06 Mayıs 2014

ATATÜRK HAKKINDA ÖĞRENMEK İSTEDİĞİNİZ KONULAR

Readers ( 44 users online )
Readers → What are visitors reading right now?
6
4
3
2
2
2
2
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1

Ankara - Çankaya Köşkü Müzesi =Çankaya Köşküde Sanal Tur Yapın=

Ankara - Çankaya Köşkü Müzesi


AŞAĞIDAKİ LİNKE TIKLAYIN ÇANKAYA KÖŞKÜNDE SANAL TUR ATIN


Atatürk'ün Mekanı Müze Köşk
Ankara'nın Çankaya köyünde tahminen 1800'lü yılların sonlarında yapılan bir bağevinin inşa edilirken tarihe tanıklık edeceği, ülkenin kaderini değiştiren dünya çapında bir lidere konut olarak hizmet vereceği kimin aklına gelirdi?
Ankara'ya geldiği 27 Aralık 1919 tarihinden 1921 yılına kadar önce Ziraat Okulunda, TBMM Başkanlığına seçilmesinden sonra da İstasyondaki taş binada ikamet eden Atatürk, 1921 yılının Haziran ayında Çankaya'daki bağevine yerleşti. Bugün Müze Köşkü'nün girişinde, Atatürk'ün 56 yıllık ömründe en uzun süre ile yaşadığı ikametgâh olma özelliğini de taşıyan bina ile ilgili şu satırları görürüsünüz:
"Eski bir bağ evidir. Ankaralı Bulgurluzade Mehmet ve Rıfat Beyler tarafından satın alınmış olup, 1921 yılı başlarında Ankara Müftüsü Hoca Rıfat Börekçi'nin önderliğinde Ankara halkı adına Atatürk'e armağan edilmiştir. Atatürk tarafından ordu namına devir ve ferağ edilmesi üzerine 'Ordu Köşkü' adını alan bina, ilk haliyle alt kat holünde mermer bir havuzu bulunan iki katlı bir yapıdır. 1921 yılı Haziran ayı başlarında Atatürk Ankara Garı'nda ikamet etmekte olduğu konuttan bu Köşk'e küçük bir onarımdan sonra taşınmışlardır.
Çankaya Köşkü'nün 1921'den bir görüntüsü.  
1924 yılında Mimar Mehmet Vedat Bey tarafından Köşk'e ilaveler yapılarak bugünkü şekline getirilmiştir.
Bu ilaveler ön taraftaki camekânlı giriş arkada ise uzunlamasına bir ofis ve mutfak, yan tarafında bulunan kuledir. 1932 Haziran ayına kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanlığı Köşkü olarak kullanılmış olan ve Cumhuriyet tarihinde çok önemli bir yer tutan bu yapı yeni köşke taşınıldığında tüm mefruşatı ile korunarak o günkü hali ile muhafaza edilmiştir."
Eski bağevinin içinde bulunan havuzlu oda.
Sonradan "köşk" haline getirilen ve büyük sarayların ihtişamından uzak, mütevazı, ancak zevkli ve rahat bir biçimde döşenen binanın methal taşlığına ayak bastığınız anda, kendinizi birden 1920'li yıllarda bulursunuz.
Tarihe yapılan bu ani yolculuğa beyniniz ve duygularınız uyum sağlamaya çalışırken, bedeniniz hole varmıştır bile. Ve o andan itibaren tarihi yaşamaya başlar, her eşyada, her köşede Atatürk'ün izlerini görür, hemen bir kapıdan çıkıverecek gibi bir beklentiye kapılarak o anı yaşama heyecanı ile tüm köşkü beyin kıvrımlarınıza yerleştirmeye başlarsınız. Giriş holünde, ortada duran bilardo masasının Atatürk'ün Köşk'te yaşadığı süre içinde üst katın sofasında bulunduğunu, ancak çok ağır olduğu için binada çökme yaratabileceği endişesi ile alt kata konulduğunu hemen belirtmek gerekir.
Holde tam karşıda yemek salonunun, sağda yeşil salonun kapıları, solda ise elçi kabul salonunun kapısı ile üst kata çıkan merdivenler Müze Köşk'ü tanıma isteğinizi anlamışçasına davetkârdır. Holde piyano ile altılı oturma grubu bulunur. Duvarlarda ise 2 adet tablo ile Atatürk'ün çeşitli tarihlerde çekilmiş 3 adet fotoğrafı asılıdır. Üç girişli holün ortada bulunan kapısı kapatılmıştır ve önünde bilardo dolabı bulunmaktadır. Bu kapıda asılı bulunan kilim perdelerin güzelliğini dikkatli gözler hemen yakalar. Geçen yıllar perdenin zarafetini hiç mi hiç etkilememiş gibi görünüyor.
Holün sol tarafındaki elçi kabul salonunda, Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa tarafından kendilerine hediye edilen ve Atatürk'ün çok sevdiği 3 koltuk, 1 kanepe, bir çalışma masası ve dolaptan oluşan sedef kakmalı bir takım ile sol tarafta ayrı bir çalışma masası bulunmaktadır.
Odaya girer girmez Atatürk'ün huzuruna çıkmışçasına bir duygu tüm benliğinizi sarıverir. Duvarlarda bulunan sedef kakmalı çerçevelerdeki bazı fotoğrafların yanı sıra çalışma masası üzerindeki bir fotoğraf insanı adeta içine çeker. Fotoğrafın üzerinde el yazısıyla yazılmış şu notu okursunuz:
"21.9.1935-İstanbul'dan Ankara'ya vagonda." Elçi kabul salonunun karşısında bulunan yeşil salon; oturma grupları, bazı fotoğraflar ve bir vitrin dolabın yer aldığı kabul ve oturma odasıdır. Yemek salonuna da bir kapısı bulunmaktadır.
Çankaya'da Atatürk'ün verdiği yemeklerle ilgili çeşitli anıları hemen hepimiz okumuş olduğumuz için midir, yemek salonuna girdiğiniz anda kendinizi erken gelmiş bir konuk gibi duyumsayabilirsiniz. Döneme özgü möblelerin yer aldığı salonda ilk göze çarpan şey, hole açılan kapının tam karşısında bulunan, bacası ve yan tarafları tahta oymalı şömine ile şöminenin her iki yanının üst kısmındaki ikişer adet vitray kaplı pencerelerdir. Yemek salonunda bir de dört kişilik kahvaltı masası ile yeşil salon giriş kapısının poker masası yer alır.
İki vitrin dolap, bir büfe, bir konsol, iki gramofon ve şömine ile kapı kenarlarında bulunan büyük çini vazolar salona uyumlu bir biçimde yerleştirilmiştir ve vitrinlerle büfede bulunan takımlar kullanıma hazır gibidir. Kanepenin önünde tam ortada büyük bir gümüş mangal bulunur.
Çankaya Köşkü'nün son hali
Yemek salonuna holden açılan kapının üzerinde Hüseyin Avni Lifiş'in 1922 tarihini taşıyan tablosu, yeşil salondan açılan kapının üzerinde ise eski harflerle atılmış imzası olan ağlayan kadın tablosu gözünüze ilişecektir.
Cepheden sadece eşyaları dönen şehite yakılan ağıt kulaklarınızda çınlar. Salondan hole çıkınca hemen sağda bulunan merdivenler Atatürk'ün yaşamının özel anlarına uzanan bir yoldur.
Üst katta "sofa"ya açılan 6 kapı vardır. Birisi merdivenlerden sofaya girilen kapıdır. Bunun hemen solundaki kapı yatak odasına, sağdaki kapı istirahat odasına, ön cepheye bakan kapı balkona, tam karşıdaki kapı da kütüphaneye açılır. Sofanın ortasında oval bir masa (eskiden bilardo masasının bulunduğu yer), bir kanepe ile iki koltuk ve iki tane vitrin dolap bulunur. Balkon kapısının önünde büyük bir mangal vardır. Vitrinlerin birinde Atatürk'ün madalyaları ile 1931 milletvekilliği mazbatası, diğerinde de ilk Atatürk serisi pullar sergilenmektedir.
Merdiven sahanlığına açılan bir kapısı daha olan istirahat odası tek kişilik mütevazı bir yatak odasıdır. Bir divan yatak, bir koltuk, küçük bir yazı masası, bir gardrop ile iki puf yer alır. Duvarlarında bir duvar saati, bir tablo ile Atatürk'e ve Fethi Okyar'a ait birer fotoğrafın bulunduğu bu odayı Atatürk'ün çok sevdiği rivayet olunur.
İstirahat odasının karşısında bulunan iki kapı da kütüphaneye açılır. Sağ taraftan girdiğinizde çalışma masasında Atatürk'ün oturduğu hissine kapılabilirsiniz. Çünkü, Atatürk pek çok konu hakkındaki fikirlerini bu masanın başında oluşturmuştur. "Büyük Nutuk"u burada kaleme almıştır.
Kütüphanedeki kitaplar Atatürk'ün geniş ufkunu ve kültür yapısını nasıl oluşturduğunu gösteren önemli delillerdir. Kitaplarda aldığı küçük notları, işaretlediği bölümleri ve altını çizdiği satırları bulmak mümkündür.
Kütüphanenin devamı şeklinde döşenen ve bir kapı ile yatak odasına bağlanan arka kısmında yine kitaplıklar ve dört sandalyeli yuvarlak bir masa ile köşede okuma koltuğu ve abajurun bulunduğu bölümle kule odaya adım atarsınız. Koyu renklerin hakim olduğu kule odada yine bir çalışma masası ve koltuklar ile yerde Moskova Sefiri Muhtar Bey'in hediyesi bir ayı postu yer alır.
Adımlarınız artık sizi Köşk'ün görülecek en son bölümüne, insanların en özel mekânı sayılan yatak odasına ulaştırmıştır.
Yatak odası da Köşk'ün diğer bölümleri gibi son derece sade, ama zevkli bir şekilde döşenmiştir. Atatürk'ün yastığı ve yorganı, örtüsü ile birlikte yatağın üzerinde muhafaza edilmektedir. Yatağın kenarına bırakılan terlikleri her an sahibi gelip giyiverecek gibidir. Odadaki iki tuvalet masasından birisi banyo kapısının yanında durur. Üzerindeki tuvalet malzemelerinin Latife Hanım'a ait olduğu bilinir. Atatürk'ün 9 Ocak 1923 tarihinde başlayıp 5 Ağustos 1925 tarihinde sona eren evliliğine tanıklık eden Köşk'te Latife Hanım'a dair tek iz de, bu tuvalet malzemeleridir.
Yatak odasında, gardırop, bir koltuk, iki sandalyeli küçük, yuvarlak bir masa dışında dikkat çeken bir başka şey de, şöminenin üzerindeki Zübeyde Hanım'ın gençlik resmidir. Yatak odasından geçilen banyonun dönemin en iyi malzemeleri ile yapıldığı görülür. Gömme küvetin yanında merdiven sahanlığına açılan bir kapı bulunur.
Atatürk'ün mekânındaki gezintiniz banyo dairesi ile sona erer. Merdivenlerden inip Köşk'ün dışına çıktığınız zaman karşılaştığınız ana döndürür ve gözleriniz Atatürk'ün "en büyük eserim" dediği Cumhuriyet'in modern başkenti Ankara ile buluşur.
Kaynak: www.kultur.gov.tr
Yeni ve Eski Çankaya Köşkü'nün birlikte görünümü

AŞAĞIDAKİ LİNKE TIKLAYIN ÇANKAYA KÖŞKÜNDE SANAL TUR ATIN


DEĞİŞİM POMPACILARI



Değişim Pompacıları




Askerliği doğru-dürüst yaptıkları kuşkulu birileri de komutanları eleştirdiklerini sanıyor

Siyasal edebiyatımızda her gün, nerdeyse her saat, yeni güldürü örneklerine rastlamaktayız. Hem de kara güldürü. Herşeyi bildiğini, herşeyden anladığını sanıp her konuda bilgiçlik taslayan kimi sütun fırıldakları, yeni yalanlarla yağcılık ve yalakalıkta ölçüsüzlüklerini ortaya koyuyorlar. Yaranmak, yanaşmak çabalarını (aşağılık duygularının, ruhsal-beyinsel bozukluklarının ve bilgi boşluklarının etkisiyle) arkasında kuyruklaştıkları “malûm”ların gözüne girmek için utanmazlıkla sürdürmekte, saldırıya dönüştürerek kimliklerini açıklamaktadırlar. Bir ara Bülent Ecevit için, hattâ “Dün ne isek bugün de oyuz” diyen Devlet Bahçeli’nin partisi için “Değişti... Değişti!” diye yelken açmışlardı. Şimdi de AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, her sözü, her davranışı, buyruğuyla yapılan her işlem, atama ve düzenlemeyle değişmediklerini vurgulamasına karşın değiştiklerini savlayan, bunu yineleyip kanısında direnenler, “Kraldan çok kralcı” tipler türedi. Üstelik hiç gereği yokken, görevini namus bilerek, vicdanını yastık yaparak, hiçbir kötüyle ve kötülükle ilişkisi söylenmeden emekli olanların adını küstahça sıralayıp karşılaştırarak. Kendi maoculuğunu, çıkar çukurunda debelenmesini unutturmak, iktidar goygoyculuğunu geçiştirmek isterken bu saygın adları unutturmamış olması da karakterine uyan bir çelişki. Askerliği doğru-dürüst yaptıkları kuşkulu birileri de komutanları eleştirdiklerini sanarak kendi zavallılıklarını, medyadaki yozlaşmanın kanıtları olarak, yansıtıyorlar. Ne tarih, ne hukuk bilgileri var ne de ulusal güvenlikten, siyasetten, demokrasiden, yönetimden anlıyorlar.
Galiçya’yı, Yemen’i, Trablusgarb’ı, Halep’i, Bağdat’ı, Kafkasya’yı, Silistre’nin nerede olduğunu, önemli savaşların tarihini bilmezler. Yurttaşlık ve insanlık bilincinden yoksundurlar. Terbiyeleri de yoktur. Kimlerin çocuğu, torunu oldukları hemen seziliyor. Yurt, yurttaş, devlet, ulus nedir, bilmiyorlar. Geçmişi karanlık, şaibeli, sanık-hükümlü, önünde saygıyla eğilip “Devleti çok iyi koruyorsunuz, sizi tüm kalbimle kutluyorum” dediği insanı şeriatçılara yaranmak için aynı nedenle kötüleyen kendini bilmezler de var. Kadınlarımızın geleneksel, alışkanlık ve tertemiz inançlarına göre gerekli sayarak kullandıkları olağan başörtülerini, “türban” yalanıyla dini siyasallaştırarak demokrasiyi dinselleştirmek için simge niteliğinde sıkmabaş-bohçabaş biçimine çevirmeyi modernleşme, ilerleme, küreselleşme, sekülerleşme gösterme direnişi, köktendinci teröre karşın “irtica olmadığı” inadı, lâikliği, cumhuriyeti ve Atatürkçüleri suçlama sapkınlığı paranoya değil midir? Tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği, aydınlanmayı, barışı, insan haklarını, eşitliği, demokrasiyi savunup zorunlu olmayan savaşları, sömürgeciliği, yoksulluğu, hastalıkları, terörü, tüm kötülükleri kınayanlara saldıranların yaşadığı sokakları tanımlamak güçtür.

Şimdiki yönetim 28 Şubat’ın intikamı peşinde
ABD baskılarına, Avrupalıların dayatmalarına, 2. Sevr’e karşı çıkanlardan biri olarak eğilmeden, ezilmeden, ödün vermeden, AB’ne eşit konumda katılma istediğimiz için bizi eleştirenlere ne söylesem azdır. Çöreklendikleri köşelerden topluma zehirlerini saçanların silâh gibi kullandıkları kalemleri, sahiplerine en yararlı araçtır. Kendilerini tanımlayıp tanıttıkları sözcükler, düzeylerinin, kişiliklerinin, niteliklerinin, kimlerin nesi olduklarının ipucunu vermektedir. Şarlatanları şamatalarıyla, palyaçoları polemikleriyle, şirretleri şımarıklıklarıyla başbaşa bırakmak en uygun tutumdur.
Kimilerinin dediği gibi “Yalaka-salaka, bağnaz-yobaz, yılışık-karışık, şişkin-pişkin, sap-saman, gerzek-geveze, aptal-şapşal, ahmak-avanak, ayva-armut, oynak-manyak, nankör-hain, sapkın-satılık, geçim-o biçim, safsata-şamata, hırsız-uğursuz, yalı-çalı, adî-alçak, uçuk-kaçık, madrabaz-maskara, binek-dönek, arsız-yüzsüz, ahlâksız-onursuz, salatalık-muşmula, mütarekeci-mandacı, numaracı-çıkarcı, şımarık-şirret, ayyaş-liboş” koalisyonlarından başlayarak duyduk-larımızdan sözetmek bize yakışmaz. Yalanla yoğrulan, kendi sıfatlarını başkalarına yükleyerek rezilliğini, pespayeliğini gizlemeye çalışan kanı, sütü, mayası bozuklarla, kapı kapı dolaşıp yozlaşanlarla, ağzından çıkanı kulağı duymayanlarla, yaptıklarından ve kendine söylenenlerden yüzü kızarmayan fosilleşmiş bulaşıcılarla zaman yitirmemelidir. Sırıtarak, kıvırtarak bildiklerini okurlar. “Misak-ı Millî tabusu” eleştirisiyle yaptıranları bırakıp yapanları karalayarak 27 Mayıs Devrimi’ne, 28 Şubat dönemecine karşı çıkarlar. Şimdiki yönetim de 28 Şubat’ın intikamı peşindedir.

Teröristlere kolaylık sağlanırken devleti, hak ve özgürlüklerini koruyanlar teröre açık tutuluyor
Değişim, olumlu ya da olumsuz olur. İleriye doğru, beğeni toplayacak biçimde gelişme olumlu değişimdir. Evreler, aşamalar, süreç, duyguda, düşüncede, yapıda, varlıkta bireysel ya da toplumsal değişimi sağlar, gerçekleştirir. Eğitim-öğretim, çalışma, görgü ve zaman, kimi etkenlerdir. Geriye doğru, kınanacak bir belirginlikle iyiden kötüye dönüş, kazanılanı yitiriş, düşüş, bozuluş, olumsuz değişimdir. Başka tanımları da yapılabilir ama özetlediğim anlamıyla kavranması kolaydır. Peki, Recep Tayyip Erdoğan ne yapmış da değişmiş? Konuşması, giyimi-kuşamı, düşüncesi, tutumuyla mı? Öncekinden ayrı olan yanları ne? Kendinden önceki siyaset adamlarının söylediklerinin kimilerini yinelemesi, onların açtığı yoldan yürümesi, yapılması gecikmiş kimi işlem ve düzenlemelerin kendi zamanına rastlaması mı değiştiğinin kanıtıdır? AB’yi o mu buldu? ABD ile “stratejik” olduğu söylenen dostluk onun zamanında mı başladı? Yoksa onun için değişen Türk Ceza Yasası, Anayasa gibi Ege, Kıbrıs, Güneydoğu sorunlarıyla Irak’ın kuzeyi konusunda, IMF ve AB ilişkilerinde ödünler, gereksiz söz vermeler, yanlış adımlar, kimi suskunluk ve içine sindirmeler ayrık mı tutuluyor? Haksız, gerekçesiz, nedensiz görevden almalar, emekli işlemleri, atamalar, sırıtan kadrolaşma, üniversiteleri uydu yapma, dinci eğitime ayrıcalık ve ağırlık verme, özel okulları kullanma, değiştirilmesi bile önerilemez lâikliği tartışma, sıkmabaşı kavga aracı yapma, özelleştirme yağma-talanını hızlandırma, ihale oyunlarını genişletme, orman ve sit alanları kıyımı, barış ve eve dönüş adıyla kendilerini ve yandaşlarını kurtarma kurnazlıkları, kendi yolsuzluklarını kapatmak için baskıcı komisyonlar kurdurup başkalarını suçlama, Bakanların gereksiz konuşmalarıyla savcılara baskıları nedir? Teröristlere kolaylık sağlanırken devleti, hak ve özgürlüklerini koruyanları teröre açık tutma, hedef gösterme çabaları ne oluyor? Bunlara ne demeli? Demokrasiyi amaç değil, araç sayan görüşle, inanç katılığı, bağımlılığı ve sömürüsü açıklayan söz ve şiirlerden dönüldü mü? İş çevrelerinin isteklerini buyruk gibi algılama alışkanlığından, Millî Görüş birlikteliğinden gerçekten vazgeçildi mi? Yabancıların katıldığı çarşaflı nikâh gösterileri, devlet protokolündeki uygar görünümünü karartan (ayakları açık, başı bohçalı) giyim biçimini “tesettür modası” olarak benimsetmeye çalışmak değişmek midir? İnsan hakları, demokrasi kavramları ve hukuk kendi dinci açılımlarına elverişliliği ölçüsünde kullanılmakta, bağımsızlıktan, hukukun üstünlüğünden, kadın-erkek eşitliğinden, lâiklikten, Atatürk ilkelerinden, üniversite özerkliğinden, yargı bağımsızlığından asla söz edilmemektedir. Tersine, Atatürkçülük ve lâiklik suçlanmaktadır. Köktendinci terörün süre tanıdığı, takiyyelerin sonucunu beklediği anlaşılmaktadır. Korkmasalar Atatürk’ü de suçlayacaklardır. Hortumcuyu, soyguncuyu, rüşvetçiyi, hırsızı, katili, haini bırakıp tam bağımsızlığı savunanlara yönelmişlerdir. Bunlar siyasal kapkaççı sayılmaz mı? “Realist ve idealist çalışıyoruz” sözüne kimler kanar? Batı aydınlığına karşı, doğu karanlığına yandaş olanlara, tiyatroyu, operayı, baleyi, bilimi, felsefeyi, kültürü dışlayanlara kimse inanmaz. Memuru, işçiyi, emekliyi, öğrenciyi, özürlüyü düşünmeyip bu kesimlerle alay edip gözdağı veren, yurttaşlarını kolluk güçlerine dövdürenler, dokunulmazlığı sınırlama sözlerini unutup kendi dosyalarını işlemden kaldıranlar değişmiş olamaz. Ulusal egemenlikle ulusal istenci birbirine karıştırıp çoğunluk diktasına kaymak, şeriat diktasına heveslenmek olumlu değişimi değil, geriye gidişi anlatır.

Askerlere çuval giydirmeyi kadınlara çarşaf giydirmekle bir tutuyorlar
Tanzimat-Meşrutiyet kafası, mütareke zayıflığı ve yabancı bağımlılığıyla değişimden söz edenler topluma zarar veren işgüzarlardır. Saplantılılara, soytarılığı kendine yakıştıranlara bir şey demeye değmez. Yavanlıkları, yavşaklıkları çuvallara sığmayacak mızraklar biçiminde. İbda-C’yi Hizbullah’ı, hücre evlerini, domuz bağlarını, aczmendi ahlâksızlıklarını görmezlikten gelip irtica tehlikesi olmadığını, yeşil sermaye dayanışması ve tarikat okulları bulunmadığını söyleyip yazanlar da değişme reklâmcısı. Askerlere çuval giydirmeyi kadınlara çarşaf giydirmekle bir tutanlar yanında, Irak’a asker göndermeyi dışsatımla eşit gösterenler, Kıbrıs, Ege, Irak, ermeni ve kürt devletleri konularında Türkiye karşıtlığını yabancılardan daha ağır biçimde, düşmanlık türü gündeme getirenler de değişme özürlülerden. Demokrasiyi, bağımsızlığı, ulusallığı, devleti, kamu mallarını, tarihsel ve doğal varlıklarla kaynakları savunmak değişmemek sayılıyor. Satılmak, kiralanmak, uydu ve uşak olmaktansa, onursuz kalmaktansa, değişmemek, aç kalmak yeğlenir. Ne verilse yiyip yutacak, ne yapılsa içine sindirecek olanlar “adam” sayılamazlar. AB’ye katılmak yasadan, antlaşma, anlaşma ve sözleşmeden çok kafayla, gönülle, anlayış ve tutumla olur. Bizi AB karşıtlığıyla eleştiren çocuklara 1951’de öğrenci kuruluşlarının “Avrupa” çalışmalarına katıldığımızı anımsatırım. Teslimiyetçi tutum kişilikle bağdaşmaz.

Tayyip Erdoğan değişti mi
Devletinin eğitim düzenini karalayıp çocuklarını dost katkısıyla (!) yurtdışında okut, kovuşturulacak bankacıların araçlarıyla seçim gezileri yap, Cumhurbaşkanı’na saygı ve Silâhlı Kuvvetler’e güvenle bağdaşmayacak sözlerle davranışları yinele, cami alanlarıyla ilgili yönetmelik kurallarını değiştir, çocuklarını okutmayanlara uygulanacak yaptırımları yumuşat, devletin yayın organlarına dalkavukluk sayılacak yoğunlukta propagandanı yaptır, Atatürk fotoğrafını kaldırarak konuşmalarını banda aldır, “saydam, devrim, reform” sözcüklerini kullanarak yasaları boz ve buda, vatan satıcılığına girişen vatan arayıcılarının alkışları, övgüleriyle celâllen, bu mudur değişim, bu mudur değişmek? Önceki çalışma arkadaşlarını yanına al, birçoğunu devletin önemli yerlerine oturt. “Baba gibi satmak”tan “Bankalarda faizsiz şeriat yöntemini uygulamak”tan sözedenler, hiçbir çekinme duymadan yakınlarına iş verenler, kamu mallarını oldu bittilerle ellerine geçirenler, neler neler… YAŞ kararlarına “muhalefet şerhi” koymanın yürürlükteki Anayasa karşısında hiçbir önemi, “kıymeti harbiyesi” yokken, sırf tabana selâm için bunu yapmak değişmek midir? “Muhafazakâr demokrat” söylemi de anlamsız, yararsız, içi boş bir öykünmedir. Tıpkı “Milliyetçi-mukaddesatçı, Türk-İslâm Sentezi” söylemleri gibi aldatıcı ve tutuculuk ağırlıklı gösteri sözüdür. Hem demokrat, hem muhafazakâr olunamaz. İslamiyet yalnız AKP için midir, yalnız onun inancı mıdır, islâmiyetin temsilcisi midir ki islâmiyetle demokrasiyi anlaştıracak, bağdaştıracaklarmış. İslâmiyet değişmeyeceğine göre demokrasiyi islâmiyete uydurarak dinselleştirecekler. Kendileri “Zaman sana uymazsa sen zamana uy” ilkesini benimseselerdi zorunlu olmadığı bayan Bakan ve Milletvekillerinin kullanmamasıyla doğrulanan sıkmabaş için direnmez, kavga çıkartmazlardı. Değisselerdi lâik devlet yöneticilerinin de bu niteliğe uygun gören anlayışı içinde olmalarını benimserlerdi. En çağdaş milliyetçilik, barış ve dostluğa açık Atatürk milliyetçiliğidir. Demokrasi inançlar yönünden yansızdır, kamu düzenini bozmadıkça dinle ilgisi yoktur.
Değişme gerçek olsaydı, değişene uyumla yönetim katlarında ve toplum yaşamında da belirtileri izlenirdi. Orman yangınları mı, trafik kıyımı mı durdu? Terör mü kesildi? Eğitim, sağlık, yargı hizmetleri mi iyileşti? Memurun, emeklinin, işçinin yaşam güçlükleri mi azaldı? Daha az para ile daha çok mal mı alınıyor? Aylık ve ücretler arttı mı? Gelir dağılımındaki adaletsizlik sona erip denge sağlandı mı? Vergi yitikleri, enerji kaçakları, kaçakçılıklar önlendi mi? Hırsızlık, kapkaç, iflâs, intihar, yaralama ve öldürme azaldı mı? İç ve dış borç yükü hafifledi mi? Bütçe açıkları kapandı mı? IMF baskısı ve boyunduruğu kalktı mı? Başta Anayasa, nice antidemokratik kural değişti mi? Siyasal partilere Hazine yardımı kesildi mi?
Gözboyacı, doyurucu ve gerçekçi olmaktan uzak, AB’ye “işte yapıyoruz” iletisi amaçlı, bir iki sözcük ve tümce değişikliği içeren düzenlemeleri, kafası değişmeyenler, reform sanıyorlar. Oysa aynı uyum yasaları insanımıza birşey getirmiyor, baskı kuralları durduğu gibi “cemaat” yapısı hortlatılıyor. Bir de kalkıp komutanların konuşmalarına takılıyorlar. Orgenerallere konuşma öğretmek “ölçüsüzlüğü”ne düşerek. Kendilerinin kim ve ne olduklarına bakmadan. Emekliliği yalnızlaşma ve güvencesizlik sayıp veryansın ederek. 1. Ordu Komutanı’nın ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri’nin haklı, doğru, zamanında konuşmalarını kimi gazetelerin veriş biçimindeki çirkinlik ibretle izleniyor. Komutanlar kişisel görüşlerini açıklıyorlar. Buna kimse bir şey diyemez. Uygun ortamda, törenlerde konuşuyorlar, çok doğal. Öyleyse neye kızıyorlar, işlerine gelmediği için. Bu konuşmalar Silâhlı Kuvvetler adına, onu temsilen, onun sözcüsü olarak yapılmıyor. Ama Silâhlı Kuvvetler içinden, yetkili, görevi sona erse de hizmetten ayrılmadan yapılıyor. Demek ki ayrı düşünenler olduğu bir gerçek. Olmalı da. Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz Plânı’na karşı çıkanlar da olmuştu. Bu durumları yurtsever komutanları alaya alıp yıpratmak ve birbirine karşı göstermek için kullanmak düzgün kişilikle bağdaşmaz. Birleşmiş Milletler kararı bir yana, TBMM karar vermeden, oy kullanacak milletvekillerini etkileyecek biçimde yapılan konuşmalara değinmediler. Çünkü işlerine öyle geliyordu.

Komutanların konuşmaları Genelkurmay’ı bağlamasa da önemlidir, yabana atılamaz
Hiç kuşkusuz Genelkurmay adına Genelkurmay Başkanı ya da yetkili kılınan görevli konuşur. Genelkurmay’da ilgili birimlerden geçmeden, komutanlarca üzerinde birleşilip sonuca varılmadan Genelkurmay görüşü oluşmaz. Bu duruma gelen görüşler Genelkurmay Başkanlığı’nın, bunun dışındakiler ise Genelkurmay Başkanı’nın görüşüdür, yani kişiseldir. Genelkurmay Başkanı’nın her sözünü, söyleşilerdeki yanıt ve esprilerini Genelkurmay Başkanlığı’na bağlayıp değerlendirmek de kanımca yanlıştır. Hani “Hükümetle orkestra düzeninde, şiir gibi çalışıyoruz” denildiği yazılmıştı ya. Komutanların konuşmaları Genelkurmay’ı bağlamasa da önemlidir, yabana atılamaz, gülünüp geçilemez. Bunları bahane sayarak özgün görevli, ölme ödevli askere sataşmak, onun üzerinden yazarlık ve demokratlık görünümüyle siyaset yapmak, kimilerine yaranma yarışına katılmak son derece sakıncalıdır. Askere ya da başka birilerine dalkavukluk da kişiliksizlerin, onursuzların işidir. Doğrudan, gerçekten, haklıdan yana olmak başlıca erdemdir. Konuşmalarda adları geçmemesine karşın portreleri çizildiği için “yarası olan gocunur” sözünü anımsatan bir feryatla ortaya çıkıp esip savuranlara bakmak yeter. Ne konular kimlere kaldı, üzülmemek elde mi? Komutanların söylediği doğrular, siyasetteki “eğri”leri rahatsız etti. Yardakçı ve hacıyatmazlarla Silâhlı Kuvvetler’e çatmayı yüreklilik sayan kimi aymazlar neler yazıp söyleyecekler göreceğiz. Olumsuz belirtilerin artmasına karşın kararsız ve umutsuz olmayacağız. Medyatik neferler ne yazarsa yazsın..
Değişim oyun değil, olgudur, olgunluktur. Lâf ebeliği ile, afra-tafra, cart-curt, zart-zurtla olmaz. Zorla, baskıyla olmaz. Yapaylık sırıtır. Değişim, pompalama ve reklâmla, çığırtkanlık ve gürültü ile olmaz. Bozulma değil, düzelme ve gelişmedir. İniş değil, yükseliştir. Daha doğrusu, anlamlısı, değerlisi, önemlisi ve ciddiye alınması gerekeni böyle nitelikli, düzeyli, beğenilir olanıdır.
Tutuculuktan özgürlükçülüğe ve ilericiliğe, dikta hevesi ve özentisinden demokratlığa, darbecilikten devrimciliğe, sertlik ve şiddetten anlayışlı ve hoşgörülü olmaya, para tutkusundan özveriye, büyüklenmeden alçakgönüllülüğe, serkeşlikten efendiliğe, bilgisizlikten bilgilenmeye, terbiyesizlikten saygınlığa geçiştir. Değişenin kendi savından çok karşısındakiler bunu saptar ve doğrular. Gerçek olup olmadığı belirlenir.

Değiştiği savlananlar yerinde saymıyor geri gidiyorlar
Ülkemize özgülersek, kurtuluş ve kuruluşun iç ve dış koşullarını, ortamı, olanakları, Türk Mucizesi’yle Türk Devrimi’ni, teokratik monarşiden demokrasiyi yaşama geçiren cumhuriyeti, İkinci Dünya Savaşı’nı bilmek, kul-kölelikten bireyliğe ve yurttaşlığa, ümmetten ulusa yükselişi anlamak istemeyenlerin, 1919-1950’yi suçlayıp sonrasını ve sorumlularını övenler koalisyonunun, tanıklığı, itişiyle değişme kabûl edilemez. Bunların diktesi ve diktası değişken olduğundan değişmeye dayanak alınamaz, kanıt olamaz.
Değiştiği savlananlar ve sanılanlar, yerinde saymıyor, geri gidiyorlar. Ufku olmayanın, ilericiliği kınayıp tarikat ve âşiret düzenine yapışanların, karanlığı çağrıştıranların nasıl değiştiği sürekli tartışılır. Değişmeyen, değişmesi olanaksız olan kimseyi değişmiş gösterip tanıtarak halkı aldatmak kişiliksizlikten kaynaklanır. Ama özellikle tutulmuş görevliler gibi şeriat, çıkar, gösteri dürtüsüyle çabalayan pompacılar var. Yönetimden, yöneticilerden, cıvık ilişkilerden bir şeyler umarak gündemde kalmak, caka satmak güdüsü pompacıyı küçültür, bitirir. Bunların değeri “üfürük”ten öte “tükürük”leşmeleriyle hiçleşir. Her tasmaya uyan boyunlarını yeni sahiplerine uzatarak çöplükten çıkmaya çalışırlar.
Hukukçu geçinip ancak fakülte 1. sömestri öğrencisi düzeyinde bilgisi olanların kılavuzluğuyla değişim gülünçlüktür. Yaş, eğitim, yetenek, psikoloji de değişimin etkenleridir. “Değiştim” ya da “Değişti” demekle, sözle, olumlu bir gelişme denilecek değişim olsaydı değişmeyen pek az kimse kalırdı. Değişim, densizlerin, patavatsız ve saygısızların, kişiliksizlerin savunacağı bir olgu değildir. Onlar kötülüklerin koruyucusudur. İyilikleri, olumlu gelişmeleri yazamazlar. Elleri titrer, parmakları uyuşur, dilleri tutulur. Ancak kendi adlarını, sıfatlarını, niteliklerini söylerken dilleri çözülür.

Patronlarından korkup ilericilere saldırıyorlar
Atatürk ilkelerini yadsıyan, soylu davranışları kınayan, ABD ve AB körükçülüğüyle kararan yeni sömürgeci-mandacı anlayışın duyuru tahtası ve düdüğü durumundaki yalancı ve karaçalıcılar herkesi kendileri gibi sanıyorlar. İlerleme, kalkınma, demokratikleşmeyi bunlar konuşmayı öğrenmeden isteyip savunuyor, bu yoldaki çabaları destekliyorduk. Kendileri bu kavramları Türkiye’mize getirip kurumlaştıran, yurt kavramını, ulus kurumunu somutlaştıran Atatürk’ten, çağdaşlaşmayı onurla gerçekleştirmeyi amaçlayan Atatürkçülükten korkuyor, bu nedenle Atatürkçülere saldırıyorlar. Patronlarından, etnik ve köktendinci terörden, para babalarından korkuyorlar. Utanmadan, gerçek ilericileri, gerçek demokratları, gerçek yurtseverleri suçluyorlar. Bugünlerde tepkisiz kalıp izlemekle yetinenlerin Atatürk’e söz verenlerin, and içenlerin, sessizliğe gömülen yetkili ve sorumlularının donukluğu düşündürüyor. Neredeler? Dizleri titreyerek ayakta durulmaz. “Kızıl elma koalisyonu” benzetmesiyle kendi özlemlerini dışa vuran, ırkçı-turancılık kuruntusuna kapılan, barışcı ve ulusalcıları suçlayan “verkurtulcular”, ilkelerde birleşmenin gerçek gelişme ve değişme olduğunu ayırt edemeyecek ölçüde körleşmişlerdir. Savunup alkışladıkları değişim keşke gerçek olsaydı da yararlansaydık, sevinseydik. Göreceğiz. İnkâr, iftira, ihtiras, ihânet kendileri için mârifet olanlara “iyi saatler!” diyelim.

Açıklama:
Zaman zaman kimi aymaz, bağnaz ve sapkın “28 Şubat’ın kışkırtıcısı” olarak adımı vermektedir. O dönemde Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak görevimin gereklerini yerine getirme özenimden başka bir çabam olmamıştır. 28 Şubat’ın oluşumuyla hiçbir ilgim yoktur. Fikri olan, 28 Şubat’ın fikir babalarından olduğumu söyleyemez. Bu, gerçekdışı sav, usdışı bir yaklaşımdır. Ama 28 Şubat kararlarını benimsiyor, çok doğal, hukuksal ve demokratik buluyorum.Anayasa’nın 174. Maddesi’nde belirtilen Devrim Yasaları’nın yadsınması ve irticanın Başbakanlık konutundaki gövde gösterisi karşısında görev bilinci olanlar başka şey yapamazdı. Yalanla yaşayan dönek ve terbiyesizlerin yakıştırması keşke gerçek olsaydı, katkım bulunsaydı, övünürdüm.

İPEK YOLU


  •  İ P EK Y OLU
  • 2. İpek endüstrisi , eski çağlardan beri birçok milletin hayatında çok önemli bir yer tutmuştur.Uzak Doğudan gelen ipek ve baharat, Batı dünyası için, uluslararası ilişkilerde önemli bir rol oynamıştır. İpek ,Doğu kültürünün Batı tarafından tanınmasını sağlamıştır .
  • 3. Doğunun ipeği ile baharatının gelirler; burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizine; diğeri ile de Karakurum kervanlarla batıya taşınması, Çin'den Avrupa'ya ulaşan ticaret yollarını oluşturmuştur. Orta Çağda, ticaret kervanları, şimdiki Çin'in Xian kentinden hareket ederek Özbekistan'ın Kaşgar kentine Dağlarını aşarak İran üzerinden Anadolu'ya ulaşırlardı. Anadolu'dan deniz yolu ile veya Trakya üzerinden karayolu ile Avrupa'ya giderlerdi.
  • 4. Doğudan batıya doğru gelişen bu ticari harekette, daha önceki çağlardan beri kullanılmakta olan bir yol şebekesinden yararlanılmıştır. Yoğun bir şekilde ipek, porselen, kağıt, baharat ve değerli taşların taşınmasının yanında kıtalar arasındaki kültür alışverişine de imkan sağlayan bu binlerce kilometre uzunluğundaki kervan yolları, zaman içinde ''İpek Yolu'' olarak adlandırılmıştır.
  • 5. İpek Yolu, Asya'yı Avrupa'ya bağlayan bir ticaret yolu olmasının ötesinde, 2000 yıldan beri bölgede yaşayan kültürlerin, dinlerin, ırkların da izlerini taşımakta ve olağanüstü bir tarihi ve kültürel zenginlik sunmaktadır.
  • 6. ANADOLU’DA İPEK YOLU
  • 7. Anadolu , İpek Yolunun en önemli kavşak noktalarından birini oluşturmuştur. Orta Çağda, ipek yolları Çin'den başlayıp Orta Asya'da birden fazla güzergahı izleyerek köprü niteliği taşıyan Anadolu'yu geçip Trakya üzerinden Avrupa'ya uzanmıştır. Ayrıca, Ege kıyılarında Efes ve Milet, Karadeniz'de Trabzon ve Sinop, Akdeniz'de Alanya ve Antalya gibi önemli limanlar kullanarak deniz yolu ile Avrupa'ya ulaşmıştır.
  • 8. Anadolu , coğrafi konumu nedeniyle, eski çağlardan beri çeşitli uygarlıkların doğup geliştiği bir yer olduğu gibi, doğu ile batı arasında bir geçit ve köprü işlevi de görmüştür. Bunun sonucu olarak, çeşitli dönemlerde, Kral Yolu (M.Ö. VI. yy.), Roma Devri Yolları (M.Ö. II. yy.) gibi, değişik doğrultu ve karakterde olan yol ağları Anadolu'yu sarmıştır.
  • 9. Anadolu'da İpek Yolu Kuzeyde: Trabzon, Gümüşhane, Erzurum, Sivas, Tokat, Amasya, Kastamonu, Adapazarı, İzmit, İstanbul, Edirne;
  • 10. Güneyde Mardin, Diyarbakır, Adıyaman, Malatya,Kahramanmaraş, Kayseri, Nevşehir, Aksaray, Konya, Isparta, Antalya, Denizli merkezlerini izlemektedir. Ayrıca, Erzurum, Malatya, Kayseri, Ankara, Bilecik, Bursa, İznik, İzmit, İstanbul güzergahının da kullanıldığı bilinmektedir.
  • 11. Bu ticaret aksında, karayolunun yanı sıra deniz yolu da kullanılmış olup, Karadeniz'de Kuzeyden gelip Batum üzerinden Trabzon, Samsun, Sinop, İstanbul, Bursa, Gelibolu, Venedik;Akdeniz'de Suriye üzerinden Antakya, Antalya, İzmir (Foça), Avrupa hattın izlemektedir. Kuzey ve Güney güzergahlarında bulunan Sivas ile Kayseri bağlantısıyla oluşan Antalya-Erzurum güzergahının uzantısı, Anadolu'yu İran ve Türkmenistan'a bağlamaktadır.
  • 12. 14. yüzyıldan sonra, Osmanlılar döneminde de önemini sürdüren İpek Yolu, Yeni Çağda yapılan keşifler sonucu canlılığını yitirmeye başlamıştır. 16. ve 17. yüzyıllarda ipeğin Avrupa'da da üretilmeye başlanmasından sonra eski önemini kaybetme tehlikesiyle karşılaşmıştır. Artan denizcilik faaliyetleri ile de, kervanlar ortadan kalkmaya ve Uzak Doğu ürünleri çekiciliğini yitirmeye başlamıştır. 19. yüzyıldan itibaren, İpek Yolu kullanılmaz olmuştur.
  • 13. Orta Çağda, Doğunun zengin ürünlerinin Anadolu üzerinden Batıya güvenli bir şekilde sevkini sağlayan Selçuklular, aldıkları önlemlerle ticari faaliyeti canlı tutarak devletin zenginliğini de artırmışlardır. Zira, Orta Çağ Anadolu’sunda ticaret, devletin zenginliğini birinci derecede etkileyen faaliyetler arasında yer almaktaydı. Selçuklular, yabancılarla ticari anlaşmalar yapmışlar; Hıristiyan tacirlere, Müslüman tacirler gibi Anadolu topraklarında ticaret özgürlüğü tanımışlar; yolculuklarında karşılaşabilecekleri soygunlara ve her türlü zarara karşı devlet güvencesi sağlamışlardır.
  • 14. O çağda, kırsal alanlarda kurulan han ve kervansarayların kaleye benzer, kalın ve sağır duvarlarıyla dışa kapalı yapılar olarak inşasını zorunlu kılan neden, güvenlik idi. İçlerinde yolcuların yatmasına mahsus odalar atların dinlenmesi ve eşyaların korunması için bölümler, mescit, yıkanma yerleri, çeşmeler ile nalbant, doktor, veteriner, araba ve koşum onarım hizmetleri de yer almaktaydı.
  • 15. KERVANSARAYLARIN ÖNEMİ NEDİR? TİCARİ yaşamı gözetmek amacıyla ''devlet sigorta sistemini" ilk kullanan ve ayrıca gümrük vergilerinde uyguladıkları indirimlerle ticari hayat özendirmeye çalışan yine Selçuklular olmuştur. Han ve kervansaraylar, bu aktif ortamın önemli görevler yüklenen kuruluşlarıdır. Issız yollar üzerinde kaleyi andıran görünümleri, zengin taş süslemeleri, gelişmiş mekan tasarımlar ile, mimari açıdan da etkisi büyük olan bu görkemli yapılar, belli bir ulaşım programının ve güçlü bir yol politikasının uygulanması bakımından titizlikle ele alınmışlardır.
  • 16. Selçuklu VE Osmanlı dönemlerinde inşa edilen kervansaraylarda, kervanlar askeri birlikler tarafından korunurdu. Kervansarayda kalındığı sürece yolcuların can ve malları teminat altına alınır, her türlü bakım ve hizmetlerin yerine getirilmesinden doğan giderleri karşılamak amacıyla vakıfları bulunurdu.
  • 17. KERVANSARAYLAR, seyahat ve ticareti güvence altına alan, sosyal dayanışmayı sağlayan nitelikleri yanında, gelen tacirlerin mallarını pazarladıkları durak yerleri ve ayrıca önceden depolanan erzak ile mühimmatın ordunun sefer zamanında ikmalini kolaylaştıran üslerdi.
  • 18. BUNLARI BİLİYOR MUSUN? Anadolu Selçukluları tarafından bu ticari yollar üzerinde inşa edilmiş olan konaklama kuruluşlarından devlet büyükleri ve hayır sahipleri tarafından yaptırılanlara "HAN", sultanlar tarafından yaptırılan ve diğerlerine göre daha büyük ve görkemli olanlarına "SULTAN HAN" denmektedir.
  • 19. Han ve kervansaraylarda konaklayan yolcular din, dil, ırk fark gözetilmeden üç gün kalabilir, hastaysa tedavi edilirdi. Günde iki öğün yemek verilen, banyo ihtiyaçları karşılanan, hayvanlarına bakılan ve yem temin edilen bu yolculardan üç gün süreyle hiçbir ücret alınmaz, tüm giderler vakıftan karşılanırdı. Bu vakıfların vakfiyelerinde nasıl yönetilecekleri, gelirlerinin neler olduğu, görevlilerin çalıştırılma şekilleri ve ücretleri açık olarak belirtilmekteydi.Yapılan araştırmalar sonucu, Anadolu'da yaklaşık 200 han ve kervansaray olduğu tespit edilmiştir.
  • 20. Önemli Han VE Kervansaraylar
  • 21. Sarıhan (Saruhan): Avanos-Ürgüp kara yolu üzerinde, Nevşehir'e 25, Avanos'a 6 kilometre uzaklıktadır. Bir Selçuklu eseri olan Sarıhan'ın 1238 yılında yapıldığı tahmin edilmektedir. Klasik sultan hanları planındaki yapı, kare avlulu yazlık bölümle, üstü kapalı ve dikdörtgen şeklindeki kışlık bölümden oluşmaktadır.
  • 22. Ağzıkara Han: Aksaray-Nevşehir karayolu üzerinde, Aksaray'a 17 kilometre uzaklıkta olup, Anadolu'daki en önemli hanlardan birisidir. Selçuklu eseri olan ve Hoca Mesut Kervansarayı diye de anılan yapının, açık ve kapalı bölüm taç kapıları üzerindeki kitabelerden, 1231-1236 tarihleri arasında yapıldığı anlaşılmaktadır. Anıtsal taç kapısı, mihrabiyeleri ve geometrik motiflerle bezeli cephesi ile etkileyici bir görünüme sahiptir ve Selçuklu taş süsleme sanatının tüm özelliklerini göstermektedir.
  • 23. Sultan Han: Aksaray-Konya karayolu üzerinde, Aksaray'a 42 kilometre uzaklıkta Sultanhanı kasabasında bulunan Sultan Han, 1229 yılında Selçuklu Sultan I. Alaaddin Keykubad tarafından yaptırılmıştır. Açık ve kapalı bölümleriyle yaklaşık 4990 m2'lik bir alana sahip olan yapı, Anadolu'daki Selçuklu kervansaraylarının en büyüğüdür. İleri taşan mermer taç kapısı, dıştan kulelerle desteklenmiş duvarlarıyla bir kaleyi andırmaktadır. Taç kapı ve mescidin geometrik bezemeleri, Selçuklu taş süsleme sanatının en güzel örneklerindendir.
  • 24. Zazadin Han: Konya'ya 22 kilometre uzaklıkta, Aksaray-Konya karayolundan 5 kilometre içerde Tömek köyü yakınında olan ve Saadeddin Köpek Hanı diye de anılan Zazadin Han, 1235-1236 yıllarında yapılmıştır. Güney cephede, kapalı mekana yakın bir yerde bulunan açık bölüm taç kapısı, beyaz ve açık kahverengi taşlarla yapılmıştır. Güney cephenin inşasında, çok miktarda işlenmiş buluntu taş kullanılmıştır. Taç kapının hacimli kitlesi içinde, duvara oturmuş basamaklarla çıkılan ve zengin bir taş süslemeye sahip olan mescidi yer almaktadır.
  • 25. Kı zılören Hanı: Konya-Beyşehir karayolu üzerinde, Konya'ya 41 kilometre uzaklıkta olan Kızılören Hanı, 1206-1207 tarihlerinde Selçuklu sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılmıştır.
  • 26. Ertokuş Hanı: Beyşehir-Eğirdir karayolu üzerinde, Gelendost ilçesinin Yeşilköy mevkiindedir. Kapalı bölüm kapısı üzerindeki kitabeden 1233 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
  • 27. Susuz Han: Burdur-Antalya karayolunun 2 kilometre içerisinde, Bucak ilçesine bağlı Susuzköy'ün içindedir. Susuz Han'ın, II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in saltanat döneminde, 1237-1246 yılları arasında bir tarihte yaptırıldığı tahmin edilmektedir. En gösterişli yeri taç kapısıdır. Girişin iki yanındaki mihrabiyelerin kemerleri üstünde yer alan 'ejder' ve 'melek' motifleri dikkati çekmektedir.
  • 28. Kırkgöz Han: Burdur-Antalya karayolundan yaklaşık bir kilometre içerde, Antalya'ya 30 kilometre uzaklıktadır. Açık bölüm taç kapısı üzerindeki kitabeye göre han, II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in saltanat döneminde, 1236-1246 yılları arasında bir tarihte inşa edilmiştir.
  • 29. Hunat Hatun Cami: Kayseri'nin merkezinde, Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubad'ın eşi Mahperi Hatun tarafından 1238 yılında yaptırılan külliyenin bir bölümünü oluşturmaktadır. Kubbesi ve minaresi sonradan inşa edilmiştir. Doğu ve batı yönlerindeki taç kapıları, Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Ahşap mimberi orijinaldir.
  • 30. Güpgüpoğlu Konağı: Kayseri kent merkezinde bulunan bu yapı, XVIII. yüzyılın sivil mimarisine güzel bir örnektir. İlk inşa edildiğinde tek katlı olan konağa, iki kat sonradan ilave edilmiştir.
  • 31. Alara Han: Antalya-Alanya karayolundan 8 kilometre içeride, Antalya'ya 115 kilometre uzaklıkta, Akdeniz'e ulaşan yolların kontrolünde stratejik bir görevi olan Alara kalesinin yakında bulunmaktadır. Sultan Alaaddin Keykubad tarafından 1229-1230 yıllarında yaptırılmıştır.
  • 32. GÜNÜMÜZ İPEK YOLUNU CANLANDIRMA PROJELERİ
  • 33. Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra, İpek Yolunun hem bir ticaret yolu, hem de tarihi ve kültürel değer olarak yeniden canlandırılması gündeme gelmiş, bu yol boyunca inşa edilmiş ve artık kullanılmayan yapıların, yeni işlevler kazandırılarak korunmaları ve yaşatılmaları için çalışmalar başlatılmıştır.
  • 34. Kültürel mirasımızın en önemli unsurlarından olan bu yapıların, doğanın ve diğer çevresel etkenlerin tahribatına karşı korunması, bir koruma - kullanma dengesi içinde yaşatılarak tarihi İpek Yolunun canlandırılması amacıyla, turizm olgusu kapsamında değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Bu hedef doğrultusunda, öncelikle tur güzergahı üzerinde olan han ve kervansaraylara turizm amaçlı hizmetleri sunabilecek "Mola Noktası" fonksiyonu verilmesi çalışmaları başlatılmıştır .
  • 35. İlk etapta, ana tur güzergahı ile çakışan İpek Yolu üzerinde değerlendirilmesi düşünülen Han ve Kervansaraylara ilişkin ön etütler, Bakanlığımız ile Vakıflar Genel Müdürlüğü işbirliği çerçevesinde yapılmış ve 11 adet kervansaray belirlenmiştir. Bunlar; 1- Sultan Hanı (Aksaray -13. yy.) 2- Saruhan (Nevşehir / Ürgüp -13. yy.) 3- Şarapsa Han (Alanya -13. yy.) 4- Akhan (Denizli / Merkez -13. yy.) 5- Ağzıkara Han (Aksaray -13. yy.) 6- Alara Han (Antalya / Alanya -13. yy.) 7- Çardak Hanı (Denizli / Çardak -13. yy.) 8- Susuz Han (Burdur / Bucak -13. yy.) 9- İncir Han (Burdur / Bucak -13. yy.) 10-Alay Han (Aksaray -13. yy.) 11-Silâhtar Mustafa Paşa Hanı (Malatya / Battal Gazi -16. yy.)
  • 36. Bu tarihi yapıların ''Restore et - İşlet - Devret'' modeli çerçevesinde yatırımcılara tahsisi için çalışmalar sürdürülmektedir. Kervansarayların restore edilmesinden sonra, kısıtlı konaklama imkanı tanıyan, daha çok günübirlik kullanıma yönelik işlev verilerek turizme kazandırılması ile, hem dünyada eşi olmayan ve zaman içerisinde yavaş yavaş yok olmaya mahkum bu eserlerin kullanılarak korunmalar sağlanmış olacak, hem de geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi, ülke ekonomisine katkıda bulunmaları temin edilecektir

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...