen ve Hıristiyanlarca Kuduste Ulu Kilise sayılan kilisedir. [61] Mescid-İ Aksa Ve Sahranın Başlarına Gelenler: Başa Dön Kudüs'ün, Buhtunnassar tarafından zabt ve tahribi sırasında Mescid-i Aksa da, yıkılmış, bir müddet sonra, Fars krallarından Behmen'in müsaadesiyle yeniden yapılan Beytülmakdis'i, Hirodos oğulları, Süleyman Aleyhisselâmın yaptığı şekilde ikmal etmişlerdi. Fakat, Rum krallarından Titoş, onu, tekrar yıktırmış, yerine, ekin ektirmişti. Rumların, Hıristiyanlığı kabullerinden sonra, Konstantin'in Annesi, Haç'ın gömüldüğü çöplükten Haçı çıkarttırarak, yerine, Kamame Kilisesi diye anılan Kiliseyi yaptırmış (ibn.Haidun-Tarih d,s.296-297), Yahudilerin Kıblesi olan Sahra'yı da, onların yaptıklarına ceza olmak üzere, süprüntülük yaptırmak suretiyle akıllarınca ÖC almak İStemİŞ[62], Sahra, Hz.Ömer'in, Kudüs'ü fethine kadar, böylece, süprüntülük ve çöplük olarak kalmıştı.[63] Hz.Ömer, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmın İsrâ gecesinde Beytül-makdis'e girmiş olduğu yerden girip Davud Aleyhisselâmın Mihrabında iki rekât Tahiyyetülmescid kıldı. Ertesi günü, orada sabah namazını da, Müslümanlara kıldırdı. Birinci rekâtta Sad sûresini okuyup secde etti, Müslümanlar da, kendisiyle birlikte secde ettiler. İkinci rekâtta İsrâ (Benî İsrail) sûresini okudu. Sonra, Sahra'ya vardı. Kâ'bul'ahbar'dan, onun yerini göstermesini istedi. Kâ'b'ulahbar, arka tarafı işaret edince, Hz.Ömer: "Sen, Yahûdiye benzedin! Yahudiliğe özendin!" dedi. Sonra, Sahra'dan, toprakları, Ridasının ve kaftanının etekleriyle taşımağa başladı. Müslümanlar da, kendisiyle birlikte böyle yaptılar.[64] Sahra'nın üzeri, toprak ve süprüntülerden temizlenince, üzerine, Kır Mescidi tarzında bir Mescid yapıldı. tmevi Vteüitelef möen» e^iıö 'D.NDö.tiiTneiiK-, Nıescıtn Vıatam, \$ıesütw \*«8ae>»s >»e Dımaşk Mescidi hakkında yaptığı gibi, duvarlarını yükseltmek ve sağlamlaştırmak suretiyle, onun da, imarına himmet edip adını hayırla andırdı. Hicrî beşinci yüz yılda Müslümanların, Mısır, Şam ve Hicaz ülkelerindeki hâkimiyetlerinin zayıflamasından yararlanan Haçlılar, Şam taraflarıyla Kudüs'ü ellerine geçirince, Sahra Mescidini yıkıp yerine, büyük bir kilise yapmışlar[65], kubbesinin başına da, altundan, kocaman bir Haç takmışlardı.[66] Kudüs, böylece, doksan iki yıl, Hıristiyanların elinde kaldı.[67] Hicrî beşinci asrın sonlarına doğru, İslam Mücahidlerinden Salahaddin-i Eyyû-bî, Haçlılarla savaşa savaşa, Şam taraftarıyla Kudüs'ü, onların ellerinden kurtardı. [68] Müslümanlar, Sahra kubbesinin üzerine çıkıp büyük altun Haçı sökerek yere düşürdükleri zaman, Hıristiyanların üzüntülerinden kopardıkları çığlıklarla, Müslümanların sevinçlerinden getirdikleri Tekbirlerle yerler sarsıldı [69] Mescid-i Aksa, içindeki Haçlardan, Çanlardan, Ruhbanlardan, dolaşan domuzlardan, içindeki, dışındaki bütün pisliklerden temizlendi. İslâm devrinde olduğu hale getirildi. Mü'min ve Müslümanlar Mescid-i Aksâ'nın içine girdiler. Ezanlar, okundu. Kur'ân-ı Kerim tilâvet olundu. Yerlere sergiler serildi. Direklere kandiller asıldı.[70] Halebde yapılmış olan Kıymetli Minber de, getirilip yerleştirildi[71] O güne kadar ziyaretçilere örtülü, kapalı bulundurulan Sahra da, önce, temiz su ile, sonra da, gül suyu ve miskle yıkanarak ziyaretçilerin gözleri önüne serildi.[72] Salahaddin-i Eyyûbî, Hıristiyanların, Sahra üzerinde yaptıkları ve övündükleri büyük kiliseyi de, yıktırıp yerine, bugün mevcud olan Sahra Mescidini yaptırdı.[73] İkinci cuma namazını da, Müslümanlarla birlikte orada kıldı. Mescid-i Aksâ'nın imarı için hiç bir fedakârlıktan geri durmadı.[74] Allah, ondan razı olsun![75] Süleyman Aleyhisselâmın Saltanat Ve Fütuhatı: Başa Dön Süleyman Aleyhisselâm; kendisinden başka hiç kimseye lâyık olmayan bir mülk ve saltanat vermesini, Rabb'ından dilemişti. Yüce Allah, duasını kabul edip onu da, kendisine verdi.[76] İnsanları, cinleri, kuşları ve rüzgârı, ona, uysal kıldı. [77] Meclisine gitmek üzre, evinden çıktığı zaman, kuşlar, onun başının üzerinden ayrılmazlar, Meclisine vardığı zaman da, insanlar ve cinler, kendisine kıyam eder, Serir'ine oturuncaya kadar, ayakta dururlardı. [78] Çok savaşçı idi. Savaşmaktan, oturmağa vakit bulamazdı. [79] Yer yüzünün ne tarafında bir kral bulunduğunu, işitse, hemen gidip onu, ye-ner ve kendisine, boyun eğdirirdi. Savaşa çıkmak istediği zaman, askerlerine emreder, tahtadan bir ulaştırma Döşeği (Uçağı) yapılır[80], o tahta Döşeğin üzerine de, kendisinin tahta Serîr'i, yerleştirilirdi. Savaş erleri, savaş araçlarını ve savaş hayvanlarını da, bindirdikten sonra, şiddetle esici rüzgâra emreder, rüzgâr da, bu tahta uçağın altına girip onu, yerden kaldırınca, Süleyman Aleyhisselâm, nereye gitmek isterse, kendilerini, oraya götürmesini, yumuşak ve mülayim esen yel'e, emrederdi. O da, tahta uçağı götürürken, o kadar yumuşak eserdi ki, üzerinden geçip gittiği tarlanın ekinlerini bile kımıldatmazdı. Sebe' sûresinin on ikinci âyetinde açıklandığı gibi, rüzgârın sabahı ve akşamı, birer aylık yoldu.'[81] İbn.İshak (85-151 Hicrî), der ki: "Bana, Dicle taraflarından bir konak yerinde konaklayan bir zat, orada, Süleyman Aleyhisselâmın Eshabından, ya bir cin, ya da, bir insan tarafından yazılmış bir yazı bulduğunu ve o yazıda: "Biz, buraya konduk. Hiç bir şey bina etmedik. Amma, burayı, bina edilmiş bulduk. Sabahleyin, Istahr'dan hareket etmiştik. Biz, buradan da, inşâallah, akşamleyin kalkıp Şam'da geceleyeceğiz! demiştik." diye yazılı olduğunu, anlattı."[82] Süleyman Aleyhisselâm, Şam'dan Irak'a kadar olan yerleri fethetti. Horasan'ı da, bu yerlere kattı. Belh şehrine indi. Orası, bundan önce kurulmuştu. Oradan dönüp Irak'a indi. Keyhüsrev, Süleyman Aleyhisselâmın, Irak toprağına indiğini işitince korktu. Üzüntüsünden, zayıfladı. Çok geçmeden de, öldü. Süleyman Aleyhisselâm, Iraktan, Merv'e ilerledi. Sonra, Belh'a vardı. Belh'dan, Türk beldelerine, ansızın baskın yaptı. Oradan, Çin beldelerine geçti. Sonra, doğudan, sağlayarak deniz sahili yoluyla Kındıhar'a geldi. Oradan Keşker'e ilerledi. Sonra, Şam'a döndü, ve Tedmür'e kavuştu. Orası, kendisinin vatan edindiği yer'di.[83] Rüzgâr; Allah'ın emriyle, Süleyman Aleyhisselâmın, istediği yere gidiş ve gelişini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda, herkesin konuştukları şeyleri de, ona, iletir, haber verirdi. [84] Süleyman Aleyhisselâm, bir gün, rüzgâra binerek bir ekincinin üzerinden geçip giderken, ekinci başını kaldırdı. Ona, baktı, ve: "Dâvûd Hanedanına büyük bir mülk ve saltanat verilmiştir!" dedi. Rüzgâr, onun, bu sözünü, Süleyman Aleyhisselâmın kulağına eriştirince, Süleyman Aleyhisselâm, yere indi ve ekincinin yanına vardı. Ona: "Ben, senin söylediğin sözü işittim ve senin yanına, ancak, güc yetiremeyece-ğin şeyi temenni etme! demek için indim. Allah'ın, senden kabul edeceği bir tek teşbih, Dâvûd Hanedanına verilen şeylerden daha hayırlıdır!" dedi. Bunun üzerine, ekinci, Süleyman Aleyhisselâma: "Sen, benim üzüntümü giderdiğin gibi, Allah da, senin üzüntünü, gidersin!" dedi. [85] Süleyman Aleyhisselâm; ordusu ile, Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza, giriniz! Sakın, Süleyman ve ordusu, sizi -bilmeyerek- kırmasın!" demişti. Süleyman Aleyhisselâm, onun bu sözünden, gülercesine gülümsedi de, "Ey Rabb'im! Bana ve ana ve babama lütfettiğin nimetine şükretmemi ve (geri kalan ömrüm içinde) Senin razı olacağın iyi (işler) yapmamı, bana ilham et! Rahmetinle beni de, (Cennette) Salih kullarının arasına idhal et!" dedi. [86] Rivayete göre: Süleyman Aleyhisselâm, karıncanın söylediğini, işittince, üzerine, indi ve: "Onu, bana getiriniz!" dedi. Getirdiler. Süleyman Aleyhisselâm, ona: "Sen, ne için karıncaları, sakındırdın? Benim, zâlim olduğumu mu işittiniz? Yoksa, benim, adaletli bir Peygamber olduğumu mu bilemediniz? Ne için onlara: "Sizi, Süleyman ve ordusu kırmasın! dedin?" diye sordu. Karınca: "Ey Allah'ın Peygamberi! Sen, benim sözümdeki (Onlar, bilmeden) kaydını işitmedin mi? Bununla beraber, benim, can kırma sözümden maksadım, ancak, kalblerin kırılması idi. Senin bir şey vermeni temenni edip fitneye düşmekten, sana bakmakla meşgul olup Allah'ı Teşbih etmekten geri kalmaktan korktum!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm: "Bana, öğüt ver!" dedi. Karınca: "Babana, Dâvûd isminin ne için konulduğunu, biliyor musun?" diye sordu. Süleyman Aleyhisselâm: "Hayır! Bilmiyorum!" dedi. Karınca: "O, kalb yarasını, tedavi etsin diye verildi!" dedi. "Sana, Süleyman isminin ne için konulduğunu, biliyor musun?" diye sordu. Karınca: "Göğsüne selâmet verilinceye kadar dayanasın ve Baban Davud'a erişmeye müstehak olasın diye verilmiştir!" dedi. Sonra da: "Yüce Allah'ın, sana, rüzgârı, ne için uysal kıldığını, biliyor musun?" diye sordu. Süleyman Aleyhisselâm: "Hayır! Bilmiyorum!" dedi. Karınca: "Dünyanın tümünün, esen, gelip geçen bir Yel'den ibaret bulunduğunu sana haber vermek için!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm, karıncanın sözlerine hayrette kalarak gülercesine gülümsedi ve Nemi sûresinin on dokuzuncu âyetinde açıklanan duasını tekrarladı.[87] Süleyman Aleyhisselâm, halkı, yağmur duasına çıkarmıştı. Orada bir karınca kafasının üzerine yatıp ayaklarını, semaya kaldırmış ve: "Ey Allâhım! Ben, Senin yaratıklarından bir yaratık'ım. Sen, bizi, yağmurunla sulasan da, Sen, bizi, kuraklıktan helak etsen de, biz, Senin rızkından müstağnî değiliz!" diyordu. Bunun üzerine, Süleyman Aleyhisselâm; halka: "Geri dönünüz! Siz, sizden başkasının düasıyla yağmura kavuşturuldunuz!" dedi. [88] Ölüm Meleği, bir gün, Süleyman Aleyhisselâmın yanına girip yanında oturanlardan, bir adama, uzun uzun bakmış durmuştu. Ölüm Meleği çıkıp gittiği zaman, adam, Süleyman Aleyhisselâma: "Kim bu?" diye sordu. Süleyman Aleyhisselâm: "Ölüm Meleğidir!" dedi. Adam: "Onun, bana, bakışı, sanki, beni öldürmek istiyor gibiydi!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm ona: "Peki, şimdi, benim, sana ne yapmamı istiyorsun?" diye sordu. Adam: "Beni, rüzgâra bindirmeni ve Hindistana bıraktırmanı, istiyorum!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm, rüzgârı çağırdı. Adamı, onun üzerine bindirip Hindistana bıraktırdı. Bundan sonra, Ölüm Meleği, Süleyman Aleyhisselâmın yanına geldi. Süleyman Aleyhisselâm, ona: "Sen, yanımda oturanlardan, bir adama, niçin uzun uzun bakmıştın?" diye sordu. Ölüm Meleği: "Ben, onun ruhunu, Hindistan'da almakla emrolunduğum halde, kendisinin, senin yanında bulunuşuna hayret etmiştim." dedi.[89] Süleyman Aleyhisselâmın Hacca Gidişi, Sebe' Kraliçesini Müslüman Ve Mağ-Rib Beldelerini Fethedişi: Başa Dön Süleyman Aleyhisselâm; İlya = Kudüs Mescid'inin yapımından boşaldıktan sonra, Tihâme yolunu tuttu. Allah'ın Beyt-i Haramını, Tavaf etti ve ona, örtü örttürdü. Onun yanında kurban kestirdi. Orada, yedi gün oturduktan sonra, San'â'ya ilerledi. Sebe' kraliçesinin Müslüman olmasını sağladı. Şam'a, döndü. Mağrib beldelerine, Endelüs, Tanca, Franca, Ifrikıye ve Ken'an b.Ham, b.Nûh Aleyhisselâm oğullarının beldelerinden olan taraflarına hâkim olan Zorba kralı yenip kendisini, bir olan Allah'a imana ve putları bırakmağa davet etti. Küfründe, direnince, öldürdü. [90] Kur'ân-ı Kerimin Süleyman Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması: Başa Dön "Süleyman'a da, rüzgârı, (Müsahhar kıldık)ki, sabahı bir ayflık yol), akşamı, bir ay(lık yol)du. Erimiş bakır mâdenini, ona, sel gibi akıttık. Onun önünde -Rabbinin izniyle- iş gören bazı cinler de, vardı. İçlerinden, kim bizim emrimizden ayrılıp saparsa, ona, çılgın azabdan tattınrdık. O, kalelerden, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan, sabit sabit kazanlardan, ne dilerse, kendisine yaparlardı. Ey Dâvûd Hanedanı! Siz, (Allah'a) şükür için çalıştınız! Kullarımdan (hakkıyle) şükreden, azdır. [91] "Andoisun ki: biz, Dâvûd'a ve Süleyman'a i\im vermişizdir. (Bundan dolayı) onlar: "Bizi, Mü'min kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun!" dediler. Süleyman, Davud'a, mirasçı oldu. (Süleyman): "Ey insanlar! Bize, kuşların dili öğretildi. Bize, her şeyden verildi. Şüphesiz ki: bu, apaçık bir üstünlüğün ta kendisidir!" dedi. Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan, kuşlardan orduları toplandı. İşte, bütün bunlar, (onun tarafından) zabt ve idare ediliyorlardı. Hattâ, Karınca vadisi üzerine geldikleri zaman (dişi) bir karınca: "Ey Karıncalar! Yuvalarınıza giriniz! Sakın, Süleyman ve ordusu -kendileri, bilmeyerek- sizi kırmasın!" dedi. (Süleyman) onun bu sözünden gülercesine gülümsedi de: "Ey Rabb'im Bana ve Ana ve Babama lütfettiğin nimetine şükr etmemi ve (geride kalan ömrüm içinde) Senin razı olacağın iyi (işler) yapmamı, bana, ilham et! Rahmetinle beni de (Cennette) sâlih kulların arasına idhal et!" dedi. (Süleyman) kuşları araştırıp: "Hüdhüd'ü, neye görmüyorum? Yoksa, gaiblerden mi (oldu)? Onu, her halde çetin bir azaba uğratacağım! Yâhud, onu, mutlaka, kestireceğim, ya da, bana, açık ve kat'îbir Burhan getirir!" dedi. Derken, (Hüdhüd) çok geçmeden geldi: "Ben, senin muttali' olmadığın bir (hakîkat)a vâkıf oldum: Sebe'den, Sana, çok doğru (ve mühim) bir haber getirdim. Hakikat, orada, bir kadını, onlara hükümdarlık eder buldum. Kendisine, her şey verilmiştir. Onun, bir de, çok büyük bir Taht'ı var. (Gerek) onu, (gerek) kavmini, Allah'ı bırakıp güneşe secde ediyorlarken buldum (gördüm). Şeytan, onların yaptıklarını, süslemiş te, kendilerini yoldan alıkoymuş (saptırmış) Onun için, onlar doğru yola giremiyorlar. (Bunu) göklerdeki ve yerdeki her gizliyi (meydana) çıkaran, (kalblerinde)ne gizliyorlar, ne açıklayorlarsa, (hepsini) bilen Allâha secde etmesinler diye (yapıyorlar) Allah, O'dur ki, O, büyük Arş'in Sahibi olan ve O, kendisinden başka hiç bir İlâh bulunmayandır." dedi. (Süleyman): "Bakalım doğru mu söyledin, yoksa, yalancılardan mı oldun? Şu mektubumu götür, onu, kendilerine bırak! Sonra, onlardan biraz çekil de, bak, neye dönecekler (Ne cevap verecekler?) dedi. (Sebe' kıraliçesi): "Ey İleri gelenler! Hakikat, bana, çok şerefli bir mektup bırakıldı ki, o, Süleyman-dandır ve o, hakfkatan, Rahman ve Rahfm olan Allâhın adiyle. Bana karşı, baş kaldırmayınız! Müslümanlar olarak bana geliniz!" diye (yazılmıştır) Ey ileri gelenler! Bana, (bu) işim hakkında bir rey veriniz! Siz, huzurumda bulununcaya kadar, ben, hiç bir işte kat'î(bir hüküm sahibi) olamadım. " dedi. "Biz, güc, kuvvet sahihleri, çetin savaş erbabıyız. Emir, sana âiddir. Bak, sen, ne emredeceksin." elediler. (Kraliçe): Şüphesiz ki: hükümdarlar, bir memlekete girdikleri zaman, orasını, perişan ederler. Halkından, şerefli olanları, hor ve hakir kılarlar. Bunlar da, böyle yapacaklardır. Ben, onlara, bir hediye göndereyim, de, Elçiler, ne (cevap) ile dönecek bakayım?" dedi. Bunun üzerine, vaktâ ki, (o gönderilen heyet) Süleymana geldi. (Süleyman): "Siz, bana, mal ile yardım mı ediyorsunuz!? İşte, Allah'ın, bana verdiği (nimetler ki, onlar) size verdiğinden daha çok hayırlıdır. Belki, siz, hediyenizle böbürlenirsiniz. (Ey elçi heyet başkanı!) dön onlara! And olsun ki önüne geçemeyecekleri ordularla onlara gelir, onları, hor ve hakir oldukları halde, oradan çıkarırım!" dedi. (Süleyman, kendi maiyetindekilere de) ey ileri gelenler! Onun (Belkısin) Tahtını, kendilerinin, bana, Müslüman olarak gelmelerinden önce, hanginiz bana, getirir?" dedi. Cinden bir İfrit: "Sen, Makamından kalkmadan, ben, onu, sana getiririm! Ben, buna karşı, her halde, güvenilecek bir güce mâlikim!" dedi. Nezdinde Kitabdan bir ilim bulunan (Âsaf b.Berhıya): "Ben, gözün, sana dönmeden (gözünü yumup açmadan) önce, onu, sana getiririm!" dedi. Vaktâ ki (Süleyman), onu (Tahtı) yanında durur bir halde gördü: "Bu, Rabbımın fazi (ve lutf'undan)dır. Şükür mü edeceğim, yoksa, nankörlük mü edeceğim, beni, imtihan ettiği içindir (bu). Kim şükr ederse, kendi yararınadır, kim de, nankörlük ederse, şüphe yok ki Rab-bım (onun şükründen) tamamen müstağnidir. (Hem O) Hakkıyle kerem sahibidir." dedi. (Süleyman): "Onun Tahtını, bilinmez bir şekle getiriniz. bakalım (tanımaya) muvaffak olacak mı, yoksa, muvaffak olamayacaklardan mı olacak?" dedi. Artık (Belkıs) gelince, ona: "Senin Taht'ın böyle mi idi?" denildi. (Belkıs): "Sanki, bu, odur! Ondan önce de, bize ilim verilmişti, ve biz, Müslüman olmuştuk! dedi. (Hayır!) Onun, Allah'ı bırakıp tapmakta devam ettiği şey, kendisinin İslâmiyeti)ne mani olmuştu. Hakıkatta, o kâfirler gürûhundandı. Ona: "Köşk'e, gir!" denildi. (Belkıs) onu, görünce, derin bir su sandı. İki ayağını aç(ıp sıva)dı. (Süleyman): "O, hakîkatan, sırçadan yapılmış, düzeltilmiş (ve şeffaf) bir açıklıktır." dedi. (Belkıs) "Ey Rabb'ım! Hakikat, ben, kendime yazık etmişim. Süleyman'ın maiyetinde, âlemlerin Rabb'ı olan Allâha teslim oldum (Müslüman oldum) dedi. [92] Süleyman Aleyhisselâmın Vefatı: Başa Dön Süleyman Aleyhisselâm; ibâdet için [93], bazan bir yıl, iki yıl, Bazan bir ay, iki ay, Bazan da, bundan daha az veya çok müddet, Beytülmakdis'te tek başına kalırdı. Kendisinin yeyeceği, içeceği de, oraya götürülürdü. Vefatıyle neticelenen son defaki kalışında da, yiyeceği, içeceği götürülüp yanına konulmuştu. [94] Süleyman Aleyhisselâm, böyle yalnız başına kalmayı âdet edindiği Beytülmakdis'te namaz kılarken[95], hiç bir gün olmazdı ki, sabaha çıksın da, orada, bir ağaç bitmemiş olsun! [96] Başka bir deyişle: hiç bir namaz kılmazdı ki, önünde, bitmiş bir ağaç bulunmasın. [97] Süleyman Aleyhisselâm, namazgahında, namaza durduğu zaman[98], önünde bitmiş olan ağacı görünc[99], yanına varır[100], ona: "Senin ismin nedir?" diye sorar, ağaç ta: "İsmim şöyle! şöyle!" derdi. Süleyman Aleyhisselâm, ona: "Sen, ne şey içinsin?" diye sorar, Oda: "Şunun, şunun için!" derdi. [101] Kesilecek bir ağaçsa, Süleyman Aleyhisselâm, emreder, o ağaç, kesilirdi. [102] Eğer, o ağaç, dikilmek için, bitmişse[103], onun üzerine: "Filan yere, şöyle şöyle dikilecektir!" diye yazılı[104] dikilirdi. [105] Eğer, biten ağaç, deva için, bitmiş olur[106]: "Şu derde, şu derde deva için, bittim!" derse[107], onun üzerine: "Şu derde, şu derde devadır!" diye[108] yazılır[109] ve onun için gereği, ya-pılırdı. [110] İşte, Tıb fennindeki nebatla tedavî, bunun üzerine kurulmuştur[111] Süleyman Aleyhisselâm, bir gün, namaz kıldığı sırada, önünde bir ağacın bitmiş olduğunu, gördü. [112] Ona: "Senin ismin nedir?" diye sordu.[113] Ağaç: "Harrub![114] Harnub! [115] Harnûbe! [116] Ben, Harrûbe'yim!" dedi. [117] Süleyman Aleyhisselâm, ona: "Sen, ne şey içinsin?" diye sordu. Ağaç: Ben, şu Mescidi harabetmek için'im! dedi. [118] Süleyman Aleyhisselâm: "Ben, sağ iken, Allah, bu Mescidi, harap etmeyecektir! Demek, benim ölümüm ve Beytülmakdis'in harap oluşu, senin yüzündendir hâ!" dedi ve hemen, onu söktü. [119] Kendisine aid bahçeye dikti. [120] Süleyman Aleyhisselâm; dayanmak için, Harrûbe ağacından, kendisine bir Asa yontturdu. [121] Süleyman Aleyhisselâm, bir gün, Ölüm Meleğine: "Benim ruhumu, almak istediğin zaman, bana, bildir!" demişti. Ölüm Meleği: "Ben, bunu, senden daha iyi biliyor değilim! Bu bilgi; ancak, bana bırakılacak ve içinde, ölecek kimsenin ismi anılacak yazıda bulunur. [122] İçinde isimler bulunan kitab ise, bana, ancak, Arş'ın altında olduğum zaman bırakılırdır." dedi. [123] Süleyman Aleyhisselâm, Ölüm Meleğine: "Öyle ise, sana, benim hakkımda emir verildiği zaman, bana, bildir!" dedi. [124] Nihayet, bir gün, Ölüm Meleği gelip: "Ey Süleyman! Senin hakkında, bana emir verilmiş bulunuyor! Senin, azıcık bir vaktin kaldı!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm, sabahleyin, köşküne girdi. Kapıları, kilitlemelerini emr ve halkı, yanına girmekten men etti. Sonra, eline Asasını alıp koltuğunun altına yerleştirdi, ve ayakta ona dayanarak ülkesine doğru bakınca, güzel yüzlü, üzerinde beyaz elbise bulunan bir genç adam gördü. Genç adam, köşkün bir tarafından, kendisinin yanına giriverdi. "Esselâmü aleyke yâ Süleyman!" diyerek selâm verdi. Süleyman Aleyhisselâm: "Ve aleykesselâm! Sen, benim iznim olmadan, bu köşke nasıl girdin?! Ben, herkesi, buraya girmekten men etmiştim. Kapıcılar, Perdedarlar, seni, men etmedi mi? Sen, benim iznim olmadan, köşküme girdiğin zaman, benden, korkmadın mı?" dedi. Genç adam: "Ben, o kimseyim ki: bana, ne Perdedarlar, ne Kapıcılar mâni olabilirdir, ne de, ben, krallardan korkarım! Hem ben, bu köşke, izinsiz girmiş de, değilim!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm: "Senin buraya girmene kim izin verdi?" diye sordu. Genç adam: "Rabb'ım!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm, onun Ölüm Meleği olduğunu, anlayınca, ürperdi. "Demek, sen, Ölüm Meleğisin!" dedi. Ölüm Meleği: "Evet!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm: "Ne için geldin?" diye sordu. Ölüm Meleği: "Senin ruhunu kabz edeceğim!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm: Ey Ölüm meleği! Ben, bu gün, adamlarımı, yanıma toplayıp onlardan, beni, neşelendirmelerini ve bana, tasa verecek bir şey işittirmemelerini istemiştim!" dedi. Ölüm Meleği: "Ey Süleyman! Sen, ancak, seni neşelendirecek, içinde sana tasa verici bir şey bulunmayan bir günü yaşamak istiyorsun! Halbuki, böyle bir gün, dünyada yaratılmamıştır. Rabbının hükmüne razı ol! Çünki, bu, reddine asla çâre olmayacak bir hükümdür!" dedi. Süleyman Aleyhisselâm: "Öyle ise, emrolunduğun gibi, vazifeni, yerine getir!" dedi. Bunun üzerine, Ölüm Meleği; Süleyman Aleyhisselâmın ruhunu, kendisi ayakta, Asasına dayanmış olduğu halde, kabz etti. [125] O zaman, Süleyman Aleyhisselâm, elli küsur yaşında[126], elli iki yaşında[127] veya elli üç yaşında idi. [128] Ona ve gönderilen bütün Peygamberlere selâm olsun! Süleyman Aleyhisselâmın vefat ettiğini, cinler, şeytanlar, bir yıl anlayamadılar. Süleyman Aleyhisselâmın dayandığı Asayı, ağaç kurdunun, içinden yeyip zayıflattığı ve Süleyman Aleyhisselâm, yere yıkıldığı zaman, cinler ve şeytanlar, onun vefat ettiğini anladılar. [129] Bu husus Kur'ân-ı kerimde şöyle açıklanır: "Sonra, biz, ona ölüm hükmünü infaz edince (dayandığı) Asasını, yemekte olan ağaç kurdundan başka bir şey, bunun ölümünü, onlara göstermedi. Bu suretle yere kapanıp yıkıldığı zaman, besbelli oldu ki, eğer, cinler, gaybı bilmiş olsalardı, öyle horlayıcı bir azab (meşakkatli işler) içinde kalıp durmazlardı. [130] Süleyman Aleyhisselâmın Kabri: Başa Dön Rivayete göre: Süleyman Aleyhisselâm, Babası Dâvûd Aleyhisselâmın kabrinin yanına gömülmüştür. [131] [1] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.55. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/205. [2] ibn.Asâkir-Tarih C.6.S.253. [3] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâiebî-Arais s.293. ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.257, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.229. [4] ibn.Asâkir-Tarih C.6.S.229. [5] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.293, ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.257. ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.229. [6] ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.257. [7] Taberî-Tarih c.!,s.253, Sâlebî-Arais s.293, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.229. [8] Taberî c.1,s.253, Salebi s.293, ibn.Asâkir c.6,s.257, İbn.Esîr c.1,s.229. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/205. [9] Taberî-Tarih c.1,s.252. [10] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.228, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.18. [11] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [12] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.18. [13] Sâlebî-Arais s.292. [14] Dîneverî-El'ahbar s.20. [15] Sâlebî-Arais s.289, Nesefî-Medarik c.3,s.85. [16] Sâlebî-Arais s.293. [17] Sâlebî-Arais s.293, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.253, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.229. [18] Sâlebî-Arais s.289. [19] Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588, Sâlebî-Arais s.289, İbn.Asâkir-Tarih C.6.S.254, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229, Ebülfida-Tefsir c.3,s.186. [20] Taberî-Tarih c.1 ,s.253, Hâkim-Müstedrek C.2.S.588, Sâlebî-Arais s.289, ibn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.228, Ebülfida-Tefsir c.3,s.186.. [21] Sâlebî-Arais s.289. [22] Sâlebî-Arais s.290, Nesefî-Medarik c.3,s.85. [23] Sâlebi-Arais s.289-290, Ebülfida-Tefsir c.3,s.186. [24] Sâlebî-Arais s.290 [25] Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.254 [26] Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588, Sâlebî-Arais s.288-289, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229, Nesefî-Medarik c.3,s.85, Ebülfida-Tefsir c.3,s.85. [27] Sâlebî-Arais s.290, Nesefî-Medarik c.3,s.85. [28] Ahmed b.Hanbel-Müsned C.2.S.322, 340, Buharî-Sahih c.4,s. 136-137, Nesaî-Sünen c.8,s.235-236, Ebülfida-Tefsir C.3.S.187. [29] İbn.Asâkir-Tarih C.6.S.257. [30] İbn.Ebî Şeybe-Musannef C.13.S.206. [31] Sâlebî-Arais s.293. [32] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.115, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.361. [33] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.23O. [34] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.115. [35] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596. [36] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.2O5, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.51, Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.4,s.118, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.271. [37] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.51-53. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/205-209. [38] isra: 1 [39] İbn.ishak-Kitabülmübteda velmeb'as c.),s.274 [40] Müslim-Sahih c.2,s.1O14 [41] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.6,s.7 , Müslim-Sahih c.2,s.1O15 [42] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.3,s.45,53 [43] Taberî-Tarih c.1,s.252, Sâlebî-Arais s.308, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228 [44] Salebi-Arais s.308, ibn.Esir Kâmil c.1,s.228 [45] Salebi-Arais s.328, Muhiddin b.Arabi-Muhadara c.1,s.134, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32 [46] Mes'udî-Murucuzzeheb c.1,s.57, Sâlebî-Arais s.308 [47] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.15O, Buharî-Sahih c.4,s.117, Müslim-Sahih c.1,s.37O, İbn.Mace-Sünen c.1,s.248, Nesai-Sünen c.2,s.32 [48] ibn.Hacer-Fethuibârî c.6,s.290-291. [49] Sâiebî-Arais s.308. [50] Yâkubî-Tarih c.1,s.58. [51] Sâlebî-Arais s.308-309. [52] Sâlebî-Arais s.310. [53] Dîneverî-El'ahbar s.21. [54] Yâkubî-Tarih c.1,s.58. [55] Sâlebî-Arais s.310. [56] Sâlebî-Arais s.328, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c 1 s 134. [57] Sâlebî-Arais s.310 [58] Yâkubî-Tarih c.1,s.56, Sâlebî-Arais s.310 [59] Sâlebî-Arais s.310 [60] Yâkubî-Tarih c.ı,s.58. [61] Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.57-58.. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/209-212. [62] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.7,s.56, İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297. [63] İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297. [64] Ebülfida-Elbidaye vennihayec.7,s.55-56. [65] İbn.Haldun- c.ı!s.297. [66] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.551. [67] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c,12,s.323. [68] İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297. [69] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.551. [70] Ebüifida-Eibidayevennihayec.i2,s.324-325. [71] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.551-552, Ebülfida-Elbidaye c.12,s.326 [72] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.12,s.324. [73] İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297. [74] ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.552. [75] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/212-213. [76] Sâd: 35, Taberî-Tarih c.1,s.252, Sâlebî-arais s.293, ibn.Esîr-kâmil c.1,s.229. [77] Taberî-Tarih c.1,s.252 , İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.257, İbn.Esîr-kâmil c.1,s.229. [78] Taberî-Tarih c.1,s.253, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229. [79] Taberî-Tarih C.1.S.253. [80] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.293, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.230. [81] Yâni sabahtan, gün, yarılanıncaya kadar bir aylık, gün, yarılandıktan, geceye kadar da, bir aylık ki, bir günde, iki aylık yol alınırdı. (Taberî-Tefsir c.22,s.68-69) [82] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.293. [83] Dîneverî-El'ahbar s.20. [84] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.294, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.23O. [85] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.51, Sâlebî-Arais s.293. [86] Nemi: 18-19. [87] Sâlebî-Arais s.297. [88] jbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13, s.207, Ebû Nuaym-Hilyalülevliya c.3,s.1O1. [89] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13, s.205-206, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.53, Ebû Nuaym c.4,s.118 M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/213-217. [90] Dîneverî-El'ahbar s.21-22. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/217-218. [91] Sebe': 12-13. [92] Nemi: 15-44. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/218-221. [93] ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.243. [94] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.243, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31. [95] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242. [96] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31. [97] İbn.Asâkir-Tarih C.6.S.272. [98] Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [99] Sâlebî-Arais s.327, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.271, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [100] Taberî-Tarih c.1,s.261, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31. [101] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326, İbn.Asakir-Tarih c.6,s.272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.207. [102] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326. [103] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.271, ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.273, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7 [104] Sâlebî-Arais s.326. [105] Taberî-Tarih c.1,s.261, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid C.8.S.207. [106] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c-8,s.2O7. [107] Taberî-Tarih c.1,s.261, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s,31. [108] Sâlebî-Arais s.326. [109] Salebi s.326, ibn.Asakir c.6,5.273, ibn.Esîr s.242, Heysemî C.8.S.207. [110] Taberî-Tarih c.1,s.261, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31. [111] İbn.Asakir-Tarih c.6,s.273 [112] Sâlebî-Arais s.326-327, İbn.Asakir-Tarih c.6,s.272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.13S, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [113] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327, ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [114] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdara c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O. [115] Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [116] Sâlebî-Arais s.327. [117] Taberî-Tarih c.1,s.26l, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31. [118] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327, ibn.Asakir-Tarih c.6,s.272, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdara c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7 [119] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3l [120] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31 [121] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrarc.1,s.135, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O8. [122] Sâlebî-Arais s.327, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31. [123] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.2O3, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.53, Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.4,s.118, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.271. [124] Sâlebî-Arais s.327, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32.. [125] Sâlebî-Arais s.327. [126] Taberî-Tarih c.1,s.262, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32. [127] Mes'ûdî-Murucuzzehebc.1,s.58, Muhyiddin b.Arabî-muhâdaratülebrar c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32. [128] Sâlebi-Arais s.328, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.244. [129] Taberî-Tarih c.1,s.262, Sâlebî-Arais s.328, ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.243, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdara c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O8 [130] Sebe': 14. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/221-225. [131] Yâkubî-Tarih c.1,s.6O, ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.99. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/225.
DAVUD ALEYHİSSELÂM HAYATI
DAVUD ALEYHİSSELÂM HAYATI
DAVUD ALEYHİSSELÂM . 2 Dâvûd Aleyhısselamın Soyu: 2 Dâvûd Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili: 2 Dâvûd Aleyhisselâmın Hor Görülüşü Ve Kendisine Davar Güttürülüşü: 2 Dâvûd Aleyhisselâmın Davar Güderken Karşılaştığı Haller: 2 Dâvûd Aleyhisselâmın Câlût'la Karşılaşıp Onu Öldürüşü: 3 Tâlût'un Dâvûd Aleyhisselâmı Kıskanarak Öldürmeğe Kalkışı: 5 Dâvûd Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri: 5 Dâvûd Aleyhisselâmın Mescidi Aksâ'yı Yaptırmağa Teşebbüs Edişi: 8 Kur'ân-I Kerimin Dâvûd Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması : 10 Dâvûd Aleyhisselâmın Vefatı: 11 Dâvûd Aleyhisselâma Peygamberimiz Ve Ümmeti Hakkında İnen Vahy: 13 Dâvûd Aleyhısselamın Soyu: Başa Dön Dâvûd b.İşâ[1] Aleyhisselâm; Yehûza b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâmın soyundandır. [2] Dâvûd Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili: Başa Dön Dâvûd Aleyhisselâm: kısa boylu[3], hastalıklı, ak tenli, mavi gözlü, kırmızı yüzlü, ince bacaklı, düz[4] ve az saçlı idi. [5] Tepesinin saçı dökülüp açılmıştı. [6] Gür ve güzel sesli, güzel huylu[7], temiz kalbli[8] ve çok anlayışlı idi. [9] Dâvûd Aleyhisselâmın Hor Görülüşü Ve Kendisine Davar Güttürülüşü: Başa Dön İsa'nın, Dâvûd Aleyhisselâmdan başka, duvar gibi on iki oğlu daha vardı. Dâvûd Aleyhisselâm, kısa boylu ve vücudca, çelimsiz olduğu için, babası İşa, onu, hor görür, insanlar arasına çıkarmaktan utanır, ona, davarlarını güttürürdü. Onu, Şemûyel Aleyhisselâma da, öteki oğullarıyla birlikte göstermek iste-memişti. [10] Dâvûd Aleyhisselâmın Davar Güderken Karşılaştığı Haller: Başa Dön Dâvûd Aleyhisselâm, bir gün[11], babasının yanına gelip[12]: "Ey Babacığım! Ben, şu sapanımla, attığım her şeyi, muhakkak, vuruyor, yere düşürüyorum!" dedi. [13] Babası: "Ey oğulcuğum! Seni, müjdelerim: Allah, senin rızkını, Sapanının içine, koymuştur!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm, başka bir gün, yine, babasının yanına gelip "Ey babacığım! [14] Dağlar arasına girdiğimde, yuvasında duran bir arslana rastladım! Hiç korkmadan, onun üzerine binip kulaklarını tuttum!" dedi[15] Babası: "Müjdelerim seni ey oğulcuğum! Hiç şüphesiz, bu da, Allanın, sana verdiği bir hayırdır." dedi. [16] Dâvûd Aleyhisselâm, yine, başka bir gün de, babasına gelip[17]: "Ey babacığım! [18] Ben, dağların arasında yürüyüp giderken, Allâhı, Teşbih ediyor (Sübhânallâh!) diyorum. Hiç bir dağ kalmamak üzere, bütün dağlar, benimle birlikte, Allah'ı Teşbih ediyor, (Sübhânallâh!) diyorlar." dedi. Babası: "Müjdelerim seni ey oğulcuğum! Hiç şüphesiz, bu da, Allanın, sana verdiği bir hayırdır." dedi. [19] Dâvûd Aleyhisselâmın babası, çok yaşlı bir ihtiyardı, Dâvud Aleyhisselâmın kardeşleri, Câlut'la savaşmak üzre, Tâlut'la birlikte gitmişlerdi. Dâvûd Aleyhisselâm, babasının davarlarını gütmek üzere, geride kalmıştı. İsrail oğullarıyla Amâlıkalar, çarpışmak için, birbirlerine yaklaşmış bulunuyorlardı. Dâvûd Aleyhisselâm, davarlarını yayarken, kendisine bir ses geldii ki: "Ey Dâvûd! Sen, Câlût'u, öldüreceksin! Sen, şurada durup ne yapacaksın? Haydi, davarlarını, Rabb'ına, emânet et de, kardeşlerine kavuş! Tâlût; Câlût'u, öldürecek kimseye, malının yarısını vermeyi ve kızını da, onunla evlendirmeyi va'd etmiş bulunmaktadır!" diyordu. Dâvûd Aleyhisselâm, hemen, davarlarını, Rabb'ine emânet etti. Gidip babasının yanına vardı. Babası, ona: "Sen, davarlarını, ne yaptın?" diye sordu. Dâvûd Aleyhisselâm: "Ben, onlara, en koruyucu Birini, Vekil ettim!" deyince, babası, onun bu sözünden, davarlara, ancak, çoban arkadaşlarından bazısını vekil ettiğini sanmıştı. Savaşa giden kardeşleri için azık hazırlayıp: "Ey oğulcuğum! Hemen, kardeşlerinin yanına git. Düşmanları karşısında, onları, güçlendirmek üzere, yaptığımız şeyleri, kendilerine teslim et! Durumlarını, gör, benim yanıma ve işinin başına dönmekte acele et!" dedi. Dâvûd Aieyhisselâm, kardeşlerinin azıklarını, asasını, torbasını ve sapanını yüklenip hemen yola çıktı. Yolda giderken, bir taş: "Ey Dâvûd! Beni, götür! Senin için -Allah'ın izniyle- Câlût'u, öldüreyim!" diyerek seslendi. Dâvûd Aleyhisselâm, onu, alıp torbasına koydu. Sonra, yoluna devam etti. Başka bir taş, ona: "Ey Dâvûd! Beni de, al!" diye seslendi. Dâvûd Aleyhisselâm, ona: "Sen, kimsin?" diye sordu. Taş: "Ben, İshak'ın taşıyım ki, o, benimle, şunları, şunları, öldürdü! Ben -Allah'ın izniyle- Câlût'u, öldürürüm!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm, onu da, alıp torbasına koydu. Sonra, yoluna devam etti. Daha başka bir taşa rastladı ki: "Ey Dâvûd! Beni de, yanına al!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm, ona: "Sen, kimsin?" diye sordu. Taş: "Ben, Yâkub'un taşıyım. Ben -Allah'ın izniyle- Câlût'u, öldürürüm!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm, ona: "Sen, onu, nasıl öldüreceksin?" diye sordu. Taş: "Ben, rüzgârdan, beni -Câlût'un tolgasına ulaştırıp alnına değdirmesi için- yardım etmesini isterim ve onu, öldürürüm!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm, onu da, alıp torbasına koydu.[20] İşte, Dâvûd Aleyhisselâm; böylece, yolda rastlayıp: "Ey Dâvûd! Bizi al! Câlût'u, bizimle vurup öldürürsün!" diyerek seslenen üç taşı alıp torbasına yerleştirmişti. [21] Dâvûd Aleyhisselâmın Câlût'la Karşılaşıp Onu Öldürüşü: Başa Dön Dâvûd Aleyhisselâm, gelince, Tâlût, Yağ Boynuzunu, onun başına koydu. Boynuzdaki yağ, kaynamağa başladı. Dâvûd Aleyhisselâm, yağdan, süründü. Tennûr'u da, vücûdu, doldurdu. [22] Buna, Şemûyel Aleyhisselâm da, Tâlût ta, İsrail oğulları da, sevindiler.[23] Tâlût, Dâvûd Aleyhisselâma: "Sen, Câlût'u, öldürürsen, kızımı, seninle evlendirsem ve ülkemde senin hükmünü de, geçerli kılsam olmaz mı?" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Olur!" dedi. Tâlût; atını, zırhını ve silahlarını, Dâvûd Aleyhisselâma verdi. Dâvûd Aleyhisselâm, ata, bindi. Silahlan, kuşandı. Biraz gittikten sonra, kalbinde, bir büyüklenme ve onurlanma his edince, acele, Tâlût'un yanına döndü. Tâlût'un çevresindeki kimseler: "Delikanlı, korktu!" dediler. Dâvûd Aleyhisselâm, gelip Tâlût'un önünde durdu. Tâlût: "Sana, ne hal oldu?" diye sordu. Dâvûd Aleyhisselâm: "Bırak beni de, onunla, istediğim gibi, çarpışayım!" dedi. Tâlût: "İstediğini, yap!" deyince, at ve silahlarını, bıraktı. Sapanını, alıp[24] Câlût'a doğru ilerledi. Câlût: insanların en güçlüsü ve en katı yüreklisi idi. [25] Başına, ağır bir demir Tolga geçirmiş; irilikte ve güçlülükte benzeri bulunmayan alaca bir ata da, binmişti. [26] Câlût, Dâvûd Aleyhisselâmı görünce, Allah, onun kalbine bir korku düşürdü. [27] Dâvûd Aleyhisselâma: "Sen mi, benimle çarpışmak için karşıma çıktın?" diye sordu. Dâvûd Aleyhisselâm: "Evet!" dedi. Câlût: "Hay oğulcuğum! Köpeğe taş atıldığı gibi, sen de, bana, Sapanla taş mı atacaksın?!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Evet! Sen, köpekten de, kötüsün!" dedi. [28] Câlût: "Ey genç! Geri dön! Seni, öldürmeye acıyorum!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Hayır! Belki, ben, seni öldüreceğim!" dedi. [29] Câlût kızdı: "Sen, artık, hakettin: Ben, senin etini, vahşi hayvanlarla gök kuşları arasında bölüştürecek, onlara, yem edeceğim!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Bismillah! Belki, Allah, senin etini, vahşi hayvanlarla gök kuşları arasında bölüştürecek, yem edecektir!" dedi. [30] Hemen, Torbasından bir taş çıkarıp sapanına koydu. Her taşı, çıkarıp Sapanına koyarken: "Bu, Atam İbrahimin ismiyle! Bu, Atam İshak'ın ismiyle! Bu, Atam İsrail'in (Yâkub'un) ismiyle![31] diyordu. [32] Diğer rivayete göre: Torbasından ilk taşı alırken: (Bismillâhi İlâh-i İbrahim = İbrahimin İlâhı olan Al-lâhın ismiyle!" dedi ve onu, Sapanına yerleştirdi. İkinci taşı alırkan: (Bismillâhi İlâh-i İshak = İshak'ın İlâhı olan Allah'ın ismiyle!" dedi ve onu, Sapanına, yerleştirdi. Üçüncü taşı alırken: Bismillâhi İlâh-i Yâkub = Yâkubun İlâhı olan Allah'ın ismiyle!" dedi ve onu, Sapanına yerleştirdi. [33] Dâvûd Aleyhisselâm, elini, Sapanın içine soktuğu zaman,'[34], koymuş olduğu üç taşın, bir taş halıne geldiğini gördü.[35] Yüce Allah, Meleklerine, Vahy edip: "Kulum Davud'a, yardım ediniz!" buyurdu. [36] Dâvûd Aleyhisselâm, Sapanına koyup attığı üçüzlü taşla, Câlût'u, iki gözünün arasından vurdu! Taş, Câlût'un başını, delip arkasından çıktı. [37] Câlût'u, ölü olarak yere düşürdü. [38] Ve değdiği, herkesi de, öldürdü. Câlût'un ordusu, bozguna uğradı. [39] Tâlût; düşmanına karşı, Allah'ın yardımıyla muzaffer olarak İsrail oğullarıyla birlikte savaş meydanından ayrıldı[40] Tâlût, kızını, Dâvûd Aleyhisselâmla evlendirdi. [41] Servetinin yarısını da, ona, verdi[42]. Mülkünde Onun Mührünü de, geçerli kıldı. [43] Başka rivayete göre: Tâlût, yönetimin üçte birini de, Dâvûd Aleyhisselâma bıraktı.[44] Tâlût'un Dâvûd Aleyhisselâmı Kıskanarak Öldürmeğe Kalkışı: Başa Dön Halkın, Dâvûd Aleyhisselâma meyledip sevgi göstermeğe başladıklarını görünce, Tâlût'un, kıskançlığı tuttu, onu, öldürmeğe kalktı. [45] Fakat, Yüce Allah, Dâvûd Aleyhisselâmı, onun sû-i kasdinden korudu. [46] Dâvûd Aleyhisselâm, ona, mukabelede bulunmaktan[47], onun mülkünde ona, kıskançlık göstermekten kaçındı. [48] Ona: "Allah, Davud'a rahmet etsin! O, benden daha hayırlıdır! Ben, fırsat bulunca, onu, öldürmeğe kalkıyorum! Halbuki, o, fırsat bulunca, beni, öldürmekten el çekiyor!" dedirtti. [49] Tâlût, en sonunda, yaptıklarına pişman olup Şemûyel Aleyhisselâmın kabrine giderek tevbe etmiş, oğulları ile birlikte katıldığı savaşta öldürüldükten sonra, Dâvûd Aleyhisselâm, İsrail oğullarının yönetimini, tamamı ile ele almış[50], işi, gittikçe, büyümüştür. [51] Sanıldığına göre: Dâvûd Aleyhisselâmın hükümdarlığı; Rum kralı Dakyanus ve Eshab-ı Kehf zamanında[52], Keyhusrev b.Syavş'in asrında idi. [53] Dâvûd Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri: Başa Dön Yüce Allah; Dâvûd Aleyhisselâma saltanat verdiği gibi, Hikmet (Peygamberlikle, vermiş[54], kendisinde hükümdarlıkla Peygamberliği birleştirmiş[55], kendisine, semavî kitablardan Zebur'u indirmiştir. [56] Dâvûd Aleyhisselâm; İsrail oğullarına kral olduğu zaman, kılık değiştirip kendisini belirsiz ederek halk arasına karışmayı ve kendisinin icrâât ve gidişatı hakkında soruşturma yapmayı âdet edinmişti. [57] Çarşıda, pazarda[58], gördüğü kimsenin, hemen yanına varır: Ona: "Dâvûd hakkında ne dersin?" diye sorar, o da, onu öever ve hayırlı olduğunu söylerdi. [59] Kendisi hakkında soruşturma yapıp ta, ibâdette, gidişatta ve adalette hayırlı olduğunu övmeyen bir kimse yoktu. [60] Dâvûd Aleyhisselâm; böyle, her karşılaşıp sorduğu kimselerden: "O, kendisi için de, ümmeti için de, Allah'ın, yaratıklarının hayırlısıdır!" cevabını aldığı[61] günlerden bir günde idi ki[62], Yüce Allah insan suretine koyduğu bir Meleği, onunla karşılaştırdı. [63] Dâvûd Aleyhisselâm, onu, görünce[64], âdeti vechile[65], başkalarına sora geldiği gibi[66], kendisini, ona da, sordu. [67]: "Şu kral Dâvûd hakkında ne dersin?" dedi. [68] Melek insan: "O, ne iyi adamdır! [69] Kendisi ve ümmeti için, insanların hayırlısıdır! [70] Ne olurdu, kendisinde olan bir şey de, olmasaydı[71], Kâmil olurdu!" dedi. [72] Dâvûd Aleyhisselâm, buna hayret ve merak ederek[73]: "Ey Allanın kulu! [74] Nedir o şey?" diye sordu. [75] Melek insan: "Dâvûd[76], Beytülmal'dan[77], Müslümanların malından[78], yiyor[79], rızıklanıyor[80] ev Halkına da, yediriyor. [81] Ne olurdu o, Ev halkına, Beytülmaldan yedirmeseydi! [82] Keşke, kendisi, elinin emeğinden yeseydi, faziletlerini, tamamlardı!" dedi. [83] Bu, Dâvûd Aleyhisselâmı[84] uyarmağa yetti. [85] Yüce Allah'a: "Ey Allâhım! Rızkın, en güzeli, hangisidir?" diye sordu. "Ey Dâvûd! Elinin emeğidir!" buyuruldu. [86] Dâvûd Aleyhisselâm, hemen geri döndü. [87] Kendisini ve Ev halkını[88], Beytülmal'a muhtaç etmeksizin[89], elinin emeğiyle geçindirecek[90] bir geçim yolu ihsan etmesini[91], bir sanat[92] öğretmesini[93] ve onu, kendisine kolaylaştırmasını[94] Yüce Allâh'dan diledi. [95] Yüce Allah da, ona, demiri, hamur gibi yumuşatacak bir kudret ihsan etti. [96] Demir; ateşe sokulmaksızın, çekiçle vurulmaksızın, Dâvûd Aleyhisselâmın elinde mum, hamur ve çamur gibi olur, Dâvûd Aleyhisselâm, onu, istediği şekle koyardı. [97] Yüce Allah, ona, zırh gömlek yapma sanatını da, öğretti. [98] Bu, Yüce Allah'ın, onun için seçtiği bir sanattı. [99] O, böylece, zırh gömlek yapıcısı oldu. [100] Dâvûd Aleyhisselâm, zırh gömlek yapanların ilki olduğu gibi[101], onu, giyenlerin de, ilki idi. [102] Ondan önce, zırh, gömlek halinde değil, levha halinde yapılır ve kullanılırdı. [103] Dâvûd Aleyhisselâm, zırh gömlek yapmağa koyuldu. [104] Lukman Hakîm, hiç zırh gömlek görmemişti. [105] Dâvûd Aleyhisselâmı, zırh gömlek yaparken görünce[106], teaccüb etti. [107] Bunun, ne olduğunu, bilmediği için, Dâvûd Aleyhisselâma sorup öğrenmeğe isteklendi ise de, Dâvûd Aleyhisseiâmın onu örüp boşalmasına kadar susmayı tercih etti, [108] Hikmeti, onu, ona sormasına engel oldu. [109] Ne ona, ne yaptığını sordu, ne de o, haber verdi.[110] Dâvûd Aleyhisselâm, kalkıp zırh gömleği, sırtına giyindi ve: "Savaş eri için, ne güzel bir gömlektir!" dedi. Lukman Hakîm, onunla, ne yapılmak istendildiğini, öğrenince[111]: "Susmak, Hikmettir! Fakat, susanı, pek azdır!" dedi. [112] Dâvûd Aleyhisselâm; her gün, Bir zırh gömlek yapar[113], yaptığı[114] her zırhı, dört bine satar[115], bundan, hem kendisinin, hem ev halkının geçimini sağlar, hem de, yoksullara ve züğürtlere tasaddukta bulunurdu. [116] Rivayete göre: kazancının üçte birini, hemen fakirlere tasadduk eder, üçte biri ile kendisine ve Ev halkına yetecek geçimlik satın alır, üçte birini ise, başka bir Zırh yapıncaya ve bir günden o bir güne kadar tasadduk etmek üzre, yanında tutardı. [117] Dâvûd Aleyhisseiâmın, hurma yaprağından yaptığı zenbili çarşıya gönderip sattırarak onun parasıyla geçindiği de, rivayet edilir. [118] Peygamberimiz Aleyhisseiâmın da, açıkladıkları gibi: Dâvûd Aleyhisselâm: "Kendi elinin emeğinden başkasını, yemezdi." [119] Dâvûd Aleyhisselâm; zamanını, üçe ayırmış: Bir gününü, halk arasında hüküm vermeğe, Bir gününü, tenhâya çekilip Rabbına ibâdet etmeye, Bir gününü, kadınlarıyla meşgul olmaya tahsis etmişti. [120] Diğer rivayete göre: Zamanını, dörde ayırmış: Bir gününü, kadınlarile meşgul olmaya, Bir gününü, ibâdete, Bir gününü, İsrail oğulları arasında hüküm vermeğe tahsis etmişti. Dördüncü günde ise, İsrail oğullarına hatırlatmada, uyarmada bulunur, onlar da, ona, hatırlatmada, uyarmada bulunurlar'[121], o, onları, ağlatır, onlar da, onu, ağlatırlardı. [122] Dâvûd Aleyhisselâm; her gecenin yarısında uyur, üçte birinde namaz kılardı. Gecenin altıda birinde yine uyurdu. [123] Kendisi, insanların en çok ibadetlisi idi. [124] Yüce Allah, ibâdet için, ona büyük güc ihsan etmişti[125] Dâvûd Aleyhisselâm; Allâha ibâdet için, en faziletli vakitleri araştırırdı. Nitekim bir gün, Cebrail Aleyhisselâma: "Ey Cebrail! Hangi gece, efdaldir?" diye sormuş, Cebrail Aleyhisselâm da: "Ey Dâvûd! Seher vaktinde Arş'ın titreyişinden başkasını, bilmiyorum!" demişti. [126] Dâvûd Aleyhisselâm; bir gün oruç tutar, bir gün, iftar eder'[127], yılın yarısını, oruçlu geçirirdi. [128] Çok mütevazı' idi. Mescidlere girer, göz ucuyla, İsrail oğullarının halkalandıkları yere bakar, yanlarına varıp oturur ve: "Miskîn, miskinlerin aralarında yakışır!" derdi. [129] Dâvûd Aleyhisselâm, çok ağlardı. [130]' Yere kapanıp o kadar ağlardı ki[131] otlar, yeşerirdi... Yüce Allah: "Ey Dâvûd! [132] Ne istiyorsun[133] Malını, çocuklarını[134], ömrünü[135], saltanatını[136] artırmamı mı istiyorsun?" diye Vahy etti. [137] Dâvûd Aleyhisselâm: "Yâ Rabb! Beni, yarlığa!" demiş[138] ve yarlıganmıştı. [139] Dâvûd Aleyhisselâm: "İlâhî Ben, Sana, nasıl hakkıyle şükredebilirim ki: Senin nimetin olmadıkça, Sana, şükretmeye de, güc yetiremem!" dedi. Yüce Allah, ona: "Ey Dâvûd! Sana gelen nimetin, benden olduğunu, biliyorsun değil mi? buyurdu. Dâvûd Aleyhisselâm: "Evet yâ Rab!" dedi. Yüce Allah: "Ben, bunu, senin tarafından şükür olarak kabul ettim!" buyurdu. [140] Dâvûd Aleyhisselâm: "İlâhî! Saçımın her teli, iki dil olup bütün zaman boyunca gece ve gündüz, Seni, Teşbih ve Takdis etselerdi, yine, Senin nimet hakkını ödeyemezdim dedi. [141] Dâvûd Aleyhisselâm; insanların en çok sabırlısı, en çok uluslusu, öfkesini en çok yeneni idi. [142] Dâvûd Aleyhisselâmın Mescidi Aksâ'yı Yaptırmağa Teşebbüs Edişi: Başa Dön Dâvûd Aleyhisselâmın zamanında, israil oğulları, öldürücü bir Taun hastalığına yakalanmışlardı. Dâvûd Aleyhisselâm, İsrail oğullarını Beytülmakdis'te bir yere götürmüş[143] Sahra'nın yerinde durup Taunu, onlardan kaldırmasını, onların kabullendikleri üç gün kütle halinde ölme cezasından afvedilmelerini orada Allah'dan dilemiş, Allah da, onun duasını kabul ederek onlardan ölümü[144] ve Tâûnu kaldırmıştı. [145] Dâvûd Aleyhisselâm, o sırada, Meleklerin ellerindeki sıyırılmış kılıçlarını, kınlarına sokarak Sahra'dan, semâya, altun merdivenden yükseldiklerini görmüş[146], İsrail oğullarına: "Yüce Allah, size ihsan ve merhamet etti. Ona, şükrünüzü, yenileyiniz! demişti. İsrail oğulları: "Ne yapmamızı, bize emredersin?" diye sordular. Dâvûd Aleyhisselâm: "Allah'ın, size merhamet ettiği şu Kaya'nın üzerini, Mescid edinmenizi, emrediyorum! [147] Çünkü, orası, Mescid edinilmeğe lâyık bir yerdir. [148] Onun içinde siz ve sizden sonrakiler, Allah'ı zikirden uzak kalmayacaklardır" dedi. Bunun üzerine, orada bir Mescid yapmak istedikleri zaman, yanlarına iyi halli, fakir bir adam gelip İsrail oğullarına: "Benim, bu yerin içinde bir yerim vardır ki, benim, ona ihtiyacım var! Beni, hakkımdan men etmeniz, size helal olmaz!" dedi. İsrail oğulları: "Ey kişi! İsrail oğullarından, şu Kaya üzerinde senin hakkın gibi hakkı olmayan bir kimse yoktur! Sen, insanların en pintisi olma ve bu hususta, bizi sıkıntıya sokma!" dediler. Fakit adam: "Ben, hakkımı, biliyorum. Siz ise, hakkınızı, bilmiyorsunuz!" dedi. İsrail oğulları: "Rızan ile, gönlünden koparak vermezsen, biz, onu, senden zorla alırız!" dediler. Fakir adam: "Siz buna, Allâhın hükmünde, Davud'un hükmünde bir dayanak buldunuz mu?" dedi. Durum, Dâvûd Aleyhisselâma haber verildi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Onu, razı ediniz!" dedi. İsrail oğulları: "Ey Allâhın Peygamberi! Orayı, ondan, kaça satın alalım?" diye sordular. Dâvûd Aleyhisselâm: "Onu, yüz koyuna satın alınız!" dedi. Fakir adam: "Ey Allâhın Peygamberi! Bana, biraz artır!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Onu, yüz sığıra, satın alınız!" dedi. Fakir adam: "Biraz daha artır!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Onu, yüz deveye satın alınız!" dedi. Fakir adam: "Ey Allâhın Peygamberi! Biraz daha artır! Sen, bunu, Allah için satın alıyorsun. Allah ise, Kerîm'dir, pinti değildir!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Haydi, sen de, bir şey söyle, bu hususta bir hüküm ver!" dedi. Fakir adam: "Hakkımı, bir zeytun, bir hurma ve bir üzüm bahçesi karşılığında satın " dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Olur!" dedi. Fakir adam: "Onu, sen, Yüce Allah için satın al, pintilik etme!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Sen, dilediğini, iste!" dedi. Fakir adam: "Sen, Allah katında benden daha şereflisindir. Onun karşısında, oğluma, yüksek bir duvar yaptır ve onu, altunla, istersen, gümüşle doldur!" dedi. Dâvûd Almeyhisselâm: Bu, kolaydır!" dedi. Fakir adam, İsrail oğullarına dönüp: "Bu, o muhlis tevbekârdır!" dedikten sonra, Dâvûd Aleyhisselâma: "Ey Allanın Peygamberi! Allah'ın, benim bir tek günahımı bağışlaması, bana, bağışlanacak her şeyden daha sevgilidir.." dedi. [149] Mescid-i Aksa arsası hakkındaki başka bir rivayette, fakir adam yerine, bir genç gösterilir ve hâdise, şöyle anlatılır: Dâvûd Aleyhisselâm, arsa sahibi gencin yanına varıp: "Ben, burada, oğluma, Allah rızası için bir Mâbed yapmakla emrolundum!" der. Genç: "Allah, sana, burayı, benim rızam olmaksızın, almanı da, emretti mi?" diye sorar. Dâvûd Aleyhisselâm: "Hayır!" der. Yüce Allah, Dâvûd Aleyhisselâma: "Yer yüzünün hazinelerini, senin emrine verdim. Onu, razı et!" diye Vahy eder. Bunun üzerine, Dâvûd Aleyhisselâm, gencin yanına gidip: "Seni, razı etmek için emrolundum. Sana, bu yerin için, bir Kantar altun!" der. Genç: "Kabul ettim ey Dâvûd! Fakat, sorarım sana: bu yer mi daha hayırlı ve kıymetlidir? Yoksa, bir Kantar altun mu?" der. Dâvûd Aleyhisselâm: "Hayır! Senin yerin daha hayırlı ve kıymetlidir!" diye cevap verir. Genç: "Öyle ise, beni, razı et!" der. Dâvûd Aleyhisselâm: "Sana, üç Kantar!" der. Fakat, genç, artırıldıkça; "Beni, razı et!" demeye devam eder. Dâvûd Aleyhisselâm, dokuz Kantara kadar yükseltir. Yeri satın aldıktan sonra, Mescid'in inşasına başlar, Duvarların örülmesi bittiği sırada, üçte ikisi yıkılır. [150] Dâvûd Aleyhisselâm, Mescidin yapımını tamamlayamadan vefat etmiş ve tamamlamasını, oğlu Süleyman Aleyhisselâma vasiyet etmiştir. [151] Kur'ân-ı Kerimin Dâvûd Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması : Başa Dön Dâvûd Aleyhisselâm hakkında Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Derken (İsrail oğulları) Allanın izniyle, onları (düşmanlarını) bozguna uğrattılar. Dâvud da, Câlût'u, öldürdü. Allah da, ona, saltanat ve Hikmeti (Peygamberliği) verdi ve daha dilemekte olduğundan da, bazı şeyler öğretti. Eğer, Allah; insanların bir kısmını, bir kısmıyla önleyip savmasaydı, yer (yüzü) muhakkak, fesada uğrardı. Fakat, Allah, âlemlere karşı, büyük fazi (ve inayet) sahibidir." [152] ".....And olsun ki: biz, Peygamberlerin kimini, kiminden üstün kılmışızdır. Davud'a da, Zebur verdik.'[153] "İsrail oğullarından olup ta, küfredenlere, Davud'un da, Meryem oğlu İsânın da, diliyle lanet olunmuştur. Bunun sebebi: isyan etmeleri ve ifrata sapmaları idi. Onlar, işledikleri her hangi fenalıktan birini vazgeçirmeğe çalışmazlardı. Gerçekten, yapmakta devam ettikleri (o hal) ne kötü idi!" [154] "Davud'u ve Süleyman'ı da, (an!) Hani onlar, ekin (bağ meselesi) hakkında hüküm veriyorlardı. Hani, kavmin davarı (geceleyin) çobansız olarak ekinin (bağın) içinde yayılmış (zarar yapmış)tı. Onların (verdikleri) hükmün biz Şâhidleri idik. Biz, o(nun fetvası)nı, hemen Süleymana anlatmıştık. (Zâten) biz, her birine hükm ve İlim vermiştik. Dağları ve kuşları, Dâvûd ile birlikte Teşbih etmek üzre râm etmiştik. (Bütün) bunları, yapanlar, biz idik. Biz, ona, sizin için, sizi, muharebenin şiddetinden korumak için, giyecek (Zırh) sanatını öğrettik. Şimdi, siz (bundan dolayı) şükredenler misiniz?" [155] And olsun ki: biz, Davud'a ve Süleyman'a İlim vermişizdir. (Bundan dolayı) onlar: "Bizi, Mü'min kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun! dediler. Süleyman, Davud'a, Mirasçı oldu. "Ey insanlar! Bize, kuşların dili öğretildi. Bize, her şeyden verildi. Şüphesiz ki: bu, apaçık bir üstünlüğün ta kendisidir" dedi. [156] "And olsun ki: biz, Dâvûda tarafımızdan bir imtiyaz vermişizdir. (Dağlara): Ey dağlar! Onunla birlikte Teşbih ediniz! (dedik) Kuşlara da (bunu, emrettik). Ona, demiri de (mum gibi) yumuşattık. "(Bütün bedeni örtecek) uzun Zırhlar, yap! (Onları) dokumada intizamı gözet!" diye (emrettik) (Ey Dâvûd Hanedanı!) iyi amel (ve hareketlerde bulununuz! Çünkü, hakikat, ben, ne yaparsanız, gören'im!" [157] "(Ey Resulüm!) Onlar, ne derlerse, sabret! Kulumuzu, o kuvvet sahibi Davud'u, hatırla! Çünki, o, dâima, (Allâhın rızasına) dönen bir (Zat) idi. Gerçekten, biz, dağları (kendisine) müsahhar kıldık ki, bunlar, akşamleyin ve kuşluk vakti, onunla birlikte durmayıp Teşbih ederlerdi. (Her yandan, ona doğru) toplanıp gelen kuşları da, kendisine râm ettik. (Gerek o dağlardan, gerek bu kuşlardan) her biri (itâatla ona) dönücü idi. Ona, mülkünü de, kuvvetlendirdik. Ona, Hikmet ve Fasl-ı hitab verdik. Sana, o davacıların haberi geldi mi? Hani, onlar, duvardan Mescide tırmanmışlardı. O vakit, Davud'un karşısına girivermişlerdi de, o, bunlardan, telaşa düşmüştü. Korkma! (biz) iki dâvâcı(yız) Birimiz, öteki(nin hakkı)na tecavüz etti. Şimdi, sen, aramızda adaletle hükmet, aşın gitme! Bizi, doğru yolun ortasına çıkar" dediler. (Onlardan biri): Şu, benim kardeşimdir. Onun, doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise, bir tek dişi koyunum var. Böyle iken, o: onu, bana ver! dedi. Mücadelede beni yendi. (Dâvûd): And olsun ki: o, senin dişi koyununu, kendi dişi koyunlarına (katmak) istemesiyle, sana, zulm etmiştir. Gerçekten, (Mallarını, birbirine) katıp karıştıran (ortak)ların çoğu, mutlaka birbirine haksızlık edendir. İman edip te, güzel güzel amel (ve hareketlerde bulunanlar müstesna! "Fakat, bunlar da, ne kadar azdır" dedi. Dâvûd, sandı ki, biz, kendisine, mutlaka bir azab hazırladık. Bunun üzerine, o, Rabb'ından setr (ve himaye) edilmesini istedi.[158] Rükû ile yere kapandı.[159] (Allâha) döndü. Biz de, onu, Salih (bir Zat olarak intihab) ettik. Nezdimizde onun muhakkak bir yakınlığı ve bir akıbet güzelliği vardır. Ey Dâvûd! Biz, seni yeryüzünde Halîfe yaptık. O halde, insanlar arasında hak (ve adâlet)le hükm et! (Hükmünde) hevâ (ve hissiyatına) tâbi olma ki, bu, seni, Allah yolundan saptırır. Çünkü, Allah yolundan sapanlar (yok mu?) hisab gününü unuttukları için, onlara, pek çetin bir azab vardır. [160] Dâvûd Aleyhisselâmın Vefatı: Başa Dön Dâvûd Aleyhisselâm, son zamanlarında, bir gün Yüce Allah'a: "Yâ Rab! Ömrüm uzadı, yaşım, büyüdü. Bacaklarım, zayıfladı!" diyerek halini arz etmişti. Yüce Allah, ona: "Ey Dâvud! Ne iyidir o kişi için ki, ömrü, uzamış, ve ameli, güzel olmuştur!" diye Vahy buyurdu. [161] Dâvûd Aleyhisselâmın hastalığı şiddetlenip ağırlaşınca, oğlu Süleyman Aley-hisselâma: "Sen, İlâh'ın olan Rabb'ın tavsiyelerine göre amel ve hareket et! O'nun, Mûsâ b.İmran'a indirmiş olduğu Tevrat'taki Mîsakları, Ahidleri ve Tavsiyeleri, koru!" dedi. [162] Dâvûd Aleyhisselâm, ailesi hakkında son derece kıskançtı. Dışarıya çıktığı zaman, kapılar, kilitlenir, kendisi, dönünceye kadar, ailesinin yanına, hiç kimse giremezdi. Kendisi, yine, bir gün, dışarı çıkmış, kapılar kilitlenmişti. Zevcelerinden birisi, evin kapısını açıp ta, evin ortasında bir adamın dikilip durduğunu görünce, kendi kendine: "Evde, bir kimse var!? Ev, kilitli olduğu halde, bu adam, eve, nereden girdi?! Vallahi, Dâvûd, bize, bağırır, çağırır, azab eder!" dedi. Tam o sırada, Dâvûd Aleyhisselâm da, gelip adamın, evin ortasında ayakta dikildiğini görünce[163] ona : "Seni, bu eve, bu vakitte, izinsiz olarak kim soktu?! dedi[164] ve: "Sen, kimsin?" diye sordu. Adam: "Ben, öyle bir kimseyim ki: krallardan korkmam ve hiç bir şey de, benden imtina' edemez, korunamaz! [165] Ben, kralların yanlarına, izinsiz girerim!" dedi. [166] Dâvûd Aleyhisselâm: "Öyle ise, sen[167], Vallahi, [168] Ölüm Meleğisin!" dedi. [169] Adam: "Evet!" dedi. [170] Dâvûd Aleyhisselâm: "Hoş geldin Allah'ın emriyle!" dedi. [171] "Sen, dâvetci olarak mı? Yoksa, ölüm haberi getirici olarak mı geldin?" diye sordu. Ölüm Meleği: "Ölüm haberi getirici olarak geldim!" deyince Dâvûd Aleyhisselâm: "Bundan önce[172], ölüme hazırlanmam için, bana, haber göndersen olmaz mı idi?" dedi. Ölüm Meleği: "Ben, sana[173], kaç kereler[174], pek çok kereler[175] haber göndermişimdir. [176] Sen, uyanmadın!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm: "Senin, bana gönderdiğin[177] Elçin, kimdi?" diye sordu. [178] Ölüm Meleği: "Ey Dâvûd! [179] Baban[180] İşa[181], nerede? [182] Annen, nerede[183] Kardeşin[184], nerede?'[185] Komşun[186], nerede? [187] Tanıdıkların[188], filan, filan[189] neredeler?" diye sordu. [190] Dâvûd Aleyhisselâm: "Onların hepsi[191], öldüler!" dedi. [192] Ölüm Meleği: "Bilemedin mi ki[193]: onlar, sana: Sen de, muhakkak, onlar gibi, öleceksin!" diyen[194], sana, ölüm nöbetini tebliğ eden[195], benim birer Elçilerimdi!" dedi. [196] Dâvûd Aleyhisselâm, Mihrabından inerken, Ölüm Meleği, onun yanına varmış bulunuyordu. Dâvûd Aleyhisselâm, ona: "Beni, bırak ta, ya aşağı ineyim, ya da, yukarı çıkayım!" dedi. Ölüm Meleği: "Ey Allanın Nebîsi! Yıllar, aylar, yiyecek ve içecekler tükendi artık!" dedi. Dâvûd Aleyhisselâm, hemen Mihrabın basamaklarından bir basamağın üzerinde secdeye kapandı. Ölüm Meleği, onun ruhunu secdede iken, kabzetti. Dâvûd Aleyhisselâmın vefat ettiği gün, cumartesi günü idi. [197] Dâvûd Aleyhisselâm, o zaman, yüz yaşında idi. [198] Dâvûd Aleyhisselâm, yıkanıp kefenlendikten sonra -Süleyman Aleyhisselâmın emriyle- kuşlar, Dâvûd Aleyhisselâmın cesedini, kanadlarıyla gölgelediler. [199] Dâvûd Aleyhisselâmın on dokuz oğlu vardı. Hükümdarlığa, Hikmetine ve bilgisine ve Peygamberliğine, oğullarından, yalnız Süleyman Aleyhisselâm vâris oldu. [200] Ona ve gönderilen bütün Peygamberlere Selâm olsun![201] Dâvûd Aleyhisselâma Peygamberimiz Ve Ümmeti Hakkında İnen Vahy: Başa Dön Rivayete göre: Dâvûd Aleyhisselâma, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisse-lâm ve Ümmeti hakkında şöyle Vahy edilmiştir: "Ey Dâvud! Senden sonra, Sâdık ve Seyyid bir Peygamber gelecektir ki, onun ismi: Ahmed ve Muhammed'dir. Ben, ona, hiç bir zaman kızmam ve o da, beni, hiç bir zaman kızdırmaz. O, bana âsi olmazdan önce, ben, onun bütün geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlamışımdır. Onun ümmeti de, rahmete ermiştir. Nafilelerden, Peygamberlere verdiklerimin mislini onlara da, vermişimdir. Nebilere ve Resullara Farz kıldığım şeyleri, onlara da, Farz kılmışımdır. Kıyamet günü, onlar, bana, gelecekler, onların nurları, Peygamberlerin nurları gibidir. Kendilerinden önceki Peygamberlere farz kıldığım gibi, her namazda abdest alıp temizlenmelerini, onlara da, Farz kıldım. Kendilerinden önceki Peygamberlere emrettiğim gibi, cünüplükten gusl etmelerini, onlara da, emrettim. Kendilerinden önceki Peygamberlere emrettiğim gibi, Hacc etmelerini, onlara da, emrettim. Kendilerinden önceki Peygamberlere emrettiğim gibi, Cihadı, onlara da emrettim. Ey Dâvud! Ben, Muhammed'i, ve onun Ümmetini, kendilerine verip başkalarına vermediğim altı hasletle ki; Yanılma ve unutmalarından dolayı, muâhaze etmemek, Kasitsiz olarak işledikleri günahlarından dolayı, benden mağfiret diledikleri zaman, bağışlamak, Gönüllerinden koparak Âhiretleri için gönderdikleri şeylere, hemen dünyada, kat kat karşılık vermek, Âhirette de, onlar için katımda kat kat sevap biriktirmek... suretiyle, bütün Ümmetlere üstün kıldım. Onlar; kendilerine verdiğim belâ ve musibetlere katlanır: "Bizler, Allah'ın kullarıyız ve Ona, dönücüleriz!" derler. Onlar, bana düa ederlerse, yâ acilen veya kendilerinden, kötülüğü kaldırmak, ya da, kendileri için, Âhirette sevap biriktirmek sûretile, dualarına icabet ederim. Ey Dâvud! Muhammed'in Ümmetinden, kim, "Allâh'dan başka ilâh yoktur, O, birdir, onun şerîki yoktur!" diye şehâdet ve tasdîk ederek bana gelirse, o, katımda, Cennetimde ağırlanır, ikramımı görür. Kim de, Muhammed'i, yalanlar veya onun, tarafımdan getirip tebliğ ettiklerini yalanlar ve Kitabımla alay eder olduğu halde, bana gelirse, kabrinde onun üzerine azap yağdırır dururum! Melekler de, onun yüzüne ve arkasına vurur, sonra da, kendisini, Cehennem'-in en dibine sokarlar..." [202] [1] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.S5, ibn.Kuteybe-Maarif s.21, Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Miistedrek c.2,s.585. [2] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.55, Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s 585, Sâlebi-Arais s.275, ibn.Asakir- Tarih c 5.S.190, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.223. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/179. [3] ibn.Kuteybe-Maarif s.21, Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.19O, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.223. [4] Sâlebî-Arais s.275. [5] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.223. [6] ibn.Kuteybe-Maarif s.21. [7] Sâlebi-Arais s.275. [8] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, Sâlebî-Arais s.275, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.19O. [9] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, Sâlebî-Arais s.275. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/179. [10] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.219. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/179. [11] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.219-220. [12] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270. [13] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî s.270, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O.. [14] Taberî-Tarih C.1.S.245, Sâlebî-Arais s.270. [15] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O. [16] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270. [17] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s220. [18] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270. [19] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.220. [20] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s. 190-191. [21] Taberî-Tarih C.1.S.245, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/180-182. [22] Taberî-Tarih c.1,s.245. [23] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O. [24] Sâlebî-arais s.271. [25] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.271. [26] Sâlebî-Arais s.271. [27] Taberî-Tarih d.s.245, Sâlebî-Arais s.271. [28] Sâlebî-Arais s.271. [29] Taberî-Tarih C.1.S.245. [30] Sâlebî-Arais s.271. [31] Davud Aleyhisselâm, Atalarına aid olan o taşları, onların adına, düşmana atacağını söylemek istemiştir. [32] Taberî-Tarihc.1,s.245. [33] Sâlebî-Arais s.271. [34] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.191. [35] Taberî-Tarih c.1 ,s.245, Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1 ,s.55, Sâlebî-Arais s.271, İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.191, Ebülfidâ-Elbidaye vennihaye c.2,s.9. [36] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49. [37] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.271, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O [38] Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.55, ibn.Asakir-Tarih c.7,s.49 [39] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.271,272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O [40] İbn.Asakir-Tarih C.7.S.49 [41] Taberî-Tarih c.1,s.245, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O [42] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49 [43] Taberî-Tarih c.1,s.245, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O. [44] Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/182-184. [45] Taberî-Tarih c.1 ,s.245, Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1 ,s.55, Sâlebî-Arais s.277, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49, Ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.220-221. [46] Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56. [47] Taberî-Tarih c.1,s.245-246, Sâlebî-Arais s.272-273, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.221. [48] Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56. [49] Taberî-Tarih c.1,s.245-246, Sâlebî-Arais s.273, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.221. [50] Taberî-Tarih c.1,s.246, Sâlebî-Arais s.274, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.222. [51] Mes'udî-Mrucuzzeheb c.1,s.56. [52] Dineverî-El'ahbar s.18. [53] Dineverî-El'ahbar s.20. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/185. [54] Bakare: 251. [55] Sâlebî-Arais s.275, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223, Ebülfida-Tefsir c.3,s.226 Sâlebî-Arais s.275, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223, Ebülfida-Tefsir c.3,s.226. [56] Isrâ: 55. [57] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124. [58] İbn.lyas-Bedâyizzühûr s.151. [59] Sâlebî-Arais s.278, Hâzin-Tefsir c.3,s.483. [60] Ebülfida-Tefsir c.3,s.527 [61] ibn.Asakir-Tarih c.5,s.193 [62] Sâlebî-Arais s.278 [63] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124. [64] Sâlebî-Arais s.278. [65] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c3,s.282, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124. [66] İbn.Asâkir-Tarih c.,8.193, Nesefî-Medarik c.3,8.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527, Ebussuud- Tefsir c.7,s.124. [67] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, ibn.Asâkir-Tarih c.5.8.193. Nesefî-Medarik c.3,8.319. Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124. [68] Kurtubî-Tefsir c.14,s.266. [69] Sâlebî-Arais s.278, Zernahşerî-Keşşaf C.3.S.282, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Nesefî-Medarik c.3,8.319, Hâzin-Tefsir, c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124. [70] ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [71] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerîc.3,s.282, İbn.Asakirc.5,s.193, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124. [72] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [73] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124. [74] Sâlebî-Arais s.278, Hâzin-Tefsir C.3.S.483. [75] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih C.5.S.193, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebulfıda-Tefsır C.3.S.527. [76] Sâlebî-Arais s.278. [77] Sâlebî-Arais s.278, Kurtubî-Tefsir c. 14,8.266, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c 3.S.527, Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124 [78] İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [79] Sâlebî-Arais s.278, İbn.Asakir-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124 [80] Kurtubî-Tefsir c.14,s.266. [81] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Nesefî-Medarik C.3.S.319, Hâzin-Tefsir C.3.S.483, Ebülfida-Tefsir, c. 3, s. 257. [82] Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Ebüssuud-Tefsr c.7,s.124. [83] Kurtubî-Tefsir C.14.S.266. [84] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih C.5.S.193, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s 483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527. [85] Sâlebî-Arais s.278, Hâzin-Tefsir c.3,s.483. [86] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.91. [87] Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266. [88] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [89] Sâlebî c.278, Zemahşeri c.3,s.282, ibn.Asakir c.5,s.193, Fahrurrazi-Tefsir c.25,s.246, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124. [90] İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [91] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, Nesefî C.3.S.319, Hâzin c.3,s.483. [92] Kurtubî-Tefsir c.14, sİ266. [93] ibn.Asakir C.5.S.193, Kurtubî C.14.S.266, Ebülfida C.3.S.527. [94] Kurtubî-Tefsir c.14,s.266. [95] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, ibn.Asakir c.5,s. 193, Nesefî c.3,s.319, Hazin C.3.S.483, Ebüssuud c.7,s.124. [96] Sebe': 10, Taberî-Tarih c.1,s.248, Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56, Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Fahrurazî-Tefsir c.2),s.246, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527 . [97] Sâlebî-Arais s.278. [98] Taberî-Tarih c.1 ,s.248, Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf C.3.S.282, İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Fahrurrazî-Tefsir c.25,s.246, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124 [99] Fahrurrazî-Tefsir c.2),s.246. [100] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596. [101] Sâlebî s.278, İbn.Asakir c.5,s.194, İbn.Esîr c.1,s.223, Kurtubî c.14,s.267, Hâzin c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527. [102] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, Kurtubî c.14,s.267, Nesefî-Medarik c.3,s'.319, Ebüssuud c.7,s.124. [103] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, Kurtubî c.14,s.267. Hâzin C.3.S.483. [104] İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [105] İbn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd c.2,s.471. [106] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.159. İbn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd c.2,s.471, Sâlebî-Arais s.279. [107] ibn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd c.2,s.471, Hâkim-Müstedrek c.2,s.422. [108] Şâlebî-Arais s.279. [109] Hâkim Müstedrek c.2,s.422. [110] ibn.Abd.Rabbih-lkdülferîd c.2,s.471. [111] Sâlebî-Arais s.279. [112] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.132, İbn.Abd.Rabbih-lkdülferîd c.2,s,471, Sâlebî-Arais s.279, Hâkim-Müstedrek c.2,s.423. [113] Hâkimüttirmizî-Nevâdirül'usûl s. 112, Süyüfî-Dürrülmensûr C.5.S.227. [114] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s. 193-194, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [115] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Kurtubî-Tefsir c.14,s.267, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir C.3.S.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124-125. [116] Aynı Kaynaklar. [117] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.194, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527. [118] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.551, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.117. [119] Buharî-Sahih c.4,s.133, Taberânî-Mûcemüssagîr c.1,s.15, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.27O. [120] Taberî-Tarih c.1,s.249, Hâkim-Müstedrek c.2,s.586, Sâlebî-Arais s.279, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.224. [121]Taberî-Tarih c.l,s.25O, Sâlebî-Arais s.280. [122] Taberi-Tarih c.1,s.25O. [123] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.16O, Buharî-Sahih c.4,s.134, Ebû Davûd-Sünen c.2,s.328, İbn.Mâce-sünen C.1.S.546. [124] İbn.Asâkir-Tarihc.5,s.192, Heysemî-Mecmauzzevaid C.8.S.206 . [125] Taberî-Tarih c.1,s.248. [126] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.24O, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s. 89. [127] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.16O, Buharî-Sahih c.4,s.134, Ebü Dâvûd-Sünen c.2,s.328, ibn.Mâce Sünen C.1.S.546. [128] Taberî-Tarih c.1 ,s.248, Salebi s.286, İbn.Asakir c.5,s.192, ibn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.223, Ebülfidâ-Elbidayye venni-haye c.2,s.ıo. [129] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.92, Hakîmüttirmizî-Nevâdirül'usûl s.224. [130] Taberîc 1 s 248 Mes'ûdî-Murucuzzehebc.1,s.57, Sâlebîs.285, İbn.Asakir c.5,s. 196, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223. [131] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c. 13,s.210. [132] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.89. [133] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.21O. [134] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.89. [135] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210. [136] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.89. [137] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210, A.b.Hanbel-Ezzühd s.89. [138] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.89. [139] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.21O. [140] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.91-92. [141] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.2O9, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.88. [142] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.106. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/185-190. [143] Taberî-Tarih C.1.S.252, Ibn.Esîr-Kâmil d.s.227. [144] Taberî-Tarih c.1,s.252. [145] Sâlebî-Arais s.307, ibn.Esir-Kâmil c.1,s.227. [146] Taberî-Tarih C.1.S.252, Sâlebî-Arais s.307. [147] Sâlebî-Arais s.307-308. [148] Taberî-Tarih c.1,s.252. [149] Sâlebî-Arais s.207-308. [150] Semhûdî-Vefâülvefâ c.2,s.484-485. [151] Taberî-Tarih c.1,s.252, Sâlebî-Arais s.308, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.227. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/191-194. [152] Bakare: 251. [153] İsrâ: 55. [154] Mâide: 78-79. [155] Enbiyâ: 78-80. [156] Nemi: 15-16. [157] Sebe': 10-11 [158] Ahd-i Atîk'in ikinci Samuel bahsinin 11. babında görülen ve değil bir Peygamberin, hattâ her hangi namuslu bir insanın bile tenezzül ve irtikâp etmeyeceği bir kötülüğü, Peygambere isnad eden -yâni hâşâ Dâvûd Aley-hisselâmın, israil oğulları gazilerinden Oriyanın, karısına göz dikip onunla temasta bulunması ve Oriyayı, tekrar tekrar savaşlara sokarak kendisinin öldürülmesini sağladıktan sonra, karısını alması gibi, Peygamberlik şanile asla bağdaşmayan bir israîliyata bazı tefsir ve tarihî kitaplarımızda yer verilmesi, ne büyük gaflet ve hatadır. Hz.Ali; Dâvûd Aleyhisselâm kıssasını, kıssacıların rivayet ettikleri şekilde kabul ve nakl eden kimseye iki Hadd yâni yüz altmış sopa vuracağını söylemiştir. (Sâlebî-Arais s.281. Kurtubî-Tefsir c.15,s.185. Nesefî-Medarik c.3,s.38. Hâzin-Tefsir C.4.S.35, Beyzavî-Tefsir c.2,s.308, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.222) [159] Secde âyetidir. [160] Sâd: 17-26. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/194-196. [161] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.204. [162] YâkutnTarih c.1,s.56. [163] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.17 Heysemî-Mecmauzzevaid C.8.S.206-207. [164] Sâlebî-Arais s.292. [165] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.2.S.17, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [166] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Sâlebî-Arais s.292, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [167] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.228, Ebülfida-Elbidaye venniha-ye c.2,s.17, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [168] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s. 17, Heysemî-Mecmuazzevaid c.8,s.2O7 [169] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.17, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7 [170] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228 [171] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.17, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7. [172] Sâlebî Arais s.292. [173] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [174] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.228 . [175] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [176] Sâlebî-Arais s.292, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [177] Sâlebî-Arais s.292. [178] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [179] Sâlebî-Arais s.292. [180] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [181] Sâlebî-Arais s.292. [182] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [183] Sâlebî-Arais s.292. [184] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [185] Sâlebî-Arais s.292. [186] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [187] Sâlebî-Arais s.292.. [188] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [189] Sâlebî-Arais s.292. [190] Sâlebî-Arais s.292 ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [191] Sâlebî-Arais s.292. [192] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [193] Sâlebî-Arais s.292. [194] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [195] Sâlebî-Arais s.292. [196] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [197] Hâkim-Müstedrek c.2,s.433, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s,17. [198] İbn.Sa'd-Tabaksat c.1,s.28-29, Taberî-Tarih c. 1,8.252, Hâkim-Müstedrek c.2,s.586, Sâlebî-Arais s.292, Deylemî-Firdevs c.3,s.269, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.16, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O6. [199] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.17 Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.. [200] Sâlebî-Arais s.292 ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228. [201] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/197-199. [202] Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1, s.282-283, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.62-63. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/200-201.
Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...
-
Online Yıldızname Burcu Hesaplama 1. Yol: Arapça Harflerle Ebced Yöntemi Öncelikle "cinsiyet"inizi seçin ve aşağıdaki ...
-
Harflerin Enerjileri A-Z Alfabedeki bütün harflerin enerjileri ve anlamları. İsminizde bulunan, isminizin başladığı harflere göre ka...
-
1 / 24 1 AMAL'İ MÜCERREB-1 2 Bilinmeyen Yönleriyle Satanizm - Bulent Kısa 307 say...