MÜTEFERRİK
MESELELER FASLI
METİN
Bir
kimse cariyesini hibe etse, ama karnındaki çocuğu hibe etmese veya cariyeyi karnındaki
çocuğu
iade etmesi şartıyla hibe etse
veya hibe etse ve «Cariyeyi bana reddetmen şartıyla hibe
ediyorum» dese, veya cari-yeyi azad edilme şartı ile hibe etse veya onun ümmü'l-veled edilmesi
şar-tıyla hibe etse, veya üçte biri ya da dörtte biri gibi
muayyen bir kısmının geri verilmesi şartıyla
bir
bina hibe etse veya bir kısmının ivaz olarak geri verilmesi şartıyla birşeyi hibe veya tasadduk
etse,
hibe geçerlidir. Fakat birinci durumda istisna, diğer durumlarda da şartlar bâtıldır. Çün-kü
istisna
veya şart kılınan şey, hibe edilenin ya bir bölümüdür
ya da belirsizdir. Hibe ise şartlarla bâtıl
olmaz.
Ancak yukarıda da açıklandığı gibi hibenin karşılığındaki ivazın bilinmesinin şart olduğunu
unutmayınız.
Bir
kimse cariyenin hamlini (karnındaki
çocuğu) azat etse, sonra da o cariyeyi hibe etse, hibe
geçerlidir. Ama eğer cariyenin hamlini tedbir yapsa yan, «ben öldükten sonra o
hürdür» dese,
sonra
da cariyeyi hibe etse, bu hibe geçerli değildir. Zira o hami bu kimsenin mülkiyetinde devam
etmekte
ve onun mülkünden cariyeyi işgal
etmektedir. Fakat bi-rincisi bunun aksinedir. Nitekim
insanın
sırf bir şartla borçlusunu borç-tan
ibra etmesi geçerli değildir.
Meselâ,
bir kimse borçlusuna, «Yarın gelirse veya sen ölürsen ba-na olan borcundan berisin» veya
«Bu
hastalığından ölürsen berisin» ve-ya kadın kocasına, «Bu hastalıktan ölürsem mehrimi sana
helâl
ettim» dese, bu durumların hepsinde ibra bâtıldır. Zira burada tehlikeye sok-ma ve şarta
bağlama
vardır. Ancak olacak bir şarta bağlanırsa geçerli olması için meselâ borçlusuna, «Eğer
senin
üzerinde alacağım varsa ben seni o alacağımdan ibra ettim» dese geçerli olur.
Yine
bir kimse, «Eğer ben ölürsem benim alacağımdan berisin veya onu sana helâl ettim» dese.
caiz
olur. Yapmış olduğu bu ibra
vasiyet yerine geçer. Haniye.
Bir
şeyi ömür boyu şartıyla hibe etse
geçerli olur. O mülk hibe eden kişinin hayatı boyunca
onundur.
Hibe edilen kişi öldüğü takdirde
de onun vârislerine geçer. Çünkü şartı
bâtıldır.
Fakat,
«Ben senden önce ölürsem mal senin, sen önce ölürsen be-nimdir» şeklinde yapılan hibe
anlamına
gelen rukbâ caiz değildir. Çün-kü rukbâ korkuyla talik ediliyor. Bu rükbâ
geçerli olmadığı
gibi
verilen :şey ariyet olur. Şümnî.
Zira İmam Ahmet ve diğer muhaddislerin, Resûlullah (S.A.V.)
dan
rivayet ettikleri: «Her kim ki kendi hayatı kaydıyla bi-risine bir şeyi hibe ederse, hibe edilen şey
hayatı boyunca verilen kim-senin, sonra da vârislerinindir. Siz rukbâ şeklinde hibe yapmayınız.
Kim,
«Ben senden önce ölürsem mal senindir. Eğer sen önce ölürsen benim» diyerek rukbâ akdi
yaparsa,
rukbâ yapılan şey yine verilen kimsenin vâ-rislerinin olur.» hadisine binâen rukbâ caiz
değildir.
İZAH
«Karnındaki
çocuğa hibe etmese ilh...» Hâmli istisna etmek üç kıs-ma ayrılır. Bir kısmında hâmilde
tasarruf
etmek caiz ve onu istisna etmek bâtıldır. Hâmlî hibe etmek, nikâhta mehir, muhâlea'da
bedel
yapmak ve kasten öldürülen kimsenin
sulhüne suhl bedeli olarak vermek gibi. Bir kısmında
ise
tasarrufu caiz değildir. Onu satmak, kiraya veya rehin ola-rak vermek gibi. Çünkü bu akitler
şartlarla
bâtıl olduğu gibi hamlin istis-nası ile de bâtıldır. Bir kısmında da hem tasarruf, hem de
istisna
caiz olur. Vasiyet gibi. Çünkü hamli vasiyet etmek
caizdir. O halde onu istisna etmek de
caizdir.
Yakûbiye.
«Bir
kısmının ivaz olarak geri
verilmesi ilh...» Yani hibe vesadakadan bilinmeyen bir şeyin ivaz
kılınması böyledir.
«Bir
bölümüdür ilh...» Metinde yukarıda geçtiği gibi ivazın hibe edi-len şeyin bir bölümü olmaması
şarttır.
Bu yapılan şekillerde ise ivaz
hi-benin bir bölümü olmaktadır. Onun
için bu şart
bâtıldır.
«Veya
meçhuldür ilh...» Bir bölümü binanın
hibe edilme durumuna râci olduğu
gibi ikinci olan
bilinmezlik
de sadaka ve hibedeki ivaza râcidir. O zaman bu gerekçe birincisinin dışındaki üç şekli
içine
almamakta-dır. Öyleyse burada uygun olan Hidâye'nin bu şartların bâtıl olduğuna dair yapmış
olduğu
açıklamadır. Şöyle ki, bu şartlar
aktin muktezasına aykırıdır. O halde, bu şartlar fasit
olduğundan
hibe bunlarla bâtıl olmaz. Ancak burada, «Hibe şartlarla bâtıl olmaz.» sözü illetin
tamamlayıcısı
yapılırsa o zaman şerh ve metindeki şartların fasit olmasının illeti ta-mamlanmış olur.
«Unutma
ilh...» Musannıf burada bu
karine ile Zeylâî'nin, Nihâye'ye uyarak söylediği, «bir kısmının
ivaz
olarak verilmesi şartıyla birşeyi hibe veya tasadduk etse» sözünde kapalılık olduğunu def için
işaret
etmiştir. Zira eğer Musannıf burada bu sözüyle hibenin ivaz
şartıyla yapılmasını istemişse, o
zaman
hibe de, şart da caizdir. Ancak o zaman da Musannıfın, «şart bâtıldır» sözü doğru olmaz.
Ama
eğer Musannıfın bu sözden,
.kastı, hibe edilen şeyden bir bölümünü ivaz yapmak ise, o zaman
Musannıfın
«Hibe edilen şeyin bazısını ivaz
etmek» sözü tekrar olur. Zira
Musannıfın «Hibe edilen
şeyden
bir kısmını geri vermek şartıyla yapılan hibe» sözü buna da şâmil gelir.
Zeylâî'nin, Nihâye'ye uyarak, «Bu sözde kapalılık vardır» sözünün definin özeti
şudur: Musannıf bu
sözü
ile hibenin ivaz şartıyla yapılma-sını kasdetmiştir. Ancak burada şartın bâtıl olması da ivazın
meçhul
olma-sındandır. İşte Bahır'da böyle ifade edilmiştir. Sonra ben Sadrı Şerîa'nın da bunu açık
olarak
zikrettiğini
gördüm.
Sadrı
Şerîa şöyle demiştir: «Fakihlerin bu sözden maksatları, eğer ivaz meçhul olursa, fakat bilinen
bir
ivaz şart kılınırsa. o zaman şart geçerli olur.»
«Sırf
bu şartla ilh...
»
PRATİK MESELELER:
Bir
kadın kocasının üzerinde olan mehrini kocasına, kendisinden son-ra her evleneceği kadını
boşama
yetkisini kendisine vermesi şartıyla
hibe etse, koca bunu kabul
etmese, bazı âlimlere göre
kocanın
borçlu olduğu mehirden bu sözle
ibra olunmaz. Ancak tercih edilen görüşe göre borçlu
kabul
etmese bile alacaklı alacağını hibe etse geçerli olur.
Koca,
hanımının bu isteğine uyarak, daha
sonra evleneceği herhangi bir
kadını boşama yetkisini
ona
vermiş olsa, mehirden ibra geçerli olur. Eğer mehirden ibrayı kabul edip de hanımına boşama
yetkisi
vermese bazı âlimlere göre bu ibra yine geçerlidir. Tercih edilen görüşe göre eğer
ev-leneceği
kadının koşama yetkisini ona vermese
kadının mehri yine avdet eder.
Yine
bunun gibi, kadın kocasına,
«Beni bundan sonra, dövmezsen
veya sert muamele yapmazsan
veya şu şeyi bana hibe edersen ben seni kalan mehrimden ibra ettim.» dese, hüküm yine
yukarıdaki
mesele gi-bidir. Her ne kadar bu şartlar hibenin şartlarından değilse de yine ka-dının
mehri
avdet etmez.
Bir
kimse karısına, «Mehrini bana hibe edene kadar babanın evine gidemezsin.» dese ve kadın
mehrini
hibe etse, bu hibe bâtıldır. Çünkü
burada kadın mükreh gibidir. Şemsü'l-İslâm da koca
karısını
mehrini hi-be etmesi için dövmekle korkutsa, eğer erkek dövmeye kadir bir kimse ise o
korkutmanın
da ikrah olduğunu zikretmiştir. Bahır'da böyle bir korkutma ile karısı mehrini hibe etse
mehir
düşer denmiştir.
Hibeyi şarta bağlama kabul edilemez. Nitekim, bir kadın kocasına, «Eğer şunu yaparsan mehrimden
berisin»
dese, bu geçerli olmaz.
Bir
kimse borçlusuna, «Ölene kadar senden malımı alamazsam sa-na helâl olsun» dese bu şart
bâtıldır.
Çünkü şarta bağlamadır. Zimmet-ten berâet de şarta bağlama sayılır. Bezzâziyye.
«Tehlikeye
sokma ilh...» Çünkü, «Yarın veya ölürsen» sözleri ala-caklının yarından önce veya
borçludan
önce ölmesi ihtimalini taşır. Çün-kü, «sen ölürsen» sözünün anlamı ise, «yarın gelirse
borç
senin üzerin-dedir» demektir. Bu her iki durumda da yarından veya borçludan önce alacaklının
ölmesi
ihtimali de vardır. Bu sebeble
iki durumda da muhatara vardır. Şeyhimiz böyle saymıştır.
Ben
diyorum ki: Açık olan, ancak maksat, «Sen eğer şu hastalığın-dan ölürsen» sözü muhataradır.
Yani
ölmesinde yararı olan kimse onun
ölümünü ister. Yarın gelirse sözü de
taliktir. İbranın da ne
talike
ne de muhataraya ihtimali vardır.
Olan şarttan murad da ibra hâlinde
mev-cut olan
şarttır.
Fakat,
«Eğer ben ölürsem, borçtan berisin» sözü, şarta bağlama da-hi olmuş olsa geçerlidir. Çünkü
bu
söz vasiyettir. Vasiyet de şarta
bağ-lama
sayılır.
Bu
meselenin açıklaması Müteferrikâtü'l-Büyû bahsinin, «şart
bâtıl-dır.» sözünde
geçmiştir.
«Ömür
boyu ilh...» Hâmiş'te, «Ömür boyunun anlamı şudur: Evimi bi-risine kendisinin yaşadığı
sürece
vermesidir, öldüğünde onun
varislerine verilmesidir»
denilmiştir.
«Rukbâ
caiz değildir ilh...» Rukbâ birisinin diğerine, «Eğer ben sen- den önce ölürsem falan şey
senindir»
demesidir. Bunun caiz olmadığını da Ahmed b. Hanbel, Ebû Davud
ve Nesâî'nin merfû
olarak
rivayet ettik-leri hadis ifade etmektedir. Rukbâ babında Hâkîm-i Şehîd'in, Kâfî adlı ese-rinin
hamişinde
de böyledir.
Bir
kimse ölüme götüren baygınlık halinde, «Bu binam vakıftır» de-miş olsa, o vakıf olmaz, yine
miras
olur. Yine ölüm hastalığında, «Bu evim benden sonra ölenin üzerine vakıftır» demiş olsa veya
rukbâ
yoluy-la, «Evim vakıftır» dese bu
sözler hiçbir şey ifade
etmez.
Birisi,
iki kişiye, «Şu kölem sizden en çok yaşayanındır» dese veya «Şu kölem sizden en çok
yaşayana
vakıftır» dese bâtıldır. Çünkü bu rukbâdır.
Birisi
diğerine, «Evim senin için hapistir» dese, yine bâtıldır.
Naklettiğimiz
bu görüşler Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'in görüş-leridir. İmam Ebû Yusuf ise,
«Birisi
diğerine, «Bu evim senin için hapis-tir» dese o adam onu kabzettiği an onun olur
görüşündeyim. «Hapis» sö-zü de bâtıldır. Yine bunun gibi
rukbâ yoluyla, «Bu bina senindir» demesi
de
bâtıldır» demiştir.
Yine
Ebû Yusuf, «Adamın birisine, «Benim şu evim benim ömrüm bo-yunca senindir, onda otur»
dese
bu hibe olur. Bu söz, «bu yemeğim
sana-dır, ye» «şu elbisem sanadır,
giy» sözleri
mesabesindedir. Eğer birisi di-ğerine, «Bu köleyi onun ve senin hayatınız boyunca sana hibe ettim»
de-se
bu caiz olan bir hibedir. Fakat, «senin hayatın boyunca» sözü bâtıldır. Adam birisine, «Şu
binam
hayatın boyunca sana umrâ ettim» dese yine hibe olur. Adam birisine, «Sana şunu hayatın
boyunca verdim. Ölürsen benimdir. Ben ölürsem de vârislerimindir» dese veya «Bu bana hibedir,
senden
sonra da senden sonra ölenindir» veya bu evde seni hayatın boyunca oturttum. Senden
sonra
da senden sonra ölenedir» dese, ariyet olur.
«Eğer,
«Bu ev senindir, senden sonra da, senden sonra ölenedir» derse o ev hibe olur. «Senden
sonra»
sözü de lâğvdır.»
demiştir.
METİN
Karısına
hediye olarak bir eşya gönderse, karısı da karşılığında ona bir hediye gönderse, kadın
ister
açık olarak hediyenin hibenin ivazı olduğunu söylesin
ister söylemesin, zifaftan sonra
ayrılsalar, koca ona gönderdiğini hibe olarak değil, ariyet olarak gönderdiğini
iddia ve yemin etse
ve
geri almak istese, kadın da göndermiş olduğunu geri almak is-tese, her ikisi de verdiklerinden
dönebilirler.
Çünkü burada ne hibe ne de ivaz vardır.
Karı-kocadan
birisi diğerinin gönderdiğini helak etmiş olsa. onu taz-min eder. Çünkü âriyeyi helak
eden
kimse onu tazmin eder.
Haniye.
Borçlunun
alacağını hibe veya ibra etmiş olsa borçlusu kabul et-mese dahi o hibe veya ibra tamam
olur.
Fakat eğer bu hibe veya ibra sarf veya selem aktinin feshini gerektirmiyorsa böyledir. Şu
kadar
var ki, bunu mecliste ve meclisin
dışında geri almak isterse, alabilir. Çünkü bunda düşürme
anlamı
vardır.
Bazı
âlimlere göre bu geri alma ancak mecliste olur. İnâye'de de böyledir. Şu kadarı var ki,
Seyrefî'de
şöyle denilir: «Borçlu kabul etme-se ve ayrılıncaya kadar reddetmese birkaç gün sonra
reddetmek
istese sahih kavle göre
reddolmaz.»
Şu
kadarı var ki Müctebâ'da «Sağlam olan görüşe göre hibe tem-liktir. İbra ise düşmektir. Hibe
kabule
muhtaçtır, fakat düşürmek değil» denmiştir.
Üzerinde
borç olmayan bir kimseye deyni
temlik etmek bâtıldır. An-cak şu üç şeyde bâtıl değildir.
Havale,
vasiyet ve temlik eden kimse deyni kabzetmesine borçludan başkasını musallat etmiş olsa
geçerli
olur. İşte bu meseledendir ki, kadın oğluna babasının üzerinde olanı hibe etse, mutemed
olan
o oğlanın babasının üzerindekini
almaya mu-sallat edilmesinin sıhhatidir.
Metinde
zikredilen bu asla göre şu meseleler çözüm bulur: Birisinin diğerine borcunu, adamın
kendisine
borçlanması şartıyla ödese, bu vaiz değildir. Borcu ödeyen kimse,
borçlunun satım akdi
için
vekili olmuş olsa bile hüküm
böyledir. Fusûleyn.
Şu
mesele deynin temlikinden değildir: Mal sahibi (alacaklı), «Fa-lan borçlu falan kimseye
ödeyecektir ve benim ismim borç defterinde ariyet olarak yazılıdır.» dese, bu ikrar geçerlidir. Çünkü
bu
ikrar temlik değil, ibradır. Hakkında ikrar olunan şahıs da o malı kabzedebilir. Bezzâziyye. Bu
konunun
tamamı Eşbâh'ta deyn hükümleri
bahsindedir.
Alacaklı, «Benim falan üzerinde olan param falan kimseye verile-cektir.» dese, yine geçerli olur.
Bezzâziyye ve diğerleri.
Ben
derim ki: Bu son meselelerin sıhhati kapalıdır. Zira alacağı ken-di nefsine izafe ettiğinden
temlik
olur. Borcu üzerinde olmayan kimseye
temlik etmek de bâtıldır. Konu
üzerinde düşününüz.
Eşbâh
adlı eserde İmamın tasarrufu bahsinde Bezzâziyye'nin Sulh bahsine nisbetle şöyle
denilmektedir: «İki kişi, birisinin adına divan»a yazılması şartıyla
anlaşsalar, atiyye divanda adı
yazılı
olana ait
olur.»
Sadaka
da hibe gibidir. Çünkü ikisi de teberrudur. O halde kabzedilmeyen sadaka geçerli değildir.
Taksimi
kabil olan bir ortak mal (muşa)da bir kısmını sadaka olarak vermek yine geçerli değildir.
Sadakada rücû
da
yoktur. Bu sadaka zengine yapılsa da hüküm değişmez. Çünkü sa-dakada kastolunan ivaz değil,
sevâbtır.
Taraflar
ihtilâf etseler, veren kimse, hibe olduğunu söylese alan ise sadakadır dese makbul olan
söz,
hibe edenindir.
Haniye.
İZAH
«Ne
de ivaz ilh...» Çünkü kadın onu
kocasına hibenin karşılığı ola-rak vermiştir. Kocanın ariyet
olduğunu
iddia ederek dönmesi ile artık ivaza gerek kalmaz. O halde, kadın da vermiş olduğundan
dönebilir.
«Kabul
etse dahi ilh...» Çünkü borcu hibe veya ibra etmekte düşür-mek anlamı vardır. O yüzden
kabul
etmese de tamamlanır. H.
«Sarf
veya selem akti ilh...» Çünkü sarf ve selem aktinde akit ka-bul etmeye bağlı bulunmaz. Çünkü
kabul
onların her ikisinde de feshi ge-rektirir. Ama hibe de kabul ettim dese, hibe aktinde fesih
olmaz.
Minâh.
«Şu
kadarı var ki, alabilir ilh...» Yani bu akit her ne kadar kabulsüz tamamlanırsa da -ki onda
düşürme
anlamı vardır- şu kadarı var ki,
onda temlik anlamı olduğundan geri de alabilir. H.
Eşbâh'ta
şöyle denilmiştir: «İbra reddi kabul eder. Ancak, birkaç mesele bunun dışındadır.
Bunlardan
birincisi, havale kabul eden kişi, ona yapılan havaleyi ibra etmiş olsa, sonra da reddetse,
bunun
reddi kabul edilmez. İkincisi, borçlu alacaklıya, «Sen beni ibra ettin» dese, alacaklı da tora
etmiş
olsa, dönemez. Üçüncüsü, alacaklı kefili ibra et-miş olsa, bu ibrasından dönemez. Bazı
âlimlere göre de alacaklı kefili ibra etse de bu reddi kabul eder. Dördüncüsü, adam ibrayı kabul
etmiş
olsa, sonra da reddetse reddi makbul değildir.»
«Düşürme
ilh...» Bu söz genelleşmenin illetidir. Yani meclisin dışın-da da red geçerlidir. Çünkü
ibrada
düşürme anlamı vardır. Zira sarf tem-likin reddi ancak mecliste olabilir. Bu görüş
Musannıfın,
«geri almak isterse, alabilir» sözünün illeti değildir. Çünkü onun illeti temlik manası
olan
bir şeydir. Burada da sadece temik
anlamı yoktur, düşürme anlamı
ihtimali vardır. Uyanık ol. H.
«Şu
kadarı var ki, Mücteba da ilh...» Bu söz fakihlerin hibe ve ibra-nın bir yönüyle düşürme, bir
yönüyle temlik olduğu sözlerinden neşet eden temlikle düşürmenin birbirine benzemesini
düşündüren
sözlerini defetmektedir. Bilindiği
gibi bu defetme, meşhur olan görüşün
muhalifi-dir.
«Temliktir
ilh...» O halde hibe temlik olursa, kabule muhtaçtır. Hâmiş'te, «Herhangi bir kimse
hibenin
temlîk olduğuna hükmetmişse o kim-se cevaba yani kabul etmeye muhtaçtır»
denilmiştir.
Minâh.
«Düşürmek
ilh...» Her kim ki hibe düşürmektir dese, kabule muhtaç değildir. Minâh. Hâmiş'te de
böyledir.
«Kabzetmesine ilh...» Yani alacaklıdan başkasına deynin kabzını temlik etse, o da kabzetse, geçerli
olur.
Câmiü'l-Fusûleyn'de, «Üzerinde borç olmayan kimseye borcu hibe etmek caiz değildir. Ancak
hibe
eder ve kabzına izin verirse caiz
olur. Sikke caiz değildir. Ancak borç üzerin-de
olmayan
kimseyi
deynin kabzına yetkili kılarsa, o zaman bu mesele, sanki o kabzettiği zaman ona hibe
edilmiş
gibi olur. Bu da ancak kabzla geçerli olur.» denilmiştir. Uyanık ol.
Remli.
Sâyıhânî
de şöyle demiştir: «Üzerinde deyn olmayan kimseyi deynin kabzı için yetkili kıldığı zaman
o,
kabzda yetki verenin vekili olur.
Sonra da kendi nefsi için kabzda asil olur.»
Bu
ifade borcu kabz için yetki verilen borç üzerinde olmayan kimsenin kabzdan önce azlinin
geçerli
oluşunu gerektirir. Alacağını
üzerinde borç olmayan kimseye hibe ve kabzı için yetkili
kılsa
ve
izin verse, o kimse de dirhemlerden olan alacak yerine dinarlar olsa, geçerli olur. Çünkü o hak
hibe
edilen kişinin olur. Bu sebeble değiştirme hakkına da mâliktir. Bu alacağının kabzı için birisini
yetkili
kılsa ve bu yetki verme-de de onun zekât olduğuna
niyet etse, caiz olur ve o zekâtın yerine
geçer.
Eşbâh'da olduğu
gibi.
«Babasının
üzerinde olsa ilh...» Yani kadın kocasının üzerinde olan alacak mehrini oğluna hibe etse
ve
oğluna da kabzetmesi için
emretse, geçerli olur. Bezzâziyye. Medenî.
«Yetkili
kılınmasının ilh...» Yani kadın oğluna, kocasının üzerinde olan mehrî hibe etse ve
kabzetmek
üzere yetkili kılsa. Nitekim bu açık-lamaya Musannifin meselenin başındaki, «Bu
meseledendir» demesi de işaret eder.
Hâniye'de, «Kadın kocasından olan oğluna, kocasının üzerindeki meh-rini hibe etse, geçerli olan
görüşe
göre, bu hibe geçerli değildir. Ancak kadın bu oğlunu kabetmeye yetkili kılsa, bu hibe caiz
olur
ve çocuk ba-basından kabzettiği zaman
onun mülkü olur.»
denilmiştir.
Sarihin,
«yetkili kılar» sözünden maksat, Sâyıhânî ve diğerlerinin an-ladığı gibi hükmen yetkili kılma
değil,
açık olarak yetkili kılmaktır. Şu kadarı var ki, eğer bu çocuk aklı ermeyecek bir çocuksa, o
zaman
onu kabzetmek babasına ait olur. Burada acaba, çocuğa hibe edilen mehir miktarını kendi
malından
ayırıp çocuğu için kabzetmek şart
mıdır? Veya üzerinde borç olan
adamın borç hibe
edildiği
zaman yalnız kabulü yeter-li midir? Bu araştırılmalıdır.
«Satım
akdi ile vekili de olmuş olsa ilh...» O halde eğer, müşteri-nin borcu karşılığında müvekkile
müşterini
üzerinde' olan alacak para vekilin mülkü olması şartıyla verilmiş olsa, bu caiz değildir.
«Deynin temlikinden değildir ilh...» Yani şu gelecek mesele, üzerin-de borç olmayan kimseye deyn
temlik
etmek meselesinden değildir.
«Düşününüz
ilh...» Bu itiraza şöyle cevap vermek mümkündür. Mak-sat, dış görünüş bakımından
benim
falan üzerindeki alacağım aslında benim değil, falanındır demektir. O halde artık bu
meselede kapalılık kal-maz. H.
Ben
diyorum ki: Bu meselenin hilaf üzerine mebni olması mümkündür. Zira Kınye'de, Aliyyi Sadi'ye
isnaden
şöyle denilmiştir: «Baba küçük
oğluna kendi malından bir şeyi ikrar eder ve o ikrarında da
onu
kendi nefsine izafe ederse, o zaman temlik etmiş olur. Eğer kendi nefsine iza-fe etmeyerek
mutlak
şekilde söylerse, meselâ, «Evimin altında biri veya şu evin altında biri oğlumundur.» derse,
ikrar
olur.»
Kınye adlı eserde daha sonra Necmü'l-Eimme Buhâriye'ye dayana-rak da, «Her iki halde de temlik
değil,
ikrardır» denilmiştir.
Minâh'ın
ikrar bahsinde de şöyle denilir: «Bu
ifadeden anlaşıldığına göre, meselede hilaf vardır. Şu
kadarı
var ki, zikredilen asıl ancak meş-hur olandır. Bu asil üzerine de Haniye ve diğer kitaplarda
fer'î
meseleler
vardır.»
Buna
şöyle cevap verilir: Adamın, «Benim alacağım olan deyn» sö-zündeki izafe mülkiyet izafesi
değil,
nisbet izafesidir. Nitekim sarih de ikrar bahsinde, «Benim evimde olan herşey falanındır» gibi
sözlerin
ik-rar olduğu şeklinde cevap vermiştir. Fakihler de şöyle demiştir: «Benim olduğu kabul
edilen
veya bana nisbet edilen herşey» sözleri ikrar ifade sözlerdendir.» Allah daha iyisini
bilir.
Bu
mesele hastanın ikrarı bahsinin hemen öncesinde geçmiştir. Biz orada bu itirazlara buradan
daha
güzel şekilde cevap verdik.
«Kabzedilmeyen
sadaka geçerli değildir ilh...» Yukarıda taksimi ka-bul olan birşeyin sadaka olarak
iki
fakire verilmesi Musannıfın,
«On dir-hemi iki fakire vermek» sözünde geçmişti.
Ben
derim ki: Burada muşa (ortak mal) dan maksat, muşa olan bir şeyin bir bölümünü yalnız bir
kimseye
vermektir. O halde müşâdan mak-sat,
taksime ihtimali olan bir muşadır. İki fakire verilen
sadakada bunun aksine şüyu yoktur. Yukarıda geçtiği gibi. Bahır.
«Zengine
de yapılsa ilh...» Hidâye'de yalnız bu tercih edilmiştir. Zi-ra zengine yapılan sadakadan da
aile
fertlerinin çok olması hasebiyle, sevap kasdedilebilir. Bahır.
Bu
görüş, Rücû babından hemen önce,
«Zengine yapılan sadaka, hibedir» sözüne zıttır. Umulur ki,
bunların
ikisi ayrı iki sözdür.
METİN
PRATİK MESELELER:
Bir
kimse Devlet başkanına bir dilekçe yazarak belli bir toprağın temlikini istese, sultan da bu
konuda
tapu senedi (berat) düzenlenme-sini
emretse, katibi de «Onu sana mülk kıldım» diye yazsa,
bu
akit mec-lisinde kabule muhtaç mıdır. Kıyasa göre, evet, şu kadarı var
ki, adamın meclisine
ulaşması güç olduğundan onun dilekçe aracılığı ile istekte bu-lunması, onun orada hazır olmasının
yerine
geçer.
Kadın
kocasına, kocasının isteği üzerine kocasının rahat geçimini temin için bir mal verse, kocası
da
o malı bazı borçlarına verse, bakılır: Eğer kadın onu kocasına hibe veya karz etmişse kadın artık
kocanın
alacaklısından onu geri alamaz. Fakat kadın mülkiyet kendisinin olmak üzere kocasının
çalıştırması için vermişse, kocası değil, kadın o malı geri alabilir.
Bir
kimse çalıştırması için çocuğuna bir mal verse, çocuk da onu çalıştırsa ve o mal çoğalmış olsa,
baba
ölse, bakılır: Baba ona hibe ola-rak vermişse hepsi onundur. Yok eğer hibe etmemişse o mal
mirasa
gi-rer. Bu konunun tamamı
Cevâhirü'l-Fetâvâdadır.
Birisine
bir kap içinde bir hediye gönderilse, eğer o hediye başka bir kaba aktarmakla lezzeti
gidecek
cinsten ise, o kapta yemesi mubahtır. Eğer o cinsten değilse, bakılır: Eğer hediye eden ile
edilen
arasında kar-şılıklı yemek yedirme varsa, yine mubahtır. Eğer
ikisinin arasında böyle, bir
olay yoksa o kaptan yemesi mubah değildir.
Birisi
bir topluluğu yemeğe çağırsa, onlara
ayrı ayrı sofralar kursa, bir sofrada oturan diğer
sofradan
yemek alamaz. Sofrada oturan o
yemekten isteyen, bir fakire, hizmetçiye, yabancı bir
kediye,
ev sahibinin de olsa köpeğe veremez.
Ancak yanık ekmeği
verebilir. Çünkü âdeten on-da
izin
vardır.
Eşbâh'ta,
«Sılatta, yani zekât, kefaret ve
nafaka benzeri şeylerde zorlama
yoktur. Ancak sılâttan
dört
şey müstesnadır: 1) Şüf'â, 2)
Karının nafakası, 3) Vasiyet olunan şeyin ayn'ını vermek, 4)
Vakıftır.
Sayılan bu dört şeyde vermediği
takdirde zorlanır» denilmiştir.
Hakikaten
ben Vehbâniye'nin beyitlerini Şurunbulâliye'nin Vehbâniye
şerhindeki üslûba uygun
olarak
yazdım ve şöyle dedim: Alacağını borç-lusuna hibe eden kimse mutlaka bu hibesinden rücû
edemez.
Borcununun yarısından ibra etmek de
geçerlidir. Yazıya uygun görüş de budur. Ka-dın
kocasına mehrini kendi yerine hac yapması için
verirse veya zulmü terketmesi için mehrini ona
hibe
ederse, her iki durumda da sözünü yerine getirmedikçe hüsrana uğrar ve mehirden de
kurtulamaz.
Bir er-kek karısını boşama yetkisini mehrinden kendinin zimmetini ibra etmesi ve diğer
bir
kadınla evlenmesine şarta bağlarsa yani, «Senin üzerine evlendiğim ve sen beni mehrinden ibra
ettiğin
zaman boşsun» dese, ka-dın da ben, seni mehrimden ibra ettim dese, erkek, kadının bu
ibrasını
reddetse, ikinci bir kadınla evlenmeye imkân bulur, boşamayı şarta bağ-lanan karısının
talâkı
da vaki olmaz. Birisi sattığı malın bedelini kabzettikten sonra, müşteriyi malın semeninin
zimmetinden
ibra etse, bu ibra geçerlidir. Müşteri satıcıya evvelce verdiği semene döner. Yani borç
gibi
olur ki onu geri alır. Bu, alacaklı borçluyu ondan hakkını tamamen al-dıktan sonra ibra etse
yani,
«Seni alacağımdan ibra ettim.» dese, bor-cunun dönüp ona verdiği parayı
alması gibidir ve
daha
acıktır. Bir kimse arsayı değil, üzerindeki binayı hibe etse, hibesi geçerli olur. Bana göre
bunda
üzerinde durulacak bir nokta vardır.
Düşününüz.»
Ben
derim ki: Bu konuda duraksamanın açıklaması şudur: Fakihler Rehin kitabında, «Bir kimse, bir
arsayı
değil binayı rehin etmiş olsa ve ya bunun aksine binayı değil, altındaki arsayı rehin etmiş
olsa,
bu rehin geçerli olmaz. Çünkü bu ortak mal gibi olur. Şayi bir şey de rehin or-tak verilemez.»
demişlerdir.
Ben,
Hâherzâde'den İmâdiye'de nakledilen,
«Borcu hibe eden kimse rücû ederek onu geri alamaz.»
sözüne
yukarıdaki beyitte, «daha acıktır» sözü ile işaret ettim. Bazı meşâyih de bunu tercih etmiştir.
Bir
kimse, daha sonra evleneceği kadını boşama yetkisini ilk karısına vermiş olsa bile, ikinci
kadınla
evlenebilir. İlk hanıma verilen
boşama yetkisi, bir borçtan veya mehirden ibra karşılığında
olmuşsa,
ikinci evlilikle bu ibra bâtıl olur. Koca bu evlilikle yemininden dönmüş sayılmaz.
İZAH
«Devlet
başkanı emretse ilh...» Devlet başkanından dilekçe vererek bir toprağın temlikini istemek
ve
buna karşılık Devlet başkanının
iste-nilen yeri tapu senedi (berat) düzenleyerek temlik etmesi,
ancak
sahipsiz yerde veya sultanın özel mülkünde mümkündür. Ama eğer sultan bu iki
yerin
dışında
buna bir yer temlik ederse, Devlet
başkanı dilediği za-man o kimseyi o mülkten çıkarır.
Nitekim
bu husus öşür ve haraç bah-sinde
geçmiştir.
«Karz
olarak vermişse ilh...» Bu bahis; koca, karısının malında ta-sarruf etse ve bu tasarrufun
karısının
izni ile olduğunu iddia etse, konu-sunda gelecektir.
«Eğer
hibe etmemişse o mal mirastır ilh...» Yani, babası ona malı verdiği zaman kendisi adına
çalıştırması için vermiştir ki, bu miras olur.
PRATİK MESELELER :
Birisi
diğerine bir miktar dirhem vererek, «Bunları infak (istihlâk) et» dese o da bunu yapsa karz
olur.
Birisi
diğerine bir elbise vererek, «Bunu giyin» dese, o da giyse hibe
olur.
Dirhemle
elbise arasındaki fark nedir ki, her ikisinde de temlik ol-duğu halde birisinde hibe,
diğerinde
karz olmaktadır. İkisi arasındaki fark şudur: Temlik bazan bir karşılıkla yapılır. Bir şeyin
karşılığında bir şeyi temlik etmek ise bir menfaati temlik etmekten daha aşağıdır. İşte bu karşılıklı
temlik
dirhemlerde mümkündür. Zira dirhemleri karzetmek caizdir. Fakat elbisenin temliki bunun
aksinedir. Zira elbise verilerek, «Bu-nu giyin» denildiği
zaman, bundan örfen yalnız, hibe temliki
anlaşılır. Velcâlîciye.
Yine
Velvâlîciye'de şöyle denilir: «Ortaklardan birisine mal mevcut iken «Kârdan olan hissemi sana
hibe
ettim» dese, bu hibe geçerli olmaz. Çünkü bu, taksimi kabil olan birşeyi müşâen (ortak olarak)
hibe
etmek olur ki, bu geçerli değildir. Fakat ortağın malı istihlâk etmesi halinde, «Kârdan olan
hissemi
sana hibe ettim» dese, bu hibesi geçerlidir.»
Bir
kimse ziynet eşyası olarak karısına verse, karısı da onları kulla-nırken ölse, öldükten sonra
kadının
kocası ile vârisleri arasında ihtilâf çıksa, vârisler hibe olduğunu iddia ederken koca da
ariyet
olarak ver-diğini iddia etse, makbul
olan söz yeminle birlikte kocanın sözüdür. Zira koca
hibeyi reddetmektedir. Bu mesele daha iyi anlaşılması için hibe ki-tabının başında
Hizânetü'l-Fetâvâ'dan
naklen yazdıklarımıza bakınız.
Remlî
şöyle der: «İşte bu halkın (avamın)
çoğunun, «Kadının cinsî yönlerinden yararlanmak kadına
verilen
eşyanın temlikini gerektirir.»
iddiasını açık olarak reddetmektedir. Şüphe yok ki avamın bu
iddiasının
bozuk olduğunda şüphe yoktur.»
Bidâye'den yapılan bu naklin açık anlamı kadının giydiği elbisele-ri de kapsamına alır. Ancak bu
kapsama, kadının kocası üzerindeki farz olan elbisesinden fazlası girer. İşte bu görüşe hibe
kitabının
baş tara-fında Musannıfın, «Çocuğuna
elbise yaptırsa, çocukta bu
elbiseyi giyse, baba
artık,
giydirdiği zaman açık olarak ariyet
olduğunu söylemese, ondan rücû edemez.» sözü de bu
yazılanlara delâlet eder. Bu duruma gö-re, bir kimse kendi çocuğuna yapmış olduğu farz olan
elbiseden
rücû edemezse, karısına aldığı, kendisine farz olan elbiselerden de rücû ede-mez.
«Mutlaka
ilh...» Yani borçlusuna alacağını hibe ettiği zaman, borç-lusu ister kabul etsin, ister
etmesin,
rücû edemez. Bazı âlimler tarafından «Borçlunun hibeyi kabul etmesi, gerekir» denilmiştir.
İşte
bu âlim-lerin sözünden Bahr
adlı eserdeki ifadelere itiraz ortaya çıkar. Zira Bahir sahibi,
Hibeden
rüçû babının baş tarafında şöyle
demiştir. «Hibe eden kişi kayıtsız olarak hibe ederse bu
hibe,
hibe edilen şeyin aynına yönelir. O halde alacaklı, borçlusuna alacağını hibe eder, o da bunu
kabul
ederse dönemez. Ama kabulden önce
bunun aksine, dönebilir. Çünkü
kabulden önce bu
hibe
değil düşürmektir» Zannediyorum ki,
Bahır sahibi red ile rücûu
birbirine karıştırmıştır.
«Borcunun
yarısından ibra etmek de sahihtir ilh...» Kâdıhân, «İki or-tak arasında müşterek bir
alacak olsa, ortaklardan birisi hissesini borç-luya hibe etse geçerli olur. Ama eğer hissesini değil
de
borçlusuna bor-cun yarısını hibe etse, o zaman' bu hibe borcun dörtte birinde geçerlidir. Çünkü
mutlak
alacağın yarısı yine her iki ortağındır. Nasıl kî bir kimse ortak kölesinin yarısını birisine hibe
etse,
kölenin yarısı değil, dörtte bi-ri hibe edilmiş olur» demiştir. Hâmiş'te de böyledir.
«Hac
yapması için ilh...» Bu ifade, iki
meseleyi içine alır. Birincisi, kadının mehrini kocasının hac
yapması
için terketmesi halinde koca o para ile hac yapmasa, Muhammed bin Mukatil'e göre kadın
mehrini
ko-casından geri alabilir. Çünkü kadın bu hibeyi bir karşılık şartıyla yap-mıştır. Bu karşılık
olmayınca,
kadının hibeye rızası da yok olur. Rızasız bir hibe de geçerli değildir.
İkincisi, kadın kocasına mehrini kendisine zulmetmemesi .şartıyla hi-be etse, koca da kabul etse,
hibe
geçerli olur. Sonra koca yine zulmetse, bu hibe yapılmış ve
bitmiştir. Bazı âlimlere göre de
eğer
koca hibeden sonra yine zulmederse,
kadının hibesi geçerli değildir, çünkü şartı yerine
gelmemiştir.
O halde kadının mehri devam eder. Hâmiş'te de böy-ledir.
«Şarta
bağlarsa ilh...» Metinde nazım halindeki bu beyt Şurunbulâliye'den sorulan bir meselenin
cevabıdır.
Şöyle ki, erkek karısına, «Se-nin üzerine ikinci bir kadınla evlendiğim ve sen beni
üzerimdeki
mehrinden ibra ettiğin zaman sen boşsun.» dese sonra da karısının mehrinin tamamını
verdiğini,
kendisini ibrayı gerektirecek birşey
kalmadığını id-dia etse, kadın
kocanın bu iddiasını
inkâr
etse erkeğin iddiası her ne kadar kadının hakkının düşmesine bakılarak kabul edilmese de
erkeğin
hâniş olmaması için şartın yarlığında ihtilâf
ettiklerinde erkeğin sözü ka-bul edildiği gibi
burada
da erkeğin sözü kabul edilir mi? Şurunbulâliye bu meseleye
şöyle cevap vermiştir: «İbranın
reddi
hânis olmayı gerek-tirmez. Zira kadın mehrinin varlığını iddia ederken, erkek de verdiğini
iddia
ederek kadının iddiasını reddederse, erkeğin reddi hânis olmayı gerektiren ibranın geçersiz
oluşunda
muteberdir. Ancak bu kimse ver-diğini iddia derse, o zaman reddi muteberdir. Nitekim
ileride
geleceği gibi bir kimsenin deynini kabzetse, sonra da borçlusunu ibra etse, borç-luda o
ibrayı
kabul etse, bu ibra geçerli olur ve
borçlu alacaklının kabzettiğini de geri alır.» Özetle.
Bundan
anlaşılan, eğer borçlu ibrayı kabul etmezse, ibra geçerli ol-maz. Ben bunu, mücerret
ibradan
hânis olma zannını def için yazdım. Bu meselenin açıklamasını öğrenmek için sarihin
Talâkı
şarta bağlama ba-bının sonuna bakılsın.
Hâmiş'te
şöyle denilmiştir: «Adam karısının talâkını ikinci bir ka-dınla evlenmek ile birinci kadının
mehrinden
ibrasına bağlasa, bu şar-ta bağlamadan sonra erkek ikinci bir kadınla evlense, kadın da
kocası-nı
mehrinden ibra ettiğini iddia etse, erkek bu iddia karşısında mehrin tamamını verdiğini
iddia
etse, makbul olan, hânis olmaması için kocanın sözüdür.»
Şu
kadarı var ki Eşbâh'ta da, «Hükümden sonra ibra geçerlidir. Eğer erkek karısının talâkını
karısının
mehrinden ibrası şartına bağlasa, sonra da mehrin karısının talâkını karısının mehrinden
ibrasını
talik etse sonra da mehrin hepsini verse bu talik yine ibtal olmaz. İbra
ettiği takdirde
dü-şürme
yoluyla ibrası meydana gelir.» denilmiştir. Hâmiş'te de böyledir.
«Evlenmeye zafer bulur ilh...» Şurunbulâliye'nin ifadesi şöyledir:
«Yani şarta rağmen karısına
zulmetmeye
nail olur. Çünkü karısı ikinci
eş ile birlikte onun nikâhında kalır. Zira şarta bağlanan
boşama
ikinci kadının boşaması değil, birinci kadının boşaması idi. O da meydana
gel-miştir.»
BİR
FAYDA:
Yararlı
bir açıklama:
Zâhidî,
Kadı Abdülcebbâr'ın, Haviü'l-Mesâilü'l-Münye ismindeki kita-bının üstüne şunu yazmıştır:
«Düğünde
gelinin üzerine yaslanacağı yas-tığı birisi kaçırsa ve satsa, eğer o yastık birisinin
kaçırması için oraya konulmuşsa, onun parasını yemesi
helâldir.»
Ben
diyorum ki: Buna kıyasla düğün ve mevlütlerdeki mumları
almak da helâldir. Remli, Minâh
üzerine.