İZAH
«Her
biri yanılarak diğer arkadaşının
koyununu kesse ilh...» Yani kurbanlık koyunu kesse. Uygun
olan,
Kenz ve Hidâye adlı eserde olduğu gibi, musannifin da burada «kurbanlık koyununu»
demesiydi.
Zira böyle deseydi, kesilen koyun kurbanlık değilse, ona zamin olacağını ifade eder-di.
Şurunbulâliye.
Yani
kendi yerine ilh...» Bedâyî ve diğer
kitaplarda acık olarak: «di-ğer arkadaşının koyununu kendi
nefsine
kesse» denilmiştir. Öyleyse, kesmiş olduğu koyunu kendi kurbanlığı olduğu
zannıyla
arkadaşının yerine kesmiş olsa, yine o kurban sahibinin yerine geçer mi? Acık olan odur ki evet.
geçer.
Ama ben bu hususta bir ifade görmedim. Araştırılsın. ,
Yanılsa
sözü ilh...» Zira musannifin bu sözü ifade ediyor ki, kesen
kimse o kurbanı kendi koyunu
zannederek
kesmiştir. O zaman da ancak âdeten kendi için kesmiş olur. .
«Veya
yanılmasalar ilh...» Bu sözden, «vekil olmuş olur» sözüne ka-dar bazı nüshalarda mevcuttur.
«Veya
yanılmasalar» sözü de bir kalem hatasıdır. Çünkü bu söz başkasının kelâmında mevcut
değildir.
Bunlar-dan her biri deâleten «diğerine vekil olmuş olur Hidâye.» sözünde de uygun olan,
«istihsanen
geçerlidir» sözünden sonra zikredilmesiydi.
Hidâye'nin ifadesi de şöyledir: «İstihsânın şekli şudur: O koyun ke-sim için belirmiştir. Çünkü
kurban
için taayyün etmiştir. Hatta adama kurban günlerinde onu kesmek vacibtir. Velev ki kurban
eden
adam fa-kir de olmuş olsa.» Nihâye.
«Kurban
için alınan koyunu, alan kimse zengin olduğu takdirde, baş-kasıyla değişmek mekruhtur.
Hidâye.
«O
zaman koyun sahibi kesime ehil olan herhangi bir kimseden yar-dım taleb etmiş ve delâleten
ona
kesim için izin vermiş
olur.»
O
zaman sarihin yukarıda Hidâye kelimesinden maksadı, Hidâye'nin ifadesinden hası! olan
anlamdır.
Sarihin, «Bunu (ibni Kemâl söylemiştin» sözünde de bir görüş vardır. Görüş şudur
ki, İbni
Kemal
bunu Hidâye' den nakletmemiştir.
Umulur ki, burada «bunu» zamiri
fazladır.
İbni
Kemâl'in sözünün makulesi de şudur: Sadrı Şerîa ve diğerlerinin sözlerinin acık anlamı kesilen
kurbanın
sahibinin yerine vaki olmasıdır.
Şu
kadar var ki, bu zannettirir ki, İbni
Kemâl bunu şerhinde zikret-miştir. Halbuki İbni Kemâl bunu
şerhinde
değil, hamişin üzerindeki «minhuvat»ında zikretmiştir.
«Sadrı
Şerîa'nın sözünün açık anlamı» sözü de mezhep kitaplarında açıkça zikredilmiştir.
T.
diyor ki: «Bütün Hanefî âlimleri icma etmişlerdir ki, yanlışlıkla ke-silen kurban sahibinin yerine
vâki
olur. Çünkü sahibinin delâleten izni
vardır. Ancak Züfer buna karşı çıkmıştır.»
«Borçlu
olmadan istihsanen geçerlidir ilh...» Yani yanlışlıkla kesilen kurban sahibinin yerine
geçerlidir
ve bilindiği gibi her kurban da
mâli-kinin yerine kesilmiş olur. O zaman o iki kişiden her
biri
kendisine ait olan soyulmuş eti
alır. Biz istihsanın şeklini yukarıda zikrettik. Kıyasa ge-lince, o
da
Züfer'in görüşüdür ki yanlışlıkla kesilirse, koyunun kestiği adama kestiği koyunun kıymetine
zamindir.
Çünkü bir diğerinin koyunu-nu onun izni olmadan esmiştir.
«Birbirleriyle
helâlleşirler ilh...» Yani eğer her ikisi de kestikleri kur-ban etinden yemişler, sonra
yanıldıklarını anlamışlarsa, onlardan her bi-ri diğerinden helâllik alır. Hidâye.
«Kıymeti de tasadduk eder ilh...» Çünkü o kıymet, etin bedelidir.
Öyleyse o .nasıl koyunu canlı
olarak
sattığında bedelini tasadduk ederse, burada da bedelini tasadduk eder. Zira kurban sahibi
yerine
vaki olduğu için et de sahibinin
yerine vaki olmuştur. O zaman etin kıymetinin zaminidir.
Birisi
başkasının kurbanının etini telef ederse, yine bunda hüküm, zikrettiğimizdir.
Hidâye.
Ben
derim ki: Hidâye'nin «kıymet etin bedelidir» sözünün gereği etin kıymetinin tazmin edilmesidir.
Onun
canlı olarak verilmesi değil. İşte bundan dolayı da yanlışlıkla kesilen kurban malikinin
kurbanı
yerine vâ-ki olmuştur.
Burada
açıklanacak şu mesele kaldı: Musannifin «garimsiz olarak» sözü ile Hidâye'nin «her ikisine
de
zaminiyet yoktur» sözü, bir de fakihlerin «Yanlışlıkla kesen kimse delâleten izni olduğundan
diğer
kimsenin kurbanını kesmesi geçerlidir.» sözleri ifade ediyor ki, bunlardan herhan-gi birisi
diğerine
koyunun kıymetini tazmin ettirmeye
kalkışırsa, tazmin ettiremez.
Bedâyî'de buna aykırı olan bir ifade vardır.
Bedâyî'de şöyle denilmiş-tir: «İki kişi yanlışlıkla
birbirinin
koyununu kesseler, daha sonra
birbirle-riyle helâlleşmeseler, her biri diğerine karşı olan
tazminatı
ödemiş olsa, kesilen kurban onun olur. Caiz de olur. Zira tazminatla ona mâlik ol-muştur.»
Bedâyî'deki bu ifade üzerine, bu iki kimse iki şey arasında muhay-yerdirler. Birisi, sahibine tazmin
ettirmek
ve kesilen kurbanın kendi ye-rine
geçmesi, ikincisi, tazmin ettirmeyecek her birinin kestiği
kurbanın
yerine kesilmesidir. Bu iki şey arasında muhayyerdirler. O zaman fakihlerin «garimsiz
olarak»
sözü bunlardan her birinin diğer arkadaşının kesimine razı olduğuna yorumlanır.
Düşünülsün.
«Ben
derim ki ilh...» Geçen mesele şu bahiste idi: Kurban kesen kim-se yanılarak diğer arkadaşının
kurbanını
kendi yerine kesmiş olsa.
Bura-da da sarih şunu açıklamak istemektedir: Birisi diğerinin
kurbanını
izin-siz olarak kesmiş olsa, kendi nefsinin veya mâlikinin yerine... Biz bu bahsi, İtkanî'den
özetle
zikrettik.
«Kurbanı
onun için yeterlidir ilh...» Yani koyunu satın alan için ye-terli olur. Çünkü o satın almasıyla
kurbana
niyetlenmiştir. Bizim de açık-ladığımız üzere, başkasının onun kurbanını kesmesi zarar
vermez.
Zeylaî.
«Eğer
tazmin ettirirse ilh...» Yani kurbanı satın alan kimse izinsiz olarak kesen kimseye kıymetini
tazmin
ettirmiş olsa, o kurban satın alan için olmaz, kesen kimse için caiz olur. Çünkü onun
tazminatı
ödemesiyle açıklandı ki, kan akıtmak onun için mülkiyeti üzerine hasıl
olmuştur.
Bu
da ilh...» Yani bu kurbanın sahibi
yerine vaki olması, eğer kur-ban
sahibi kesen kimseye tazmin
ettirmezse,
yok eğer tazmin ettirirse, kurban
sahibinin değil, kesen kimse yerine vâki olur.
«Sahibinin
yerine kesmişse ilh...» Şurunbulâliye'de Minyetü'l-Müfti'den naklen şöyle
denilmektedir:
«Bir
diğer kimsenin kurbanını sahibinin yerine niyet ederek ondan izin almadan kesmiş olsa,
caizdir.
Üzerinde bir tazminat da
yoktur.»
Bu
kesimin caiz olması istihsandır. Çünkü izni delâleten mevcuttur. Nitekim Bedâyî'de
olduğu gibi.
Tatarhâniye'de
şöyle denilmektedir : «Bu mesele, Asi adlı eserde mutlak olarak zikredilmiştir.
Enâs'ta
da sununla kaydedilmiştir:
«Sahibi kurban için koyunu yatırsa, bir diğeri de gelip ondan
izin
almadan onun yerine niyet ederek kesse, caizdir.» Gıyasiyed'e de, «Asl'da mutlak zik-redilen
daha
muhtardır.» denilmiştir. Yani
alış anındaki niyetle yetinilir. O koyun da kurban için taayyün
eder.
Nitekim biz bir sayfa önce bunu
zikrettik.
Bundan
şu istifade edilir ki, eğer kesilen hayvan kurban için tayin edilmemişse, kesen adam,
kestiği
zaman koyun sahibinin yerine kurban niyetiyle de kesmiş olsa, sahibi için kurban olmaz ve
kesen
kimse onu tazmin eder.
Hâniye'de şöyle denilir: «Bir kimse kurban günlerinde beş tane ko-yun alsa, hiçbirini tayin etmeden
birisini
kurban etmeyi niyetlense, birisi ele kurban günü onlardan birisini sahibinden emirsiz
sahibinin
niyetiyle kesmiş olsa, ona zamin olur.»
Bu
yerde yazılan şudur: Eğer bu kimse yanılırsa, başkasının kurban-lığını kendi için kesse. kesilen
kurbanlığın
sahibi muhayyerdir. Eğer ona tazmin ettirirse, kurban kesenin yerine geçer. Yok eğer
tazmin
ettirmezse, sahibinin yerine geçer.
Nitekim biz bunu Bedâyî'den de zikrettik. Yine bunun
gibi,
bir başkasının koyununu kendi nefsi
için kesse, hüküm
böy-ledir.
Bu
görüşe göre, ister kendi yerine
kesmiş, isterse sahibinin yerine kesmiş olsa, ikisinin arasında
fark
yoktur. Bununla bizim İtkanî'den nak-len zikrettiğimiz «Kasten kesmek, yanlışlıkla kesmeye
benzemez»
sözünü düşün. Ama mâlikin yerine keserse, malikin yerine geçer. Yine bunda da malik
için
bir muhayyerlik var mıdır? Ben bu
konuda bir açıklık görme-dim. Dış görünüşe bakılırsa, evet,
muhayyerlik vardır. Allah daha iyisini
bilir.
«Canlı
olarak tazmin eder... zahirdir ki ilh...» Sahih nüshada böyledir. Bazı nüshalarda burada bir
ziyadelik vardır ki, onu düşürmek vâcibtir. Çünkü onun için
burada bir anlam yoktur. Yalnız o
ziyadelikte «Nasıl satın alsa» sözü doğrudur. Yani eğer malike gasbettiği şeyi tazmin eder-se satım
akdi
geçerli olur. Çünkü mülkiyet, bir satışa istinaden vaki ol-muştur. İşte bu ifade ediyor ki, kesilen
kurbanlığın
mülkiyeti kesenedir, onu
kesilmiş olarak almıştır.
Bedâyî'de şöyle denilmektedir: «Birisi bir koyun gasbetse, onu kur-ban
etse, o kurban olmaz.
Çünkü
mülkiyeti yoktur. Sahibinin yerine
de de olmaz. Çünkü sahibinin de
izni yoktur. Sonra sahibi
kesilen
koyunu alırsa, kesimin getirdiği noksanlığı da gâsıba tazmin ettirse, yine öyle-dir, her ikisi
için
de caiz değildir. Bu iki kimsenin üzerine de diğer bir ko-yunu kurban etmek gerekir. Ama eğer
mal
sahibi gasıbtan canlı olarak kıymetini alırsa, kesen için kurban olarak yeterlidir. Çünkü o
kurbanlığa
gasb vaktinden itibaren zimaniyetle
malik olmuştur. O zaman o
gâsıb, kendi mülkü olan
bir
koyunu kesmiştir. O kurban da ona yeterlidir. Şu kadar var ki günahkâr olmuş olur. Çünkü
fiilinin
başlangıcında mahzur vaki olmuştur.
Onun tevbe ve istiğfar etmesi gereklidir.»
Ben
derim ki: Bu, Eşbâh ve Zeylaî'den
naklen geçen ifadeye aykırı değildir. Eşbâh ve Zeylaî'nin
ifadeleri
şöyledir: «Eğer mal sahibi tazmin ettirirse, kesilen kurban kesen için vaki olur. Aksi halde
mâlike
ait sayı-lır.» «Çünkü burada da
eğer sahibi o koyunu kurban için
hazırlamışsa, o zaman
kesen
kimse dolaylı yoldan izinli sayılır. Nitekim bunun takriri geçti. Burada da başka şey
hususundadır
ki, işte bundan dolayı burada
fakihler gasbedilen koyun ifadesini
kullanmışlardır.
«Açıktır ki ilh...» Bu görüş, gasbedilen kurbanın sahih olmasının zaminiyetle kayıtlı olmasının
illetidir.
Kuhistanî'de
şöyle denilmektedir: «Bazı âlimler tarafından, «Gasbedilen koyunun kurban edilmesi,
ancak
kesim günlerinde tazminatını öder-se, caizdir.» denilmiştir, Ebû Yûsuf ve Züfer'den de
gasbedilen
koyunun kurban edilmesinin geçerli olmadığı rivayet edilmiştir.»
«Başkasının mülkünde meydana gelmektedir ilh...» Ama gasb bu-nun aksinedir. Çünkü gasbta
mülkiyet
tazminata dayanır. Nitekim yu-karıda
geçti.
Bununla
ilgili Sadrı Şerîa'nın bir bahsi vardır ki cevabı ile birlikte Mi-nâh adlı eserde
zikredilmektedir.
«Ariyet olarak alınan hayvan emânet gibidir ilh.:.» Şurunbulâliye'de şöyle denilmektedir: «Emanet
(vedîa)ten
maksat başkasının yanında emâ-net olarak bulunan herhangi birşeydir. Nitekim
Zendosti'den
naklen Feyz adlı eserde de böyledir.»
H.
Bedâyî'de de şöyle denilmiştir: «Emânet hakkında senin bildiğin ce-vap, ariyet ve kira akdinde de
aynıdır. Meselâ birisi ariyet olarak bir de-ve, bir erkek deve, bir öküz alsa veya kiralasa, onu da
kurban
etse, onun kurbanına yeterli olmaz.
İster kesilmiş halde onu mâliki alsın, ister mâ-lik onu
kıymetini
tazmin ettirsin. Çünkü onun elinde emânettir. Ancak onu kesimle tazmin ettirir. O zaman o
emânet
gibidir.»
Hülâsa
ve Bezzâziye'de, Kuhistanî'nin de Nazm'dan naklettiği şu ziyadelik bulunmaktadır: «Bir malı,
mâliki
adına meccânen satış için elin-de bulunduran (müstebdî)
rehin alan, koyunu satın almak
veya birisinin malını korumak için vekil olan kimse müvekkilinin, yahut karı veya koca eşinin
koyununu izinsiz olarak kurban ettikleri takdirde kurbanları caiz olmaz.»
«Rehin
edilen koyun da gasbedilen koyun gibidir ilh...» Bu görüş, Zahiriye'de olana aykırıdır.
Zira
Zahiriye'de,
«Rehin edilen koyun, emânet bırakılan koyun gibidir.» denilmektedir. Bizim Hülâsa ve
diğer
eser-lerden naklen zikrettiğimize de aykırıdır. Şu kadar var ki, Tatarhâniye'de Seyrefiye'den
naklen
şöyle denilmektedir: «Rehin alan, rehnedilen koyu-nu kurban etse,
caiz değildir. Kadı
Cemaleddin
ise «caizdir» demiştir. Ama rehmeden onu kurban
etmiş olsa, caiz olur.» Haniye.
-
Bedâyî'de şöyle denilmektedir: «Bir koyun rehin edilirse, uygun olan,
onun kurban edilmesinin
caiz
olmasıdır. Zira o koyun gasbta olduğu gibi kabız vaktinden itibaren rehin alanın mülkü olmuş
olmaktadır.
Belki gasb-tan daha uygundur.»
Meşayihten bazısı da bu konuda açıklama yaparak
şöyle demişlerdir: «Eğer rehin verilen hayvan, borç kadar ise caizdir. Eğer borçtan fazla ise, uygun
olan
caiz olmamasıdır. Çünkü onun bazısı borç ile mazmundur. Bazısı ise elinde emânettir. Emânet
miktarında
kesimle zamindir. O zaman emânet durumunda
olur.»
«Ortaklı
olan koyun da emânet gibidir ilh...» Yani o da emânettir. Çünkü açıktır ki, ortağının hissesi
onun
elinde emânettir. H. Yani emâ-net
gibi o da kurban olarak yeterli olmaz. Açıktır ki, burada
ortaklı
ko-yundan maksat da, ortak olan tek
koyundur. Ama bunun aksine iki ko-yuna iki kişi ortak
olsalar
iki ortak iki koyunu kurban etmiş olsalar ca-izdir. Nitekim musannif da bunu biraz ileride
zikredecektir.
«Peygamber
(s.a.v.)'in kurbanlık koyunun rengi siyahtır ilh...» Pey-gamber (s.a.v.)'in koyunlarının
renginin
siyah oluşu İbni Şıhne'nin, İbni Vehbân'ın sözlerinin şerhinden anlaşılmaktadır. Ki bunda
değiştirme
ol-muştur. Doğrusu, «Peygamber
(s.a.v.) kurbanlık koyununun rengi
beyaz-dır.» şeklidir.
Nitekim
Şurunbulâliye de bunun doğru olduğuna dikkat çekmiştir. Nazm'ın açıklamasında biz
Şurunbulâliye'nin
sözlerini zikrede-ceğiz.
Şurunbulâliye'nin sözünü Hidâyede
olanda teyit eder.
Hidâye'nin ifadeleri şöyledir: «Peygamber; (s.a.v.) iki emlâh
(beyaz) burulmuş koç kurban etmiştir.
Nitekim
biz de bunu zikrettik.»
Âlimler
buradaki «emlâh» sözünde ihtilaf etmişlerdir.
Ebussuud,
İbni Hacer'in Fethü'l-Bâri adlı eserinden naklen şöyle de-mektedir: «Emlâh, beyazı
siyahından
daha çok olandır. Buna ağber de
denilir. Bu da Esmaî'nin görüşüdür. Hattabî de şunu
ilâve
etmiştir: Emlâh, yünleri arasında beyaz tabakalar olandır. Buna halis beyaz da denilebi-lir.
İbnü'l-Arabî de böyle
demiştir.»
İmam
Şafiî de kurbanla beyazın siyahtan
daha faziletli olduğuna bu hadisi delil getirerek
tutunmuştur.
Bazı
âlimler de, «Emlâh, kırmızıya çalan bir beyazdır.»
demişlerdir. Bazı âlimlere göre ise emtah,
siyaha
bakar, siyahta yer, ve siyahta yatar, yani görme yeri olan gözleri, yeme yeri oian ağızlan,
yürüme
yeri olan ayaklan ve yatma yeri siyah olan hayvandır ki bunların dışındaki yerleri
beyazdır.
Ben
derim ki: Bedâyi'de şöyle denilmiştir: «Koyundan kurban edildi-ği takdirde faziletli olanı
boynuzlu, burulmuş ve emlah olan koçtur. Emlah'tan maksat beyazdır.»
Bedâyî'nin sözlerinin acık anlamı ki. beyazdan maksat hâlis beyaz-dır. O zaman Bedâyî'de olan
ifade
Şafiî'nin sözüne uygun düşer. Emlah kesilmesi İnâye ve Kifâye'de de içinde birkaç siyah kıl
olan
beyazlıkta tefsir edilmiştir.
Kamus'ta da böyledir. O zaman Bedâyî'de olan ifadeyi bunun
üzerine
yorumlamak mümkündür.
«Eğer
bununla varid olmuştur Uh...» Burada
eserden maksat, Hz. Peygamber'in iki emlah koçu
kurban
ettiği rivayetidir.
Şurunbulalî
şerhinde şöyle demektedir: «Denilir ki, Peygamber oley-hisselöm koçlardan birisini
kendisine
ve âline, diğerini de ümmeti yerine kesmiştir. Bundan dolayı bir şahsın iki koç kesmesine
sünnet
olarak hükmedilmemiştir.»
«Hepsinin
vacib olmasıdır ilh...» Zahîreye'de de böyle tefsir edilmiş tir. Sadrı Şerîa'dan naklen
Tatarhâniye'de
de «Acık olan budur» de-nilmiştir. Nazm'da da ileride gelecektir. Öyleyse on kurban
adayan
kimsenin onunu da kurban kesim
günlerinde kurban etmesi gerekir. Kurban kesim
günlerinden
sonra ise, eğer bunları belirtmişse, onlar» canlı olarak tasadduk eder. Nitekim metinde
gecenden
de bu anlaşılır.
Şurunbulalî,
şerhinde şöyle demektedir: «Ben derim ki, on kurbanı adayan kimsenin iki veya on
tane
kurban kesmesinin sahih görmekte dü-şünmek gerekir. Bana üstün gelen kanaat şudur ki, o
kimsenin
on kurban adaması nefsine öğle namazını on rekât olarak gerekli kılmasına benzer. O
zaman
Allah'ın vacib kıldığı şey ona gerekli değildir. Öyle ise o kimse Allah'ın vacip kıldığı bir
kurbanı
keser. Çünkü o kimse bizzat vacibin kendisini adamıştır. Vacibin taaddüdü ise sahih
değildir.
Evet vacibin benzerini adamıştır. Bu
kimsenin ben falan vakitte on tane
koyunu kes-meyi
adadım
demesi gibidir ki bu geçerlidir. Ama vakti zikretmesi Iağvdır. Hacc konusunda da geçti ki,
birisi
«Allah'ın benim üzerimde iki tane
İslâm'da yapılacak haccı vardır»
dese, bu kimseye meşru
olan
bir hacdan başka lazım gelmez. Halbuki, nafile hac yapmak da meşrudur. Şu kader var ki nafile
hacca
«haccetü'l-İslâm» denilemez. Kurban bunun gibidir. Kurbanın da
ancak bir tanesi meşrudur.
O
zaman onun çoğunu adamak, gayri meşru
olan birşeyin vacib olmasını kendisine gerekli
kıl-maktır.
«Öyleyse kurbanda da birden fazlasını kesmek gerekmez. Düşünül-sün.»
Ben
derim ki: Hanefî mezhebinin kitapları kurban adamanın, ister zengin, ister fakir olsun,
sıhhatiyle
doludur. Yine biz yukarıda zikrettik ki, zengin bir kimsenin adaktan kastı üzerine vacib
olanı
haber vermekse. bu adağı da kesim günlerinde olursa, onun bir kurban kesmesi gerekir. Eğer
gerçek
adaksa iki tane kesmesi lazımdır. Sonra açıktır ki, kurban, kesim günlerinde kesilen
hayvana denilir. İster vacib olsun, ister tatavvu olsun. O halde eğer bir kurban adarsa, adağını
haber
vermeye niyet etmedikçe onun
üzerindeki vacibe dönüşmez. Nasıl
ki, «Allah için üze-rimde
bir
hac vardır.» dese, ona daha önce hac farz olmuş olsa, Zeylai diyor ki: «Bu kimseye ikinci bir hac
yapması
da gereklidir. Ancak bu adaktan
kastı üzerine farz olan hac ise, o zaman bir hac yapar.»
Bu
takdirde bir kimse on kurban adamış olsa, üzerine vacib olanı haber verme ihtimali asla yoktur.
Nitekim
biz Bedâyî'den de bunu naklettik.
Zengin
bir kimse kurban günlerinden
önce bir koyunu kurban etmeyi adaşa, o kimsenin iki kurban
kesmesi gerekir. Biri adağından dolayı, biri de
zenginliğinden dolayı. Çünkü bu siga üzerine vacib
olanı
haber ver-mesi ihtimalini taşımaz.
Zira kurbanın kesim vakti girmezden önce zaten kurban
vacib
değildir. Fakir olduğu halde adamış
olsa, sonra zengin ol-sa, yine iki tane kesmesi gerekir.
Burada
da öyledir. Çünkü on kurban birden vacib olmaz. O zaman onun on kurban kesmesi gerekir.
Çünkü
o öyle bir ibadettir ki, onun cinsinden vacib vardır. Ama benim üzerime iki tane İslâm haccı
vardır
demesi bunun aksinedir. Zira İslâm'ın haccı farz olarak özel bir fiilin adıdır. Öyleyse bir veya
iki
defa demesi ona la-zım gelmez. Çünkü bir defa zaten adaktan önce vacibtir. İkincisi ise, onu
İslâm
haccı yapmak mümkün değildir. Zira
İslâm'ın haccı ömürde bir defadır. Ramazanı bir veya iki
defa
adaması da bunun benzeridir. O zaman fark vacib ve tatavvu üzerine itlak olunan kurban ile
oruç,
namaz ve hac bir de İslâm haccı, ramazan orucu ve öğle namazı gibi namazlar arasındaki fark
güneşten
daha açıktır.
Bu
duruma göre, kurban, özel bir vakitte
kesilen hayvanın adıdır, onda vakti kaldırmak söz konusu
olmaz.
Öyleyse onu adadığı takdirde onu vakitte işlemesi gerekir. Yoksa adağını yerine getirmiş
olmaz.
Zi-ra kurban kesim günleri geçtikten sonra ona kurban denilemez. Bundan dolayı bizim de
zikrettiğimiz
gibi, kurban vakti çıktıktan sonra
onu canlı olarak tasadduk eder. Ama bunun aksine
falan
vakitte bir koyun kesil-mesini adaşa,
vakti zikretmesi lağv olur. Zira o
koyunun müsemması
üzerine
fazla bir vasıftır. Bundan dolayı Hanefî âlimleri adakta yer ve za-manın tayinini geçersiz
saymamışlardır.
Ama kurban bunun aksinedir. Çünkü vakit kurbanın mefhumundan
bir parçadır. O
zaman
kurbanda vakte itibar etmek
gerekir. Bunun örneği şudur: Birisi bir hediye kurbanı adaşa,
fakihler
demiştir ki, bu kimsenin bu adaktan kurtulması için onu ancak haremde kesmesi ve
tasadduk
etmesi gerekir. Halbuki bununla beraber fakihler demiştir ki, eğer bir kimse Mekke'nin
fakirlerine verilmek üzere dirhem tasaddukunu adamış olsa, o kimse Mekke fakirlerinden başkasına
da
onu tasadduk edebilir. Bu ancak şundandır: Hediye kurbanı Mekke'ye hediye edilen, orada
kesilip
tasadduk edilen hayvana denilir. O zaman yer bunun
mefhumunun bir parçası olmuş
bulunur.
Zamanın kurbanının bir parçası olması gibi. Hediye olarak adadığı bir hayvanı Mekke
dışında
kesip tasadduk etse, adadığını yerine getirmiş olmaz. Ama Mekke'de dir-hemlerle
tasadduku
adamak bunun aksinedir. Çünkü yer dirhemin mef-humunun bir parçası değildir. Zira
dirhem
dirhemdir. İster Mekke'de ta-sadduk etsin, ister başka yerde. Ama hediye bunun
aksinedir.
İşte
bu belirlemeye göre, on kurbanı
kesmenin geçerli olmasının şek-li açığa çıkmıştır. Onları kesim
günlerinde
kesmesi de gerekir. Benim hasta fikrimin sonuçlarından olan bu büyük faideyi ganimet
bil.
Zira ben bunu kitapta görmedim.
Vehhâb olan Malik'e hamd olsun.
«İki
kişi bir miktar koyuna ortak olsalar ilh...» Minah ve diğer kitap-larda olan ifade ise, «İki kişi iki
koyuna ortak olsalar» şeklindedir.
«Azad bunun aksinedir ilh...» Yani eğer iki kişi arasında ortaklı iki köle olsa, bunların üzerinde de
kefaret
olsa, bunlar o iki köleyi taksim etmezden önce kefaretleri yerine azad etseler, caiz olmaz.
Zira
hisseler iki koyunda toplanır, fakat
kölede değil, çünkü koyunun taksiminde nok-sanı
tamamlamak mümkündür. Fakat kölede değil. Bedâyî.
«İkisi
de kurbandır ilh...» Hülâsa adlı eserde şöyle denilir: «Eğer bir kimse birden fazla kurban
kesse, birisi vacib olan kurbandır. Fazlası da bütün âlimlere göre nafile kurbandır. Âlimlerden
bazısı
da, «Biri kurban fazlası da etliktir.» demiştir. Tercih edilen ikisinin de kurban olması ca-izdir.»
Tatarhâniye'de
Muhit'ten naklen şöyle denilmektedir: «İkisinin de kurban olması caiz olması, en
sağlam
hükümdür.»
«Fazlası
ettir ilh...» Yani fazlası nafile kurban olmaz.
Haniye.
«Efdal
olan ilh...» Yani sevap
bakımından ekser olan kıymeti çok olandır. Bu konudaki sözü biz
zikrettik.
«Bedenenin
hepsini kurban etse ilh...» Açık olan, bundan maksat şudur: Birisi bir bedeneyi kurban
etse,
o bedenenin yedide biri değil, hepsi vacib olan kurban olur. Zira musannifin Hâniye'de şöyle
bir
ifade-si vardır: «Eğer zengin bir
kişi bir bedeneyi özel olarak kendisi için kur-ban etse, o
bedenenin
tümü bütün âlimlere göre vâcib olan
kurban olur. Fetva da bu görüş
üzerinedir.»
Bununla
birlikte musannif bir satır
öncesinde şunu zikretti: «Bir zen-gin iki koyunu kurban etse,
birisi
bütün âlimlere göre tatavvudur..» Mu-sannifin bu sözü önceki sözüne zıt olmadığı gibi iki
mesele
burada tekrar da yoktur. Sen anla.
Umulur
ki aradaki farkın şekli şudur: İki koyunu kurban etmek, iki ayrı fiili ile ve iki kan dökmekle
meydana gelir. O zaman vacib olan kurban bunların yalnız birisi olur. Diğer fazlası da nafile kurban
olur.
Ama bedene bunun aksinedir. Çünkü bedenenin kurban edilmesi, bir kesim fiili ve bir kan
akıtmakla olur. O zaman hepsi vacib olan kurban olur. İşte bana üstün gelen kanaat budur.
«Ondan
birşey yemez ilh...» Bunun acık anlamı şunu ifade etmek-tedir ki, bu kimse zengin de olsa
ondan
hiçbir şey yemez. Bununla
bir-likte fakihler şunu tesbit etmişlerdir ki, kurban, zenginin
zimmetinde
be-lirsiz olarak vacibtir. Hatta
zengin kimsenin kurban için aldığı hayvanı bir diğeri ile
değiştirmesi
mekruh değildir. T.
«Kurban
günleri geçmemişse ilh...» Bu söz musannifin «ikinci bir kurbanlık alması» sözüyle
bağlantılıdır.
«Yok
eğer geçmişse ün...» Yani eğer kesim günleri geçmişse, yan-lış kesilen koyunun kıymeti ile
başkasını alamaz. Zira kan akıtmak Al-lah'a yaklaşmak için bayram günlerinde olur. Nitekim biz
bunu
zikrettik.
«Haniye
ilh...» Keza Zahîre, Hülâsa ve diğer
kitaplarda da böyledir. Bu meseleyi
İbni Vehbân ve İbni
Şıhen
de şiir şeklinde ifade etmişlerdir.
Ben,
o kurbanın etinden yiyememesinin s-eklini zikredeni görmedim.Onun kıymetini almak, onu
satmak
gibidir de denilmesin. Zira o kurba-nın bedelidir. Çünkü kurban murdar ölmüştür.
Binaenaleyh
o- kimseye dirhemlerle taasdduk etmesi gerekir. Nasıl ki kurbanının etini satsa, o
pa-rayı tasadduk etmesi gereklidir.
Açık
olan, yememenin şekli şudur ki, o
kurban, adanan bir kurban-dır. Adanan kurbanın eti de
yenilmez.
«Hayreddin
Remlî nazmetmiş ve şöyle demiştir
ilh...» Yani musannif da Minah'ta bu meseleyi suali
ve
cevabıyla şiir şeklinde ifade etmiştir. Şu kadar var ki musannif şiirinde birçok zaruretler işlemiş
olup,
bunlar şiirde yapılmazlar. Bununla birlikte musannifin şiirinin bazı beyitlerinde bu kötü
ifadeler
şiiri ihlâl etmiştir.
«Ben
de buna cevaben şöyle dedim ilh...» Birinci beytin yarısı, ikin-ci beytin tamamı Minah
sahibinin
şiirinden alınmıştır. Diğeri de Hayreddin Remlî'nin şiirinden alınmıştır. Zira Hayreddin
Remlî,
geçen şiirinden sonra, «Ben cevapta derim ki: Bir fakihin diğer fakihten nakliyle tenkit
edilemeyecek
cevabı al. O, bir kesimdir ki, mal sahibi ile kasap bıçağı birlikte tutarak beraberce
keserler.»
«Her
ikisinin ilh...» Bununla açığa çıkmaktadır ki, sarihin bu konuda hiçbir cevabı yoktur. Ancak
musannifin
sözleri ile kendi şeyhinin sözleri-ni bir noktada toplamıştır.
«O
bir koyundur ki ilh...» Bazı nüshalarda bu beyitten sonra, «Bir kasap ile sahibi bıçağı...» beyti
vardır.
Eğer bunun üzerine ihtisar
edil-seydi daha uygun olurdu.
Zira «O bir koyundur ki» sözü
nazma
uymamaktadır. Bir de, «beraber
zikretmeleri gerekir» sözü fazla olmazdı. Zira bu söz
yukarıdaki
beytin ifade ettiğinden fazla birşey ifade
etmemek-tedir.
«Kesim
için vekil tayin etseler ilh...» İbni FazI şöyle demiştir: «Uygun olan, bu öç kişiden her birinin
arkadaşlarını kesim için vekil tayin etme-sidir. Hatta
kendi koyununu kesmiş olsa, caizdir. Bir
diğerinin
koyununu da onun emriyle kesse, yine caizdir.»
Sarih.
«Sahihtir
ilh...» Çünkü koyun, hem koyunu, hem de keçiyi kapsamına alır. Sarih, Zahiriye'den.
«Bunun
aksine ilh...» Yani bir kimse keçi alması için vekil tay!--, et-se, o da koyun alsa, âmile bir
şey
lazım gelmez. Sarih, Haniye'den.
«Vekil
kurbanlığı sürecek bir adam tutsa, zararı kendisinedir ilh...» Yani kurbanlık almak için vekil
olan
kimse, kurbanı sürecek bir adam kiralasa müvekkilin bu işçinin o ücreti vermesi gerekli
değildir.
O zararı vekil çeker. Zahiriye. T.
«Siyah
bir kurbanlık al dese ilh...» Bir kimse siyah bir sığır alması için birisini vekil tayin etse o da
beyaz veya kırmızı veya siyah-kırmızı ala-cası bir kurbanlık alsa, müvekkilin bunu kabul etmesi
gerekir.
Eğer boynuzlu, gözleri büyük bir koç alması için vekil tayin etse, o da boynuzsuz ve gözleri
küçük
bir koç alsa, müvekkilin onu kabul etmesi gerekli değil-dir. Çünkü boynuzlu ve büyük gözlü
hayvanın kurban edilmesi matlubtur. O zaman boynuzsuz ve küçük gözlü bir koç almakla emre
muhale-fet
etmiş olmaktadır.
Nâzım
diyor ki: «Uygun olan odur ki bir
kimse birisine beyaz bir kur-banlık alması için emretse, o
da
gidip siyahını alsa, müvekkile vaki ol-maz.»
Ben
derim ki: Doğru olan da bu
ifadedir. Kâtip, musannifin
nüs-hasından olumsuzlaştıranları
düşürmüş,
Şarih de bu konuda İbni Şıhne'ye
uymuştur. Bu hususu, Nâzım'ın sözleri
belirlemektedir. Zira Peygam-ber (s.a.v.)'in kurbanının rengi
beyazdı. Beyaz renklerin en güzelidir.
Uy-gun olan şudur ki, beyaz koyunu kurban etmek, daha faziletlidir. Hem de Varaka binti Sa'd'ın
azadlısı
cariyeden şu rivayet edilmiştir. Cariye şöyle demiştir: «Rasuiullâh (s.a.v.) buyurmuştur ki:
Allah
katında beyaz koyunun kanı siyah koyunun kanından daha temizdir.» Ebû H u rey re de,
«Beyaz
koyunun kanı, Allah katında siyah koyunun kanından daha te-mizdir.» de/niştir. O zaman
delil,
la'yı düşüren kimsenin iddiasına
aykırı olur. Zira beyaz, diğerinden daha temizdir.
Halis beyaz
da
siyahtan daha temizdir. O halde
müvekkile muhalefet ettiği takdirde müvekkilin kabul etmesi
nasıl
gerekli olur. Şurunbulâliye.
Özetle.
«İki
kurban ilh...» Biz bu konudaki sözleri fer'î meseleler bahsinde zikrettik.
Ölünün
yerine ilh...» Yani ölen kimsenin varisi, onun emriyle ona bir kurban
kesse, etinin hepsini
tasadduk
etmesi ve ondan yememesi gere-kir. Ama ölen kimsenin yerine
teberru olarak kesmiş
olsa,
etinden yiye-bilir. Zira kesim, kesen kimsenin mülkü üzerine vaki olmuştur. Sevap ise
ölünündür.
Teberru olarak kurban kesen kimsenin üzerine bir kurban vacib olsa, teberruen
kestiğinden
dolayı üzerinden vücub düşer. Nitekim Ecnâs adlı eserde de böyledir.
Şurunbulâlî
şöyle der: «Şu kadar var ki ölüye
teberruen kurban ke-sen kimseden
kurbanın düşmesi
hususunda
düşünülmelidir.»
Ben
derim ki: Fethü'l-Kadîr adlı eserde Hac bahsinde, emirsiz ola-rak başkasının yerine hac yapma
hususunda
açıkça şöyle denilmiştir: «Hac, yapanın yerine meydana gelmiş olur, emirsiz olarak
başkasının ye-rine yaptığı haçtan dolayı kendisinden hac düşer, sevabı ise diğerinindir.» Oraya
bakınız.
«Çocuğun
malından ilh...» Bunun özeti şudur:
Sahih olan çocuğun malından kurbanın vacib
olmamasıdır. Hem de zahiri rivayete göre, ba-banın kendi malından çocuğunun yerine kurban
kesmesi vacib değildir. Nitekim bu ayrıntılı olarak geçti.
Birisine
bir koyun hibe etse ilh...» Yani bir kimseye bir koyun hibe edilmiş olsa, o da hibe edileni
kurban
etse, sonra hibe eden kimse hibesinden rücu etse, zahirî rivayete göre onun hibesi
geçerlidir. Kesen kimse için de o kurban yeterlidir. Sarih.
SONUÇ:
Çocuğu olan bir kimsenin yedinci
günü ismini koyması ve başını tıraş etmesi müstahabtır.
İmam
Safî, İmam Ahmed b. Hanbel ve İmam Mâlik'e göre, kesilen saçlarının ağırlığı kadar altın veya
gümüş
tasadduk etmesi de müstahabtır. Baba, ismini koyduktan sonra aynı gün çocuğu için bir
akika
kurbanı keser. Akika kurbanı, Mahbubî'nin Câmii'-ne göre mubahtır. Tahâvî'nin şerhindeki
görüşe
göre ise, akika nafile bir ibâdettir. Erkek veya kız olsun, çocuk için kesilecek akika kurbanı,
kurbanlık
vasıflarını taşıyacak bir koyundur. Bu koyunun etini isterse çiğ olarak tasadduk eder.
isterse
pişirerek yemek verir. İmam
Mâlik böyle hükmetmiştir. İmam Şafiî ise akika kurbanını
sünnet
kabul etmiştir. Ah-med bin Hanbel ise sünnet-i müekkede olduğunu söylemiştir. Eğer
ço-cuk
erkek ise, iki koyun, kız ise bir koyun kesilir.
Gurerü'l-Efkâr.
Özetle.