15 Aralık 2019

HAK DİNİ KURAN DİLİ Elmalılı Hamdi Yazır'ın adlı tefsir ve meal çalışması tam 12 yılda tamamlandı.


HAK DİNİ KURAN DİLİ 
Elmalılı Hamdi Yazır'ın adlı tefsir ve meal çalışması tam 12 yılda tamamlandı. Kur’an’ın azameti beni eritti
Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsir ve meal çalışması tam 12 yılda tamamlandı. Bu süre zarfında yazdığı mektupların birinde Elmalılı, Akseki’ye şöyle der: “Azamet-i Kur’ân beni eritti. O benim öteden beri iman ettiğimden daha büyük bir mu’cize olduğunu her lahzada isbat ettikçe ediyor.”
Elmalılı Hamdi Yazır
Elmalılı Hamdi Yazır
Elmalılı Hamdi Yazır
Elmalılı Hamdi Yazır'ın 1926 yılında yazmaya başladığı meal ve tefsir tam 12 yılda tamamladı. Diyanet ile yaptıkları ilk anlaşmada (26 Ekim 1925) tefsiri kendisi yazacak meali ise Akif yazıp kendisine gönderecekti. Ancak Akif meali Diyanet’e bitirip teslim etmekten vazgeçince yeni bir anlaşmayla (Mayıs 1932) hem meal hem de tefsiri yazma görevi Elmalılı’ya verildi. Elmalılı, karşılıklı belirlenen şartlar çerçevesinde baş tarafta mühim bir mukaddime, nasih ve mensuh, esbâb-ı nuzül, itikatta Ehli Sünnet mezhebine ve amelde Hanefi mezhebine riayet gibi şartlar dairesinde tefsir çalışmalarına hemen başladı. Elmalılı’nın Akseki’ye yazdığı 24 Şubat 1927 tarihli mektubundan öğrendiğimize göre, bu tarihlerde yaklaşık bir buçuk yıllık sürede, kendi tabiriyle geceleri gündüzlere katarak Fatiha Suresi tefsirini ve Kur’ân’ın en uzun suresi olan Bakara Sûresi'ni tefsir ediyor, hatta Âl-i İmran Sûresi’nin başından üçüncü cüzün sonuna geldiğini anlatıyor. Elmalılı, bundan sonraki kısımlarda tamamlamakta acele edildiği için daha kısa surede cüzleri bitireceğini dile getiriyor. Nitekim 25 Eylül 1927 tarihli Akseki’nin mektubuna verdiği cevapta altı cüzü bitirdiğini bildiriyor.
BEŞ ON KURUŞA İHTİYACIM VARDI
Bir yandan hastalıkla bir yandan da maddi sıkıntılarla boğuşan Elmalılı Hamdi Yazır her şeye rağmen tefsiri yazmayı sürdürdüğünü dile getirdiği mektubunda Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Ahmet Hamdi Akseki’ye gecikmeler için şu bilgileri veriyor:
“(..) Bu te’hirin iki sebebi oldu birisi gerek sûre-i Bakara’nın nihâyetlerinde ve gerek sûre-i Âl-i İmrân’ın bidâyetlerinde o kadar derin ve o kadar mefâsil ve yüksek hakâik ve meârif-i ilâhiye karşısında kaldım ki imdâd-ı İlâhîye sığınarak geceleri gündüzlere katıp uğraştım. Anlayabildiğim kadar îzah etmekten kendimi alamadım. Bu arada ise tam bir ay hastalıkla ve hastalarla uğraşmaya da mecbur kaldım. Velhâsıl üzüldüm yoruldum. ‘Âdetâ bî-mecâl kaldım. Bir an evvel beş on kuruş almaya ne kadar ihtiyâcım vardı. Zâten yok olan rengimiz soldukça soldu. Hoca renksizliğini itiraf ediyor diyecek misin bilmem? Fakat ben bununla şafaklamıştım demek istiyorum desem de olabilir.”
‘AKİF, ARAF SURESİNİ GÖNDERDİ’
Mektubun devamında “Azamet-i Kur’ân beni eritti, o benim öteden beri iman edegeldiğim daha büyük bir mu’cize olduğu her lahzada isbat ettikçe ediyor” diyen Elmalılı şunları yazıyor: “ Sûre-i Âli İmrân’ın başı büsbütün ‘ilmî, usûl, kelâm, tasavvuf, fünûn-i tabi’iyye, ictimâ’iyye ilh. her şey. Dîn-i İslâm’ın isbât-ı hakîkkati, mesele-i ‘İsâ’nın halli, neler neler, ma’a mâ fîh bu sûreden i’tibâren tahşiveli bir uslüp tutacaktım, yapmadım değil lâkin yine biraz taştım. Bi-havlillâhi Teâlâ bitti. Bundan sonra öyle tahmin ediyorum ki üç dört cüz’ü bu cüz’lerden birisi kadar olmayacaktır. Bu da lüzumu olmadığından değil, ikmâli tesri’ ihtiyacındandır. Ve ben öyle zan eyliyorum ki siz onu daha ziyâde tensib edeceksiniz. Öylesine diyorum ki yazdıklarımı fazla gibi telakki edenler olacaktır. Biraz daha yazayım Âkif’in de fikrini alalım da belki bu yaz tab’ına cevâz veririz. Burada okuduğum zevât şâyân-ı takdir buluyorlar. Ma’a hâzâ ben ancak Kur’ân’ın hakkını düşünüyorum. Sizin de fikrinizin beyanına muntazırım. Âkif sûre-i A’râf’ı da gönderdi.”
Akif ile birlikte başladıkları tefsir ve meal çalışması daha sonraki yıllarda sekteye uğrayınca yeni bir anlaşmayla tefsir ve meali birlikte yazmaya başlayan Elmalılı'nın mektuplarından anladığımıza göre hem işin ağırlığı hem de sağlık sorunları yüzünden zaman zaman zor günler geçiriyor. 12 yıllık bir çalışmanın sonucunda Akseki, Elmalılı'ya 4 Ocak 1937 tarihli bir mektup gönderiyor ve bu mektubunda, tefsirin Kurban Bayramı’na kadar (21 Şubat 1937) ikmal edilip edilemeyeceğini soruyor.
AFFINIZI RİCA EDERİM
Yine bu mektupta Akseki Elmalılı’nın hazırladığı tefsir ve mealle ilgili daha önceki yazışmalarda girdiği tartışmalara da açıklık getiriyor. Bir anlam da özür dileyerek şu cümleleri kaleme alıyor: “(…) Yalnız yazılarımın, her zaman söylediğim gibi; hüsni, rabt u zabtı nizâm u intizâmı yoktur. Gelişi güzeldir. Bundan dolayı afvınızı ricâ ederim. Çünkü günde ba'zan on beş yirmi mektup yazmak mecburiyetinde kalıyorum. Herkes bir şey sorar, kimi bundan, kimi şundan şikâyet eder. Cevap vermesem kim bilir zavallıların hatırına neler gelir. Versem işte böyle olur, dikkatimize karşıda sînin bacağı gibi yazılarla cevap vermek mecburiyetinde kalıyorum. Ama efendimizin teveccühü varda " velûd kaleminizin bir çırpıda çıkarıvermiş...." olduğu diyor. Her ne ise bu yazıyı bende beğenmiyorum fakat dediğim gibi çare yok.”
BİRİNCİ CİLT TAHRİF EDİLMİŞ
Elmalılı Hamdi Yazır'ın terekesinden çıkan mektuplara baktığımızda tefsir ve mealle ilgili yazışmalar 1938 yılında son buluyor. Yani Elmalılı 1938 yılına kadar bu tefsir ve meal üzerine çalışıyor. Araştırmacı yazar Necmi Atik tefsirin baskısıyla ilgili ise bize şu bilgileri veriyor:
“Tefsirin ilk cildinin baskısı Türkçe ibadetle alakalı istenilmeyen bilgiler yer aldığı için hükümetin kabul etmediği önsöz çıkarılarak mukaddimesiz İstanbul’da Ebuzziya matbaasında 1935’te yapılmıştır. İkinci cilt ile altıncı cilt dahil 1936 yılında, yedinci ve sekizince cildi 1938 yılında basılmış olup, fihrist dokuzuncu cilt olarak 1939 yılında basılmıştır. 
Tefsir 12 yılda tamamlanmıştır.
1936 yılında ikinci baskısı yapılan birinci cilde tahrif edilmiş ve değiştirilmiş mukaddime de eklenmiştir. Tefsirin baskısında Elmalılı’nın dünürü olan Ahmet Hamdi Topbaş maddî yardımlarda bulunmuş, Elmalılı’da, kardeşi Muhammed Bedreddin Yazır’ın temize çektiği üç nüshadan biri olan orijinal nüshayı Ahmed Hamdi Bey’e hediye etmiştir. Hüdayi Vakfı’na Topbaş’lar tarafından vakfedilmiş bu nüshadan, Diyanet İşleri Başkanlığı 2015 yılında Elmalılı’nın tefsirinin Osmanlıca orijinal baskısını yapmıştır."
Ne kadar üzüntülü bir işle meşgul olduğunuzu biliyorum
Huzûr-ı semâhati fâzilânelerine
Üstâd-ı fazîlet-meâbım efendim hazretleri,
Mütemâdî 'âfiyetiniz ve izdiyâd-ı 'ömrünüzü Cenâb-ı Hak'tan tazarru' ve niyâz ederim. Dün uzun bir iltifatnâmenizi aldım. Evvela korktum, sonrada sevindim. Zarfı açar açmaz efendimizden olduğunu anlayınca, uzun zamandan beri uzaktan bile bir iltifâtına nâil olamadığım muhterem bir üstâdın bu kadar uzun yazıları her halde nâhoş bir intibâ' husûle getireceğinize zâhib olarak, okumadan bir tarafa koydum. Birinci satırda ki iltifattan sonunun da nasıl geleceğini anlayarak güzelce ve sevinçle okudum.
Evvelâ lâyık olmadığım kelimelerle hitâb etmeniz sûretiyle bana gösterilen yüksek ve kıymetli teveccühlerinize karşı arz-ı şükrân etmeyi bir vazîfe bilirim. Yalnız yazılarımın, her zaman söylediğim gibi; hüsni, rabt u zabtı nizâm u intizâmı yoktur. Gelişi güzeldir. Bundan dolayı afvınızı ricâ ederim. Çünkü günde ba'zan onbeş yirmi mektup yazmak mecburiyetinde kalıyorum. Herkes bir şey sorar, kimi bundan, kimi şundan şikâyet eder. Cevap vermesem kim bilir zavallıların hatırına neler gelir. Versem işte böyle olur, dikkatimize karşıda sînin bacağı gibi yazılarla cevap vermek mecburiyetinde kalıyorum. Ama efendimizin teveccühü varda " velûd kaleminizin bir çırpıda çıkarıvermiş...." olduğu diyor. Her ne ise bu yazıyı bende beğenmiyorum fakat dediğim gibi çare yok.
Şimdi mektubu nakl-i kelâm ediyorum. "Sevgiliden gelen sevgiliyedir" hiç şüphe yok ki sevgiliye giden de böyledir. "Hakîm olanların 'itablarında da elbet hikmet vardır" Kelime ve kelime yazdıklarımda 'itâb yok, fakat hikmet olduğu muhakkak. Efendimizin bize bir de hakîmlik tevcîh edecekmiş bu tevcîhin de bâşım üstünde yeri var.
Ne kadar üzüntülü bir işte olduğunuzu ve bu işin arasında bir vakitinizi bile gasb etmek bir zulüm olacağını biliyorum ve bundan çok gelmeye çalışıyorum. Fakat ne yapayım ki icâb-ı maslahat ara sıra yazmak bir vazîfe şeklini alıyor. Bunlarda gözettiğim yine şahsınızdır. Başka bir şey değildir. Ancak bir kaç seneden beri kendilerine çok i'timâdım olan yüksek şahsiyetlerin birden bire ortadan çekilivermeleri beni çok düşündürmeye başladı ve onların sağlıklarında kendilerinden âzami sûrette istifâde etmediğimden dolayı duydum. Bundan sonra olsun mevcutlardan istifâde edelim diyerek ba'zı mühim meseleleri elim erdikçe i'timâdım olanlardan sormaya karar verdim. Hatta bir kaç mesele hakkında merhûm Şeyh Bahtî’nin de fikirlerini sordum. Geçende efendimizin de bir mesele hakkında fikirlerini almak istedim. Evet, tefsîr derdinden iftâ derdine vakit bulamıyorsunuz. Bunu kabul ediyorum, buna akan sularda durur. Fetvâya dâir olan yüksek kana'atlarınızı lutuf ettiniz. Fakat bendeniz bunu efendimizin kanâ'atı olarak değil, fukahâ-yı 'izâm hazerâtının zamanlarına göre olan kanâ'atları diye kabul ettim ve öyledir. Evet tefsîrden sonra inşâallah uzun görüşürüz. Çünkü hadîs-i şerfilerde (verak) kelimesi bu gün mutlak gümüşte kullanmak değil, seneli ve râyic gümüşte kullanmak bir hakîkat olacaktır. Hiç olmasa mecâz mütefârıktır. 
Her ne ise o şimdilik dursun.
Sûre-i Talak münâsebetiyle yazdığım bir i'tirâz değildi, senelerden beri benim zihnimi tırmalayan ve beni uğraştıran bir meseleye temâs edildiğini görünce bir vesîle oldu ve o mektup yazıldı. Ancak vaktiyle mukâveleye bir arkadaşımız tarafından 'ilâve edilmiş olan o kaydı düşünmeyerek gâliba bu meselenin tefsîrde de hallini gönül arzu ederdi dedim. 
Ben efendimizi münâzaraya da'vet etmedim.
"Benim delili kâle almadan onun (İbni Kayyım'ın) da'vâsını tekrar ediyor deyiniz" buyuruyorsunuz. Hayır, muhterem üstâdım, öyle değil. Bu, ne İbni Kayyım'ın, ne de İbni Teymiyye'nin da'vâsıdır. Onlardan çok evvel sahâbe ve tâbi'înin da'vâsıdır. Bendenizde bu günkü zarûretler karşısında bu kadar ehâdis-i sahîheye istinât eden bir meseleye çok taraftar olduğunu ve şâyet bundan hata ediyorsam irşâd edilmemi ricâ ederim. Bunun üzerine hiç bir selâmınıza da nâil olamayınca fikrim değişti. Bu meseleden dolayı dedim:" Ben hiç bir zaman her meseleyi hal ederim diye bir da'vâda bulunmadım." buyuruyorsunuz. Evet öyledir, fakat bu meseleleri muhakkak hal edebilirsiniz. Ama mezâhib-i erba'aya muhâlif olur. Her halde bunun bir günah olduğu i'tikâdında olmadığınıza hiç şüphe etmiyorum. Bu da burada kalsın. Çünkü bunlardan dolayı zihninizi meşgul ettiğime zaten nedâmet ettim. Selâm ve sabâh bu mesele üzerine kesildi zehâbı hâsıl olduğu için çok müteessir olmuştum.
Ta'cîl ve tazyîk olunduğunuz doğru, fakat ne yapalım o bizden değil, ancak münâkaşa ve muâhaze ta'bîrini yerinde bulmuyorum. Şâyed yazılardan böyle bir şey his ediliyorsa kat'iyyen doğru olamaz. Maksad, eseri ve yüksek şahsınızı korumaktır. "Ahmak veya hayvan" kelimelerinden dolayı bendeniz hâşimâne ihzâr ettim, ne de azarladım, bi'l-'aks ihtâr olunduğumdan dolayı efendimize ma'lûmât verdim. Ne yapalım o günde onun aklına bu esdi ve dediğim gibi söyledi. "Beni bir dikte kâtibi farz etmek istiyorsanız bu da hakkımda konuştuğunuz teveccühe karşı tenâkuzdur" Estağfirullâl el-'azîm!
Evet, on iki senedir bu yüzden çok 'azâb çektim. Hele bütçe zamanları gelince mümkün olsa bir tarafa gizlenmek, görünmemek isterdim. Bunları da tuhaftır, en yakınımdan duyardım. Sanki bu işi bir ayda yetişiverecek imiş ve güya ben yaptırmıyormuşum. Maksadım, bir hakîkatı ifâde ve bir hasbihâldir. Hâşâ size olan hürmet ve ta'zîmden dolayı pişmanlık değildir. Fakat ne saklamalıdır, ana dilimizde bir kaç ciltlik bir Buhârî tercümesi, yedi-sekiz ciltlik bir tefsîr yazılmasına sebeb olduğum halde gün oldu ki bu hayırlı işte sebep olduğumdan nedâmet his eder gibi oldum.
Memleketteki kelimelerin bulunmasına bende taraftarım. Hatta arkadaşlara buna dâir misallerde söyledim. Bazı eski tercümeler yapanlar memleketinde ne sûretle konuşulduğunu anlamaya çalıştıklarını anlattım. Fakat bazen de pek aykırı görülürse onu işâret etmeyi muvâfık buldum. Söz temsili esvâk, hiç bir yerin şivesi değildir. Bizim de hatırımıza sandığı gibi her halde bu gibi yerlerde Türkçe'sini düşünmekten ise olduğu gibi söyleyip geçmeyi kolay buluyorsunuz. Mektupta da öyle buyuruyorsunuz. Fakat bu kadar gayr-i me’nevî olursa biz muvâfık görmüyoruz. (Bunlar münâkaşaya değer şeyler değildir) buyuruyorsunuz. Maksadın münâkaşa olmadığını ma'lûm-ı fazîletsinizdir. "Hocanın suyunu sıktık diye atıvermeyin". Hâşâ, öyle bir şey yok, bi'l-'aks biz mütemâdiyen sıkmak istiyoruz ve hatta bazan da fazla sıkarak koparmak derecesine getiriyoruz.
Elverirki: Efendimize karşı sizde kim oluyorsunuz, koruk olmadan üzüm mü oldunuz diyesiniz. Biz efendimizi sıkmak ve sızdırmak istiyoruz. Mezhebe muhâlifde olsa, âyet ve hadîse muhâlif düşmedikçe efendimizin de hamiyetli fikirleri ve ictihatları olacağına eminiz. Bunları mezhebe muhâlifte 'ad etmeyiz. İmâm-ı Azam ile Ebû Yûsuf arasında geçen az bir zamanda değişen örfe bakarak Ebû Yûsuf'un Hazreti İmâm’a muhâlefet ettiği ve örf üzerine vârid muhâlif ictihatlarda bulunduğu nazar-ı dikkate alınırsa bizimde sizden ba'zı şeyler istemeğe haklı olduğumuza hak vermeniz lazımdır. Her ne ise iki sâ'attir bir taraftan resmi evrâkı okuyup imza ediyorum, diğer taraftan gelenlere laf anlatıyorum, aynı zamanda da bu mektubu yazıyorum. Binâen 'aleyh içinde görülen her türlü hataları afv etmenizi ve bunları hüsn-i niyete bağışlamanızı rica eder ve muhterem ellerinizden hürmetle öper ve Allah'a emânet eylerim efendim hazretleri.
Ta'zimkârınız ve du'âcınız 4 / 8 / 1937
Aksekili İmza
Bir ay boyu hastalıkla ve hastalarla uğraştım, üzülüp durdum
Taraf-ı ‘âlilerine
Kardaşım:
Çok selam eder gözlerini öperim. Sizi hayli intizarda bıraktım zan ederim. Teşrifinizi müteakip Âlûsî tefsirinin birinci cildiyle Ahkâm-ı Kur’ân’dan bir cild göndermiştiniz aldım. Ahkâm-ı Kur’ân bulmuştum, diğeri çok isâbet oldu teşekkür ederim. Zan ediyorum ki çok sürmeden üçüncü cüz’ü takdim edeceğim ve cevap yazacağım. Fakat bir çok mâni’alar karşısında bu güne kadar ikmâl edemedim. İşte şu dakikadadır ki bitirdim ve lehü’l-hamd tebyîza veriyorum. Bu te’hirin iki sebebi oldu birisi gerek sûre-i Bakara’nın nihâyetlerinde ve gerek sûre-i Âl-i İmrân’ın bidâyetlerinde o kadar derin ve o kadar mefâsil ve yüksek hakâik ve meârif-i ilâhiye karşısında kaldım ki imdâd-ı İlâhîye sığınarak geceleri gündüzlere katıp uğraştım. Anlayabildiğim kadar îzah etmekten kendimi alamadım. Bu arada ise tam bir ay hastalıkla ve hastalarla uğraşmaya da mecbur kaldım. Velhâsıl üzüldüm yoruldum. ‘Âdetâ bî-mecâl kaldım. Bir an evvel beş on kuruş almaya ne kadar ihtiyâcım vardı. Zâten yok olan rengimiz soldukça soldu. Hoca renksizliğini itiraf ediyor diyecek misin bilmem? Fakat ben bununla şafaklamıştım demek istiyorum desem de olabilir. ‘Azamet-i Kur’ân beni eritti, o benim öteden beri iman edegeldiğim daha büyük bir mu’cize olduğu her lahzada isbat ettikçe ediyor. Sûre-i Âli İmrân’ın başı büsbütün ‘ilmî, usûl, kelâm, tasavvuf, fünûn-i tabi’iyye, ictimâ’iyye ilh. her şey. Dîn-i İslâm’ın isbât-ı hakîkkati, mesele-i ‘İsâ’nın halli, neler neler, ma’a mâ fîh bu sûreden i’tibâren tahşiveli bir uslüp tutacaktım, yapmadım değil lâkin yine biraz taştım. Bi-havlillâhi Teâlâ bitti. Bundan sonra öyle tahmin ediyorum ki üç dört cüz’ü bu cüz’lerden birisi kadar olmayacaktır. Bu da lüzumu olmadığından değil, ikmâli tesri’ ihtiyacındandır. Ve ben öyle zan eyliyorum ki siz onu daha ziyâde tensib edeceksiniz. Öylesine diyorum ki yazdıklarımı fazla gibi telakki edenler olacaktır. Biraz daha yazayım Âkif’in de fikrini alalım da belki bu yaz tab’ına cevâz veririz. Burada okuduğum zevât şâyân-ı takdir buluyorlar. Ma’a hâzâ ben ancak Kur’ân’ın hakkını düşünüyorum. Sizin de fikrinizin beyanına muntazırım. Âkif sûre-i A’râf’ı da gönderdi.
Bu mektubumun leffen bir arzuhâli de takdim ediyorum. Zât-ı ‘âlinizi tevkil ettim oraca taksitlerimi alıp bana göndermenizi ricâ ederim. Birkaç gün sonra Ramazan geliyor, sür’at-i mümkin ile irsâli tam sırasında büyük bir ‘inâyet olacaktır. Birinci cüzlerin taksitlerini burada almış idim. Bu sene üçüncüden başlayacaksınız.
Reis Efendi hazretlerine arz-ı ihtirâm ve rüfekâ-yı muhteremenize hürmetle selâm eylerim efendim. 21 Şa’bân 1345 (24 Şubat 1927)
Erenköyü’nde Koz Yatağı’nda Hacı Hüseyin Paşa Köşkünde Münzevî Elmalılı



KURAN'I KERİM TEFSİRİ
(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)
       SİTE İÇİ ARAMA
        Powered by   GOOGLE
1-Fatiha30-Rum59-Hasr87-A'la
2-Bakara31-Lokman60-Mümtehine88-Gasiye
3-Al-i imran32-Secde61-Saf89-Fecr
4-Nisa33-Ahzab62-Cum'a90-Beled
5-Maide34-Sebe63-Münafikun91-Sems
6-En'am35-Fatir64-Tegabün92-Leyl
7-A'raf36-Yasin65-Talak93-Duha
8-Enfal37-Saffat66-Tahrim94-insirah
9-Tevbe38-Sad67-Mülk95-Tin
10-Yunus39-Zümer68-Kalem96-Alak
11-Hud40-Mümin69-Hakka97-Kadir
12-Yusuf41-Fussilet70-Mearic98-Beyyine
13-Ra'd42-Sura71-Nuh99-Zelzele-Zilzal
14-ibrahim43-Zuhruf72-Cin100-Adiyat
15-Hicr44-Duhan73-Müzzemmil101-Kaari'a
16-Nahl45-Casiye74-Müddessir102-Tekasür
17-Isra46-Ahkaf75-Kiyamet103-Asr
18-Kehf47-Muhammed76-insan-Dehr104-Hümeze
19-Meryem48-Fetih77-Mürselat105-Fil
20-Taha49-Hucurat78-Nebe106-Kureys
21-Enbiya50-Kaf79-Naziat107-Ma'un
22-Hac51-Zariyat80-Abese108-Kevser
23-Mü'minun52-Tur81-Tekvir109-Kafirun
24-Nur53-Necm82-Infitar110-Nasr
25-Furkan54-Kamer83-Mutaffifin111-Tebbet
26-Suara55-Rahman84-insikak112-Ihlas
27-Neml56-Vakia85-Büruc113-Felak
28-Kasas57-Hadid86-Tarik114-Nas
29-Ankebut58-Mücadele           


YAHUDİLİĞİN KÖKENLERİ VE KÜRESEL GÜCÜ



YAHUDİLİĞİN KÖKENLERİ VE KÜRESEL GÜCÜ





PEYGAMBER EFENDİMİZ S.A.V TEBÜK DÖNÜŞÜ SÜİKAST


PEYGAMBER EFENDİMİZ S.A.V TEBÜK DÖNÜŞÜ SÜİKAST

PEYGAMBER EFENDİMİZ S.A.V TEBÜK DÖNÜŞÜ SÜİKAST ile ilgili görsel sonucu
İslam’ın platonik aşıklarına göre Hz. Muhammed ve Dört Halife Devri yani Asr-ı Saadet/saadet asrı, İslâm toplumunun model örneğidir.  Çünkü efsanevi şekilde; Alemin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı kadar kutsal bir sevginin muhatabı Peygamber ve her biri yaşarken cennetle müjdelenen ve yeryüzünün yürüyen melekleri/arkadaşları, tüm insanlığın imrendiği hayat yaşadılar.
  Her Müslümanın yitik rüyası “Asrı Saadet”e dönüş özlemi…
Oysa asrı saadet; sosyal çalkantıların, savaşların, peygamber soyundan gelenlerin boğazlandığı bir zaman kesiti de değil mi!  Ben söylemiyorum bunları. En muteber İslam kaynakları, siyer kitapları hatta müfessirler söylüyor.  Haşimi ailesi ile Ümeyye ailesi arasında yaşanan siyasi ayrışma, sonraki süreçte, mezhep formatında dini gerekçelerle temellendirildi.
Sonuç ne oldu biliyor musunuz? 
Peygamberlerine dahi suikast düzenleyecek kadar gözü dönenlerin torunları, yüzlerce yıl binlerce insanın “Allah rızasını kazanmak” uğruna birbirlerini öldürdükleri savaşları tetikledi.  Asrı Saadet Müslümanları, her biri gökyüzünde yalnız gezen Sahabeler; yoksulluğu, acıyı, sevgiyi, ganimetleri, cariye ve köleleri hatta fersah fersah parselledikleri cenneti paylaştılar ama iktidarı bir türlü paylaşamadılar. İktidar uğruna öldüler, öldürdüler ve öldürüldüler. Ölen de öldüren de “Allah rızası”na kavuştuğunu umuyordu. Şimdi de öyle değil mi? 
İslam Peygamberi’ne Tebük dönüşü Suikast!..
Bir kaç gün önce, İslamcıların kuyusuna taş atan Soner Yalçın; Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı diğer yol arkadaşları Babacan ve Davutoğlu'nun yeni parti kurma çalışmalarını, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in, “Hz. Peygambere Suikast” girişimiyle benzeştirdi.  Ne alaylısı ne mekteplisi çıkıpta "-Yok öyle birşey" diyemedi.
Mektepliler diyemez, çünkü afarozdan ve linç edilmekten korkarlar.  Alaylılara ne oldu da cevap vermediler ben de şaşırdım.  Bu mahalleden olmadığı için, “mahalle baskısını iplemeyen  gazeteci” klişesiyle "Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer, Bizanslılara karşı yapılan Tebük Seferi dönüşünde Hz. Muhammed'e suikast girişiminde bulundu mu?" diye soruverdi.  
Soner Yalçın, mahalleyi karıştıracak bu iddiasına Endülüslü İslam âlimi İbn Hazm'ın İslam hukuku “El Muhalla” kitabının 11. cildini kaynak gösterdi. Konuyla ilgili ''İbni Hazm, el Muhalla'sında, Cilt 11, Sayfa 224'te şu bilgileri aktarır: المحلى ج: 11 ص: 224 ( وأما حديث حذيفة فساقط لأنه من طريق الوليد بن جميع وهو هالك ولا نراه يعلم من وضع الحديث فإنه قد روى أخبارا فيها أن أبا بكر وعمر وعثمان وطلحة وسعد بن أبي وقاص رضي الله عنهم أرادوا قتل النبي صلى الله عليه وسلم وإلقاءه من العقبة في تبوك (kısacası Ebubekir, Ömer, Osman, Talha ve Sa'd bin Ebu Vakkas, Tebük'te Rasulullah'ı öldürmeye kalktılar)
Hz. Muhammed'i  Tebük Seferi dönüşünde nasıl öldürmek istediler? 
TEVBE SÜRESİ 74 NCÜ AYET 
"""""Onlar Allah'a yemin ediyorlar ve "Biz böyle birşey demedik." diyorlar. 
Halbuki o küfür kelimesini kesinlikle söylediler.
Rivayet olunduğuna göre; Hz. Peygamber, Tebük seferinde iki ay kalmış idi. Bu sırada Kur'ân âyetleri iniyor ve sefere katılmayan münafıkları ayıplıyordu. Bu âyetleri ordu içinde bulunan münafıklar da işitiyorlardı. Bunlardan biri olan ve yukarıda da adı geçen Cülas b. Süveyd, "Eğer Muhammed'in Medine'de bıraktığımız kardeşlerimiz, büyüklerimiz ve ileri gelenlerimiz hakkında söyledikleri bu sözleri doğru ise biz eşşeklerden de kötüyüz." diye bir söz kaçırmıştı. 
O mecliste hazır bulunan Âmir b. Kays el-Ensari "Evet, vallahi Muhammed elbette doğrudur, sen de gerçekten eşşekten betersin." demişti ve tartışma hemen Peygamber Efendimiz'e ulaşmıştı. 
Bunun üzerine Cülas'ı huzuruna getirtti, Cülas da "Vallahi söylemedim." diyerek yemin etti. 
Âmir de iftiracı durumuna düşmüştü, ellerini kaldırarak "Allah'ım! Kulun ve Peygamberin olan Muhammed'e doğruyu tasdik edecek, yalancıyı belli edecek âyet indir!" diye dua etti. 
Bu sebeple bu âyet nazil oldu. 
Cülas da "Allah Teâlâ, bu âyette tevbeyi zikrediyor. 
Gerçekten de ben o sözü söylemiştim." dedi ve cidden tevbekâr oldu. 
Ve İslâmlarından sonra küfrettiler. Yani açıkça müslüman olduklarını söyledikten sonra, içlerindeki küfrü ortaya koydular. Ve nail olamadıkları bir kasıtta bulundular. 
(((((Tebük'ten Medine'ye dönüşte münafıklardan onbeş kişi, geceleyin karanlıkta bir yamacın kıvrıldığı bir tepede Hz. Peygamber'i bineği üzerinde vurup uçuruma itmeye ittifakla karar vermişlerdi. ))))))
Ammar b. Yasir bineğin yularından çekiyordu, Huzeyfe ibnil-Yeman da arkasından sürüyordu. Tam o sırada Huzeyfe develerin ayak seslerini ve bir silah şakırtısı işitti, döndü baktı ki, yüzleri örtülü bir grup üzerlerine doğru geliyor. Bunun üzerine Huzeyfe yüksek sesle "Kendinize gelin, Ey Allah düşmanları, kendinize!" diye bağırınca, onlar da korkup kaçarlar."""""

 Tebük, Arabistan’ın kuzeybatısında; Medine ile Şam arasındaki yolun tam ortasında, her iki şehre de eşit uzak­lıkta,  Suriye ile Arap yarımadasını birbirinden ayıran bir yerdi.  Bizans Ordusunun, “Medine’ye saldırı hazırlığında olduğu” söylentileri üzerine Hz. Muhammed, yerine Hz. Ali’yi vekil bırakarak Bizans ordusunu karşılamak üzere yola çıktı.  Ancak Bizans Kuvvetleri ile hiç bir zaman yakın temas sağlanamadı. 
Hz. Muhammed’e kasıtlı yanlış İstihbarat verilmişti. Amaçları yolda fırsatını bulup, Peygamber’i öldürmekti. Hz. Muhammed ve Ordusu, Tebük'te on günden fazla kaldıktan sonra Medine'ye dönmek üzere yola koyulduğunda kendilerini bekleyen tehlikeden habersizdi.  Bu yolculuk sırasında Allah'a ve Peygamber'e inanmamış (İslam ordusunda işleri ne?) olan bir grup, şeytanın (Kureyş uluları) tahrikine kapılarak Hz. Muhammed'e suikast düzenlemeyi kararlaştırdı. Planları basitti.  Dağlık bölgeden intikal sırasında Peygamber'in devesi, yanlarından geçerken onu ürküterek Resulullah'ı yakınlardaki bir vadiden aşağı atmasını sağlamak suretiyle öldürmek. 
Medine’deki pazarlık Tebük'e uymadı…
Ordu Şam ile Medine arasında yer alan bir geçide vardığında Hz. Peygamber askerlerine: "İçinizde vadinin tabanı boyunca yol almak isteyenler varsa, orası sizin için daha geniştir" dedi.  Bunun üzerine askerler vadi tabanı boyunca yol almayı tercih ederlerken, Resulullah'ın kendisi, geçit yolundan gitmeyi uygun gördü.  Devesini önden Ammar b. Yasir çekerken, arkadan onu Huzeyfe b. Yeman güdüyordu. 
Yolculuk sırasında vadi yolunu tutan Müslüman askerlerden 14-15 kişilik yüzleri maskeli grup, Hz. Muhammed’i öldürmek amacıyla peşlerine düştü.  Hz. Peygamber (s.a.a) bu sırada ay ışığında yüzleri örtülü ve kuşku uyandırıcı bir hareket tarzı ile peşinden gelenleri  fark etti.  Onlara kızarak kendilerine yüksek sesle bağırdı ve Huzeyfe'ye yanlarına kadar yaklaşan yüzü maskeli yabancıların binek hayvanlarının yüzlerine elindeki kamçı ile vurmasını emretti.  Bunun üzerine adamlar korkuya kapıldılar, Hz. Peygamber'in (s.a.a) içlerinde gizledikleri hain plânı sezdiğini anladılar. 
Bu korku ile insanlar arasına karışarak kimliklerinin ortaya çıkmamasını sağlamak için geçit yolundan ayrılıp hızla gözlerden kayboldular. Huzeyfe bu canilerin binek hayvanları aracılığı ile kim oldukları belirlendikten sonra üzerlerine gönderilecek kişiler eli ile öldürülmelerini Resulullah'tan (s.a.v) istedi.  Fakat Rahmet Peygamberi olan Resulullah, onları affetti ve işlerini yüce Allah'a havale etti. Kur’an’da bu suikast olayı “Sâatü’l-usre” (güçlük zamanı) olarak geçer. (et-Tevbe 9/117).
Suikasta katılanlarla ilgili başka kaynaklar da var…
Mesela İbn Kesir, Tebük/Akabe’de Hz. Peygamber’i (asm) atından düşürmek isteyen münafıkların isim listesini de vermiştir.
Peygamber Efendimiz’e (s.a.a.) yapılan suikast, Elmalılı Hamdi Yazır'ın “Hak Dini Kur'an Dili” adlı eserinin 4. cilt 2592. sayfasında şöyle anlatılır:  "Ve nail olmadıkları bir kasıdda bulundular- Tebük'ten Medine'ye avdette münafıklardan on beş kişi geceleyin karanlıkta bir akabenin örgüçlendiği tepede aleyhissalâtüvesselâmı râhilesinden vurup uçuruma itmeğe ittifak etmişlerdi ve Ammar ibn-i Yasir rahilenin yularından çekiyor, Huzeyfe ibnil Yeman da arkasından sevk ediyordu.
 Tam o sırada Huzeyfe deve ayak sesi ve bir silah şakırtısı işitir.  Döner bakar ki yüzleri örtülü bir kavm, 'Hey sizler Allah'ın düşmanları' diye bağırır, onlar da kaçarlar." Bu eserlerin dışında Tebük Gazvesi’nden dönüşteki bu suikast olayı, Beyhaki'nin “Kubra” adlı eserinin 8. cildinin 345. sayfasında, İbn-i Hanbel'in Müsned'inde 5. cilt (39/210), Megazi-i Vakidi, 3. cilt 1044- 1045. sayfalarında yazılıdır. İslam Peygamberi’ni öldürmek isteyenler, maalesef kendi ordusunun, kendi ashabının içinden, bazı münafıklardı. 
Hz. Muhammed suikastçıları teşhis eder etmez yakınlarına söylemiş ve sır katibi Huzeyfe'ye bu suikastçıların isimlerini bildirmişti. “Yarası olan gocunur” hesabı Hz. Ömer'in zaman zaman Huzeyfe'ye “Bu kişiler arasında benim de adım var mı” diye sorduğu da bir  gerçek.
  Durup dururken neden sorsun? 
 Boşuna dememişler; "Abdestinden şüphesi olanın namazından şüphesi olur" diye.  Hz. Muhammed’in peygamberliğinden şüphe ettiğini bizzat Ömer'in kendisi söylüyor ve diyor ki; "Hüdeybiye günü şüphe ettiğim kadar hiçbir zaman Hz. Muhammed'in peygamberliğinden şüphe etmedim.”
İnanmayan baksın; Kaynaklar: Tefsir-i İbn-i Kesir, cA, s. i 76; el-Kamil Fi't- Tarih, c.2, s.204; Tarih-i Taberi, c.2, s.280; Sahih-İ Müslim, Nevevi Şerhi, c.12, Hüdeybiye Barışı bölümü, s.141; es-Siret'ul-Halebiyye, Hüdeybiye Barışı bölümü; Mu'cem'ul-Buldan, c.2, s.229.  Nitekim Prof. Dr. Saffet Köse; M. Reşîd Rızâ'nın, Tefsîru’l-Menâr, Beyrut, ts. (Dâru’l-Ma‘rife), V, 264. kitabını kaynak göstererek, "Bizzat Hz. Peygamber, kendisine suikast düzenleyenleri Allâh’ın emriyle affetmiş ve bu ashabı yönlendirici bir örnek olmuştur" der.  Hicret’in dokuzuncu yılında Medine'de nüzul eden 129 ayetten oluşan Tevbe Süresi’nde bu menfur suikast girişimine imada bulunulduğu belirtilir. 
 Neden Suikast… Neden bu isimler? 
 Peygamber’in canına kastedenlerin affedilmesi sadece Rahmet Peygamberi olmasıyla açıklanamaz.  Geleneksel Sünni ekol bu rivayeti, “Şia'nın ekmeğine yağ sürdüğü” gerekçesiyle kabul etmez. Dünyevi bir konuda en zayıf hadisi bırakın, mevzu hadisi dahi her işlerine dayanak yapanlar bu rivayeti neden şiddetle reddeder? 
 Suikaste kalkışanların her birinin, Medine İslam Devleti’nde/toplumunda sosyal konumları güçlü, zengin ve asil aileye mensup oldukları gibi Peygamber’le akrabalık bağları da mevcuttu.   Dahası bu isimler, “Aşere-i Mübeşşere” (Cennetle müjdelenenler) arasında yer alıyordu. Suikasti daha da ilginç kılan, “cennetle müjdelenen isimler”in hepsinin Kureyşli olmasıydı.  İşte bazı kaynaklarda suikastçilerin isimleri açık açık belirtilenlerin tamamı “Ensar” değil “Muhacir”dir. Yani hepsi Mekkelidir ve Kureyşlidir.  Medineli değildir. 
 Bence, İslam Peygamberi’nin Medineli sahabe ile daha fazla haşir-neşir olması, Kureyşli dostlarını kıskandırdı.  Çöl ortasındaki İstikbali parlak İslam Devleti’nin avuçlarının arasından kayıp gittiğini düşündüler.  Bu bağlamdaki itikadi/kelami yaklaşımlar çerçevesinde Ehl-i Sünnet’in, “Aşere-i Mübeşşere”ye bakış açısı biraz farklı.  Ehl-i sünnetin çoğunluğuna göre; kişinin dünyada iken yaptığı herhangi bir eylemi veya söylemi hayatının geri kalanında onu dinin mükellefiyetlerinden özgür kılamaz, sorumluluğu devam eder. Kişinin ibadet ve muamelat alanına ait uygulamalardan ölene kadar mesuliyeti sürer, ortadan kalkmaz.  Aşere-i Mübeşşere örneğinde olduğu gibi, hiç kimsenin dinin sorumluluklarından muaf olacağı söz konusu edilemez. 
Hz. Muhammed, kayınpederi Ebubekir’i, “Hac Emiri” göreviyle yanından mı uzaklaştırdı? 
 Hicretin dokuzuncu yılında, Tebük Gazvesi'nde Hazreti Muhammed'in kendisine verdiği en büyük sancağı taşıyan ve ordunun bu gazveye (sefere) hazırlanması için bütün servetini tahsis eden  Hz. Ebubekir, Tebük dönüşü Hazreti Muhammed tarafından hicretin 9'uncu yılında haccın kurallarına uygun şekilde ve emniyet içinde eda edilmesini sağlamak üzere "Emir-i hac" tayin edilmişti. Ebubekir, katıldığı seriyye ve emir-i hac tayin edildiği günler dışında Hz. Peygamber’den hiç ayrılmamış.  Bazı İslam tarihçileri, bu görevlendirmeyi Tebük dönüşü İslam Peygamberine düzenlenen suikast girişimiyle irtibatlandırır.
  Demek ki Hz. Peygamber, yeni bir suikaste uğramamak için çareyi, adı geçenlerin en başındaki ismi Medine'den “görev” bahanesiyle uzaklaştırmada bulmuş olmalı.  Çünkü bir yıl önce Mekke'nin Fetih yılı olan 8. Hicri yılda Mekke'ye  vali atadığı Attab b. Esid, hac emiri olarak tayin edilmişti. Bir görev boşluğu yoktu. 
Hz. Ebubekir’in “Amir-Memur” takıntısı, bilinçaltındaki korkunun eseri mi? 
Hac ile ilgili yeni hükümlerin, “Hac Emiri Ebubekir”e bildirilmesi gerektiği sahabe tarafından Peygamber’e tavsiye edildi.  Bunun üzerine, yeni hükümlerin hac emirine iletilmesi görevini Peygamber, damadı Hz. Ali'ye verdi.  Hz. Ali, neden kendisinin gönderilmek istendiğini öğrenmek istiyordu.
 "Yâ Resûlallah," dedi, "Ben yaşlı olmadığım gibi, hatib de değilim?" Peygamber Efendimiz, "Bunu, mutlaka ya ben ya da sen götüreceksin. Fakat sen git. Muhakkak Allah, senin diline ve kalbine sebat ihsan eder!" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ali, derhal Medine'den hareket etti. Beraberinde Hz. Ebû Hüreyre de vardı.  Yolda, Hz. Ebû Bekir'e yetişti. Hz. Ebû Bekir ona, "Âmir misin, memur mu?" diye sordu. Hz. Ali, "Memurum" dedi ve geliş maksadını şöyle izah etti: "Resûlullah (a.s.m.) beni, halka Tevbe Sûresini okuyayım ve ahd sahibine ahdinin tamamlanacağını haber vereyim diye gönderdi
" Peygambere suikast düzenleyen zihniyet, Medine’ye saldırdı, Kabe’yi yıktı, kadınlara tecavüz edildi… 
Bazılarının, öyle olmadığı halde “Vahiy Katibi” diye yücelttikleri Muaviye’nin oğlu Yezid, İslâm tarihinde iki büyük zulmün ve yüzkarasının sorumlusu değil midir? “İslam tarihinin en acıklı olaylarından kabul edilen ‘Kerbela Olayı’ kadar trajik bir başka vakıa da “Harre Olayı”dır.  Kerbela’da Hz. Hüseyin ile birlikte 72 Müslüman, Yezid’in ordusu tarafından katledilmiştir.  Bu olay, İslam tarihinde büyük bir kırılmaya neden oldu.
Hiç bir Müslüman bu olayı unutmaz.  Kerbela Şehitleri’ni rahmetle, Yezid’i ve beraberindekileri de bu olaydan dolayı lanetle anar.  İslam tarihinde Kerbela trajedisinin yol açtığı travmadan daha etkili bir olay daha var ki; izahı çok zor olan “Harre Olayı”. 680’de meydana gelen Kerbela olayından sonra Emevi halifesi Yezid, İslam dünyasını kendine biat ettirtti. Medine’de yaşayan, Hz. Muhammed’in hadislerini, sünnetlerini ve açıklamalarını not eden sahabiler ve sahabilerin öğrencileri tabiinler, Yezid’in hüküm sürdüğü Şam’da, İslam’a aykırı yaşayışı ve halka yaptığı zulümden dolayı Yezid’in halifeliğini tanımadıklarını ilan ettiler.
Yezid’in ordusu, Bizanslı askerlerle Medine'ye saldırdı! 
Yezid, bu gelişme karşısında, Müslim bin Ukbe komutasında 12 bin kişilik bir orduyu Medine üzerine gönderdi.  Emevi ordusu içinde ittifak yaptığı Bizanslı askerler de bulunuyordu. Sahabiler ve Medine halkı, şehri savunmak için hendekler kazdı. Ancak şehri savunmaya yeterli asker ve silah olmadığı için Emevi ordusu karşısında yenilgi kaçınılmazdı.  Emevi ordusunun komutanı Müslim bin Ukbe, Yezid’in talimatıyla, işgal ettikleri Medine’yi askerlerine üç gün boyunca yağmalanması için ‘mübah’ kılar. 
 “Mübah kılınması” demek her türlü mal ve can, yağmacıların insafına bırakılması demektir. 80 civarında sahabi öldürülür, başları kesilir, Şam’a gönderilir. Genç kızlara ve kadınlara tecavüz edilir. Yaşlı, genç, çocuk demeden binlerce Müslüman katledilir.  Genç kızlar cariye, genç erkekler köle olarak alınır. Evler ve iş yerleri yağmalanır. Evler ve mescidlerde bulunan önemli belgeler yakılır. 
 Üçüncü günden sonra, öldürmedikleri Medine halkını meydanlarda toplayarak “Yezid’in kulu ve kölesi” olarak halifeye itaat edeceklerine dair bağlılık sözü istenir.  Bazı Müslümanlar, önceki halifelere yaptıkları gibi “Allah’ın kitabı ve O’nun elçisinin sünneti üzere bağlı kalacağım” diye yemin edince bunlar da halkın gözleri önünde katledilir. Baskı ile “Yezid’in kulu ve kölesi” olduklarını kabul edenler bağışlanır.
Tecavüze uğrayan kadınların doğurduğu çocuklara “Harre çocukları” denilmiştir. 
 Acaba diyorum; İslam coğrafyasında emperyalist Haçlı ordularıyla işbirliği yapan hainler, Yemen’de masum binlerce çocuğu öldürenler, bu “Harre çocukları”nın soyundan mı?.

HARRE VAKASININ SEBEPLERİ

Yezid döneminin Kerbela’da Hz. Hüseyin ve taraftarlarının   feci bir şekilde öldürülmesinden sonraki ikinci önemli olayı da Medinelilerin isyanı ve bu isyan neticesinde gerçekleşen Harre vakasıdır 

Öyle ki Yezid denildiğinde günümüz insanının zihnine ilk gelen olay Kerbela ve Harre vakasıdır 
Böylesine büyük yankılar  uyandıran Harre vakasının nasıl gerçekletiğinden ziyade söz konusu hâdisenin sebepleri üzerinde durulacaktır. Sosyal bir olayın toplumsal bir hareketin oluşum nedenini doğaları gereği yalnızca bir sebebe bağlamak doğru olmayacakt ı r. Çünkü sosyal bir hâdisenin ortaya ç ı kmas ı nda dinî, etnik, ekonomik, psikolojik, siyasî vb. gibi diğer sebepler rol alabilirler. M. J. Kister’in tercümesini arz ettiğimiz makalesinde ortaya koymaya çalıştığının aksine bunlardan sadece birinin (ekonomik faktörün) göz önünde bulundurularak konunun vuzuha kavuşturulması doğru olmayacaktır. Dolayısıyla Harre vakasında da birden fazla sebebin olduğu düşüncesiyle bunları ortaya koymaya çalışacağız Diğer taraftan şunu da belirtelim ki, Medineliler tarafından isyan için gerekçe olabilecek sebeplerin varlığının  isyanı haklılık kılıp kılmayacağı açısından  da söz konusu sebeplerin ayrıntılı bir ş ekilde ortaya konulması ve değerlendirilmesi önem arz etmektedir.
a-Dinî SebeplerKaynakların tamam ı na yak ı n ı , Medinelilerin Harre vakas ı ile neticelenen isyanlar ı nda dini sebebinetkili oldu ğ unu belirtmektedirler. 1 Dini sebeplerin, böylesi bir isyanda rol oynad ı ğ ı n ı söyleyen tarihçileregöre Harre vakas ı na giden süreç ş u ş ekilde olu ş mu ş tur:Velid b. Utbe’nin azledilmesinden sonra Medine valili ğ ine tayin olunan Osman b. Muhammed,Medine’nin ileri gelenlerinden olu ş an bir heyeti Ş am’a Yezid’in yan ı na gönderdi. 62/681 y ı l ı n ı n sonlar ı ndagönderilen bu heyette Münzir b. Zübeyr b. el–Avvam, Abdullah b. Ebî Amr b. Hafs b. el–Mugire el– Mahzûmî, Abdullah b. Hanzala el–Gâsîl b. Ebî Amir el–Ensârî ve Medine’nin di ğ er ileri gelenleri yeralmaktayd ı . 2 Vâk ı dî, bu insanlar ı n gönderilmesinin bizzat Yezid’in emriyle gerçekle ş ti ğ ini, böylece Yezid’inonlar ı n ş ikayetlerini dinleyece ğ i ve kalplerini kazanabilece ğ ini umdu ğ unu rivayet etmektedir. 3 Bu grubun gönderilmesi fikrinin Osman b. Muhammed’e ait oldu ğ u, onun bu i ş teki maksad ı n ı nMedineliler ile Ş am aras ı ndaki gerginli ğ i azaltmak ve Medinelilerin Ş am’a itaatlerinin devam etti ğ inigöstermek oldu ğ unu söyleyenler de vard ı r. 4 Yezid, Medine’den gelen bu kimseleri izzet ve ikram ile kar ş ı lay ı p herkese 50.000 dirhem, Abdullah b. Hanzala’ya 100.000 dirhem, o ğ ullar ı ndan her birine 10.000 dirhem hediye verdi. Ayr ı ca Abdullah b.Zübeyr’in karde ş i Münzir b. Zübeyr’e de 100.000 dirhem verdi. Ancak bunlar, Yezid’den gördükleri iyimuameleye ra ğ men Medine’ye döndüklerinde Yezid’in aleyhinde konu ş maya ba ş lad ı lar. 5 Medine’den gelen heyettekiler Mescid’e gittiler. Medinelilerin de mescide gelmesinden sonra Yezidaleyhinde a ğ ı r ithamlara ba ş lan ı ld ı .Birisi kalkt ı ve ş öyle dedi: “Biz öyle bir adam ı n yan ı ndan geliyoruz ki, onun dini yoktur; içki içiyor,köpeklerle, maymunlarla oynuyor, geceleri h ı rs ı zlarla ve haydutlarla dü ş üp kalk ı yor. Ş ahid olunuz ki, bizona olan biat ı m ı z ı geri çekiyoruz.” 6 Abdullah b. Hanzala da bu esnada bir konu ş ma yapt ı ve ş unlar ı söyledi: “Öyle bir adam ı n yan ı ndangeliyorum ki, ş u çocuklar ı m ı n d ı ş ı nda kimseyi bulamayacak olsam bile, onlar ı yan ı ma al ı r ve onunlasava ş ı r ı m.” 7 Bunun üzerine orada bulunanlardan baz ı lar ı “Duydu ğ umuza göre Yezid sana ikramda bulunmu ş ve hediyeler vermi ş ” dedikten sonra, ondan bunu kabul edip etmedi ğ ini sordular. Abdullah ise ş öyle cevap verdi: “Ben onun verdiklerinden sadece kendime yetecek kadar ı n ı ald ı m. Bunlarla ona kar ş ı kuvvetlenmek istedim.” 8 Medinelilerin isyan öncesi yapt ı klar ı bu konu ş malarla ilgili ayr ı nt ı l ı bilgiler veren Taberî’nin"Tarih"inde yer almayan ancak daha muahhar olan İ sfahânî'nin "el–Egânî" sinde zikredilen bir rivayete göreise bu konu ş malarla halk ı isyana te ş vik edenler Yezid’i hal ettiklerini ifade etmek için ba ş lar ı nda ki sar ı klar ı ,ayaklar ı ndaki ayakkab ı lar ı (mest) vs. ç ı kartmaya ba ş lad ı lar; mescit bir anda bunlarla doldu. 9 Vâk ı dî’nin nakletti ğ i bir rivayete göre de “Medineliler isyan ettikleri gün Ümeyye o ğ ullar ı n ı Medine’den ç ı kard ı lar. Abdullah b. Hanzala bu esnada ş unlar ı söyledi: “Ey kavmim! E ş i ve benzeri olmayanAllah (c.c)’tan korkun! Ş ayet Yezid’e kar ş ı isyan etmemi ş olsayd ı k gökten üzerimize ta ş ya ğ d ı r ı laca ğ ı ndankorkard ı m. Bu adam (Yezid) öyle birisi ki annelerle, k ı zlar ı yla ve k ı z karde ş leriyle nikahlan ı yor, ş arapiçiyor, namaz ı terk ediyor. Yemin ederim ki, yan ı mda benimle birlikte ona kar ş ı mücadele edecek hiç kimseolmasa bile ben yine ona kar ş ı sava ş ı r ı m.” 10 Yukar ı da verilen rivayetlerden anla ş ı ld ı ğ ı kadar ı yla Yezid’in kötü ya ş ant ı s ı na 11 Ş am’a gittikten sonra bizzat ş ahit olan Medine’nin ileri gelenleri, Medine’ye döndükten sonra bunlar ı dile getirerek halk ı n onaolan biatlar ı n ı geri çekmeleri için konu ş malar yapt ı lar. Bu konu ş malardan sonra isyan süreci ba ş lad ı . Bir başka ifadeyle Yezid’in dine uygun olmayan yaşantısı Medinelilerin isyan etmelerinin asıl sebebi oldu. Di ğ er taraftan araştırmacılardan baz ı lar ı n ı n da ifade etti ğ i üzere Medinelilerin isyanlar ı n ı n Yezid’inkötü ya ş ant ı s ı sebebiyle (dini sebep) meydana gelmedi ğ ini gösteren bilgiler de bulunmaktad ı r. Ş öyle ki:1-Yezid’in kötü ya ş ant ı s ı iddias ı yla isyana kalk ı ş ı ld ı ğ ı n ı söylemek zordur. Zira Yezid iktidara geçeli 3y ı l olmu ş tu. Bu zaman zarf ı nda Medineliler, ona biat etmi ş ve sükûnet içerisinde ona ba ğ l ı l ı klar ı n ı sürdürmü ş lerdir. Kötü ya ş ant ı öyle birden bire ortaya ç ı kmaz; iddia olundu ğ u gibi ş ayet Yezid, dine tersdavran ı ş lar içerisinde idiyse bunun mutlaka önceden ba ş lad ı ğ ı söylenilmelidir. Oysa Medinelilerin bundanönce bu do ğ rultuda bir ş ikayetlerine rastlan ı lmaz. 12 Vâk ı dî’nin nakletti ğ i bir rivayete göre de “Medineliler isyan ettikleri gün Ümeyye o ğ ullar ı n ı Medine’den ç ı kard ı lar. Abdullah b. Hanzala bu esnada ş unlar ı söyledi: “Ey kavmim! E ş i ve benzeri olmayanAllah (c.c)’tan korkun! Ş ayet Yezid’e kar ş ı isyan etmemi ş olsayd ı k gökten üzerimize ta ş ya ğ d ı r ı laca ğ ı ndankorkard ı m. Bu adam (Yezid) öyle birisi ki annelerle, k ı zlar ı yla ve k ı z karde ş leriyle nikahlan ı yor, ş arapiçiyor, namaz ı terk ediyor. Yemin ederim ki, yan ı mda benimle birlikte ona kar ş ı mücadele edecek hiç kimseolmasa bile ben yine ona kar ş ı sava ş ı r ı m.” 10 Yukar ı da verilen rivayetlerden anla ş ı ld ı ğ ı kadar ı yla Yezid’in kötü ya ş ant ı s ı na 11 Ş am’a gittikten sonra bizzat ş ahit olan Medine’nin ileri gelenleri, Medine’ye döndükten sonra bunlar ı dile getirerek halk ı n onaolan biatlar ı n ı geri çekmeleri için konu ş malar yapt ı lar. Bu konu ş malardan sonra isyan süreci ba ş lad ı . Bir ba ş ka ifadeyle Yezid’in dine uygun olmayan ya ş ant ı s ı Medinelilerin isyan etmelerinin as ı l sebebi oldu.Di ğ er taraftan ara ş t ı rmac ı lardan baz ı lar ı n ı n da ifade etti ğ i üzere Medinelilerin isyanlar ı n ı n Yezid’inkötü ya ş ant ı s ı sebebiyle (dini sebep) meydana gelmedi ğ ini gösteren bilgiler de bulunmaktad ı r. Ş öyle ki:1-Yezid’in kötü ya ş ant ı s ı iddias ı yla isyana kalk ı ş ı ld ı ğ ı n ı söylemek zordur. Zira Yezid iktidara geçeli 3y ı l olmu ş tu. Bu zaman zarf ı nda Medineliler, ona biat etmi ş ve sükûnet içerisinde ona ba ğ l ı l ı klar ı n ı sürdürmü ş lerdir. Kötü ya ş ant ı öyle birden bire ortaya ç ı kmaz; iddia olundu ğ u gibi ş ayet Yezid, dine tersdavran ı ş lar içerisinde idiyse bunun mutlaka önceden ba ş lad ı ğ ı söylenilmelidir. Oysa Medinelilerin bundanönce bu do ğ rultuda bir ş ikayetlerine rastlan ı lmaz. 12 2-Kaynaklarda Abdullah b. Ömer ve Muhammed İ bnü’l-Hanefiyye ile ilgili anlat ı lan iki rivayete görede Medinelilerin zikredilen sebeplerle isyanlar ı do ğ ru kabul edilemez.Medineliler, Yezid’in yan ı ndan döndükten sonra Abdullah b. Mutî ile arkada ş lar ı , Muhammed b.Hanefiyye’nin yan ı na giderek onu Yezid’e olan biat ı n ı geri çekmeye ça ğ ı rd ı lar. Ancak o, gelenlerin buiste ğ ini kabul etmedi. İ bn Mutî, ona: “Yezid, içki içiyor, namaz k ı lm ı yor, kitab ı n hükmü d ı ş ı na ç ı k ı yor”deyince Muhammed b. Hanefiyye, onlara ş öyle cevap verdi :- “Bu anlatt ı klar ı n ı z ı Yezid’de görmedim. Oysa ben onun yan ı nda bir süre kald ı m. Onun namazadevam etti ğ ini, hay ı r ve iyili ğ i ara ş t ı rd ı ğ ı n ı , f ı kh ı sordu ğ unu, sünnete ba ğ l ı kald ı ğ ı n ı gördüm.”- “O, böyle yapm ı ş sa, sana kar ş ı riyakarl ı k için yapm ı ş t ı r.”- “O, benden korkacak veya benden bir ş ey umacak de ğ ildir ki, bana kar ş ı böyle davrans ı n. Onun içkiiçti ğ ini nereden biliyorsunuz, gördünüz mü? E ğ er görmü ş seniz demek ki, siz de onunla birlikte içtiniz.Görmediyseniz, o zaman bilmedi ğ iniz bir hususta ş ahitlik yapman ı z size helal olmaz...” 13 İ sfahânî’nin kaydetti ğ i bir rivayete göre ise Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer’in evde olmad ı ğ ı bir s ı rada onun evine giderek, kar ı s ı na Yezid’in aleyhinde bir tak ı m sözler söyledi. Ancak İ bn Ömer evedöndü ğ ünde kar ı s ı n ı dinledikten sonra İ bn Zübeyr’in de gerçek endi ş elerinin dini olmad ı ğ ı na dair sözlersöyledi ğ i nakledilmektedir. 14 3-Dini gerekçelerle yap ı lan isyan sadece Medineliler ile s ı n ı rl ı kalmazd ı . İ slâm devletinin de ğ i ş ikyörelerindeki müslümanlar da bu tür isyanlarda bulunurlard ı veya en az ı ndan Medinelilere destek olurlard ı .Halbuki Harre vakas ı esnas ı nda böyle bir dayan ı ş man ı n oldu ğ una dair bilgi bulunmamaktad ı r.4-Sava ş ı n az öncesinde Abdullah b. Cafer ile görü ş en Yezid’in Medinelilere bir tak ı m vaatlerde bulundu ğ u, böylece onlar ı isyandan vazgeçirmeye çal ı ş t ı ğ ı görülmektedir; onlara yaz ve k ı ş mevsimlerindeayr ı ayr ı olmak üzere iki maa ş ba ğ layaca ğ ı n ı , Medine’deki bu ğ day fiyatlar ı n ı Ş am’daki bu ğ day fiyatlar ı seviyesine indirece ğ ine vb. sözler verdi ğ i de nakledilmektedir. 15 Bu da gösteriyor ki Yezid, isyana sebepolarak bir tak ı m ekonomik konular üzerinde durmu ş , kendi ya ş ant ı s ı ve uygulamalar ı yla ilgili dine ters birdavran ı ş ı n düzeltilece ğ i hususunda herhangi bir ş ey söylememi ş tir. Oysa isyan ate ş inin sönmesi için vaatleryap ı l ı rken bu vaatlerin isyana sebep olan huzursuzluklar ı n halledilmesine yönelik olmas ı en uygun hareketolurdu. b-Ekonomik Sebepler Harre vakas ı n ı n dini sebeplerden ziyade ekonomik nedenlerle gerçekle ş ti ğ ini söyleyen Vâk ı dî’ninanlatt ı klar ı oldukça önemlidir. Kitabü’l-Harre adl ı bir eser de yazan Vâk ı dî’nin konuyla ilgili söyledikleri enmukaddem bilgiler olma niteli ğ indedir. 16 Ayr ı ca o, Hicazl ı lar ı n tarihini en iyi bilen ki ş i olarak bilinmektedir. 17 Vâk ı dî’nin güvenirli ğ i rivayet etmi ş oldu ğ u haberlerin senedindeki titizli ğ indenkaynaklanmaktad ı r. Örne ğ in Harre vakas ı yla ilgili rivayetinde ta İ brahim b. İ smail b. Ebî Habib el–Ensâri’yekadar sened zincirini ula ş t ı r ı r. Bu ş ah ı s ise 161/781 de ölen Benî Abdi’l-E ş hel’in azatl ı s ı yd ı . Teracimkitaplar ı nda belirtildi ğ ine göre İ brahim ise söz konusu bu rivayetini Osman b. Affan ailesinin Mekke’dekimevlas ı olan Dâvûd b. el–Hüseyin’den ald ı . Dâvûd b. el–Hüseyin ise Harre vakas ı ndan sadece 72 y ı l sonra(135/752) öldü. Tarihi kaynaklar ı n belirtti ğ ine göre, Medinelilerin isyan ı esnas ı nda Ümeyye o ğ ullar ı ndanHz. Osman (r.a)’ ı n ailesine mensup olanlar Medine’den ç ı kar ı lmad ı . 18 O halde Dâvûd b. el-Hüseyin’den


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...