18 Ağustos 2014

Ezvac-ı tahirat






Ezvac-ı tahirat
Hudaibia:
Peygamber ASM altmışüç senelik ömr-ü mübarekelerinde oniki def’a evlenmişlerdir. İki hanımı kendilerinden önce vefat etmişlerdir, Radıallahu anhüm ecma’ıyn.

1-   Hatice-i Kübra: Mekke’de evlendiği ilk hanımıdır. Kureyş kabilesinden Huvaylid ibn Esad kızı olup Mekke’nin eşrafındandır. Kırk yaşında peygamber ASM ile evlendiği zaman, iki evlilik geçirmiş olup Ayşe validemiz hariç diğer hanımları gibi dul idi. Hazret-i Hatice-i Kübra validemiz kendileri kırk yaşında olduğu halde bi’setten evvel henüz yirmibeş yaşında olan Muhammed ASM’a evlilik teklifinde bulunur. Bu izdivacın sebebi Hatice validemizin zengin oluşu değildi, bil’akis daha o zaman nazarına çarpan müstakbel peygamberin asil tavrı ve yüksek ahlakı idi, ki evlenme teklifi Hatice validemiz tarafından yapılmıştır. Bu evlilik saadetli ve bereketli olmuştur. İki oğul ve dört kız çocuğu dünyaya gelmiş. İlk oğlu Kasım iki yaşında iken vefat etmiştir. İkinci oğlu Abdullah’da henüz çocuk yaşta vefat etmiştir. Kızlarının isimleri ise: Zeynep, Rukiye, Ümm-ü Gülsüm ve Fatıma. Hatice-i Kübra validemiz 619 senesinde 65 yaşında iken vefat etmişlerdir. Peygamber efendimiz ASM henüz 50 yaşına varmışlardı. Hatice validemizin bütün mirasını sadece Allah rızası için harcamaya vakfetmiştir.

2-   Sevde bint Sama’a: Kureyşten Sahabi Sakran RA’ın dul hanımı idi. Peygamber ASM 624 senesinde, ilk hanımının vefatından beş sene sonra kendisiyle evlendiği zaman Sevde validemiz 55 yaşında idi.

3-   Aişe-i Sıddıka: Ebu Bekir RA’ın kızı idi. Peygamber ASM Sevde validemizle evlendiği aynı senede Aişe validemizle evlendi. Peygamberin ASM vefatından kırk seneyi aşkın daha yaşamış, 676 senesinde vefat edip Medinede defnedilmiştir. Ümm-ül Mü’minin ünvanıyla yadedilir.

4-   Hafsa bint Ömer ibn Hattab: İlk müslümanlardan Huneys RA’ın dul hanımıdır. Kocasının vefatından altı ay sonra Peygamber ASM ile evlenmiştir. Peygamber ASM efendimizin aldığı kararlar üzerine çok müessir olmuştur. Peygamber ASM efendimizin vefatından sonra birkaç sene daha yaşamıştır. Epey hadis rivayet etmiştir.

5-   Zeynep bint Huzeyfe: Muhammed ASM’ın kuzeni Ubeyd’in Bedir muharebesi esnasında şehit olmasıyla dul kalan Zeynep validemiz hicretin üçüncü senesinde 60 yaşında olduğu halde Peygamber ASM ile evlenmiştir. Zeynep bint Huzeyfe yardımseverliğinden dolayı Ümm-ül mesakin ünvanıyla tanınır. Hatice validemizle Zeynep validemiz Peygamber efendimiz ASM’dan önce vefat eden hanımlarıdırlar.

6-   Ümm-ü seleme: Uhud harbinde yaralanıp bilahere vefat eden Ebu Seleme’nin dört çocuklu dul hanımıdır. Ebu Seleme’nin vefatından dört ay sonra Peygamber ASM kendisiyle evlendiğinde Ümm-ü Seleme validemiz 65 yaşında idi.

7-   Zeynep bint Cahş: Peygamber ASM efendimizin evlatlık olarak aldığı Zeyd bin Haris RA’ın boşadıktan sonra evlendiği hanımı. Resul-ü Ekrem ASM kendisiyle evlendiğinde insanların fitne ve dedikodularına sebep olmuştur. Zeynep bint Cahş validemiz Resul-ü Ekrem ASM efendimizin akrabası idi ve kendisini çocukluğundan beri tanıyordu. İstese idi Zeynep validemizle daha genç hanım iken evlenebilirdi, ama evlenmedi. Bilakis azatlı kölesi ve bilahere evlatlığı olan Zeyd RA ile evlenmesini bizzat kendisi talep etti. Resul-ü Ekrem ASM’ın kendisine istemeye geldiğini zannederek ilk önce sevinen aile, Zeyd RA için istenince hayal kırıklığına uğrarlar ve emr-i Peygamberi diye teklifi edeben kabul ederler. Böylece izdivaç vuku bulur. Zeynep validemiz daha o zamanlar bir peygambere hanım olabilecek asalette ve şahsiyette idi. Bundan dolayı azatlı bir köle ile manevî imtizaçsızlığından dolayı devamlı aile içi gerginlik yaşanıyordu. Zeyd RA bu ihtilafın bilincinde idi ve her gün yaşıyordu. Onun için Resul-ü Ekrem ASM’a sık sık boşanması gerektiğini rica ediyordu. Resul-ü Ekrem ASM ferasetiyle, eski kabile ananesine göre gelini hükmünde olan Zeynep Radıyallahu anha’yı tezevvüç etme durumunda kalacağından tedirgin olmuş olmalı ki, her seferinde ricasını geri çeviriyordu. Bu eski ananeyi esasıyla kırmak ve Zeynep Radıyallahu anha’nın Peygamber efendimizin icra-yı nübüvvetinde istihdam edilebilmesi için kayınpederi nazarından koca nazarına geçebilmesi gerekiyordu. Gelin nazarından hanım nazarına geçebilmek dahi Resul-ü Ekrem ASM için takat-i beşerin fevkinde kolay bir şey değildi. Devamlı süregelen mücadele ve münakaşa ancak Arş-ı azamdan bir ayetin nassı ile halli mümkündü.

8-   Cüveyriye bint Haris: Beni Mustalik kabilesi reisinin dul kalmış hanımıdır. Peygamber ASM dokuz pare altın ile kendisine cariye olarak almış, evlenmiştir. Aişe validemiz, Cüveyriye validemiz hakkında: “Cüveyriye kadar halkına bu denli rahmet vesilesi olan bir kadın daha olmamıştır,” diye buyurmuşlardır.

9-   Safiye: Safiye validemizin asıl adı da Zeynep’tir, önceden yahudi idi. Babası Beni Nadir kabilesinin reisi, annesi Kureyş reislerinden birisinin kızı idi. Hayber kalesinin fethi sırasında babası, kocası ve kardeşini kaybetmişti. Harp sonrası esir edilenlerin arasında idi. Resul-ü Ekrem ASM Safiye validemize hür olduğunu ve gidebileceğini bildirdi, fakat kendisi kalıp Peygamberle evlenmeyi tercih etti.

10-   Ümm-ü Habibe bint Ebu Sufyan: Habeşistana göçüp orada hıristiyanlığa irtidat eden ve bu itikat üzere ölen Ubeydullah’ın dul hanımı idi. Resul-ü Ekrem ASM ile evlendiğinde 55 yaşında idi.

11-   Mariya, Kıpti: Resul-ü Ekrem ASM dünyanın hakim reislerine İslama davet mektupları gönderdiği zaman Mısır hakimi Mukavkis de bunlardan biriydi. Mukavkıs elçi-i nebeviyi misafir etmiş, iki de cariye hediye ederek geri göndermişti. Yolda bu cariyelere yeni din hakkında malumat verilmiş ve bunlar islamiyeti kabul etmişlerdi. Medine’ye vardıklarında Resul-ü Ekrem ASM bunlardan Mariya ile evlenmiştir. Bundan İbrahim adında oğlu olmuş, o da diğer oğulları gibi küçük yaşta vefat etmiştir. Bu izdivaç, bizansın hakimiyeti altında bulunan mısırlılar üzerinde müsbet tesir göstermiş ve mısırlılar bizansın araplara karşı mücadelesinde tarafsız durmuşlardır.

12-   Meymune bint Haris: Muhammed ASM efendimizin dul kalmış bir akrabasıdır, aynı zamanda amcası Abbas’ın gelini idi. Peygamber ASM ile evlendiğinde 51 yaşında ve ilk kocasından iki çocuğu vardı. Asıl adı Berre’dir. Peygamber ASM’ın teklifi üzerine ismini, memnun olan kişi manasına gelen Meymune olarak değiştirmiştir. Hudeybiye barış antlaşmasından bir sene sonra Resul-ü Ekrem ASM Mekke’ye hacca gittiğinde Meymune validemizin ricası üzerine Peygamber ASM’ın amcası Abbas, kendisine validemizle evlenmesini teklif etmiştir. Peygamber ASM bu teklifi kabul edip evlenmiştir. Bu hayatında evlendiği son hanımıdır. Peygamber ASM artık 60 yaşındadır. Bu izdivacı Mekkeliler Peygamber ASM’ın kendi şehir ahalisine devam eden dostluğunun alameti olarak anlamışlardır.
Hudaibia:
“Evet onbeş yaşından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin galeyanı hengâmında ve hevesat-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve tamam-ı ismet ile Haticet-ül Kübra (R.A.) gibi ihtiyarca bir tek kadın ile iktifa ve kanaat eden bir zâtın kırktan sonra, yani hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesat-ı nefsaniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivac ve tezevvücatı, bizzarure ve bilbedahe nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenid olduğunu, zerre kadar insafı olana isbat eder bir hüccettir.

O hikmetlerden birisi şudur ki: Zât-ı Risaletin akvali gibi, ef'al ve ahvali ve etvar ve harekâtı dahi menabi-i din ve şeriattır ve ahkâmın me'hazleridir. Şıkk-ı zâhirîsine Sahabeler hamele oldukları gibi, hususî dairesinde mahfî ahvalâtından tezahür eden esrar-ı din ve ahkâm-ı şeriatın hameleleri ve râvileri de, Ezvac-ı Tahirattır ve bilfiil o vazifeyi îfa etmişlerdir. Esrar ve ahkâm-ı dinin hemen yarısı, belki onlardan geliyor. Demek bu azîm vazifeye, bir çok ve meşrebce muhtelif Ezvac-ı Tahirat lâzımdır.” (Mektubat, Nursî)

HAZRETİ AİŞE (R.A) EVLİLİK YAŞI

 
 
 
 
HAZRETİ AİŞE (R.A) EVLİLİK YAŞI
Hudaibia:
Soru: Hz. Aişe (r.a.)’nın doğum tarihi, evlendiği zamanki yaşı hakkında bize bilgi verir misiniz? Malum bazı çevreler bu meseleyi ısıtıp ısıtıp müslümanların önüne getiriyorlar. Sizin bu konudaki açıklamalarınız hiç bir yoruma mahal bırakmayacak netlikte…

Cevap: Ben bu konuda çok araştırma yaptım. Mü’minlerin annesi Aişe (r.a.) validemiz Ebu Bekir b. Ebi Kuhafe (r.a.) ile Kinane kabilesinden Ümmü Rüman binti Amir b. Uveymir’in kızıdır. Bu ahlak abidesi, âlim, fakîh, faziletli annemiz Hz. Aişe (r.a.) Peygamberimiz Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) ile evlenmiş, Resul-u Ekremin zevce-i tahireleri olmuştur. Güzel, faziletli, sıddîk adına lâyık bir zatın kızı iken, bütün insanlığın Peygamberi, bütün Peygamberleri tasdik eden son ve kıyamete kadar dünya düzenini kurmaya, dünyayı imara tek yetkili Hz. Peygamber Muhammed Mustafa (sav)’ın eşi olmakla ayrı güzel bir mevki kazanmıştır. Hz. Peygamber (sav)’in, kız olarak evlendiği tek eşidir. Rasulullah’ın (sav) âlem-i bekaya irtihalinden sonra, İslam esaslarının öğretilmesi konusunda çok ciddi hizmetlerde bulunmuş bir hanımefendidir.

Ancak, Rasulullah (sav) ile evliliği konusunda kendisinin naklettiği bir hadiste: (Buhari Nikah 38, Tirmizi, Nikah 10, İbn Mace, Nikah 53, Müsned-i Ahmed 6/42,54,118, 200, Dârimi, Nikah 28) Rasulullah ile 6 yaşında nişanlandığı, 9 yaşında evlendiği, 9 yıl evli kaldığı ifade ediliyor. Bu sebeple de samimi Müslümanlar “acaba bu kadar küçük yaşta mı evlendi?” sualini, kendi kendilerine soruyorlar. Birazcık lafını sözünü esirgemeyenler veya İslam düşmanları da bu yaşta bir evliliği tenkid konusu yapıyorlar. Kendisinden yapılan bu rivayetin yanında, yine kendisinin rivayet ettiği başka hadisler de var.

Buhari’nin, Kefalet 4, Menakıbü’l-Ensar 45, Edeb 64, Salat 86’da, Müsned-i Ahmed 6/198’de zikrettiği rivayette Hz. Aişe (r.a.): “Anam-babamın İslama girdikleri sırada benim kesinlikle onların davranışlarına aklım eriyordu.” diyor. Bu hadis, başka kaynaklarda, “Ben bildim bileli anam – babam Müslümandı.” Şeklinde yanlış anlaşılıp tercüme edildiği için, Hz. Aişe’nin doğum tarihi ve yaşı konusunda, bi’setten sonra doğduğu konusunda delil kabul edilmiştir. Halbuki doğru olan tercümesinde olduğu gibi anlaşıldığı takdirde, Hz. Aişenin bi’setten en az 5-6 yıl önce doğduğuna delil olur bu hadis. Çünkü Ancak 5-6 yaşındaki bir çocuk, biraz da kabiliyetli ise, o yaşlarda ana-babasının davranışlarına aklı erer. Bu hadisten anlaşıldığına göre Hz. Aişe’nin 604-605 yılları arasında doğmuş olması gerekir.

Hz. Aişe, Mekke’de, Peygamberliğin 4. yılında nazil olan Kamer Suresi’nin “Asıl kıyamet onların tehdit edildiği cezalandırma anıdır. O vakit daha feci ve daha acıdır.” (46) ayetiyle ilgili bir rivayette bulunurken “Bu ayet Mekke’de Muhammed (sav) e indirildi. Ben o zaman genç kızlık çağına (cariye) girmek üzere olan bir çocuktum. Oyun çağındaydım.” (Buhari Fedailülkur’an 6, Fethülbari 11/291, Ayni 20/21) diyor. Bu hadisten anlaşıldığına göre en az 10-11 yaşlarında olması gerekir.

Hz. Aişe’nin ablası Esma’dan 10 yaş küçük olduğu kesin. Hicret sırasında, Abdullah b. Zübeyre hamile olduğuna ve 27 yaşında olduğunu belirttiğine göre Esma (r.a.) 595 yılında doğduğu kesinlik kazanıyor. (Nevevi,Tehzib’ül-Esma 2/597,Hakim, Müstedrek 3/635)
İbn İshak Hz. Ebu Bekir’in müslüman olduğu sırada Esma (r.a.)’ın 15 yaşına girdiğini ve 18. Müslüman olduğunu belirtirken, Hz. Aişe’nin de Ebu Bekr (r.a.) tarafından İslam’a davet edilmiş çocuk yaşında Müslüman olduğunu söylüyor. Hz. Aişe’nin adını Habeşistan’a hicretten önce Müslüman olanların arasında sayıyor. (İbn İshak, Sire 124, İbn Hişam Sire 1/83,271)

Kardeşi Abdurrahman Hz. Aişe’den bir yıl önce doğmuştur. Bedir Savaşı’na iştirak ettiği sırada 20 yaşındadır. Hudeybiye’den sonra 27 yaşında İslam’a girdiğine göre Hz. Aişe’nin 604 yılında doğmuş olması gerekir. (ibn’ül Esir, Üsüd’ül Gabe 3/467)Hz. Aişe (r.a.) Bedir savaşından sonraki Şevval ayında Rasulullah ile evlenmiştir.

Rasulullah (sav)’in Alem-i Bekaya irtihali sırasında 27 yaşında olduğunu Mişkat’in müellifi Hatib-i Tebrizi, kitabında belirtiyor. Hz. Aişe’nin kendi ağzından da Rasulullah ile 9 yıl evli kaldıklarını öğreniyoruz. Bu rivayetler de, Hz. Aişe’nin doğduğu tarihle ilgili bize ortalama bir yıl vermektedir ki, bu 604-605 yılları arasıdır.

Asr-ı saadet 2/1010’da, Hz. Aişe’nin hicret sırasında 17 yaşında olduğu zikredilmektedir.
Hz. Aişe, Peygamberimizle nişanlanmadan önce, Mutim b. Adi’nin oğlu Cübeyr b. Mutim (yaşı 19)’le nişanlanmıştır. Peygamberimiz, ikinci defa nişanlandığı ve evlendiği nişanlısıdır. Demek ki Hz. Aişe, içinde yaşadığı toplumun geleneklerine göre nişan takılacak çağa gelmiş bir genç kızdır. İlk nişanı, nişanlısının babası Mutim tarafından bozulduğu için Rasulullah ile nişanlanmıştır.

Hz. Aişe’nin Rasulullah ile nişanı uzun sürmüştür. O kadar ki, Hz. Ebu Bekir, Rasulullah’a niçin evlenmediği konusunu sormak mecburiyetinde kalmıştır. Maddi imkan eksikliğini duyunca da, Rasulullah’a borç para vererek, düğünün daha da geciktirilmemesini sağlamıştır.
Rasulullah (sav) döneminin medyası, o günün hiciv şairleridir. Rasulullah (sav) de dost-düşman herkesin gözünün üzerinde olduğu meydanda bir insandır. Eğer bu konuda örfe uygun olmayan bir şey söz konusu olsaydı, kesinlikle hicv ederlerdi. Bu konuda en ufak bir ima bile söz konusu olmamıştır.

Söz örften, gelenekten açılmışken bu konuda şunları da belirtmemiz gerekir. Hz. Aişe’nin emsali olan kızların, erkeklerin evlendikleri yaşın tesbitinde de fayda var. Ablası Esma 18 yaşında evlenmiştir. Fatıma anamız 17 yaşında,. Hz. Safiye 18 yaşında , Hz. Hafsa 18 yaşında, Hz. Cüveyriye 18 yaşında evlenmiştir. Hz. Ali 22 yaşında evlenmiştir. Cübeyr b. Mutim 19 yaşında nişanlanmıştır. Bunlar, bu konuda zikrettiğimiz delilleri teyit etmektedir.

Bir de meseleye Kur’an-ı Kerim nokta-i nazarından bakmak faydalı olacaktır.

Kur’an-ı Kerim’de, hukuki ehliyet yaşının “eşüd yaşı – 18 yaş” (*) olduğu açıkca zikredilmektedir. Rasulullah’ın (sav) bunu bile bile, Hz. Aişe (r.a.) ile 9 yaşında evlenmesi mümkün müdür? Ondan Kur’an’a aykırı bir davranış sadır olabilir mi?

Peki Hz. Aişe’den rivayet edilen, 6 yaşında nişanlanma, 9 yaşında evlenme meselesini, mezkur karşı delillerle nasıl te’lif edeceğiz. Lisan-ul Arap’a bakıldığı takdirde, Arapça’da 11’den 19’a kadar olan sayılar kullanılırken, “birler” hanesi kullanıldığı takdirde “onlar” hanesinin de kastedildiğinin anlaşılmasının gerektiği ifade edilmektedir. Bir bedevi, “şunu bir yap” dediği zaman, “cebimde on dirhem var, bir dirhem de sen ver ” dediği zaman, “cebimdeki para onbir” olsun demek istemektedir. Hz.Aişe, Arapçayı en edebî konuşan hanımlarından biridir. Arapçadaki bu özelliği kullanarak 6 ve 9 yaşla, 16 ve 19 yaşı kasdettiği anlaşılmalıdır. Burada bir şeyi daha zikredelim; Hz. Aişe, “Çocuklarınıza şiiri öğreterek dillerini tatlandırın.” buyurmaktadır.

Yani Hz. Aişe 16 yaşında nişanlanmış, 19 yaşında da evlenmiştir.

(*)Kur’an-ı Kerim’de, hukuki ehliyet yaşının “eşüd yaşı – 18 yaş” olduğu açıkca zikredilmektedir.Örnek ayetler: 4/6 “Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri gözetip deneyin. Onların olgunlaştıkları, akıllı ve tedbirli davranır hale geldikleri konusunda samimi kanaatiniz oluşursa, vakit geçirmeden mallarını kendilerine verin. Büyüyüp de mallarını geri alacaklar düşüncesiyle cahilce israf ederek, alelacele yemeyin...”

(Bu yazıyı gönderen degerli  ŞERİFE ŞEVVAL KARDELEN hocamizdan Allah razı olsun.)
Hudaibia:
Resul-u Ekrem ASM’ın hanımlarından ümm-ül mü’minin Hazret-i Aişe validemiz Resul-ü Ekrem ASM’dan sonra 40 sene daha yaşağı ve 64 yaşında vefat ettiği kitaplarda yazılmıştır. Öyle ise; Resul-ü Ekrem ASM ahirete irtihali senesinde 24 yaşında imiş.

Ayrıca o devirde arap an’anesine göre bir kızın yaşı erginlik yaşından itibaren sayıldığını da göz önünde bulundurarak rıvayetleri anlamak lazım.


Hudaibia:
Ümm-ül mü’minin Hazret-i Âişe-i Sıddıka validemiz Radıyallahu anha

Âişe validemizin resmi

Hazret-i Âişe validemizden rivayet edilen bir hadis-i şerife göre, Hz. Cebrâil Âişe validemizin resmini ipek bir hırka içinde Resulullah'a getirmiş ve “bu, senin dünya ve ahirette zevcendir, ” demiş.

Hümeyra

Resulullah ASM’ın Aişe validemize özel bir muhabbeti vardı. Ona “Hümeyra (Pembecik)” lâkabını vermiş ve: “Dininizin yarısını bu Hümeyra'dan alınız” buyurmuşlardır. Hazret-i Âişe validemiz, Medine'de Peygamberimizin muharebelerine katıldı ve diğer sahâbe hanımları gibi harpte yaralıların tedavisiyle bizzat meşğul oldu. Uhud gazâsında sırtında su ve yiyecek taşıyıp yardım için Peygamber ASM Efendimizin hep yanında yer almıştı. Hatta, Peygamber ASM efendimiz Uhud’da müşriklerin taşlarıyla yaralandığında, mübarek yüzlerine, hasır yakıp, külünü basarak mübarek kanlarının durmasını sağlamıştı.

Hayatının son devrelerini müçtehid olarak geçirdi.

Hz. Âişe validemiz, Resûl-ü Ekrem ASM ile evli olduğu yedi sene içerisinde kabul-ü ammeye mazhar bir ilahiyatcı olmuştur. Bilahere hayatının kırk küsur sene süren son devrelerini müçtehid olarak bilhassa kadınlara mahsus hallere dair fikhî hükümlerde fetvalar vererek geçirmiştir. 676 yılında Medine-i Münevvere'de vefat etmiş ve Ashâbtan Ebû Hureyre RA cenaze namazını kıldırmıştır. Vasiyyeti üzerine Medine’de el-Bakî kabristanına defnedildi. Cenab-ı Hak (C.C.) gani gani rahmet eylesin ve biz günahkârları şefaatine nail eylesin, amin!

Takva ve salahatı

Henüz küçük yaşlarda iken Âişe validemizin eğitim ve öğretimiyle bizzat babası Hz. Ebû Bekir RA ilgilenmiştir. Ümmü’-mü’minin Âişe validemiz daha küçük yaşlarda iken okuma yazma öğrenmiş, zekâsı ve kabiliyeti ile nasın dikkat-i nazarını üzerine celbetmiştir. Öğrendiklerini unutmaz, ezbere tekrar ederdi. Hafızası çok kuvvetli idi. Akıllı, zeki, idrak ve dirayeti kuvvetli, âlime, edibe, iffet sahibi bir hanım idi. Pek çok konuları şiirle anlatan sanatkârca bir ifadeye sahipti. Ashâb, karakterine ve hâfızasına güvendikleri ve ayet-i kerime ile övüldüğünü bildikleri için birçok mes’eleyi ondan sorar ve öğrenirlerdi. Hz. Âişe-i sıddıka vâlidemiz, babası Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Osman RA’ın hilâfetleri zamanında Hz. Peygamber ASM’dan işittiklerini müslümanlara anlatırdı. Devamlı oruç tutar ve daima gece namazı kılardı.

Fıkıh ilminin kurucularından sayılır

Hz. Âişe vâlidemiz fıkıh ve içtihatta keskin, kuvvetli görüşe sahipti. Fıkıh ilminin kurucularından sayılır. Devrinin üstün âlimlerinden ve Fukahâ-i Seb'a’dandır. Hz. Âişe vâlidemiz, güzel ahlâklı, merhamet dolu, cömert ve ibadete düşkün, çok zeki bir sahâbiydi. Hepsinin başında en mümtaz vasfı ise, islâm'a ve ilme olan büyük hizmeti idi. Müslüman bilginler arasında yaygın bir rivayete göre fıkıh ve dinî ilimlerin dörtte birini Hz. Âişe vâlidemiz nakletmiştir.

“Bizler, müşkül bir mes’ele ile karşılaştığımızda gider Hz. Âişe'ye sorardık.”

Ebû Mûsa el-Eş'ârî: “Bizler, müşkül bir mes’ele ile karşılaştığımızda gider Hz. Âişe’ye sorardık.” demiştir.
Abdurrahman b. Avf'ın oğlu Ebû Seleme: „Resulullah'ın sünnetini Hz. Âişe’den daha iyi bilen, dinde derinleşmiş, Ayet-i Kerîme’lere bu derece vâkıf ve sebeb-i nüzulleri bilen, ferâiz ilminde mâhir bir kimseyi görmedim.” demiştir.
Hakkında imam Zührî: “Eğer zamanının bütün âlimlerinin ve peygamberimizin diğer zevcelerinin ilmi bir araya toplansa, Hz. Âişe’nin ilmi yine daha ağır basardı” derdi.

Atâ b. Ebî Rebâh; “Hz. Âişe, ashâb içinde en çok fıkıh bilen, isabetli rey bakımından en ileri gelen bir kimse idi." demiştir.
Tabiinden Meşruk; “Allah’a yemin ederim ki, Ashâb-ı Kirâm’ın ileri gelenlerden bir çoğu gelir Hz. Âişe’den Ferâiz’e dair sorular sorar ve öğrenirlerdi." demiştir.

Hz. Âişe vâlidemiz Peygamberimizden 2210 hadîs rivayet etmiştir.

Hz. Âişe vâlidemiz Peygamberimiz ASM’dan 2210 hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden de Ashâb ve Tabiin’den bir çok kimse hadîs nakletmişlerdir. Sahih hadis kitapları Hz. Âişe vâlidemizin fetvaları ile doludur. Ahmet bin Hanbel RA Müsned adlı eserinde de Âişe vâlidemizin rivayet ettiği hadislerinden uzun uzun bahseder .

Hz. Âişe vâlidemizin naklettigi hadislerden bazıları:

“Ey Âişe, Allah, kullarına lutf ile muamele edicidir. Her işte yumuşak davranılmasını sever.”
“Her gün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehidlerin derecesini bulur.”
“Resul-i Ekrem ASM’ın en ziyade hoşlandığı ibadet, devamlı olanı idi, az olsa bile.”
“Sekir (sarhoşluk) veren her içki haramdır.”
“Hazret-i Peygamber ASM şöyle buyurmuştur: Cebrâil hiç durmaz komşu hakkına hürmet olunmasını bana tavsiye ederdi. Hatta ben yakında komşuyu mirasçı kılacak sandım.” 

Peygamberimiz ASM son gününü Hz. Âişe validemizin evinde geçirdi.

Peygamberimiz ASM 632 senesinde hastalanınca son gününü Hz. Âişe validemizin evinde geçirdi. Rebiü’levvel ayının onikinci pazartesi günü öğleden önce mübarek başı, Hz. Âişe validemizin omuzuna yaslanmış olduğu halde vefat etti. Resulullah'ın vefatından sonra Ashâb-ı Kirâm, Hz. Aişe validemize müminlerin annesi ünvanını vererek, ona büyük hürmet göstermişlerdir. Hz. Âişe validemiz de, sahâbe içinde, kırk yıldan fazla bir müddet daha yaşamış ve pek çok hadis rivayet etmiştir.


Hudaibia:
Ayşe validemizle Ebubekir RA ile olan bağı kuvvetlendirmesi, ki Ebubekir RA peygamberden (ASM) sonra ilk halife olup ümmet nazarında ittifakla kabulu böylece sağlanmış oluyor.

Şeriatın şıkk-ı zahirisine, yani içtimaî meseleri çeşitli fıtratta sahabelerle ilişkisinden zuhur ettiği ve onlar vasıtasıyla nakledildiği gibi, aile hayatıyla ve hanımların özel halleriyle ilgili hükümlerin zuhuru için çeşitli fıtratta ve yaş gurubunda hanımlarıyla münasebetinden ümmetin bütün ihtiyacına cevap verebilecek hükümler zuhur etmiştir. Şeriatın zahirî kısmının hameleleri sahabeler olduğu gibi, bu ailevî ve hanımların özel hallerine taalluk eden kısmının hameleri de ezvac-ı tahiratıdır. Şeriatın hemen yarısı hanımlara taalluk eden mes’elelerdir. İslamî edep dairesinde bunun hanım hocalar tarafından müslüman hanımlara ders verilmesi gereği müstesna şahsiyetlerle kesret-i ezvacın peygamberlik vazifesini hakkıyla ifa etmeğe taalluk eden en mühim hikmetlerindendir. Ulema-i sahabeden çoğu içinden çıkamadıkları mes’eleri ümmülmü’minin Hz. Ayşe validemizden ders aldıkları rivayet edilir. Ayşe validemizin ilmî sahada müstesna bir kabiliyet arz ettiği gibi diğer hanımları da ancak bir peygambere hanım olabilecek müstesna şahsiyetlerdi.

Ayrıca Ayşe validemiz, peygamberimiz ASM’ın bakire olarak evlendiği tek hanımıdır. Böylece kadının evlilik için rüşd yaşının şeriatta belirlenmiş olması ümmetçe önemli bir mes’eledir.

Peygamber ASM’in Ayşe validemizi istemesinden önce müşriklerden Mut’im oğlu Cübeyr ile nişanlanmış olduğu da arap törelerine göre evlilik için zaten rüşd yaşında olduğunu göstermeye kafidir. Ebubekir RA Mut’im ailesinden red cevabı aldıktan sonra ancak peygamber ASM’a müsbet cevap veriyor. Bu da Peygamberimizin her istediği hanımla evlenemeyeceğini gösteriyor.
Hudaibia:
Eskiden arap yarımadasında da seneler, o senede vuku bulan bir hadise ile, aylar da tarım işlerine göre isimlendirilirlerdi. Meselâ, peygamberin doğum senesi kitaplarda milâdî 571 senesi olarak değil, “fil senesi” olarak geçer, zira Ebrehe adında bir hâkim, ordusundaki fillerle gelip Mekkeyi muhasara ettiği senedir. Seneleri ifade ederken sayı kullanılması o zamanlar adet değildi. Seneleri sayı ile ifade etmek ilk önce 2. Halife Hazret-i Ömer (RA) döneminde, devlette veraset işlerini tesbit etmek ihtiyacından dolayı başlamış, hicret başlangıç olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı Hazret-i Âişe (r. anha)’nın yaşı hakkında ileri sürülen iddialar kesin kayıtlara değil tahmîni hesaplara dayanmaktadır.

Araplarda kadınların yaşı ay halini görmeğe başlamaları tarihinden itibaren hesap ediliyordu


Hudaibia:
Ezvac-ı tahirattan ümmü-l’mü’minin Hazret-i Ayşe validemiz peygamberimiz ASM’dan sonra 40 sene yaşadığı ve 64 yaşında vefat ettiği rivayet ediliyor. Vefat-i Nebevi ASM zamanında 24 yaşında imiş. Arap an’anesine göre kızların yaşları erginlik çağından itibaren sayılıyordu. Peygamberimizle 7 yaşında evlenmiş olduğu rivayeti ve vefat-i nebeviye kadar 7 sene evli kalması, vefat-i nebevide 24 yaşında olması, evlendiğinde yaşının 17 olduğunu intac ediyor, yani erginlik yaşından önceki seneleri çıkardığımızda evlilik yaşının 7 oluduğu çıkıyor.

Peygamber ASM 50 yaşındayken Hatice-i Kübra validemiz vefat etmiştir. 5 yıllık bekar hayatından sonra 55 yaşında dul bir hanım olan Sevde Radiyallahu anha validemizi öte yandan da en yakın dostu olan Ebubekir’ın RA kızı Ayşe validemizi (RA) istetti. Arap toplumunda çok evlenmek normaldi, halen de öyledir. Ebu bekir (RA) kızını daha önceden Mut’im adlı bir hemşehrisinin Cübeyr adlı oğluna sözlediğinden peygambere ASM olumlu cevabını hemen vermedi. Demek Peygamberin (ASM) her istediği hanımla evlenemeyeceği anlaşılıyor.

Ebubekir RA Mut’im’in evine yaklaşdığında Cübeyr’in annesi Ebubekir RA’ı görür: „Ya Ebubekir, kızını oğluma verip onu müslüman edeceksin değil mi? Biz senin kızını reddediyoruz.“ demiş. O zamanlar arap toplumunda nişanlı kızı reddetmek çok aşalayıcı bir hareket sayılırmış. Bunun üzerine Hz. Ebubekir RA da hiç bir şey söylemez, evine geri gelip peygamberin teklifini kabul etmiştir. Böylece Ebubekir RA’da peygamber ASM ile olan dostluğunu akrabalık bağı ile pekiştirmiş oluyordu. Bu da arap toplumuda geçerli ve önemi bir anane idi. Peygamber Efendimiz (ASM)’in Ayşe validemize talip olması da, kendisinde müstesna bir ilmî kabiliyet görmüş olmasından ileri gelmiştir ve istikbaldeki ahvali de bunu tasdik ettirmiştir. 
610 senesinde ilk vahiyden sonra islamiyeti kabul etmiş ve böylece peygamberin en yakın dostu ve bilahere ilk halife olarak peygamberin davasını devam ettirecek olan Hazret-i Ebubekir’in, kızını müslümanlığından dolayı reddeden putperest bir aileye, Cübeyr adlı putperest oğluna nişanlamış olması, o zaman ve zeminin şartları içerisinde tasavvuru zor bir ihtimaldir. Zaten Ayşe validemizi Cübeyr’in ailesi müslümanlığından dolayı reddetmiş olması, müslümanlık söz konusu iken bu nişanın vuku bulmuş olması ihtimalini ortadan kaldırıyor. Hatta Mekkede müslümanlarla müşrikler arasındaki gerginlik kanlı takiplere ve nihayetinde peygamber’in ASM oniki sene tahammülden sonra Mekke’den hicrete mecbur olmasına varıncaya kadar ilerlemişti. Anlaşılan odur ki, Mut’im ve Ebubekir RA 610 senesinden önce sıkı bir arkadaşlıkları olduğu ve Ayşe validemizin de gözle görülecek müsait bir yaşta bulunduğu bir zamanda, birbiriyle dost bu iki aile arasında nişan vuku bulmuş ve Ebubekir RA’ın islamiyeti kabul etmesiyle de bozulmuştur. Nişan beşik kertmesi olamaz. Çocuklar güzel olur, çirkin olur, akıllı veya safderun olur, bu iki aile akrabalık bağı kurmayı körü körüne istemiş olabilmesi için Mut’im veya Ebubekir RA biri diğerini son derece takdir eder olması lazım, bu da nişanın reddiliş sebebine bakarsak söz konusu değil.

O halde Hz. Ayşe validemiz, müslümanlığın zuhurundan önce doğmuş ve hatta o sıralarda, bir aileye gelin edilmek üzere istenecek müsaid bir yaşa gelmiştir. Bunu arap yarımadası iklim şartları içinde düşünürsek, Ayşe vaildemizin vahyin başlangıcından en az 3-5 yıl önce doğmuş olduğunu kabul etmek gerektir.

Dolayısıyla Hazret-i Ayşe’nin Peygamberimiz (ASM) ile evlendiği yaşın en az 17 olduğu ortaya çıkar. Bu konu daha detaylı bir şekilde Peygamber ASM hayatı ile ilgili çalışmalarıyla tanınmış hintli alim Mevlana Şibli’nin „Asr-ı Saadet“ adlı kitabında geçer. (Ist. 1928 cilt: II, s.997) Hazret-i Aişe validemizin peygamber ASM ile evlendiğinde yaşının yedi olması mümkün olamayacağı gibi, 632 senesinde peygamber ASM vefat ettiğinde evlilik süresinin yedi sene olduğu kesindir. Bu zaman zarfında kendisi fukaha-i seb’adan olup islam hukukunun kurucularından sayılacak kadar itibar kazanmış bir müçtehid, ilmiyle amil ve ilmî çalışmalarında daim bir şahsiyet arzetmiştir. Böyle bir şahsiyetin sahibi 632 senesinde 14 yaşında olması fıtrata aykırı ve tasavvuru zor bir ihtimaldir.
Hudaibia:
“Evet onbeş yaşından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin galeyanı hengâmında ve hevesat-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve tamam-ı ismet ile Haticet-ül Kübra (R.A.) gibi ihtiyarca bir tek kadın ile iktifa ve kanaat eden bir zâtın kırktan sonra, yani hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesat-ı nefsaniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivac ve tezevvücatı, bizzarure ve bilbedahe nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenid olduğunu, zerre kadar insafı olana isbat eder bir hüccettir.

O hikmetlerden birisi şudur ki: Zât-ı Risaletin akvali gibi, ef'al ve ahvali ve etvar ve harekâtı dahi menabi-i din ve şeriattır ve ahkâmın me'hazleridir. Şıkk-ı zâhirîsine Sahabeler hamele oldukları gibi, hususî dairesinde mahfî ahvalâtından tezahür eden esrar-ı din ve ahkâm-ı şeriatın hameleleri ve râvileri de, Ezvac-ı Tahirattır ve bilfiil o vazifeyi îfa etmişlerdir. Esrar ve ahkâm-ı dinin hemen yarısı, belki onlardan geliyor. Demek bu azîm vazifeye, bir çok ve meşrebce muhtelif Ezvac-ı Tahirat lâzımdır.” (Mektubat, Nursî)

SÜNNETE GÖRE MÜNAFIKLARIN ALAMETLERİ

 
 
 
 
 
SÜNNETE GÖRE MÜNAFIKLARIN ALAMETLERİ
(1/1)
Hudaibia:
Allahu Teâlâ’ya layıkıyla hamd; Resulü Efendimiz Muhammed’e, O’nun pak âline, mücahid ashabına ve onlara tabi olanlara salât ve selam olsun
Geçen yazımızda münafıkların alametleriyle ilgili bazı ayet-i celileleri tefsir ve izah etmeye çalışmıştık  Bu sayıda da bu hususta bazı hadisleri şerh ve izah etmeye çalışacağız inşallah  Şöyle ki:

1- “Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman yerine getirmez ve ona güvenildiği zaman hıyanet eder” (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai / Camius-Sağir, İmam Suyuti, H No:25)

Müslim rivayetine göre şu ek de vardır:

“Oruç tutup, namaz kılar ve Müslüman olduğunu iddia etse bile”(Cem’ul Fevaid: H  No:8099)

Bazı âlimlerin dediği gibi, münafık kelimesinden amaç, hadiste geçen alametleri ahlak ve adet haline getirendir  Çünkü nadir de olsa birçok Müslüman da bu hatalara düşmektedir  Diğer bazı âlimlere göre de amaç “ameli münafıktır”; ancak İmam Müslim’in rivayetindeki “Oruç da tutsa, namaz da kılsa ve Müslüman olduğunu da iddia etse bile” ek,i büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

2- “Kimde dört vasıf bulunursa halis münafık olur  O dört şeyden biri kendisinde bulunan kişi ise onu terk edinceye kadar münafıklıktan bir haslet bulunur  Bunlar: Kendisine bir emanet bırakıldığı zaman ihanet eder; konuştuğunda yalan konuşur, anlaştığı zaman sözünde durmayıp bozar  Bir kimseyle çekiştiği zaman aşırı giderek karşısındakinden fazla kötülük yapar”(Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai/Cem’ül Fevaid, H No: 8097)

Önceki hadis için verdiğimiz izahat bu hadis için de geçerlidir, (Konu uzamasın diye fazla izahata yer vermek istemiyoruz) Bu hadisteki “Kimde dört vasıf bulunursa o halis münafık olur” cümlesi “münafık” kelimesindeki amacı daha fazla netleştirmektedir  Onun için biz hadiste sayılan bu nifak alamet ve vasıflarından küfürden uzak durduğumuz gibi uzak durmalıyız  Bu alamet ve vasıflar kimde ahlak ve adet halini almışsa ona karşı nihayet derecede temkinli, tedbirli ve mesafeli olmalıyız,

3- “Münafıkların kendilerini ele veren alametleri vardır: Selamları lanettir, yemekleri gasp ve yağmadır, Ganimetleri hile ile kazançtır, Mescitlere aralıklı yaklaşırlar  Camide kılınan namazın sonuna ancak yetişebilirler, Kibirlidirler  Ne sevilirler ne de severler  Gece odun gibi sessiz, gündüz gürültücüdürler”(İmam Ahmed ve Bezzar/Cem’ul Fevaid, H No: 8110)

Müminler; etrafındaki insanlara selamı dağıttıkları ve yaydıkları gibi münafıklar da laneti dağıtıp yayıyorlar “Selam olsun!” yerine hep “lanet olsun!” demeyi adet edinmişler.

Müminler, hep nazik, edepli ve düşünce ürünü olan kelimeleri sarf ederler  Böylece şeytanın ondan yanlış bir mana çıkartıp muhatabın kalbine vesvese vermesine mahal bırakmazlar; şeytana arayı bozma fırsatı vermemeye çalışırlar

Münafıklar, muhatabın kalbine dikkat etmezler, vurdumduymazdırlar, hatta çoğu zaman bilinçli olarak böyle davranırlar,,

Müminler; yediği lokmayı titizlikle helalden seçer, Ateşten kaçtığı gibi haram rızıktan kaçar  Münafıklar ise helale, harama dikkat etmeden gasp ve yağmayla ellerine geçirdikleri her şeyi mideye indirirler  Yarın bu haram lokmaların başlarına neler getireceğini düşünmezler, gaspçıdırlar  Gasp ise şer’i ölçüleri dikkate almadan elde edilen maldır  Tabii gasp haramdır; her haram da ateştir

Müminler, mazeretleri olmadığı müddetçe camiye düzenli bir şekilde giderler; çünkü onları camiye sevk eden ilahi bir mes’uliyettir  Münafıklar ise mescide düzensiz, kötü niyetle kesik kesik giderler  Birkaç gün mescide gelir, sonra bırakır bir ay ve birkaç ay sonra gelirler; çünkü onları camiye iten bazen ihbar bazen de gösteriştir  “Millet ‘Bunlar din düşmanıdır ’ demesinler” diye camiye gelirler.

Müminler mütevazı, alçak gönüllü, hiçbir menfaatin hesabını yapmadan sırf Allah rızası için, insanları sevdikleri için çevreleri tarafından sevilirler.

Münafıklar ise kibirli, gururlu olduğu ve hep menfaate dayalı hesaplar yaptıkları için hiç kimseyi sevmezler, sadece kendi menfaatini severler.  Etraflarından hep haddinden fazla saygı bekler ve hep onlardan bir şeyler kapmaya çalışırlar.  Saygı göstermeyi değil saygı görmeyi, vermeyi değil hep almayı severler  Onun için de en yakın insanlar bile onları sevmez ve onlardan nefret ederler.

Müminler, Allah (cc)’ın katında makbul olan amelin ihlâsla yapılan amel olduğunu bildikleri için hep ihlâsı gaye yapmaktadırlar.  Onun için de gizli amel ve ibadeti severler  İbadet ve amellerindeki ihlâsın zedelenmemesi için tenha zaman ve mekânlarda ibadet etmeye gayret ederler  Bunun için gecenin en tenha anını herkesin uykuda olduğu saatlerini seçerler.

Münafıklar ise ihlâs umurlarında olmayıp ibadetlerini de sırf gösteriş için yaptıklarından geceleri odun gibi düşer ve sabaha kadar ses seda çıkarmadan uyurlar  Gündüzleri ise takvadan, amelden, ibadetlerden dem vurup vaiz ve abid kesilirler  Onları gören, zamanın en ihlâslı abidi ve vaizi zanneder,

4- “Bizimle münafıkların arasını ayıran alamet, bizim yatsı ve sabah cami cemaatinde bulunmamızdır  Onlar (münafıklar) buna güç yetiremezler”(Said bin Mansur ve Beyhaki / Camius Sağir, İmam Suyuti, H No: 26)

Hadisteki münafık kelimesinden amaç “ameli münafık” olabilir; ancak hadisin onlara mutlak olarak münafık demesinde onlara büyük bir tehdit vardır” (Feydü’l-Kadir-geçen hadisin şerhinde)

5- “Münafıklara ağır gelen namazlar, yatsı ve sabah namazlarıdır” (Buhari ve Müslim / Feydü’l-Kadir İmam Menavi, geçen hadisin şerhi(26))

Biz canlılık ve neşeyle bu namazlara katılmak için camiye gidebiliyoruz; fakat münafıklar bu canlılık ve kolaylıkla bunu yapamıyorlar  Zira iman sinmemiştir kalplerine  Bu namazlar onlara çok ağır gelmektedir  Hele bu vakitlerde camiye gitmek ve cemaate yetişmek onlara çok daha ağır gelmektedir, Nasıl ağır gelmez ki? Yatsı vakti, gündüzün bütün işlerinden sonra istirahat vakti ve sabah namazı vakti uykunun en tatlı olduğu saattir  Ancak Müminlerin köklü imanlarıyla Allahu Teâlâ’dan umdukları büyük sevap, ulvi derece, ebedi saadet ve cennetteki sayısız nimetler, onlara en ağır ve zor işleri de kolaylaştırmakta ve zevkle yaptırmaktadır  İnsan, gerçek manada sevdiği ve inandığı bir şeyin yolunda hiçbir zorluk ve eziyete aldırış etmemektedir  Gülü seven dikenlere; balı seven arılara; ücreti bekleyen hamal yükün ağırlığına; fani bir yare gönül kaptıranın yolun uzaklığına aldırış etmemesi gibi 

Evet, “Yâr-ı yâra” (Allah’u Teâlâ’ya) ve Muhammed Mustafa’ya gerçek manada gönül verenler, iman edenler; ne yatsı vaktindeki istirahata, ne sabah saatlerindeki tatlı uykuya ne cihad meydanındaki yara ve ölüme ne zindanlara ne de müebbet ve idamlara aldırış etmemektedirler  Tabi fani maşuklarla, geçici zevklerle, tablolardaki baharlarla, sanal dünyalarla ömür geçiren münafıklar bunu bilmezler  Müminlerin gerçek âleminden haberdar olmadıkları ve anlamadıkları için ona beş para vermezler ve bir dakikalık istirahatlarını bile bozmazlar; ancak ne zaman ki elektrik gitti, ekranlar karardı, sanal dünya son buldu, fani dilberler tatlı rüyadan uyanmakla fenaya göçtü, geçici zevkler ebedi azaplarla son buldu, gerçek âlemin rüzgârı cennetvari bahar tablolarını etrafa savurdu ve gerçekler dışında her şey görünmez oldu; işte o zaman münafıklar; caminin, namazın, cihadın, Allah (cc) için eziyet çekmenin ve zorluklara katlanmanın değerini anlayacaklar  Hayallerle ömür geçirirken ne kadar değerli gerçekleri kaybettiklerinin farkına iyice varacaklar  Ancak o zaman çok geç olacak ve hiçbir pişmanlık da fayda vermeyecek  Ne mutlu o kimseye ki daha fırsat kaçmadan elektrikler gitmeden, hayat sanal ekranlarını kapatıp gerçek hayata adım atana, geçici lezzetlerden el çekene ve ebedi saadeti için geçici zorluklara göğüs gererek yüzü ak olarak “Yâr-ı yâra” ve yaranlarıyla randevu noktasında buluşana!

6- “Münafık, iki sürü arasında kâh birine kâh öbürüne yanaşan şaşkın koyun gibidir”(Müslim ve Nesai/Cem’ul-Fevaid, h no:8101)

“Tibi (ra) bu hadisin şerhinde şu açıklamada bulunmuştur: ‘Münafık fahlı (koçu) arayan koyun gibidir  Nefsanî istek ve kötü amaçları peşinde koşar, sürekli istikrarsızdır.  Bunun içindir ki Kur'an-ı Kerim’de de bu vasıfla vasıflanmışlardır.

“Onlar (münafıklar) küfürle iman arasında bocalayıp durmaktadırlar. Ne bu müminlere ne de şu kâfirlere bağlanırlar. Allah kimi saptırırsa sen artık ona bir yol bulamazsın ” (Nisa:143) (Feydu’l-Kadir geçen hadisin şerhinde)

Mümin, imanına ve akidesine göre yer alır.

Münafık ise nefsanî isteklerine göre davranır  Nerde nefsanî istekleri tatmin olabiliyorsa o tarafa kayar  Müminler güçlü göründükleri ve galip geldikleri zaman, münafıklar onların yanında yer alır ve “biz sizdeniz” derler, Kâfirler güçlü görünüp galip olsalar hemen saf değiştirip “biz sizdeniz” derler.

Allahu Teâlâ da bu imtihan diyarında bu tip insanların gerçek yüzlerini ortaya çıkartmak, sonra da hak ettikleri cezayı onlara verdiği zaman hükmüne itiraz etmemeleri ve daha birçok sebebe ve hikmete binaen bazen Müslümanları ve bazen de kâfirleri galip getiriyor,

7- “Münafık, gözlerine hâkim olup istediği şekilde ağlayabiliyor”(Deylemi / Cami’us Sağir, İmam Suyuti H, No:9237)

Çünkü sürekli iki renklidirler, Bir görünen bir de görünmeyen renkleri vardır  Ortama göre renk değiştirirler  Rol icabı ağlamalarına şeytan yardım ediyor.

Malik bin Dinar (ra) diyor ki: “Ben Tevrat’ta gördüm: ‘Münafığın nifakı kemale erince gözlerine hâkim olabiliyor ’ Bundan dolayı hep deniliyor ki; ‘Kötü insanlar gözlerine hâkimdirler  (istedikleri gibi ağlayabiliyorlar)” (Feyd’ul - Kadir, geçen hadisin şerhinde)

8- “Kim ki kalbindeki Allah korkusundan daha fazlasını insanlara göstermeye çalışırsa o münafıktır.” (İbn-i Neccar / Cami’us Sağir h  no:8383)

Mümin tek yüzlüdür  Yaptığı amelin ücretini Allah (cc)’tan bekler  Hiçbir şeyin ondan gizli olmadığını bilir  Gösterişin ona hiçbir fayda kazandırmayacağını bildiği için ona ne ihtiyaç duyar ve ne de teşebbüs eder .

Münafık ise Allahu Teâlâ’dan gafil olduğu ve insanlardan ödül beklediği için kendini daha takvalı ve daha iyi göstermekle daha fazla kazanacağını düşünür. İnsanların gaybı bilmemelerinden ve zahire göre hüküm vermelerinden dolayı onları münafıklıkla kandırıp kendini onlara sevdireceğine inanır. Oysa durum hiç de öyle değildir. Kalpleri yönlendiren Allahu Teâlâ’dır. İstediği şekilde çevirip yönlendiriyor. Bazı insanlar vardır ki insan onları sevmek ister de bir türlü sevemez  Bazı insanlar da vardır ki insan onları sevmeden duramaz  Gerçek müminlerin düşmanları bile onları övdüğü ve istemeyerek de olsa onlara bir sevgi besledikleri halde, münafıkların en yakın dostlarının bile onlardan hoşlanmamaları ve kalben onlardan bir ağırlık hissetmeleri, nefret duymaları bunun en bariz delilidir

9- “… Kadınlarınızın en kötüleri tesettürsüz olan ve mahremleri olmayan (yabancı) erkeklere görünenlerdir. Münafık kadınlar onlardır.  Onlar - çok azı hariç - cennete giremezler.” (Beyhaki/Cami’us Sağir/İmam Suyuti H, No: 4092)

Zerre miktar imanı olan kadınlar, Hz  Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın bu ağır yürek titretici tabirlerinden korkmalı, kendi hal ve hareketlerine dikkat etmeli ve bu tür davranışları olan kendine çeki düzen vermeli, helal ve haram çizgisini muhafaza etmelidir  Yoksa nifak ve münafıklık az bir günah değildir.  Bakın Allahu Teâlâ onlara ne tür bir azabı hazırlamıştır:

“Allah, münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere içinde sürekli kalacakları cehennem ateşini söz vermiştir  Bu onlara yeter  Allah onlara lanet etmiştir  Onlar için sürekli bir azap vardır ”(Tevbe: 68)

Ey aklı başında ve “Ben müslümanım” diyen kadınlar! Sizi yaratan Allahu Teâlâ’nın size verdiği vücut ve güzellikleri nefsanî davranıp düşüncesizce, kâfirlerin, zalimlerin ve fasıkların menfi emellerine alet etmeyin  Allahu Teâlâ’nın İslam’la size emrettiği tesettürü atarak yuvanızdan çıkmayın! İnci, kendi sadefinde veya korunma kutusunda kaldığı müddetçe değerlidir; sokaklara bırakılırsa değerini bilmeyen cahil ve çocukların eline düşer ve sıradan taşların seviyesine iner. Siz de yuva ve tesettürünüzde kaldığınız müddetçe değerlisiniz  Sokaklara Allah’ın yasakladığı bir şekilde inip kendinizi Allah (cc)’tan korkmaz fasık ellere teslim ederseniz, paçavraya dönüşürsünüz, kullanılıp atılırsınız; böylece dünyanız da mahvolur ahiretiniz de…

Yıllarca bazı pervasız kadınlar İslam düşmanlarının elinde en güçlü silah olmuşlar. Onlarla İslamı yıkıyor. Müslümanları mağlup ediyor ve vatanlarımızı işgal edip talan ediyorlar.  Onlar yarın huzur-u Hak’ta bu vebalin altından nasıl çıkacaklar, nasıl Hz. Resulullah aleyhissalatu vesselam’dan şefaat dileyecekler? Daha ölüm gelip çatmadan, tövbe kapısı kapanmadan, bütün değerleri yağmalanmadan ve var olan ışıklar sönmeden kadınlar tesettür ve yuvalarına dönmelidirler. İzzetleri, şerefleri, kurtuluşları ve ebedi mutlulukları budur.

Birkaç dakikalık gaflet, birkaç günlük dünya zevki, ebedi hayatı, cennet gibi bir yurdu mahvetmeye ve cehennem gibi bir azaba girmeye değmiyor  Allahu Teâlâ size hidayet ve ebedi saadet versin.

Hâsılı zikrettiğimiz hadis-i şeriflerde bulunan münafıkların alamet ve özellikleri kimde varsa o, ya gerçekten münafıktır ya da münafıkça amel etmektedir  Kalp gizli olduğundan Müslüman, amele göre hüküm vermekle mükelleftir. Kalp Allah (cc)’a malumdur, O ona hükmeder. Mademki Hz  Resulullah aleyhissalatu vesselam münafıkların özelliklerini taşıyanlara “münafık” ismini takmıştır; öyleyse münafıklardan olmamak veya münafıklardan zarar görmemek için nifaki ahlaklardan korunarak sünnet-i seniyeye sığınmalıyız. Allahu Teâlâ hepimizi nifak ve münafıklardan korusun! Amin!

BEDEVİLERİN VE MÜNAFIKLARIN PSİKOLOJİK ÖZELLİKLERİ VE MANTIKİ YAPILARI

 
 
 
 
 
 
B) MÜNAFIKLARIN ÖZELLİKLERİ
 
Münafıklarla ilgili ayetler önceki konularda yerine göre verilmesine karşın bunların gerçek iç yüzünü sadece Allah açıkladığı için ve müslümanlarca iyi tanınmalarının sağlanması için burada da bir bütün olarak sunulmuştur.
 
1) Bakara 8 / 2 - İnsanlardan öyleleri de vardır ki, Allah’ a ve ahiret gününe inandık derler. Oysa onlar inanmış değillerdir. 9) Allah’ ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.
 
Münafıklar inanmadıkları halde inanmış gibi görünerek, inandıklarını iddia ederek;
      a) Güya Allah’ ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar,
      b) Hâlbuki ancak kendilerini aldatmaktadırlar.
 
2) Bakara 13 / 2 - Onlara, insanların iman ettiği gibi siz de inanın denildiğinde, biz hiç o beyinsizlerin inandığı gibi inanır mıyız? Doğrusu asıl beyinsizler onlardır, fakat bilmiyorlar 14) İnananlarla karşılaştıkları vakit: İman ettik derler. Oysa şeytanları ile baş başa kaldıklarında emin olun, biz sizinle beraberiz, biz sadece alay ediyoruz derler.
 
Münafıklara siz de mü’minler gibi inanın denildiğinde;
      a) Kendi beyinsizliklerin farkına varmadan “ şu beyinsizler gibi mi inanalım “ derler
      b) Fakat inananlarla karşılaştıklarında ise biz de inandık derler,
      c) Asıl yoldaşları ile beraber olunca da biz müslümanlarla sadece alay ediyoruz derler.
      d) Tedbir için bu iç harita çok iyi bilinmelidir.
 
3) Tevbe 67 / 196 - Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil) birbirlerindendir, onlar kötülüğü emreder, iyilikten alı kor ve cimrilik ederler, onlar Allah’ ı unuttular, Allah’ ta onları unuttu, çünkü münafıklar fasıkların kendileridir.
 
Münafık erkekler ve münafık kadınlar birlikte Allah’ ı görmezden gelerek;
      a) Kötülüğü emrederler,
      b) İyilikten alı korlar,
      c) Ayrıca cimrilik ederler. 
 
4) Münafikun 4 / 553 - Onları (münafıkları) gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, bir de konuşurlarsa sözlerini dinlersin, onlar duvara dayandırılmış ve kumaş giydirilmiş kütükler gibidir, her gürültüyü (olayı) kendi aleyhlerine sanırlar, düşman onlardır, onlardan sakın, Allah onları kahretsin, nasılda (haktan) çevriliyorlar.
 
Münafıkların;
      a) Kıyafetleri, kalıpları hoşa gidebilir, konuşmaları dinlenebilir,
      b) Gerçek yönlerine bakıldığında ise duvara dayandırılmış ve kumaş giydirilmiş, hiçbir şeyden etkilenmeyen çöl ağacının kütüklerinden farksız oldukları anlaşılır,
      c) Olayları çok ince değerlendirememelerinden ötürü;
                  a) Köstebek gibi normal bir olayı bile çarpıtırlar,
                  b) Aleyhlerineymiş gibi yaygara koparırlar.
      d) Allah bu münafıkların;
                  a) Düşman olduklarını,
                  b) Ve bunlardan korunulması gerektiğini bildirmektedir.
 
5) Nisa 142 / 100 - Münafıklar Allah’ ı aldatmaya çalışırlar, oysa Allah onları aldatır (yani onların oyunlarını kendi başlarına çevirir), namaza kalktıklarında istemeye istemeye kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ ı da pek az anarlar.
 
Allah münafıkların;
      a) Kendisine bile oyun oynayarak aldatmaya çalıştıkları,
      b) Oysa oyunlarının kendi başlarına çevrildiği,
      c) Namaza kalktıklarında istemeye istemeye veya üşene üşene kalktıkları,
      d) Gösteriş için namaz kıldıkları,
      e) Allah’ ı da pek az andıkları anlatılarak iç yüzleri dışarı vurulmaktadır. 
 
6) Haşr 16 / 546 - Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana “ inkâr et “ der, insan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ tan korkarım, der.
 
Şeytan hem düşman hem de ikiyüzlü davranarak hem inkâr ettirir hem de ben Allah’ tan korkarım demektedir. Bunun için onun vesveselerini bilmeli ve reddetmelidir.
 
7) Seçme Hadisler S 100 ( Buhari - Müslim - Ebu Davud -Tirmizi ) Abdullah İbn-i Amr (r.a)’ den Peygamber (sav) şöyle buyurdu: Dört şey var ki (bunlar) kimde bulunursa halis münafıktır, kimde bunlardan bir tanesi varsa onu terk edinceye kadar nifaktan bir hasleti vardır: 1) Bunlar konuştuğu vakit yalan söyler 2) Anlaştığı vakit anlaşmayı bozar 3) Söz verdiği vakit sözünde durmaz 4) Husumet (düşmanlık) ettiği vakit aşırı gider.
 
H. Ş. göre münafıklar;
      a) Konuştuklarında yalan söylerler,
      b) Anlaşma yaptıklarında anlaşmaya uymazlar,
      c) Söz verdikleri zaman da yerine getirmezler,
      d) Birine düşmanlık duyuyorsa da sürekli dozunu artırırlar. Özellikle bu nokta günümüzde çok görülen bir hastalıktır. Kendimizi araştıralım, varsa terk edelim ve Allah’tan da af dileyelim.
 

MÜNAFIKLARIN ÖZELLİKLERİ NELERDİR? SORUSUNA
BU AYETLER VE HADİS IŞIĞINDA CEVAPLAR
 
1) İnanmadıkları halde “ inandık “ diyerek Allah’ ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar,
2) Kendilerine inanın dense “ şu basit, kişiliksiz, beyinsizler gibi mi inanalım? “ derler,
3) Mü’minleri görünce inandık derler. Fakat kendi aralarında “biz müminlerle alay ediyoruz,” derler.
4) Her fırsatta kötülüğü emrederler, iyiliği engellerler ve oldukça cimridirler,
5) Allah’ ı unutmuş fasık kişilerdir,
6) Her iyi olayı bile kendi aleyhlerine yorumlarlar,
7) Namaz kılsalar da üşene üşene kılarlar,
8) İnsanlara gösteriş yaparlar,
9) Allah’ ı pek az hatırlarlar,
10) Şeytan gibi insanı tuzağa düşürür, suç işletir sonra da “ sen yaptın “ diye suçlar,
11) Konuştuğunda yalan söyler,
12) Anlaşma yapsa bile uymaz,
13) Söz verse sözünde durmaz,
14) Düşmanlık yaparsa da aşırı gider.
 

MÜNAFIKLIĞIN ARKA PLANI
 
1) Münafıklık iki yüzlülük olup insanın kendi kendine bir eziyetidir ve bir nevi geri zekâlılıktır. Çünkü tüm güzelliklerden kendini mahrum etmektir.
 
2) Münafıklık bir iç düşmanlıktır ve hep yalan konuşur.
 
3) İslam toplumuna en büyük zarar bunlardan gelmiştir.
 
4) Dost görünmüşler ama her fırsatta düşmana ajanlık yapmışlardır.
 
5) Taş gibi ürpermeyen ve merhametsiz bir kalbe sahiptirler.
 
6) Sıkıntıya gelemezler, sıkıntıları arttıkça ikiyüzlülükleri ve baygınlıkları da artar.
 
7) Hep iğneli ve moral bozucu olarak konuşurlar.
 
8) Münafıklık öyle bir çifte standartlıktır ki daima emanete ihanet ederler;
a) Münafıklık bazen fert,
b) Bazen grup,
      c) Bazen kurum,
      d) Bazen devlet,

MÜNAFIKLARIN ÖZELLİKLERİ

MÜNAFIKLARIN ÖZELLİKLERİ
1- Mümin topluluğunun içinden çıkarlar.
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur... (Nur Suresi, 11)
2- İman etmedikleri halde iman etmiş gibi gözükürler
İnsanlardan öyleleri vardır ki: 'Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik' derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 8-10)
3-Dış görünüşleri aldatıcıdır
Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar. (Münafikun Suresi, 4)
4-Kuran'ı anlamazlar
Bir sure indirildiğinde, bazısı bazısına bakar (ve): "Sizi bir kimse görüyor mu?" (der.) Sonra sırt çevirir giderler. Gerçekten onlar, kavramayan bir topluluk olmaları dolayısıyla, Allah onların kalplerini çevirmiştir. (Tevbe Suresi, 127)
5- Allah'ı çok az anarlar
Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır. (Tevbe Suresi, 67)
6- Kibirlidirler
Onlara: "Gelin Allah'ın Resûlü sizin için mağfiret (bağışlanma) dilesin," denildiği zaman başlarını yana çevirdiler. Sen, onların büyüklük taslamışlar olarak yüz çevirmekte olduklarını görürsün". (Münafikun Suresi, 5)
7- Kalplerinde olmayanı söylerler
İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah'ın izniyle idi. (Bu, Allah'ın) müminleri ayırdetmesi; münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi, 166-167)
8- İyiliğe engel olur,kötülük yapmak için yarışırlar
Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır. (Tevbe Suresi, 67)
9- Fiziksel açıdan adama benzerler, fakat içi boş kütükler gibidir. Hem maddi, hem manevi yönden pistirler: “Onları gördüğün zaman (belki) hoşuna gider. Eğer konuşurlarsa sözlerini dinlersin. (Halbuki) onlar (duvara) dayandırılmış (kalın, içleri boş ve çürük) kütükler gibidirler.” (Münafıkun- 4)
(Allah) Kalplerinde hastalık olanların ise, iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip-artırmış ve onlar kâfir kimseler olarak ölmüşlerdir. (Tevbe Suresi, 125)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...