29 Haziran 2018

MESİH VE MEHDİ

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MEHDİ VE MESİH TELAKKÎSİ

A- GNOSTİSİZM

Gnostisizm “bilgi ile kurtuluş” öğretisidir. Gnosis sözcüğünün etimolojisine dayanan bu tanım, oldukça tutarlı olmasına karşın, Gnostik düşünce dizgelerinin çeşitli özellikleri arasından yalnızca tek bir tanesini dikkate almaktadır. Ne var ki ele alınan bu özellik, Gnostisizm’in en temel niteliklerindendir. Yahudilik, Hıristiyanlık ve neredeyse tüm pagan inanç dizgeleri, ruhun kurtuluşunun Yüce Tanrısal Güç’e akıl ve irade ile boyun eğmekle, yani iman ve ibadet ile sağlanacağını öngörmüşlerdir. Oysa Gnostisizm’in dikkat çekici farklılığı, ruhun kurtuluşunun evren gizemlerinin bilgisine “sezgi” ile ulaşmakla ve bu bilgiyi açıklayan büyülü formülleri öğrenmekle sağlanacağını varsaymasıdır. Gnostikler “bilen kişiler”dir ve bilgileri onları tüm varlıklar arasında üstün kılmakta, bilgisizlere oranla geçmiş ve gelecekte temelden farklı bir statü sahibi olmalarını sağlamaktadır. Gnostisizm aslında kollektif bir nitelendirmedir ve öğretileri birbirinden oldukça farklı olabilen çok sayıdaki “idealist-kamu Tanrıcı” mezhep ve tarikatları topluca belirtmek için kullanılmıştır. Bu gruplar, İsa’dan önceki dönemlerden yaklaşık V. yüzyıla kadar etkin olmuşlardı. Dönemin belli başlı dinlerinin, özellikle Hıristiyanlığın, söylem ve ilkelerini kendilerine uyarlamışlardı. Maddeyi tinin bozulmuş biçimi ve tüm evreni Tanrı’nın niteliksizleşmesi olarak görürlerdi. Her varlığın temel amacının maddenin kabalığından sıyrılmak ve yaratıcı tine geri dönmek olduğunu öğretirlerdi. Bu geri dönüşün Tanrı tarafından gönderilen bir kurtarıcı sayesinde başlayacağını ve kolaylaşacağını ileri sürerlerdi.[1]

Gnostisizm erken dönemlerde Yahudilik ile karşılaştı. Fırat vadisinde bulunan güçlü, iyi örgütlenmiş ve yüksek kültür sahibi Yahudi topluluklarının varlığı düşünülürse, Yahudilik ile Gnostisizm’in bu erken ilişkisi pek doğal kabul edilmelidir. Belki de Gnostisizm’in kurtarıcı (Redeemer) düşüncesi Yahudiliğin mesih düşüncesinden etkilenmiş olabilir. Ne var ki, Gnostiklerin kurtarıcısı Yahudiler’in mesihinden çok daha fazla insanüstü nitelikler taşıyordu. Gnostik soter, iyi Tanrı’nın, bir ışık-kralın, bir aionun doğrudan belirmesi ya da görünmesi idi. Gnostisizm, yeni doğmuş Hıristiyanlık ile karşılaştığında, hızla bu yeni inancın biçimlerini kendine uyarlamaya, terimlerini aktarmaya başladı. İsa’yı evrenin kurtarıcısı olarak benimsedi; Hıristiyanlığın dinsel törenlerini uyguladı ve kendini İsa inancının ezoterik bir açıklaması olarak gösterdi. Hıristiyanlık geliştikçe, Gnostisizm de gelişmesini sürdürdü; kendini Hıristiyanlığın tek ve gerçek biçimi olarak nitelendirdi. Ne var ki Gnostisizm’in ezoterik yapısı onu bir seçkinler inancı biçimine sokmakta, geniş halk yığınlarına yayılmasını engellemekteydi. Gnostisizmi anlayamayan ve benimseyemeyen kitleler Hıristiyanlığın daha hızlı yayılmasını ve güçlenmesini sağladılar.[2]Gnostisizm aslında tüm toplumlarda bir şekilde olan kurtarıcı mesih öğretisinin ilk çıkış noktasıdır. Bu bağlamda mesih-mehdî inancının doğmasında da gnostik düşüncenin etkili olduğu söylenebilir. Batı düşüncesinde docatisizm Mesih’in asıl mânâda ölmediği ancak ölmüş gibi göründüğü, bir mânâda zahirî ölümünü gösteren hakikatte ise hayatta olduğunu ifâde eder anlamda kullanılmaktadır.[3] Alman müsteşrik Friedlaeder mehdî-mesih  fikrinin Hıristiyan bid’at fırkaları ile irtibatlı olduğunu düşünmektedir. Ona göre bu inanç İslâmiyet’e Hıristiyan bidatini benimseyerek geliştiren Maniizm’in tesiri ile girmiştir. Docatistlere göre Mesih’in beşerî niteliği ile realitede maddî bir varlığı yoktur. Bu düşünce mensuplarına göre “Mesih İsa’nın beşerî hayatı doğumu, vaftizi beşerî hatalarının kefareti olarak çektiği acılar bütün bunlar hepsi insanların vehmidir. Onlara öyle görülmüştür. Çarmıha gerilen de mesihin düşmanlarından biridir. Onu düşmanlık yapmış ve böyle cezalandırılmıştır. Mesih saklanmıştır ve o tekrar geri dönecektir.” Friedlaender göre, İslâm tarihindeki gulat fırkalar bunu benimseyerek bazen Hz. Ali veya kendi imamlarına bazen de kendi liderlerinin şahsına bu düşünceyi intikâl ettirmişlerdir.

B- MESİH DÜŞÜNCESİ

Kelimenin Arapça olduğunu söyleyenler kelimeyi Arapçada “m-s-h” kökünden türeyen “bir şeyin üstüne düz bir şekilde yaymak, bir şeyin üzerinde eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek, üzerine yağ ile yağlanmış, yüzden silinen ter, günahlardan arınmış, vaftiz edilmiş, güzel yüzlü pek doğru söyleyen, sert mendil, çok cima eden, tek gözlü” gibi anlamlarda kullanıldığını ifade etmektedirler.[4] Kelime Arap dilinde genelde “ölçmek, meshetmek, günahlardan temizlenmiş, çok yürüyen” anlamlarını ihtiva edecek şekilde kullanılmaktadır. Aynı kelime Kuran’da Hz. İsa’nın sıfatı olarak kullanılmıştır. Bu kavram kaynağı itibari ile de beklenen kurtarıcıya verilen bir sıfat durumundadır. Özellikle Yahudilik ve Hıristiyanlığın vazgeçilmez unsurlarıdır.[5] Her ne kadar el-Kurtubî dayanarak bazı müfessirler ve dil bilimciler mesih kelimesinin Arapça olduğunu söyleseler de bu pek itibar görmemiştir.[6] Genelde Müslüman dil bilimcileri mesih kelimesinin yabancı oluğunu ve gayri munsarif olduğunu kabul ederler. [7]

Mesih kelimesi ile ilgili olarak Arapça olmadığını söyleyenler ise bu kelimenin Arâmca “meşiha”, İbranicede “ha meşîah”, veya Habeşçe’den “masih” kelimelerinden alınmış olabileceğini iddiâ ederler. Yunanca da yağlanmış anlamına gelen ve Hz. İsa’nın vasfı olarak bilinen, aynı zamanda Hıristiyan topluluğunu isimlendirmede kullanılan “Christos” kelimesi, “messiah” kelimesinin Grekçe çevirisidir.[8] Aynı zamanda Hz. İsa’nın Mesih olarak adlandırılmasının çeşitli sebepleri olduğu da belirtilmiştir. Bereket ve şerefle meshedilmesi, Cebrail’in kanatları ile şeytandan korunması, körlerin gözlerini meshetmesiyle açılması vs. gibi durumlar bu nedenler arasında sayılabilir.[9]

Kurtarıcı mesih mefhumunun ilk olarak  ne zaman ve nasıl ortaya çıktığını kesin olarak söylemek mümkün değildir. Ancak tarih boyunca, özellikle doğulu toplumların ilgi çekici tasavvurları, hayır ile şer kuvvetleri arasında, şiddetli ve sürekli bir mücadeleyi canlandırmıştır. Bir kurtarıcı bekleme inancı insanlığın ortak değerlerinden biri haline geldiğini söylemek pek de abartı olmayacaktır. Bu inanç sadece İslâm öncesi dinlerde değil genel olsun pagan olsun dünyanın dört bir yanındaki inanç sistemlerinde de görülmektedir. Eski İran’da “Sosiosh” ahir zamanda beklenen kurtarıcılardan biridir. Tanrı Ahura Mazda onu kendisine elçi olarak kıyametten önce gönderecektir. O insanlığı dine döndürecektir. Batlılıar Amerika’yı keşfettiklerinde Brezilya yerlilerinde deniz yolu ile gelecek bir kurtarıcı inancını tespit etmişlerdir. Sosyologların “Cargo Cults” (gemi akidesi) olarak ifade ettikleri bu inanç Güney Pasifik’te de görülmüştür. Kurtarıcı bekleme akidesinin temelinde atalarının zamanın başlangıcındaki gibi yaşama düşüncesi vardır. Âdem’in cennetten kovulmadan önceki yaşam tarzına bir özlem söz konusudur.[10] Bu bağlamda bir kurtuluş akidesi olarak “Messianism” Afrika’dan Amerika’ya, Uzak Doğu’dan Avustralya’ya kadar dünyanın dört bir yanında yaygın bir inanç olarak varlığını sürdürmüştür. Her ne kadar bazı araştırmacılar mesih kavramının bir Yahudi akidesi olduğunu söyleseler de bu inanç onlardan çok daha önce Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarında rastlanmaktadır. [11] Mesihçilik fikrini M.Ö.  2066 yıllarına, Hz. İbrahim’e kadar götürenler vardır. Ancak mesih tabiri teknik bir terim olarak M.Ö. I. Asra kadar Mezmurlar hariç kullanılmamıştır.[12]

Gustav Mensching kral mesih fikrinin antik doğudaki krallık fikrinin tasvirinden neşet ettiğini ileri sürmüştür. Çok fazla bir bağ olmamakla birlikte paralel görüşlere eski İran kültürü mensuplarında da rastlanılmaktadır.  İran’da Sashantlar’ın (saoşyant)* gelmesi beklenir. Kelime yarımcı yardım edici anlamında kullanılır. “Saoşyantlar olarak Druy’u (yalanı, kötülüğü) bertaraf edeceğiz. Onu dünyanın yedi bucağından süreceğiz.” şeklinde Mecûsî metinlerinde geçen beyit Saoşyantlar’ın görevini  ve özelliğini ifade eder. Bu Zerdüşt soyunda gelen kurtarıcı ya da kurtarıcılardır.[13] Aynı zamanda Hind’de koruyucu Tanrı Vişnu’nun son bedenleşmesi olan Kalki’nin** gelişi beklenmiştir. Hindulara göre henüz gerçekleşmemiş olan ve kalki adı verilen onuncu ve sonuncu Avatara  (iniş)*** bütün dünya için tahakkuk edecektir. Avatara’nın karanlık çağa son verip yeni bir altın çağ ile yeni bir çevrimi başlatması beklenmiştir. [14] Rama ve Krişna vişnunun geçmişteki avataraları olduğu gibi “kalki” onun müstakbel avatarasıdır. Caynalara göre dünyanın sonunda kötü krallar gelecek ve bunlar kutsal Cayna müminlerine eziyet edecekler ve beklenen kurtarıcı gelerek onları bu eziyet ve esaretten kurtaracaktır.[15]

Abisin (Habeş) Hıristiyanları kurtarıcılarının, yani krallarının yeniden dünyaya gelmesini beklemektedirler.[16] Yine aynı şekilde Cengiz Han’ın Moğolları Çin egemenliğinden kurtarmak için yeniden dünyaya geleceğini vaât etmiştir. [17]

Batı kaynaklarında “messianism” olarak bilinen ve Türkçe’ye “mesihçilik” olarak aktarılan kurtarıcı bekleme düşüncesi, hemen hemen tüm düşüncelerde ezilmiş, mazlum toplulukların sosyal-protesto ve başkaldırmalarına yol açan dini bir mekanizmadır. Sosyolojik olarak kurtarıcı ümidi insanların dini duygularının canlı kalmasında yardımcı olmuştur.[18]

Mesih inancı ile ilgili olarak iki düşünceden bahsedebiliriz. Birinci olarak Mesih daha önce gönderilmemiş var olmayan bir kurtarıcının gelmesi manasında kullanılır. Bu manada Kur’an’da da kullanılmıştır. Kuran’da peygamberler kendinden sonra gelecek peygamberlerden kurtarıcı vasfı ile söz etmişlerdir.[19] Kurtarıcı fikri bazen ıslahatçı bir karakter olarak karşımıza çıkarken, bazen geçmiş çağlardaki altın çağı tekrar ihya edecek bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çoğu zaman bir kral olarak karşımıza çıkmaktadır. Kralların birer mesih olarak telakki edildiği durumlar buna örnektir.[20]

Diğer bir Mesih beklentisi ise hayır ve şer kuvvetlerin, tarihi ve sürekli mücadelesine dayanmaktadır. Allah’ın düşmanı olan şeytan bu dünyada beşerî kuvvetler vasıtası ile işlerini yürütmektedir. Zalim yöneticiler, putlara tapanlar, inkârcılar, Allah’a ortak olduğunu kabul edenler ile onlara karşı koyacak bir kurtarıcı düşüncesi oluşturur.[21

Mecûsîler Müslümanların mehdî-mesih inancına paralel bir şekilde Brahman Varjawandi isminde bir kurtarıcıyı beklerler. Zerdüştler’e göre ise Allah âlemi altı dönemde yarattı ve her  dönemi ikiye ayırdı. Üzerinde yaşadığımız dünya buna bağlı olarak on iki bin sene yaşayacaktır. Zerdüşt dokuz bininci senenin sonunda dünyaya gelmiştir. Vefatından üç bin sene sonra oğullarından biri beşeriyetin büyük kurtarıcısı olarak dünyaya zuhur edecektir. Zerdüştler’in mesihi yeryüzünü zulüm ve tuğyandan kurtaracak huzuru ve sükûneti tahsîs edecektir. [22]

Hamurâbi Mezopotamya’da kendinin beklenen mesih olduğunu söylemiş ve ölümünden sonra taraftarları onun dönmesini belemişlerdir. Eski Mısır’da Ameni isminde bir kurtarıcı beklenmiştir. Sami dinlerinde bilhassa Yahudilikte beklenen mesih fikrinin Zerdüştlükten etkilendiğini savunanlar olmuştur.[23]

Manihaizm’de de ölmeden önce göğe yükseltilme fikri bulunmaktadır. Liderleri olan Manhe Sani, imparator Behram tarafından öldürüldüğünde, onun ölmediğine, göklere yükselip kaybolduğuna, yeryüzünde adaleti gerçekleştirmek üzere yeniden geleceğine inanmışlardır.[24]

Mazdekler’de Mazdek yeniden gelerek bozulan nizamı yeniden ihya edecektir. Budistlere göre Buda, Brahmanlara göre Brahma hala hayattadır ve bir gün mutlaka dönecektir.[25]

Mesih fikrinin ilk kez Davut’un hükümranlığının düşmesinden sonra M.Ö. 587 kullanıldığı da varsayılmıştır.[26]

Güneydoğu Asya’da Kalimantan, Nias ve Jawa’da Mesih inancı yaygındır. Kutsal kitaplarına göre Jayabovya adında bir Mesih gelecektir. Bozuk çağın ardından adaletli kral gelecek ve altın çağ yaşanacaktır bu düşünce hala devam etmektedir.[27] Görüldüğü üzere hemen hemen her toplumda görülen bir düşünce sistemi olan Mesih düşüncesi genel olarak karizmatik liderler olarak kabul görmüştür. Bu mesihin bir gün rec’at edeceği savunulmuştur.

Mesih terim olarak bir takım tarihi anlamları içermekle beraber, “zamanı geldiğinde (ahir zamanda) Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilecek bozulmuş olan düzeni yeniden kuracak, dünyayı hâkimiyeti altına alarak adaletle dolduracak ve insanlara doğru yolu gösterecek ilâhî bir temsilci veya dinî lider” şeklinde tarif edilebilir. Mesih Yahudilerde Hz. Davut soyundan biri olup Yahudileri kurtaracaktır. Hıristiyanlığa göre Hz. İsa Mesih olarak ikinci defa gelecek ve Tanrı’nın krallığını yeniden kuracaktır.  İslâm inancında ise Hz. İsa kıyametten önce inerek deccalı öldürecek ve yeryüzünde İslâm’ı hâkim kılacaktır.[28] Mesih kelimesinin olumlu manasının yanında olumsuz manası da kullanılmaktadır. Deccal için de mesih tabiri kullanılmakla birlikte deccal yalancı mesihtir.[29]

Aynı zamanda mesihin karşısında olacak olan deccalın de kimliği tartışma konusudur. Mesihin en önemli görevlerinden biri deccalı yok etmek olacaktır. Ârâmî asıllı olan deccal tabiri ile ilgili haberler genelde muarızlara atfedilen durumlarla alakalı olarak geçmiştir. Suriyeli bir Yahudi’den deccal diye bahsedilirken, Hz. Peygamber’in Medineli bir Yahudi olan İbn Sayyâd’ın deccal olduğunu söylediği nakledilmiş, Mütevekkil el-Leysi, Muhtar’ı deccal olarak kabul etmiştir. Tarihte benzeri pek çok deccal ithafları ortaya çıkmıştır. Von Vloten’e göre de Mesih düşüncesi deccal düşüncesine paralel olarak aynı dönemde ortaya çıkmış olması muhtemeldir. Darda kalan zümreler tarihin her döneminde ve her toplumda bir kurtarıcı arayışı içerisinde olmuşlardır. Yine mehdî görüşü de ilk başlarda sadece ehli beyte hamledilmemiş olsa da sonradan ehl-i beyt içinden çıkacak bir mehdînin adaleti tazim edeceği ve mesih ile beraber deccali yok edeceği kabul görmüştür.[30]

Mesih Allah tarafından yeryüzüne gönderilecek ve dünyayı hâkimiyeti altına alacak bir peygamber ve liderdir. Mesih beklentileri ile ilgili beklentileri ihtiva eden hareket inanç ve idealler sistemine “Mesihlik” denmiştir.[31] Mesih normal yeryüzü kralları gibi hüküm sürmeyecektir. Allah’ın dostu ve sözcüsü gibi hareket edecektir. Kötülükleri silahla değil barışçı yollarla hatta ağız kuvveti ile izale edecektir. [32]

Mesihin ikinci defa gelişini bekleyen akıma verilen bir diğer isim de “Millenarianism/binyılcılık”dir. Bu akım zamanın sonun geldiği ve kıyametin yakın olduğu, bunun da mesihin rec’atinin yakın olduğunu gösterdiği düşüncesindedirler.[33]

Gerek İslâm gerekse diğer dinlerin hepsinde, hatta ilkel inanç sistemlerinde bile incelenebildiği kadar mesih ve kurtarıcı fikrinin olduğu, karizmatik bir liderin ya da dinî bir şahsiyetin rec’atine inanıldığı bir gerçektir. Medeniyetlerin tamamen saf olmadığı ve birbirlerinden etkilendiği göz önüne alınırsa, mesihin rec’ati düşüncesinde bazı ortak noktaların olduğu kabul edilecektir. Mesih düşüncesini İslâm’da tamamen dış unsurlara bağlamak çok da açıklayıcı bir çözüm olmayacaktır. Mesihin rec’ati konusunun ilk ne zaman ortaya çıktığı net olarak söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Meshin rec’ati konusunda daima bir çatışma söz konusudur. Zayıf ile güçlünün, zalim ile mazlumun, haklı ile haksızın arasındaki mücadelede mesih ezilen tarafın hakkını iade edecek ve mutlak haklıları egemen kılacaktır.

Mehdî-mesih fikri ile rec’at arasında önemli bir bağ olduğu muhakkaktır. Zira hemen her toplumda olan mehdî-mesih düşüncesi rec’at fikrinin de temel dayanağı olmuştur. Bir yandan rec’at fikrine karşı çıkarken öbür yandan mesihin rec’at edeceğine inanmak bir tenakuzu doğurmaktadır. İlkel dinler de olmak üzere her düşünce sisteminin bir parçası olan mehdî ve mesih inancı rec’at inancı ile birlikte birbirinden bu denli bağımsız aynı paralellikte yol almasının psikolojik bir yönü olsa gerek. Nasıl ki mesih-mehdî inancında insanlardan gizlenen ya da ölen birinin tekrar geri dönüşü söz konusu ise rec’atte de aynı şeyin vuku bulması beklenmektedir.[34]

1- İslâm Düşüncesinde Mesih

Ehl-i Sünnet âlimleri mesihin rec’atinden sonra insanların onun ardında namaz kılacaklarını ifade etmişlerdir. Mesihin rec’at zamanı ile ilgili net bir zamandan bahsedilmese de bazı alametlerinden bahsedilir. Mesih aşure günlerinde, cumartesi günü belde-i mükerreme Mekke’de, rükün ile makam arasında, önünde Cebrail’in “Allah için beyate” nidaları ile gelecektir.[35]İslâm dünyasında da mesih hakkındaki hâkim görüş mesihin ölmediği ve kıyametten önce rec’at edeceği şeklindedir. Bu düşünce ilk olarak Abdullah b. Sebe tarafından dillendirilmiş olup, Şiî gruplar bunu kendi imamlarına teşmil etmiş, onların asıl manada ölmediğini ölümlerinin zahirî olduğunu ifade etmişlerdir.[36]

Mesih terim olarak ahir zamanda Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilecek, bozulmuş olan düzeni yeniden kuracak, dünyayı hâkimiyeti altına alarak adaletle dolduracak ve insanlara doğru yolu gösterecek ilâhî bir temsilci ya da dini bir lider şeklinde tarif edilebilir. Yahudilerde Mesih Hz. Davud soyundan olup onları kurtaracaktır.[37] Hıristiyanlar ve Müslümanlarda ise Hz. İsa’dır.[38]

İslâm düşüncesinde mehdî muntazara yüklenen misyonun bir benzeri de mesihe yüklenmektedir. Mesih dünyaya nizamı tesis etmek maksadı ile rec’at edecektir. Hz. İsa mesih olarak kıyam ederken muttakîler ona uyarak zulmü ortadan kaldıracaklardır. Goldziher bu düşüncenin Emevî iktidarı döneminde mihneye uğrayanların bu tarz bir inanç ile ayakta kalma mücadelesiyle umutlarını koruduklarını, Abbâsîlerin yönetimi devralması ile de bu bâtıl düşüncenin devam ettiğini belirtir. Mehdî fikri zamanla tedrici olarak bir ütopyaya dönüşmüştür. İslâm tarihinde mehdî düşüncesinden kaynaklanan pek çok hareket ortaya çıkmıştır. Pek çok hurâfî düşünce de bu düşünceye dâhil olmuştur. Peygamber soyundan gelen bir mehdî, dünyayı adaletle dolduracaktır. Mehdî-mesih anlayışı İslâm düşüncesinde Yahudi, Hıristiyan ve Zerdüşt dilerinin imtizacı ile ortaya çıkan bir itikattır. [39]

Klasik mesih anlayışında Hz. İsa’nın öldürülmediği ve ölmediği dolayısı ile Allah katına yükseltildiğine inanılır. Hz. İsa’nın yerine ölen ona ihanet eden havaridir. Bunları da Kur’an ayetleri ile delillendirirler. Hz. İsa’yı Allah, Hz. İdris gibi kendi katına canlı olarak yükseltilmiştir.[40]

Kur’an-ı Kerîm’de Mesih ilgili bulunan ayetlerden yola çıkarak bir kısım ulema mesihin ölmediğini rec’at edeceğini söylerken bir kısım da her ne kadar Hz. İsa’nın çarmıhta ölmese de sonradan eceli ile öldüğünü iddia etmektedir. Allah Teâlâ mesih ile ilgili Kur’an-ı Kerîm’de buyurduğu ayetlerin bir kısmı şunlardır:

(Yahudiler) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır. Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.[41]

Kaynaklara göre Yahudiler aslında Hz. İsa’ya benzeyen birini öldürmüşlerdir. Bu kişi de muhtemelen ona ihanet eden havaridir. “Ve “Allah elçisi Meryem oğlu İsa’yı öldürdük” demeleri yüzünden (onları lânetledik). Hâlbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu (İsa’yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir. Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır.”[42] Müfessirlere göre Allah Teâlâ Nuh’u tufandan, İbrahim’i ateşten, Musa’yı Firavundan, Muhammed Mustafa’yı müşriklerin tuzağından koruyup kurtardığı gibi İsa’yı da, onu öldürmek isteyen Yahudilerin elinden kurtarmış, Hz. İsa’ya ihanet ederek bulunduğu yeri askerlere gösteren kişiyi İsa’ya benzeterek öldürtmüştür.  Allah, peygamberi İsa’yı Yahudilerden korumuş, öldürmelerine mani olmuştur; bu kesindir. Onu kendi katına kaldırmış bulunduğu da şüphesizdir. Ancak bunun şekli ve zamanı üzerinde farklı açıklamalar ve anlayışlar vardır. Çoğunluğa göre Allah onu, kudretiyle manevî semalardaki hususi mevkiine kaldırmıştır, kıyametten önce tekrar dünyaya gönderecektir, o zaman bütün ehl-i kitap onun peygamber olduğuna inanacak batıl inançlarından kurtulacaklardır. Hz. İsa dünyada kaldığı müddetçe Kur’an ile hükmedecek, haç, domuz vb. ile ilgili batıl uygulamalara son verecektir. Bir başka anlayışa göre Allah onu Yahudilerden korumuş, eceli gelince onu vefat ettirmiş ve ruhunu semadaki yerine kaldırmıştır. Kıyametten önce gelecek olan da onun ruhudur. Ehl-i kitaptan olanlar, ölümlerinden önce gerçeği öğrenip inanacaklardır, fakat bunun faydası olmayacaktır. Bu anlayış üçüncü Surenin 54-56. ayetlerine dayandırılmıştır.

Bir kısım ulema klasik mesih almayışını reddeder. Çünkü Allah Hz. İsa için teveffâ kelimesini kullanmıştır. Kuran’da pek çok yerde bu kelime ölüm anlamında kullanılmıştır. Mutlak manada da bu manayı içerir.[43] Buradaki vefat kelimesi aslî manasında kullanılmıştır. Nisâ Suresindeki “Bilakis Allah onu kendi katına yükseltti” ayetine gelince burada kullanılan “rafea ilâ” semaya kaldırma manasında değil derecesini, şanını, itibarını yükseltme anlamları taşımaktadır.[44]

2- İslam Dışı Dinlerde Mesih

Yahudi tarihinin ilk dönemlerine bakıldığında mehdînin sadece onları arz-ı mevûda geri götürme özelliğinden bahsedildiği gözükmektedir. VII yüzyıla kadar Yahudi mehdîleri Yahudilerin emelleri için çaba sarf etmekle beraber normal bir insan gibi ölmektedir.  Ancak bundan çeyrek yüzyıl sonra İran’da çıkan Ebû Musa ve takipçilerinin mehdî inancı Şiî karaktere bürünmüştür. O artık ölmemektedir. Bir gün rec’at edecektir. Daha sonra pek çok Yahudi grubunda benzer mehdî görüşleri ileri atılmış, ölen ya da öldürülen bazı liderlerinin mesih olduğunu iddia ederek rec’at edeceklerini iddia etmişlerdir.[45]

M.Ö. 586  yılında Yahudiler Babilliler tarafından istila edilmiş, yurtlarından sürülerek mabetleri yıkılmıştır. Mabedlerinin yıkılma olayı Yahudi tarihinde çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü mabet dinî hayatta çok önemli bir yer işgal etmekteydi. Sonuç itibari ile buna bir de yurtlarından sürülmeleri eklenince neticesinde Yahudiler, hem kendilerini arz-ı mevûda geri döndürecek, hem de mabedi yeniden inşa edecek bir kurtarıcı fikrini geliştirdiler. Bunun mümkün olması da ancak mesihin rec’ati ile mümkün olacaktır. Gerçek mesih ise onlara göre Davut’un oğludur. Davut’un oğlu gelecek Yaruşalim’i düşmanlardan temizleyecek ve kavmi ile oraya yerleşecektir. Kitapta haber verilen mesih İbrahim soyundan, Yahudi aslından, Davut ailesinden, Bethlehem’de doğacaktır.[46]

Yahudi kaynaklarına göre Mesih vaad olunan bir kurtarıcıya işaret etmektedir. Onun Davut soyundan geleceği söylenir, bundan dolayı Matta ve Luka’da Davut soyundan geldiğini gösteren bir şecere bulunur. Ayrıca Beytlehem’de doğması da buna delil olarak gösterirler.[47]

Araştırmacılar Yahudilerin kurtarıcı konusunda iki asır hâkimiyetleri altında kaldıkları İranlılardan etkilendiklerini söylemektedirler.[48] Yahudi mistiklerinden ve ilahiyatçılarından çoğu Danyal kitabına dayanarak Mesih İsa’nın yeniden ortaya çıkacağını savunurken bunun zamanını da bazı mistik hesaplarla hesaplamaya çalışmışlardır.[49]

Hıristiyanlar mesih ile olarak kabul ettikleri Hz. İsa’nın rec’at edeceğine inanmaktadırlar.[50] Hristiyanlara göre İsa’nın mesih olarak geleceği Tevrat’ta açıkça yazılı idi. Fakat Yahudiler Tevrat’ta değişiklik yaparak onu tasdikten kaçınmışlardır. İleri sürülen iddialara göre M.S. 132-135 yılları arasında Bar Kohba isyanı sırasında Yahudiliği terk ederek Hıristiyan olan bazı kimseler, Tanah’tan deliller getirerek İsa’nın mesih olduğunu ispat etmişlerdir. Aynı zamanda Kutsal Mabed’in M.S. 70 yılında Romalılar tarafından yıkılmasına İsa’nın reddinden dolayı verilen ilâhî bir ceza olduğunu söylemişlerdir.[51]

C- MEHDÎ

1- İslam Düşüncesinde Mehdi

Mehdî kelimesi Arapça “h-d-y“ kökünden gelip doğru yolu bulmak, yol göstermek manasında ismi mefuldür. Kendisine rehberlik edilen demektir. Istılahta ise bütün istikametler Allah (Hüdâ)’dan geldiği için kendisine Allah tarafından yol gösterilen, hususi ve şahsî tarzda Allah’ın hidayetine erişen demektir. Sadece büyük dinlerde değil, birçok düşünce sisteminde vaki bir olgudur. Bazı dinî ya da siyasî düşüncelerin güç kaynağını oluşturur.[52] Genel olarak hidayet edici, kurtuluşa ulaştırıcı rehber anlamında kullanılır. Istılahi olarak ise ahir zamanda Allah tarafından gönderileceğine ve Müslüman bir dünya imparatorluğu kuracağına inanılan bir şahıs ve hükümdardır.[53]

Mehdî kurtarıcı fikrinin menşe olarak Sümerlerde doğduğu Babil ve Mısır’da gelişimine devam ettiğine yönelik ilk iddia sahipleri, buna delil olarak Mezopotamya’da Tanrı’nın kendinin veya göndereceği bir hükümdarla dünyayı düzelteceği inancının yaygın olmasını gösterir. Kral I. Sargon (M.Ö. 2350) kendini beklenen hükümdar olarak ilan etmiş ve kendisi hakkında efsaneler söyletmiştir. Aynı şekilde Hamurabi de kendinin beklenen kurtarıcı-hükümdar olup, Tanrı Samaş’ın oğlu olarak dünyaya geldiğini iddia etmiştir. Aynı görüş sahipleri bu düşüncenin Mısır’dan İsrailoğullarına, Babil’den İran’a ve oradan da Hindistan ve Çin’e ulaştığı kanaatindedirler.[54]

Mehdîlik fikrinin İslâm âlemindeki seyrine bakıldığında, ilk olarak neşet ettiği yerin Kûfe olduğu görülecektir. Zira Kûfe  Şiîler’in beşiği idi. Orada pek çok düşünce tartışılmakla beraber, Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecûsîlik gibi dinler de tartışma konusu yapılmıştır. Burası çeşitli yerlerden gelenlerden oluşan kozmopolit bir kent olarak kurulduğu için, dışardan gelen fikirler kolay yayılma imkânı bulmuştur. Mitolojik inançlar, felsefî akımlar burada kabul görmüştür. İkinci olarak Şiîler’in uzun süredir maruz kaldıkları, haksızlıklar, kendilerinde intikam hisleri doğurmuş ve haksız yere ölen ya da öldürülen imamlarının ölmediği düşüncesine yönelmelerine sebep olmuştur.[55]

İslâm’da genel olarak yönetime karşı ayaklanan gruplar, bunu başaramadıklarında veya liderlerinin ölmesi ve öldürülmesi durumunda da yine aynı yola başvurmuşlar liderlerinin tekrar döneceğini söylemişlerdir. Abbâsî döneminde Bihafrid yandaşları öldürülen liderlerinin göğe çekildiğini söyleyerek mehdî konusunun sistematikleşmesinde önemli bir basamak oluşturmuşlardır.[56]

İslâm tarihinde mehdî kelimesi hem peygamberin kıyametten önce geleceğini bildirdiği kişi için kullanılmış, hem de Hulafa-i Râşidîn veya Emevî halifesi Ömer b. Abdülaziz gibi tarihî etkinliği çok olan kimseler için bir şeref unsuru olarak kullanılmıştır. Mehdî kavramı rec’at fikri ile doğrudan alakalıdır. Rec’atsiz mehdî olmaz.[57] Şîa tarafından kabul edilen gaybet ve buna bağlı rec’at düşüncesi mehdî-mesih düşüncesinin de ilk basamağını teşkil eder. Rec’at edecek gaib imam, mehdî-mesih düşüncesinde ölmeyen mehdî-mesih’in imam olarak sistematize edilmesinden başka bir şey değildir. Şîa mehdî yerine imamı koyarak aynı düşünceyi benimsemiştir. Fonksiyonları açısından da bakıldığında her mehdînin icra ettiği fonksiyonun aynısı imama yüklenmiştir.[58] Muhsin Abdulhamit mehdîlik düşüncesi ile rec’at fikri arasında doğrudan bağ olduğunu söyleyerek, rec’atin şark düşüncesi, Hıristiyanlık ve özellikle Yahudilikten neşet ettiğini belirtir. Rec’at fikrini ilk ortaya atan Abdullah b. Sebe’nin Yahudi ya da Yahudi asıllı dönme olması bu iddiayı kuvvetlendirmektedir.[59] Yine Friedlaender’i kaynak göstererek yaptığı açıklamada Mehdîlik fikrinin Yahudilikten beslendiğini ifade etmektedir.[60]

Mehdîlik düşüncesi bir bakıma imametle alakalıdır. Şîa imamet düşüncesini kendi düşünce sisteminin temeline oturtmuştur. Şîa’da Zeydiyye gibi imamların da hata yapacağına inanan gruplar olduğu gibi, gulat fırkaları imama ulûhiyet vasfı da yükleyebilmektedir. Ancak imam ve mehdîlik hakkında Şiîler’in büyük bölümünü oluşturması sebebi ile İmâmiyye ve İsmâilîyyenin görüşleri dikkate alınabilir.[61] Şîa’da imama inanmak imanın bir esasıdır ve inanmayan kâfirdir. Mehdî düşüncesinin en yoğun olduğu dönemler Emevîler dönemi olduğu gözükmektedir. Zira Şiî gruplar içinde baskıya maruz kalan, liderleri öldürülen pek çok grup, mehdî ve rec’at düşüncesine sarılmıştır.[62] İnsanlarda aynı zamanda olgunlaşma arzusu da vardır. Yine birliğe yöneliş, adalet, sisteme güven gereksinimi de mehdîye olan inancın temellerini oluşturur.[63]

Mehdî düşüncesi Şîa haricînde İslâm düşüncesinde de görülmekle beraber rec’atle bağıntılı olarak Şîa’da öne çıkar. Şîa’da mehdînin özellikleri şu şekilde sıralanabilir. Mehdî ehli beytten gelen bir kişi olacaktır. Dinî teyit edecek, adaleti sağlayacak ve insanlar kendisine tâbi olacaklardır. Bütün İslâm memleketlerini hâkimiyeti altına alacak ve insanlar kendisine mehdî adını vereceklerdir. Deccalın çıkışı ve kıyamet alametleri ondan sonra vuku bulacaktır. Mehdînin rec’atinden sonra mesih inecek ve deccalı katledecektir. Yahut mehdî, mesih ile birlikte inecek ve deccalın katledilmesinde mesih’e yardımcı olacaktır.[64]

Mehdî Muntazar’ın ne zaman rec’at edeceği tam olarak bilinmemekle beraber bazı olayların vukûu mehdînin zuhurunun alameti olarak kabul edilmiştir. Şiî kaynaklara göre mehdînin rec’atinden önce onun zuhuruna ilişkin haberlerde kendiliğinden bir yayılma görülür, herkes mehdînin gelmesini bilmektedir. Bir diğer konu ise mehdînin zuhuru öncesi kındaki kılıçların çekilerek savaşa hazır olunması gelmektedir. Şiî kaynaklar bu konuda Hz. Peygamber’den bir hadis rivayet etmişlerdir. Üçüncü olarak Cebrail mehdîye görünerek onun hurucunu emredecektir. Son olarak mehdî kalbine bu zuhur doğarak mehdîliğini ilan edecektir.[65] Dünyanın kötüye gittiği zamanda ortaya çıkacak olan mehdî deccala karşı mücadele edecek ve bu konuda onu mesih de destekleyecek ve yardım edecektir.

Mehdî ile ilgili Hz. Peygamber soyundan, yedi yıl insanlara hükmedecek, yeryüzünü adaletle dolduracak, Hz. İsa ile beraber rec’at edecek, onun deccalı Filistin topraklarında öldürmesine yardım edecek, Hz. İsa mehdîni ardında namaz kılacaktır şeklinde bir inanç söz konusudur.[66]

İmamet ve buna bağlı mehdi düşüncesinden doğan rec’at düşüncesi, İslâm tarihi içinde en fazla Şiî fırkalarda görülmüştür. Bu düşüncenin Şiîlere nerden geçtiği ise ihtilaflıdır. Dozy, Auguste Muller, Von Kraemer, Drmasteter, Guidi gibi bazıları Şiîlik hareketinin Farisî kaynaklı olduğunu kabul eder. Hatta Dozy bu konuda bir adım daha ileri giderek Şiîliğin ve Şiî düşüncesinin tamamen Farisi kaynaklı olduğunu söyler.[67]

Darmesteter de görünüşte İslâm’a boyun eğen Farisî unsurların İslâm’a Hint-Ârî fikirleri soktuklarını ifâde eder. Farisî inancına göre seçkin bir hükümdar ailesinde olduğu kabul olduğu edilen ilahi nur (Farry Yezdân), bu ailenin sulbünden nesilden nesile intikal etmektedir. Sonuçta bu devir Saoschyant yahut beklenen mesihte sona erer. Bu görüş İslâm’a sokulmuş ve Hz. Ali’nin şahsında somutlaştırılmıştır. Nihai olarak bu düşünce de bir imamlar düşüncesini ve beklenen mehdîyi ortaya çıkarmıştır.[68] Guidi ise bu aşırı fikirlerin İslâm’ı yıkmak için putperest İran propagandasının bir sonucu olduğunu söyler.[69] Şiîlik düşüncesinin kaynağının Yahudi-Hıristiyan teolojisinin ortak mahsulü olduğunu savunanların başında Goldziher ve Friedleander gelmektedir. Yahudilere ve Hristiyanlara göre İlya peygamber semaya ref’edilmiştir. Kıyamete yakın yeryüzüne dönecek hak ve adaletin direğini dikecektir. Şüphe yok ki İlya Şiîler’in gaib gizlenmiş imamlarının ilk modelidir. Bu imamları kimse görmemiştir. Günün birinde âlemin kurtarıcıları olarak döneceklerdir. [70]
Goldziher Welhausen’den nakille “geri dönme” fikrinin kendisinin  sadece Şiîler’e özgü bir inanç olmadığını, bu inancın İslâm’a belki de Yahudilik ve Hıristiyanlık’ın etkisi ile girmiş olabileceğini söyler. Ona göre göğe çekilen ve dünyanın sonunda adaletin saltanatını kurmak için yeniden dünyaya gelecek olan peygamber “Eli” dünyadan çekilip görünmeden yaşayan ve bir gün dünyanın kurtarıcısı, mehdî olarak yeniden gelecek olan “gizli imamlar”ın ilk örneğidir.[71] Goldziher’e göre Şiî unsurların saf Arap topraklarından çıkmış bu düşünceye Sami olmayan düşünceler ancak Muhtar es-Sakafî’nin ihtilal hareketi ile katılmıştır.[72]
Friedleander’e göre Şiîliğin ana fikirlerinden biri olan mehdîlik ve buna müteallik durumlar Yahudilikten beslenmiştir. Zahiri ölüm (decotizm) ise Hıristiyan menşelidir. Bu düşünce İslâm’a Menîistlerin tesiri ile girmiştir. Menîistler mesihle ilgili tüm olayların gerçek dışı olduğu çarmıha gerilenin mesih değil mesihi engellemeye çalışan şeytan olduğunu kabul ederler. Mesih onu çarmıha gerip kendisini gizlemiştir. O gelecekte geri dönecektir. Bu inanç Şîa’nın “imam ölmemiştir, gelecekte geri dönecektir” görüşüyle paralellik arz eder. el-Bağdâdî de Sebeiyye’den bahsederken İbn Sebe’nin Ali’nin ölmediğini ve onun yerine ölenin Ali kılığına girmiş şeytanın olduğunu, bu sırada Ali’nin göğe yükseldiğini iddiâ ettiğini söyler. Yahudiler ve Hıristiyanlar İsa’nın katli konusunda nasıl yalancı iseler nevasıp ve havârîcin de Ali’nin katli konusunda yalancı olduklarını söyler. Ali’nin öldürüldüğünü görenler Ali’ye benzeyen birinin öldüğünü görmüşler onu Ali zannetmişlerdir. Oysa Ali ileride dünyaya dönecek ve düşmanlarından intikamını alacaktır. İsnâaşeriyye bu düşünceye katılmaz, onlara göre imamların ölümü realitedeki gibidir. [73]
Özellikle ilk kez Gulat-ı Şîa’da ortaya çıkan bazı aşırı görüşler, sonraları sûfîlerde ve bazı Mu’tezilî fırkalarında da görülmüştür. Tüm bu düşüncelerin etki merkezi Hıristiyan Gnostisizmi olarak da görenler vardır. Ancak bu aşırı görüşleri tüm Şîaya teşmil etmek doğru değildir. Hatta Şeyh Müfîd  bu gulat düşünce mensuplarını zındıklar olarak tavsîf etmektedir.[74]
Şiîlik düşüncesinin unsurlarının Yahudi kaynaklı olduğunu iddia edenlerin başında Welhausen gelir. O da bu görüşlerini Taberî’ye dayandırır. Benzer görüş sahipleri aynı zamanda mezhepler tarihindeki rivayetleri de bu şekilde yorumlarlar. Râfizîler’in bu ümmetin Yahudileri olarak nitelendirilmesi gibi bazı lafızları bu konuda delil olarak alırlar.[75] Bazı İslâm düşünürleri de Şiîlik düşüncesinin kaynaklarını Yahudiliğe dayandığını iddia etmişlerdir. Onlar hükümdarlığı nasıl ki Davut sülalesine hasretmişlerse Şîa da imametin Ali sülalesinde olduğunu kabul etmiştir. Yahudiler de Râfizîler de Mesih-i Muntazar çıkıncaya ve gökten bir ses ya da bir işaret gelinceye kadar cihad edilmeyeceği konusunda hem fikir olmaları bu konuda delil olarak ileri sürülmüştür.[76] İbn Hazm bu konuda “Onlar (Keysâniyye)Yahudilerin yolunu tuttular. Yahudiler Melki Sadak b. Amir’in, İbrahim (AS)’ın Rabeka Binti Benuel’i istemek için gönderdiği kölenin, İlyas Peygamber’in Fenhas b. Âzer’ın hayatta olduğunu iddiâ ettiler.” demektedir. İbn Hazm bu konuda imamların ölmediğini söyleyen Şiîler ile Yahudiler arasında bağlantı olduğunu düşünür.[77] Nasıl Yahudilerde Hz. Musa’dan sonra onun cinsinden olan ve onun görevini yürüten bir peygamberden hali olmayacağını iddia etmişlerdir. Şiîler de Yahudilerin Yuşa’yı halife kabul etmelerinden mütevellid bu düşünceyi aynen almışlar, Hz. Peygamberin yardımcısının Hz. Ali olduğu ve imamların bu misyonu sürdürdüğünü kabul etmişlerdir.[78]
Râfizîler’den, Ca’fer es-Sâdık’ın ölümünden sonra, Vâkıfa adı ile ortaya çıkan bir grup ondan sonra imam olarak Musa Kâzım’ı kabul etmişlerdir. Musa’nın ölümünden sonra ise onun ölmediği ve bir gün geri döneceği tezini ortaya atmışlardır.[79]
Şiîler’in temel doktrini, imam olarak kabul ettikleri şahsın aslında ölmediği ve bir gün mutlaka döneceği üzerinedir. Mehdî İmam Musa Kâzım’dan şu şekilde bir söz rivayet ederler: “Kim hastalığımda bana baktığını, cesedimi yıkadığını, tahnit ettiğini, kefenlediğini, mezara indirdiğini, üstüme toprak attığını söylerse, sen onu ‘yalancıdır’ diye ilan edebilirsin. Ben kaybolduktan sonra kim benden sorulunca ‘o yaşıyordur’ derse Allah ondan razı olsun. Kim de ‘o öldü’ derse ona lanet olsun” [80]
İmâmiyye  fırkasına göre İmam Mehdî hicrî 256 yılında doğmuş ve bundan sonra da ölmemiştir. Şu an dünyanın herhangi bir yerinde yaşamaktadır. Yiyip, içip ve Allah’a ibadet etmektedir. Ortaya çıkma ve kendini göstermek için Allah’ın emrini beklemektedir. O gözlerden gaibtir. İnsanlar onu görür ancak onu tanımazlar zira o kendisini tanıtmaz. İstediği her yerde hazır ve nâzırdır. Mehdînin daha pek çok üstün meziyetleri vardır.[81] Bu vasıflarını sayılan Mehdî, İmam Hasan el-Askeri’nin oğlu İmam Muhammed Mehdî el-Muntazar’dır. [82]
Mehdînin ortaya çıkması için bazı sebepler, alametler vardır. Bunlar namaz terk edildiği, emanetler kaybolduğu, ribâ yendiği, yalan helal sayıldığı, dinin dünya için satıldığı,  alçak karakterli insanların iş yaptığı, hevâlara uyulduğu, kan dökmenin çok sıradanlaştığı, ilmin zayıflayıp zulmün arttığı, ümeranın fıskı fücura daldığı vs. durumlar gerçekleşince mehdî de zuhur edecektir.[83]
Şîa’ya mensup olan Zeydiyye’nin pek çok kolunda mehdî inancı yoktur. Sadece Cârûdiyye  kolunda vardır. Zeyd b. Ali b. Hüseyin, Ebû Bekir ve Ömer’in hilafetinin sahih olduğuna inanır. Zaten bundan dolayı bir savaş esnasında taraftarları onu bırakmış ve bundan dolayı da öldürülmüştür.[84]
İsnâaşeriyye Şîasına göre ise on birinci imamdan sonra imam Hasan oğlunu tehlikeler karşı korumak maksadı ile gizlemiştir. Bu gaybet-i suğrâdır. Daha sonra bazıları çıkıp gaib imam Ebû’l-Kasım’ın naibleri olduklarını iddia etmişlerdir. Son naib Muhammed b. Osman es-Sırrî 260 yılındaki ölümünden önce kendisinden sonra naiblik müessesesinin kapandığını açıklamıştır. Ondan sonra gaybet-i kübrâ başlamıştır. İmam Muhammed Mehdî rec’at zamanına kadar geçen zamana büyük gaybet denir. [85] İmam Mehdî’nin gizlenmesi olayı Hz. Musa’nın olayına benzetilmiştir. Abbâsîlerin imamların soyunu sona erdirmek maksadı ile onlardan doğacak çocukları öldürmesinden dolayı İmam Mehdî’nin gizlendiği iddia edilmiştir.[86] Ancak her ne kadar İmam gerçekte gözükmese de Şiîler gaib imamın her an hayata müdahil olduğunu ve hayatı izlediğini kabul ederler.[87]
Mehdî Mekke-i Mükerreme’de zuhur edecek, ashabının sayısı Bedir ashabının sayısınca yani 313 olacaktır. Bayrağında “Allah için biat” yazacaktır, yeryüzünü adaletle dolduracaktır.[88] Şîa’ya göre Mehdînin rec’ati ile ilgili hadisler mütevatirdir. Dolayısı ile onu ve rec’atini kabul etmeyenler kâfirdir.[89]
Sünnîler ile Şiiler arasındaki mehdî inancı arasında ciddi farklar mevcuttur. Sünnîler Şiîler’in mehdî inancını küçümsemişlerdir.  Sünnîlere göre mehdî peygamber ile aynı adı taşımalıdır, oysa Şiîler’in mehdîsi hem adı farklı hem de daha çocuk yaşta liyakatsiz biridir. Hatta Hasan el-Askarî’nin kendinden sonra çocuk bile bıraktığı şüphelidir. Hatta imamın uzun süre yaşaması olanaksız olarak görülmüştür. Şiîlerde buna mukabil teoriler geliştirmiş imamın vücudu gaip olmakla berber hayatta olduğuna dair tezler ileri sürmüşlerdir. [90] Şîi grupları içerisinde Zeydiyye hariç diğer fırkaları mehdînin zuhuru usûluddinin aslı kabul edilmiştir. İsnâaşeriyye Şîa’sı mehdînin zuhuru konusunda kesin nass olduğunu kabul ederler. Bundan şüphe etmenin mürtedlik alameti olduğunu söylemişlerdir. Gelecek olan mehdînin Allah’ın mübarek kıldığı Hz. Peygamber soyundan geleceğini iddia ederler.[91]
Ancak burada Sünnîler ile Şiîler arasındaki mehdî anlayışındaki farka dikkat etmek gerek. Sünnîlerin mehdîsi daha önce yaşamamış, kendisi yaşadığı dönemde insanları hidayete erdirecek bir şahıstır. Şiîler’de ise mehdî daha önce yaşamış ve çoğu kez başarısızlığa uğramış bir liderin tekrar dönüşü şeklindedir.
Şîa’nın içinde el-Mehdî el-Muntazar olarak adlandırılan, bir gün geri dönecek olan mehdî hakkında tam bir kargaşa mevcuttur. Her fırka kendi imamlarını mehdî kabul edip geri döneceğini iddiâ etmiştir. Muhtar b. Ebî Ubeydullah es-Sakafî, el-Mukne’, el-Hırsanî (Atâü’s-Sâhir), yine en-Navüsiyye fırkası -bu fırka Ca’fer es-Sâdık’ın ölmediğini ve asla ölmeyeceğini, onun beklenen mehdî olduğunu iddiâ eder- vb. pek çok fırka kendi imamlarının beklenen mehdî olduğunu iddia etmişlerdir.[92]
Ehl-i Sünnet anlayışında mehdî zayıflamaya yüz tutan İslâm uygarlığını tekrar ihya eden manasında kullanılmıştır. Dolayısı ile toplumu ihya eden pek çok karizmatik kişi mehdî olarak vasıflandırılmıştır.[93] Şiîlikte ise hayati bir şahsiyet olup mehdîlik ilâhî kaynaklıdır. İlâhî yasalara uygun bir yönetim ortaya koymak amacı ise onun vazifesidir. Mehdî tasavvurunda genelde bunalımlı ve karamsar dönemlerde bir kurtarıcı mehdîyi beklemenin arttığına sıkça rastlanmaktadır.[94]
İsmâilîler mehdî ile el-kâim arasında ayrıma giderler. Birincisi kıyamet ve dirilişin sahibi olarak kabul edilir. İsnâaşeriyye Şiîleri ise tüm imamlarını mehdî olarak kabul ederler.[95] Şîa’da mehdîlik inanç sistemin temel doktrinlerinden biridir. İmam kıyametten önce rucû edecektir. Dürüst ve günahkâr olanlar yüzleşecek ve hak sahipleri haklarını alacaktır. [96]
Aslında mehdî düşüncesinin sosyo-psikolojik, siyasî ve dinî yönü de bulunmaktadır. İnsanların dinî inançlarını canlı tutması açısından hemen hemen tüm düşünce sistemlerinin ortak yönü olduğu söylenebilir. Siyasî olarak iktidarı elde edemeyen ve baskıya maruz kalan grupların bir teselli kaynağı olmuştur. Dinî olarak ise kelime manasına uygun olarak insanlara dinî konuda rehberlik edecek şahıslar bu mesabede kabul edilecek olursa mehdî bir değil birden fazladır, her dönemde görünebilir.
Şîa düşüncesinde kabul edilen, rec’at edecek mehdî düşüncesi pek çok yönden eleştirilmiştir. Bu eleştirilerin en önemlilerinden biri olan bir insan olarak mehdînin çok uzun süre yaşayamayacak olması ile ilgili iddiayı reddeden Şiî düşünürler, Hz. Nuh Peygamber’i örnek olarak gösterir ve onun Kuran’da dokuz yüz elli yıl yaşadığı, hatta bazı hadis kitaplarından daha uzun yaşadığı dolayısı ile bir insanın bin yıl yaşayabileceğini iddia ederler. Hatta buna ek olarak İslâm dinine mensup pek çok kişi tarafından kabul edilen Hızır’ı da mehdînin hala hayatta olduğuna dair delillendirmelerinde kullanırlar. Şîa Hızır’ın yaşadığının kabul ettiği halde mehdî konusunda aynı şeyi kabul etmeyenleri tutarsız olmakla itham etmiştir.[97]
Goldziher’e göre her ne kadar sahih sünnette mehdî düşüncesini destekler mahiyette bir kayıt olmasa da İslâm tarihi içinde siyasî ve dinî düşünce, mehdî inancının neşvünema bulmasına neden olmuştur. Bu düşünce tarih içinde varlığını devam ettirirken kendini mazlum kabul eden grupların ümit kaynağı olmuştur.[98] Asrımızda yapılan araştırmalar göstermiştir ki, İslâm dünyasının çok büyük bir bölümü hala mehdînin geleceği yönündeki inançlarını korumaktadır. Bunun  yanında Ehl-i Sünnet mensupları çeşitli deliller öne sürerek Şîa’nın mehdîsinin bâtıl olduğunu söyler.
Şîa’nın İsnâaşeriyye grubu mehdîyi şöyle tanımlar: Mehdinin annesi Nercî, babası İmam Hasanü’l-Askerî’dir. Onlara Câbir b. Abdullah’ın mehdî ile ilgili Peygamberimizden şu hadisi rivayet ettiğini söylerler. “Gerçekten vâsîlerim ve benden sonraki imamları on iki’dir. Onların ilki İmâm Ali’dir. Sonra oğullarım Hasan ve Hüseyin ve sonra Hüseyin’in oğlu Ali (Zeynel Abidin) Ali’nin oğlu Bâkır diye tanınan Muhammed’dir. Ya Câbir onun zamanına erişeceksin ona selamımı söyle. Onun oğlu Ca’fer, onun oğlu Musa onun oğlu Ali, onun  oğlu Hasan onun oğlu mehdîdir. Adı benim adım, künyesi benim künyemdir. Allah yeryüzünün doğularına batılarını onun iki eli ile açar. O öyle bir kişidir ki dostlarından kaçar. Onun imamlığını ancak kalbi Allah tarafından sınanmış kişi kabul ve tasdik eder.”[99]
El-Bağdâdî Muhammediyye adını verdiği mezhebin, imamları olan Mehdî Muhammed b. Abdillah’in ne öldüğüne ne de öldürüldüğüne inandıklarını söyler. Taraftarları onun dönüşünü beklerler. Ehl-i Sünnet kitaplarında da yer alan “Gerçek şu ki onun adı benim adıma, babasının adı da babamın adına uygundur”[100] hadisine de dayanarak on ikinci imamlarını beklenen mehdî olarak takdim etmişlerdir.[101] Kâim mehdînin aslında her dem mevcut olduğu, mekânında var olduğu ama görülmediği ifade edilmiştir. Ebû’l-Hasan er-Rızâ’ya kaim mehdîden sorulduğunda onun cevabı şu şekilde olmuştur. “Cismi görünmez, ismi ile isimlenmez”. [102] Dolayısı ile o kaim mehdînin aslında insanların arasında olduğunu ve kaim mehdî sıfatları ve adıyla bilinemediğini ifade etmiştir.
Şîa’da Mehdîlik ve beklenen imam tartışmaları Hasan el-Askeri’den sonra genelde olarak yaygın bir şekilde tartışılmıştır. Bu konuda çeşitli görüşler ortaya sürmüşlerdir. Bu konudaki görüşlerin bazıları şunlardır:
1- Bu grup Hasan el-Askerî’nin aslında ölmediğini bir müddet kaybolduğunu ve onun el-Kâim olduğu için ölmesinin caiz olmadığı görüşündedir.
2- Yine onlardan bir gruba göre el-Askerî ölmüştür, ancak tekrar kıyam edecektir.
3- Başka bir grup Muhammed b. Hasan saklı olduğu ve onun Kâim el-Mehdî olduğu kanaatindedir.
4- Diğer bir görüşe göre ise Hasan el-Askerî’nin ölümünden sekiz ay sonra Muhammed adında bir çocuğu doğduğu ve bu çocuğun sonradan kaybolduğu görüşündedir. Bu gruplara göre beklenen mehdî odur.
5- Bir başka görüş sahipleri de Hasan el-Askerî’nin ölümünün babalarının ölümü gibi kesin olduğu kanaatindedir. Kendinden sonra nesli devam etmediğinden imametin sona ermesi de muhtemeldir. Ancak daha sonra Allah peygamber soyundan bir hüccet ve kaim gönderecektir.[103]
Ehli Sünnette Mehdî
Her ne kadar mehdî inancı Şiîliğin bir akidesi olarak görünse de Sünnîler içinden de ahir zamanda gelecek olan kurtarıcı İmam Mehdî’ye inanan grupların oldukları görülmektedir.[104] Ehl-i Sünnet düşüncesi içerisinde mehdî düşüncesini kabul edenler olduğu gibi buna karşı çıkanlarda olmuştur. Onu kabul edenler bazı hadis kitaplarındaki hadisleri kaynak olarak gösterirken; reddedenler ise söz konusu hadisleri tenkit ederek ve başka bir takım hadisleri kanıt göstererek reddetmişlerdir. İbn Haldun mukaddimesinde bu konu ile alakalı makbul hadis kitapları olması konusunda neredeyse icmâ bulunan Buhârî ve Müslim’de elle tutulur bir delil olmaması hasebi ile mehdî haberlerinin tenkide açık olduğunu ifade eder. Kendisi de muhalif bir çizgi izler.[105]Ehl-i Sünnet görüşüne mensup mutasavvıflar ise mehdî konusunda genel olarak Şîa’nın görüşüne yakın bir yol takip etmişlerdir.[106]
Ehl-i Sünnet inancında da ahir zamanda gelecek ve dünyayı huzura eriştirecek bir mehdînin varlığından bahsedilir. Ancak bu mehdî Şîa inancından farklı olarak yaşamış ve var olan bir mehdîden öte insanlar arasından bir kişinin bu görevi üstlenmesi ile gerçekleşecektir.[107] Bu düşüncedeki Ehl-i Sünnet mensupları bu konu ile alakalı kitap ve sünnetten deliller de sunmuşlardır. Nitekim Tirmizî, Nesâî, Ebû Davûd, İbn Mâce gibi hadis kitaplarında bununla ilgili haberler bulunmakla beraber Sahîhayn’da bu tür bir haber yoktur.[108]
Felsefecilerden Kindî bu hususta şunları demiştir. Mehdî halka öğle namazını kıldıracak, yenilikler yapacak, adaleti hâkim kılacaktır. Endülüs yarımadasına ulaşıp burayı fethederek Roma’ya ulaşacaktır. Burayı zapt ettikten sonra doğuya yönelecek, Kostantiniye’yi fethederek yeryüzünün mülkü onun olacaktır. Böylece Müslümanlar büyük bir güce sahip olacaklardır. İslâm yücelecek, hanîf dini tek hâkim olacaktır. Öğle ile ikindi arasında halka bir namaz kıldıracaktır. Kindî hurûfu mukattâlardan hareketle 743 senesini deccalın zuhur vakti olarak kabul eder. Sonra bir ikindi vakti Mesih dünyaya inecek ve düzeni sağlayacaktır. Filozof Kindî  mehdîyi bu şekilde tanımlarken İbn Ebû Vatıl mehdînin Mesih, yani Hz. İsa olduğunu ondan başka bir mehdînin zuhur etmeyeceğini iddia eder.[109]
2- İslâm Dışı Dinlerde Mehdî
İslâm’daki mehdî düşüncesinin İslâmî düşünceye has olup olmadığı tartışma konusudur. İslâm dışı pek çok düşüncede görülen mehdî düşüncesinin İslâm’a sonradan girdiğine dair kanılar ağır basmaktadır. Gerçek şu ki İslâm dininden önce ya da sonra, İslâm’la iletişime geçmiş ya da geçmemiş pek çok düşünce sisteminde mehdî tasavvuru bir olgu olarak vakidir. Dünyanın pek çok yerinde bir birinden bağımsız benzer düşüncelerin ortaya çıktığı gözlemlenmektedir.
Tarihte bazı şahsiyetlerin ölümünden sonra ardından gelenler onların öldüklerine inanmak istememişlerdir. İlkel bir dini inanca sahip olan Yeni Gine  halkı Mensren adında bir kurtarıcıyı beklerler. “Kargo-kültü” adı verilen bu düşüncede kurtarıcı bir gemi ile beraber, istikbalde denizden gelerek kendilerini yabancı hâkimiyetlerden kurtarıp refah ve huzuru tesis edecektir.[110] Kuzey Amerika yerlilerinden Montagnai kabilesinin müstakbel kurtarıcısı, efsanevi kült kahramanları olan “Tsekabec”dir. Kuzey Amerika yerlilerin mehdî ve kurtarıcılarını beklerken bol bol dans etmelerinden dolayı genel olarak bu kültüre “Ghost-Danc” deyimi kullanılır.[111] Aztekler kurtarıcılarına “Quetzalcoalt” derlerken, Mayalar “Kukulkan” adını verirler. Eski Mısırlılarda Tanrı Ra, Ameni adından bir kurtarıcı gönderecektir.[112]
Hinduizm’de mehdi “kalki” olarak isimlendirilirken, Budizm’de mehdî kavramını ifâde eden kelime “Maytreya”dır. Dostluk merhamet kökeninden türetilmiştir. Maytreya mehdînin soyadıdır. Esas ismi ise “yenilmez, şefaatçi” anlamında “Ayita” olacaktır. Mehdî tasavvuru Kofüçyanizm ve Taoizm’de görünmekle beraber, mehdî için özel bir isim kullanılmamıştır.[113]Mecûsîlik “Sayant”, Hırıstiyan ve Yahudiler ise “Mesih” terimleri ile aynı düşünceyi kastetmişlerdir. Mehdî farklı din ve kültürlerde ahir zamanda Tanrı tarafından dünyaya gönderilecek ve yeryüzündeki bozulmuş düzeni yeniden kuracak ve yeryüzünü hâkimiyeti altına alacak bir hükümdar, insanlara doğru yolu gösterecek bir peygamber, dini bir lider ya da Hinduizm’de olduğu gibi bir Tanrı’dır.[114]
Maniler Mani’nin Sâsanî kralı tarafından öldürüldüğünü kabul etmemişler, onun göğe yükseldiğini, yeryüzüne tekrar döneceğini, düşmanlarından öç alacağını, dünyada adaleti hâkim kılacağını iddia etmişlerdir. Moğollar da Cengiz Han’ın ölümünden dokuz asır sonra tekrar dönüp milletini Çin’in boyunduruğundan kurtaracağına inanmışlardır. Mezdekiler Enuşirvan için aynı şeyi idda ederken, Hintliler Brahma’nın tenâsühünde Vişnu’nun vücuda gelişine ve Hinduluğun Budizm’e hâkim olacağını, insanların ruhlarının böylece hürriyetine ereceklerini kabul etmişlerdir. Mecûsîlikte Bihafrid’in öç almak için tekrar döneceği inancı mevcuttu.[115]
Goldziher Cengiz Han’ın ölümünden sekiz-dokuz asır sonra tekrar Moğolların Çin’e karşı yapacağı mücadelede yardım etmek amacı ile dirileceğine inandıklarını ifade etmektedir.[116]
Mehdî düşüncesinin nerede ve nasıl doğup geliştiği konusunda batılı araştırmacılar iki görüş ortaya atmışlardır. Birincisi mehdî inancının Sümerlerde doğduğu, Babilliler ve Mısırlılarda geliştiği, bu iki kanalla dünyaya yayıldığı düşüncesidir. İkinci görüş ise her din ve düşüncede mehdî inancının kendi içinde psikolojik ve sosyolojik etkenlerle ortaya çıktığıdır. Mesela Hinduizm’de mehdîliğin menşei Tanrı Vişnu’nun Kalki ismi ile müstakbel avatarasına ve Hint zaman tasavvuruna dayanırken, İslâmiyet’te Hulefâ-i Râşidîn devrinin arkasından başlayan iç savaşların tarihî, siyasî ve psikolojik tezahürleri bunda etkili oluştur.

[1] Thamos, “Gnostisizm”, http://www.hermetics.org/Gnosis2.html.
[2] Thamos, “Gnostisizm”, http://www.hermetics.org/Gnosis2.html.
[3] İrfan Abdulhamid, Dirâsât, Beyrut 1984, s. 84.
[4] Sami Baybal, İbrâhimî Dinlerde Mesihin Dönüşü, Konya 2002, s. 25.
[5] Sabri Hizmetli, “İtikadi Mezheplerin Doğuşu”, AÜİFD, XXVI, 666; Sami Baybal, İbrahimi Dinlerde Mesihin Dönüşü, Konya 2002, s. 25.
[6] Zeki Sarıtoprak, Nüzûl-i İsa Meselesi, İzmir 1997, s. N.
[7] Sami Baybal, a.g.e., s. 28.
[8] Sami Baybal, a.g.e., s. 25; Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. N; Erkan Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdî Tasavvurları, Samsun 1997, s. 15.
[9] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. O; Erkan Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 15.
[10] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 3.
[11] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 3-5; Sami Baybal, a.g.e., s. 33.
[12] Sami Baybal, a.g.e., s. 35.
[13] Erkan Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 15.
* Saoşyant; “yardımcı, yardım edici” anlamını taşımaktadır. Mecûsîlik’te ahir zamanda geleceği inanılan kurtarıcı; mehdî olarak düşünülür. bkz. Şinasi Gündüz, Din ve İnanç sözlüğü, Ankara, 1998.
** Kalki; Bu kelime Arya dilinin bir ürünüdür. Hindu eskatolojisinde geleceği beklenen Vişnu avatarası, ahir zamanda geleceğine inanılan kurtarıcı mehdî anlamında kullanılır. bkz. Şinasi Gündüz, Din ve İnanç sözlüğü, Ankara, 1998.
*** Hinduizm’e göre koruyucu Tanrı olan Vişnu’nun zaman zaman çeşitli nedenlerle insan ve hayvan şeklinde bir dünyevi varlık suretinde bedenleşerek yeryüzüne inmesi. bkz. Şinasi Gündüz, Din ve İnanç sözlüğü, Ankara, 1998
[14]     Sami Baybal, a.g.e., s. 34; Goldziher, a.g.e., s. 254.
[15] Erkan Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 14.
[16] Goldziher, a.g.e., s. 254.
[17] Goldziher, a.g.e., s. 254.
[18] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., İzmir 1997, s. 4.
[19] “Hani Allah, peygamberlerden: “Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz” diye söz almış, “Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?” dediğinde, “Kabul ettik” cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.” Âl-i İmrân 3/81.
[20] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 5.
[21] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 5.
[22] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 6.
[23] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 7.
[24] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 8.
[25] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 8.
[26] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 8.
[27] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 8.
[28] Sami Baybal, a.g.e., s. 29.
[29] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. O.
[30] Gerlof Van Vloten, Emevî Devrinde Arap Hâkimiyeti, Şîa ve Mesih Akîdeleri, Ankara 1986, s. 70-73.
[31] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. Ö.
[32] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 9; Sami Baybal, a.g.e., s.  38-39.
[33] Sami Baybal, a.g.e., s. 29.
[34] İbrahim Bulut, “Şiî fırkalarda Gaybet ve Rec’at inancı”, Kitabiyat, 2004, sy. 8, s. 141.
[35] Seyyid Cevad, el-İmâmü’l-Mehdî ve Zuhûruhû, Kuveyt, 1985, s.  244.
[36] İrfan Abdulhamid, Dirâsât, s. 84;.
[37] “Sana gelince, ey Daniel, son gelinceye dek yoluna devam et. Rahatına kavuşacak ve günlerin sonunda ödülünü almak için uyanacaksın.” Danyel 12:13.
[38] Sami Baybal, a.g.e., s. 29.
[39] Ignaz Goldziher, el-Akîde ve’ş-şeriyye fi’l-İslâm, ter. Muhammed Yusuf Musa, Beyrut, tsz., s. 194.
[40] Fevzi Samuk, Necati Ağıralioğlu, Kur’ân-ı Kerim’e Göre Meryemoğlu Mesih Hazreti İsa, İstanbul 1998, s. 45.
[41] Âl-i İmrân 3/54-55.
[42] en-Nisâ 4/157-158.
[43] İlgili âyetler için bkz. Secde 31/11; Nisâ 4/97; Enfâl 8/50; En’âm 6/61; Hacc 22/5; Nisâ 4/15; Yusuf 12/101.
[44] Mahmûd Şeltut, “İsa’nın Ref’i”, AÜİFD, 1978,  XXIII, 319-324; er-Risale, X, sy. 462, s. 515-517.
[45] Yaşar Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezhepleri, İstanbul, 2001, s. 290.
[46] Yaşar Kutluay, a.g.e., s. 208; Sabri Hizmetli, “İtikadi Mezheplerin Doğuşu”, AÜİFD, XXVI, 171-172.
[47] Sami Baybal, a.g.e., s. 27; Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 9.
[48] Zeki Sarıtoprak, a.g.e., s. 9.
[49] Goldziher, İslâm’da Fıkıh ve Akâid, s. 256.
[50] Sabri Hizmetli, a.g.m., s. 172.
[51] Yaşar Kutluay, a.g.e., s. 185-186; Sabri Hizmetli, a.g.m., s.173.
[52] Yusuf Şevki Yavuz, “Mehdî”, DİA, 2003 İstanbul, XXVIII, 369; Sabri Hizmetli, a.g.m., s. 667.
[53] Erkan Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 16.
[54] Erkan Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 17.
[55] Muhsin Abdulhamid, İslâm’a Yönelen Yıkıcı Hareketler, trc. M. Saim Yeprem, Ankara, 1973, s. 49.
[56] Goldziher, İslâm’da Fıkıh ve Akâid, s. 255.
[57] Sabri Hizmetli, a.g.m., 668.
[58] Halil İbrahim Bulut, “Şiî Fırkalarda Gaybet ve Ric’at İnancı”, İslâmiyât, 2004, VIII, sy. 1, s. 141.
[59] Muhsin Abdulhamid, a.g.e., s. 47-48.
[60] İrfan Abdulhamid, Dirâsât, s. 34.
[61] Avni İlhan, Mehdîlik,  İzmir 1976, s. 15-19.
[62] Ahmed Emin, Duha’l-İslâm, Beyrut, 1954, III, 238.
[63] Hüseyin Tacirineseb, Mehdîlik ve İmam Mehdî, ter. Davut Duman, 2001 Ankara, s 121-129.
[64] İbn Haldun, Mukaddime, trc. Süleyman Uludağ, İstanbul 1982, I, 752; Muhammed Hamdi Zegzûg, “er-Rec’a”, el-Mevsûati’l-İslâmiyyeti’l-âmme, Kahire, 2001, s. 670; Said Amir Arjomand, Authority and Political Culture, New York, 1988, s. 170;  Âyetullah İbrahim Âmirî, el-İman el-Mehdî, İran, 1997, s. 260.
[65] Âyetullah İbrahim Amiri, a.g.e., s. 255; , Seyyid Cevad, el-İmâmü’l-Mehdî ve Zuhûruhû, Kuveyt, 1985, s. 181-183.
[66] Seyyid Cevad, a.g.e., s. 242.
[67] İrfan Abdulhamid, İslâm’da İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, s. 26.
[68] İrfan Abdulhamid, a.g.e., s. 27.
[69] İrfan Abdulhamid, a.g.e., s. 28.
[70] İrfan Abdulhamid, a.g.e., s. 34.
[71] Goldziher, İslâm’da Fıkıh ve Akâid, s. 254.
[72] İrfan Abdulhamid, a.g.e., s. 29.
[73] İrfan Abdulhamid, a.g.e., s. 35; Eş’arî, a.g.e., I. 85.
[74] İrfan Abdulhamid, a.g.e., s. 31.
[75] İrfan Abdulhamid, a.g.e., s. 31.
[76] İrfan Abdulhamid, a.g.e., s. 32.
[77] İbn Hazm, a.g.e., s. 180; İrfan Abdulhamid, a.g.e., s. 32.
[78] İrfan Abdulhamid, a.g.e., s. 33.
[79] W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, trc. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 1981, s. 202.
[80] Goldziher, İslâmda Fıkıh ve Akâid, s. 254.
[81] Seyyid Muhammed el-Kazvini, el-İmamü’l-Mehdî,  Beyrut 1987, s. 19-20.
[82] Seyyid Muhammed el-Kazvini, a.g.e., s. 21.
[83] Seyyid Muhammed el-Kazvini, a.g.e., s. 372.
[84] Avni İlhan, a.g.e., s. 61.
[85] Avni İlhan, a.g.e., s. 71.
[86] Avni İlhan, a.g.e., s. 74.
[87] Goldziher, İslâm’da Fıkıh ve Akâid, s. 263.
[88] Avni İlhan, a.g.e., s. 72.
[89] Avni İlhan, a.g.e., s. 73.
[90] Goldziher, İslâm’da Fıkıh ve Akâid, s. 262.
[91] Muhammed Ebû Zehra, el-İmam es-Sâdık, Kahire, s. 239.
[92] Abdulkerim el-Hatib, el-Mehdîyyü’l-Muntazar  Vemen Yentezırunehü, Kahire 1980, s. 32.
[93] Ali Coşkun, Mehdîlik Fenomeni, İstanbul 2004, s. 96.
[94] Ali Coşkun, a.g.e., s. 96.
[95] Ali Coşkun, a.g.e., s. 97.
[96] Said Amir arjomand, a.g.e., s. 169-170.
[97] Âyettullah Kâşifü’l-Gıtâ, Caferi Mezhebi ve Esasları, trc. Abdulbaki Gölpınarlı, İran, 1992, 53.
[98] Ignaz Goldziher, el-Akide ve’ş-şeriyye fi’l-İslâm, ter. Muhammed Yusuf Musa, Beyrut, tsz., s. 195.
[99] Ebû’l-Kasım Necmeddin, el-Meslek fî Usûli’d-dîn, Nşr. Rızâ Üstâdî, Meşhed, 2003, s. 277-278; Ali Toker, Oniki İmam, İstanbul 2002, s. 491.
[100] Bu hadisin Tirmizi, Ebû Davut, İbn Hanbel, İbn Mâce, Hâkim el-müstedrekinde nakledildiği belirtilmiştir.  bkz. Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Farklar, trc. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara, 1991,   s. 43.
[101] Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s. 43.
[102] Muhammed es-Sadr, Tarih-u Gaybetü’l-kübrâ, Kum, tsz.., s. 31.
[103] Mustafa Öz, “İmâmiyye Şîasında Onikinci imam ve Mehdî İnancı”, MÜİFD, 1995s. 23.
[104] Goldziher, İslâm’da Fıkıh ve Akâid, s. 257.
[105] İbn Haldun, a.g.e., I, 752-753; Gerlof Van Vloten, Emevî Devrinde Arap Hâkimiyeti Şîa ve Mesih Akîdeleri, Ankara 1986, s. 65-70.
[106] İbn Haldun a.g.e. I, 7769-773.
[107] Ignaz Goldziher, el-Akide ve’ş-şeriyye fi’l-İslâm, s. 194.
[108] Muhammed Ebû Zehra, el-İmam es-Sâdık, Kahire, s. 239.
[109] İbn Haldun, a.g.e., I, 773 vd.
[110] Yusuf Şevki Yavuz, “Mehdî”, DİA, XXVIII, 369; Erkan Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 13.
[111] Erkan Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 13.
[112] Erkan Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 14; Yusuf Şevki Yavuz, a.g.m., XXVIII, 369.
[113] Erkan Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 14; Yusuf Şevki Yavuz, a.g.m., XXVIII, 369.
[114] Yusuf Şevki Yavuz, a.g.m., XXVIII, 369.
[115] Sabri Hizmetli, a.g.m., XXVI, 67.
[116] Ignaz Goldziher, el-Akide ve’ş-şeriyye fi’l-İslâm, s. 192.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...