28 Ağustos 2013

SEMAZEN NET SESLİ DİNLETİ


AŞAĞIDAKİ LİNKE TIKLA VE DİNLE

NEY TAKSİMİ SESLİ LİNK


AŞAĞIDAKİ LİNKE TIKLAYIN VE NEY TAKSİM DİNLEYİN

HACDA NİÇİN ŞEYTAN TAŞLANIYOR?

 HACDA NİÇİN ŞEYTAN TAŞLANIYOR?

Hacda şeytan taşlanmasının hikmeti nedir?
Bismillahirrahmanirrahim
Remy-i cimar, şeytan taşlamak demektir. Remy atmak, ayıplamak ve yönelmek demektir.

Cimar, “Cemre” kelimesinin çoğuludur. Cemre, nohut büyüklüğünde küçük taş, ufacık taşlar kümesi, çakıl taşı ve ateş koru anlamına gelir.

Remy-i cimar: Ufacık taşlar atmak, cemerat diye adlandırılan belli yerlere, taş kümelerine belli zamanda ve belli sayı da taş atmak, demektir. 
Hac esnasında, bayram günlerinde, Mina’da bulunan üç cemre’ye usulüne göre taş atmak haccın vaciplerindendir.

Çünkü Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz bu taşlama işlemini bizzat yapmış ve insanlara da öğretmiştir. Bu sebeble terk edilmesi halinde dem gerekir.
Sahih hadis-i şeriflerde şeytan taşlamanın Hz.İbrahim (A.S.)ın fiiline dayandığı açıkça belirtilir ve sembolik olarak şeytanın taşlandığına vurgu yapılır. “Şeytan taşlama” diye de adlandırılan bu atışlar, Hz. İbrahim (A.S.)ın şeytanı taşlamasının hâtırasını yaşatmakta ve insanları daima günaha sokmaya çalışan şeytana karşı bir tür tepki ve direnmeyi temsil etmektedir.

Bu taşların atılması bir kulluk emridir. Biz bunu yapmakla Hak Teâlâ’nın emrine kayıtsız şartsız olan itaat ve bağlılığımızı göstermiş oluruz. Bir de bu, habis ruhlara, şeytani vesveselere karşı olan nefretimizin bir remzi, ortaya çıkışı demektir. Hz. İbrahim (A.S.)ın sünnetine bağlılık nüktesine de sahiptir.

Mina’da şeytan taşlama bize Hz.İbrahim (A.S.)dan kalmıştır. Taşlama, Hz. İbrahim (A.S.)ın kendisine engel olmaya çalışan şeytanı kovmak amacıyla ona taş fırlatmasını sembolize eder. Çünkü Yüce ALLAH, Hz.İbrahim (A.S.), oğlu Hz.İsmail (A.S.)ı kurban etmesini emrettiğinde şeytan bu emri yerine getirmelerine engel olmaya çalışmıştı.

Bunun üzerine Hz.İbrahim (A.S.), eşi Hacer ve oğlu Hz.İsmail (A.S.), şeytanın bu tuzağını fark edip onu taşlamışlardı.[1] İşte “remy-i cimar”, bu olayı sembolize etmektedir.

Burada şeytana karşı direniş ve protesto söz konusudur. Şeytanı taşlamakla, ona uymayacağımızı, her türlü şeytanî düşünce ve davranışlardan uzak kalacağımızı göstermiş oluyoruz.

Öyle ya, bir Müslüman ALLAH’ın yolunu bırakıp taşladığı düşmanın peşinden gider mi? Şeytan taşlamak; her türlü kötü düşünce ve davranışlardan sakınmak ve şeytanı bırakıp ALLAH’ın emirlerine uymak hususunda Müslümanlar için anlamlı bir uyarıdır.
Attığı her bir taşı, nefsine, şehvetine ve şeytana karşı fırlatır.

Kendisini çeşitli hatalara, günahlara sürükleyen bu farklı cepheleri bir bir yok etmeye çalışır. Sahip olduğu her şeyi ALLAH için feda etme yolunda, karşısına şeytan nerelerden çıkıyorsa, hangi silahları ve cepheleri kullanıyorsa oraları bertaraf etmelidir.

Gurur, kibir, mal, mülk, makam, mevki, rütbe, şan, şöhret, benlik, gençlik, evlilik, çoluk-çocuk... Kulluğun ve sorumluluğun önünde engel olan şeyler her ne ise...

Günümüzde hacı, taşlama yaparken, hem Hz. İbrahim (A.S.)ın rolünü oynamakta, hem de Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sünnetine uymaktadır. Ancak bu rolü oynayan hacı, sembolik olarak taşlarını şeytanı temsil eden taş yığınlarına fırlatsa da, hakikatte kendisini şeytan hangi zayıf noktalarından aldatıyorsa, o tarafı düşünerek atmalıdır.

Herkes kendi ayıbını, açığını ve günahını kendisi daha iyi bileceği için, attığı her bir taşla nefsini, şehevî arzusunu, kendisini günaha sokan dürtülerine atmalıdır taşları. 
Orada sembolik olarak ilk gün yedi, iki ve üçüncü günler 21 rer olmak üzere toplam kırk dokuz veya yetmiş taş atar. Bu, çokluktan bir kinayedir.

Bunun anlamı, artık şeytana karşı sürekli teyakkuz halinde olmalı, yüzlerce defa karşısına çıksa, ona fırlatacağı binlerce taşı olmalıdır. Artık öteden beri tekrarladığı “Taşlanmış şeytanın şerrinden ALLAH’a sığınırım!”şeklindeki “İstiâze” yani “Eûzü billahi mineş-şeytânir-racîm”i sadece sözüyle değil, daha bilinçli bir şekilde özüyle yapmalıdır. Kimden kime sığındığını fark etmelidir.

“Racîm” olan şeytandan, “Rahîm” olan ALLAH’a sığındığını kavramalıdır. Şayet bunu kavrayamaz ve sadece sembolde, şekilde takılır kalır da, bunun anlam ve hikmetini idrak edemezse, “şeytanı taşladığı” vehmiyle bir kez daha aldanır o kadar! Çünkü şeytan orada sembolize edildiği gibi dışarıda değil, Ali b. Huseyin (R.A.) den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin:

Gerçekten şeytan, kanın damarlarda dolaştığı gibi insanın içinde dolaşır.”[2] şeklinde yaptığı benzetmeyle taşlama, bir anlamda şeytana karşı girişilen bir savaşı sembolize eder. Attığı her bir taşı, nefsine, şehvetine ve şeytana karşı fırlatır.

Bu sebeple Şeytan taşlama; kötülükleri, haksızlıkları, zulmü ve zorbalığı bir protesto anlamı taşır. Şeytan taşlayan hacı, bu hareketiyle şeytana, şeytanın yoluna uyanlara ve bütün kötülüklere karşı çıkışını sergilemiş ve kendisinin de bundan böyle asla şeytana uymayacağını ortaya koymuş olmaktadır. 

Rabbimizin Hz. Âdem (A.S.)a saygı secdesine varılması emrine karşı çıkan ve Hz.Âdem (A.S.)ın yaratılış maddesini gerekçe göstererek cidâl yapan iblîs, ilâhi huzurdan talebi doğrultusunda kıyamet gününe dek şer aşılama ruhsatı ile fakat sağir, mezmûm ve medhûr ve de recme taşlanmaya mahkûm edilerek çıkar. 

O’na “Oradan çık! Sen Racîmsin.” buyrulur. O, artık racîmdir. Sürekli olarak taşlanacaktır. Remy-i cimar, recme mahkûm edilen iblis ve onun yönetimi altında çalışan cin şeytanlarının toprak kökenliği sebebiyle küçümsenen Âdemoğlu tarafından toprak menşeli maddelerle sembolik olarak taşlanarak cezalandırılmasıdır.

Böylece ilahî cezanın aşağılanan Âdemoğlu tarafından iblisin yerleşim merkezinde infaz edilmesi ve düşman edinilmesi ile alakalı ilahî buyruğun uygulanmasıdır. Ve de uygulanacağının insanlığa deklare edilmesidir. 

Özetlersek Remy-i Cimar şer aşılama yetkisi verildiği Kıyamet Günü’ne kadar recîm olarak taşlanmaya mahkum edilen İblis’in, Vefdullah yani Ademoğullarının seçilip ALLAH’a gönderilmiş temsilcileri olan hacılar tarafından cezalandırılmasıdır. Pek tabii ki bu cezalandırma semboliktir.

Akabe cemresi, İblis’i temsil eder. Onun taşlanması, tarihi yaşadığımız döneme birleştirmedir. Taşlanacak küçük ve orta şeytanlar ise bize musallat edilen muhtelif dereceli şeytanları temsil eder. Onların taşlanması da düşman edineceklerinin açığa vurulmasıdır. Remy-i Cimar’ın asgari üç günde ve 49 taş ile yapılması çokluğu yansıtır. Bu da düşmanlığın ömür boyu süreceğine remzdir. En doğrusunu ALLAH bilir.

Hz. Aişe (R.Anhâ) validemizden rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Beytullah’ı Tavaf etmek, Safâ ve Merve arasında sa’yetmek ve şeytanı taşlamak ALLAH’ı zikretmek için emredilmiştir.”[3] buyurmuştur.

Remy-i Cimar, ALLAH’ın zikridir. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz ALLAH’ın zikri olarak tanımladığı Remy-i Cimar’ı yani fiili olan zikri, her bir taşın atımında tekbir getirerek sözlü zikirle de pekiştirmiştir. Şeytan taşlama ALLAH’ı zikretmek için vacip kılınmıştır. Yani atılan her taşla birlikte tekbir getirmek sünnettir. Ebu Saîdil-Hudrî (R.A.) ve Abdullah b. Abbas (R.A.) den rivayete göre bir gün:

- Ey ALLAH’ın Resûlü! Her yıl atılan bu taşlara ne oluyor? Bize eksiliyor gibi geliyor! dedik. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin cevabı şu oldu:
“Atılan taşlardan kabul edilenler ALLAH tarafından kaldırılır. Eğer atılan taşlardan kabul edilenler kaldırılmasaydı, bunları dağlar gibi yığılmış görürdün.”[4]
Enes b. Malik (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:

“Senin, şeytanları taşlamana gelince, attığın her taşa karşılık helak edici günahlardan büyük bir günah affedilir.”[5]buyurdu.
Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin “Dinde aşırılıktan kaçın...” nasihati umumî manada anlaşılabileceği gibi, taşlama ile ilgili daha hususî manada da anlaşılabilir. Taşlama ile ilgili olan manası şudur: “Burada daha büyük taş atmaya, taştan başka bir şey atmaya kalkışmayın, belirtilen sayıdan fazla da atmayın...”

Hac yapanlar, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bu tavsiyesine rağmen, taşlama sırasında ne denli cahilliklere rastlamaz ki! İri taş atanlar, şemsiye, sopa, ayakkabı atanlar, taşlama mahalline fırlayıp ayaklarıyla ezmeye çalışanlar v.s. Hâlbuki bütün menâsik, kulun imtihanına yönelik bir kısım sembollerden ibarettir.

Onun sırrı, manası, değeri o menâsiki dinin koyduğu çerçeve içerisinde “ALLAH’ın rızasını tahsil” niyetiyle yapmaktır. Bir kısım aklî izahlar getirmek, icra edilen fiillerden müşahhas, maddî neticeler beklemek hac farizasının manasını anlamamak olur. İşte bu menâsikin, aklî izahı hiç olmayan safhası şeytan taşlama safhasıdır.

Attığımız taşların “emri yerine getirerek ALLAH’ın rızasını kazanmaktan başka hiçbir gayesi yoktur. Şeytan öncelikle herkesin kendi içindedir. Öyle ise Mümine düşen, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin tayin ettiği edep çerçevesinde bu menâsikin yerine getirilmesidir.


[1]Hakim Müstedrek; Menasik:1/466, Beyhekî, Sünen-i Kübra; Hac: No:9791; 7/334

[2]Buhârî, İ’tikâf:8, 11, 18, No:1930, 2/715, Farzu’l-Humus:4, Bed’u’l-Halk:11, Edeb:121, Ahkâm:21; Müslim, Selam: 23-25, No:2174, 2175; Ebu Dâvud, Sıyâm:79, No:2470


[3]Ebu Davut; Menasik: 51; No: 1888; 1/581, Tirmizi; Hac: 64; No:902; 3/236, A.b. Hanbel; No:23830; 6/64, Darimi; Menasik: 36; No:1853; 2/71, İbn Huzeyme; Menasik: 642; No: 2738; 4/222, Hakim Müstedrek; 1/459, Abdurrezzak; Hac:; No:8961; 5/49, Beyhekî, Süneni Kübra; Hac: No:9737; 7/318

[4] Hakim Müstedrek; 1/476, İbn Ebi Şeybe; Hac:411; No:1; 4/495, Darekutni; No;2/300

[5] Taberani, el-Mu’cemül-Kebir, 25/320; Askalani, el-Metalibu’l-Aliye; No:1057; 1/312-313

İSLAM'DAN ÖNCEKİ DİNLERDE HAC


İslam'dan Önceki Dinlerde Hac


Kutsal mekân kavramı ve bu tür yerlerin ziyareti tarih boyunca bütün inançlarda mevcut olmuştur. Kutsal mekânları ziyaretin sebebi o mekânın kutsiyetinin bahşedebileceği maddi, manevi ve ahlaki faydaları elde etmektir. Kişinin, ister kendi ülkesinde isterse başka yerde olsun, kutsal bir mekâna veya mabede yaptığı seyahatten ibaret olan hac esnasında sarf edilen gayrete karşılık bedeni bir rahatsızlığın giderilmesinden ebedi hayatın kazanılmasına kadar birçok fayda ümit edilebilir.
Eski Dinler
Kabileci, milli ve evrensel dinlerin hepsinde kutsal kabul edilen mekânlar ve bu mekânların ziyareti söz konusudur. Yakındoğu'da, milattan önce II. binyıldan itibaren hac yerleri özellikle vahalarda ve şehir kültürünün bulunduğu yerlerde teşekkül etmiştir. II. binyılın üçüncü çeyreğinde Babilonya'da Nippur, Asur'da Ninova bu türden ziyaret yerleriydi.
Hititler'de kral, başrahip sıfatıyla her yıl kış mevsiminde krallığın büyük ibadet merkezlerini ziyaret ederdi. 
Eski Çin'de bilinen ilk hac merkezleri T'ai-shan, Hua-shan, Hêng-shan, Non-yushan ve Sung-shan adlarını taşıyan beş dağdı. Hem Taoistler hem de Budistler bu dağların üzerinde tapınaklar inşa ettiler; buralar zamanla oldukça önemli hac merkezleri oldu.

Hinduizm'de de hac ibadeti vardır. Hint yarımadasının Aryalar'ca istilası ve Hindu tapınaklarının inşası ile birlikte ziyaret edilecek yerlerin sayısı da artmıştır. Ortaçağ'lara doğru hac için uzak yerlere gitmek gelenek halini almıştı. Yıkandıktan sonra hac görevini ifa etme yanında kutsal mekânın çevresinde dönmek de (tavaf) haccın unsurlarından biriydi. Hinduizm'de Benares'i ziyaret etmek ve Ganj nehrinde yıkanmak, ölümden sonra yeniden dünyaya gelişte daha mutlu olma ümidini vermektedir.
Budizm'de hac ziyareti, Buda'ya ait mekânlarla ondan kalanların bulunduğu yerlere yapılır.
Budizm'de hacla ilgili en eski belgeler Kral Aşoka'nın fermanlarıdır. Aşoka, tahta geçişinin onuncu yılında "dharmayatra" (doğruyu, gerçeği bulmak için yapılan yolculuk) yaparak Buda'nın aydınlanmayı elde ettiği yere yani Bodhi Gaya'ya (Bodh Gaya, Buddh Gaya, Buddha Gaya) gittiğini söyler. Aşoka'dan günümüze kadar Bodhi Gaya Hindistan'da Budistler'in en önemli hac yeridir. Bunun dışında hac için ziyaret edilen yerler Nepal'deki Siddhartha Gautama (Buda'nın doğum yeri Lumbini), Buda'nın ilk vaazını yaptığı Benares yakınlarında bulunan Samath'daki Geyik Parkı (İsipatana) ve Buda'nın Nirvana'ya ulaştığı yani öldüğü yer olan Utar Pradeş'teki Kuşinagara'dır.
Japon geleneğinde hem Şinto'ya hem Budizm'e ait çeşitli hac yerleri vardır. Japonlar'ın junrel dedikleri hac, çeşitli yerlerdeki ziyaret merkezlerinin belli bir sıra ile gezilmesini ifade etmektedir. Bir diğer hac şekli ise sadece bir tek yere yapılan hacdır. Ise'deki tapınak Şintoizm'in en yüce ilahına adanmış Şinto hac yeriydi. Japonya'daki Budist hac mekânlarının çoğu Budist keşiş ve zahitlerinin zühd hayatı yaşadıkları yerlerdir.
Helenist-Roma dönemine kadar Mısır dininin her devresinde hac ibadeti mevcuttu. Belli başlı hac yerleri Delta'daki Dedu veya Busiris ile (Osiris'in evi) kedi başlı tanrıçanın tapınağının bulunduğu yine Delta'daki Bubastis idi.
Suriye'de Byblos, Aphaka, Tyr, Heliopolis (Ba'lebek) ve özellikle Hierapolis önemli hac merkezleriydi. Bilhassa Romalılar döneminde çok sayıda yabancı uzak ülkelerden buraları ziyarete geliyordu.
Belirli bir tapınağın veya kutsal taşın etrafında dönmek İslam öncesi Araplar'da da vardı.
Yahudilik
Hac, Yahudilerin millet olmalarından itibaren kurumlaşmış ve erkeklerin üç bayramda (Fısıh (Paskalya = mayasız ekmek), Şavuot (Pentekost = haftalar) ve Sukkot (çardaklar)) Kudüs'e gitmeleri istenmiştir.
Yahudilik'teki hac mekânlarını üç grupta toplamak mümkündür.
  1. Kudüs ve çevresinde oluşmuş, tarihi özelliğe sahip ve Kitab-ı Mukaddes'in tarihi içinde ortaya çıkan mekânlar.
  2. Genelde Celile'de bulunan, Talmud ve Kabala'da adı geçen bilgelerin mezarları. 
  3. Diaspora (Filistin dışında Yahudilerin yaşadıkları yerler) bilgelerine ve azizlere adanan İsrail'in çeşitli bölgelerindeki merkezler.
Kudüs'te Süleyman Mabedi'nden geriye kaldığına inanılan "ağlama duvarı" önemli bir ziyaret mahallidir. Kudüs'ün dışında kalan başlıca ziyaret yerleri şunlardır: Zebulun'un Sidon'da, Rabbi (Haham) Meir'in Tiberias'da (Taberiye), Simeon ben Yohai'nin Merom'da, Peygamber Hoşea'nın Safed'de, Peygamber Samuel'in Nebi SamviI'de, Rahel'in Beytülahm'da, Davud'un Kudüs'te, Nahum'un Musul civarında, Ezra'nın Bassorah yakınlarındaki Kuma'da, Hezekiel'in Babilonya'da, Daniel'in Kerkük'te, Ester ve Mordekay'ın Hemedan'da ve Yeremya'nın Fustat'ta bulunan kabirleriyle Karmel tepesindeki İlya mağarası.
Yahudilik'te hacla ilgili esaslar din âlimlerince tespit edilmiş ve Mişna'da ayrı bir bölüm olarak yer almıştır.
Günümüzde Yahudiler belli günlerde bu tür yerleri ziyaret eder, bu ziyaretlerin şans getireceğine, talihsizliklere iyi geleceğine inanırlar. Hac mahallerinde dua edilir, adaklar adanır, bazen da istekler kâğıda yazılıp bırakılır. Ağlama duvarı veya Süleyman Mabedi'nin batı duvarı dışındaki ziyaret merkezlerinde azizlere yalvarılıp şefaatçi olmaları istenir.
Hristiyanlık
Hıristiyanlık'ta, Hz. İsa'nın son Kudüs yolculuğu ile Tanrı'nın şehrine eskatolojik haccını gerçekleştirdiğine ve Tanrı'nın krallığını başlattığına inanılır.
İlk Hıristiyanlar, Yahudilik'te olduğu gibi Kudüs'teki mabedi ziyaret ediyorlardı (Resullerin İşleri, 2/46; 3/1)
Bununla birlikte kilise yeni bir tapınak yapmak istiyordu. Epiphane'ın bildirdiğine göre İmparator Hadrianus 130 yılında yaptığı seyahatte Kudüs'te her şeyin yıkılmış olduğunu, sadece birkaç ev ile Hz. İsa'nın semaya urûcundan sonra şakirdlerin toplandıkları evin yerinde küçük bir kilisenin bulunduğunu görmüştü. Bu küçük kilise daha sonra hacıların ziyaret ettikleri Sion Kilisesi oldu. 216'dan itibaren genellikle o topraklarda bulunan Origene'in naklettiğine göre Beytülahm'daki İsa'nın doğduğu mağara, çarmıha gerildiği Golgotha mevkii ziyaret mahalliydi.

Kudüs'e yapılan haccın gelişmesinde dini zorunluluktan ziyade Konstantin'in (I. Konstantinos) etkisi önemli bir rol oynadı. Konstantin'in Kudüs'ün çeşitli yerlerinde başlattığı kilise yapımı, birçok Hıristiyan'ı İsa'nın doğup yaşadığı ve çarmıha gerildiği yerleri görmeye teşvik etti. Kudüs'e yapılan haccın yanı sıra türbeleri, hatta manastırlarda yaşayan rahipleri ziyaret de bir tür hac olarak mütalaa ediliyordu. Diğer bir hac şekli de azizlerin ve şehidlerin mezarları üzerine yapılmış kiliseleri ziyaret etmekti.
Doğu Hıristiyanlığı'ndaki haccın kökleri ilk olarak Hz. İsa'nın doğup misyonunu ifa ettiği Filistin'e, ikinci olarak da Hıristiyan manastır hayatının (monastisizm) beşiği olan Mısır'a kadar uzanır.
Eski İsrail'de ve ilk devir Hıristiyanlığı'nda haccın anlamı aynıdır. Ancak İsrâiloğulları için bu mabedi senede üç defa ziyaret şart iken Hz. İsa bunu mabede son yaptığı ziyaretle yerine getirmiştir. Dolayısıyla Hıristiyan haccı kolektif bir görev olmaktan çıkıp dindarlığın ferdi ihtiyaçlarını yerine getirmek için yapılan bir seyahat olmuştur.
Hac bir Hıristiyan'ın kurtuluşa ermesi, ilahi varlıkla temas kurması ve dolayısıyla hac beldesinde tabiatüstü güçten inayet elde etmesi anlamını taşır.
Avrupa'da bilinen ilk hac yerleri; azizlere ait kutsal eşya ve kalıntıları ihtiva eden mezarlardır. Bu tür ibadet XIII. yüzyıla kadar piskopos, daha sonra da papa tarafından meşru sayılmıştır. Bu kutsal mekânlar arasında, Roma'daki Petrus'un mezarı ile İspanya'da Santiago de Compostela'daki Büyük Ya'kub'a atfedilen mezar en çok ziyaret edilen yerlerdir.
İkinci tür hac merkezleri Meryem'e atfedilen kutsal mekânlardır. XII. yüzyıldan sonra Hz. Meryem'le ilgili iki çeşit hac yeri gelişti ve günümüze kadar devam etti.
  1. "Siyah Meryem Ana" da denilen mucizevî heykele veya tabloya saygı üzerine kurulan hac yerleri (bunların renklerinin siyah olması, uzun yıllar düşmanların eline geçmesin diye toprak altında saklanmış olmalarına bağlanabilir; yerlerinin de çoğunlukla rüya ile papaz, rahibe veya halktan birine bildirilmiş olduğuna inanılır). Bu türün önemli örnekleri şunlardır: Chartes le Puy ve Rocamadour (Fransa), Montserrat ve Guadalupe (ispanya), Mariazell (Avusturya), Einsiedeln (İsviçre) ve Czestochowa (Polonya). Bu beldeler Ortaçağ'lardan beri ziyaret edilmektedir.

  2. Hz. Meryem'in görülmesinin ve seçtiği bir kimseye bir mesaj vermesinin söz konusu olduğu yerler. Hz. Meryem'in çeşitli yerlerde görünmesi daha çok XIX ve XX. yüzyıllarda olmuştur. Bu yerlerin en önemlileri Paris'te Rue du Bac (1830), Fransa'da La Salette (1846), Lourdes (1858), Pontmain (1871), Pellevoisin (1876); Portekiz'de Fatima (1917); Belçika'da Beauraing ve Banneux'dür (1932). 3. Hz. Meryem'le ilgili diğer bir çeşit hac merkezi de onun Nasıra'da (Nazareth) yaşamış olduğu evin mucizevî olarak bugün İtalya'da Ancona yakınındaki Loreto'ya ve İngiltere'de Norfolk yakınındaki Walsingham'a melekler tarafından taşınması suretiyle ortaya çıktığına inanılan mukaddes evlerdir (Holy House, Santa Casa).

Günümüzde Avrupa'da hac maksadıyla en çok ziyaret edilen yer Güney Fransa'daki Lourdes'dur. Tıbbın tedavi edemediği hastalıkları nehrin kenarında yapılmış özel banyoları ile iyileştirdiğine inanılan bu yeri yılda yaklaşık 5 milyon kişi ziyaret etmektedir. İkinci sırayı, yılda 4 milyon kişiyle Portekiz'deki Fatima almaktadır. 
Paris'teki Rue du Bac ise yılda 1 milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Roma'ya yapılan hacca gelince buraya en çok kutsal yıllarda gidilmektedir.
Hıristiyanlığın Anadolu topraklarında da ziyaret yerleri vardır. Bu mekânlar Hıristiyanlık tarihi ve önemli şahsiyetleriyle bağlantılıdır. 
Pavlus'un misyonerlik gezileri esnasında dolaştığı yerler bugün bazı Hıristiyanlarca ziyaret edilmektedir. Antakya bu yerlerden biridir. 
Diğer bir kutsal mekân da Efes'tir. Pavlus Efes'te kalarak Hıristiyanlığı yaymaya çalışmış, havari Yuhanna ise burada yaşamış ve ölünce buraya defnedilmiştir. Efes'te bulunan ve Hz. Meryem'e nispet edilen ev günümüzde bir hac mekânıdır. Hıristiyanlar buradaki kutsal sudan içer ve dua ederler.

Öte yandan Demre'de (Antalya) Hıristiyanlarca St. Nicholas'nın (San Nicola, Aya Nikola, Noel Baba) yaşadığı ve defnedildiği yer olarak ziyaret edilmektedir.
(Bu bölüm, Ömer Faruk HARMAN, "Hac", DİA., XIV, 382-386'dan özetlenerek hazırlanmıştır.)

Kısas-ı Enbiya Ahmet Cevdet Paşa1-2. Bölüm

/ext/belgeler_v_e.swf">

HİRİSTİYANLIĞI BOZANLAR KİMLERDİR



HİRİSTİYANLIĞI BOZANLAR KİMLERDİR


"Hazret-i Âdem'den beri gelen Allah'ın dini Hazret-i İsa'dan sonra nasıl bozuldu? 
Kim bozdu? Daha önce haram olan şeylerin helal edilmesi nasıl oldu? 
Üç tanrı inancı nereden geldi?"
Fransızların Saint Paul dedikleri Bolüs = Paulus = 
Pavlos adında bir Yahudi, peygamber Yahudilerden gelmedi diye, İsevi görünüp, kendini din âlimi tanıttı. Hazret-i İsa'dan sonra ilk işi, hakiki İncili yok ettirmek oldu. İsa, Allah'ın oğlu dedi. Şarabı ve domuzu helal etti. Kıblelerini Kâbe'den güneşin doğduğu tarafa döndürdü. Allah hem bir, hem üç dedi. Yahudi dönmesinin sözleri ilk yazılan dört İncil'e, özellikle Luka'nın İnciline karıştı. Hazret-i İsa'nın sohbetinde bulunan, Hazret-i İsa'nın arkadaşı, yardımcısı yani Havarilerden olan Barnabas, Hazret-i İsa'dan işittiklerini doğru olarak yazdı. Fakat bozuk dört İncillere aldananlar, fırka fırka ayrıldı. Birbirine uymaz 72 fırka hasıl oldu. Pavlos'un düşmanlığı anlaşılarak Kudüs'te iki kere hapsedildi. Sonra Roma'ya götürüldü. Neron tarafından orada başı kesildi.
Pavlos'un hayatı incelenirse, hep Havarileri kötülediği ve onları gözden düşürmeye çalıştığı açıkça görülür. Pek çok Hıristiyan papazı, Pavlos'u Hıristiyanlığın tek kurucusu kabul eder. Çünkü bu papazlara göre, Hazret-i İsa ve Havarileri iman ve ibadet bakımından Yahudiliğe, [Hazret-i Musa'nın dinine] bağlı kalmışlardır. Pavlos buna karşı çıkmış, Yahudilikteki bütün ibadetleri terk ettirmiş, böylece Hazret-i İsa ve Havarilerin bildirdikleri dine zıt bir din ortaya çıkarmıştır. Bu din, Havari Petrus'un, tebliğ etmeye çalıştığı Nasraniliğin dışında, Pavlos'un fikirlerinden meydana gelen bir din oldu.
Papazlar, Pavlos'u, Aziz kabul etmektedir. Pavlos'un yazdığı mektuplar Ahd-i cedid'in sonunda, kutsal kitabın bir kısmını teşkil eder. Luka'nın yazdığı Resullerin işleri kısmı, Pavlos'un hâl tercümesidir. Pavlos'un yazdığı mektuplar da, dört İncile ayrılan yerden az değildir. Pavlos'un bildirdiği şeylerin çoğu, Hıristiyanlığın iman esaslarını teşkil eder. Mesela der ki:
(Günah, ruh ve beden için ölüm, Hazret-i Âdem'in yasak olan meyveden yemesi ile başladı. Hazret-i Âdem'in neslinden gelen bütün bebekler, bu günah pisliğine bulaşmış olarak doğdular. Tanrı, biricik oğlunu yeryüzüne gönderdi ve Hazret-i Âdem'den beri gelen günahtan kurtardı.)

Pavlos böyle saçma inançla Nasranilikten intikamını almıştır. Hıristiyanlar ise, ona hâlâ Resul Pavlos diyerek, onu Hıristiyan azizi kabul ederler. Hazret-i İsa'yı hiç görmemiş bir kimsenin sözleri ile, dinlerinin inanç ve ibadet esaslarını tespit ediyorlar. Böyle bir dinin de, Allah'ın gönderdiği en son ve en kâmil din olduğunu iddia edebiliyorlar.
İzhar-ül-hak'ta deniyor ki: Pavlos'un çelişkileri çoktur. Resullerin işleri kitabında deniyor ki:
Onunla beraber yolculuk edenlerin nutku tutuldu. Sesi işitiyor ama kimseyi görmüyorlardı. (Bab 9/7)

Benimle beraber olanlar nuru gördüler. Ama bana söz söyleyenin sesini işitmediler. (Bab 22/9)
Bab 26'da ise sesten hiç bahsedilmiyor. Yani üç ifade birbirini tutmuyor.
Yine deniyor ki:
Rab ona dedi ki: Kalk şehre gir, ne yapman gerekiyorsa sana söylenecek. (Bab 9/ 6)
Rab bana: Kalk Şam'a git, orada ne yapılması gerekeceği sana söylenir. (Bab 22/10)

Kalk ayakta dur. Çünkü hem gördüğün şeylerde, seni şahit tayin etmek için sana göründüm. Seni, kendilerine göndereceğim milletlerden de kurtaracağım. (Bab 26/17,18)
9. ve 22. babdakilerden, onun yapacakları, şehre vardıktan sonra, kendisine açıklanacağı söylenmiş iken, 26. babdakilere göre, sesi işittiği yerde ne yapacağı kendisine söylenmiştir.
Nur görünce hepimiz yere düştük. (Bab 26/14)
Halbuki, 9/7 babda, onunla beraber bulunanların nutku tutulur, ses çıkaramaz olurlar. 22 babda ise, nutku tutulmak diye bir şey yok.
Hıristiyan düşünürler, İncilleri bu çelişkilerden kurtarmaya çalışıyorlar.
 Musa (a.s)'dan uzun asırlar 2 sonra bile, İsrailoğulları'nın sapmalarla dolu inişli-çıkışlı serüveni boyunca bir dizi peygamber aralıksız bir şekilde "kavm"i istikamet üzere tutmaya çalışmış, birçoğu bu uğurda canını vermiştir.
En son Hz. Zekeriyya ve oğlu Hz. Yahya (ikisine de selam olsun) İsrailoğulları'nın önüne geçerek "Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak" diye haykıracak, ancak bilahare Mesih (a.s)'a yönelecek olan öfke, şiddet, gayz ve sapkınlık daha önce onları yutacaktır.3
İsrailoğulları'na peygamber olarak gönderilen 4, 1 veya 3 yıllık 5 tebliğ sürecinin ardından Yahudiler'in Romalı yöneticilerle işbirliği yaparak canına kasdetmeleri üzerine göğe kaldırılan 6 Hz. İsa (a.s)'dan sonra ne oldu? O'na indirildiğini Kur'an'dan öğrendiğimiz İncil'in ve O'na iman ettiklerini yine Yüce Kitabımız'ın haber verdiği Havariler'in başına neler geldi?
Tarih boyunca Müslümanlar'ın ilgisi Hz. İsa (a.s)'ın dünyaya gelişindeki ve dünyadan ayrılışındaki sıra dışılığa –ifade yerinde ise– kilitlenmiş, Hristiyanlar'la girilen teolojik tartışmalarda ise, eldeki İnciller'den hareketle "İncil'in tahrifi" meselesi ilk sırayı almıştır.
Bu sebeple Müslümanlar tarafından tarihte Hristiyanlık üzerine yazılanların genellikle "reddiye" edebiyatı kapsamında çalışmalar olduğunu söyleyebiliriz.7 Gerek bunların, gerekse "Milel-Nıhel" tarzı kitapların, bir önceki paragraftaki sorunun cevabını araştıranlar için sadra şifa malzeme ihtiva etmemesini bu bakımdan yadırgamamak gerekir. Buna mukabil günümüzde genel olarak Dinler Tarihi, özel olarak da Hristiyanlık Tarihi üzerine yapılan çalışmaların geçmiştekilere oranla konumuz açısından biraz daha aydınlatıcı olduğunu görüyoruz.
Teslis Havzasında Tevhid'in İzini Sürmek
1945 yılında Mısır'ın Uksur şehrine yaklaşık 100 kilometre mesafedeki Nec'u Hammâdî (veya Nec'u'l-Hammâdî) 8 bölgesinde bulunan Koptça (Kıptî dili) yazmalar ile 1947'de –bugün İsrail sınırları içinde bulunan– Lut Gölü (Ölü Deniz) civarındaki Kumran harabelerinin yakınında bulunan İbranice, Aramice ve Grekçe dillerinde yazılmış tomarlar, özellikle Müslümanlar bakımından Hristiyanlık Tarihi'nin adeta yeniden yazılmasını mümkün kılmıştır. 9 Ne ki, bu iki büyük keşif üzerinde gerçekleştirilen bilimsel faaliyetlerin herhangi bir aşamasında Müslüman bilim adamlarının yer al-a-mamış olması son derece düşündürücü ve esef verici bir durumdur.
Koptça kaynaklar, Kanonik İnciller'den birinin adına izafe edildiği Markos'un, ilk yüzyılın ortalarında Mısır'a geldiğini ve burada vefat ettiğini 10 söylemektedir. 11 Bilahare Roma Hristiyanlığı'nın başını ağrıtacak olan ve Hristiyanlık tarihindeki "Tevhidçi çizgi"nin bir tezahürü olarak dikkat çeken "Arius/çuluk" hareketinin kökenini burada aramak yanlış mıdır? 12
Keza Yahudi-Hristiyan havzasındaki Muvahhit çizginin tarihsel kökeninin, tarih sahnesine milat öncesi zamanlarda çıkan ve Hz. Yahya ve Hz. İsa'nın (ikisine de selam olsun) davetine hemen icabet eden Essenîler/İsiyîm ve/veya Zelot/Zealotlar'a dayanması –bu gruplar hakkındaki bilgilerin bütün spekülatif ağırlığına rağmen– bir ihtimal olarak bile bir Müslüman araştırmacı için yeterince heyecan verici değil midir! 13
Kısacası Muvahhid İsevîlik Hristiyanlığa dönüşmeden önce ya da "erken Hristiyanlık" döneminde neler olup bittiğinin ortaya çıkarılmasında Nec'u Hammâdî ve Ölü Deniz yazmalarının son derece büyük önemi bulunmaktadır.
Ancak dinî/tarihî tecrübelerimiz, bu yazmaların gerek tarihlenmesi, gerekse muhtevaları konusunda Yahudi-Hristiyan bilim adamlarınca yapılmış çalışmaların ilan edilen sonuçları hakkında bize hep ihtiyat telkin etmektedir. Terk-i dünya etmesinin üzerinden bir nesil bile geçmeden Hz. İsa (a.s) ve İncil etrafında oluşturulan efsane yumakları, "apokrif" ilan edilip insanlıktan gizlenen İncil versiyonları ve diğer metinler, "Hakk'ı batılla karıştıran" bir kitle karşısında bulunduğumuzu ihtar edip durmaktadır.
Dolayısıyla Havariler'in ve İncil'in akıbetini "tam anlamıyla" ve doğru bir şekilde gün yüzüne çıkarmak üzere yola çıkanları hâlâ büyük engeller beklemektedir. Zira bunun için ilk akla gelen en verimli tarihsel kaynaklar, Havariler'in de İncil'in de tamamen karşısında konumlanmış bulunanların patentini taşımaktadır.
"İncil-i Şerif ve Müjdeler"
İncil, Kur'an'ın haber verdiği gibi bir "kitap" mıdır, yoksa Hristiyanlar'ın kabul edip kullandığı anlamda sadece bir "müjde" midir? Hz. İsa (a.s)'a "inzal edilmiş" İncil diye bir "kitab"ın mevcudiyetini kabul etmek resmî Hristiyanlık bakımından mümkün değildir. Onlar bakımından "İsa'nın İncili" ifadesi ancak "İsa'nın müjdesi" anlamında kullanılabilir. Zira eğer bir vahiy varsa o bizzat İsa Mesih'tir; vahyin, ontolojik olarak O'nun dışında bir varlığından söz edilemez. 14 Dolayısıyla Kilise'nin (Hristiyanlığın) İnciller'den değil, İnciller'in Kilise'den (Hristiyanlık'tan) zuhur ettiği tesbiti, gerçeğin ifadesi olarak telakki edilmelidir. 15
Hristiyanlar böyle düşünse de, –yukarıda da vurgulandığı gibi– Kur'an Hz. İsa (a.s)'a "indirilmiş", ahkâm ihtiva eden bir İncil'den söz ettiğine göre 16 biz Müslümanlar bakımından burada önemli bir problem bulunmaktadır: Hz. İsa (a.s)'a "indirilen" bu İncil'e ne oldu?
Kanonik Dört İncil'in, İsa Mesih'in hayat öyküsü olduğu, dolayısıyla resmî Hristiyanlığın "yazılı İncil" anlayışının bundan başka bir şey olmadığı bilinen bir husus. Ancak yukarıda sözü edilen "Tomas İncili" 17 ile onun gibi Nec'u Hammâdî kitaplığı arasında bulunan "Filip İncili" 18 –kısmen– Hz. İsa (a.s)'ın ağzından çıkan sözleri ihtiva etme iddiası dolayısıyla bunlardan oldukça farklı bir tarza sahiptir. Bu durum "İncil" adıyla yazılanların tamamının aynı kalıpta değerlendirilemeyeceğini göstermektedir.
Hz. İsa (a.s) sonrasında kaleme alınan İncil metinlerinin her biri 19, içinde yazıldığı ortamın, yazarının ve hitap ettiği kitlenin durumun göre farklılıklar arz eder. 20 Bununla birlikte, Kilise'nin gerek "kanonik" saydığı, gerekse "apokrif" ilan ettiği İncil metinleri, muhtevaları itibariyle birbirine tamamen yabancı değildir; parça parça da olsa hepsinin yer verdiği ortak tema ve anlatımlar vardır. İbraniler İncili, Ebionitler İncili, Barnabas, Tomas, Yakub ve Filip'in adına izafe edilenler gibi çok sayıda "apokrif" İncil ile Kanonik İnciller arasındaki paralellikler ortak kaynaklara işaret ettiği gibi, farklılıklar, hatta zıddiyet de yukarıda ifade edilen "mücadele süreci"ni resmetmektedir.
Öte yandan Hz. İsa (a.s) sonrası ilk dönemlerde Muvahhid İsevîlik 21 ile Pavlus Hristiyanlığı arasında vuku bulan –aşağıda Havariler'i anlatırken bir miktar detayı verilecek olan– mücadele süreci Pavlus Hristiyanlığının galibiyetiyle sonlanınca doğal olarak Hristiyanlık kendi "resmî" akidesini oluşturup tarihini yazacak, buna uymayan metinleri de "gizlenmesi gereken" (apokrif) olarak ilan edecektir.
Pavlus din değiştirmeden önce İsevî Muvahhidler'in Yahudiler'den gördüğü baskılar "Resullerin İşleri"nde (8/3; 9/1-2) ve Pavlus'un mektuplarında (Galatyalılara, 1/13-23; Filipililere, 3/6) açıkça anlatılmaktadır. Bütün bu anlatılar, İsevî Muvahhidler'in sadece Yahudiler'den gördüğü baskının göstergesi olarak ele alınmalıdır. 22 Hz. İsa (a.s)'a yönelen Yahudi-Romalı öfkesi, doğal olarak Havariler'e ve ilk İsevî cemaate de yönelecek, hatta bir süre sonra buna Pavlus Hristiyanlığının sosyal baskısı da eklenecektir. 23
Böyle bir ortam içinde Hz. İsa (a.s)'a indirilen İncil'in eksiksiz biçimde yazılı hale getirilmesi, getirilebilse bile muhafazası ve aktarımı elbette son derece güçtür. Mevcut dört Kanonik İncil'in kaynaklarının tesbiti konusunda yapılan çalışmalar, bu İnciller'in muhtevasını oluşturan unsurların hayli uzun, çok yönlü ve girift bir etkileşim süreci sonunda bugünkü şeklini aldığını göstermektedir.
İnciller'in kaynaklarını tesbit maksadıyla yapılan çalışmalar meyanında muhtelif nazariyeler ortaya atılmıştır. Detayları ilgili çalışmalarda görülebilecek olan "İlk İncil", "Kısa Parçalar", "Şifahi Rivayet" ve "İki Kaynak" gibi faraziyelerin ortak yanı, hepsinin de mevcut İnciller'den önce şifahi veya yazılı bir kaynağın/kaynakların mevcudiyetini varsayıyor olmasıdır. Yine ilgili araştırmalar, bu kaynağın/kaynakların İncil yazarlarına gelene kadar karmaşık bir oluşum süreci yaşadığını kabul etmektedir. 24 Bu süreci oluşturan unsurlar –özellikle "şifahi" unsurlar– arasında, "İncil-i Şerif"in şifahi rivayetlerinden muhafaza edilebilen kısımların da bulunduğundan şüphe duymak için herhangi bir sebep yoktur.
Bu bilgiler ışığında şunu söylemek mümkün görünüyor: Hz. İsa (a.s), kendisine inzal buyurulan İncil-i Şerif'i başta Havariler olmak üzere ilk inananlara tebliğ etmiş, fakat yazdırmamıştı. Zira hem kısa, hem de oldukça sıkıntılı geçen tebliğ süreci içinde buna fırsat bulamamıştı. O'nun göğe çekilişinden sonra Havariler de –aşağıda da anlatılacağı üzere– sürekli biçimde baskı ve kovuşturma altında, dolayısıyla İncil'i üçüncü şahıslara bir bütün olarak yazdırma imkânından mahrum yaşadılar. Yapabildikleri, uygun zeminlerde İncil'den ve Hz. İsa (a.s)'ın öğretilerinden aktarabildiklerini aktarmaktan ibaret olmuştur. 25
Bu menkulat uzun yıllar içinde ağızdan ağza, yöreden yöreye ve ortamdan ortama aktarıldıkça Hz. İsa (a.s)'ın ve Havariler'in hayat hikâyelerinden kimi unsurların girmesine mukabil, İncil pasajlarının önemli bir kısmının çıkması tarzında bir muhteva değişikliğine de maruz kalarak İncil yazarlarının kaynaklarına kadar ulaştı.
Kur'an'ın, "Biz Hristiyanız" diyenlerden de kesin sözlerini almıştık. Onlar, kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular." 26 ayetiyle ifade ettiği noktaya gelişin hikâyesi kısaca böyle olmalıdır. Zira eğer Roma Hristiyanlığının resmîleştirdiği Hristiyanlık Tarihi esas alınacak olursa, bu tarih içinde bir yanıp bir sönen, ama hiçbir zaman tamamen ortadan kaybolmayan Muvahhid çıkışların ikna edici izahını yapmak asla mümkün olmayacaktır…
Havariler
Her ne kadar İbn Hazm, resmî Hristiyanlığın kabul ettiği Havariler'in gerçek anlamda Hz. İsa (a.s)'ın Havarileri olduğunu kabul etmemiş ve "Kur'an'ın haber verdiği Havariler, Hristiyanların isimlerini saydığı kimseler değildir" demiş ise de 27, Hz. İsa (a.s) adına ortaya atılmış tezvirata ibtina eden resmî Hristiyanlığın, Havariler hakkında da "müzevver" bir hikâyeye sahip olması yadırgatıcı değildir. 28
Hz. İsa (a.s)'ın "sahabesi" hakkında detaylı bilgi bulunmaması –tıpkı İncil-i Şerif'in akıbeti meselesinde olduğu gibi– ancak "iz sürerek" ve "satır arası okuyarak" ortaya konabilen bölük-pörçük bilgi kırıntıları ile yetinilmesi sonucunu doğurmuştur. İsimleri konusunda bile tam bir ittifaka rastlanamayan Havariler hakkında İslam kaynaklarında da çok fazla bilgiye tesadüf edilmez. Mevcut bilgiler de büyük ölçüde Hristiyan kaynaklarından veya mühtedi Hristiyan alimlerin anlattıklarından elde edilmiş görünüyor…
Hz. İsa (a.s) sonrası Muvahhid İseviler'in ilk büyük imtihanı, Stefanos isimli cemaat üyesinin Kudüs'te Yahudilerce taşlanarak şehid edilmesi olayıyla yaşanmıştır. Bu olaydan sonra Muvahhid İseviler cemaati Kudüs'ü terk ederek Yahudiye, Samiriye, Kıbrıs, Fenike, Antakya… gibi yerlere dağılmış, Kudüs'te sadece Havariler kalmıştı. 29 Aşağıda değinileceği gibi Kudüs'te kalmakla aslında "zor"u seçmiş olan Havariler, bilhassa Yahudiler'in tazyikine maruz kalacaktır…
Hz. İsa (a.s)'ın Kur'an'da birkaç yerde 30 zikri geçen havarilerinin sayısı, gerek İslam gerekse Hristiyan kaynaklarında 12 olarak verilir. Liste Matta (10/2-4) ve Markos'ta (3/16-9) şöyledir:
1. Simon Petrus (Kifas), 2. Petrus'un kardeşi Andreas, 3. Zebedi'nin oğlu (büyük) Yakub, 4. Zebedi'nin oğlu Yuhanna (Hanna), 5. Filipus, 6. Bortolomeus, 7. Didimus Yahuda Tomas, 8. Matta, 9. Alfeus'un oğlu (küçük) Yakub, 10. Taddeus, 11. Gayyur Simon, 12. Yahuda İskariyot.
Bu listede 8. sırada zikredilen Matta, Markos (2/14) ve Luka (5/27) incillerinde Alfeus'un oğlu Levi olarak, 10. sırada zikredilen Taddeus'un adı Luka İncili'nde (6/16) Yakub'un oğlu Yahuda, Matta İncili'nde (10/3) ise Lebbeus olarak verilmektedir. 12. sırada zikredilen Yahuda İskariyot ise Ahd-i Cedid'e göre Hz. İsa (a.s)'ı ele veren kişidir. Bu ihaneti dolayısıyla diğer havariler tarafından listeye onun yerine Mattias alınmıştır.
Burada Yusuf (Joseph) Barnabas'ın (meşhur İncil'in yazarı), Hz. İsa (a.s) ile birlikteliği sabit olduğu halde neden Havariler listesinde yer almadığı sorusu akla gelebilir. Hemen belirtelim ki, birçok otorite onu Havariler arasında saymıştır. 31 İhanetinden sonra Havariler arasından tard edilen Yahuda İskariyot'un yerine, yaşadığı sürece Hz. İsa (a.s) ile yoldaşlık etmiş kimseler arasından, "soyadı/lakabı Justus/Yustus olup Barsaba/Barnaba denilen Joseph/Yusuf ve Mattias tesbit edilip aralarında kur'a çekilmiş, kur'a Mattias'a çıkınca o havari sayılmıştır. 32 Bununla birlikte Yahudi kökenli Muvahhit İsevîler Barnabas'ı havari olarak kabul eder. 33
Hz. Yahya (a.s) döneminden itibaren Hz. İsa (a.s) ile yoldaşlık etmiş olması, Barnabas'ın Hz. İsa (a.s)'ın kadim ashabı arasında yer aldığını ve Havariler nezdinde de önemli bir mevkie sahip olduğunu gösteren tek gerçek değildir. Hz. İsa (a.s) sonrası Havariler cemaatinin faaliyetleri arasında adının hep ön planlarda geçiyor oluşu da onu önemli kılan hususlardan biridir.
Yahudiler ve Havariler
Hz. İsa (a.s) sonrasında Kudüs'te toplanmış bulunan Havariler, bir yandan Yahudiliğin, diğer yandan Roma yönetiminin baskısı altında Muvahhid İsevîliği yaşamanın ve yaymanın mücadelesini vermişlerdir. Petrus ve Yuhanna Hz. İsa (a.s)'ın öğretilerini tebliğ ederken Yahudiler tarafından tutuklanmış, bir süre sonra serbest bırakılmışlardı. 34 Babil Talmudu'nda Hz. İsa (as)'ın Mattay (Matta), Nakay (?), Nezer (?), Buni (?) ve Tadah (Taddeus?) isimli şakirtlerinin Yahudi mahkemesinde yargılanmalarından bahsedilmektedir. 35 Bu yargılanmanın sonucu Havariler'in idam edilmesini, Pavlus'un hocalığını yaptığı belirtilen ünlü Yahudi alimi Gamaliel'in engellediği söylenmiştir. 36 Bu, Resullerin İşleri'nde 37 anlatılan hadise olmalıdır. Nihayet muhtemelen 43 yılında Havariler'in reisi ve Hz. İsa (a.s)'ın kardeşi Yakub tutuklanmış ve boynu vurularak şehid edilmiştir.38
Bütün bunlar sadece Havariler üzerindeki Yahudi baskısını açık biçimde göstermekle kalmaz, aynı zamanda İncil-i Şerif'in nasıl kısa süre içinde ortadan kaybolduğunun izahını da verir.
Pavlus Hristiyanlığı ve Havariler
Müzevver "Şam vizyonu"ndan yaklaşık 3 yıl sonra Pavlus Kudüs'e gitmiş ve Havariler'in liderleri durumundaki Yakub ve Petrus ile tanışmıştır. Ancak 15 gün süren bu seyahatten ne Havariler'in ne de Pavlus'un memnun kaldığını söyleyebiliriz. 39 Her ne kadar bazı yazarlar, kısa bir tereddüt safhasından sonra Havariler'in, Muvahhid İsevîliği Hristiyanlığa dönüştüren Pavlus'un etrafında toplandığını söylese de 40 Resullerin İşleri ve bizzat Pavlus'un muhtelif mektupları durumun pek öyle olmadığını söylemektedir.
Bu ilk temastan sonra Pavlus ile Kudüs'teki Muvahhid Havariler'in arası hiçbir zaman düzelmeyecektir. 41 Muhtelif yerlere yazdığı mektuplar 42, Kudüs cemaati ile aralarındaki rekabetin en canlı şahididir. Çıktığı üç büyük "misyon gezisi"nin hemen tamamının akabinde Kudüs'e giden veya çağrılan Pavlus'un, yaydığı "aykırı" inançlar dolayısıyla burada kendisini savunmak ve "hesap vermek" zorunda bulunması, Havariler'in etkinliğinin en bariz ifadesidir. Resmî Hristiyanlığın görüşleri doğrultusunda Havariler'den bazılarının Pavlus ile birlikte hareket ettiği, dolayısıyla onun öğretisini benimsediği yolundaki anlatımlar bu sebeple her zaman ihtiyatla karşılanmalıdır.
Havariler'den Petrus, Zebedi'nin oğlu Yakub, kardeşi Yuhanna ve Alfeus'un oğlu Yakub'un öldürüldüğü görüşü ağırlıktadır. 43 Ayrıca Kilis'te –halk arasında "Kütküt Baba" diye bilinen– "Şem'un Nebi türbesi"nde yatan zatın Gayur Simon (Şem'un) olması muhtemeldir. 44
* * *
Hristiyanlık tarihi içinde, uzak yıldızlar gibi bir parlayıp bir sönen, ancak varlığını muhafaza eden bir "muvahhit çizgi" hep var olagelmiştir. Resmî Hristiyanlık tarafından köşe bucak saklanmaya çalışılsa da Hz. İsa (a.s)'ın gerçek öğretisinin yansımalarını taşıyan metinler gibi Muvahhit İsevîlik de tarihsel bir realite olarak önümüzdedir. Kur'an ve Sünnet'in rehberliğiyle Hz. İsa (a.s)'ın gerçek mesajının farkında olan Müslümanlar, "doğru başlangıc"ı yapma avantajına sahip oldukları için, resmî Hristiyanlığın da, onun karşısında konumlanmış bulunan modern bilimsel çalışmaların da atladığı gerçeği insanlığın muhakemesine sunma şansına her zaman sahiptir: Hz. İsa (a.s) şüphesiz ki görevini yaptı ve Tevhid'i tebliğ etti. Bu nasıl tarihsel bir realite ise, O'na indirilmiş bir Kitab'ın (İncil) ve O'na inanan ve nezd-i Bârî'de "hakikatin şahitleri" ile birlikte kaydedilmeyi uman muvahhit Havariler'in mevcudiyeti de aynı şekilde tarihsel birer realitedir. Buna sadece resmî Hristiyanlığın "apokrif" (halktan saklanması gereken) dediği metinler değil, "resmî" (kanonik) metinlerin "satır arkaları" da şahitlik etmektedir. Şüphesiz ki Hristiyanlık tarihinin "heretik" (sapkın" olarak kaydettiği muvahhit hareketlerin her birinde, Havariler'in gayretinin, soluğunun ve adanmışlığının izi vardır.
Dinler Tarihi konusunda çalışanların, Hristiyanlık Tarihi'ni, Hristiyanlığın resmî metin ve söylemlerine inhisar ettirme alışkanlığından sıyrılıp, bu izi sürmeye yoğunlaşmaları gerekir…
--------------------------------------------------------------------------------
* İncil-i Şerif ve Havariler'le ilgili bu yazıda konunun ancak ana hatlarını işleyebildim. Hazırlıkları devam eden –Hristiyanlık, Diyalog ve Misyonerlik'le ilgili– kitapta bu konu daha geniş bir şekilde yer alacaktır.
2. Hz. İsa'nın tebligatının Hz. Musa'dan (ikisine de selam olsun) ne kadar zaman sonra vaki olduğu konusunda görüş ayrılıkları vardır. Çağdaş araştırmacılar bu zaman aralığını genellikle 1200 küsür yıl olarak verirken, daha eski kaynaklar rakamı 1700, hatta 1900 küsür yıla kadar çıkarmaktadır. Bkz. M. Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, I, 223; G. Tümer-A. Küçük, Dinler Tarihi, 211; Y. Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezhepleri, 166, 11. dpnt.; es-Süyûtî, el-Hâvî, II, 251; Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, I, 43.
3. İbn Kesîr, Hz. Zekeriyya (a.s)'ın normal bir ölümle mi öldüğü, yoksa şehid mi edildiği konusunda ihtilaf bulunduğunu söylerse de (bkz. Kasasu'l-Enbiyâ, II, 342; krş. et-Taberî, I, 591), kaynakların ağırlıklı olarak tercih ettiği, onun şehid edildiğini anlatan rivayettir. Bkz. İbnu'l-Cevzî, el-Muntazam, I, 302; es-Sa'lebî, Arâisu'l-Mecâlis, 380-1; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, VI, 468-9…
4. 3/Âl-i İmrân, 49; 43/ez-Zuhruf, 59; 61/es-Saff, 6. Krş. Luka, 24/21.
5. Yuhanna İncili'nde Hz. İsa (a.s)'ın hayatı 3 Fısıh (Pesah) bayramına dağılmış sahnelerle anlatılırken (2/13, 6/4, 12/1), diğer İnciller tek bir Fısıh bayramından söz eder. Bu durum, Hz. İsa (a.s)'ın tebliğinin ne kadar devam ettiği sorusuna 1 veya 3 yıl şeklinde farklı cevaplar verilmesine yol açmıştır. Sinoptik (Matta, Markos ve Luka'ya izafe edilen) İnciller ile Yuhanna İncili arasındaki çelişkiler meyanında bu nokta da dikkat çekmektedir. Resmî Hristiyanlığın kabulleri doğrultusunda kısa bir "Hz. İsa (a.s) kronolojisi" için bkz. DİA, XXII, 468; Şinasi Gündüz, Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı 153-4.
6 3/Â-i İmrân, 55; 4/en-Nisâ, 157-8.
7. Bu konuda tesbit edilmiş bir bibliyografya için bkz. Ramazan Biçer, İslam Kelamcılarına Göre İncil, 17 vd.
8. نجع الحمادي veya نجع حمادي . Burada bulunan son derece kıymetli yazmalar hakkındaki malumatı olduğu gibi, yörenin ismini de ("Nag Hammadi" olarak) Batılılar'ın ağzıyla telaffuz ediyor oluşumuz gerçekten hüzün vericidir.
9. Her iki koleksiyon hakkında geniş bilgi için bkz. Ahmed Osman, Mahtûtâtu'l-Bahri'l-Meyyit, 127 vd.
10. Bkz. Özemre, 13 (26 nolu dpnt.)
11. Roma Hristiyanlığı bu bilgiyi "tartışmalı" bulur. Bkz. Hıristiyanlık Tarihi, 66.
12. Bkz. Maurice Bucaille, Tevrat İnciller ve Kur'an, 98.
13. Essenîler'le ilk muvahhid İsevîler arasındaki ilişki için bkz. Eliade, II, 400.
14. Yuhanna, 10/7; Korintoslulara-I, 1/24; Sarıkçıoğlu, 302, 305.
15. Suat Yıldırım, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, 133.
16. 5/el-Mâide, 46-7; 7/el-A'râf, 157...
17. Tomas İncili'nin, MS 30-60 yılları arasında (muhtemelen 50'li yıllarda) Hz. İsa (a.s)'ın manevi kardeşi ve Muvahhid İsevîler'in (Kudüs cemaati) lideri Yakub'un gözetiminde derlendiği, dolayısıyla bu metnin diğer İncil metinlerinden daha kadim bir döneme ait olduğu bilinmektedir. (Bkz. Gündüz, 149.)
18. Bu İncil'in, biri Ekrem Sarıkçıoğlu'na (OMÜ İlahiyat Fak. Der. IV, 14 vd.), diğeri Ahmed Yüksel Özemre'ye (Hz. İsa'nın 114 Hadisi adıyla, İst. 2004) ait olmak üzere yayımlanmış iki ayrıt Türkçe çevirisi bulunmaktadır. Özemre'nin çalışması, aynı zamanda Tomas İncili'nin ihtiva ettiği metinlerin yorumunu a yapmaktadır.
19. Bkz. Luka, 1/1-4.
20. Bucaille, 96; Gündüz, 151.
21. İlgili çalışmalarda müntesiplerine genellikle "Yahudi Hristiyanlar" veya "Kudüs Hristiyanları" denmiş olsa da onların Muvahhid İsevî olarak anılmasının daha uygun olduğu düşüncesindeyim.
22. Eliade, II, 392.
23. Muhammed Atâurrahîm, Bir İslâm Peygamberi Hz. İsa, 67.
24. Yıldırım, 139 vd.; Şaban Kuzgun, Dört İncil Farklılıkları Çelişkileri, 116-7; DİA, XXII, 273.
25. Mahmut Aydın, "Yahudi Bir Peygamberden Gentile Tanrıya: İsa'nın Tanrısallaştırılması Süreci", İslâmiyât dergisi, III/4,50. Ayrıca bkz. Kuzgun, 126.
26. 5/el-Mâide, 14.
27. İbn Hazm, el-Fısal, II, 89-91.
28. Havariler'in ağzından Hz. İsa (a.s)'a uluhiyet izafesi uydurması için bkz. Matta, 16/16; Yuhanna, 1/14.
29. Bkz. Resullerin İşleri, 6, 7, 8. bablar; ayrıca 11/19-24.
30. 3/Âl-i İmrân, 52; 5/el-Mâide, 111-3; 61/es-Saff, 14.
31. Bkz. DİA, V, 77.
32. Resullerin İşleri, 1/21-6.
33. Atâurrahîm, 60.
34. Resullerin İşleri, 3 ve 4. bablar.
35. Baki Adam, "Yahudiliğin Hıristiyanlığa ve İslam'a Bakışı", Dinler Tarihi Araştırmaları (Sempozyum metinleri), I, 162.
36. Yıldırım, 56.
37. 5/17-41.
38. Resullerin İşleri, 12/1 vd.; Eliade, II, 392.
39. Galatyalılara Mektup, 1/18-9; Resullerin İşleri, 9/26-8.
40. Yıldırım, 51.
41. Bkz Galatyalılara Mektup, 2/1-21; Gündüz, 59 vd.
42. Galatyalılara, 3 vd. bablar; I. Korintoslulara, 1/10 vd.; 4/18 vd.; Romalılara, 2, vd. bablar.
43. Yıldırım, 54.
44. Özemre, 6 (5. nolu dpnt.)

Murat HAFIZOĞLU [*]
İnkişaf Dergisi, 4.Sayı


ST.PAVLUS KİMDİR

ST.PAVLUS KİMDİR

  St .  Paulus         Kilikya Tarsus’unda doğan St Paulus Yahudi kökenli bir Roma vatandaşıdır. Sıkı bir Yahudi eğitiminden geçtiği bilinen Paulus’un bu eğitimi yaşlı Gamagel’den aldığı bilinmektedir. İlk devrelerde Hıristiyanlığın  şiddetli bir düşmanı iken, 

MS 32 de Şam yolunda İsa’yı görüp onun kendine niçin böyle eziyet ettiğini sormasından sonra Hıristiyan olmuştur. Böylece  kendisine vahiy geldiğini,sözlerinin tanrı İsa’nın sözleri olduğunu;Tanrı’nın ise vücuduna girdiğini söylemiştir. Daha sonra misyonerlik faaliyetlerine başlayan Paulus ilk yolculuğuna Kilikya Ainocheia’sından başlamıştır. 

Başta Paulus olmak üzere Hıristiyanlar çeşitli yerlere giderek oralarda cemaatler oluşturmuşlardır .Bu cemaatler dini ayin törenleri, ibadet işlerini yürütmek için birer idareci seçmişlerdir. Bu idareciler ise ruhban sınıfının başlangıcıdır.Paulus İlk vaazını 46 yılında bir sinagogda vermiştir .Bu sinagogun  üzerine St Paul adında bir kilise yapılmıştır .

Oldukça başarılı geçen bu misyonerlik faaliyetlerinin sonucunda,artık Anadolu’da İsa’nın sözleri hızla yayılmaya başlamıştır. İkinci ve üçüncü seyahatleri de Anadolu ve Makedonya’ya uzanan bir rota çizmiştir. MS 48-56 yılları arasında ilk kez Ephesos’ta kalır. Çeşitli uluslara tanrının buyruklarını içeren ve İncil’de yer alan mektupların burada yazıldığı sanılmaktadır. 

Bugünkü misyonerlerin esas olarak örnek aldıkları kimseler, Paulus ve onun öğrencileri olmuştur. Aslında Hıristiyanlığı büyük ölçüde bozankişi Paulus’tur. Paulus’un Hıristiyanlığı, propagandasını yaptığı toplumlara kabul ettirmek için onların yerli dinlerinden motifler alıp kullandığı, Hıristiyanlığın içine Yunan ve Roma dininden izler sokarak Hıristiyanlığı daha da bozmuştur. Paulus’un yaydığı Hıristiyanlık ayrıca Yunan-Roma medeniyeti içerisinde, onun üstün kültürünün yardımıyla evrensel bir din haline gelmiştir. 

Böylece eski monotheiste (tek düşüncelik) İsrail dini şimdi Yunan-Roma medeniyetinin (polyhesimi) ile uzlaşarak Hıristiyanlığın teslis şeklini almıştır. Roma imparatoru Neron 64 ‘deki Roma yangınından ma’nen Hıristiyanları sorumlu tutmuştur.Bundan dolayı Hıristiyanlara karşı bir baskı ve zulüm dönemi başlamıştır. 

Bu olaylar sonucunda Paulus ve Petrus Roma’da öldürülmüştür(133) Onların mezarlarının Roma’da bulunması,Roma Kilisesi’nin bütün Hıristiyanlığı temsil ettiği iddiasına yol açmıştır.İlerleyen dönemlerde Hıristiyanlar arasındaki ihtilaflara giderek yenileri eklenmiştir. Bu ihtilafları gidermek için 325’de İznik’te bir konsül toplanmıştır. 

İmparator Konstantin’i esteğiyle, İsa’nın tanrılığını reddedip onun yaratık olduğunu savunan Aryüsçülere karşı, İsa’nın tanrılığını savunan Pavlus geleneğine tabi olanlar hakimiyet sağlamıştır. Hıristiyanlığın en büyük misyoneri ve misyonerliği sistematik hale getirmesi sebebiyle misyonerliğin kurucusu olarakta adlandırılan  Paulus, Hıristiyanlığı Anadolu ve Makedonya’da yaşayan halkların dini haline getirmiş, Hıristiyanlar’ın ibadet mahalleri olan kiliseler ise onun zamanında kurulmuştur.  

KAYNAKÇA G. Tümer,- A.Küçük ,Dinler Tarihi (1997) S.Kocabaş ,Türkiye’de Gizli Tarih 3 Misyonerlik ve Misyonerler (2002) A.J.Toynbee,Hıristiyanlık ve Dünya Dinleri (2005) Y.Ulucan ,Kitab-ı Mukaddes Üzerine Bir Çalışma (2006)


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...